• Tidak ada hasil yang ditemukan

Oscar Wilde - Reading Zindanı Baladı.pdf

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Membagikan "Oscar Wilde - Reading Zindanı Baladı.pdf"

Copied!
114
0
0

Teks penuh

(1)
(2)
(3)

ZİNDANI

BALADI

(4)

kapak tasarım BİLİM

(5)

Reading Zindanı

Baladı

türkçesi

(6)

DE PROFUNDIS*

OSCAR WILDE

Ahlak bana yardım edemez. Ben, yaradılışımla, ahlak kar­ şıtıyım. Ben yasalara değil, ayrıcalıklara uygun insanlardanım, insanın yaptıklarında yanlışlık görmem, ama insanın yapısın­ da yanlışlık görürüm. Bunu öğrenmiş olmak çok iyi.

Din bana yardım edemez. Başkalarının, görülmez bir şeye inanç duymalarına karşılık ben, dokunulabilen, görülebilen şeylere inanırım. Benim tanrılarım, elle yapılmış tapınaklarda otururlar; kendi deneyimlerimin meydanında benim inancım olgunlaşıp yetkinleşti, çünkü cennetlerini bu dünyaya yerleşti­ renlerin çoğu ya da hepsi gibi ben de onda yalnızca cennetin güzelliğini değil, cehennemin dehşetini buluyorum. Aklımdan din geçtiğinde ise, inanamayanlar için bir mezhep kursam iyi olurdu diye düşünüyorum; İmansızlar Cemaati olarak adlan­ dırılabilecek bu toplumun, yüreğinde huzurun zerresi bulun­ mayan papazı, hiçbir mumun yakılmadığı sunakta, kutsanma­ mış ekmekle ve boş şarap kadehiyle ayin yapmalıydı. Her doğru şey, bir din olmalıdır. İnanç gibi, bilinemezcilik de, ken­ dine özgü törenlere sahip kılınmalıdır. O, kendi şehitlerini saç­ tı dünyaya, şimdi kendi ermişlerini devşirmeli ve her gün Tanrı'ya, insandan gizlendiği için şükranlarını sunmalıdır. O, kendi şehitlerini saçtı dünyaya, şimdi kendi ermişlerini dev­ şirmeli ve her gün Tanrı'ya, insandan gizlendiği için şükranla­ rını sunmalıdır. Ama ister inanç olsun bu, ister bilinemezcilik, bana dışardan gelmemelidir. Onun simgeleri, benim kendi ya­ ratma eylemimin ürünleri olmalıdır. Kendi biçimini kendisi oluşturabilendir tinsel olan. Onun gizini kendi, içimde bula­ mazsam, hiç bulamayacağım demektir; ona çoktan sahip de­ ğilsem, bana bir yerden gelmez o.

Akıl da bana yardım edemez. Akıl, bana hüküm giydir­ miş olan yasaların yanlış, adaletsiz yasalar olduğunu ve bana acı çektiren sistemin yanlı, adaletsiz olduğunu söyler. Ama ben, bunların ikisini de kendime, doğru ve haklı kılmalıyım. Sanat alanında insan, belli bir şeyin belli bir anda kendisini na­ sıl etkilediğine önem verir yalnızca; ahlak gelişimi konusunda da insan, aynı şeye önem verir. Başıma neler gelmişse bunların

(7)

tümünü kendim için iyi kılmak zorundayım. Tahtadan yatak, mide bulandıran yemek, acıdan parmakuçları körleşene dek çekilip koparılıp üstüpüye dönüştürülen sert halatlar, her gün sabah akşam yinelenen adi işler, zorunluluktan değil de alış­ kanlıktan verilen katı buyruklar bakanları tuhaf bir biçimde hüzünlendiren korkunç giysiler, o sessizlik, o yalnızlık, o u- tanç; bunların her birini ve tümünü, yüceltici deneyimlere dö- nüştürmeliyim. Bedeni alçaltıcı şeylerin tümünü, ruhu yücel­ ten Şeylere dönüştürmeye çalışmalı ve bunu başarmalıyım.

Öyle bir duruma gelmek isterim ki yaşamımda iki önemli dönüm noktasının, babam tarafından Oxford'a gönderilişim ve toplum tarafından cezaevine gönderilişim olduğunu, hiç abartmasız söyleyebileyim. Benim için en iyi şeyin, cezaevine girmek olduğunu söylemeyeceğim; çünkü bu, kendime karşı büyük bir küskünlük demektir. Bunun yerine benim, çağımın tipik bir çocuğu olduğumu, öyle ki aykırılığımla ve aykırılı­ ğım uğruna, yaşamımdaki iyi şeyleri kötüye ve kötü şeyleri iyiye dönüştürdüğümü söylemeyi yeğlerim, benden böyle söz edilmesini isterim.

Cezaevine girişimin ilk zamanlarında, bazıları bana, kim olduğumu unutmaya çalışmamı salık verdiler. Yıkıcı bir öne­ riydi bu. Kim olduğumu bilmeliyim ki kendime bir avuntu bulabileyim. Şimdi de kimileri bana, cezaevinden çıkışımdan sonra, bir zamanlar cezaevinde yattığımı belleğimden silmemi öneriyorlar. Bunun, önceki kadar yıkıcı bir öneri olduğundan kuşkum yok. Böyle yaparsam dayanılmaz bir utanç duygusu­ nun bana musallat olmasından kurtulamam ve herkes gibi be­ nim için de değer taşıyan şeyler -güneşin ve ayın güzelliği, mevsimlerin görkemli oyunu, günbatımındaki ezgiler, büyük gecelerin sessizliği, yapraklar arasında inen yağmur, çimenle­ rin üzerinde yuvarlanıp onları gümüş parıltılarına boğan çiy taneleri- lekelenir, iyileştirme güçlerini, yaşama sevinci verme yeteneklerini yitirirler. Kendi yaşadıklarını insanın yadsıması, kendi gelişimini durdurması demektir. Yaşananlar yok sayılır­ sa, yaşamın dudakları arasına yalan sokuşturulmuş olur. Bu, ruhun yadsınmasından başka bir anlama gelmez.

Beden yalnızca, papazların ya da mistik görülerin arıttığı şeyleri değil, bayağı ve temizlenmemiş şeyleri de nasıl sindi­ rirse ve onları çevikliğe, güçlülüğe, güzel kasların devinimine, diri ete ve saçın, gözkapaklarının, gözlerin kıvrımlarına ve renklerine nasıl dönüştürürse, ruh da onun gibi, sindirici iş­

(8)

lemler yapar ve kendisindeki bayağı, kötü, alçaltıcı şeyleri soylu düşüncelere, yüce tutkulara dönüştürebilir; hatta bun­ larda, kendini olumlamanın en güzel biçimlerini bulabilir; le­ kelemeye ve yıkıma uğratmaya yönelik şeylerin aracılığıyla kendini en yetkin düzeyde ortaya koyabilir.

Sıradan bir cezaevinde sıradan bir hükümlü olarak yattı­ ğımı, çıktıktan sonra içtenlikle kabul etmeliyim: tuhaf görünür belki, ama kendime öğretmem gereken şeylerden biri şu ola­ cak: Geçmişteki hükümlülüğümden utanmamak. Bunu, bir ce­ zalandırılma saymalıyım; ama insanın, cezalandırılmışlığın- dan utanması, sonuç bakımından, hiç cezalandırılmamış ol­ masına denktir. Aslında yapmadığım birçok şeyden hüküm giydim; ama hüküm giydiğim şeyler arasında gerçekten yaptı­ ğım birçok şey vardı; yaşamımda bunların hepsinden daha çoktur bana hiçbir suçlama getirtmeyen şeyler. Madem ki tan­ rılar güçlüdür ve bizi yalnızca kötü ve sapkın yanlarımız için değil, iyi ve insansal yanlarımız için de cezalandırırlar, o za­ man ben insanların, yaptıkları kötü işler yanında, iyi işler yü­ zünden de cezalandırıldıklarını bir gerçek olarak kabul etmek zorundayım. Bence en doğrusu bu. Bu, söz konusu olayların ikisini de kavramak ve onlar üzerine fazla düşünmemek ko­ nusunda insana yardımcı olur, ya da yardıma olmalıdır. Eğer ben, işte bu düşünceyle, cezalandınlmışlığımdan utanç duy­ mazsam, ki duymayacağımı umuyorum, özgürlük içinde dü­ şünme, yürüme ve yaşama gücü kazanacağım.

Bireyleri ağır cezalara uğratma hakkını kendine alan Top­ lum, aynı zamanda, sığlık gibi bir kusura sahiptir ve kusurla­ rın en büyüğü olan bu sığlığıyla, ne yapmış olduğunu algıla­ yamaz. İnsanı, ceza süresi bitince, kendi haline bırakır; yani bu insanı, tam da ona karşı en büyük ödevinin başladığı anda ter- k eder. Aslında Toplum, yaptıklarından utanır, işte bu yüzden sanki kaçar cezalandırdığı kimselerden; alacaklısından, borcu­ nu ödeyemediği için kaçan biri gibi ya da gideremeyeceği, be­ delini ödeyemeyeceği bir zarara uğrattığı kimseden uzak du­ ran biri gibi. Kendi payıma ben, neden acı çektiğimin farkın­ daysam, Toplum da bana ne yaptığının farkında olsun diyo­ rum; her iki tarafta, ne dargınlık ne nefret olsun.

* De Profundis / Mektup, Oscar Wilde, çeviren: Yaşar Giinenç, Yaba Yayınlan, 1996.

(9)

READING ZİNDANI BALADI

Kırmızı ceketini giymiyordu artık,

Çünkü şarap kırmızı ve kırmızıydı kan da, Ellerine de şarap, bir de kan bulaşmıştı Ölünün başucunda onu bulduklarında, Sevdiği kadıncağız, sevgilisiydi ölen, Öldürmüştü kadını vurarak yatağında. O da yerini aldı Suçlular arasında, Soluk gri bir tulum sarkıyordu sırtından; Bir de kasket başında,

Kaygısız, şen gibiydi, adım atışlarından; Ki hiç görmemiştim ben böyle bakan bir adam, Bu kadar içtenlikle güne gözleri dalan.

(10)

Ben hiç görmedim böyle, böyle bakan bir adam, Böyle dalmış gözleri

Küçük mavi örtüye,

Zindanda tutukluların gökyüzü dedikleri, O salma salma süzülen bulutlara

Ki gümüş yelkenleri.

Öbür acılıların arasında yürürken Bir başka bölmedeki,

Ne yapmıştı bu adam diye düşünüyordum, Acaba yaptığı ne, suçu da ne olacak, Ki bir ses fısıldadı yavaşçacık arkamdan,

(11)

Tanrım! O an zindanın taşları, duvarları Sarsılır gibi oldu, titredi birdenbire, Gökler tepeme indi,

Kızgın çelik bir çember gibi sıktı başımı; Kendi acım kendime büsbütün yetiyörken Birden hepsi silindi.

Anladım, onu hangi düşünceydi kemiren Ve iten neydi böyle onun adımlarını, Onun bu pırıl pırıl parlayan güne neden Bu kadar içtenlikle böylesi daldığını; Sevdiği bir kadını öldürmüştü bu adam Ve şimdi buna karşı verecekti canını.

(12)

Ama gene de herkes sevdiğini öldürür, Bu böylece biline,

Kimi bunu kin yüklü bakışlarıyla yapar, Kimi de okşayıcı bir söz ile öldürür, Korkak, bir öpücükle,

Yüreklisi kılıçla, bir kılıçla öldürür! Kimi insan aşkını gençliğinde öldürür, Kimi sevgilisini yaşlılığına saklar; Bazıları öldürür Arzunun elleriyle, Altın’ın elleriyle boğar bazı insanlar:

Bunların en üstünü bıçak kullanır çünkü Böylelikle ölenler çabuk soğuyup donar.

(13)

Kimi insan az sever, kimisi de çok uzun, Kimiler aşkı satar, kimiler satın alır; Kimileri de yapar bu işi gözyaşıyla, Kimilerinde aşka serin kanla kıyılır: Hemen herkes bir türlü öldürür sevdiğini, Ama bundan ötürü herkes asılmamıştır. Kim gider ölümüne utandırılırcana Kapkara günlerini yaşarken hayatının, Kimsenin idam ipi dolanmamış boynuna, Ne maske örtülmüştür üstüne suratının, Ve ne de hiç kimsenin ayağının altına Boşluğu serilmiştir döşeme kapağının.

(14)

Hiç kimse kalmamıştır suskun bir dar çevrenin Durmadan gözetleyen bakışları altında; İçinden ağlamak gelirken gözetleyen, Dua etmek istese gözcüler arasında; Kendini çalar diye göz ayırmadan bakan, Cezaevinin avı, böyle gözler altında.

Hiç kimse görmemiştir uyanıp gün doğarken Hücresine toplanmış bir sürü ürkünç yüzü, Tüm beyazlar giyinmiş Din-Adamı titrerken, Savcının ağırbaşlı durumundaki hüznü, Valinin kara tören giysileri içinden, Ölümü Kesinleyen o sapsan yüzünü.

(15)

Ürkünç bir çabuklukla kimse uyarmamıştır Suçlu giysilerini üstüne almak için,

Koca ağız bir Doktor başucu durmamıştır Son anlarında bakıp notunu almak için, Elindeki saatin belirsiz tiktakları

Boğuk sesleri gibi, çok korkunç bir çekicin. Kimseler, gırtlağını büzüp kupkuru eden O tiksinç susuzluğu duymamıştır ölmeden, Deri eldivenleri koskocaman, bir cellat Bin sürgülü kapıdan içeri süzülmeden, Ve kimse üç kayışla sizi bağlamamıştır, Daha da kurumasın gırtlağın gibilerden.

(16)

Durup dinlemek için eğilmemiştir kimse Ölüm Dualarını edenlerin sesini,

Taa içinden duyduğu bir ürkü kendisine Duyurup duruyorken daha ölmediğini, Tabutuyla yüz yüze gelmemiştir hiç kimse, O korkunç çatkıların altına geçmemiştir. Hiç kimse ufak bir cam tavan aralığından Göklere doğru son bir bakışla bakmamıştır: Hiç kimse, kireçleşmiş soluk dudaklarıyla Çektikleri son bulsun diye yalvarmamıştır; Titreyen yanağında

(17)

II

Avluda altı hafta gezindi tutuklu subay. Kül rengi tulumuylan:

Başı kasketli adam,

Kaygısız, şen gibiydi adım atışlarından,

Ki hiç görmemiştim ben böyle bakan bir adam, Bu kadar içtenlikle güne gözleri dalan.

Ben hiç görmedim böyle, böyle bakan bir adam, Böyle dalmış gözleri

Küçük mavi örtüye,

Zindanda tutukluların gökyüzü dedikleri, Bulutlar geçerlerken başıboş, hür oradan Kol kola kümeleri.

(18)

Ellerini ovarak yanıp yakınmıyordu Bazı budalaların başvurduğu biçimde, Alın-Yazılarını silecekmiş gibi

Kara Umutsuzluğun bu kapkara ininde: Güneşe bakıyordu,

Havayı içiyordu sabah serinliğinde. Ellerini ovmuyor, gözyaşı dökmüyordu, Hiç acındırmıyordu çevresine kendini, Havayı içercene çekiyordu içine

Onda dindirici bir erdemlik varmış gibi; Aralık dudakları güneşi içiyordu Sanki şarapmış gibi!

(19)

Ve benim gibi öbür suçluların tümü de Başka bölmedekiler,

Biz miydik unutmuştuk, yoksa başkaları mı O irili ufaklı suçlan işleyenler,

Onu gözler olmuştuk şaşkınlıklar içinde, Asılacak adamı.

Ne ürkünçtü adamın dolaştığını görmek, O şen şatır, kaygısız adım atışlarını, Ne ürkünçtü adamın bakındığmı görmek,

Gün ışığına böyle dalan bakışlarını,

Ve çok ürkünç bir şeydi düşünmek onun böyle Canıyla ödenecek bir borç taşıdığını.

(20)

Meşeyle karaağaç, ne hoş dalları vardır, İlkyaz’da donanırlar gürül gürül yeşilden: Korkunç bir şey onları sehpa gövdesi görmek, Yılanların diş yeri gözükürken kökünden, Dimdinç de olsa adam, adam çökmüş de olsa İlle ölmesi gerek, yemişini vermeden!

En ulu yön dünyada affın durduğu yöndür, İnsanlığın değeri tüm onunla ölçülür: Kim boynuna ilmeğin sarılmasını ister, Asılmayı düşünür,

O celladın düğümü arasından gözüken Göklere son olarak kim bakmayı düşünür?

(21)

Kemanların sesiyle dans etmek tatlı, Aşk ve Yaşam birlikte yeşerdiği zamanlar: Fülüt, lavta sesleri arasında dans etmek Ne kadar da güzeldir, insan binde bir tadar: Ama tatlı olmuyor böyle kaçamaklısı, Titrek adımlı danslar!

Gözlerimizi tavana dikmiş çıldırtan kuşkularla Onu gözetliyoruz, avluda, her gün onu, Yoksa bizden de biri

Böyle mi yitirecek yaşamının sonunu, Kim ister, kim yönelir kızıl bir Cehenneme Körkörüne döndürsün kaderinin yolunu.

(22)

Sonunda adam öldü, avluda görünmedi Suçlular arasında,

Kaldığını anladım, asılı, dimdik onun, Tutuklular diliyle, kapkara kutusunda, Artık görmeyeceğim demek onun yüzünü Yaradan’ın bu eşsiz, güzelim dünyasında. Fırtınaya tutulmuş iki gemiymiş gibi Karşıladık onunla ikimiz ayrı yolda: Ne işaret veriştik, ne de tek bir kelime, Denecek tek kelime yoktu ki aramızda; Hem mutlu bir gecede olmadı buluşmamız, Tam karşıt, utanç veren bir günün ortasında.

(23)

Zindan duvarlarıydı ikimizi kuşatan, Biz iki mutsuz, yalnız:

Dünya ikimizi de öte atmış koynundan, Tanrı silmiş, Tanrısız:

Günahları kollayan bir demir kapan Ortasında kıskıvrak kıstırılıp kalmışız.

(24)

III

Sert taşla döşelidir İdamlık Avluları, Yüksek duvarlarından süzülür sızıntılar, O, havaya böyle bir yerde çıkarılırdı, Yoğun bir gök altına,

Dört yanını çevirmiş dolaşan Gardiyanlar Kendi ölmesin diye adamı kollarlardı. Bazan da otururdu kuşkul gözcüleriyle Gece gündüz demeden acısını izleyen; Ağlamak için bile kalkarsa gözetleyen, Secdeye varmak için yere çömelse bile; Kendisini çalmasın asılacağı ipten, Diye gözleyenlerle.

(25)

Vali kesinlik yanlı, Kurallara bağlıydı: Doktora göre Ölüm Bilimsel bir olaydı:

Ve Din-Adamı her gün iki kere uğrayıp, Dinsel konularda bir özet bırakmaktaydı. O her gün iki kere piposunu içiyor, Bir bardak birasını:

Görünüşü kararlı,

Korkusuzdu, içinde bir yer yoktu korkuya; Kıvançlı olduğunu sık sık belirtiyordu, Asılacağı günü yakınlaşıyor diye.

(26)

Acaba niçin böyle garip konuşuyordu, Hiçbir bekçisi ona bunu soramazdı ki: Bekçilerin ağzı var, dili yok olmalıdır, Böyle olagelmiştir bekçiliğin ödevi, Bekçilerin olmalı dudaklarında kilit Yüzleri duvar gibi.

Bekçiler duygulanıp çaba gösterseler de Acısını paylaşıp onu avutmak için: Elinden ne gelir ki İnsan Merhametinin Kıstınlmışsa eğer bir Ölüm Hücresinde? Bağışlayan hangi söz böylesine bir yerde Yardım yerine geçer bir yoldaşın gönlünde?

(27)

Avluda süklüm püklüm dökülerek dolaşan Bir Deli Sürüsüydük!

Umursamıyorduk hiç, biliyorduk ki bizler Şeytan’ın Sürüşüydük:

Kabak kafamız, ağır adımlarımızla biz Maskara Sürüşüydük.

Lime lime parçalar katranlı halatları Kanlı kör tırnaklarla;

Kapılan ovalar ve yerleri silerdik,

Boyuna temizlerdik demir parmaklıkları: Peş peşe sabunlardık tüm tahta kısımları, Gürültüyle çarpardık yerlere kovalan.

(28)

Torba çuval dikerdik, ocakta taş kırardık, Toz toprak başarırdık tüm pasaklı işleri; Teneke seslerine dualar karışırdı, Değirmende terlerdik:

Gene de hepimizin, hepsinin yüreğinde Yılgı durgun yatardı.

O kadar durgun, derin yatıyordu ki her gün Yosunlara takılmış çevrik dalga gibiydi: Ama kanıksamıştık kara kaderimizi Ki tuzağını kurar aymaz’ın, kötülerin,

Taa ki bir gün derbeder, çalışmadan dönerken Geçtik yeni kazılmış bir mezarın önünden.

(29)

Esneyen bir ağızla o sarı çukur bile Sabırsızlık içinde bir canlı bekliyordu; Bağırıyor gibiydi kan için çamur bile Susamış asfalt yola:

Biliyorduk ki bizler, bir sabah gün doğmadan İçimizden birisi asılacaktı daha.

Doğru içeri girdik, yüreklerimiz buruk Ölüm, Ürkü, Kaderdi gözümüzde okunan: Ve cellat elindeki küçücük çantasıyla, Geçti ayak sürüyüp kasvetin arasından: Tüylerim diken diken sonumu tasarladım Numaralı mezarım beliriverdi o an.

(30)

Tüm ıssız koridorlar o günün gecesinde Korkunun biçimleşmiş görüntüsüyle doldu, Bu demirden şehir’in bütün köşelerinde Sesleri duyulmayan birçok ayak gezindi, Ve yıldızlan bile örten parmaklıklardan Beyaz yüzlü insanlar bakınıyor gibiydi. O, yatmış, rüya gören biri gibi, uzanmış, Sanki hoş bir kırlıkta serilmiş uyuyordu, Gözcüler kolluyordu onu bu uykusunda, Hemen hepsi şaşırmış;

Nasıl bu kadar tatlı uyuyabiliyordu Ölümün kapısında.

(31)

Uyuyamaz bir türlü ağlamakla yüz yüze Gelince o güne dek gözyaşı dökmemişler: Yani bizler gibisi —aymaz, kaçak, kötüler— O son gece bitmedi, uzadıkça uzadı,

Acılı ellerine sığınmış her bir baş’tan Bir başkası adına duyulan korku sızdı. Ki ne korkunç bir şeydir

Başkasının suçunu o imiş gibi duymak! İçinde Kötülüğün o keskin Kılıcını

Yüreğinin sonuna kadar saplanmış duymak, Erimiş kurşun gibi akan gözyaşlarımız, Bizim dökmediğimiz bir kan için ağlamak.

(32)

Keçe kunduralarla bekçiler sessiz sessiz Kilitli kapıların önünden geçerlerken, Gözetleyip görünce tüm şaşkına döndüler, Yerde gri biçimler, çömelmiş dua eden, Secdeye varmışlardı, şaşkınlıkla gördüler; Dua etmezdi oysa hiçbirisi önceden. Bütün gece boyunca diz çöküp dua ettik, Bir ölünün ardından yas tutan biz deliler! Gece yanlarında beliren titrek tüyler Ölü arabasının sorgucuna benzedi: Bir süngerin emdiği acı şarap gibiydi Pişmanlığın lezzeti.

(33)

Boz horoz öttü, al horoz öttü öttü,

Ama tan ağarmadı, gün doğmadı bir türlü: Yılgınlık’ ın yabansı, eciş bücüş cinleri, Koğuşlara üşüştü:

Karanlıklan seçen korku görüntüleri Çevremizi bürüdü.

Görünüp kayboldular, kaybolup göründüler, Siste yolcular gibi:

Kıvıl kıvıl bir cümbüş,

Hızla kayıp geçtiler, sanki hora teptiler, Hiç durup dinlenmeden, bir an ara vermeden Korku görüntüleri düğün bayram ettiler.

(34)

Garip ince gölgeler gelip gelip gittiler, El ele tutuştular:

Dönüp dönüp durdular, karman çorman gölgeler Ağır bir danstı sanki:

Biçimsiz görüntüler hecin dansı ettiler Kumlarda rüzgâr gibi!

Fır dönmeleri gibi, tek ayak, kuklaların Topaç gibi döndüler:

Korkunun ıslığıyla vınlayan kulakların, İçine üflediler,

Sanki, gürültüsüyle bitmez şarkılarının, Ölüyü uykusundan kaldırmak istediler.

(35)

«Oho!» diye bağırıp, «dünya geniş, büyüktür, Kıskıvrak bağlanırsa topallaşır insanlar! Şans tanımak gerekir bir iki kez insana Büyüklük gereğince,

Hiçbir şey kazanamazlar Suçlarla oynayanlar Utancın bu Evi ’nde.»

Boyunları büküktür böyle zavallıların, Zaten zoraki sürer yüzeysel neş’eleri: Dört yanları çevriktir bu türden adamların, Hür değildir onların yürüyüşleri bile, Kanayan yarasıdır bunlar hâlâ İsa’nın, Görünüşleri bile.

(36)

Dönüp dönüp durdular, kıvrılıp büküldüler; Bazısı çifter çifter;

Fahişe çalımıyla kırıtıp süzüldüler Bazıları yan yana merdivenlerden çıkıp: Alaylarla gizlenmiş şeytanca göz ettiler, Bütün bunlar bizleri duaya yönelttiler. Tan yeli inildeyip esmeye başlamıştı, Gece bilmedi bitmek:

Kocaman tezgâhında kasvetin kara ağı Dokundu ilmek ilmek:

Ve biz dua ederken korkulara kapıldık, Güneşin Adaleti güne ne getirecek.

(37)

İnildeyen tanyeli boyuna esti, esti Zindan duvarlarının ağlayan yüzlerinde: Çelik tekerlek gibi

Ağır dakikaların ağır izini sezdik:

Ey inleyen tanyeli; bizler ne yapmıştık ki Buna tanık edildik?

Sonunda, görür oldum, gölgeli demirlerin, Kurşunlardan örülmüş kafesleri andıran, Kireçli duvarıma çarpan gölgelerini Döşeğimin yanından,

Anladım ki dünyanın bir yerinde o sabah Tanrının korkunç günü başladı kırmızıdan.

(38)

Saat altıda herkes süpürdü hücresini, Yedide her şey sakin,

Çok güçlü bir kanadın savurduğu esinti Dolduruyor gibiydi her yeri derin derin, Buz gibi nefesiyle çünkü Ölüm Perisi İçeriye girmişti ölüm getirmek için. Öyle debdebelerle alay bayrak geçmedi, Ne de masalda gibi beyaz bir biniciydi. Üç metre ipi vardı, bir de tahta parçası Asmanın araçları böyle yalın şeylerdi: İşte bu aşağılık iple ecel Elçisi İşbaşına geçmişti.

(39)

Bizler bir bataklığa saplanmışlar gibiydik Bir yoğun karanlıkta yol bulmaya çalışan: Dilimiz varmıyordu dua etmeye bile, Kendi acılarımız silinmiş aklımızdan: Hepimizin içinde bir şey yıkılıp ölmüş, Umut denen o şeydi içimizde yıkılan. Dümdüz işler İnsanın amansız Adaleti, Aynı sertlikte vurur eziklere, güçlüye, Yönünü çevirmeden:

Ölüm sunar elinden:

Demir ökçeyle ezip geçer güçlü olanı, En büyük ölüm veren!

(40)

Ve sekizi bekledik:

Dillerimiz şişmişti, susuzluk içindeydik: Ve sekizin vuruşu Kader vuruşu oldu Bir insana son veren,

Ve Kaderin elinde kaygan bir ilmek vardı En iyi olanı da, en kötüyü de çeken. Hiçbir işimiz yoktu,

Gelecek işarete hazır durmaktan başka: Issız bir vadideki taşlara benziyorduk,

Donmuş oturuyorduk, sessiz, hiç konuşmadan: Ama göğüslerimiz çarpıyordu boyuna,

(41)

Birdenbire bir vurgu, saat sekizi vurdu Cezaevi’nin soğuk havası çalkalandı, Zindanın her yanından bir uğultu duyuldu, Güçsüz umutsuzluğun bu son uğultusuydu, Bataklıkları sarsan bir çığlık gibiydi bu, Bir cüzzamlı, ininde sanki bağırıyordu.

(42)

Nasıl çok korkunç şeyler görülürse uykuda Bir rüya aynasında,

Gözümüzün önünde, yağlı ip sarkıyordu O idam sehpasında,

Celladın düğümüyle yan kalan duanın Boğulduğunu duyduk çığlıklar arasında.

(43)

Ve onu öylesine sarsan bütün acılar Acı haykırışında,

O sonsuz pişmanlığı, döktüğü kanlı terler, Kimseler bilmez bunu benim bildiğim kadar: Bir yaşamdan fazla bir yaşamla yaşayanlar Ölürler bir ’ den fazla.

(44)

IV.

Dinsel tören yapılmaz Adam asılan günde: Ve çok üzgündü Papaz, Hüzün, soluk yüzünde, Kesilse kanı akmaz Can kalmamış gözünde.

O gün öğleye kadar bizi bırakmadılar, Neden sonra zil çaldı,

Bekçiler, ellerinde çın çınlı anahtarlar Kapılar aralandı,

Demirden merdivenler ağır ağır doldular, Herkes Cehenneminden dışarıya çıkmıştı.

(45)

Dışarıya çıkmıştık, Tanrının havasına, Ama bu kez bambaşka,

Birinin yüzü beyaz, kireçleşmiş korkudan, Bir başkası kül gibi,

Ve ben hiç görmemiştim bu kadar dertli adam, Güne böylesi dalan.

Ve ben hiç görmemiştim bu kadar dertli adam. Böyle dalmış gözleri,

Küçük mavi örtüye,

Zindandaki bizlerin gökyüzü dedikleri, O mutlulukla geçen, süzülen bulutlara, O tüm özgürlükleri.

(46)

Bizim de aramızda

Boynu bükükler vardı, alnı karalar vardı, Hepsi de biliyordu, aslına bakılırsa, Cezalan idamdı:

O vurmuştu sadece yaşayan bir varlığı, Bunlarsa ölü olan bir şeyi vurmuşlardı. Çünkü ikinci kere suçüstü suç işleyen Yeni bir acı için ölmüşü uyandırır, Çıkarır kefeninden,

Yeniden kan akıtır, Kana boğar bir daha, Boşboşuna yeniden!

(47)

Tıpkı maymunlar gibi, palyaço kılığında, Çizgiler çarpık çurpuk,

Döne döne dolaştık, sessiz sessiz, avluda, Kaygan asfalt üstünde boyuna gezdik durduk; Dönüp dolaşıyorduk, sessiz sessiz, avluda, Birimiz konuşmadı hepimiz birden sustuk. Dönüp dolaşıyorduk, sessiz sessiz, avluda, Boşalmış kafalarda

Çok korkunç Anılardı

Korkunç bir rüzgâr gibi yuvarlanıp savrulan, Hepsinin de önünde büyük bir Korku vardı, Ve büyük bir Yılgınlık geliyordu ardından.

(48)

Bekçiler her bir yönde gidip geliyorlardı, Azgınlar sürüsüne göz kulak olmak için, Pırıl pırıldı hepsi,

Bayramlık giysileri takıp kuşanmışlardı, Ama biz biliyorduk ayaklarında niçin, Kireç izleri vardı.

Çünkü orada, açık, kocaman bir çukurda, Bir mezar değil, şimdi:

Yalnız bir parça toprak birazcık da kum vardı Ardında o duvarın, o tiksinç duvarların, Ve biraz kireç vardı, sönmemiş beyaz kireç, Kefeniydi adamın.

(49)

Evet, kefeni vardı o zavallı adamın, Ona kefen demeye kimin dili varacak: Derinde, taa derinde, bir duvarın dibinde Daha çoğaltırcana utancı çırılçıplak Oradaki o insan ayaklarında zincir Alevden kefeniyle kuşatılmış yatacak! Kireç, bir an durmadan

Eti yer, kemiği yer, Kemiği geceleyin, Gündüzleri eti yer, Bir eti, bir kemiği, Ama her an yüreği.

(50)

Üç uzun yıl boyunca ora ekilmeyecek, Ne bir fidan ne tohum:

Üç uzun yıl boyunca kimse el sürmeyecek, Ve cascavlak kalacak,

Şaşmış, göğe bakacak oradaki o tümsek, Kınamadan bakacak.

Sanırlar ki bir katil yüreğiyle boyalar En küçük bir tohumu.

Ki hiç doğru değildir! Tanrınındır topraklar Herkesin sanısından daha iyidir toprak, Kırmızı güller daha al al açtığı gibi,

(51)

Dudağından, kırmızı al kırmızısı bir gül! Beyaz bir gül, kalbinden!

Gizli bir düzendir bu aklın eremediği, Tanrının Hikmetinden,

Kutsal toprağa değen hacı bostanlarının Dinsel Ulu önünde filizlenmesi gibi Ama ne süt beyaz gül ve ne de kırmızısı Tutuklular evinde yeşerip açabilir; Çakıl çukul, kırıklar, bir sürü taş parçası, Orada yalnız bunlar bizlere verilmiştir: Bilinir ki çiçekler, bir çiçek koklaması Düz bir insanda bile umutsuzluk giderir.

(52)

Ne şarap kırmızısı, ne de beyaz bir gülün, Yapraklan düşecek,

O toprakla kum tümsek Tiksinç duvar dibinde, Oradan geçenlere

Tanrının Oğlu öldü sizin için diyecek.

(53)

Şimdi tiksinç duvarı tutuldular evinin

Onu dört bir yanından kuşatmakta çepeçevre, Gezinemez orada hiçbir ruh geceleyin, Vurulmuştur zincire,

Orada yatan o ruh ağlayabilir ancak, O lanetlenmiş yerde.

(54)

Huzur içinde yatar şimdi —o mutsuz adam— Huzur içindedir o, ya da olmak üzeredir: Onu çılgın kılacak bir şey yoktur orada, Orada gündüzleri yoktur Korkudan eser, O yatmaktadır artık ışıksız bir Toprakta, Ne Güneş doğar ona, ne Ay ışığı düşer. Bir hayvan asar gibi onu ipe çektiler: Çan bile çalınmadı,

Bir duacığı bile ondan esirgediler,

Onun korkmuş ruhuna huzur verirdi oysa, Çabucak alıp onu çabucak götürdüler, Attılar bir kovuğa.

(55)

Soyuverdiler hemen bekçiler çabuk çabuk, Sinekler konsun gibi:

Eğlendiler morarmış şişmiş boynuyla onun, Dışına firlamıştı bakakalmış gözleri: Üstünü örterlerken gülüyordu hepsi de, O ise yatmaktaydı kefeninin içinde. Papaz dua etmedi,

Şerefsiz mezarının önünde diz çökmedi: Kutsamadı mezarı İsa’nın İşareti, Oysa ki o İşaret günahkârlar içindi, Oysa ki bu adam da onlardan birisiydi, Ve İsa da onları kurtarmaya inmişti.

(56)

Ki her şey yolundaydı; o, sadece Yaşam’ın Bilinen sınırının ötesine geçmişti:

Artık dolduracaktı yabancı gözyaşları Çoktan kırılmış olan Merhamet çanağını, Çünkü kötü kişiydi ona yas tutacaklar, Zaten kötü kişiler her zaman yaslıdırlar.

(57)

V

Bilmiyorum Yasalar doğru, yerinde midir, Tüm yanlış mıdır yoksa;

Bütün bildiğimiz biz tutuklusu zindanın, Duvar sağlamdır oysa;

Her günü yıl gibidir önünde yolumuzun, Öylesine bir yıl ki, günleri yıldan uzun.

(58)

Bildiğimce, her Yasa

İnsanın İnsan için yaptığı o Yasalar, Kardeşini öldüren o ilk İnsandan beri, Acılar dünyasının başlamasını sağlar, Buğdayları savurur oysa sapları saklar En kötü elekleri kullanan o yasalar.

Bildiğim bir de şu ki, —ne kadar doğru olur Herkes böyle bilseydi—

İnsanların yaptığı her tutuldular evi Utanç tuğlalarıyla kurulup yapılmıştır, İsa görmesin diye parmaklık takılmıştır İnsanın kardeşini nasıl da ezdiğini.

(59)

Önce parmaklıklarla bozup güzelim ayı, Sonra da saklıyorlar güneşi insanlardan: İyice örtmek için o Cehennemlerini, Çünkü onun içinde öyle şeyler olur ki; Ne o Tanrı’nın Oğlu, ne de bir İnsanoğlu Göremesin içini!

(60)

En iğrenç davranışlar, zehirli otlar gibi, Bu ortamda gelişir,

İnsanların yalnızca en iyi yönleridir Orda solar körlenir:

Soluk benizli Acı tutmuştur kapıları, Umutsuzluk Bekçidir.

Korkmuş küçük çocuğu açlıktan öldürürler Ağlatıncaya kadar:

Zayıfı kamçılarlar, hırpalarlar aptalı, Maskaradır yaşlılar,

Bazıları çıldırır, tümü de beter olur, Ve ağız açtırmazlar.

(61)

Barındığımız o dar hücrelerin tümü de Kenef gibi yerlerdir,

Kokuşmuş soluklan yaşayan Ölümün de Daha boğucu kılar demirli pencereyi,

Ve toz olur her bir şey, Arzu’dan başka her şey İnsan makinesinde.

İçtiğimiz acı su

Bulantı uyandırır balçıklı tortuları, Özenle tarttıkları acı ekmek parçası Toz toprak artıkları,

Ve hiç yatmayan Uyku

Yürür, dehşet gözleri Zamana bir yalvarı.

(62)

Bir yandan cılız açlık, öbür yandan Susuzluk Engerekle boğuşan karayılan gibiydi,

Hiçbirimiz bunları pek umursamıyorduk, Bizi asıl yıldıran, öldüren hepimizi Gündüzleri ocakta taş kırıp taşıyorduk Gece her taş bizlerden birinin yüreğiydi. İçlerimiz kararmış gece yanlarında, Karanlık hücremizde,

Kol çevirir ip yolar,

Cenkleşir herkes ayrı kendi Cehenneminde, Sessizlik bu anlarda yıldırır sanki boğar Kat kat daha belirir çanların seslerinde.

(63)

Bir insan sesi olsun duyulmaz hiçbir zaman Bir söz söylesin tatlı:

Gözleyen göz kapıdan Acısız, sert bakışlı:

Çürürüz biz burada, çürürüz hiç durmadan, Ruhumuz, bedenimiz solarız içli dışlı. Yaşamın zincirini paslandırırız burda Alçalmış ve yapyalnız:

Kimi küfürler eder, kimi ağlar bir yanda, Hiç ses etmez kimi de:

Tanrının Yasaları iyi, ölümsüzse de Kırar en taş yüreği, en katı kalbi bile.

(64)

Ye kırılan her yürek, Hücre ya da avluda,

O kırık kutudur ki bağışlanmış severek Nesi varsa Tanrıya,

Cüzamlıların bile kirli yuvalarında O esmiştir değerli bir sümbül kokusuyla. Ah! Mutludur onlar ki kırılabilir kalbi Af katına ererler!

Hem insan başka türlü yönünü nasıl bulur Ve Günahlardan nasıl ruhunu çekip siler? Kırılmış yüreklerden başka nasıl, nereden Efendimiz İsa’mız ruha süzülüp girer?

(65)

Ve o şişmiş morarmış boynuyla o adam, O dışına fırlamış gözleri bakakalan, Kutsal elleri bekler.

O eller ki Hırsız’ı Cennete ulaştıran; Ve yanık yürekleri pişmanlık duyanlardan Tanrı uzak değildir, uzak kalmaz onlardan. Kararı açıklayan allar giyinmiş Yargıç Üç hafta bırakmıştı ona yaşamak için. Yalnızca üç haftacık, sıyrılabilmek için Gönlünü Ruhunda kemiren çatışmadan, Ve temizlesin diye bulaştığı kanlardan Bıçak tutmuş elini.

(66)

O da kan gözyaşıyla elini temizledi. Çeliği tutmuş olan;

Çünkü yalnız ve ancak kanı kan temizlerdi. Yalnız gözyaşlarıydı yaralarını saran: Ve taa Kabil’den gelen o kırmızı lekeydi İsa’da kar beyazı, İsa’da ak pak olan.

(67)

VI

O Reading zindanında Reading iline yakın Şimdi bir çukur vardır çok alçakça bir çukur, Bir mutsuz adam şimdi yatmaktadır orada Alevin dişleriyle delik deşik olmuştur, Yatmaktadır yakıcı bir kefene sarılmış Mezarında ad yoktur.

(68)

İsa çağrısına dek, ölülerin orada, O, sessiz yatacaktır:

Hiçbir gerek yok artık aptalca gözyaşında, Ve onun için artık sızlanmak boşunadır: Sevdiği bir kadını öldürmüştü bu adam, Bu yüzden asılmıştır.

(69)

Ama herkes de gene sevdiğini öldürür, Bu böylece biline,

Kimi bunu yüklü bakışlarıyla yapar, Kimi de okşayıcı bir söz ile öldürür, Korkak, bir öpücükle,

(70)
(71)

OSCAR WILDE

1854 Doğuşu: Dublin (İrlanda), 16 Ekim. Adı: Oscar Fingall O’Flaherty Wills Wilde. Ailenin ikinci erkek çocuğu. Babası: Dr. William Wilde (Sonraları Sir). Annesi: Jane Francesca Elgee (Speranza adı ile ünlü bir yazar.).

(«Larousse» sözlüğünün yanlışlığından ötürü yalnız Türkiye’de değil, Fransa’da bile doğumu çok kere 1856 sanılmıştır.)

1864 Okul: «Protora Royal School» 1867 23 Şubat: Kızkardeş Isola’nın ölümü.

1871 Trinity College (Dublin)'in giriş sınavlarını, burslu öğrenci olarak parlak bir derece ile kazanıyor.

1872 Bir edebiyat ödülü alıyor.

1873 Üniversite bursu için seçilmesi. Dublin Üniversitesi. 1874 Grekçe’den altın madalya kazanıyor.

Oxford, Magdalen College’e giriş. 1875 İtalya’ya gidiş.

Dublin’de ilk şiiri yayınlanıyor: Grekçe’den bir çeviri. 1876 Babasının ölümü.

Oxford’ta bir edebiyat ödülü kazanıyor. 1877 İtalya’ya ve Yunanistan’a yolculuk. 1878 Edebiyat ve şiirde iki ödül kazanıyor.

(72)

İleride, cezaevinden yazdığı bir mektupta: «Yaşamımın önemli tarihleri babamın beni Oxford’a göndermesi ile toplumun cezaevine göndermesi yıllarına rastlar» diyecektir. 1881 Şiirlerinin Amerika (Boston) ’da yayınlanması. 1882 2 Ocak’ta New York’a varış.

Orada bir yıl konferanslar veriyor (200’den fazla). 27 aralıkta İngiltere’ye dönüyor.

1883 Paris’e gidiş.

İngiltere’de konferanslar.

Geçen yıl yazdığı «Vera» adlı oyununun sahneye konulmasında bulunmak için Amerika’ya gidiyor.

1884 29 Mayıs'ta Londra’da Constance Lloyd ile evleniyor. Balayı: Paris’e gidiyorlar.

Chelsea’ye (Londra) yerleşiyorlar. Bu evlilikten iki oğlu olmuştur.

1885 «Mr. Whistler’in saat 10’u» adlı yazısı.

1886 Çöküşün (1895 ’te 2 yıl kürek cezası) başlangıcını hazırlayan yaşam.

1887 «Canterville Hayaleti».

Haziranda: «Kadın Dünyası» dergisinin editörlüğü.

1888 «Mutlu Prens ve Başka Öyküler» adlı kitabı: Övgüler kazanışı. 1889 «Mürekkepli Kalem, Kalem ve Zehir», «Yalan’ın Çöküşü»,

«Mr. W.H.’in Portresi» yazılarının dergilerde yayınlanması. 1890 «Dorian Gray’in Portresi»nin yazılışı.

(73)

1891 «Padua Düşesi»nin başka bir ad altında yazarı bellisiz olarak, (New York) Broadway Tiyatrosu’nda oynanışı.

«Sosyalizmde İnsan Ruhu» yazısı.

«Dorian Gray»in 24 nisanda kitap olarak çıkışı. 2 Mayıs: «Niyetler».

Temmuz: «Lord Arthur Savile’in Cürmü ve Başka Öyküler». Haziran - Ağustos: Lord Alfred Douglas ile tanışması. Kasımda: «Narlı Ev».

1892 20 Şubat: «Lady Windermere’in Yelpazesi».

Haziran: «Salome» oyununun hazırlanışı, provaları. Fakat oynanması için izin verilmez.

1893 «Salome»nin Paris’te yayınlanışı.

(Wilde, Fransızca yazmıştır. İngilizceye bir yıl sonra Lord Alfred Douglas’ın çevirisi ile geçmiştir.)

19 Nisan: «Önemsiz Bir Kadın»ın Londra’da oynanışı. 1894 2 Nisanda Lord Alfred Douglas’ın babası Queensberry

Markisi ile çatışması.

Haziranda: Babanın Wilde’a evinde hakaret etmesi üzerine Wilde’ın Marki’yi evinden kovması skandali.

11 Haziran: «Sphinx».

15 Eylül: Oscar Wilde ile Lord Alfred Douglas’ın

arkadaşlıklarının «Yeşil Karanfil» adlı bir taşlama yazısı ile anlatılması. (Yazan: Robert Hichens)

1895 3 Ocak: «İdeal Bir Koca»nın New York’ta oynanması. 14 Şubat: «Ciddi Olmanın Önemi» Londra’da oynanıyor. 18 Şubat: Bir kulüpte Marki ile Oscar Wilde’ın çatışması, atışması.

2 Mart: Wilde’ın şikâyeti üzerine Marki’nin tutuklanıp hakaret ve tehditten sorguya çekilmesi.

12 Mart: «İdeal Bir Koca»nın New York'ta oynanması. 3-5 Nisan: Marki’nin yargılanması ve beraat etmesi.

(74)

5 Nisan: Markinin, Wilde’a gayrı ahlaki yaşam gerekçesiyle dava açması ve Wilde’ın tutuklanması. Kefaletle serbest bırakılması.

26 Nisan -1 Mayıs: Duruşmalar. Jürinin ittifakı sağlanamadığı için bu birinci yargılamanın düşüşü.

22 - 25 Mayıs: İkinci yargılanış. Jürinin Wilde’ı suçlu bulması üzerine yargıcın ona verebileceği en ağır cezayı vermesi: 2 yıl kürek cezası.

26 Ağustos: Yazar Robert Sherard, Wilde’ı Wandsworth Cezaevinde ziyaret ediyor.

21 Eylül: Karısı ziyarete geliyor. Mallarına el konuyor.

Wilde, Reading Zindanına aktarılıyor.

Ekim: «Dorian Gray’in Portresi» tekrar yayınlanıyor. 1896 3 Şubat: Annesi Lady Wilde’ın ölümü.

Paris’te «Lugne Poe» Salome'yi sahneye koyuyor ve Herod’u oynuyor.

1897 Cezaevinde, yazı yazma izni veriliyor. «De Profundis»in hazırlanışı.

19 Mayıs: Hapisten çıkış.

Berneval’e gidiş. «Reading Zindanı Baladı»na başlaması. 24 Ağustos: Baladın bitişi. Napoli.

5 Eylül: Lörd Alfred Douglas ile buluşması. (1898’de ayrılıncaya kadar birliktedirler.)

1898 13 Şubat: «Balad»mın Londra’da basılması. 7 Nisan: Karısının ölümü. Cenova.

1899 Şubat: Karısının mezarını ziyareti.

«Balad»ı basan yayınevi «Ciddi Olmanın Önemi»ni yayınlıyor. Mart: Büyük kardeşi William’ın ölümü.

Haziran: Balad’ın 7. basımı.

«Balad»ın yayıncısı «İdeal Bir Koca»yı yayınlıyor. İsviçre, İtalya ve Fransa’ya gezintiler.

(75)

1900 Ağustos: Paris’e dönüş. 10 Ekim: Ameliyat geçiriyor.

29 Kasım: Katolik Kilisesi’ne giriyor: Dinsel töreni Robert Ross sağlamıştı. Çağırdığı Papaz gerekenleri yaparken Oscar Wilde komada idi.

30Kasım: Ölümü. Alsace Oteli, cuma, saat 13.50. Menenjit. (Başucunda Robert Ross ve Reginald Tumer bulunuyordu.) 3 Aralık: Paris’te «Bagneux» mezarlığına gömülüyor. Cenazesine gelenler: Dr. Tucker, Robert Ross, Alfred Douglas, Reginald Tumer, Maurice Gilbert, öldüğü otelin işleticisi, otelden iki işçi ve kimlikleri öğrenilememiş üç kişi. Törende, otel işleticisinin küçük bir çelengi de vardı: Müşterisinin adını ve sanını kavrayamadığı, edebiyatla ilgisi bulunmadığı için, Wilde’ın ölümü üzerine yankılanan çevresinin etkisinde kendisini borçlu saymış, yaptırdığı çelengin üzerindeki kurdelaya «kiracıma» yazısını yazdırmıştı. Bir başkasında da «Otel İşçileri» yazıyordu. İngiliz dostlarının 24 çelengi vardı.

Bagneux mezarlığının yetersizliği yüzünden 1910 Eylülünde mezarı,ünlü kişilerin gömüldüğü Pere - Lachaise’e geçirilmiştir.

(76)
(77)

BALAD'IN

ÖYKÜSÜ

«Reading Zindanı Baladı» İngiltere’de 1895-1897 arasında iki yıl kürek cezasına uğratılmış yazarın, cezaevinden çıktıktan sonra gittiği Berneval’de başlayıp Napoli’de bitirdiği bir kitaptır. Birçok özellik taşıyan bu kitabın basım öykülerini, yazarının ve çağının ilişkileri arasında gözden geçirmek, onun dayandığı olay ile birlikte incelemek gerekir.

Kitap ilkin, Londra’da 24 Ocak 1898’de 400 basılmaya başlanmış, bunun hemen ardından 8 Şubatta 400 daha eklenerek 800’lük birinci baskı yapılmış ve 13 Şubat (ya da 14 Şubat Pazartesi) 1898’de kitapçı Leonard Smithers eliyle satışa çıkarılmıştır. Öbür yayıncıların ve kitapçıların basmaktan çekindiği bir kitabı (bir suçlunun kitabını) basmak, o çağın İngilteresinde az önemli değildi. Smithers ilkin, birinci baskının birkaç yüz olmasını istiyordu. Dieppe’de yazar ile ilk karşılaşmalarını Robert Ross’a bir mektubunda anlatan kitapçı, Wilde için: «İyiden iyiye sarhoştu, ama şendi» der. Birinci baskıdan 30 kitap da özel olarak Japon kâğıdına basılmıştı. Ama üzerinde ne basımevinin adı vardı, ne de yayınevinin adresi. Yazarının da adı yoktu. «Reading Zindanı

Baladı — C. 3. 3.» yazıyordu kapağında.

Bu marka, Oscar Wilde’ın Reading Zindanı’ndaki sicil numarası idi: C bölmesi, üçüncü koğuş, üçüncü hücre...

Kitap hazırlanırken başında bir sunu yazısı bulunuyordu:

«Cezaevinden çıktığımda bazıları beni giyim kuşamlarla karşılamaya geldiler.

Ve yiyeceklerle, ve bazıları da akıllı öğütlerle. Siz ise bana bağrınızı açtınız.»

Bu sunuş Robert Ross içindi ve buna benzer biçimde «De

Profundis»te de vardı. 28 Mayıs 1897 mektubunda Wilde, Ross’a

şöyle yazıyordu:

«Ben cezaevinde sizden ya da size yazdığım kitabımda bir tek yanlışlık yaptım. Şiirimin şöyle okv.ması gerekir:

Cezaevinden çıktığım zaman siz beni giyim kuşamlarla beklediniz, yiyeceklerle ve akıllı öğütlerle. Siz beni sevgi

(78)

ile beklediniz.»

Bu sunu, editörün isteği üzerine çıkarılmıştır.

24 Şubat 1898’de, ikinci 1000 baskı çıktı. Bazı önemli düzeltlemeler birinci baskıya yetişmemişti, bunda düzeltildi.

Bir hafta kadar sonra, mart başlarında 99 tane olan üçüncü baskı çıktı. Bunda, yazarın el yazısı ile imzası siyah olarak, kitap numarası ise kırmızı mürekkep ile Smithers’in el yazısı ile konulmuştu.

O günlerde (4 Mart'ta 1200 adet olarak) dördüncü baskı yayınlandı.

Şiir yankı uyandırmıştı, istekler çoğalıyordu. Beşinci baskı da, 17 Martta 1000 tane basıldı. Altıncı baskı 21 Mayıs 1898 ’de 1000 basıldı.

Kitabın yedinci baskısı, 23 Haziran 1899’da 2000 yapıldı. Bunun kapağında C. 3. 3. sicil numarasının altında parantez içinde yazarının adı, Oscar Wilde yazıyordu.

Leonard Smithers’in, bundan sonra, 19 Aralık 1907’de ölümüne kadar resmen baskı yapmayıp, sürekli olarak kaçaklama baskılara devam ettiği sanılıyor. Bu arada bir de el dizgisi başka bir kaçak baskı ele geçirilmiş ve yazarın vasiyetini yürüten kişinin (Robert Ross) şikâyeti üzerine, korsan basımını yapanlar yakalanmıştır.

1908 yılında, ReadingZindanı Baladı da Oscar Wilde’ın ilk «Bütün Eserleri» yayınının «Şiirler» kitabına alınmıştır.

Kitabın baskıları süresince Wilde ile Smithers ve Robert Ross başta olmak üzere, bazı dostlarla iş arkadaşları arasında birçok yazışma yapılmıştır. Bu yazışmaların tümü, Stuart Mason’un Walter E. Ledger ile işbirliği yaparak 1914 yılında yayınladığı çok geniş bir kitap olan Oscar Wilde Bibliyografyasındadır.

Oscar Wilde, ,1897 yılında Dieppe yakınında Berneval'de yazmaya başladığı Balad’ını uzun süredir tasarlamaktaydı. 19 Temmuz 1897 mektubundan:

«Şiirimin üzerinde çalışmaktayım. Şiir güç bir sanat, ama yaptığımı birçok yönden seviyorum.»

Ertesi gün Robert Ross ’a yazıyor:

(79)

24 Ağustos 1897’de, yine Robert Ross’a, değişik bir düşünceyle: «Şiirim henüz bitmiş değil, ama bugün öğleden

sonra bitirmeye kararlıyım. Hemen daktilo edilmeye göndereceğim» diye yazıyor.

«Daktilo edilmişini bir göreyim, onda düzeltmeleri daha iyi yapabilirim. Şu anda el yazısından bıkmış durumdayım.

«Aşağıya aldığım bölüm sizce iyi mi? Bana, bir dengesizlik varmış gibi geliyor. Böyle şeyleri konuşmak için burada olmanızı isterdim. Beni çok unutuyorsunuz, aziz çocuk.»

(Bu mektupta sözü geçen, «III. bölüm» üçüncü altılıktır ki şiirin son durumunda hiç değiştirilmeden kalmıştır.)

«Suçlunun asılmadan önceki yaşayışını da belirtmek gerekir. Arada bir yere “kenef" sözcüğünü koydum, çok iyi oturdu.»

Oscar Wilde o gün Smithers’e Balad'ı gönderir:

«Şiiri daktilo ettirip, cumartesi günü bana getirmenizi dilerim. Gelemezseniz posta ile, Dieppe’te Sandwich Oteli’nde Sebastian Melmoth adına gönderiniz, ben orada olacağım. İyi bir kâğıda çekilmesini istiyorum, pelür kâğıdı olmasın. Gri bir kap geçirilsin. Tam bitmiş değildir, ama daktilo ile yazılmışını görmek istiyorum. El yazımla olanlardan sıkıldım.»

(Sebastian Melmoth: Fransa’da yaşadığı sürece Wilde'ın kullandığı addır. Takma ad kullanması yüzünden ölümünden sonra Polis ve Belediye yönünden birçok zorluklar çıkmış, kuşkular öne sürülmüş, morga kaldırılmak istenmişti. Tanınmış kişilerin aracılığı ile bu işler zorlukla düzenlenebilmiştir.)

2 Eylülde Smithers cevap verir:

«Dün şiirinizi gönderdim. Onu Aubrey (Beardsley)'e gösterdim, çok ilgi ile karşıladı. Hemen bir kapak yapmaya söz verdi. Bana öyle geliyor ki gene yapmayacak. Bir sürü işten, bitirdiği başlayacağı kitaplardan söz ediyor. Ondan bir iş çıkmaz kanısındayım.

(80)

bile. Rouen ’deki buluşma sözümüz gelecek haftaya kalmış oluyor.

«Bana daktilo edilmiş kopyayı ya da elle yazılmışını sizce uygulanmış olarak gönderiniz, ben de size bir prova göndereyim.»

Hazırlıklar burada biraz aralanır. Dieppe’te İsviçre Kahvesi’nden yazılmış bir mektup Robert Ross’a, Berneval’deki günlerin son bulduğunu bildirir. (Oscar Wilde burada sessiz bir ortamda dinlendirici sayılacak günler geçirmiş oluyordu.)

«Dönmekte olduğunuza sevindim, çünkü beni Rouen’de İngiltere Oteli'nde bulabilirsiniz. Yarım saat sonra ayrılıyorum. Kısacası, Berneval ’e artık dayanamayacağım. Geçen perşembe az kalsın canıma kıyıyordum, o kadar sıkılmıştım.

«Şiirimi daha bitirmedim! Sizi gerçekten özledim. Ölümün eşiğinden döndüm diyebilirim. İyi de oldu.

« ‘Florentine Trajedisi, Aşk ve Ölüm’ü yazmayı bir daha

denemek üzere Rouen ’e gidiyorum.

«Evet, Bosie’yi gördüm. Trajedi ve çöküntü duyguları ile onu sevdiğimi, hep sevmiş olduğumu söylemek bile fazla, iyi günlerinde ve tatlılığı da üzerindeydi.

«Hemen Rouen’e geliniz.»

Bu mektuptan da anlaşılacağı gibi huzur günleri gitmişti. Aşk, ölüm, trajedi, çöküntü deyimleri ortaya çıkmıştı. İnişin başlangıcı... Benliğini kapsayan “uğursuz kişi”nin ortaya çıkışı... İki duygusal âşığın Napoli’ye gidişleri... Sonu olmayan bir rüyayı yaşamak için... Bu yeniden başlayışın «psikolojik yönden giderilemez» yönünü Ross ’a yazar:

«Bir aşk ortamı olmaksızın da: sevmeli ve sevilmeliyim, ödenecek bedel ne olursa olsun.»

Duygularında bir burukluk vardır:

«Gerçek ki, çoğu zaman mutsuz olacağım, ama henüz onu (Lord Alfred Douglas) seviyorum: Yaşamımı yıkmış oluşu bile bana sevdiriyor onu. «Seni seviyorum, çünkü beni yitirdin», bu söz, Anatole France’ın Saint Claire’in

(81)

korkunç bir sembolik gerçektir bu.»

Az olan paralarının yettiği birkaç gün boyunca, Wilde kendini «çok mutlu» sayıyor, ama yine de bununla yetinmeyerek daha da inandırıcı dayanaklar bulmaya çalışmaktan geri kalmıyordu.

«Yaptığımın kaçınılmaz bir yazgı olduğunu saklamıyorum: yapılması gerekiyor çünkü bunun. Bosie ile ben birlikte dönmeliyiz. Kendim için başka hiçbir varlık görmüyorum; onun için de öyle, o da başkasını görmüyor, şimdi, bizim istediğimiz tek şey, bizimle uğraşmamalarıdır...»

«Güzel bir villa»ları vardı denize bakan, bir de piyanoları. Wilde İtalyanca konuşma dersleri alıyordu. Tek meseleleri vardı, ki onun da çözümü yoktu; geçimlerini sağlayacak kadar bir gelir. Bosie, arkadaşına sığınıyordu, o da, koyu koyu çalışmaya koyulmak düşünceleri güdüyordu:

«Artık, edebiyat alanında —diye yazıyordu Robert

Ross’a,— bana yardım etmeniz gerekeceğine inanıyorum...» Bundan sonraki yarışmalar, işlerin düzenlenmesi ve ayarlanması için izlenecek yollar, görülmesi gereken kişilerin adları, adresleri, düşünceler ve niyetlerle sürmüştür. Robert Ross da sonsuz bir çaba ile kendini adadığı bu işlerde her zaman yüksek duygulu bir insan, büyük ve sarsılmaz bir dost olduğunu davranış ve düşünceleriyle göstermekten hiç geri kalmamıştır. «En az 300

sterlin gerekiyor., en kısa zamanda Pinker’i görünüz.. Ondan 300 elde edebilmek için 500 istemelidir... şiir Smithers ile birlikte New York Journal’de de yayınlanmalıdır... şu ajanı görünüz..» gibi işler.

«Şimdi, şiirin yer yer çok güzel olduğuna inanıyorum... «Bosie üç güzel sone yazdı ki ben onlara: ‘‘Ay’ın izleri” (Ay'ın Nakışları demek daha iyi) diyorum. Çok, çok güzel soneler. Onun Mozart sonesini de Musician ’a gönderttim. Yarın Florentine Trajedisi ne başlayacağım. Ondan sonra da “Firavun" piyesine sarılmalıyım.»

(Bu kitaplar yazılmamıştır.)

Bunların arasında kitaptan gelecek paralar, şiirin günlük bir gazetede yayınlanması ile, ya da Amerika’da yayınlanması ile

(82)

elde edilecek sterlin ya da dolarlar.. Kitaba konulması düşünülen değerler üzerinde hesaplar..

Bu sıralardadır ki, V. ve VI. bölümlerini 2 Ekim 1897 tarihli mektubu ile kitapçıya gönderip şiire eklemiştir. Mektupların çoğunda olduğu gibi ya gelmiş olan bir para için ince teşekkürler ya da bu mektupta olduğu gibi paraca sıkışık durumun bildirilmesi..

Gene bu günlerde şiire dört altılık katılması için gönderdiği mektubunda: Altışar satırdan yirmidört satır tutan bu parçanın, romantiko - realist özelliklerine dokunduktan sonra, herhangi bir şiir pazarında bunların her satırının bir sterlinden fazla edeceğini sözlerine ekliyor ve onların II. bölümdeki altıncı altılıktan sonra konulmasını diliyor. Şimdi öbürlerine göre az olan II. bölümün hem düzeldiğini hem de onların oraya girmesinin çok iyi olduğunu anlatıyor.

Ertesi sabah, bir pazar günü, Balad konusundaki bütün son durumlardan Robert Ross dostunu aydınlatıyor:

«... Smithers’e, araya koyması için dört altılık daha göndermiş bulunuyorum ki, aralarında çok iyi olan biri, sizin tam tutmadığınız romantik tondadır, ama, o da sonuçta şiire bir denge verecektir.»

(Burada sözünü ettiği altılık, şiirin II. bölümünün dokuzuncusudur.)

«III. bölümün ikinci ve üçüncü altılıkları dışında, artık şiiri tümü ile sevmekteyim. O ikisini bir türlü yerlerine iyi oturtamadım...

«Yaşayışımızdaki yalnızlık burada çok iyi ve ona da, bana da hiç yazan yok. Birbirimizi mutlulukla seviyoruz, bir de paramız olsa, tüm mutlu olacağız. Bosie gene her zamanki gibi

meteliksiz;...-«Smithers iş konusunda benimle ilgilerinde gevşek davranıyor. Bu çok sıkıcı... Şiirim üzerine sizden uzun bir mektup bekliyorum; onu iyice inceleyiniz rica ederim ve beğenmediklerinizi gösteriniz.»

Robert Ross, Londra’daki bütün-işleri yapıyor, Wilde ile Lord Alfred Douglas ’ ın yeniden buluşmalarından üzüldüğü halde, yardım

(83)

ve ilgilerinde hiçbir kısıntı yapmadan çalışıyordu. Wılde, onun dostluğunu her zaman, yeri gelince belirtmiştir. Wilde, Ross’un öğütlerini, eleştirilerini de öğrenmek isterdi. Ross’un dediklerinin üzerinde durur, her şey bir yana, düşünüp cevaplarını verirdi.

Bunlardan birinde şunları yazıyor:

«Eleştirdiğiniz noktaların büyük bir parçasında sizinle birliğim. Şiir, melez bir stilin doğurduğu güçlüklerle çatışmada. Bir bölümü gerçeksel, öbürü romantik, bir bölümü şiir, öbürü propaganda. Bunu tüm paylaşıyorum sizinle, ama gene de ilginç bir sonuca yöneldiğine inanıyorum bu stilin; bir başka yönden ilginç oluşu şiirin sanat yönünden açık vermesine kadar varmıyor değilse de.

«Sıfatlar konusunda: ben aynı kanıdayım ki şiirde çok “korkunç”, “ürkünç" geçiyor. Bunun zorunluğu, cezaevindeki şeylerin belirgin bir biçim ve sivrilikleri olmamasında. Örnek olarak: suçluların asıldığı hangar, tepesinde bir camlı delik olan küçük bir barakadır. Margat'e plajındaki fotoğrafçı barakalarından biri gibi. On sekiz ay boyunca ben onu, tutukluların fotoğraflarının çekildiği yer sandım: onun ne amaçla kullanıldığını anladıktan sonra, o bana o etkiyi yaptı da ondan. Aslında, daracık, müstakil, camdan tavanlı, tahtadan hangar gibi bir şeydi.

«Bir hücre de öyle, insan ruhuna etkisince, psikolojik yönden belirtilebilir: aslında orası için, ancak “kireçle aklanmış” ya da “karanlık” denebilir. Kontursuzdur, ayrıcalığı olan bir şeyi yoktur: biçim ya da renk açısından yok sayılabilir.

«Gerçekte, bir cezaevini sanat olarak vermek, bir helanın oturma yerini belirtmek kadar zordur. Ondan edebi bir anlatım yapmak gerek ise, şiirde olsun, düzyazıda olsun, sadece duvardaki kâğıdın iyi ya da kötü olduğunu söylemek gerekir. Cezaevinin korkunçluğu, oradaki her şeyin aslında tüm yalın, aşağılık, ürkünç, itici olmasıdır.

« “The Musician" dergisi şiiri yayınlamak için çok istek gösterdi: ben istemedim: şimdi ise herhangi bir İngiliz

(84)

gazetesini geri çevirmeyeceğim. Musician 50 sterlin verse çok iyi olur. Ben gene de " Sunday Sun” ya da “Reynolds” olsun isterim. “Saturday” almak istiyorsa iyi, güzel; ben sunarsam olmaz, ama Smithers bunu yapabilir.

«Elimde şiirin bir kopyasının bulunmayışı çok canımı sıkıyor. Tam iki hafta önce ona gönderdim. Elimdeki karışık parçalan bir araya getiremem. Bunu her gün Smithers’e yazıyorum, hiç oralı olmuyor. Bundan ötürü onu kınamıyorum: yalnız, olanı anlatıyorum.

«IV. bölümün başını öyle bırakacağım. Yalnız, III. bölümün başından üç altılığı çıkaracağım.

«Hayaletler, görüntüler konusunda, bence orada çizilen tablonun “acayipliği” onların konuşu’larını bir ölçüye kadar oluğan kılıyor. Bosie de sizin gibi düşünüyorsa da, o da ben de sizin Hamlet’teki hayalet sahnesi üzerindeki düşüncelerinize katılmıyoruz; lirik ve dramatik metodlar ile şiir arasındaki paralel çok ayrık değildir.

«Üç gündür hiç param yok, mektup kâğıdı bile alamayacak kadar. Sizin kâğıdınızın parçasına yazıyorum.»

Wilde’ın durumu iyiden iyiye kötü idi. Karısının aydan aya vermekte olduğu bir para vardı ki, Bosie ile aynı çatı altında oturmamayı öngördüğünden, artık kesilmişti. Genç adam belirli gelirlerden söz ettiği halde, hiçbir çaba göstermiyordu ve ne de sözlerinde duruyordu. Durumun günden güne kötüye gitmesi, Wilde’ın Balad üzerinde gerçekleşmesi çok güç umutlar beslemesine varıyordu. Edebiyat ajanı Pinker’in yüzlerce kitap satacağı düşüncesine saplanmıştı. O gün, 19 ekimde, gene bu konuda iki mektup yazdı. Biri yorulmak bilmez dostu Ross’a, öbürü Leonard Smithers’e.

Robert Ross’a:

«Bütün çektikleriniz için sonsuz teşekkür... 500’lük yeni bir baskının hesaplarını, masraflarını yaparken, basının ve yazarın kitapları da gönderildikten sonra:

«...reklam için de 10 sterlinden sonra geriye hiçbir şey kalmıyor. Şiiri bir İngiliz gazetesinde de yayınlamak iyi

(85)

olacak. Ben “Reynolds ” olsun diyorum. Çünkü o alt tabaka arasında çok satıyor. Sempatiden ötürü benim okuyucu kitlemi sağlamış oluyor. Sonra, bu gazete bana hep dürüst davrandı. Pinker bu işi yapabilir. Gazeteden 100 sterlin alınabilir sanıyorum. Eğer bu arada, New York Journal de istekli olursa 250 - 300 vermek zorunda kalır hiç olmazsa...

« ‘Ve düşkünlerin gözyaşları durmaz’ ile şiirin son bulmasını istemekte haklısınız ama benim de yapmak istediğim propaganda oradan başlıyor. Bunun tümüne galiba “şiir ve propaganda” ya da “Dichtug und Warheit” diyeceğim.

«Size son yazdığımdan bu yana iki altılık daha ekledim. Seviyorum şunu» deyip III. bölümün 32. altılığını yazıyor.

19 Ekimdeki ikinci mektubunda Smithers’e de aynı şeyleri yazıyordu:

«...Şiir “Chronicle” için fazla uzun. Frank Harris ile aram hiç iyi değil, onunla bir şeyler yapılabileceğine inanmıyorum. Bence, şimdi benim de kendilerinden olduğum sabıkalılar arasında çok satan “Reynolds” en uygunu. Hem böylelikle benzerlerimce de okunmuş olacağım. Benim için yeni bir deneme...»

O gün başka bir dostuna da:

«Balad’dan kurtulur kurtulmaz, komedimi yazmaya başlayacağım. Şimdilik Balad önü çekiyor.»

30 Ekim 1897 cumartesi, Robert Ross’a, Napoli Posilipe’de, Villa Giudice’den yazıyor:

«...herhangi bir İngiliz gazetesinde şiiri yayınlamak düşünceme karşı olduğunuzu Smithers’den duydum...

«Ben de bunun kitabı bozacağına inanıyorum. Sizin de . bildiğiniz gibi onu yalnız Smithers ’in yayınlamasını isterdim.

O da bana şiirin ayrıca bir de gazetede yayınlanmasından bir fayda ummadığını yazdı. Ben bunu para ve geniş okuyucu kütlesi bakımından öne sürüyordum. Ama şimdi onu yalnız Smithers’e bırakmanın daha iyi olacağını sanıyorum...»

Bundan sonra gene işler ve «İdeal Bir Koca»nın basımı üzerinde düşünceler...

(86)

(«İdeal Bir Koca» piyesini, 1899 temmuzunda, «Lady Windermere’in Yelpazesi» yazarı adı ile Leonard Smithers yayınlamıştır.)

100’ü özel, yazarının imzası ile ve satış dışı 30’u da Japon kâğıdına olmak üzere kitap ayrıca 1000 basılmıştı, oynanma yetkileri Lewis Waller ile H. H. Morell’de idi. Oscar Wilde ile Frank Harris arasındaki dargınlık, bu kitabın başındaki “bir adama” yazısı ile son bulmuştur. Bu barışma, ikisinin de dostları arasında büyük bir sevinç uyandırdı. (Frank Harris, Oscar Wilde’ın en iyi biyografisini yazmış olan yazardır.)

«İdeal Koca»nın basımından eline geçen para, 1899 şubatında çıkacak olan «Ciddi Olmanın Önemi»nin basılmasına karar verilmesi ile Smithers’den aldığı para ve Balad’ın avansı, Wilde’ın durumunda bir değişiklik yapamadı. Bosie’nin alıştığı yaşama düzenini bunlar karşılayamıyordu. Oscar Wilde, bütün engellere karşın, gene de şiirin Amerika da yayınlanması ile gelecek dolarları düşünmek zorunda kalıyordu.

15Kasım 1897’deki mektubunda RobertRoss’a yazdıkları:

«...Amerika bakımından çok zorluklar var. Benimle halk arasında böylesine bir engel bulunduğunu görmek benim için son derece sarsıcı. Durumumu yeniden gözden geçirmem gerekiyor. Çünkü bu gidişle burada yaşayamayacağım. Üstelik yaşayışı değiştirmeye çabalamanın da boş bir şey olduğunu biliyorum: insan, kişiliğinin çemberi içinde dönmüş olur sadece.

«Şiirin son durumu üzerine söylediklerinizden sevinç duydum. “Kızıl Cehennem”i “Gizli Cehennem”e çevirmem, deyimin bana sert gelmesindendi. Ama şimdi gene eski kanıya dönmek istemiyorum. Düzeltmeyi siz orada yapar mısınız?»

Bundan sonra, sözcükler, olaylar ve gene şiirin ayrıca yayınlanıp yayınlanmaması üzerinde yazışmalar.

Ertesi gün, 16 kasımda Smithers’e yazıyor:

«Bu adaletsiz, fırtınalı ve sıkıcı dünyadan çekilmeden önce, istiyorum kj provaları ben düzelteyim. Çarşamba günü göndereceğinize söz vermiştiniz: şu ana kadar hiçbir şey

(87)

görmüş değilim. Konusu yadırganan ve yazılışı çok kişisel olan şiirimi, elimden geldiğince tam yapılmış olarak görmeden ölmek istemiyorum. Provaları bu hafta alacağımı umuyorum. Kapak işine gelince, istediğinizi yapınız; ne kadar yalın olursa o kadar iyi.

«Amerika konusunda artık hiç umudum yok. Ama Amerika’dan yayın hakkını almakta size güveniyorum. Bir şans, büyük bir satış şansı var.»

O gün (16 Kasım 1897) Ross’a uzun bir mektupla özel işleri arasında umutsuzluğunu da anlatmıştır:

«Benim şu satılmaz şiirim konusunda uzun zamandır bana yazmadınız; biliyorum bu konuda siz de çok üzüldünüz. Amerika ’da yayınlanmakla benim aramda böylesine engeller olduğunu hiç sanmıyordum. Kolaylıkla ortaya çıkıp iyi bir fiyat bulacağımı umuyordum. Gururun, başarıya gidene yardım edip, başarısızlığa düşenleri çelmelemesi tuhaf. Eskiden gücümün yarısını gururumdan alıyordum.»

19 Kasımda Robert Ross’a, eline geçen provalar üzerinde sayfalama düzeni, kelimeler, deyimler ve sıfatlar konusunda düşüncelerini yazıyor, kendisine yöneltilmiş eleştirilere karşı savunmalarını yapıyor.

«...Doktor için söylenenler çocukça. Ben ablak-yüzlü, kocaman ağızlı bir doktor koyuyorum oraya. O zamanki olayların özetini çıkarmış değilim ben. Kişiye göre değil, türe göre sıfat kullandım. Genel tablosunu çizdim Reading’de olanların. Smithers’e anlatınız ki sıfatlar yerindedir, tam yerindedir bence ve daha birçok açıklama...»

25 Kasım perşembe, Robert Ross’a, sanatçı çabalarını anlatıyor:

«Çıkarmış olduğum altılıkları gene yerlerine koydum, çünkü onlar öykü yönünden yararlı. Okuyucuların, suçlunun cezaya çarptırıldıktan sonra ne yaptığını Öğrenmek isteyeceklerini sanıyorum. Böylelikle, şiir yönünden iyi olmamakla beraber, öykünün eksiği giderilmiş oldu, iyi bir parçanın düzeltilmesi daha kolay oluyor. İyi oturmamış, kötü

Referensi

Dokumen terkait

entitled “ Hypocrisy Of Victorian Morality Reflected In A Woman Of No Importance (1893) By Oscar Wilde: A Sociological Approach ” this research paper is one of requirement to

This thesis organization of criticism against material - oriented life reflected in Oscar Wilde`s The Importance of Being Earnest drama: A Sociological

Rumusan masalah penelitian ini adalah krisis pernikahan apa yang tercermin pada drama An Ideal Husband karya Oscar Wilde, strategi apa yang dilakukan

Ross Street, Macquarie University: street@math.mq.edu.au Walter Tholen, York University: tholen@mathstat.yorku.ca Myles Tierney, Rutgers University: tierney@math.rutgers.edu.

CHAPTER 3 THE USE OF FIGURATIVE LANGUAGE IN CHARACTERIZATION OF THE NIGHTINGALE AND THE ROSE SHORT STORY BY OSCAR WILDE 3.1 Analysis .....

And the author also argues the same with Kaharudin, because after the author read a short story entitled “Canterville Ghost” by “Oscar Wilde.” The author also found

Berdasarkan hasil dari analisis data, ditemukan hasil bahwa: (1) ada beberapa kelas sosial yang terjadi dalam drama A Woman of No Importance Oscar Wilde and Pygmalion

Finally, the author would like to suggest that this research can continue and by using Archetype Carl Gustav Jung's approach in another Oscar Wilde novel to be able to find differences