Sa
Sa
Sa
SaNAR
NAR
NAR
NARĐST
ĐST
ĐST
ĐST
v. 2.0
v. 2.0
v. 2.0
v. 2.0
2004
2004
2004
2004 ---- 2010
2010
2010
2010
gggg.g.
.g.
.g.
.g.
Yazarın Notu
Bu kitapta yer alan yazılar Ağustos
2004 - Eylül 2010 tarihleri arasında,
http://sanarist.blogspot.com
adresinde yayınlanmıştır. Yazıların
bazıları tercüme, bazıları orijinal, bazıları
da bu ikisinin bir karışımıdır.
Kitap ücretsiz dağıtılmak üzere
hazırlanmıştır, internet üzerinden ya da
başka yöntemlerle paylaşılmasında hiçbir
sakınca yoktur. Bununla birlikte kitabı
oluşturan yazılar, akademik alıntı
kurallarını aşacak miktarda başka
mecralarda (kitap, web sitesi, vb.)
yayınlanamaz.
Bu kitapta yazılanlar sadece tavsiye
niteliğindedir. Yazar, yazılanların
uygulanmasından kaynaklanabilecek
sorunlardan mesul tutulamaz, ama elde
edilecek başarılarda kendini küçük de
olsa bir pay sahibi addedecektir :).
Đçindekiler
• Yaratıcılık Ve Fikir Bulmak ... 6
• Karakter... 53
• Motivasyon - Đstek - Đhtiyaç... 84
• Diyalog... 90
• Öykü Yapısı...102
• Sahne...144
• Çatışma...160
• Truby...166
• Mckee...177
• Türler - Aksiyon Ve Romantik Komedi...188
• Alıntılar - Tavsiyeler...209
• Senaryo Yazma Pratiği...222
• Đşe Yarayan Teknikler...234
• Yazar Tıkanması...264
YARATICILIK ve FĐKĐR BULMAK
TEK DERSTE SENARYO YAZIMI
“Sempatik bir karakterin, gittikçe büyüyen, ve aşılması imkansız gibi görünen bir dizi
engeli aşmasını ve büyük bir arzuyu gerçekleştirmesini sağlayın”.
Bu 20 kelimelik cümle, hemen her başarılı filmin yaptığı şeyi özetlemektedir. Az sayıda istisnada ana karakter, o büyük arzuyu gerçekleştiremez (örn. “Guguk Kuşu”, ya da “Out of Africa”) ya da arzusunun bir hata olduğunu anlar (örn. “Wall Street” ya da “Raising Arizona”). Ama bütün büyük filmlerin özü aynıdır.
ENBASĐT HĐKAYE TANIMI
Hikâye Nedir:
"Bir hikaye genelde şu unsurlardan oluşur: (a) bir kişinin (b) bir fırsatı, bir sorunu ya da bir amacı vardır (c) bu kişi çeşitli engellerle ve/veya bir düşmanla karşılaşır, ve (d) bu kişinin kaybedecek bir şeyleri (tehlike) ve (e) kazanacağı bir şeyler (ödül) vardır."
"A story is generally: (a) a person with (b) an opportunity, problem or goal (c) who faces obstacles and/or an antagonist, and (d) has something to lose (jeopardy) and (e) something to gain (stakes)."
NEREDEN BAŞLAMALI?
Elinizde yazılmaya değer bir senaryo olduğunu nasıl anlarsınız? Daha doğrusu, senaryo yazmaya ne zaman ve nereden başlamalı?
Bu konuyu daha önce ele almıştık biraz. Senaryoda hikaye mi önemlidir, yoksa karakter mi? sorusuna çeşitli cevaplar verildiğini görmüştük. (Kaç yıl önceki bir yazıya atıfta bulunduğumu ben bile hatırlamıyorum :) )
Ama burada bahsettiğim biraz daha farklı: aklınıza doluşan bir sürü sinematik düşünceden hangisine dayanarak bir senaryo yazmaya başlayabileceğiniz. Ve bir senaryo yazmaya oturmak için bu düşüncenin ne gibi niteliklere sahip olması gerektiği.
* * *
Bir senaryo yazmaya başlamadan önce, elinizde, çok çeşitli ilginç olaylara kaynaklık edebilecek
ĐLGĐNÇ VE ÇATIŞMA ĐÇEREN MERKEZĐ BĐR SORUN/DURUM olmalıdır. Bu öyle bir durum
olmalıdır ki,
1) Bizzat bir sürü ilginç olaya kaynaklık edebilecek kadar ilginç olmalıdır (yani iki saati dolduracak kadar malzeme potansiyeli içermelidir)
2) Bu olaylar da ancak ve ancak iki ya da daha fazla tarafın çatışmasını gerektirecek nitelikte olmalıdır. Ve bu çatışma da öyle az buz değil, gerçekten güçlü olmalıdır.
Elinizdeki fikirlerin senaryo haline getirilmeye değecek nitelikte olup olmadığını anlamanın yolu, bu iki kıstasa uyup uymadıklarına bakmaktır.
* * *
Benim Türk filmleriyle ilgili en temel eleştirilerimin başında, aslında bir film olacak kadar güçlü olmayan ve potansiyel içermeyen sorun/durumların film haline getirilmiş olması geliyor. En fazla bir kısa film olabilecek malzemeler, çeşitli şişirme yöntemleri ile iki saate kadar uzatılmakta, sonra da film diye önümüze konuyor sık sık.
Bunun nedeni bazen bulunan fikrin öz itibariyle zayıf olmasıdır. Yani yazar öyle bir konu seçer ki, ne kadar zorlarsanız zorlayın, insanların ilgisini iki saat boyunca ayakta tutacak malzeme çıkmaz. Belki bu konu kendisi için çok ilginç olabilir, ama sinema kitlesel bir eğlence olduğu için, genel izleyici kitlesinin ilgisini cezbetmez.
Bazen de yazar, büyük bir potansiyel içeren bir fikre sahiptir, ama bu fikri uç noktalarına kadar taşımamıştır. Yani durumları olabilecek en uç noktalara kadar zorlamamış, hikayenin ve karakterlerin uç noktalarına kadar gitmemiştir. Belki bunu yapması gerektiğini bilmediğinden, belki acele ettiğinden, belki de korktuğundan. Hikaye, yeterince şeker konmamış tatlılara benzer.
Sebep her ne olursa olsun, bir fikrin yeterince ilginç olmaması, çatışmaların uç noktalara kadar taşınmaması, senaryonun aleyhine işler. Bu da seyircinin sıkılmasına ya da yeterince
heyecanlanmamasına neden olur. Sizin ise bir senarist olarak, vampirlerin sarmısaktan korkması kadar korkmanız gereken birşeydir seyircinin sıkılması.
* * *
Đşte elinizdeki fikir bu özelliklere sahipse, yani yeterince ilginçse ve büyük çatışma potansiyeli içeriyorsa, ya da fikrinizi bu hale getirebildiyseniz, işte o zaman oturup karakterleriniz üzerinde daha ayrıntılı bir şekilde çalışmaya başlayabilirsiniz.
Eğer bunu yapmadan karakterlere geçerseniz, istediğiniz kadar sayfalar dolusu biyografi yazın, onlara bir sürü ilginç kişilik özelliği verin vb., hikayenizin ilginç olmasını sağlayamazsınız. Zira hikayeden kaynaklanan sorunlar, karakterler ile çözülemez ya da örtbas edilemez.
"ĐYĐ FĐKĐR" PAHALI OLMAK ZORUNDA DEĞĐLDĐR
Đyi senaryo fikirleri, ille de yıldız oyuncular, pahalı setler, ya da özel efektler gerektirmez. Nispeten az parayla da çok kaliteli ve seyirciye cazip gelen filmler çekilebilir. Hem de bu her film türünde ("genre") olabilir. ("Tür" konusu yakında geliyor)
Bunun çeşitli örneklerini Amerikan sinemasında görüyoruz:
"School of Rock": Film tipik bir "what if..." (... olsa ne olur?) senaryosu: "Sistem dışı bir rock'çı, asıl kimliğini gizleyerek özel bir okulda öğretmen olarak ders verse ve öğrencilerinden bir rock grubu kurup onları yarışmaya soksa ne olur?" 35 milyon dolara mal olan filmin getirisi 131 milyon dolar olmuş.
"Blair Witch": Bir grup sinemacı genç, Blair Cadısı ile ilgili bir belgesel film yapmak için Maryland'de bir ormana giderler. Bir yıl sonra, bu gençlere ait filmler bulunur. Filmin maliyeti 35 (otuz beş) bin dolar iken, getirisi 248 (iki yüz kırk sekiz) milyon dolar olmuştu! Bu filmin ikincisi 15 milyon dolara yapıldı ama pek tutmadı (toplam getiri: 47 milyon dolar), çünkü fikrin orijinalliği kalmamıştı.
"El Mariachi": Meksika'da bir kasabaya aynı gün bir gitarist (mariachi) ve intikam peşindeki bir katil gelir. Fakat iki adam da birbiriyle karıştırılır ve masum gitarist kendini kanlı olayların ortasında bulur. Filmin toplam maliyeti yaklaşık 200 (iki yüz) bin dolar (prodüksiyon maliyeti, R. Rodriguez'in cebinden çıkan 7000 -yedi bin- dolar). Sadece Amerika'daki getirisi 2 milyon dolar olmuştu. Filmin, Antonio Banderas ve Salma Hayek ile yeniden çevrimi yapıldı
(Desperado), ama fanatikler El Mariachi'yi el üstünde tutuyor.
"My Big Fat Greek Wedding": Geleneklerine sıkı sıkıya bağlı bir ailenin kızı, bir Amerikalıya aşık olursa ne olur? Maliyeti 5 milyon dolar (+ 19 milyon dolar pazarlama), toplam getirisi ise 356 milyon dolar. Gelmiş geçmiş en kârlı romantik-komedi. (Bu filmin bir Türk versiyonunun yazılmış olmaması için hiçbir neden yok.)
"Clerks" (Tezgahtarlar): Kevin Smith'in efsanevi "ultra low budget" (aşırı düşük bütçeli) filmi. Kevin Smith, kendisinin bizzat çalıştığı mağazada, mağazanın kapalı olduğu gece saatlerinde çekmiş bu filmi. Tezgahtarların komik hayatını anlatıyor. Maliyeti 27 (yirmi yedi) bin, getirisi ise 3 milyon dolar. Tabii Kevin Smith'i sektöre sokmasının bedelini ölçmek mümkün değil.
Đyi fikrin pahalı olmadığını gösteren daha çok sayıda örnek verilebilir. Meraklısı "Sundance Film Festivali"ni ya da diğer bağımsız film festivallerini, internette bir araştırıversin.
Türk sinema piyasasında bir şey yapmak isteyen genç senaristlerin çok iyi bir fikirle ortaya çıkması gerekmektedir. Çünkü halkın ortalama drama ihtiyacı (evet, insanların böyle bir ihtiyacı vardır), hâlihazırda TV tarafından karşılanıyor. Fikriniz öyle orijinal, ama öyle
uygulanabilir ("feasible") olmalı ki, yapımcılar insanların bu film için sinemaya gideceğine ikna olsun ve bu senaryoya para yatırsın.
SENARYO ĐÇĐN FĐKĐR KAYNAKLARI
1) Kendi Hayal Gücünüz: Eğer bu siteyi takip ediyorsanız, yani sinema ile ilgili iseniz,
mutlaka zaman zaman aklınıza çeşitli film fikirleri geliyordur. Yani hayal gücünüz aktiftir. Bilinçaltınız, zaman içerisinde biriktirdiği verileri harmanlayıp yeni bir şeyler üretir ve bunları belirli periyodlarla bilincinize postalar. Size düşen, bu fikirleri hemen bir yere kaydetmek, mümkünse de geliştirmektir. Büyük küçük demeden bu fikirleri defterinize yazın, ve zaman zaman bunlara dönüp bir şey çıkıp çıkmayacağına bakın. Đki sene önce zayıf gibi gelen bir fikir, iki sene sonra çok ilginç gelebilir. (Mutlaka bir fikir defteriniz olmalı, mutlaka!)
Kendi hayal gücünüzü düzenli olarak BESLEYĐN. Hayal gücünüzün besini, başkalarının hayalgücü ürünleridir. Hem kendi ilgilendiğiniz alanda eserler okuyun ya da filmler seyredin, hem de sizinle tamamen ilgisiz konularda eserlere maruz bırakın bilincinizi ve bilinçaltınızı. Eğer siyaset ile ilgileniyorsanız, biyoloji ile ilgili filmlere de bakın, bilim kurgu ile ilgileniyorsanız pedagojiye de bir göz atın.
(Ünlü teknoloji şirketi 3M, ar-ge bölümündeki insanlara düzenli olarak, teknolojiyle hiç alakası olmayan, farklı alanlardan gelen uzmanların konferanslar verdirtirmiş. Bir gün balinaların iletişim yöntemleri hakkında bir uzman konuşurken, izleyicilerden biri ayağa fırlayıp kendi odasına koşmuş, çünkü aylardır kafasını meşgul eden bir sorunu, adamı dinlerken çözmüş). Size çok yakın gelmeyen müziklerin, kitapların, filmlerin de tadına bakın. Sıkılırsanız tabii ki bırakın, ama sıkılmıyorsanız, devam edin. Mutlaka bir şey bulabilirsiniz.
2) TV - Gazete - Dergi - Internet: Dünya tarihinde insanoğlu ilk kez bu kadar çok
enformasyona maruz bırakılmaktadır. Senin görevin ey yazar, eğer kabul edersen, bu
enformasyon bombardımanını süzüp, içinde dramatik potansiyel barındıranları ayırmak ve
dosyalamaktır. (Bu dosyalama bölümü önemli. Obsesif bir titizlikle enformasyon
dosyalamaktan bahsetmiyorum. Ama ilginç gelen fikirleri kesip bir dosyaya koyun. Çok
yorulduğunuzda, ya da Writer's Block -yazar tıkanması- size geldiğinde, bu dosyayı karıştırarak yaratıcılığınızı harekete geçirebilirsiniz.)
3) Edebi eserler: Halihazırda yayınlanmış bulunan hikaye ve romanlar da, senaryo için
kaynaklık edebilir. Ama burada dikkat edilecek bir kaç nokta var. Birincisi: Eserin başarısı,
sözcüklerin sanatsal bir biçimde kullanılmasından mı kaynaklanıyor, yoksa içerdiği dramatik çatışmadan mı? Eğer birinci durum (sanatsal sözcük kullanımı) söz konusuysa ve
siz bunu fark etmeyip hikayenin/romanın senaryosunu yazmaya kalkarsanız, sonuç genelde başarısız olur. Ama bazı eserlerin, sinemaya son derece uygun bir dramatik potansiyel içerdiği de doğrudur: Dövüş Kulübü, Jurassic Park, Kurtlarla Dans, Azınlık Raporu, Ağır Roman,
Hababam Sınıfı, vb.
Edebi eserlerden yola çıkıp senaryo yazarken dikkat etmeniz gereken bir diğer nokta da eserin sahibi ile temasa geçme zorunluluğudur. Aksi takdirde istemeseniz de "hırsız" konumuna düşersiniz.
4) Gerçek Kişiler ve Olaylar: Bazı insanların hayatı gerçekten de tam film konusudur. Eğer
yazar olarak bunu fark ederseniz, ve gerekli izinleri alırsanız, bu kişi hakkında senaryo yazabilirsiniz. "Schindler'in Listesi" gerçek bir insandan ve gerçek olaylardan yola çıkılarak yazılmıştır. Yakın zamanda gösterilen "Terminal" de öyle. (Spielberg, Terminal'de kendisinden esinlendiği adama büyük bir para ödemiştir). Başka örneklere de bakalım: "A Beautiful Mind", gerçekten şizofren olan bir matematikçinin hayatını anlatmaktadır. "JFK" de, Kennedy
suikastini araştıran gerçek bir savcının hikayesidir. "Erin Brokovich" de gerçek karakterler ve olaylar üzerine kuruludur. Yerli örnekler olarak Abdülhamit Düşerken, Cumhuriyet, vb. verilebilir.
Bazen gerçek ile kurgu birbiriyle harmanlanır, ve ortaya çok güzel sonuçlar çıkar: Titanic, Bravehart, Aşık Shakespeare böyle filmlerdir. Đstanbul Kanatlarımın Altında da böyle bir Türk filmidir.
"ĐYĐ SENARYO FĐKRĐ" NEDĐR?
Önce neyin iyi senaryo fikri olmadığını söyleyelim:
1) Kendi hayat hikayeniz ... değildir. (Tabii eğer Indiana Jones ya da James Bond
değilseniz). Bir çok insanın kendi hayatını roman ya da film konusu olmaya değer bulmasının sebebi, hayatını meydana getiren olayları bizzat, birinci elden yaşamış olmasıdır. Yani bu olayların kendisi üzerindeki duygusal etkisi çok büyüktür. Fakat aynı olayı ikinci ya da üçüncü kişilere anlattığınız zaman, onlarda aynı duygusal tepki oluşmayabilir - hatta hiçbir tepki meydana gelmeyebilir. Bu nedenle, kendi hayatınızı bir film yapma fikrini şimdilik bir kenara koyun.
2) Sıradan insanların hayatındaki sıradan olaylar, küçük güzellikler, farkedilmeyen acılar ... değildir. Unutmayın, seyirciniz de sıradan bir insan neticede. O da evden kalkıp
sinemaya gelene kadar 3 film konusu olabilecek kadar olay yaşıyor. Ama sıradan insanların hayatındaki sıradışı, büyük olaylar, eğer iyi işlenirse, çok iyi film senaryosu olur (bkz. "Yeni başlayanlar için Đtalyanca", "Geçmişi Olmayan Adam", "Fargo")
3) Büyük politik ya da dinsel sloganlar ... değildir. Senarist şunu asla aklından
çıkarmamalıdır: Sinema EĞLENCE sektörünün bir dalıdır. Her ne kadar zaman zaman "sanat" olarak da adlandırılsa, asıl amacı, filmin yapımına katılan herkesin parasını fazlasıyla geri kazanmasıdır. Bu nedenle de bir biçimde EĞLENDĐRMELĐDĐR. Ayrıca, sinemanın politik gücü olduğu dönem, TV'nin ortaya çıkışıyla sona erdi. Artık insanlar TV yoluyla propagandalarını yapıyorlar.
ÖYLEYSE "ĐYĐ FĐKĐR" NEDĐR?
Đyi senaryo fikirlerinin bazı özelliklerini sıralayayım:
1) Fikir orijinaldir. Yani bir biçimde izleyiciyi, günlük hayatın monoton gerçeklerinin dışına
çıkarmayı vaad etmelidir. Ayrıca, benzerleri sinemada ya da TV'de daha önce pek yapılmamış olmalıdır. Ya da benzeri yapılalı uzun süre geçmiş olmalıdır. Ve senarist, bu fikre orijinal bir yaklaşım eklemelidir. Örneğin Titanic'in fikri, aynen J. Cameron'un deyimiyle "Romeo and Juliet on a boat"tur - Romeo ve Juliet bir gemide'dir. (Orijinal fikirlerle ilgili olarak bkz. aşağılardaki bir yazı).
2) Fikir, içinde özdeşleşebileceğimiz sıradan bir insanı, ya da sıradan yönleri olan üstün karakterleri içermelidir. Aşağıdaki bir yazıda değindiğimiz dünyanın en çok iş yapan
15 filminin 15'inde de, böyle karakterler vardır. Titanic'te Jack ve Rose, Yüzüklerin Efendisi'nde Frodo, Harry Potter'da Harry, Yıldız Savaşlarında Luke Skywalker, Örümcek Adam'da Peter Parker, vb. Yerli filmlere de bir bakalım: Vizontele'de Deli Emin, Eşkiya'da Baran, Komser Şekspir'de Komser Cemil, Herşey Çok Güzel Olacak'ta Altan (C. Yılmaz), GORA'da Arif (C. Yılmaz). Hiç hata yapmayan, üstün insanların hikayeleri perdeden izleyiciye pek "geçmez".
3) Fikir, içinde büyük bir ÇATIŞMA, büyük bir AKSĐYON potansiyeli içermelidir.
"Eşkiya" burada çok güzel bir örnek oluşturur. Filmin daha adı bile bir ÇATIŞMA olacağı mesajını vermektedir: Eşkiya önce Berfo ile, sonra Mafya ile, sonra da polislerle çatışır. "Yıldız Savaşları"nda, daha filmin adında savaş vardır. (Bu filmin adı "Yıldızlarda Piknik", konusu da buna uygun bir şey olsaydı, kaç kişi izlerdi merak ediyorum.) Luke Skywalker adında genç bir çiftçi, galaksiyi ele geçiren Đmparatorluğa kafa tutan asilere katılır ve onlarla birlikte çatışır. "Jurassic Park", yeryüzünde yaşamış en büyük ve güçlü hayvanlarla, yeryüzünde yaşayan en zeki canlıyı (insanı) karşı karşıya getirmektedir. "Jaws", dev bir köpekbalığı ile onu öldürmek isteyen 3 kişi arasındaki çatışmayı anlatmaktadır. Rocky'nin rakibi, dünya ağır sıklet boks şampiyonudur. "Casablanca"da olaylar, insanlık tarihinin gördüğü en acımasız insan gruplarından birninin, NAZĐ'lerin gölgesinde yaşanır.
Şimdi diyeceksiniz ki, "Đyi ama, bunlar genelde Amerikan sinemasından örnekler. Adamların elinde imkan/para var ki böyle şeyler hayal edip çekiyorlar." Ben de diyeceğim ki,
mikrokozmos yaratın, onun içine genel özellikleriyle sıradan insanlar koyun, sonra o sıradan insanlardan çok daha güçlü düşmanlar yaratın. Bu yeter."
Örnek mi istiyorsunuz? :
"Evde Tek Başına" (Home Alone) filmi, bir evde yalnız kalan bir çocuğun iki soyguncuyla mücadelesini anlatmaktadır. Ve bütün başarısı, mekanın ve mekandaki olanakların çok zekice kullanılmasına dayanır. Filmin maliyeti 15 (on beş) milyon dolar, dünyadaki getirisi ise 533 (beş yüz otuz üç) milyon dolardır.
"Panik Odası" (Panic Room - David Fincher) da yine bir evde geçer. Filmin başlıca karakterleri bir kadın, onun kızı, ve üç soyguncudur. (Filmin maliyeti 48 milyon dolar, getirisi ise 196 milyon dolardır. Paranın çoğunun yıldız sanatçılara ve görsel efektlere gittiğini söyleyebiliriz.) Jaws'un önemli bir bölümü denizdeki bir teknede, 3 adam ve 1 köpekbalığı arasında geçer. (Filmin maliyeti 12 milyon dolar, dünyadaki getirisi ise 470 milyon dolar. Spielberg'e dahi denmesinin sebebi bu olsa gerek).
Robert Rodriguez, El Mariachi için cebinden 7 (yedi) bin dolar harcamıştır. Filmi beğenen
Columbia, bunun üzerine 200 bin daha harcamıştır. Filmin toplam getirisi, sadece Amerika'da 2 milyon dolar olmuştur. Yapımcıya, koyduğu paranın 10 katını getirmiştir. (Film, bir kasabaya aynı gün gelen, ve görünümleri birbirine benzeyen bir gitarist ve bir katili anlatmaktadır)
TUTKULARINI TAKĐP ET!
"Senaristlerin ne yazması gerektiği" ile ilgili bir yazım var aşağılarda bir yerde. Yazının girişinde, böyle bir cümleyi sarfetmenin bile çok tehlikeli olduğunu söylemiştim. Çünkü senarist, "sana ne, istediğimi yazarım" şeklinde bir yanıt verebilir.
Aslında benim söylemek istediğim tam da buydu: Đstediğini yazmak.
Bu konuyu tekrar gündeme getirmemin bir sebebi var. O da, yakın zamanda izlediğimiz yerli filmlerin senaristlerin tutkulu olduğu şeyleri yansıtmaması. Bu yazıda bu durumun olası
nedenlerini ele almak istiyorum.
Önce şu saptamayı yapmam gerek: Bu ülke insanlarının maruz kaldığı formel (okulda verilen) eğitim ile formel olmayan (okul dışında, ailede, arkadaş topluluklarında vb. verilen) eğitimde,
insanların kendi gerçek istekleri ile bağlantıları koparılır.
Şimdi bu ne demek? diye soracaksınız. Şu demek:
Her insanın, karnının ne zaman acıktığını, ne zaman uykusunun geldiğini, ve benzeri
bedensel ihtiyaçlarını bildiği var sayılır. Bu ihtiyaçlar o kadar doğal kabul edilir ki bunlarda
herhangi bir şaşmanın olabileceği düşünülmez. "Ne demek yani canım! Bir insan karnının
acıktığını bilmez mi?" denir.
Oysa, davranışçı psikolojinin çok net bir biçimde gösterdiği üzere, şaşmaz dediğimiz bedensel fonksiyonların kıblesini şaşırtmak son derece mümkündür. Đnsanların biyoritmlerinin
bozulmasının yanı sıra, "normal"de zevk veren şeylerin iğrenç, "normal"de iğrenç olan şeylerin zevk verir hale gelmesi gayet olasıdır. Đnsanlar yemekten tiksinebilir hale getirilebilir
(bkz. Anoreksia Nervosa Blumia). Bedene acı veren uygulamalardan zevk alınması sağlanabilir (bkz. Sado-Mazoşizm).
Đnsanların "ruh"ları, bedenlerinden daha fazla telkine açıktır. Belirli bir miktar baskı ya da
telkinle, insanların ruhsal itkilerini ("impuls") yönetebilirsiniz. (Reklamcılar ve siyasetçiler
temelde bu gerçekten yola çıkarlar). Đnsanlara istedikleri şeyleri unutturabilir,
istemedikleri şeyi istediklerini zannettirebilirsiniz. Hele bu son söylediğim, reklamcılar
tarafından bire bir kullanır.
Hepimiz aynı eğitim tezgahından geçtik, geçiyoruz. Bu nedenle hepimiz aynı şekilde "gerçek" isteklerimizden belirli bir ölçüde koparılmış haldeyiz. Ve bu koparma süreci hala devam ediyor. Neyin iyi, güzel, istenebilir bir şey olduğunu bebekliğimizden beri birileri bize söylüyor: anne, baba, arkadaşlar, okulda öğretmen, askerde komutan, televizyondaki spiker ya da reklam güzeli, gazetedeki yazar... Herkes zihnimize bir şekilde şekil vermeye çalışıyor. Peki bunların senaristlerin ne yazması gerektiği ile ne ilgisi var? Şu ilgisi var:
Kendi içinizden gelen cılız istek seslerini toplumun baskısıyla göz ardı ederseniz, bir süre sonra bu sesleri duyamaz olursunuz. Başkalarının size yaptığı telkinleri gerçek
istekleriniz zannedersiniz. Ama istek zannedilen böyle bir telkinden yola çıkarak yazacağınız
bir senaryo ya yarım kalır, ya da hakiki bir istekle yazılmış senaryoların içerdiği pırıltıyı ve
yaratıcılığı içermez.
Bu sesler, kulak verildikçe güçlenir, kendisini daha güçlü bir biçimde ifade etmeye başlar. Đnsan ruhundaki bu isteklerin besini, onların dinlenmesi, ve belirttikleri şeylerin yerine getirilmesidir. Böylece bu istekler güçlenir, akıl almaz yaratıcılıkta ürünler verilmesine neden olur.
Ama günün modalarına kapılanlar, bu güçlü yaratıcılık pınarından faydalanamaz. "Ben de
Tuna Kiremitçi gibi yazarım" diyerek bilgisayarın karşısına oturan adam, Tuna Kiremitçi'den
deflarca kötü ürünler verir. (Bunun "ne kadar" korkunç olabileceğini tahmin edebiliyor
adı Ahmet Toprak ise.
Đyi senaryolar ancak ve ancak böyle ortaya çıkar: Đnsan ruhundan fışkıran bir tutkuyla.
Tabii ki bu tutkuyu, başarılı senaryolarda görülen teknik özelliklerle harmanlamak gerekir. Ama senaryonun malzemesi bu tutku olmalıdır. (Not: Nevrozlarınızı tutkularınızla karıştırmayınız. Bu da ayrı bir yazı konusu)
ENERJĐ YÖNTEMĐ
"Ben küçük bir kızken, resim çizmek hayatımı kurtardı. Resim, kendi yarattığım ve içinde büyüdüğümden çok daha mutlu olan bir dünyaya kaçmama olanak sağladı.
Resim çizerken kalemi o kadar çok bastırıyordum ki orta parmağımın şekli bozuldu. Ama bu bana hala ödenen küçük bir bedel gibi gelir.
Öfkeme baktığım zaman, çizimlerime koyduğum muazzam ENERJĐyi görüyorum.
Kalemi o kadar bastırmam, tamamen ENERJĐydi. Bazen öğrencilerimi, kendilerine verdiğim yazı alıştırmalarını sanki hayat memat meselesiymiş gibi yaparken görüyorum. Bunu
gördüğümde, kendi içlerindeki önemli bir kaynağa ulaşmış olduklarını biliyorum.
Bu kitapta ENERJĐ sözcüğünü kullandığım zaman, yazı yazma dürtüsünü kastediyorum. Ama en geniş anlamıyla ENERJĐ benim için yaşamın kendisidir.
ENERJĐ, sözcüklerin ardındaki güçtür. Đçinizde bulunan ve sizi harekete geçiren kuvvettir.
Daha önce hiç var olmamış birşeyi ortaya çıkarma arzusudur. En derin duygularınıza, en büyük arzularınıza, düşlerinize, hayallerinize, yani varlığınıza şekil (vücut) verme tutkusudur.
ENERJĐ, siz bir yer, yaratık, güzel bir ağaç, bir gün batımı, ya da bir sanat eseri, senfoni, veya
bir başka insan ile ruhen bağlantı kurduğunuzda çakan kıvılcımdır.
ENERJĐ, sizin ile sizin dışınızdaki birşey arasında kurulan, ve sizin dünyanızı genişleten, hayatı
görme ve hissetme biçiminizi değiştiren bağlantıdır.
Birşeyi ilk kez bütün çıplaklıyla anladığınızda, - bu şey acı veren, hatta kalbinizi kıran birşey olsa bile – ortaya çıkan görünmez güçtür ENERJĐ.
Enerji, genelde korku kabuğu içine hapsedilmiş olan ve siz bu kabuğu kırdığınızda ortaya çıkan görünmez güçtür.
ENERJĐ, hiçbir şeyin sizi durdurmasına izin vermediğinizde ortaya çıkan güçtür.
* * *
1970'lerin sonlarında, Amerika'da ve Avrupa'da birçok sergi açtıktan sonra, görsel sanat yapma konusunda çok fazla ENERJĐ hissetmiyordum. Bununla beraber hikâye yazarken ENERJĐ
hissediyordum. Bu ENERJĐ kısa ataklar şeklinde, genelde de sokakta yürürken geliyordu. Durup birkaç dakika boyunca sürekli olarak yanımda taşıdığım bir deftere hırsla, ENERJĐ tükenene kadar yazıyordum. Daha sonra da yazdıklarımı gözden geçiriyordum. Bu şekilde bir kitap dolusu hikaye yazdım.
Üniversiteye gitmediğim için, kitabım yayınlandıktan sonra yaratıcı yazarlık dersi vermeye başladığımda, yazmayı herhangi bir şekilde öğretmek üzere programlanmış değildim. Bu nedenle, ENERJĐMĐ TAKĐP ETME sürecime paralel bir yöntem geliştirmekte özgürdüm. Birçok insanın yazma konusunda hissettiği korku bende yoktu. Ama hayatımın diğer alanlarında benim de birçok korkum vardı. Dokuz ya da on yaşındaydım, babamın verdiği talimatlar doğrultusunda bir havuzun kenarında durmuş, dalış pozisyonu almıştım. Sorun şuydu ki korkudan donmuş haldeydim. “Ne yapacağını (olacağını) düşünme – sadece yap!” dedi babam. Ama ben, korku dolu düşüncelerimi durduramadım.
“Ne yapacağını (olacağını) düşünme, sadece yap!” cümlesi hep aklımda kaldı. Babam bu bilgiyi zor yoldan öğrenmişti. Aşağı Doğu Yakası’nda küçük bir çocukken bazı büyük çocuklar onu Doğu Nehri’ne atmışlardı. Babam da yüzmeyi öğrenmişti – hem de çok çabuk! Babamın deneyiminin çok uç olduğu söylenebilir, ama yıllar sonra baskının ENERJĐnin yüzeye (ortaya) çıkmasını sağladığını fark ettim. Bu da bende öğrencilerimle çalışırken zamanlayıcı
(kronometre) kullanma fikrini doğurdu. Bir zaman sınırlaması koymak onları düşünmek yerine eyleme geçmeye zorlayacaktı.
Babamın bende sona erdirmeye çalıştığı düşünce, şu ya da bu zamanda hepimizi durduran düşünceydi. Bu, bizim gereken yeteneğe sahip olmadığımızı, bu işe uygun olmadığımızı söyleyen o küçük eleştirel sesti. Bizi yeni şeyler denemekten alıkoyan sesti bu. Dinlediğimiz takdirde, bizi hayallerimizi yaşamaktan alıkoyan sesti.
ENERJĐ YÖNTEMĐ nedir?
ENERJĐ YÖNTEMĐ, yaratıcı ENERJĐNĐZLE bağlantı kurmak ve sözcüklerinizin kesintisiz bir
şekilde akmaya başlamasını sağlamak için çok hızlı bir yoldur.
Korku kabuğunu kırmanın ve bastırılmış ENERJĐyi serbest bırakmaktan gelen ferahlama duygusu ile yazmanın bir yoludur.
Sizi durduran, aynı cümleyi bütün gün boyunca tekrar tekrar yazmanıza neden olabilen iç sesin (iç eleştirmenin) yanından (bypass) geçmenin bir yoludur.
Kendinizi, yaratmanın büyüsü içinde bir çocuk gibi kaybetmenize izin veren basit, eğlenceli bir yöntemdir.
Sizi heyecanlandıran, size ilham veren kelimeler ve görüntülerin ardından gitmek anlamına gelir.
YARATICI ENERJĐNĐZĐ TAKĐP ETMEK, içinizdeki kıvılcımı izlemek, onun sizi götürdüğü yere
gitmek anlamına gelir.
Bir kelimenin ya da görüntünün ENERJĐsi olup olmadığını nasıl anlarsınız? • Đçinizde ufacık da olsa bir duygu hissedersiniz.
• Gözünüz anında ona kayar.
• Kendinizi onu düşünürken bulursunuz. • Çok güçlü bir çağrışım yapar.
• Duygulanır veya heyecanlanırsınız.
• Kendinizi tedirgin veya rahatsız hissedersiniz."
SENARĐST NE YAZMALI?
Birine "-meli, -malı" ekiyle biten cümleler söylemek her zaman çok tehlikelidir. Çünkü cevap çok hızlı bir "hadi oradan" "sen kendi işine bak" ya da en kötüsü "... diyosuuun!" olabilir. Buna rağmen bu konuda bir iki şey söylemek istiyorum.
1) Senaristler "tutku" duydukları konularda yazmalılar. Yani yazdıklarına kendileri
inanmalı, hem de çok inanmalılar. "Biri bunu söylemeli" dediğiniz şeyleri yazın. Đnanmadığınız bir konuda yazmak, ĐSTĐSNASIZ kötü, bayat, yavan sonuçlar verir. "Profesyonel yazar herşeyi yazar" diyebilirsiniz. Đnançlarınızla taban tabana zıt bir konuda yazmayı deneyin de ne demek istediğimi görün. (Sol görüşleriniz varsa, ve önünüze A. Çatlı'nın hikayesi gelse... ne
yazabileceğinizi düşünün. Ya da feminist iseniz, bir maçoyu yücelten bir senaryoyu nasıl yazacaksınız, hayal edin.)
2) Senaristler bildikleri bir konuda yazmalıdır. Ya da pek bilmedikleri bir konuda
yazıyorlarsa, mutlaka araştırma yapmalıdırlar. Đtfaiyecileri anlatmak istiyorlarsa, itfaiyeciler ile takılmalı, boş vakitlerini nasıl geçirdiklerini, en çok hangi şarkıcıyı dinlediklerini, aralarında en sık tekrarlanan geyikleri öğrenmelidir. Bunun için kitap okumaktan daha etkili bir yöntem, gidip o kişilerle röportaj yapmaktır. (Buna en somut örnek "Kurtlar Vadisi" dizisidir. Bir çok mafya dizisinin arasından Kurtlar Vadisinin sıyrılması, arkasında Soner Yalçın gibi bu konuda uzman bir araştırmacının bulunmasından kaynaklanıyor).
3) Senaristler güncel eğilimleri ("trend") göz önünde bulundurarak yazmalıdır .
Matrix'in 1999 yılında yapılması bir rastlantı değil. Örneğin o film 1985'te ya da 1975'te yapılamazdı, çünkü kişisel bilgisayarlar hiç yaygın değildi, sanal gerçeklik kavramı da öyle. Ya da "Casablanca"yı ele alalım. 2. Dünya savaşı sırasında (1942) çekilen bu film, savaşın
yaralarının kanadığı bir dünyada aşkı ve vatanseverliği çok başarılı bir biçimde işlemiştir. (Filmin senaryosunun son anda, hatta bazen çekim gününde yazıldığını biliyor muydunuz? Bu kadar acele ve bu kadar güzel yazılması çok ilginç bence).
4) Senarist, kime hitap etmek istediğini iyi bilmeli. Yani hedef kitlesini doğru saptalamalı.
Her filmin belirli bir seyirci kitlesi vardır ve birilerini seçmek, diğerlerini seçmemek demektir. Çok az film her kesimden insana hitap eder (örn. "Titanic"). Seçtiğiniz hedef kitlenin ilgi alanlarını bilin, nelerden hoşlandığını, nelere gıcık kaptığını, dinlediği müzikleri, nasıl giyindiklerini, duyarsız ve duyarlı oldukları noktaları. Örneğin 1980'den sonra doğanlara 12 Eylül öyküleri anlatmak çok manalı değil, çünkü politik aktivizm bu kuşağı hemen hiç ilgilendirmiyor.
5) Senaristler "anlamlı" bir konuda yazmalı. Yani insan kardeşlerimizin hissettiği ortak
arzu ve acıları ile ilgili yazmalı. Çok küçük bir insan grubunun özlemleri ya da sıkıntıları geniş bir izleyici kitlesine başarılı bir biçimde sunmak çok ama çok zordur. Kendinizi aniden marjinal bir konumda bulabilirsiniz.
ÖNEMLĐ NOT: Tabii ki aslında "her konuda" senaryo yazılabileceğini biliyorum. Belki yazılmalı
da. Ama senaristin hizmet ettiği sinema sektörü o kadar nazlı, o kadar ticari bir sektördür ki, senaristin yazarak para kazanması ve sinema sektörünün mevcudiyetini sürdürmesi için, bence yukarıdaki öneriler (en azından bazıları) göz önünde bulundurulmalıdır. Türk sinema
sektörünün "nâmevcut" durumda olması da, bence biraz, bu önerilerde anlatılanları (özellikle de 5. maddeyi) görmezden gelmesinden kaynaklanıyor.
ĐLHAM VE HĐKAYE CÜMLESĐ
Hollywood’daki senaryo hocalarının en iyilerinden biri olan John Truby, “Yazarların yüzde
doksanı daha önermede / hikaye cümlesinde çuvallıyor” diyor. Malum, biz de yakında bir
senaryo yazmaya başlayacağız. Aşağıdaki yazı, yollanacak fikirlerin bulunmasını kolaylaştırmak ve bulunmuş fikirlerin kalitesini yükseltmek için konmuştur. Yazarı ve kaynağı en aşağıda yer alıyor.
* * *
Şu bilgi sizi şaşırtabilir ama filmlerin ve neredeyse TV dramalarının neredeyse % 60’ı mevcut hikayelerin uyarlamalarıdır. Bu hikayeler romanlardan, kısa hikayelerden, çizgiromanlardan, eski TV dizilerinden, gazete makalelerinden, gerçek insanların yaşam öykülerinden ya da diğer TV programlarından alınmadır. Bu en başta size garip gelebilir ama sinema ve TV dünyasının
izleyici sayısını artırmak ve riski en alt düzeye indirmek isteyen bir sanayi dalı
olduğunu düşündüğünüzde bunu o kadar da garip bulmayabilirsiniz. Ayrıca, bir film şirketinin
pazarlama ve halkla ilişkiler bölümünün bir uyarlamayı halka satması, tanınmayan bir
senaristten gelen orijinal bir fikri satmasından çok daha kolaydır.
Ne yazık ki bir çok genç senarist mevcut bir eserin haklarını satın almak ya da
ön-satınalmak (? “option”, yani daha sonra satın almak için ön ödeme yapma - gg) için yeterli
paraya sahip değildir. Haklarına sahip olmadığınız ya da yayın hakkı sona ermemiş (yani hikaye 200 yıllıksa; AB yasalarına göre bir eserin yayın hakları, eserin yazarının ölümününün üzerinden 70 yıl geçtiği zaman sona ermektedir) bir hikayeyi adapta etmeye başlamak da
riskli bir harekettir. Burada bile yayın hakları (“copyright”) konusu bir sorun teşkil edebilir,
örneğin Disney Şirketi daha önce yaptıkları bir adaptasyonun, yeni bir yayın hakkı ile
korunan yeni bir eser yarattığını iddia edebilir. Aynı şekilde, bir gazete makalesine ya da birinin gerçek hikayesine dayanarak bir hikaye yazmak istediğinizde, eğer bu hikayenin haklarına sahip değilseniz yine aleyhinize dava açılabilir. Bu yüzden bir çömez olarak kendi fikrinizi
bulmanız genelde çok daha pratiktir.
Peki senaryo fikirleri nereden gelir? Bu sorunun cevabı “her yerden”dir. Đşte size birkaç örnek. • Film adı – filmin adı bütün bir hikayeyi size verebilir. Örn. Bill’i Gebert (“Kill Bill”) • Son derece orijinal bir karakter – örn. Alan Partridge
• Tarihi olaylar – örn. Cesuryürek
• Rüyalar ya da gündüz düşleri – örn. Eğer dünyadaki en büyük seks sembolü
hayatınıza girse ve sizi istese ne olurdu? Notting Hill
• Gelecekte geçen bir “ ... olsa ne olurdu?” hikayesi --- örn. Bütün dünya aslında bir
yanılsama olsa ve aslında biz, bizi elektrik elde etmek için kullanan dev bir bilgisayara bağlı olsak, ne olurdu? Matrix
• Büyük bir şaşırtıcı hikaye "twist"i – örn. Altıncı His
• Đlginç bir tema - örn. Gerçek ebeveynlerinizin kim olduğu hakkında ne biliyorsunuz? Big Fish
• Sıradışı bir karakter - örn. Billy Elliot
• Sıradışı bir yerdeki sıradışı bir karakter – Crocodile Dundee New York’ta
• Bir vecize – Mark Twain bir keresinde, on dört yaşıdayken babasının tam bir aptal
olduğunu düşündüğünü, ama yirmi bir yaşına geldiğinde, bu yedi sene içerisinde babasının ne kadar çok şey öğrendiğine çok şaşırdığını söylemiş.
• Đmkansız bir durum, örn. Telefon Kulübesi
• Belirli bir mekan – örn. Soğuk Dağ
• Bildik bir hikayeyi alın ve yeni bir yere / ortama (“setting”) koyun – örn.
Ahlaksız genç kadınlar için kurulmuş olan bir Katolik reform evinde geçen bir hapishane draması – Magdalena Kardeşler
• Belirli bir film türünü seviyor olabilirsiniz - örn. Canavar filmlerini seviyorsanız,
yeni bir canavar düşünebilirseniz. Ama yeni canavar bulamazsanız ne yazarsınız? The league of Extraordinary Gentlemen ya da Van Helsing.
bir film fikrine sahip olup olmadığınızı anlamanın en iyi yollarından biri, kendinize şu basit soruyu sormaktır: “Eğer bu hikayeyi bir başkası yazmış olsaydı, bir otobüse binip
sinemaya gider ve bu filmi seyretmek için para öder miydim?” Eğer cevabınız "evet"se,
elinizdeki gerçekten de iyi bir hikaye konusu olabilir. Eğer cevabınız "hayır"sa, o zaman
düşünmeye devam edin. Film hikayeleri genelde büyük hikayelerdir, hikayedeki karakterlerin
hayatlarını değiştiren olayları anlatırlar. Ama şuna dikkat edin: iyi bir hikaye bulmak işin sadece ilk bölümüdür. Başarılı olup olmayacağınızı belirleyecek şey, harika bir fikri müthiş
bir senaryoya dönüştürme yeteneğinizdir. Her yapımcının karşısının her yıl onlarca iyi senaryo fikri çıkar, ama yapımcılar her yıl sadece birkaç iyi hikaye ile karşılaşırlar. EGZERSĐZ: Bir egzersiz olarak gazetenin iş ilanları sayfasını ya da başka bir meslek
rehberini açın, rastgele bir meslek seçin ve o alanda çalışan bir insanın başına gelebilecek en ilginç ya da en zorlayıcı şeyi düşünmeye çalışın. Bunu yaptıktan sonra belirli bir mekanı
düşünün (örn. Büyük bir alışveriş merkezi, bir benzin istasyonu, bir giyim mağazası, ya da bir kale) ve bu mekanın içinde ya da etrafında gerçekleşebilecek en ilginç hikayeyi bulun. Şimdi aynı şeyi sıradan bir ev eşyasıyla yapın ve bu nesnenin cazip bir hikaye için nasıl bir çıkış noktası oluşturabileceğini hayal edin. Bu size aşırı basit gelebilir ama bazen belirli bir nesne, ilginizi çeken temaları yerleştirebileceğiniz, odaklanmış bir ilham kaynağı olarak iş görebilir.
BAZI ĐYĐ BĐLĐNEN FĐLMLERĐN HĐKAYE CÜMLESĐ (“Log-Line”)
Filminizin temel fikrini bir ya da iki cümle ile ifade edebiliyor olmanız, baş karakterin kim
olduğunu, ne istediklerini, ne yapmaya zorlandıklarını ve ne olduğunu anlatabilmeniz
gerekir. Bu cümlelere “hikaye cümlesi” denir ve gazetelerin TV sayfasındaki özetlere benzerler.
Bazı yapımcılar bu hikaye cümlelerine “önerme” (“premise”) de der. Senaristlerden, film çekimi için para toplanırken ve daha sonra bu filmi halka satmak için kullanılmak üzere bu cümleleri yazmaları beklenir. Aşağıda bazı bildik hikaye cümlesi örnekleri bulunuyor. Bu filmleri daha önce görmediyseniz bunları bulmaya çalışın çünkü bu kitap boyunca bu filmleri örnek olarak kullanacağız.
Cesuryürek (yazan Randal Wallace) – William Wallce bir çiftçi olarak huzurlu bir yaşam
sürmek ister ama karısı öldürüldükten sonra Đngiliz egemenliğine son vermek için Đskoçları birleştirir.
Soğuk Dağ (yazan Anthony Minghella) – Amerikan iç savaşı iki sevgiliyi birbirinden ayırır.
Đnman yaralandıktan sonra Soğuk Dağ’daki Ada’ya dönmeye çalışır, orada onu Home Guard’ın katil lideri Teague’ın elinden kurtarması gerekecektir.
Yüzüklerin Efendisi (1-3) (yazanlar Fran Walsh, Philippa Boyens, Stephen Sinclair [sadece
Đki Kule], Peter Jackson) – Frodo Baggins Altın Yüzük’ü aldıktan sonra onun Orta Dünya’daki en tehlikeli ve en kötücül silah olduğunu ve Mordor’a giderek onu Crack of Doom’a atması ve dünyayı kurtarması gerektiğini öğrenir.
Matrix (yazan Andy ve Larry Wachowski) – Asi bir bilgisayar korsanı Morpheus adlı birini
arayarak bulur. Morhpheus da ona kendisinin bilgisayarların ürettiği bir hayal dünyasında yaşadığını söyler. Morpheus Neo’yu kurtarır, o da insanlığı köleleştiren makinalara karşı savaşan asilere katılır.
Notting Hill (yazan Richard Curtis) – William Thacker sıradan bir kitapçıdır ama ünlü bir film
yıldızı dükkanına girince hayatı değişir. Ama herkesin gözü önünde bir aşk yaşamak kolay değildir ve Anna’nın kalbini kazanmak içi aşkını yeterince güçlü olduğunu kanıtlaması gerekmektedir.
Altıncı His (yazan M. Night Shyamalan) – Bunalımdaki bir çocuk psikoloğu, hayaletler
tarafından rahatsız edilen bir çocuğa yardım etmeye çalışırken kendisinin de bir hayalet olduğunu fark eder.
Billy Elliot (yazan Lee Hall) – Yetenekli bir çocuk, öfkeli ağabeyi ile bunalımdaki babasını
memnun etmek ile, onların utanç verici bulduğu “balet olma isteği” arasında kalmıştır.
Eğer daha fazla örneğe ihtiyacınız varsa “Đnternet Film Veritabanı”da (http://www.imdb.com/) başka örnekler bulabilirsiniz. Burada da filmler hikaye cümleleri ile tanıtılmaktadır.
TÜYO: Bir hikaye cümlesi yazmanın tek bir doğru yöntemi yoktur ama hikaye cümleleri
genelde aşağıdaki öğeleri içerirler.
1) Baş karakterin adı. 2) Filmin geçtiği yer.
3) Ne istediklerine dair bir fikir.
4) Onları kimin ya da neyin durdurduğu
5) Đstediklerini elde etmek için ne gibi bir güçlüğü yenmek / zor işi yerine getirmek zorunda
oldukları, ve
6) Yaşadıkları deneyimler sonucunda bir değişime uğrayıp uğramadıkları.
Hikaye cümleleri zaman zaman ikinci en önemli karakterin de adından bahseder. Bu kişi genelde düşman olur.
EGZERSĐZ: Temel formülü kullanarak, seyrettiğiniz son beş filmin hikaye cümlelerini yazın.
Daha sonra IMDB’ye gidin ve başka insanların aynı filmi nasıl tanımladığına bakın. Onlarınki mi daha iyi, sizinki mi? Eğer onlarınki daha iyiyse, siz de başka beş filmle aynı egzersizi tekrar yapın.
* * *
Yazan : David Griffith
SAHĐLĐ TARAMAK
Đyi film fikirlerinin sevdiğim yönü, çok bariz olmalarıdır - geriye dönülüp bakıldıklarında tabii ki. Örneğin APOLLO 13'ü ele alalım. Hangi oyuncu o uzay giysilerinden birini giymek istemez ki? Kesin satar. AHLAKSIZ TEKLĐF - evlilik yemininizi bir milyon dolar için bozar mısınız? Đlginç. Hey, ya bir AŞK PERĐSĐ (CUPID) perisi, avlarından birine aşık olduğu için görevini yapamaz hale gelirse? Güzeel. Bu filmlerin kendi değerlerinden bağımsız olarak baktığımızda, önermelerinin ("premise") bariz bir cazibesi olduğunu görürüz.
Sanki Hollywood'daki binlerce insan, ellerinde büyüteçler, bir sonraki harika film fikrini bulmak için sahili taramakta, karşılarına çıkan her kum taneciğini alıp evire çevire
incelemekte. Sonra birisi güneşin altında burunlarının dibinde duran parlak deniz kabuğuna
işaret eder ve "Hey, bunu film yapalım" diye bağırır. Siz de o muhteşem pembe ve beyaz burgulu deniz kabuğuna bakarsınız ve onu ıskalamış olduğunuza inanamazsınız.
"Đlginç Cazibe Unsuru" yazısında, film fikirleri hakkında düşünmenin farklı bir yönünü önermiştim. Đnsanları "cezbeden" bir fikir seçmenin önemini vurgulamıştım.
Peki ama bunu nasıl yapacaksınız?
Bu yazıda size elimden geldiğince yardımcı olacağım. Bence bu tür fikirlerin bazı ortak nitelikleri bulunuyor. Ve bu ortak nitelikleri bilmek de onları bulmayı biraz daha
kolaylaştırabilir.
Tıpkı o deniz kabuklarının yerini bulmak gibi.
Đşte benim iyi, sağlam, Hollywood-tarzı satılabilir film düşüncesi ile ilgili son listem:
A. DAHA BÜYÜK BĐR DÜNYANIN GÖZLER ÖNÜNE SERĐLMESĐ
Tematik olarak en iyi film fikirleri dünyayı, genelde düşünüldüğünden daha büyük, daha
büyülü, daha karmaşık bir yer olarak gösterir. Ya da hikaye, insan ruhunun genelde
düşünüldüğünden daha büyük, daha büyülü ve daha karmaşık olduğunu ortaya koyar (benim en sevdiğim tema - gg)
B. EVRENSELLĐK
Birçok sağlam fikir bir biçimde hepimizin paylaştığı deneyimlerle - hatta yakından bildiğimiz deyimlerle - ilgilidir. Örneğin yatağın altındaki canavar korkusu. Gençken hissettiğimiz BÜYÜK olma arzusu.
Şimdi bunları bulmak genelde zordur çünkü a) o kadar ortalıktadırlar ki, görülemezler; ya da b) o kadar barizdirler ki cılkı çıkana kadar yapılmışlardır.
C. KLASĐK YANSIMALAR
Bir çok popüler film, Klasik Drama'nın temalarını kullanabilir, ya da bunlardan
geliştirilebilirler. Hikayenizde klasik temaların yansımalarını bulduğunuzda doğru iz üzerinde olduğunuz anlarsınız.
Örneğin BABE'e bakın - hem izleyiciler, hem de eleştirmenler beğendi. Bu filmde "Watership
Down", "Hayvan Çiftliği" "Grimm'in Peri Masalları", hatta "Rocky"den esintiler vardır. Bu
film kimlik, kişinin kendine verdiği değer, sınıf yapısı ve kader gibi konuları ele alıyor. Başrolünde konuşan bir domuzun bulunduğu bir aile filmi için hiç de az şey değil.
D. BĐR DURUMUN ĐMA EDĐLMESĐ
Genelde parlak film fikri bir durumu (hâli) anlatır, ve siz de o durumu çözerken II. ve III. Perdedeki sekanslarınızı çözersiniz.
Örneğin New Yorklu bir polis kendisini Los Angeles'ta, otuz kişinin teröristler tarafından rehin tutulduğu bir gökdelende sıkışıp kalmış halde bulur. Bu durumun çözülmesi de filmin
sekanslarını meydana getirir.
Bir başka örnek: kendisini EVDE TEK BAŞINA bulan bir çocuğun durumu; çocuk kendisini soygunculara karşı savunmak zorundadır. Filmin sekansları daha fikir düzeyinde bile bellidir:
çocuğun unutulması, evdeki komik savunma, anne-babanın çocuğu kurtarmaya gelmesi.
E. SAHNE ARKASI
Đzleyiciler az kişi tarafından bilinen şeyleri öğrenmekten hoşlanırlar. Bir filme gidip, çıkışta özel bilgilerle donanmış olmak hoş bir deneyimdir. O filme gitmemiş insanlar o filme sahip değildir.
Örneğin "CANDIDATE" (ADAY) bize bir seçimi kazanmanın ardındaki hikayeyi gösterir. "BULL
DURHAM" da ikinci beyzbol liginin dünyasını anlatmaktadır. TOP GUN jet plotlarının eğitim
merkezinde geçer. Benzersiz ortamları ve konuları etkili bir biçimde kullanan diğer filmler de şunlardır: DOWNHILL RACER; DELIVERANCE; ALIENS; WHO FRAMED ROGER RABBIT? Bir çok iyi film bizi, normalde gidemeyeceğimiz yerlere (ve durumlara) götürmektedir. Eğer film fikriniz sizi son derece güzel, ilginç bir yere götürüyorsa... ve daha sonra size o yerin perde arkasını, gerçeğini gösteriyorsa... o film fikri muhtemelen çok iyidir.
F. ĐYĐ ROLLER (ĐYĐ ADLAR)
Çoğu zaman iyi bir film fikri, bir oyuncu için güzel bir rol anlamına gelir. Eğer Tom Hanks hikayenizi okursa, ve balığa aşık olan adam rolünü oynamak istese, çok iyi durumdasınız demektir. Aynı zamanda güçlü fikirler genelde basittirler, öyle ki sadece isimleri bile onları anlatmaya yeter: HAYALET AVCILARI, BÜYÜK, GELECEĞE DÖNÜŞ, vb. Filminizin iyi bir adının olması son derece önemlidir - bu konuyu başka bir yazıda uzunlamasına ele almak istiyorum.
Bazen film fikriniz, yerleşik bir türün belirli bir yönünü alıp tersine çevirmek olabilir ("...ama bu kez hayaletler insanlardan şeytan çıkarıyorlar!"). Bazen bir türün (janr) tamamı, yeni film izleyicileri kuşağı için, yeni fikirlerle baştan aşağı değişikliğe uğratılır. KUTSAL HAZĐNE
AVCILARI, BODY HEAT ve STAR WARS bu kategoriye girmektedir.
Dikkat: Bu şekilde ilgi çekici bir fikir bulmak çok zordur, çok miktarda ihlamlı çalışma ve muazzam bir yetenek gerektirir.
H. PARLAK FĐKĐR TEKRARLANAMAZ
Bilimkurgu yazarı Harlan Ellison iyi bir "parlak fikrin" en belirleyici özelliklerinden birinin, bir kere yapıldıktan sonra, bu fikrin tamamen tanımlanmış ve araştırılmış olması, ve bu nedenle de bir daha başkasının ele alınamaması olduğunu söylemişti.
SPLASH daha gelişim aşamasındayken bile başka yazarların uzun bir süre için denizkızı
romansı yapmasına engel olmuştu. Jan De Bont'un "TWISTER"ı bu yaz yapıma girdiğinde, Hollywood'da yapım aşamasında olan 30 kadar hortum filmi kendini çöp kutusunda buldu. (Aslında aynı temel fikre dayanan farklı filmler yapılabilir: "BIG", "VICE-VERSA", "LIKE
FATHER, LIKE SON", ve "EIGHTEEN AGAIN", örneğin -- ama anlaşılan bunun için hepsinin
aynı anda yapılması gerekiyor!).
I. BĐLĐNEN UNSURLAR
Đyi film fikirleri genelde seyircinin bilgisi dahilinde olan unsurları kullanırlar.
Örneğin, kısa bir süre önce bir yazar bana bir fikrini anlatıyordu: "Büyülü baca perileri bir çocuğun en sevdiği önlüğünü çalarlara ve kayıp Maypole ülkesine götürürler. Çocuk da bir bisiklete ters binerek bu büyülü ülkeye gider ve önlüğünü geri alır."
Bu fikirde neyin yolunda gitmediğini anlamaya çalıştım. Ne de olsa Winnie the Pooh'da aynı derecede fantastik unsurlar bulunuyordu; MARY POPPINS ve STAR WARS'da da öyle. Sonra olayı anladım: bu unsurlardan hiçbiri benim zihnimde daha önce bulunmuyordu, bu da her bir unsur ile bağlantı kurmayı güçleştiriyordu.
Perileri daha önce duymuştum, ama bacalarda yaşayanları değil. Ne zamandan beri çocuklar önlüklerine aşık oluyorlar? Bu da benim deneyim sahamın dışında kalıyordu. Benzer bir biçimde "Kayıp Maypole Ülkesi" ve "Ters Binilen Bisiklet" de bilinmeyen unsurlardı.
Buna karşılık, "YALANCI YALANCI" ("LIAR, LIAR") filmindeki unsurları tek tek ele alalım: bir çocuk (bunu anlıyorum) doğumgününde bir dilekte bulunur (tamam): yalancı ve güvenilmez
bir avukat olan babası (bu da son derece inanılır bir şey) bir gün boyunca sadece doğruları
söyleyecektir (hı-hı). Bu unsurlardan herbiri son derece tanıdık, hepsi halihazırda zihnimde bulunuyorlar, film yapımcısı bunları kolaylıkla kullanabilir. Bu nedenle bu fikir çok kolay bir biçimde pazarlanabilir, çünkü seyircide halihazırda ulaşılabilecek bir fikir zaten bulunmaktadır. (Yöneticiler, hem yeni ve farklı, hem de denemiş ve kanıtlanmış bir şey istediklerini söylerken bunu kastediyor olabilirler).
Bu nitelikleri bilmek umarım sizin bir sonraki büyük film fikrini bulmanıza yardımcı olur. Eğer yukarıdaki kriterlerin çoğuna ya da hepsine uyan bir fikriniz varsa, doğru yoldasınız
demektir.
Eğer biraz çabalamanıza rağmen hala memnun olduğunuz bir fikir bulamadıysanız, şu
numaraları da deneyebilirsiniz:
1. Okuyun. Cidden. Hem de çok, ama çok okuyun. Okumak bir tür (janr) hakkında çok
miktarda bilgi edinmenizi sağlar. Ve sizin belirli bir türde çeşitlemelere - daha önce yapılmamış çeşitlemelere - gitmenizi sağlayacak olan şey, bu bilgilerdir. Okumak sizin şunu da yapmanıza neden olabilir:
2. Hikayelerin yayın hakkını satın alın. Bu son derece bariz görünüyor ama genelde göz
ardı edilen bir yöntem. Eğer bir filme dönüştürülebilecek bir kitap ya da makaleye rastlarsanız, kendinizi dünyadaki hevesli senaristlerin %95'inden ayırdınız demektir. Sadece bunu yapmak için bile değer. Eğer fikriniz kendisini bir kitap olarak kanıtladıysa, stüdyoların kendilerini daha rahat hissettiğini unutmayın.
3. Farklı türleri (janr) karıştırın. Çok başarılı bir drama olan "X-Files"ı alın ve bunu bir komedi olarak düşünün, ortaya, Barry Sonnenfeld tarafından yönetinen "Men In Black"
tarzında bir şey çıkar.
4. Ortamları değiştirin/güncelleştirin. "OUTLAND", uzayda geçen bir "Kahraman Şerif"ti
("HIGH NOON" - tavsiye ederim, bulun, seyredin - gg). Steve Martin'in "Roxanne"ı da
"Cyrano" hikayesinin harika bir yeniden anlatımıydı. Eğer o yapabiliyorsa, siz de yapabilirsiniz.
5. Fikrinizi son sınırına kadar zorlayın. Bir çok senarist yarım bir fikir bulur ve sonra orada
durur. 110. sayfada biten bir çok senaryonun aslında 35. sayfada bitmesi gerekmektedir. Çünkü senaryoda var olan hikaye miktarı aslında orada bitmektedir, sadece geri kalan sayfaları doldurmak için uzatılmıştır. 110 sayfada anlattığınız hikayeyi 35 sayfada anlatmayı deneyin. Ama bu muhteşem bir 35 sayfa olacaktır! Daha sonra aynı hızda yazmaya devam edin.
Görünürdeki bitişin ötesine geçmek bazen inanılmaz bir "sürpriz dönüş"e ("twist") neden olur.
6. Bebeklerinizi Öldürün. Bütün yazarların özellikle hoşlandıkları bazı fikirler vardır. Önemli
olan bu fikirlerden birine takılıp kalmamaktır. O lanet şeyi yazın ve sisteminizden atıp kurtulun. Eğer harikaysa, hikaye satılacaktır, eğer değilse, bir sonrakine geçin. Eğer aynı sevgili fikri beş yıldır düzeltip durursanız, o "kariyerinizi kurtaracak" fikri bulamazsınız.
7. Aşkla ve tutkuyla yazın. Ticari olduğunu düşündüğünüz şeyleri unutun. Neden
hoşlanıyorsunuz? Ne yapmayı, incelemeyi, düşünmeyi, konuşmayı seviyorsunuz? Bu
ister mağara dalışı, model trenler, travestilik ya da parçacık fiziği olsun, tutku duyduğunuz
şey büyük bir olasılıkla en benzersiz ve güçlü eserinize giden rehber olacaktır. Đlginç bir
biçimde bir projenin benzersiz, ticari olmayan yönleri genelde o projeyi ticari açıdan başarılı yapan şey haline gelir.
Şimdi. Gerçekten o büyük fikre sahip olduğunuzu, doğru yolu izlediğinizi nasıl bileceksiniz? Đşte size bir ipucu: diğer yazarlar sizin fikrinizi duyduklarınıda suratları asılıyorsa, ya da başka yazarlar size bu hikayeyi birlikte yazmayı teklif ediyorsa, doğru yoldasınız demektir.
Bir başka ipucu: yapımcılar telefonlarınıza cevap verir.
Ve fikrinizin gerçekten iyi olduğunu bilmenizin en kesin yöntemi:
Senaryonuz satın alınır!
Kaynak: http://www.wordplayer.com yazan: Terry Rossio
(Terry Rossio'nun "Karayip Korsanları" filmlerinin - 3'ünün de - yazarlarından biri olduğunu söylemiş miydim? Ayrıca "Define Gezegeni" "Shrek" "El Dorado Yolu" "Zorro'nun
Maskesi" "Küçük Askerler" "Godzilla" ve "Aladdin"i de yazmış kendisi. Boş adam değil yani
SENARYO YAZMA SÜRECĐ - BĐR ÖRNEK
Senaryo yazdığım dönemde süreç her zaman ÇOK ĐYĐ OLDUĞUNU DÜŞÜNDÜĞÜM BĐR FĐKĐR ile başlardı. Bu her zaman başımın etini yiyen ve ifade edilmesi gerektiğini hissettiğim birşey olurdu. Bir süre sonra, hiçbir şekilde bir senaryo haline getirilemeyecek HARĐKA fikirlerin de bulunduğunu fark edecek kadar akıllandım. Bu nedenle zamanla, yazılması bir seneye yakın bir süreyi alabilecek bir fikre kendimi adamadan önce şöyle durup derin bir nefes almam
gerektiğini öğrendim.
Fikrin, senaryo haline getirilmeye değer olduğunu anladıktan sonra, sahneler, karakterler, an'lar, karakter dönüşümleri için "güzel" fikirler toplamaya başlar ve bunları herhangi bir süreklilik ve form kaygısına düşmeden panoya asardım. Bu süreç, fikir toplama dışında başka birşeyin baskısı olmadan, malzemenin bir araya getirilmesini içeriyordu. Bu fikirler kaçınılmaz olarak başka fikirlere yol açıyor ve zamanla belirli bir gidiş yolu ve sıra hissi doğuruyorlardı. Torba dolar gibi olduğunda, bu malzemeleri hangi perdelere yerleştireceğimi belirlemeye başlar ve bir öykü haline getirirdim. "Ne olursa olsun yazmalıyım" isteğine direnir, bu isteğin
birikmesini bekler, bu arada zor ve sıkıcı sayılabilecek hazırlık çalışmalarını (araştırmalar - gg) yapardım.
Tamamen gelişmiş bir oyun planım olduğunda, yani tamamlanmış hikayeler, gerçek bir giriş, gelişme ve sonuç ve "kendi kendini yazan sahneler" bulduğumda, sanki o gece düğün
gecemmiş gibi yazmaya koyulurdum.
YARATICILIK HAKKINDA
Her sanat dalı gibi yazarlık da herşeyden öncelikle yaratıcılıktan beslenir. Sanatı sanat yapan şey onun yaratıcı bir uğraş olmasıdır. Daha önce yapılmış birşeyin tekrarı, yaratıcılık sayılmaz, bu yüzden de önemsenmez. Bir robota keman çaldırabilirsiniz, ama bu onun sanat icra ettiği anlamına gelmez. Benzer bir biçimde de bazı yazarlar, bazı müzisyenler, bazı ressamlar, vb. için çok iyi bir tekniğe sahip oldukları, ama yaratıcı yanlarının zayıf olduğu için eleştirilirler.
Öyleyse yaratıcılık denen bu hadiseyi iyi anlamak, iyi çözümlemek, onu nasıl
uyandırabileceğimizi, nasıl harekete geçirebileceğimizi, nasıl davet edebileceğimizi
öğrenmek zorundayız.
Bunun için de işe, yaratıcılıkla ilgili bazı temel bilgilerden başlayalım.
1) Yaratıcılık, herkeste var olan bir yetenektir!
"Her çocuk yaratıcıdır" diyor Picasso, "önemli olan, büyürken yaratıcı kalmaktır". Aşağıdaki bir yazıda, insanların büyüdükçe, zihinlerinin bir bölümünde bir içsel eleştirmen oluşturduklarını ve bunun da yaratıcılıklarını gittikçe körelttiğini anlatmıştım. Đnsanlar kendi bilinçaltlarından gelen yaratıcı impulsları (itkileri) dinlemeye dinlemeye, hatta açıkça eleştire eleştire bu yaratıcılık pınarını kuruturlar. Bir süre sonra da toplumun kendilerinden beklediği şeyler dışında hiçbir şey yapmayan robotlara dönüşürler. Hayatlarında hiçbir heyecan, hiçbir yenilik, hiçbir orijinallik kalmaz. (Bkz. "Amerikan Güzeli").
Sanatçı dediğimiz insanların diğerlerinden bir farkı varsa, o da, bu "ruhu/bilinçaltını kalıba sokma, sindirme, bastırma operasyonu"na karşı biraz daha direngen, biraz daha
isyankâr olmalarıdır. Sıradan insanların boynunu büküp koyunlaşmayı kabullendiği yerde
sanatçı acı çekme pahasına isyan eder, kendisine bunu yapmaya çalışanlarla çatışmaya
girer, gerekirse mekan ve ortam değiştirir. Yani sanatçıların en büyük farkı yaratıcılıklarında
değil, yaratıcı impulsları konusunda sindirilememelerindedir.
2) Yaratıcılık karman-çorman, darmadağınık, düzensiz, ve çizgisel (lineer) olmayan bir süreçtir!
Eğer yaratıcı insanların (yaratıcılığının ölmesine ya da azalmasına izin vermeyenleri artık kısaca böyle adlandıracağım) bu yaratıcı eylemleri son derece düzgün, düzenli, sıralı, adım adım
ilerleyen bir biçimde yaptığını zannediyorsanız yanılıyorsunuz.
Yine aşağıdaki bir yazıda, insanın bilinçaltının işleyiş biçimi hakkında birşeyler anlatmıştım.
Bilinçaltı size yeni ve orijinal fikirleri sırasıyla vermez. Yani "Bak kızım, bu bir numaralı fikir, biraz sonra da iki numaralı fikri vericem, sonra da üç..." şeklinde çalışmaz. Aksine
"Bak evladım, bu elli dört numaralı fikir... gerisi Allah kerim... Hadi bana eyvallah!" şeklinde çalışır. Hatta fikirleri bir numarayla da vermez. Bilincinize bir görüntü ya da bir sahne bırakır, ve siz bunun filminizin girişinde mi, finalinde mi, yoksa ikinci perdesinde mi olduğunu bir süre anlayamazsınız.
Tabii bu durum geçicidir. Eğer sebat eder, bilinçaltınızın size verdiklerini yargılamadan kabul eder, yoğunlaşmayı (konsantrasyon) başarır, ve bilinçaltınızı tahrik edebilirseniz,
puzzle'ın diğer parçaları da yavaş yavaş gelmeye başlar. Ama bunlar sizin istediğiniz sırayla
gelmez yalnız, bundan emin olun. Lakin eninde sonunda anlamlı birşey ortaya çıkmaya başlar. Ve resmin bütünü belli oldukça, fikirler artık daha hızlı gelirler.
Bu nedenle elinizin altında bol bol not kağıtlarının olması, yanınızda sürekli bir not
defteri taşımanız, yatağınızın başucunda bir not defterinin ve kalemin (ve de elfenerinin)
olması çok ama çok iyi bir fikirdir. Sakın "Şu işimi bitireyim, sonra bu fikri yazarım" demeyin. Birçok fikir ilk iki dakikadan sonra sobanın üzerine damlamış kolonya hızıyla uçar gider, siz de arkasından yasını tutarsınız. Madem bilinçaltı size birşey vermiş, üşenmeyin, kalkın, yazın.
3) Yaratıcılık ilhamla ilgili birşeydir - ama o kadar da değil.
Đlham dediğimiz şey, artık bilinçaltımızın fikirlerle dolup taştığı, ve biz istemesek de
bilincimize bir sürü orijinal fikri yağmur gibi yağdırdığı bir durumdur. Ama bu her zaman
böyle olmaz. Eğer sadece ilham geldiğinde yazarsanız, aşırı sakin bir yazarlık hayatınız olacak demektir, zira ilham hiç güvenilmemesi gereken, ancak kafasına estiğinde gelen bir
misafirdir. Uyuşturucu ve alkol vasıtasıyla elde edilen ilham ise zaman zaman işe yaramakla
birlikte yaratıcı şahsı öldüren birşeydir, bu nedenle tavsiye olunmaz.
Ama yaratıcılığınızı gıdıklamak ve harekete geçirmek mümkündür. Mesela her yazarın tercih ettiği bir çalışma mekânı vardır. Bazıları kendi odasının sessizliğinde yazmayı tercih
ederken bazıları parklarda, diğerleri de kafelerde yazmayı tercih eder. Bu tamamen kişiliğinize bağlı birşeydir. Mesela ben masabaşı insanıyım.
Ayrıca yazarken kullandığınız favori bir araç da olabilir. Kimi elle yazar, kimi bilgisayarda. Kimi kurşun kalemi sever, kimi tükenmezi ya da Pilot kalemi. Kimi tam bir sessizlik ister (bkz. "gezgin"), kimi de müzik dinlemeyi sever. Kimileri gündüz çalışır, kimileri gece. Bir çok durumda insan, durup dururken yaratıcı olamaz. Bu yaratıcılığı harekete geçirecek bir odak noktasına, bir uyarana ihtiyaç duyar. Yani sıfırdan yaratıcılığa yönelmek yerine, daha önceden belirlediğiniz bir konuda yaratıcı olmak daha kolaydır. Hikayenizin belirli bir
yönüne odaklanmak, yaratıcı enerjilerinizin işini kolaylaştırır. "Bu hikayeyi nasıl daha iyi hale getirebilirim" gibi aşırı geniş bir odak yerine "Bu hikayenin girişini nasıl
geliştirebilirim" şeklindeki daha spesifik bir odakla hareket etmek, işleri çok daha
hızlandıracaktır.
Yaratıcılığı harekete geçirmenin bir yolu da, bilinçaltınıza çeşitli veriler (ben bunlara "yem" diyorum) göndermektir. Dergi okuyun, gazete okuyun, kitap okuyun. Bakın bakalım bu verilerden hangisine tepki verecek bilinçaltınız. Hangi haber, hangi olay - siz kendinizi hiç zorlamadan - kendiliğinden dikkatinizi çekecek. Bu da çok iyi bir yöntemdir. Ama dikkatli bir biçimde kullanılmalıdır. Zira kendinizi "bilinçaltımı yemliyorum" diye saatler hatta günler boyunca tek bir kelime bile yazmazken bulabilirsiniz.
Şahsi deneyimim TV ve internetin hemen hiçbir yaratıcı katkısının olmadığını yönünde. TV ve internette (örn. Ekşisözlük, itiraf.com, ya da youtube gibi konsantrasyon düşmanı
sayfalardan) uzak durun. Daha geleneksel yöntemlerle bilinçaltınıza yem atın: yani dergiler,
kitaplar, gazeteler, kendi alanında tecrübe sahibi insanlar. Okuduğunuz ya da duyduğunuz yirmi şeyden belki sadece biri gerçekten ilginizi çekecek, bilinçaltınıza "Bak bu ilginç, bundan
birşeyler çıkar" dedirtecektir. Ama o bir şey, sizin senaryonuzun çıkış noktası, ya da üzerinde çalıştığınız sahnedeki sorunun çözümü olabilir.
4) Yaratıcılık ayrı, yargılama (değerlendirme) ayrı süreçlerdir.
Bu iki işlem neredeyse birbirinin zıddıdır. Zira birinde olabildiğince çok şey üretme, diğerinde ise bu üretilenlerden hangisinin eldeki iş için faydalı olduğunu seçme ve diğerlerini de atma vardır. Daha açık bir biçimde söylersek ilkinde bilinçaltı ön plandadır, diğerinde ise bilinç. Eğer bu iki işlemi aynı anda ya da çok kısa sürelerle arka arkaya yapmaya kalkarsanız, ikisinden de verim alamazsınız. Bu aynı anda arabanın hem gaz pedalına hem de frenine basmaya benzer. Hiçbir sonuç elde edemezsiniz. Yapılması gereken, bu işlemleri doğal
sıralarına koymaktır.
Önce yaratıcı süreci yaşamalısınız. Sizi ilgilendiren konuda olabildiğince çok fikir
üretmelisiniz. Bunlar başlangıçta aklınıza gelen her fikir olabilir, ama bir süre sonra sizi özellikle etkileyen, duygusal olarak size dokunan fikirler üretmeye başlayacaksınız.
Ürettiğiniz fikirlerde kendi kişiliğinizin yansımalarını görebilirsiniz. Bu esnada başka dış kaynaklardan da yararlanabilirsiniz. Bir başka filmde ya da kitapta gördüğünüz fikri alıp, üzerinde oynayarak ona yeni bir soluk, taze bir bakış açısı verebilirsiniz. Bunda da hiçbir
sakınca yoktur. Düpedüz çalıntı yapmadığınız sürece, esinlenme, sanatın bütün dallarında görülen bir durumdur.
Değerlendirme bundan sonra gelir. Daha önce de belirttiğim üzere yaratıcı süreçten hemen
sonra değil de, bunu birkaç saat, hatta mümkünse birkaç gün sonra yapmak en iyisidir. Zira bu arada bilinçaltı boş durmaz, bilincinize vermiş olduğu fikirler arasında bir sıralama yapar: önem sıralaması, kalite sıralaması, vb. Bazı fikirleri atmak, bazılarını değiştirmek isteyebilirsiniz. Bazıları içinize sinecek, bazılarını ise şimdilik dosyalayıp rafa kaldırmanız gerekecektir.
5) Korkmayın, fikirler gelecektir. Çözümü bulacaksınız.
Yazarların zaman zaman yaşadıkların en büyük korkulardan biri, "Ya orijinal, kaliteli, iyi bir
fikir bulamazsam?"dır. Bu, yeni bir hikaye ile ilgili en temel fikir olabileceği gibi, ellerindeki
hikayenin belirli bir yönü (örn. bir karakter, bir sahne, bir diyalog, bir olay örgüsü) ile de ilgili olabilir. Hatta bu korku, eğer bir teslim tarihi ("deadline") söz konusu ise, panik noktasına kadar ulaşabilir.
Oysa endişeye hiç mahal yok. O fikri bulacaksınız. Zira o fikir bir yerlerde var. Yani sorun varsa, çözümü de vardır. Sadece bu çözüm sizin istediğiniz, beklediğiniz, umduğunuz şey olmayabilir. Ya da istediğiniz zamanda zuhur etmeyebilir. Ama çözüm vardır.
Bunun için zihninizi gerçekten de olmadık seçeneklere açık hâle getirmeniz gerekiyor. Yani yarı bilinçli bir şekilde, "çözümün belirli kıstaslara uyması gerektiğini" düşünüyorsanız, "çözümün neye benzemesi gerektiği ile ilgili" belli belirsiz beklentileriniz varsa,
bilinçaltınıza uyguladığınız ("empoze ettiğiniz") bu beklentiler, çözümün (çözümlerin)
gelmesinin önündeki en büyük engel olabilir. Daha önce de belirttiğim gibi, bilinçaltı ile pazarlık olmaz. O ne verirse onu alacaksınız. Aldıklarınız üzerinde daha sonra oynayabilir, bunları
değiştirebilirsiniz. Ama aklınıza hangi fikrin geleceğini siz belirleyemezsiniz.
Rahat olun. Alıcı bir halde olun. Oyunbaz olun. Eğlenin. Gevşeyin. Denemekten ve tekrar denemekten (bakın, bilerek "yanılmak" demiyorum, zira yaratıcılıkta yanılmak diye birşey
yoktur, sadece o meseleye uygun olmayan çözümler vardır) çekinmeyin. Ve yeteneğinize olan güveni asla kaybetmeyin.
Yaratıcılık, insan zihninin sonuna kadar özgür olduğu, bilinçaltının rahat rahat kendini
ifade edebildiği, duyguların coştuğu, son derece eğlenceli ve zevkli bir süreçtir. Eğer
zevk almıyorsanız, sıkılıyorsanız, bunalıyorsanız, hatta acı içinde kıvranıyorsanız, birşeyleri yanlış yapıyorsunuz demektir. Bu yazıdaki maddeleri tekrar tekrar okuyun, nerede hata yapıyor olabileceğinize bir bakın. Sonra da bunları düzeltmeye çalışın.
* * *
Đnsan, hayatının her aşamasında aynı derecede yaratıcı değildir. Genç insanların yaratıcılığı,
biraz daha olgun insanlara göre nispeten daha azdır. Zira faydalanacakları kaynaklar sayısal
olarak diğerleri kadar fazla değildir. Ama zaman, bu açığı eninde sonunda size kapattıracaktır. Bu yüzden endişelenmeyin. Kendinize, gerçekleştiremeyeceğiniz yükseklikte hedefler de koymayın. Sahip olduklarınız, doğru bir yaklaşımla ele alınırlarsa, son derece orijinal şeylere kaynaklık edebilir. Çünkü yeryüzünde sizin gibi ikinci bir insan yok. Olayları sizin gibi yaşayan ve yorumlayan ikinci bir insan evladı bulunmuyor, bulunmadı, bulunmayacak. Bu da sizin yeni fikirler üretmenizi, en azından eskilerine yeni bir bakış açısı getirmenizi garantileyen birşey.