• Tidak ada hasil yang ditemukan

Analitik dan Teori Di Indonesia

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2018

Membagikan "Analitik dan Teori Di Indonesia"

Copied!
55
0
0

Teks penuh

(1)
(2)

Analitik Teori

(3)

Analitik Teori

Çeviren-: Abdulhalim Durma

Freud’da olduğu gibi, kuvvetli bir şahsiyet ekseriya diğer kuvvetli şahsiyetleri kendisine çeker, ve sonra da geriye atar. Bu, Freud ve fikirleriyle olan Carl Jung’un ilişkisinin tarihidir. Jung, Freud’un Rüya Tabiri’ni neşredildikten hemen sonra okur, ve Freud’un ifadelerinden bazısının geçerliğini ispat etmek için yolu tutar. Freud ve Jung arasında 1906’da düzenli bir haberleşme başladı, ve takibeden yılda Jung, Freud’u ilk ziyaretini Viyana’da yaptı. İkisinin de birbirlerine hayranlığı öylesine fazlaydı ki Freud, Jung’un kendi halefi olmasına karar verdi. 1910’da IPA kurulduğunda, Jung ilk başkan oldu ve bu 1914’e kadar sürdü. 1909’da Freud ve Jung, Üniversite’nin kuruluşunun 20. Yılı merasiminde bir seri konferans vermek üzere davet edilerek Massachusetts’de Worcester’de, Clark Üniversitesine beraber seyahat ettiler. Fakat üç yıl sonra Freud ve Jung arasında şahsi ilişki soğumaya başladı. Nihayette, 1913’ün başında şahsi haberleşmeye, birkaç ay sonra da iş irtibatına son verdiler. 1914 Nisanında Jung cemiyet başkanlığından ve 1914 Ağustosunda da üyelikten çekildi. Kopuş tamamlandı. Freud ve Jung bir daha birbirlerini görmediler.

(4)

tesirindeyken Jung tarafından neşredilen makaleler ve onun sonraki Freudçu psikanaliz tenkitleri, Toplu Eserler’in dördüncü cildinde bir araya getirildi. Freud üzerine diğer iki makale 15. Ciltte yer almaktadır. Freud ve Jung arasında, 1906-1913 yıllarını içine alan 330 mektup henüz neşredilmedi.

Her ne kadar bu deruni ilişkinin kopuşunun sebepleri kompleks ve dışarıdan belirlenmekte ise de, onların şahsi ve entelektüel uyuşmazlıklarından önemli bir sebep, Jung’un Freud’un panseksüalizmini reddedişiydi. “Asıl sebeb şudur”, diyordu, kabul olunmaz farz ettiğim metodunu cinsiyet teorisiyle aynılaştırdı(Şahsi haberleşme, Jung’dan 1954). Sonra Jung, Freud ile karşılaşmadan önce anahatlarını çizmeye başlamış olduğu ve Freud ile ortak çalışması esnasında devamlı olarak üzerinde durduğu Analitik Psikoloji olarak bilinen kendi psikanaliz teorisini ve psikoterapi metodunu ağır fakat emin adımlarla yürüyerek ortaya koydu.

(5)

asistanı oldu. Sonra da ortak çalışmaya girdi. Paris’te Charcot’nun öğrencisi ve halefi olan Pierre Janet ile çalıştı. 1909’da Bürghölzli’de 1913’te Zürih Üniversitesinde psikiyatri müderrisliği ile özel tatbikat, eğitim, araştırma, seyahat ve yazılarına zamanının çoğunu verdi. Yıllarca, İngilizce konuşan öğrenciler için verilen seminerlere yardım etti. Aktif öğretimden emekliliğini takiben Zürih’te kendisi için kurulan bir eğitim enstitüsüne ad verdi. 1944’te Basel Üniversitesinde özellikle Jung için bir tıbbi psikoloji kürsüsü kuruldu, fakat kötüleşen sağlığı yüzünden bir yıl sonra kürsüyü bırakması gerekti. 6 Haziran 1961’de Zürih’te 85 yaşında öldü. Freud’un Ernest Jones tarafından yazılan biyografisiyle mukayese edilir bir biyografisi henüz neşredilmedi. Jung’un ölüm yılında, kısmen doğrudan doğruya Jung tarafından yazılan ve kısmen de onun güvenilir sekreteri A. Jaffe tarafından kaydedilen ve basılan ve Jung tarafından verilmiş konuşmalardan sağlanan bir otobiyografi, anılar, rüyalar ve düşünceler olarak kitap halinde neşredildi (1961). Anılar, rüyalar, düşünceler esasen bir dahili ve spiritüel biyografidir. Gerçi Jung’un hayatındaki dış olaylar hakkında da oldukça bilgi ihtiva eder. Kitabın özü ilk cümleyle şöyle ortaya konur: “Hayatım gayrışuurun kendi kendisini gerçekleştirmesinin hikayesidir.” Jung için biyografik materyal Rieda Fordham (1953), Bennet (1961), ve Dry (1961) ‘da bulunabilir.

(6)

her kesitindeki eğitim görmüş insanlar arasında da tanınır. Aralarında Harvard Üniversitesi ve Oxford Üniversitesinden aldığı şeref dereceleri de dahil olmak üzere bir çok şeref nişanesi kazanmıştır. Birleşik Devletlerde epeyce konferans verdi ve bu ülkede birçok izleyici ve hayranı vardı.

Jung’un şahsiyet teorisi umumiyetle gayrışuur oluşumuna önemle yer vermesi sebebiyle bir psikanalitik teori olarak kabul edilebilirse de, bazı hususlarda Freud’un şahsiyet teorisinden farklılaşır. Jung’un insan hakkındaki görüşünün belki de en seçkin ve tefriki özelliği, teleoloji ile kozaliteyi birleştirmesidir. İnsan davranışı kişinin sadece ferdi ve ırki tarihiyle (kozalite) değil aynı zamanda gaye ve arzularıyla (teleoloji) da şartlandırılır. Hem aktüalite olarak geçmiş ve hem de potansiyel olarak gelecek, kişinin mevcut davranışına yol gösterir. Jung’un şahsiyet görüşü şu anlamda ileriye dönüktür; şahsın gelişmesinin gelecek çizgisini göz önünde bulundurur. Şu anlamda geriye dönüktür; maziyi hesaba katar. Parantez açarsak, “şahıs sebepler kadar gayelerle de yaşar”. İnsan gelişmesine kader veya maksadın rolüne gösterilen bu ısrar, Jung’u açıkça Freud’dan ayrı bir yere koyar. Freud için, sadece ölüm araya girinceye kadar, içgüdüsel temlerin nihayetsiz bir tekrarı vardır. Jung için ise, devamlı ve çok kere yaratıcı gelişme, bütünlük ve tamamlama için araştırma, ve yeniden doğuş için arzu vardır.

(7)

yığışımlı tecrübeleriyle mevcut şeklini kazanır. Şahsiyetin esasları arkaik, ilkel, fıtri, gayrışuuri ve muhtemelen evrenseldir. Freud şahsiyetin çocuksu köklerine önem verir. Halbuki Jung şahsiyetin ırki köklerine ağırlık verir. İnsan ataları tarafından kendisine miras bırakılmış olan birçok istidatlarla yüklüdür; bu istidatlar onun hal ve hareketlerine yol gösterir ve kısmen de tecrübeden şuurlu olacağı ve bu tecrübe dünyasından seçici tarzda kazanacağı tepkiyi tayin eder. Diğer deyişle, tecrübe dünyasından seçici tarzda kazanacağı ırki bakımdan önceden şekillenmiş ve kolektif bir şahsiyet vardır, ve bu şahsiyet tecrübelerle tadil edilerek işlenir. Bir ferdin şahsiyeti, harici kuvvetlerle hareket eden ve harekete getirilen iç kuvvetlerin bir ürünüdür.

İnsanın ırki geçmişine ve bugününe dayanan bu büyük önem, şu anlama gelmektedir. Jung, başka bir psikologdan ziyade, ırki köklerinden ve şahsiyet tekamülünden öğrenebileceği kadar insan tarihinde derine gider. İnsan şahsiyetinin kökleri ve gelişmesiyle ilgili araştırmasında rüyalar, hayaller, nörotik semptomlar, psikotik halüsinasyon ve kuruntular kadar, ilkel insanların mitolojisini, dinlerini, adet ve inançlarını da inceledi. Onun bilgi genişliği ve kavrayış derinliği, muhtemelen bugünün psikologları arasında emsalsizdir.

(8)

psikiyatrisi..özellikle biyoloji olmak üzere diğer sahalardaki ilmi keşifler; evrim teorisinin yaygın kabulü..; sosyal bütünlük ve din incelemesi dahil, evrim fikirlerinin insana tatbiki, ve (farklı cemiyetler arasında) benzerlikleri keşfederken psişik ünite ve kültürel etki unsurları arasındaki ihtilaf; arkeolojik çalışmaların getirdiği zihinsel buluşlar; Romantisizmi ile Almanya’nın büyük edebiyatı, tarihi ve teolojik gelenekleri (s.19-20).”

Dry, aynı şekilde İsviçre tarafsızlığı ve istikrarlılığıyla Jung’un düşünce hayatını benimsediğini kabul eder.

Şimdi Jung’un şahsiyet torisinin asli özelliklerini göreceğiz. Her ne kadar teorik formüller ciltler halindeki yazılarda bulunursa da 7, 8, ve 9. Ciltler, Toplu Eserlerin I.kısmı teorinin daha sistematik ifadelerini ihtiva eder.

Şahsiyet Yapısı

Jung tarafından ifade edildiği şekilde, total şahsiyet veya psişe, farklı fakat birbiriyle etkileşen sistemlerden ibarettir. Bunlardan ego, şahsi gayrışuur ve kompleksleri, kolektif gayrışuur ve arketipleri, persona, anima ve animus, ve gölge en önemlileridir. Bu karşılıklı bağımlı sistemlere ilaveten introversion, ekstroversiyon tutumları, düşünce, his, duygu ve sezgi fonksiyonları vardır. Nihayette şahsiyetin merkezi olan self bulunmaktadır.

Ego. Ego şuurlu zihindir. Şuurlu idrakler, hatıralar,

(9)

Şahsi Gayrışuur. Şahsi gayrışuur egoya bağlı bir bölgedir. Evvela şuurlu bir intiba bırakacak kadar zayıf olan bastırılmış, itilmiş, unutulmuş, veya reddedilmiş olan tecrübelerden ibarettir. Şahsi gayrışuurun muhtevaları, Freud’un şuur öncesi materyalinde olduğu gibi, şuurluluğa kabul edilebilir ve şahsi gayrışuur ve ego arasında iki yollu işlek bir trafik akışı vardır.

Kompleksler. Kompleksler gayrı şuurda bulunan his,

düşünce, idrak, ve hatıraların organize bir grubu veya burcudur. Onu çeken, veya çeşitliyaşantıları ‘burç haline getiren’ bir çeşit mıknatıs gibi hareket eden bir çekirdeği vardır (Jung, 1934).

Mesela anne kompleksini düşünelim (Jung, 1954 a). Çekirdek, kısmen anneye dair ırki tecrübelerden kısmen de çocuğun anası ile olan tecrübelerinden ortaya çıkar. Anne ile ilgili olan fikirler, hisler, ve hatıralar çekirdeğe çekilir ve bir kompleks teşkil eder. Daha fazla tecrübeyi, çekirdekten yayılan daha güçlü kuvvet itecektir. Bu yüzden bütün şahsiyeti annesinin hakimiyeti altında olan birisinin kuvvetli bir ana kompleksine sahip olduğu söylenir. Düşünceleri, hisleri, ve hareketlerine ana kavramıyla yol gösterilecektir. Bu kavramın söyledikleri ve hissettikleri onda derin bir manaya sahip olacak ve onun hayali zihninde ön planda yer alacaktır. Bir kompleks zihni hayata ve kendi hareket gücüne sahip bir otonom şahsiyet gibi davranabilir. Şahsiyetin kontrolünü yakalayabilir ve psişeyi kendi maksatları için faydalı kılabilir. Tolstoy’un basitleştirme fikriyle, Hitler’in de iktidarsızlıkla hükmedildiği söylenebilir.

(10)

Kollektif Gayrışuur. Bir kolektif veya şahsın ötesinde bulunan gayrışuur kavramı, Jung’un şahsiyet teorisinin en orijinal ve ihtilaflı özelliklerinden biridir. Psişenin en güçlü ve etkili sistemidir, ve patolojik hallerde ego ve şahsi gayrışuuru oldukça gölgeler (Jung, 1936).

Kollektif gayrışuur ayrı bir tür olarak sadece insanın ırki tarihini değil aynı zamanda ilave olarak insan öncesi veya hayvan dedesini de içeren insanın cedsel geçmişinden miras alan, saklı hatıralarının deposudur. Kollektif gayrışuur, insanın tekamüli gelişmesinde birçok nesillerde tekrarlanmış tecrübelerin neticesi olarak yığılan, psişik bir bakiyedir. Kişinin hayatındaki şahsi herhangi bir şeyden tamamen ayrılır ve görülür şekilde üniverseldir. İnsanoğlu az veya çok aynı kolektif gayrışuura sahiptir. Jung, bütün insan ırkında beyin yapısı benzerliğini kolektif gayrışuurun üniverselliğine atfeder ve bu benzerlik kendisini sırayla müşterek bir tekamüle borçludur.

(11)

göre birçok düşünce, his, ve idrak istidatlarıyla doğuştan yüklüdür. İlkel insanın karanlıkta birçok tehlikelerle karşılaşması ve zehirli yılanların bir kurbanı olduğu farz edilmesi sebebiyle, insan karanlıktan ve yılanlardan korkutulmakla istidatlı hale getirilir. Bu gizli korkular modern insanda hiçbir zaman gelişemez, meğer ki, hususi tecrübelerle kuvvetlendirilmesinler. Fakat bu çeşit tecrübeleri daha hassas yapan başkabir temayül vardır. ‘En yüksek oluş’ fikri gibi bazı fikirler kolaylıkla şekil kazanır. Çünkü istidat kesinlikle beyinde damgalanmıştır ve şuurluluğa geçmesi ve davranışa tesir etmesi için ferdi tecrübeden çok az takviye görmesi yeter. Bu saklı veya potansiyel halinde bulunan hatıralar, insanoğlunun yığışımlı tecrübelerinin bir neticesi olarak beyinde gömülü olan birbirine yapışık yapılar ve yarı yollara bağlıdır. Jung der ki, bu ezeli hatıraların kalıtsallığını inkar etmek, beynin tekamülünü ve kalıtsallığını inkar etmek demektir.

(12)

Şahsi ve kolektif olmak üzerezihnin iki gayrışuur bölgesi , insana muazzam birer hizmet sahası olabilir. (Gayrışuur), asırlarca arketiple ilgili organlarda mevcut tertiple ilgili akıl ve tecrübe gibi unutulmuş olan ve tepeden bakılan her şeye, bütün şuuraltı muhtevalara sahip olması sebebiyle, şuurlu zihinden zayıf olan ihtimalleri korur (Jung, 1943). Diğer taraftan, eğer gayrışuurun aklı ego tarafından reddedilirse, gayrışuur, şuurlu rasyonel oluşumları, onların muhafazasını ele geçirerek ve onları tahrif edilmiş şekillere bükerek bozabilir. Arazlar, fobiler, kuruntular, ve diğer akıldışılıklar ihmal edilmiş gayrışuur oluşumlarından ortaya çıkar.

Arketipler.Kolektif gayrışuurun yapısal unsurları çeşitli

(13)

hemen hemen aynı kaldı. Bu yüzden bebeğin miras aldığı anne arketipi, bebeğin etkileştiği fiili anne ile uygundur.

Gördüğümüz gibi, bir kompleks çekirdeği tecrübeleri kendisinde toplayan bir arketip olabilir. Arketip bu ortak tecrübeler vasıtasıyla şuurluluğa nüfuz edebilir. Mitler, rüyalar, görünüşler, alışkanlıklar, nörotik ve psikotik arazlar, ve sanat eserleri çok miktarda arketip materyali ihtiva eder, ve arketiple ilgili en iyi bilgi kaynağıdırlar. Jung ve arkadaşları, din, mit, ve rüyalardaki arketip belirtileri üzerine oldukça çalıştılar.

Kollektif gayrışuurda sayılı arketiplerin olduğu kabul edilir. Teşhis edilenlerden bazısı, doğum, yeniden doğuş, ölüm, iktidar, büyü, ünite, kahraman, çocuk, Allah, şeytan, akıllı yaşlı adam, toprak ana ve hayvandır.

Her ne kadar bütün arketipler şahsiyetin diğer kısmından nispeten bağımsız hale gelebilen otonom dinamik sistemler olarak düşünülebilirse de, bazı arketipler şahsiyetten ayrı sistemler olarak muamele görmeyi temin edecek kadar gelişmektedirler. Bunlar persona, anima ve animus ve gölgedir.

Persona.Persona, sosyal teamül ve geleneğin taleplerine

(14)

Eğer ego şahısla aynılaşırsa, çok defa olduğu gibi, fert duyduğu hakiki hislerin daha çok şuuruna varır. Kendisinden düz veya iki boyutlu niteliği üzerinde yer alan bütün şahsiyetinden feragat etmiş hale gelir. Otonom bir insan yerine, cemiyetin bir aksi olan sade bir insan görünüşü kazanır.

Personanın geliştirdiği çekirdek bir arketiptir. Bütün arketipler gibi bu arketip de ırkın tecrübelerinin dışında meydana gelir; bu vakada, tecrübeler, bir sosyal hayvan olarak tarihinde baştanbaşa insana faydalı bir maksat için hizmet eden bir sosyal rol tutumundaki etkileşmelerden ibarettir.

Anima ve Animus. İnsanın esasen biseksüel bir hayvan

olduğu bilinir ve kabul edilir. Fizyolojik seviyede, erkek ve kadınlar hem erkek hem de kadın hormonu salgılar. Psikolojik seviyede erkek ve kadın özellikleri her iki cinste de bulunur. Homoseksüelite, belki de insan biseksüelitesi kavramını ortaya çıkaran daha güçlü özelliklerden biridir.

Jung arketipler için, erkek şahsiyetinin kadınsı tarafına, kadın şahsiyetinin de erkeksi tarafına dayanır. Erkekte kadınsı arketipe anima, kadındaki erkeksi arketipe de animus der (Jung, 1945). Bu arketipler, her ne kadar cinsiyet kromozomları ve bezleri tarafından kararlaştırılabilirse de, kadınla erkeğin ve erkekle kadının ırki tecrübelerinin ürünleridir. Diğer deyişle, devirlerce kadınla yaşayarak erkek feminize, kadın da maskulinize hale geldi.

(15)

vasıtasıyla kadın tabiatını, ve kadın da animusu vasıtasıyla erkeğin tabiatını anlar. Fakat anima ve animus, eğer bu arketip imaj üyenin gerçek karakterine bakmadan düşünülürse, anlayışsızlığa ve ahenksizliğe yol gösterir. Yani, eğer bir erkek kendi idealindeki kadın imajıyla hakiki bir kadını aynılaştırmağa çalışırsa, ve ideal ile reel arasındaki ihtilafları ehliyetli şekilde hesaba katmazsa, bu ikisinin aynı olmadığını anlarken acı bir hayal kırıklığına uğrayabilir. Kollektif gayrışuurun taleplerine şahsın makul surette uyabilmesi için dış dünyanın gerçekleri arasında bir uzlaşma olmalıdır.

Gölge. Gölge arketipi, insanın daha aşağı hayat şekillerinden tekamülü esnasında miras aldığı hayvan instinktlerinden ibarettir (Jung, 1948). Netice olarak gölge, insan tabiatının hayvan tarafını belirler. Bir arketip olarak gölge, insanın orijinal günah kavramından sorumludur, dışa projekte edildiğinde şeytan veya düşman olur.

Gölge arketipi istenilmeyen davranışların, sosyal bakımdan ayıplanır düşünce, his ve hareketlerin meydana gelişinden sorumludur. Bunlar genelde persona vasıtasıyla gizlenebilirler ve şahsi gayrışuura itilirler. Böylece köklerini bir arketipe borçlu olan şahsiyetin gölge tarafı, egonun özel kısımlarına ve ilave olarak şahsi gayrışuur muhtevalarının geniş bir kısmına nüfuz eder.

Hayati ve şiddetli hayvan instinktleriyle gölge, şahsiyete tam bir vücut veya üç boyutlu nitelik kazandırır. Şahsiyete bütünlük kazandırmaya yardım eder.

Self. İlk yazılarında Jung, selfi, psişe veya şahsiyete

(16)

ve arketipleri keşfetmeye başladığında, insanın ünite çabasını gösteren bir kavram buldu (Wilhelm ve Jung, 1931). Bu arketip kendisini, esası mandala veya büyü dairesi olan çeşitli sembollerle ifade eder (Jung, 1955). Kitabı Psikoloji ve Simya’da (1944), Jung, mandala sembolüne dayanan bir totalite psikolojisi geliştirir.Bu total birim, psikolojisinin esas kavramı olan selftir.

Self diğer sistemlerin etrafında toplandığı, şahsiyetin merkezi noktasıdır. Bu sistemleri bir arada tutar ve şahsiyete ünite, denge ve istikrar sağlar.

Eğer gayrışuura zıt olarak onun merkezine egoyla şuurlu aklı resmedersek, ve buna da gayrışuuru asimile eden hadiseyi bizim zihni manzaramıza ilave edersek, bu asimilasyonu egoyla uygun düşen total bir şahsiyetin merkezi, fakat şuurla gayrışuur arasında bir yarı yol noktası olan şuur ve gayrışuurun bir tahmini şekli olarak düşünebiliriz. Bu, yeni bir denge, şahsiyetin yeni bir merkezi, şuurla gayrışuur arasında hareket noktasına dair pozisyonu hesaba katan hakiki bir merkez, şahsiyete yeni ve daha somut bir esas temin eden nokta olacaktır (Jung, 1945).

(17)

ile ünite ve teklik çabasında Şark dinlerini inceleme ve gözlemlerinden selfi keşfettiğini öğrenmek, şaşırtıcı değildir.

Bir self ortaya çıkmadan önce tamamen gelişmiş ve ferdileşmiş olarak şahsiyetin çeşitli unsurları için lüzumludur. Bu sebepten dolayı, self arketipi şahıs orta yaşa gelinceye kadar açık hale gelmez. Bu esnada, şahıs, şuurluluk ve gayrışuurluluk arasındaki orta yolda, şahsiyetin merkezini değiştirmeye ciddi gayretler sarf etmeye başlar. Bu orta yol bölgesi selfin sahasıdır.

Self kavramı, muhtemelen Jung’un en önemli psikolojik keşfidir ve arketiple ilgili kesif çalışmaların en yüksek derecesini arz eder.

Tutumlar. Jung, biri ekstaversiyon diğeri introversiyon tutumu olmak üzere, şahsiyetin iki esas tutum veya yönelmesini kabul eder. Dışadönük tutum, dışa doğru, objektif dünyaya, içedönük tutum da içe, sübjektif dünyaya doğru şahsa yön verir.

Bu iki zıt tutum şahsiyette mevcuttur, fakat ister istemez onlardan biri hakimdir ve diğeri ikinci derecede ve gayrı şuurlu iken, şuurludur. Eğer ego üstün gelecek şekilde dünyaya doğru dışa döndürülürse, şahsi gayrışuur içedönük olacaktır.

(18)

verir. Sezgi, gayrışuurlu oluşumlar ve şuuraltındaki muhtevalar yoluyla olan idraktır. Sezgici adam, realitenin özünü araştırırken gerçeklerin, his ve fikirlerin ötesine gider.

Dört fonksiyonun mahiyeti aşağıdaki misalle aydınlatılabilir. Kolorado nehrinde Grand Kanyonun kenarında ayakta duran bir şahıs farz edin.

Eğer his fonksiyonu hakimse, bir korku duygusu, ihtişamlı ve soluk kesen bir güzellik duygusu yaşayacaktır. Eğer duyum fonksiyonuyla kontrol edilmekteyse, kanyonu sadece olduğu gibi, ya da bir fotoğrafın onu gösterebileceği şekilde görecektir. Eğer düşünce fonksiyonu egosunu kontrol ederse, kanyonu jeolojik prensipler ve teoriye göre anlamaya çalışacaktır. Nihayette, eğer sezgi fonksiyonu hakimse, seyirci Grand Kanyonu mistik bir tecrübe olarak kısmenaçığa vurulan veya hissedilen derin manaya sahip bir tabiat esrarı olarak görmeye meyledecektir.

Kesinlikle var olan bu dört psikolojik fonksiyon, Jung için, “ampirik bir hakikat meselesi”dir.

Fakat aşağıdaki telakkinin göstereceği gibi, muayyen bir mükemmelliğe bu dört fonksiyonla ulaşılır. Duyum hakikatte verileri tesis eder, düşünme bizi manaya ulaşmakta ehliyetli kılar, his değer anlatır, ve sezgi de vasıtasız gerçeklerin içinde yatan imkanları işaret eder. Bu yolla coğrafik bakımdan genişlik ve uzunlukla bir yeri tayin ederken olduğu gibi, hazır dünyaya göre kendimizi yönlendirebiliriz (Jung, 1933).

(19)

Onlar insanı genel kanunlara götürürler. Duyum ve sezgi ise, somut, özel, ve tesadüfi idrake dayanmaları sebebiyle irrasyonel fonksiyonlar olarak düşünülürler.

Her ne kadar bir şahıs bu dört fonksiyona sahip ise de, bunlar ister istemez aynı derecede geliştirilemezler. Umumiyetle bu dört fonksiyondan biri, diğer üçünden oldukça farklılaşır ve şuurlulukta üstün bir rol oynar. Buna üstün fonksiyon denir. Diğer üç fonksiyondan biri umumiyetle üstün fonksiyona yardımcı bir kapasitede hareket eder. Eğer üstün fonksiyonun tesirli olması engellenirse, yardımcı fonksiyon otomatik olarak onun yerini alır.

Dört fonksiyondan en az farklılaşana düşük fonksiyon denir. İtilir ve yeri gayrışuurdur. Düşük fonksiyon kendini rüyalar ve fantezilerde ifade eder. Düşük fonksiyon da kendisiyle ortak çalışan bir yardımcı fonksiyona sahiptir.

Eğer dört fonksiyon bir dairenin çemberinde birbirinden eşit uzaklıkta yerleştirilirse, dairenin merkezi tamamen farklı dört fonksiyonun sentezini arz eder. Böyle bir sentezde hiçbir üstün, düşük veya yardımcı fonksiyon bulunmaz. Hepsi de şahsiyette eşit güçtedirler. Böyle bir sentez, sadece self tamamen aktüalize hale geldiğinde olur. Selfin tam gerçekleşmesi imkansız olduğundan, dört fonksiyonun sentezi, şahsiyetin ulaşmağa çalıştığı ideal bir hedefi arz eder.

(20)

olabilir, veya iki ve daha fazla sistem bir sentez teşkili için birleşebilirler.

Telafi, ekstraversiyon ve introversiyon tutumlarının etkileşmesiyle izah edilebilir. Eğer ekstraversiyon şuurlu egonun hakim ya da üstün tutumuysa, gayrışuur itilmiş introversiyon tutumunu geliştirerek telafi edecektir. Bu şu manaya gelir. Eğer dışadönük tutum herhangi bir yolla engellenirse, gayrışuurun düşük introversiyon tutumu şahsiyetin muhafazasını ele geçirecek ve kendisi kullanacaktır. Kesif bir dışadönük davranış devresi ister istemez içedönük bir davranış devresiyle takip edilir. Rüyalar telafi edicidir, bu yüzden hakim şekilde dışadönük şahsın rüyaları içedönük bir nitelikte, bir içedönüğün rüyaları da dışadönük olmaya meyledecektir.

Keza telafi, fonksiyonlar arasında meydana gelir. Şuurlu dünyasında düşünme ve hisse önem veren bir şahıs gayrışuuri olarak sezgici, duyumcu bir tip olacaktır. Bunun gibi, bir erkekteki ego ve anima ve bir kadındaki ego ve animus birbirini telafi edici bir ilişkiyi gösterir. Normal erkek egosu, animus maskulin iken feminindir. Umumiyetle, şuurlu dünyanın bütün muhtevaları, gayrışuurlu dünyanın muhtevalarıyla telafi edilir. Telafi prensibi, psişeyi nörotik bakımdan dengesiz olmaktan koruyan zıt unsurlar arasında bir denge veya kararsızlık hali sağlar.

(21)

prensibi üzerine kurulmalıdır. Gerilimsiz hiçbir enerji ve sonuç olarak da hiçbir şahsiyet olmayacaktır.

İhtilaf şahsiyetin her yerinde vardır; ego ve gölge arasında, ego ve şahsi gayrışuur arasında, persona ve anima veya animus arasında, kolektif gayrışuur ve persona arasında. İntroversiyon ekstraversiyona karşı çıkar. Ego, cemiyetin dış talepleriyle kolektif gayrışuurun iç talepleri arasında ileri geri sürülen bir top gibidir. Bu mücadelenin bir neticesi olarak, bir persona veya maske gelişir. Persona kendisini kolektif gayrışuurdaki diğer arketiplerin saldırısı altında bulur. Erkekte kadın, yani anima erkeğin maskulin tabiatına tecavüz eder ve animus kadının feminin tarafına saldırır. Psişenin rasyonel ve irrasyonel kuvvetleri arasındaki rabıta hiçbir zaman kesilmez. Çatışma hayatın hazır ve nazır bir gerçeğidir.

Şahsiyet bir evi kendisine karşı daima bölmeli mi? Jung buna inanmaz. Kutuplaşan unsurlar birbirlerine karşı çıkmakla kalmaz, aynı zamanda birbirlerini çeker veya ararlar. Durum, anlaşmazlıkları celbeden esas farklılıklarla birbirlerine bağlı olan ve bu yüzden birbirleriyle münakaşa eden bir karı kocanın durumudur. İhtilafların birleşmesi, Jung’un transkendant fonksiyon dediği fonksiyonla başarılır. Bu fonksiyonun işleyişi, dengeli, entegre bir şahsiyet teşkili için zıt sistemlerin sentezinde neticesini verir. Bu entegre şahsiyetin merkezi selftir.

(22)

çocuk, kadın arketipiyle mücehhez olarak, içgüdüsel şekilde, umumiyetle anası ile olan tecrübelerinden ilk kadınına çekilir. Sıkı bir ilişkinin tesisi için anne vasıtasıyla, sırayla, bakılıp büyütülür. Fakat, çocuk büyüdükçe bu anneye ait bağlar, hakikatte çocuk için tehlikeli olmasa bile, engelleyici olur. Bu yüzden egoda teşkil etmiş olan anne kompleksi şahsi gayrışuura itilir.

Bu gelişme ile birlikte, egoya anima tarafından damgalanmış olan kadınsı vasıf ve tutumlar, cemiyetin bir erkek olarak ondan oynamasını beklediği rol yüzünden itilirler. Diğer deyişle, doğuştan gelen kadınlık, persona veya diğer arketiplerden çıkan mukabil kuvvetle itilir.

Bu iki itilme hareketiyle çocuğun ana ve kadına olan hisleri egodan şahsi gayrışuura sürülür. Bu yüzden erkeğin kadınları idraki ve onlara olan hisleri ve davranışı, şahsi ve kolektif gayrı şuurun kuvvetleriyle yönlendirilir.

(23)

Eğer başarılı olmuşlarsa, hayattaki önemli kararların hepsi de şuurlu faktörler kadar gayrışuuri faktörleri de gerektirir. Jung der ki, önemli ölçüde intibaksızlık ve mutsuzluk, kendisini insan tabiatının önemli vechelerini reddeden şahsiyetin tek yanlı bir gelişmesine borçludur. Bu ihmal edilmiş taraflar, şahsiyet bozukluklarına ve irrasyonel tutuma sebep olur.

Jung için şahsiyet, oldukça karışık bir yapıdır. Sadece sayılı unsurları olmakla kalmaz –muhtemel arketipler ve kompleksler- aynı zamanda unsurlar arasındaki muğlak ve karışık etkileşmelere sahne olur. Başka hiçbir şahsiyet nazariyecisi böyle zengin ve karmaşık bir şahsiyet yapısı tasvirini geliştirmemiştir.

Şahsiyetin Dinamikleri

Jung şahsiyet veya psişeyi kısmen kapalı bir enerji sistemi olarak görür. Enerjinin dış kaynaklardan sisteme ilave edilmesi yemek yiyerek ve enerjinin sistemden mesela adali iş yaparak çıkarılması sebebiyle sistemin kapalı olduğunu kabul eder. Keza sistemdeki enerji dağıtımında değişiklikler sağlamak için çevresel uyarıcıların rolü muhtemeldir. Bu, mesela, dış dünyadaki ani bir değişme, dikkat ve idrakimize yön verirken olur. Dış kaynaklardan doğan tesir ve değişikliklerin şahsiyet dinamiklerinin mevzuu olması gerçeği şu manaya gelir; tamamen kapalı bir sistem olsa bile şahsiyet kusursuz bir denge durumunu başaramaz.

(24)

Psişik enerji, bütün hayati enerjilerde olduğu gibi, yani, bedenin metabolik oluşumlarından meydana gelir. Jung’un hayat enerjisi için terimi libidodur, fakat bunu psişik enerjiyle karşılıklı değişebilir şekilde kullanır. Jung psişik enerjinin fizik enerjiyle olan ilişkisinde müspet bir tavır almaz, fakat şuna inanır ki, ikisi arasındaki karşılıklı bir hareket şekli, elde tutulabilir bir hipotezdir.

Psişik enerji nazari bir yapıdır; somut bir öz veya fenomen değildir. Netice itibarıyle ölçülemez veya duyulamaz. Psişik enerji somut ifadesini fiili veya potansiyel kuvvetler şeklinde bulur. Arzu, istek, his, yönelme ve çaba şahsiyette aktüel kuvvetlere verilecek misallerdir; ve istidatlar, alakalar, temayüller, sapmalar, ve tutumlar potansiyel kuvvetlerin örnekleridir.

Psişik Değerler. Şahsiyetin herhangi bir unsurunda bulunan psişik enerji miktarına o elementin değeri denir. Değer bir şiddet ölçüsüdür. Hususi bir fikir veya duyguya atfen yüksek bir değerden bahsederken, şunu kastederiz, fikir veya his davranışı tahrik ederken veya yön verirken dikkate değer bir kuvvet kullanır. Hakikatte değer veren bir şahıs onun araştırılmasına büyük enerji sarfedecektir. İktidara büyük değer veren ise kuvvet kazanmak için harekete getirilecektir. Aksine olarak, eğer bir şey önemsiz bir değerde ise, ona ulaşmak için az enerji sarfı olacaktır.

(25)

ölçü olarak alınabilir. Veya bir tecrübi durum, ferdin bir harekete getirici ile başka durumlarda olduğundan daha sıkı çalışıp çalışmayacağını görmek için tertip edilebilir. Ne yaptığını görmek için birini belli bir müddet dikkatle gözleyen biri, nispi değerlerin tam bir görünüşünü elde eder. Okumaya oyundan fazla bir zaman ayırıyorsa, o kişi için okumanın kağıt oyunundan daha değerli olduğu farz edilebilir.

Bir Kompleksin Toplu Gücü. Gerçi şuurlu değerlerin

tayininde faydalı olabilirse de, böyle gözlemler ve testler gayrışuurlu değerlere fazla ışık tutmaz. Bunlar “bir kompleksin çekirdek ile ilgili unsurunun toplu gücü”nü değerlendirerek tayin edilmek zorundadır. Bir kompleksin toplu gücü, kompleksin çekirdekle ilgili unsuruyla çağrışıma getirilen bir grup itemden ibarettir. Böylece, eğer kişi kuvvetli bir vatanperver komplekse sahipse, çekirdek, yani kişinin vatan sevgisi, onun etrafındaki tecrübelerin burçlarını hasıl edecektir. Böyle bir burç, bir başkasında milli lider ve kahramanlara doğru müspet bir his olabilirken, bu kişide milletinin tarihindeki önemli olaylardan ibaret olabilir. Aşırı vatansever bir şahıs vatanseverlikle ilgili burçlardan birine yeni bir tecrübesini sokmak üzere müstait kılınır.

Çekirdekle ilgili bir elementin toplu gücünü değerlendirmede hangi vasıtalar kullanışlıdır? Jung üç metodu tartışır. Bunlar (1) analitik dedüksiyonların ilavesiyle vasıtasız gözlem, (2) karmaşık deliller ve, (3) emosyonel ifadenin şiddeti.

(26)

konuşmaya getirmeye meyledecektir. Annelerin mühim rol aldığı hikaye veya filmleri seçecek ve Anneler Gününe ve annesini anabileceği diğer vesilelere önem verecektir. Annesinin tercih ve tutumlarını benimseyerek taklide meyl edecek, ve arkadaşları ve yaşıtlarından uzaklaşarak kendi yaşındakilerdense, yaşlı kadınları tercih edecektir.

Bir kompleks, kendisini daima aleni olarak bildirmez. Rüyalarda veya bazı muğlak şekillerde ortaya çıkabilir. Bu yüzden tecrübenin altında yatan ehemmiyeti keşfetmek için teferruatlı delil kullanmak lüzumludur. Bu, analitik dedüksiyonla kastedilendir.

Bir kompleks delili, bir kompleksin varlığını işaret eden bir davranış bozukluğudur. Bu, mesela, bir adam “hanım” demeye niyetlendiğinde “anne” derken, bir dil sürçmesi şeklinde olabilir. Annesininkine veya annesiyle ilgili bir şeye isminin benzemesi sebebiyle, bir şahıs arkadaşının adını hatırlayamadığı zamanda olduğu gibi, alışılmamış bir hafıza blokajı şeklinde olabilir. Keza bu deliller kelime çağrışım testinde gözükür.

(27)

Kişinin bir sitüasyona hissi reaksiyonunun şiddeti, bir kompleksin gücünün başka bir ölçüsüdür. Eğer kalp hızlı atarsa, nefes alış daha derin olur, ve kan yüzden çekilirse, bunlar kuvvetli bir kompleksin habercisi olan çok iyi delillerdir. Kelime çağrışım testi sonuçlarıyla nabız atışı, teneffüs, ve elektriksel değişiklikler gibi fizyolojik ölçüleri birleştirerek, bir şahsın komplekslerinin gücünün kesin bir tayinini yapmak mümkündür.

(28)

Şahsiyetin fonksiyonunu göz önünde tutarak eşdeğerlik prensibinin şunu ifade ettiğini söyleyeceğiz. Eğer enerji bir sistemden uzaklaştırılırsa, mesela ego, diğer bir sistemde görülecektir, belki de personada. Veya, eğer birçok değer şahsiyetin gölge tarafına itilirse, bunlar şahsiyetin müspet tarafının zararına gelişecektir. Bunun gibi, şuurlu egonun ego kaybına gayrışuurlu enerji artışıyla refakat edilir. Enerji daimi olarak şahsiyetin bir sisteminden diğerine akar. Bu enerji dağıtımları şahsiyetin dinamiklerinin karşılığıdır.

Şüphesiz enerji sakınımı prensibi, sıkı bir tarzda sadece kısmen kapalı olan psişe gibi bir sisteme tatbik edilebilir. Enerji psişeye ilave edilebilir veya oradan çıkarılabilir, ve ilave edilen veya çıkarılan oran, muhtemelen, dikkate değer şekilde farklılaşabilir. Netice itibarıyla, bir değerin düşüş veya artışı, sadece enerjinin sistemin bir kısmından diğerine transferiyle olmakla kalmaz, aynı zamandadış kaynaklardan psişeye enerji ilavesine bağlıdır veya enerjinin adali iş yapılmasıyla sarfına dayanır. Yemekten veya istirahatten sonra fiziken olduğu kadar zihnen de zindelik kazanılır, ve bir iş veya egzersiz devresinden sonra zihnen ve fiziken de yorgunluk meydana gelir. Jung’un ve bütün dinamik psikologların büyük alakası, psişe ve organizmanın dış dünya ile arasında enerji dağıtımı şeklindeki bu enerji değişiklikleridir.

Entropi Prensibi. Entropi prensibi veya

(29)

işleyişi kuvvetler dengesinde neticesini verir. İki obje aynı sıcaklığa gelinceye kadar daha sıcak obje daha soğuk olana ısı kaybeder. Bu noktada, enerji değişmesi durur ve iki objenin termal dengesi olduğu söylenir.

Şahsiyet dinamiklerini tasvir etmek üzere Jung tarafından adapte edilen entropi prensibi şunu ifade eder; psişedeki enerji dağıtımı bir denge veya tevazün arar. Böylece, eğer iki değer (enerji şiddetleri) eşit güçte değilse, bir dengeye ulaşıncaya kadar daha kuvvetli değerden daha zayıf değere enerji geçmek meylinde olacaktır. Fakat psişe kapalı bir sistem olmadığından, enerji zıt değerlerden ve bozuk tevazünden ilave edilebilir veya istihraç edilebilir. Her ne kadar şahsiyette kuvvetlerin daimi bir dengesi hiçbir zaman kurulmazsa da, bu, enerji dağılımının ulaşmaya çabaladığı ideal bir durumdur. Tamamen gelişmiş çeşitli sistemlere baştanbaşa düzgün olarak dağıtılan toplam enerjideki bu ideal durum, selftir. Jung, kendini gerçekleştirmeyi, psişik gelişmenin hedefi olarak teyit ederken, diğerleri arasında şahsiyet dinamiklerinin, kuvvetlerin kusursuz bir tevazününe doğru hareket ettiğini kasteder.

(30)

düşük tutum istikametinde harekete meyl eder. Aşırı gelişmiş bir dışadönük, tabiatının içedönük kısmını geliştirmek üzere baskı altındadır. Şurası Jungçu psikolojide genel bir kuraldır ki, tek taraflı bir şahsiyet gelişmesi çatışma, gerilim, ve zorlama yaratır, ve şahsiyetin bütün unsurlarının tam bir gelişmesi ahenk, rahatlık, ve hoşnutluk sağlar.

Fakat Jung’un işaret ettiği gibi, kusursuz bir denge durumu, enerji istihsalinin, bir sistemin çeşitli unsurları arasında potansiyelde farklılıklar gerektirmesi sebebiyle, ortaya çıkan enerjisizlik şeklinde olacaktır. Bir sistem, bütün kısımları tam denge halinde veya denildiği gibi, kusursuz entropi halinde olduğu zaman, hedefin arkasından koşup yakalar veya durur. Bu yüzden, yaşayan bir organizma için mükemmel bir entropiye ulaşmak imkansızdır.

(31)

Şahsiyetin Gelişmesi

Jung’un şahsiyet teorisinin en göze çarpan özelliği, arketiplerle kolektif gayrışuur kavramı dışında, şahsiyet gelişmesinin geleceğe dair karakterine önemle yer verişidir. Jung insanın daha az mükemmel bir gelişim safhasından daha mükemmele doğru daima ilerlemekte ve teşebbüste bulunduğuna inanır. Keza bir tür olarak insanın varlığının daha farklılaşmış şekillerinidaima geliştirdiğine inanır. “Medeniyetin gelişmesi için çizilmiş olan yolda her duraksama, insanı kötürüm bir hayvana döndürmekten başka bir şey yapmaz.” (Jung, 1916).

(32)

Teleoloji karşısında İlliyet. İnsanın kaderine rehberlik yapan ve yön veren bir hedef fikri, esasen teleolojik veya nihai bir izahtır. Teleolojik görüşe göre, varlığı geleceğe göre izah eder. Bu zaviyeye göre, insanın şahsiyeti gittiği yere göre anlaşılır, bulunduğu yere göre değil. Diğer taraftan mevcudiyet geçmişle izah edilebilir. Bu da, önceki durumların neticeleri, tesirleri veya sebepleri olan mevcut olayları yakalayan illiyet zaviyesidir. İnsanın geçmişine, mevcut davranışını anlamak için bakılır. Jung şu görüşü muhafaza eder; şahsiyete taklaşım yolları tam olarak araştırılacaksa, her iki zaviye de psikoloji için gereklidir. Mevcudiyet sadece geçmişle (illiyet) tayin edilmekle kalmaz, aynı zamanda gelecekle de (teleoloji) tayin edilir. Yaklaşım yolları araştırmasında bulunan psikolog iki yönlü olmak zorundadır. Bir yönüyle insanın geçmişine, diğeriyle insanın geleceğine bakar. İki görüş birleştirildiğinde, insanın tam bir manzarası elde edilir. “Bir taraftan (akıl) geçmişin tortusunu, diğer taraftan psişe kendi geleceğini ortaya koyuncaya kadar filizlenen hedeflerin bilgisini teklif eder” Jung, 1916).

Jung kabul eder ki, illiyet ve teoloji ilim adamı tarafından tabii fenomeni sıralama ve kavrama için kullanılan sadece keyfi düşünce tarzlarıdır. İlliyet ve teleolojinin kendileri tabiatta bulunmaz. Jung şunu işaret eder; saf illi bir tutumun, illiyet zaviyesinden, insanın, geçmişinin bir mahkumu olduğundan, kişide teslimiyet ve ümitsizlik hasıl etmesi muhtemeldir. O henüz yapılmış olanı göremez. Diğer taraftan nihai tutum, insana bir ümit hissi ve yaşama gücü verir.

(33)

prensibi demekteydi. Bu prensibi, zaman içinde birlikte vuku bulan fakat birbirinin sebebi olmayan hadiselere tatbik eder; mesela bir düşünce objektif bir olayla mutabık olduğu zaman. Yanyana her şey, böyle tesadüflere sahiptir. Biri bir şahsı düşünüyor ve şahıs gözüküyor, veya biri bir arkadaşının hastalığı veya ölümü hakkında düşünüyor, nispeten o esnada ya da daha sonra zihninde yer alan olayın vukuunu işitiyor. Jung senkronisite prensibine delil olarak zihni telapati, nüfuzu nazar ve diğer paranormal fenomen tipleri üzerinde mevcut geniş literatürü işaret eder. Şuna inanır ki, bu yaşantılardan çoğu tesadüflerle izah edilemez; onlar illiyetle tasvir edilenlere ilaveten evrende bir başka şekil düzen, bir nizam olduğunu ifade eder. Senkronisiteyi arketip kavramına tatbik eder ve şunu tartışır; kendisini dış dünyada fiziken ifade ettiği esnada, kişide arketip kendini psişik olarak tamamlayabilir. Arketip her iki hadiseye de sebep olmaz, fakat hadiselerden biri diğerine paraleldir. İki olay arasında illi olmayan bir irtibat vardır. Senkronisite prensibi, hakkında düşünülen şeyin maddeleşmesine sebep olan bir fikrin tekamülü olarak gözükür.

(34)

Fakat Jung şu noktada modern biyoloji anlayışından kesinlikle ayrılır. Biyolojik instinktlerin kalıtsallığına ilaveten cedsel “tecrübelerin” kalıtsallığı olduğunu iddia eder. Bu tecrübeler, veya daha kesin konuşmak gerekirse, kişinin atasıyla aynı tecrübe düzenine sahip olma potansiyelliği arketip şeklinde miras alınır. Gördüğümüz gibi, bir arketip birçok nesil boyunca tekrarlanan ve devamlı ve üniversel olarak insanın irsiyetinin bir parçası olan ırki bir hatıradır. Kültürel miras kavramını kabul ederek Jung kendisini, geçerliği birçok çağdaş genetikçi tarafından mesele yapılmış olan kazanılmış karakterler doktriniyle sıraya koyar.

Gelişme Safhaları. Jung Freud’un yaptığıgibi şahsiyette bebeklikten yetişkinliğe geçiş safhalarını teferruatıyla belirtmez. Çok erken yaşlardan itibaren libido hayatta kalmak için lüzumlu olan hareketlere yatırımda bulunur. Beş yaşından önce, cinsel değerler gözükmeye başlar ve adolesans esnasında ağırlıklarına ulaşır. Kişinin delikanlılık ve gençlik yıllarında temel hayat instinktleri ve hayati prosesler en yüksek seviyededir. Genç şahıs enerjik, dinç, atılgan ve haristir ve büyük bir dereceye kadar hala başkalarına bağlıdır. Bu şahsın bir meslek öğrendiği, evlendiği, ve çocuk sahibi olduğu ve cemaat hayatında kendini bulduğu hayat devresidir.

(35)

Bu geçiş bir şahsın hayatında en kesin olaydır. Keza en tehlikelilerinden biridir, çünkü enerji transferi esnasında bir şey yanlış giderse, şahsiyet daimi olarak kötürüm kalabilir. Bu, mesela, orta yaşın kültürel ve spiritüel değerlere, önceleri içgüdüsel gayelerde yatırımda bulunulan enerjinin tamamı faydalı kılınmadığı zaman olur. Bu vakada aşırı enerji psişenin dengesini bozacak tarzda serbesttir. Jung enerjilerini harcarken tatminde başarısız olan orta yaşlı insanlara bunu uygularken büyük başarıya sahiptir (Jung, 1931).

İlerleme ve Gerileme. Gelişme ileriye doğru bir hareketi, ilerlemeyi veya geriye bir hareketi, gerilemeyi takip edebilir. İlerlemeyle Jung şunu kasteder; şuurlu ego tatminkar şekilde hem dış çevrenin taleplerini hem de gayrışuurlunun ihtiyaçlarını yerine getirir. Normal ilerlemede, zıt kuvvetler koordineli ve ahenkli bir psişik oluşum akışı içinde birleşir.

İleriye giden hareket engelleyici bir durumla önlendiğinde, libido böylece dışadönük veya çevreye yönelen değerlere yatırımda bulunmaktan alıkonur. Bunun neticesi olarak libido gayrışuurluya, bir ilkele dönüş yapar ve kendisini içedönük değerlere boşaltır. Yani objektif ego değerleri sübjektif değerlere çevrilir. İlkele dönme ilerlemenin antitezidir.

(36)

faydalı bilgiyi keşfedebilir. İnsan gayrışuurlu materyalin ifşaatçıları olan rüyalarına özel dikkat göstermelidir. Jungçu psikolojide bir rüyaya potansiyel kaynakların gelişmesi için gerekli yolu gösteren bir işaret mahalli olarak bakılır.

Gelişmede ilerleme ve gerilemenin etkileşmesi şu şematik örnekle izah edilebilir. Velilerine olan bağımlılığından kendini kurtaran genç bir adam yenilemez bir engelle karşılaşır. Velilerine tavsiye ve teşvik için bakar. Hakikatte velilerine fiziki anlamda dönemez, fakat libidosu kendisnde yerleşik bulunan velilerinin imajına gayrışuurlu bir dönüş yapar. Bu veli imajları, onu engeli yenmesi için ihtiyaç duyduğu bilgi ve teşvikle techiz eder.

Ferdileşme Prosesi. İstikrarlı bir ünite istikametinde gelişmeye temayülü olan şahsiyet anlayışı, Jungçu psikolojinin merkezi bir özelliğidir. Gelişme insanın doğuştanlığıyla, orijinal, farklılaşmamış bütünlüğün bir izahıdır. Bu yaklaşımın nihai hedefi kişinin kendisi oluşunun gerçekleşmesidir.

(37)

sebebiyle, sıkıntı depolarlar. Sağlıklı, entegre bir şahsiyete sahip olmak üzere her sisteme, mükemmel derecede farklılaşma, gelişme, ve ifadeye ulaşması için müsade edilmelidir. Başarılan bu oluşuma ferdileşme prosesi denir (Jung, 1939, 1950).

Transkendant fonksiyon. Başkalık ferdileşme

prosesinin işleyişi ile başarıldığında, farklılaşmış sistemler transkendant fonksiyonla tamamlanır (Jung, 1916). Bu fonksiyon çeşitli sistemlerin zıt temayüllerinin hepsini birleştirmek ve ideal olan kusursuz bütünlük (selfhood) hedefine doğru çalışmak kapasitesiyle mücehhezdir. Transkendant fonksiyonun gayesi insanın kendisini açığa vurması ve “bütün hususlarda, çekirdekte orijinal ve saklı olarak bulunan şahsiyetin gerçekleşmesidir; orijinal, potansiyel bütünlüğün ortaya çıkmasıdır” (Jung, 1943). Başta represyon olmak üzere şahsiyetteki diğer kuvvetler, transkendant fonksiyonun işleyişine karşı çıkabilir; ileriye olan ihtilafa rağmen, gelişmenin birleşik ön itimi, şuurlu seviyede olmasa bile gayrışuurlu bir seviyede yer alacaktır. Bütünlük için bir arzunun gayrışuurlu ifadesi, rüyalarda, mitlerde, ve diğer sembolik tezahürlerde bulunur. Mitlerde, rüyalar, mimari, din, ve sanatta mevcut olan böyle bir sembol, mandala sembolüdür. Mandala daire manasına gelen Sanskritçe bir kelimedir. Jung, mandalanın Doğu ve Batı dinlerindeki kusursuz birim ve bütünlüğün mükemmel amblemi olması sebebiyle, bu konuda tüketici çalışmalar yapmıştır.

Süblimasyon ve Represyon. Psişik enerji yer

(38)

olan eşdeğer ve entropi prensiplerine göre yapılır. Eğer yer değiştirmeye ferdileşme oluşumu ve transkendant fonksiyonla hükmedilirse, buna süblimasyon denir. Süblimasyon, daha ilkel, instinktif ve daha az farklılaşmış oluşumlardan daha yüksek, kültürel, spiritüel ve daha farklılaşmış oluşumlara olan enerji yer değiştirmesini ifade eder. Mesela, enerji cinsiyet dürtüsünden geri çekildiği ve dini değerlere yatırıldığında, enerjinin süblime edildiğisöylenir. Şekli yeni bir çalışma tipine icra edilmesi manasında değiştirilmiştir; bu vakada, dini çalışma cinsel faaliyetin yerini alır.

Enerji boşalması gerek instiktsel gerek süblime edilmiş kanallarda bloke edildiğinde, buna da represyon denir. İtilen enerji tamamen ortaya çıkmayabilir; enerji sakınım prensibine göre bir yere gitmek zorundadır. Neticede, kalanını gayrışuur alır. Gayrışuurluya enerji ilave ederek onu şuurlu egodan çok daha yüklü hale getirir. Bu olduğunda, gayrışuurdan gelen enerji egoya akmaya meyledecektir –entropi prensibine göre-, ve irrasyonel oluşumlar bu arada engellenecektir. Diğer deyişle, oldukça enerjik olan gayrışuurlu oluşumlar represyonu bozmaya çalışacak ve eğer başarırlarsa, şahıs irrasyonel ve empülsif bir tarzda davranacaktır.

(39)

bulmakta ehliyetli kılınabileceğini ve şahsın böylece ileriye hareket edebileceğini de ilave eder.

Sembolleşme. Jungçu psikolojide bir sembolün iki esas fonksiyonu vardır. Bir taraftan, engellenmiş olan içgüdüsel bir empülsü tatmine teşebbüs gösterir; diğer taraftan sembolleşme, arketipsel materyalin bir cisimlenmesidir. Bir sanat şekli olarak dansın gelişmesi, cinsiyet dürtüsü gibi engellenmiş bir empülsü sembolik bakımdan tatmine teşebbüsün bir misalidir. İçgüdüsel bir hareketin sembolik sunuluşu olarak hiçbir zaman tatmin edilemez, ve bu sebeple hakiki objeye ulaşamaz ve libidonun hepsi boşalmaz. Dans, cinsel ifadenin daha direkt şekillerinin yerini mükemmel olarak almaz; netice itibarıyle, önlenmiş içgüdülerin daha yeterli sembolleşmeleri, mütemadiyen araştırılmaktadır. Jung inanır ki, daha iyi sembollerin keşfi, yeni, daha az gerilimli semboller daha yükseğe ve daha yüksek kültürel seviyelere yükselmekle insanın medeni hale gelmesini mümkün kılar. Fakat bir sembol bir empüls için bir direnç rolü de oynar. Enerji bir sembolden çıkmakla beraber, empülsif boşalma için kullanılamaz. Mesela biri dans ederken, direkt cinsel bir hareketle meşgul olmamaktadır. Bu zaviyeden bir sembol süblimasyonla aynı şeydir. Libidonun bir transmutasyonudur.

(40)

manası, umumiyetle bilinen bir şeyin tartışılan belirtisi değildir, fakat henüz tam olarak bilinmeyen ve sadece formasyon prosesindeki mevcut analojiyle kavramak yoluyla gösterilen bir gayrettir.” (Jung, 1917).

Semboller psişenintezahürleridir. Irki ve ferdi bakımdan mücehhez olan insan aklını ifade etmekle kalmazlar, aynı zamanda insanın mevcut statülerinin en başında bulunan gelişme seviyelerini de gösterirler. Psişenin en yüksek tekamülü olan insanın kaderi, ona sembollerle işaretlenir. Bir sembolde bulunan bilgi, insan tarafından doğrudan doğruya bilinmez; sembolü, içerdiği önemli mesajı keşfetmek için çözmek gerekir.

Bir sembolün biri instinktlerle yol gösterilen ve geriye dönük karakterde olan, diğeri de insanın nihai hedefleriyle yol gösterilen ve ileri dönük karakterde olan iki özelliği, aynı paranın iki yüzü gibidir. Bir sembol her bir tarafından analiz edilebilir. Analizin geriye dönük tipi bir sembolün içgüdüsel esasını, ileriye dönük tipi de tamamlanma, yeniden doğuş, ahenk, saflaşma, ve sevgi için insanın arzularını açığa vurur. İlki illi, indirgeyici bir analiz tipi, ikincisi teleolojik, nihai bir analiz tipidir. Her ikisi de sembolün mükemmel bir izahı için gereklidir. Jung inanır ki, bir sembolün ileri dönük karakteri, sembolün tamamen engellenmiş empülslerin bir ürünü olduğu görüşü lehine ihmal edilmiştir.

(41)

kombine ürünüdür, ve bu sebepten dolayı tek başına illi faktörden daha büyüktür.

Karakteristik Araştırma ve Araştırma Metotları

Jung hem bir alim hem de bir araştırmacıydı. Hakikatleri her neredeyse bulurdu; eski mitlerde ve modern peri masallarında; ilkel hayatta ve çağdaş medeniyette; Doğu ve Batı dünyalarının dinlerinde; simya astroloji, zihni telepati,ve nazar-ı nüfuzda; normal insanların rüya ve hayallerinde; antropoloji, tarih, edebiyat, ve sanatta; ve klinik ve tecrübi araştırmalarda. Makale ve kitaplarının geniş sayısı, teorilerinin dayandığı ampirik bilgiyi ortaya koymaktaydı. Jung teorilerini formüle etmekten çok hakikatleri keşfetmekle daha fazla ilgilendiğini ileri sürer. “Hiçbir sistemim yok, sadece hakikatlerden söz ederim” (Jung, şahsi haberleşme, 1954).

Jung’un sayısız yazısının bir araya getirdiği geniş ampirik materyali gözden geçirmek hemen hemen imkansız olduğundan, kendimizi Jung’un karakteristik araştırmasının sadece küçük bir kısmının ortaya konuluşuna çekmek zorunda kalacağız.

Komplekslerin Tecrübi İncelemeleri

(42)

tecrübelerinde nefes alış değişmeleri deneğin göğsüne kayışla bağlı bulunan bir pnemografla ve derinin elektriksel değişimleri elin ayasına dokunan bir psikogalvanometre ile ölçülür. Nefes alış ve deri direncine heyecanın tesir ettiği iyi bilindiğinden, bu iki ölçü listedeki hususi kelimelere gösterilen hissi reaksiyonların ilave delilini verir.

Jung hastalarındaki kompleksleri tespit etmek için bu ölçüleri kullandı. Uyarıcı kelimeye tepkide bulunurken uzun bir gecikme devresi, nefes alış ve deri değişiklikleri ilavesiyle, kelimenin dokunmuş olduğu bir komplekse işaret eder. Mesela, eğer bir şahsın nefes alışı düzensizleşirse, onun bir elektrik akımına olan direnci, avuç içlerinin terlemesi, ve alışılmamış şekilde tehir edilen “anne” kelimesine tepkisi ile birlikte, bu faktörler bir anne kompleksinin varlığını ifade eder. Eğer “anne” ile ilgili diğer kelimelere benzer tarzda reaksiyon gösterilirse, böyle bir kompleksin varlığı ortaya çıkar.

(43)

resimler serisinin analizi değildir. Bu vakalarda Jung, rüya ve fantezilerin arketipsel esasını göstermek için tarih, mit, din, ve etnolojiyi kullanan mukayeseli metodu kullanmaktaydı. Freud’la kopuşunu takiben, mukayeseli metot Jung’a temel veri ve kavramları için destek sağladı. Okuyucu, Psikoloji ve Simya, Simya İncelemeleri (1942, 1957), Aion (1951), ve Mysterium Coniunctionis (1955), gibi bu çeşit sırlarla dolu ciltleri hazmedecek ehliyette olmayabilir. Jung’un daha sonraları yazdığı, mukayeseli metodolojisinin kolaylıkla hazmedilir bir örneği, Flying soucers: a modern mit of thing seen in the sky (1958)’da bulunacaktır.

Mitoloji, din, ve Gizli İlimlerin Mukayeseli İncelemesi. Arkeo-tipler için delilin sadece çağdaş

kaynaklardan sağlanması zor olduğundan, Jung mitoloji, din, simya, ve astrolojideki araştırmalara fazla dikkat verdi. Araştırmaları onu birkaç psikoloğun keşfetmiş olduğu sahalara çekti, ve Hindu dini, Taoizm, Yoga, Konfüçyüsçülük, Christ Mass, astroloji, psişik araştırma, ilkel zihniyet, ve simya gibi şaşırtıcı ve karmaşık mevzuların geniş bir bilgisini kazandı.

(44)

gösterisidir. Sunacağımız birkaç misal okuyucuya sadece Jung’un metodu hakkında bir fikir vermek içindir.

Klinik materyal, genç birinin binden fazla rüya ve hayalinden ibarettir. Bu rüya ve hayallerin seçiminin tefsiri, kitabın ilk yarısını meydana getirir. Kitabın kalanı da ilmi bakımdan simyanın ve onun dini sembolizmle olan ilişkisinin değerlendirmesidir.

(45)

Rüya gören kişi rüyasında su gördüğünde, bu simyacının hayat suyunun rejeneratif gücünü gösterir; rüyasında mavi bir çiçek bulursa, çiçek filius philosophorum’un doğum yeri (simyanın hermafroditik şekli) manasına gelir; rüyasında yere altın paraların saçılışını görürse, bu simyacının idealini hoşgörüşünü ifade ediyor demektir. Hasta, bir tekerlek çizerse, Jung, onunla yer alması farz edilen materyalin transformasyonunun simya ile ilgili karşılık içinde devreden oluşum manasına gelen simyacının tekerleği arasında bir irtibat görür. Aynı şekilde Jung, hastanın rüyasında gözüken bir elması simyacının işlerine başladığı ilk madde ile bir yumurta şeklindeki arzu taşı olarak tefsir eder.

(46)

farklılaşmalarıdır, ve bunlar üniversel olarak vukubulur” (Jung, 1944).

Rüyalar. Freud gibi Jung da rüyalara oldukça dikkat sarf

etti. Onları, muhteva bakımından telafi edilir ve uyanık hayatta ihmal edilmiş olan rüya gören kişinin şahsiyetinin özellikleri için geriye dönük olduğu kadar ileriye dönük olarak da düşünmekteydi. Mesela, animasını ihmal eden bir adam anima figürleri bulunan rüyalar görecektir. Jung, daha fazla arketipsel imajı olan “büyük” rüyalarla muhtevaları, rüya gören kişinin şuurlu zihni meşgaleleriyle çok sıkı ilişkili olan “küçük” rüyalar arasında tefrik yapmaktaydı.

(47)

Rüya Serileri Metodu. Hatırlanacaktır ki, Freud

rüyaları, rüyanın birbirini izleyen unsuruna serbest çağrışımla bir anda sahip olarak analiz etmekteydi. Sonra rüya materyali ve serbest çağrışımları kullanarak Freud rüyanın muhtevasının yorumuna ulaşmaktaydı. Jung, bu yaklaşımı reddetmeden rüyaları tefsir için bir başka metot geliştirdi. Münferit bir rüya yerine şahıstan toplanan bir rüya serisini faydalı kılar.

“…rüyalar, kendi ahengi içinde tedricen az veya çok katlanan mananın takip ettiği yola yapışık bir seri teşkil ederler. Seriler rüya gören kişinin kendisini ortaya koyduğu rabıtadır. Bir metin değildir, fakat çoğu bizden önce ifadesini bulmamış terimlerle her tarafından ışığı artan, bu yüzden herkeste zor pasajları izaha ehliyetli olan bütün metinlerin okunuşudur. Şüphesiz her bir ferdi pasajın yorumu ziyadesiyle tahmine bağlıdır, fakat bir bütün olarak seriler, bize önceki pasajlarda bulunan muhtemel hataları düzeltmekte ihtiyaç duyduğumuz bütün ipuçlarını verir.” (1944).

Psikolojide buna dahili bütünlük metodu denir ve rüyalar, hikayeler, fanteziler gibi kalitatif materyalle ziyadesiyle kullanılır. Kitabı Psikoloji ve Simya (1944)’da analiz edilen oldukça uzun bir rüya serisinde Jung bu metodun avantajlarını sergilemekteydi.

(48)

değişiklikler serisine gidecektir. Aşağıdaki örnek Jung ve Kerenyi’nin Essays on a Science of mythology’sinden alındı (1949);

Kanatları açık beyaz bir kuş gördüm. Gökte elbiseleriyle antik bir vaziyette oturan bir kadın figürü… Kuş kadının eline kondu. Kadının elinde yeşil hububat vardı. Kuş onu ağzına aldı ve tekrar göğe uçtu (Sh. 229).

Jung çizme, resmetme, model almanın uçuş imajlarını göstermek için kullanılabileceğine işaret etmekteydi. Önceki misalde şahıs, verbal tasvire refakat için resim yapmıştı. Resimde Jung’a göre kadın portresi, bir anne figürünü gösteren geniş göğüslü bir kadının portresiydi.

Umumiyetle aktif tasavvurla ortaya çıkan fanteziler, uykudan ziyade uyanık bir şuurluluktan alınmaları sebebiyle rüyalarınkinden daha iyi bir şekle sahiptirler.

Cari Statüler ve Değerl

endirme

(49)

Bollingen Fonu, Princeton Üniversitesi neşriyatı vasıtasıyla Jungçu kitapların neşrini himaye eder. Bugüne kadar Bollingen Fonunun en hırslı projesi Read, Fordham, ve Adler’in editöryel süpervizyonluğu altında Jung’un toplu eserlerini İngilizceye tercüme ve neşridir. Nihayette, Jung’un fikirlerinin yayılması için nüfuz merkezleri olarak çeşitli şehirlerde kurulmuş olan Jungçu enstitüler bulunur.

Psikiyatri ve psikoloji sahaları dışında Jung’un nüfuzu, dikkate layık surette oldu. Tarihçi Arnold Toynbee, “hayat sahasında yeni bir boyut” açtığı için Jung’a çok şey borçlu olduğunu kabul eder. Yazar ve tenkitçi Lewis Mumford, antropolog Paul Rodin ve yazar Philip Wylie Jung’un büyük hayranıdırlar. Hermann Hesse (Sidherta) de keza Jung’a hayranlığını belirtir (Serrano, 1966). Belki de Jung’un en büyük tesiri modern dini düşünceye olmuştur (Pogof, 1953). Jung psikoloji ve din üzerine Yale Üniversitesi Tery Konferansları vermek üzere davet edildi (1938). Jung’un yanlış sunulmuş olduğunu ileri sürerek her ne kadar o ve izleyicileri isnatları sert bir şekilde reddettilerse de, Jung Nazi desteğinden dolayı muhtelif şekillerde tenkit edildi (Harms, 1946;Satur., Review, 1949).

(50)

tamamen tecrübe şartlarında hesaba katılabileceğine ve ırki irsiyeti kabul etmenin saçma olduğuna inanır. Glower şunu der, “Jung’un, zihnin gelişmesini izah edecek gelişimle ilgili hiçbir kavramı yoktur.”. Glower’ın asıl tenkidi ve zaman zaman tekrarladığı şudur: Jung’un psikolojisi modası geçmiş şuurluluk psikolojisine bir geri dönüştür. Jung’u Freudçu gayrışuur kavramını kaldırıp yerine şuurlu egoyu koymakla itham eder. Glower, Jungçu psikolojinin değerlendirmesinde tarafsız olma iddiasında bulunmaz ve taraf tutar. (Freud ve Jung’un objektif görüşlerinin başka bir mukayesesi için Gray’e bkn, 1949; keza Dry, 1961). Selesnik (1963) şunu tartışır; Jung Freud’la ortaklığı sırasında, önemli noktalarda Freud’un düşüncesine nüfuz etmiştir.

İlmi psikolojinin gelişmesinde Jung’un şahsiyet teorisinin tesiri ne olmuştur? Doğrudan doğruya görülebilen çok az, kelime çağrışım testi, introversiyon ve ekstroversiyon kavramları dışında. Kelime çağrışım testi Jung’la başlamaz. Umumiyetle Galton’a testin icadı ile öncelik verilir ve tecrübi psikoloji Wundt ile başlatılır. Netice olarak, Jung 1909’da Clark Üniversitesinde kelime çağrışım metodu hakkında konferans verdiği sırada dinleyicilere acayip görünmedi, ve metot psikologlara yabancı değildi. Ayrıca Jung’un incelemeleri kelime çağrışımında, ilmi oluşlarıyla kendileri mükafat gören psikologların gözdesi olan sayısal tecrübi bir metodoloji kullandı. Kelime çağrışım testinin kullanılışı birçok klinik psikoloji ve projektif tekniklerde tartışıldı (Bell, 1948; Levy, 1952; Rotter, 1951; Anastasis, 1960).

(51)

konu hakkında oldukça geniş bir psikolojik literatür vardır. Faktör analizi vasıtasıyla Eysenck (1947), diğer ikisi nörotisizm ve psikotisizm olan üç asli boyutlu şahsiyet kavramından biri olarak da intro-ekstroversiyonu teşhis etti. O buluşlarıyla Jung’un fikirlerinin gerekli bir teyidini göstermeyi düşünür. Jung’un tipolojisinin diğer faktör analizi incelemeleri Gorlow, Simonson, ve Kraus (1966) ve Ball (1967) tarafından yapıldı. İntroversiyon ve ekstroversiyon tutumlarıyla irtibat halinde olan düşünce, his, duyum, ve sezgi şeklinde dört psikolojik fonksiyonu değerlendiren test Gray ve Wheelwright (1964) ve Myers ve Briggs (1962) tarafından yapıldı (introversiyon ve ekstroversiyonun tenkidi ve tartışması için Murphy’e bkn. 1947;keza Carrigan, 1960).

(52)

Kırkbeş psikoloji tarihi öğretmeninden psikolojik teoriye önemli yardımlar yapmış olanları sıralaması istendiğinde, Jung listede 30. oldu. (Guthrie ve Rogers tarafından yandan kuşatılan) ki Freud listenin başındaydı (Coan ve Zagona, 1962).

Dünyanın her yerinde kendisine bu kadar hürmet ve şeref verilirken psikoloji niçin Jung’un analitik psikolojisini tanımadı? Esas sebeplerden biri, Jung’un psikolojisinin tecrübi araştırmalardan ziyade klinik buluşlara, tarihi ve mitik kaynaklara dayandırılmasıdır. Onun koltuktaki tecrübeciye müracaat ederken yaptığı Freudçuluktan fazla değildi. Hakikatte, Jung, açıkça birçok psikoloğun reddettiği, yazılarında gizli ilimler, mistisizm, ve din hakkında çok fazla tartışma olması sebebiyle Freud’dan daha az müracaat edilen kişi oldu. (Bu tenkit Jung’u hiddetlendirir. “ şunda ısrarlıdır ki, gizli ilimler, simya ve astroloji ilimlerindeki ve dindeki alakası bir anlamda bu inançların kabulünü kastetmez. Onlar teorisi için delil sağladıkları sebeple yazılarında incelenir ve gözükürler. Allah’ın olup olmadığı Jung’a göre tartışılmamalıdır; birçok insan, suyun tepelerden aşağıya akışı gerçeği kadar bir hakikat olarak Allah’a inanırlar. “Allah açık bir psişik ve non-fiziki bir hakikattir; psişik bakımdan tesis edilebilen fakat fiziken kurulamayan bir hakikat” (1952). Ayrıca kazanılmış karakterler ve teleoloji gibi moda dışı fikirleri kabul eder. Birçok psikolog tarafından Jung’un fikirlerini sunuş stili, şaşırtıcı, muğlak ve dağınık olarak bulundu. Sonuç olarak Jung’un teorileri psikologlar arasında çok az alaka ve hatta çok az araştırma çekmiş olarak gözükür.

(53)

Psikanaliz düşünülürken umumiyetle Freud ve sadece tali olarak Jung ve Adler akla gelmekteydi. Freud’un psikanalizdeki tartışılmaz mevkii, dikkati sahadaki diğer aydınlatıcılardan öteye saptırır. Jung’un toplu eserlerinin İngilizce neşri durumu değiştirebilirdi, gerçi Freud’un toplu yazılarının aynı anda vaki olan neşri tesiri kaldırabilir.

(54)

karakterize eden iyimserlik Jung’un iyimserliğinin mi yoksa zamanın mı bir yansıması? Jung’un hedefe yönelik davranışa verdiği önem, diğer maksadı göz önünde bulunduran teorilere katkıda bulundu mu?, yoksa nazari bir kavram olarak maksat, şimdi XIX. Yüzyıl ilminin çok mekanist oluşu sebebiyle moda olmakta haklı mı? Bunlar cevaplandırılması zor meselelerdir ve onları kolaylıkla cevaplayamayız.

Jungçu teorinin bu noktada ilmi psikoloji metotlarıyla teste tabi tutulmaya ihtiyaç duyduğunu hissediyoruz. Onda klinik çalışma tipine sahip değiliz (Adler, 1949; Fordham, 1949; Hawkey, 1947; Kirsch, 1949), ne de tip çalışmalarına (mesela Eysenck, Gray, ve Wheelwright, ve Myers Briggs). Fakat Bash, Melhado (1964) ve Meier (1965) in çalışmalarında görüldüğü gibi, daha tecrübi bir yaklaşımı benimseriz. Bu tipin birçok çalışması, psikologlar arasında Jung’un teorilerine uygulandığında, psikologların test edilebilir hipotezler meydana getiren ve araştırmaya sevk eden teorileri benimsemesi sebebiyle, gelişmeye meyledecektir. Jungçu teorinin zenginliği ampirik teklifleri formüle için iyi bir saha olacaktır.

(55)

Referensi

Dokumen terkait

Peraturan Menteri Riset, Teknologi, dan Pendidikan Tinggi Republik Indonesia Nomor 50 Tahun 2018 tentang Perubahan Atas Peraturan Menteri Riset, Teknologi, dan

3. Diklatpim Tingkat II untuk jabatan Pimpinan Tinggi Pratama atau setara dengan eselon II. Diklat Fungsional dilaksanakan untuk mencapai persyaratan kompetensi yang sesuai

Hal ini berarti penggunaan PBL dapat meningkatkan pemahaman siswa tentang apa yang mereka pelajari sehingga diharapkan mereka dapat menerapkannya dalam kondisi

Note : Operasi SELECT (tanpa clausa FOR UPDATE) tidak akan direkam pada log files karena bukan sebuah transaksi. Dalam Oracle, transaction-log file ini sering disebut

Manfaat dilakukannya prediksi kedatangan wisatawan mancanegara ke Provinsi Bali menggunakan Metode Recurrent Neural Network Backpropagation Through Time adalah

Oleh karena budaya bangsa kita sebagian besar masih berdasarkan budaya etnik tradisional, sedangkan iptek   berasal dari perkembangan budaya asing yang lebih maju, maka

Problematika mendasar pengolahan makanan yang dilakukan masyarakat lebih disebabkan budaya pengelohan pangan yang kurang berorientasi terhadap nilai gizi, serta

Tujuan umum dari penelitian ini adalah untuk mengetahui hubungan pemilihan dan penyimpanan garam beryodium dengan status yodium pada wanita usia subur di Desa Selo, Keca- matan