• Tidak ada hasil yang ditemukan

Her kuşağa kendi mekanları:İstanbul'un yok olan hayal şatoları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Membagikan "Her kuşağa kendi mekanları:İstanbul'un yok olan hayal şatoları"

Copied!
8
0
0

Teks penuh

(1)

HE R KUŞAĞA KENDİ M E K Â N L A R I . . .

İstanbul’un Yok Olan

Hayal Şatoları

A t i l l a D o r s a y

Benim Beyoğlum

kitabım da on lar için “hayal şato­

ları” deyimini kullanmıştım. Bu deyimi seviyorum ve

koruyorum. Onlar bizim çocukluğumuz

ve

ilk gençliği­

miz için benzersiz tatlar, lezzetler ve doyumlar

sunan

birer

b ü y ü lü

adresti kuşkusuz... Herbirinin kapısından içeri binbir

beklentiyle girer ve çoğu zaman diişkırıklığına uğramaz, hatta bekle­

diğimizden de fazlasını alırdık. Sinemanın henüz rakipsiz düş alanı olduğu,

TV-video devrimi öncesi görselliğin henüz evlerimizin içine girecek kadar ehlileş­ mediği çağlarda, sinema salonları bizler için birer mabet, birer büyü tapmağı, sinemaya gi­ dip film izlemek ise sanki gizemli ve kut­

sal bir törendi. Bu duyguyu bugünün ku­ şaklarının anlamasına olanak yok...

Salonların yeniliği, konforu, rahatlığı ve “lüks” olmaları bizim için önem taşı­ mazdı. Büyük olasılıkla, anacağım salon­ lardan kimilerine bugünün standartları içinde girip film izlemek, yapılacak şey değildi. Ama biz, yeni yetme görüntü av­ cıları ve görsellik tutkunları, ayrıntılara dikkat edecek yaşta değildik. O yüzden kimi köhne salonlar, bizim için mabetlerin en kutsalı ve saygını olup çıkmıştı.

LALE SİNEMASI

Önce Beyoğlu: Taksim’den başlarsak, bugün hâlâ var olan Lale Sineması’nın en güzel bölümü, dar ve uzun bir salon olan koltuk bölümü idi. Bugün içinde Mega- vizyon adlı dev müzik market bulunan

yer... Bugünkü Lale ise eski sinemanın balkon ve üst-balkon bölümlerinde sürü­ yor. 1950’lerden başlayarak bu salonda Lale Film’in getirttiği Warner Bros ve Pa­ ramount damgalı filmlerin en güzellerini izlemiştim.

O görkemli siyah-beyaz dramlar: “İhti­ ras Tramvayından “İnsanlık Suçu”na, “Se­ fahat K u rban ın d an “Müthiş Mücade- le”ye... Yazları bu salonda “Kazablanka”, “Ömre Bedel Kadın” gibi eski yılların filmlerini de keşfettiğimiz olmuştu. Aynı salonda 1950’lerin ilk cinemascope film örneklerini. Bob Hope-Bing Crosby, Dean Martin-Jerry Lewis komedilerini, Doris Day müzikallerini de izlemiştik. Sonra yerli filmlere açılan salon, uzun yıllar bu siyaseti sürdürdü. Şimdiyse iki salonluk hoş bir kompleks olarak hâlâ var...

YILDIZIN ÎKÎNCt

VİZYONLARI...

Biraz ötede, şimdiki Etibank’ın bulun­ duğu yerde unutulmaz Yıldız Sineması vardı. Üçgen biçimi bir fuayesi ve küçük bir salonu olan bir hayal şatosu daha... 1940 sonlarında bu salonda “Aşktan da Üstün”, “Hayatımızın En Güzel Yılları” gi­ bi Amerikan, “Yılan Kadın”, “Yakut Gözlü Kız”, “Karavan” gibi o yıllarda çok tutulan İngiliz filmleri oynardı. Salonun küçüklü­ ğünün de katkısıyla, aylar boyu afişten in­ meyen filmler ve sinemanın önünde, salo­ nun boyuyla ters orantılı, hâlâ çok hatırla­ dığım dev tanıtım panoları... Ben bu salo­ nu en çok, 1950 başlarında yaz mevsimle­ rindeki ikinci vizyon filmlerinden anımsı­ yorum. Burada “P andora”dan “Kanlı Aşk”a, “Kara Şeytan”dan “Denizlerin Sev- gilisi”ne kadar sayısız filmi “ikinci vizyon­ da” keşfetmek, gerçekten heyecan vericiy­ di. Bu küçük, ama işlevsel salon, dönemi­ nin belki de ilk sanat sineması örneği olan Yıldız, 1954-55 yıllarında kapandı gitti.

Bugünkü Fitaş Sinemaları kompleksi­ nin yerinde bir zamanlar Mulen Ruj Sine­ ması varmış. Hiç hatırlamıyorum. Şimdiki salonlar, 1965-66 mevsiminde Fitaş ve Dünya Sinemaları olarak açıldı. Ve son­ radan, son yıllarda eklenen salonlarla, günüm üzün altı salonlu k görkem li kompleksi ortaya çıktı. Ömrü uzun ol­ sun!...

(2)

SARAY’IN

HATIRLATTIKLARI...

İşte benim için anılarla dolu bir yapı, içinde şimdi kapalı olan iki geçmiş zaman sineması bulunan: Saray ve Lüks. Kaynak­ lara göre Beyoğlu’nun en eski salonların­ dan biri, Saray... Bir zamanlar Cine Lu­ xembourg, sonradan da Gloria olan... Kendi adıma bu salona ilk kez film değil, konser için ayak bastığımı anımsıyorum: 1950’lerin başlarında Charles Trenet, Dave Brubeck konserleri veya Ram Gopal, Jean Babilee gibi bale grupları için... Gerçek­ ten de çağdaş kültür merkezleri olmayan bir İstanbul’da (AKM’nin o yıllarda projesi bile yoktur!), sinema salonları bu işlevi de yüklenmekte, özellikle baştan beri Ameri­ kan sinemasının büyüsü yerine Avrupa kökenli bir soyluluğu ve ağırbaşlılığı seç­ miş, özellikle İstanbul’da o yıllarda henüz kovmadığımız azınlık mensuplarının bu­ luşma yerlerinden biri olan Saray, her tür­ den sanatsal etkinlilklere kapısını açmak­ tadır. Sinema olarak da bu salon İngiliz ve Fransız filmlerini seçmiştir: Burada 1950’lerin ikinci yarısından itibaren kalite­ li İngiliz yapımlarını, ünlü Ealing komedi­ lerini ve “Acemi Doktor” serisini, ama ay­ nı zamanda Clouzot, Christian-Jaque, Fel­ lini gibi AvrupalI sanatçıları da tanımak olanağımız olmuştur. Saray, 1960’larda da seçkin film geleneğini korumuştur: “Ses­ sizlik”, “Yumuşak Ten”, “Cherbourg Şem­ siyeleri” gibi filmleri burada keşfettiğimizi nasıl unutabiliriz? 1970’lerde Türk sinema­ sına teslim olan Saray, 1980’lerde İrfan Ünal’ın yönetimiyle yeniden birkaç mev­ sim süren ve “Bir Zamanlar Amerika’da”, “Postacı Kapıyı iki Kez Çalar” gibi yaban­ cı filmlerin oynadığı bir parlak dönem ya­ şadı. Ama sonra birtakım karışık mali ent­ rikalarla Erdoğan Demirören’in eline geç­ ti. O da elden çıkarmak istediği bloktaki tüm ticari yerleri tahliye ettirerek, bu ara­ da Saray ve Lüks’ü kapatarak binayı bo­ şalttı. Görkemli kırmızı kadife perdeleri, geniş ve rahat mekanı, derin ve gözlerden uzak locaları, kat kat yükselen balkonları, muazzam geniş fuayesi ile, böylesine önemli ve kesinlikle tarihsel değer taşıyan bir mekanın, Beyoğlu’nun göbeğinde bunca yıldır kapalı tutulabilmesi, bana hep şaşırtıcı gözükmüştü. Bugün de öyle gözüküyor. Ve Saray’ı onca güzel sanatsal anımızı barındıran bu soylu mekanı yeni­ den yaşama katacak bir mucizeyi hâlâ umutla bekliyorum...

LÜKS’ÜN KÜÇÜK ÖYKÜSÜ

Aynı blok içinde yer alan Lüks Sine­ ması ise, yine hayli eski bir salon: Eclair adıyla tam 1909’da açılmış... Ve yıllar bo­ yu özellikle Fransız filmlerini göstermiş. Ama ben bu salonu ancak 1955’lerden sonra keşfetmişim. “Dehşet Yolcuları”, “Gece Güzelleri”, “Nana” gibi Fransız ve­ ya “Rashomon”, “Cehennemin Kapısı” gi­ bi Japon filmleriyle... Ancak bu salon ►

(3)

da 1958’lerden başlayarak sinemanın kal­ binin Beyoğlu’ndan Şişli-Nişantaşı sinema­ larına kaymasının bedelini ödemiş. İkinci sınıf Türk filmlerine açmış kapılarını, son­ ra da Saray’la aynı akibeti paylaşarak ka­ panmış... Oldukça dar ve uzun, ama boş bir fuayeye sahip bir salonda, yıllar boyu yaratılmak istenen ve de yaratılan Avrupa kültürüne ve seçkin filmlere adanmış si­ nema işlevi, ne yazık ki günümüze dek gelememiş. Aslında tarihsel öneme sahip bu salonun da “kurtulmasını” istemek sa­ nırım aşırı bir beklenti sayılmaz..

YEŞİLÇAM SOKAĞI

SALONLARI

Yeşilçam Sokağı nda üç salon vardı bir zamanlar... 1924’te Melek adıyla açılmış ve bugün Emek adıyla işlevini sürdürmek­ te olan, Beyoğlu’nun ve İstanbul’un belki de en güzel ve en kaliteli sinemalarınının hâlâ başında gelen salon... Dileriz ki bu salon, Emekli Sandığı’nın tüm Cercle d’Orient binasını bir turistik komplekse çevirme projesi dolayısıyla zaman zaman gündeme gelen kimi tehlikelerden etki­ lenmez ve varlığını sürdürür. Zaten, kendi adıma, böylesi bir akibete karşı “kanımın son damlasına kadar” direnmeye ve bu salonu kurtarma yolunda savaşıma hazır olduğumu beyan ederim!... Kimileri en es­ ki ve güzel filmlerle, kimileri ise daha ya­ kın yıllarda İstanbul Festivali’yle ilişkili anılanmızın, artık bu denli ayaklar altına alınmasına da izin verecek değiliz. Yoksa bizim kuşağı tarih affetmez!..

İkincisi, tarihi yine eskilere dayanan İpek Sineması’ydı. Sokağa girince hemen solda girişi olan... Ki burada 1950’lerin ba­ şında nefis ikinci vizyon filmler izlemiş­ tim. İpekçilerin elinde bulunan ve daha çok şirketin getirttiği serüven filmlerine ayrıldığı anlaşılan salon, 1960’larda Şehir Tiyatrolan Komedi Sahnesi olarak çalıştı. Ve bize yıllar boyu sayısız eski ya da çağ­ daş oyun sundu. Ama sonra (1970’lerde) Şehir Tiyatroları Beyoğlu'ndan uzaklaşma­ ya karar verince, burası bir konfeksiyon atölyesi oldu. Ve çıkan bir yangınla da yandı. Şimdi kapalı duruyor. Ve yine Emekli Sandığı’nın tüm bina için alacağı kararı bekliyor...

Yeşilçam’ın “üçüncü gülü”, sokağın dibindeki Ar Sineması’ydı. Lale Film in elinde olan ve yıllar boyu, elverişsiz hac­ mine karşın (alabildiğine dar ve uzun bir mekan), bu şirketin salon filmlerini başa­ rıyla gösteren bir sinemaydı. 1950’lerin başında burada Humphrey Bogart, James Stewart. Alan Ladd, Bob Hope, Bing Crosby, Joan Crawford gibi parlak dönem starlarının filmlerini izlemiş, “Cennet Yo- lu”yla James Dean’i ilk kez keşfetmenin heyecanını yaşamıştık. Sinema 1955’ten itibaren Özen Film’in malı oldu ve varlığı­ nı bugüne dek etkin biçimde sürdüren şirketin o yıllarda temsilcisi olduğu Uni­ versal yapımevinin popüler filmlerini

gös-I

78

(4)

terdi. Adı artık Yeni Ar olan salon, 1970’lerdeki bunalımda Alman seks film­ lerine teslim olacak, ancak 1978’den itiba­ ren yenilenerek ve adını Sinepop’a çevi­ rerek, yeniden saygın bir salon olma yo­ luna girecek ve bunu da günümüze dek sürdürecektir.

YENİ MELEK SERÜVENİ

Beyoğlu’nun kapalı duran salonları arasında Yeni Melek kadar bana hüzün vereni yok. Çünkü bu salon benim kuşa­ ğımın, deyim yerindeyse elinde doğdu, onunla birlikte büyüdü, yaşlandı... ve yok olup gitti. O sokağa girmek bile istemiyo­ rum yıllardır...

Çünkü Yeni Melek, Beyoğlu’nm son parlak günlerinde doğdu. FİTAŞ şirketinin bir yatırımı olarak, günün koşullarına gö­ re en modern bir salon biçiminde 1954 yılında açıldı. Benim sinema, İstanbul ve Beyoğlu tutkumun dorukta olduğu, ço­ cukluktan gençliğe geçiş yıllarında yani... Bu salon, açıldığı andan itibaren Beyoğ­ lu’nun en görkemli hayal şatosu oldu çık­ tı. Çünkü MGM, Fox, Paramount şirketle­ rinin en parlak filmleri, 1950’lerin o müt­ hiş pop-kültür patlamasının Marilyn, Gra­ ce Kelly, Ava Gardner, Elizabeth Taylor, Audrey Hepburn, Elvis Presley, Kim No­ vak, Marlon Brando, Jerry Lewis, Silvana Mangano, Sophia Loren, Brigitte Bardot, Alain Delon, Romy Schneider, Gina Lol- lobrigida gibi en çekici figürleri, hep ►

İ s t a n b u l V i l a y e t i C e l b e s i n i n 5 0 7 0 - 3 6 6 2 n u m e r o l u v e 2 0 / 0 / 1 9 3 4 - ta r itv l l m l i a a a d e l r e a m t y o a l y l a

C I B A L I

ZAFİROPULYA RUM M U H TELİT MEKTEBİ M E N F A A T I N A

16 T e şrin isa n i 1 9 3 4 C u m a günü sa b a h s a a t 1 0 d a Beyoğlu istiklâl Caddesi S A R A Y Sinemasında

(Eski (Marya)

S İN E M A

ALLAHIN CENNETİ

S e n a ry o y u yazan Z İ Y A Ş A K I R Cibali Rum Menfaatini 1Ö Teşrinisani 1034 Cıım» «RbBİl »u.t 10 •)« Beyoğlu, lıtlklll C«dd«l SARAY Sin«uuılud» (Etki

SİNEMA

B U İP E K VB S A R A Y İzmir’de

Akşam „ ¡ n e m a l a r ı n d a b i r d e n E:'. E İTTE

F ilm in ba ş ro lü n d e FERIH A TEVFİK s e ­ v im li k ü ç ü k y ıld ız O ÜLSEltENIe b irlik te : İpek 44289 - Saray 41658 F ilim d e e n le s b ir llp y a ra la n MUAMMER A h çıb aşı ro lü n d e Baş rollerde : MÜNİR NUREDDİN H A Z I M FERIH A TEV FİK B E H Z A D HALİDE M U A M M E R HADİ S A I D PERİHAN S U A V I G Ü L S E R E N Ş U L E

YASEMİN TÜRK M US İK İS İN İ« BÜYÜK ÜSTADI MÜNİR NUREDDİN İlk dala o la ra k ba ş ro lü

oynadığı •• ALLA HIN CENNETİ „ Kim ind e

Saray ve İpek gişeleri bugün sabahdan İtibaren açıktır. Numaralı biletlerin erkenden aldırılması ria olunur. Telefon

M u s ik i k ıs m ı

Bittin««* bu İtlim Hin besin­ insen vn Münir Nureaainln

nByledlftl 1 - Aşkın Sesi 2 - Aşkın Istırabı 3 - Deli Gönül 4 - Aşkın Zaferi Şnrkılnrı Ne UVERTÜR vs SACLARIMA AK DÜŞTÜ •Arkınım bameılyan Büyük snn'ntkttrımu SA D ED DİN K AYN AK Klâsik Türk M usikisi: DEDE EFENDİ ŞAKIR AGA ÜÇÜNCÜ S ELİM SÖ YLE BÜLBÜL AHÇIBAŞI ş a rk ıla rı Muhlis Sabahaddin

2ci Balkon 30 kuruştur

K. S. 2 4 28 Bilet fuui 1 97 Belediye 1 25 Pui 2 50 Tayyare 3 0 — Yekûn

9I

(5)

Her akşam bütün dünya Radyolarında biUûr sesini işittiğiniz

Y e g â n e s e s k ıra liç e s i

U M M ü G Ü L S Ü M

tın en faıln muvaffak olduğu büyük siiper filmi

w

(YANIK E S İ R E )

T u

r

e

€ ö z

l

ü - A

r a p

Binlerce Figüran ve Rakkasenin iştir* kile vıicude gelen bu filmde M ısır’m en tanınmış artistleri rol almışlardır. Bu filmde t'MMÜ GÜLSÜM’ün okuduğu şaıtotnnn plâkları bir ay zarfında yakın Şarkda bir buçuk milyon aded saimışUr. Eski Büıbir gece uıaaailaruun ihtişamım yaşatan bu muazzam Aşk, Heyecan ve lstirap Filmi. Bugün Matine-

lerden itibaren

TAKSİM SİNEMASINDA

• İlâveten: ERZİNCAN FELAKETİ FİLMİ

Taksim Sineması’nın gazete ilanı. Gökhan Akçura Arşivi

Yeni Melek’in afişindeydi. Sinema sanki Melek’in yeni kopyasıydı, onun uzun yıl­ lar boyu sahip olduğu saygınlık ve çekici­ liği daha büyük ve modern bir salonda ve yepyeni bir çağda yenileme çabasıydı. Bu salonun özellikle cumartesi öğleden sonra “kulüp” denen balkon sıralannın popüler­ liğini, o zamanki gençlerin romantik ve duygusal ilişkilerindeki işlevini kolay an­ latamam (Aslında Benim Beyoğlu rnda an­ latmaya çalışmıştım). O zamanlar ailece görüştüğümüz Yahudi ailesi Freskoların şişman ve sevimli madamının, cumartesi günleri karşılaştığımızda (ben yatılı okur­ dum), tam bir azınlık Fransızcasıyla ve benim yeni edinme Galatasaray Fransız- camı da sınamak için “Atilla, tu as vu le Yeni Melek?” diye sormaları, o yaşların anılanna büyük bir sadakatle sahip çıkan

Arif (Akgün) dostumun hâlâ dilindedir!... Biz yeni yetmeleri büyüleyen bu sa­ lon, o ünlü salı galalan, kulüp bakışmala­ rı, rezervasyon sistemi, daha hafta orta­ sından biten cumartesi biletleri ve mev­ sim başında çarşaf gibi ilan edilip hepi­ mizin ağzının suyunu akıtan listeleriyle İstanbul’un sosyal yaşamını da altüst et­ tikten sonra, 1960’larla birlikte inişe geçti. Kent yaşamında, özellikle İstanbul’daki bu hızlı çıkışlar ve inişler hep hayretimi çekmiştir... insanlar Beyoğlu'ndan kaçı­ yorlar, bu semti terkederek Şişli-Nişantaşı ve yeni gözde olan Levent, Etiler, Ulus » semtlerine göç ediyorlardı. Kısa zaman­

da, oraların da suyunu çıkarıp Boğaz ko­ rularına kaçacaktı, en zenginler... Yeni açılan Fitaş-Diinya kompleksi FlTAŞ şir­ ketinin yeni gözdesi olurken, Yeni Melek

sanki bitkisel yaşama terkedildi. 1978’de koca bina el değiştirdi, İstanbul Banka- sı’nın malı oldu. Yine kimi şirketler bina­ yı kiralayıp birkaç mevsim daha sürdür­ düler. Ama 1980’lerin ortalarından itiba­ ren, bu görkemli salon kapandı. Hâlâ da kapalı duruyor. Biz, çok eski değilse de kendi kişisel tarihimizle son derece özdeş bulduğumuz bu salonun yeniden açılma­ sını öylesine candan diliyoruz ki!... Ama bu uzun zaman mümkün olmadı, bun­ dan sonra da olması kolay gözükmüyor. Ve 30 yıllık yaşamı içinde birkaç kuşağa en güzel anılarından kimilerini armağan etmiş bu salon, öyle harap ve terkedilmiş duruyor...

ŞIK, RÜYA, ELHAMRA...

Daha aşağıda, Galatasaray’a doğru ha­ yal meyal hatırladığım bir Şık Sineması vardı. Ama 1950’lerden beri yok. Bugün Rüya Sineması adıyla ve uzun yıllardır sa­ hip olduğu seks filmleri gösterme işlevini aksatmadan sürdüren salon ise, bir za­ manların macera filmleri kalesi Sümer Si­ neması idi. Bir aralar Emekli Sandığı’nın işletmesi altında Küçük Emek olmuş, ya­ bancı filmlerden Türk sinemasına ve ora­ dan seks filmlerine geçmiş bir salon... As­ lında güzel bir salondur, boyutları yerli yerinde olan... Ama onu hangi akibet beklemektedir, bilinmez..Aynı sırada, da­ ha Tünel’e doğru Beyoğlu’nun en eski

sa-K Ü P Ü « * . 6 I*. .Dümen MIWW0

Ar (şimdiki Sinepop) Sineması (kapıda C. İpekçi). Gökhan Akçura Arşivi Elhamra Sineması (kapıda Cemil Filmer). Gökhan Akçura Arşivi

(6)

tanlarından biri olan Elhamra vardır. Bir zamanlar Lale Film’in Lale ve Ar’la birlikte üçüncü ayağı olan, sonraları her türlü fil­ mi ve bir aralar tiyatro salonuna dönüşüp, Toto-Mehmet Karaca ve Sururi’lerin ünlü İstanbul Tiyatrosu’ndan Gülriz Sururi-En- gin Cezzar ekibine dek birçok tiyatroyu da barındıran satan, uzun yıllardır ucuz filmler, serüven veya seks kurdelaları gös­ teriyor. Kapısından içeri adımımı atmayalı kimbilir kaç yıl oluyor. Yine de, böylesine eski ve tarihsel bir mekanın orada var ol­ duğunu bilmek hoş bir duygu. Allah boz­ masın!...

ALKAZAR VE ATLAS

İşte Beyoğlu’nun son yarım yüzyıllık tarihiyle özdeş iki önemli satan: Alkazar ve Atlas... Caddenin Galatasaray Lisesi ta­ rafında birbirlerine saygılı bir mesafede her sinemaseverin anılarında yeri olan iki sinema... İkisi de bugün var. Ama biraz yaralı biçimde...

Bunlardan Alkazar Cadde-i Kebir’in en eski sinemalarından biri olmalı. Daha 1930’lardan başlayarak Amerikalıların “B pictures”, Fransızların ise “cinema-bis” de­ dikleri ikinci-üçüncü sınıf, ama meraklıları için sinemanın hası olan filmlere teslim olmuş bir satan... Kendi adıma bu satan­ da 1940-50’lerde gösterilen seriyal filmlere pek az yolum düşmüş. Daha sonra tiyatro olduğu zaman gitmiştim bu küçük sata­ na... Çok uzun yıllar seks filmlerine bo­ yun eğmiş ve tarihsel değeriyle orantılı ol­ mayan bir konuma gelmişti. Benim Be-yoğlum kitabımda bu satan için “Ah, biri- ieri çıksa da bu salonu küçük bir sanat si­ neması işlevine kavuştursa” diye yazmış­ tım. Bir kerelik dualarım -kabul olmuş ol­ malı ki, satan bugün tam da böyle oldu ve çağdaş bir işletmecilikle, salonuyla bal­ konu ayrılarak iki küçük, ama zarif satan biçiminde, sanat sinemasına hizmet veri­ yor. Ne mutluluk!...

Atlas Sineması ise 1947’de açılmış. Ben bu satana 1950’lerde başladım. FİTAŞ’ın özellikle ticari serüven filmlerinin en gör­ kemli mekanı idi burası... İnanılmaz dere­ cede büyüktü, dolup boşalması bir türlü bitmezdi. Burada gördüğümüz serüven filmlerinin haddi hesabı yoktu: “İntikam Kılıcı-Scaramouche”dan “Kara Şövalye- lvanhoe”ya dek... Atlas’ın perdesinden sır­ tına Marilyn'i vurup giden Robert Mitc- hum’dan Mel Ferrer’le sinema tarihinin en uzun kılıç düellosunu gerçekleştiren Ste­ wart Granger’e. Clark Gable’a göz süzen Ava Gardner’dan Rita Hayworth’u tokatla­ yan Glenn Ford’a, sevgilisi önünde mah- çup Napeleon’u oynayan Marlon Bran- do'dan “Nehir Kızı’rida ilk kez bacaklarını keşfettiğimiz Sophia Loren’e, “Ve Allah Kadını Yarattı”da bizi yıldırımla çarpmışa döndüren Brigitte Bardot’dan baba-oğulu oynayan Gary Cooper-Anthony Perkins İkilisine kimler, kimler geçmedi ki!... Ara­ larında Heyecan Başaran’dan Ayhan Işık’a

Türk filmlerinin gözdeleri, Adamo’dan Gülriz Sururi’ye müzikal ve konserlerin yerli-yabancı adları da olmak üzere...

Ancak Atlas da karanlık dönemden nasibini aldı. Bir aralar Banker Kastel- li’nin eline geçti, yıkılmasını ancak tarihi eser olması önledi. Ama asıl sinemayı oluşturan o görkemli koltuk bölümü, gi­ dişata dayanamadı, yerini dükkanlara bı­ raktı. Ancak balkonu kurtuldu yıkımdan ve 1989’dan itibaren kaliteli yabancı film­ ler gösteren çağdaş bir satan oldu. Bu­ gün yine Atlas Sineması var. Ama bir za­ manlar bizim için gerçek birer mücevher olan filmlerin gösterildiği ana mekan, ar­ tık sadece adı Mücevherciler Çarşısı olan, aslında içinde her türlü ıvır zıvır satılan bir büyük ticari merkez oldu. Ne yaparsı­ nız!...

TAKSİM VE ŞAN

Sinema cenneti Beyoğlu’ndan tümüyle uzaklaşmadan, iki satandan daha söz et­ me gereği var. Biri bir zamanların Taksim Sineması... Kendi sinema tarihimde Milat­ tan Önce, yani bilinçli sinemaya gitme ve görülen filmleri anımsama döneminden önce (demek ki 1950’lerden ve henüz ai­ lece İzmir’den İstanbul’a göç etmeden ön­ ce) bu satana gitmiş olmalıyım. Yoksa Yu­ suf Vehbi’nin oynadığı Arap (yani Mısır) filmi “Fakir Çocuklar” (İstanbul’da 19401a- rm ikinci yarısında aylarca afişlerden in­ memiş müthiş bir melodram) ve daha son­ ra da Lütfi Akad’ın “Vurun Kahpeye” adlı ilk filmini bu satanda nasıl izlemiş olur­ dum? Yıllar boyu Mısır ve Türk filmleri gösteren, sonradan bir aralar (1960-70’ler- de) Venüs Sineması olarak yabancı filmle­

re kucağını açan, en sonunda ise Devlet Tiyatroları tarafından kiralanıp (satın alı­ nıp?) Taksim Venüs (sonradan yalnızca Taksim) Sahnesi’ne dönüşen bir tarihsel satan, çok şükür ki yerinde duruyor. Yanı başındaki Maksim gazinosuyla birlikte sa­ hip olduğu eski ve süslü cephenin ardın­ da, eski eser niteliğiyle, kimi yıkım giri­ şimlerine kahramanca göğüs gerdi. Gerçi artık sinema değil; ama varoldukça ve sa­ nata hizmet ettikçe ne farkeder?

Şan Sineması ise o denli talihli çıkma­ dı. Türk sinemacılığının biraz enigmatik adı, vaktiyle Türkiye’nin David O’Selznick veya Samuel Goldwyn’i olmak istediğini sandığım rahmetli Turgut Demirağ’m 1954 yılında açtığı bu satan, önceleri büyük it­ hal şirketlerinin (FİTAŞ, Lale Film, Özen Film vb) dışında kalan küçük şirketlerin getirdiği daha bağımsız filmleri gösteren bir prestij sineması oldu. Açılışını 1953 yı­ lında (And Sineması adıyla) Michael Po- well’in ünlü bale filmi “Hoffman’ın Masal­ ları” ile yapan bu oldukça büyük ve hafif eğimiyle çok şık duran satan, benim bel­ leğimde “Johnny Guitar”, “Bir Gece Mace­ rası”, “Yaylalar Fahişesi” (iki Fritz Lang fil­ mi), Chaplin’in “Sahne Işıkları”, “Ağa Dü­ şen Kadın” gibi klasiklerle, kimi seçkin Avrupa sineması örnekleriyle özdeştir. Sonraları Türk filmlerinin Taksim civarın­ daki bir kalesi oldu. Görkemli localarının genç aşıklar için ideal buluşma yerlerin­ den biri olduğu söylenirdi. Neden sonra rahmetli Egemen Bostancı’nın elinde Tür­ kiye’nin ilk gerçek müzikal tiyatrosu oldu burası... Ve yıllar boyu, müzikal geceler için önünde şık arabaların durduğu, kok­ teyllerin, galaların yapıldığı hoş bir

me-Bir yandan İşsizlikten, parasızlıktan şikâyet ediyoruz, bir yandan sinemalar, tiyatrolar, barlar adam almıyor..

— Yahu, dün parasızlıktan, İşsizlikten şikâyet ediyordun, bugün sinemaya gidiyorsun.. — Ah birader, kederimdeu ne lıalt ettiğimi biliyor muyum ? ! . .

wwaaaawaaaaaaaaaaMaaaaaaMaaaaaaaaaaiviaaaaaaaaaaaamamaaaaaaaaaawiaaaaamaiwiv^wMMtwaamMmiMwamamaiwwwiwwiy

Akbaba'dan, Turgut Çeviker Arşivi

(7)

kân oldu. Ta ki 1986 yılında bir gün, “ön­ ceden duyurulmuş bir cinayet”le, kimi ge­ rici gruplar tarafından bir Ferhan Şensoy oyunu bahane edilerek yakılıncaya dek... Artık And/Şan Sineması yok. Yerine bir şeyler de yapılmadı. Tavanında onca mü­ zikal şarkısının ve kahkahalann çınladığı koca salon, hâlâ bir yangın yeri halinde duruyor...

PANGALTI GÜZELLERİ...

Benim için İzmir, Karşıyaka sinemala­ rında başlayan sinema serüveni, 10 yaşım-’ da İstanbul’un Nişantaşı semtine göç edip de Galatasaray Lisesi’nin ilkokul bölümü­ ne kapağı atınca İstanbul sinemalarıyla sürdü. Bunların içinde Beyoğlu’nun yanı sıra, hatta ondan önce, o zamanlar Pan- galtı semtinde toplanmış olan üç salonun büyük önemi vardı. Çünkü evden beni Beyoğlu yerine bir yürüyüş mesafesinde olan Pangaltı’ya sinemaya götürmeyi yeğ- lerlerdi. Sonradan kendi başıma da bu sa­ lonlara dadandım. Çünkü bu salonların ikinci vizyon olarak 2-3 filmi, hem de Be- yoğlu’ndan daha ucuza gös­

termek huyu vardı ve bu da benim çok işime geliyordu.

Bunlardan biri olan inci Sineması bugün de var. Bu sinemada ikinci vizyon ola­ rak örneğin 1940’ların ilk ve ünlü Lassie filmini, “Yuvaya Dönüş”ü izleyip ömür boyu bir köpeksever olduğumu hâlâ hatırlıyorum. Ya da kimi yaz mevsimlerinde “Amber”, “Üç Silahşörler” gibi serüven filmlerini... İnci Sineması da­ ha sonra Türk sinemasının gerçekten kale gibi, çok sa­ dık bir seyirciye sahip bir si­ neması oldu çıktı. Bir aralar

Fono Film’in Avrupa filmleriyle canlanır gibi oldu: “Maria Braun'un Evliliği”ni, “Lili Marleen”i izledik burada... Üçüncü yılında İstanbul festivali için de bu salonu tutmuş­ tuk.. Ama sonradan bakımsız kalan ve köhneleşen salon, o civarın metro çalış­ maları dolayısıyla geçilmez olmasının da etkisiyle, tümüyle gözden düştü, nerdeyse unutuldu. Bugün Pangaltı’dan geçerken, artık seks filmleri gösteren bu salonun far­ kına varmak bile mümkün değil. Yaşarken gömülen bir salon oldu inci. Yazık!...

TAN VE YENİ

Diğer iki salon artık yok. Bunlardan Tan Sineması, uzun yıllar FÎTAŞ’ın ikinci vizyonuydu. Burada yazları “Denizaltı 104”, “Beş Kardeştiler” gibi savaş filmleri­ ni, Tarzan serilerini izlediğimi anımsıyo­ rum. Bu küçük salon sonradan tüm bloku yıkıp işhanı yapmak isteyen sahiplerince kapatıldı. Çok uzun yıllar kapalı kaldı. 1995 yılı içinde de, arkasındaki ünlü Pan- galtı hamamı ile birlikte (ki o koca mer­ mer hamam, kesinlikle bir tarihi eserdi)

yıktırılıp yokluğa karıştı. Bakalım bu ha­ mamla sinema salonunun yerine hangi ucube yapı yükselecek?

Tan’ın Harbiye’ye doğru biraz ilerisin­ de ise Yeni Sinema vardı. Küçük yaşıma karşın diğer yapılardan geride kalmış, cephesi çok çirkin yeni bir yapı olduğunu ve içinin de oldukça sevimsiz ve konfor­ suz olduğunu hatırlıyorum . Ama ne gam!... “Üç Film Birden”in şatosuydu bu­ rası... Bir girerdiniz, “Tüccar Hom”la baş­ layıp Laurel-Hardy’den geçerek o döne­ min seriyal filmlerinin (Beyoğlu Alka- zar’dan Pangaltı’ya müdevver) örnekleriy­ le bitirirdiniz. Yeni Sinema’ya bir bilet, tam gün süren maceraya gidiş garantisi gibiydi. Toprağı bol olsun!... Hangi tarihte yıkıldı, tam hatırlamıyorum. Ama çocuk gönüllerimiz, o salonu hep anacak...

SİTE FACİASI

Pangaltı’ndan Şişli yöresine gelince, Site faciası var doğallıkla... Böylesine gü­ zel ve görecelikle yeni bir salonun akibe- tini kabul etmek mümkün mü? 1958’de açılmıştı bu güzel salon... Darüşşafaka mülküydü, işletmecisi Lale Film’di. Be- yoğlu’ndan Şişli-Nişantaşı’na kayan sosye­ tik yaşamm ve onu izleyen sinemacılığın yeni bir kalesiydi. Mevsim başında yılın hemen tüm önemli filmlerini (önce Lale, sonra FlTAŞ) içeren çarşaf gibi listeler ya­ yınlayarak tüm mevsim için abonmanları­ nı satar, parayı peşin toplardı. Onunla da yetinmez, “suare’lerde ilham Gencer’in müziğiyle oluşan küçük bir konserle bir­ likte canlı reklamlar sunardı. Ne ilginç bir uygulama!... Burada yıllar boyu inanılmaz zenginlikte sinemasal anılar edindik, bir­ birinden güzel film ler gördük. Özen Film in işletmeciliğinde Site yakın yıllarda bölünmüş, beş salona ulaşan tam bir çağ­ daş kompleks olmuştu. Ve burada en son ailece “Cesur Yürek" filminin galasına ka­ tılmış ve koltukları değişen, modernleşen bu güzel mekânda, koskocaman bir per­ deye yansıyan görüntülerden büyük keyif almıştık.

Ama hemen ardından, bu galadan bir­ kaç hafta sonra Site yandı. Mülk sahibinin burada sinema kompleksi dü­ şünmediği, binayı yıkıp tümüy­ le işhanı yapacağı söylentileri var. Şu günlerde (Mayıs 1996) durum henüz belli değil. Ama o güzelim Site’nin başında ger­ çek anlamda kara bulutların dolaştığı da açık... Şişli’de öm­ rü çok kısa olan bir salon da Nova-Baran oldu. Bir büyük iş merkezine sonradan eklenen ve aslında oldukça elverişsiz bir hacme sahip bu salonun başlıca yararı, İstanbul’da yeni iş merkezlerinin sinema salo­ nuna olan ihtiyacını 1990’ların başında yeniden ortaya koy­ ması oldu. Ve bu işlevini

yeri-V

i

i

İp e k îiim s t ü d y o s u n u n so n m u v a f f a k iy e ti

I

C i C İ

B E R B E R

f

T ü r k ç e .sözlü b ü y ü k o p e r e t

Pl)

" i

m m

REJİSÖ RÜ : Ertuğrul Muhsin

Oynıyanlar: İ. Galip - Ferdi - Muammer - Zozo Dalma« - Şevkiye

I

I

X

Ş e h r im iz d e ilk d e f a o l a r a k 3 b ü y ü k s in e ­

m a d a b ir d e n g ö s te r iliy o r .

İP E K ve E L H A M R A

m

S in e m a l a r ın d a : T Ü R R K Ç E

m

M E L E K S in e m a s ın d a R u m c a k o p y a l a r ı ^

Gökhan Akçura Arşivi

(8)

ne getirdikten sonra, yeni açılan salonlarla rekabet edemedi, sanırım 1994 yılında ses­ siz sedasız aramızdan ayrıldı bu salon...

VE KONAK TRAJEDİSİ

Site bir faciaysa, Konak da bir traje­ di... Hemen hemen aynı tarihte açıldılar. Konak’ın inanılmaz güzellikte bir hacmi vardı: Girişten itibaren geniş bir fuaye ve o itibarlı balkon, sonra görkemli bir mer­ divenle aşağı kata, koltuğa iniş... Çok gü­ zel bir sinemaydı, her şeyiyle... Ve 19601ı yıllarda yalnız biz Nişantaşlı gençlerin de­ ğil, tüm İstanbul gençliğinin en gözde sosyal mekânlarından biriydi. Burada yıl­ lar boyu UniversaPın en güzel filmlerini izledik; binanın sahibi Başaranlar, bu şir­ ketin filmlerini getiriyordu. Sonraları Ft- TAŞ’ın da filmleri Yeni Melek’le aynı an­ da gösterilmeye başlandı. Ve tam bir şen­ lik oldu çıktı... Çarşamba iki buçuklar si­ nemanın önünü adam almazdı. Cumarte­ si ve pazarlar da öyle... Ve tüm bir genç kuşak burada Doris Day-Rock Hudson komedilerini, Sandra Dee-Bobby Darin çiftini, Grace Kelly, Lollobrigida, Loren, Bardot, Mylene Demongeot fıstıklarını, Marilyn’in son filmlerini, Delon, Belmon­ do, Ronet gibi yeni Fransız yakışıklılarını, K u brick ’in “Spartaküs”ünden H itch- cock’un “Kuşlar”ına sayısız kaliteli filmi keşfetmişti. Sinema süksesini 1970, hatta bir ölçüde 80’lerde de sürdürdü. Ve biz ilerleyen yıllarda burada “Aşk Mevsi- mi”nde heyecanlandık, “Aşk Hikaye- si”nde ağladık, “Kramer Kramer’e Kar- şı”da duygulandık. Dustin Hoffman, Ste­ ve Me Queen, Ali McGraw, Meryl Streep ve başka yıldızları olasılıkla ilk kez Ko­ nak perdesinde keşfettik... 1982’deki ilk İstanbul Sinema Günleri de bu salonda başlamıştı.

Ve bu güzel salon anlamsız biçimde yok oldu. Sahibi Başaranlar, film ithalcili- ğinden yapımcılığına başarılı olduysalar da, Yalçın Başaran’ın bir rivayete göre kumar, bir diğerine göre karışık mali giri­ şimler sonucu ağır biçimde borçlanmasıy­ la birlikte, salon ailenin elinden çıktı ve Banker Kastelli’ye geçti. Bir aralar Zeki Alasya-Metin Akpınar tiyatrosu burada temsiller verdi. Ama daha sonra yeni sa­ hibi, güzelim salonu yıkıp eski usul bol dükkanlı bir çarşıya çevirdi. Ne var ki aradan geçen neredeyse 10 yıla karşın bu çarşı açılamadı. Bundan, bilmiyorum ama benim ve benim gibi bu salonla ilişkili sayısız anısı olanların, binanın yeni sahi­ bine ve vandalca eylemine karşı beddu­ alarının da rolü olmuştur diye düşünüyo­ rum!... Ve İstanbul’a ve onun sinema sa­ lonlarına karşı böylesine kötü davranmış zenginlerimizin, Erdoğan Demirören veya Banker Kastelli gibilerinin, benim gibi bir sinemasever nezdinde hiçbir zaman ak­ lanmayacaklarını ve elim kalem tuttukça bunu eleştireceğimi de dosta düşmana bir kez daha ilan ediyorum.

Evet, işte böyle... İstanbul’un artık var olmayan sinema salonları üzerine kişisel bir bakış denemesi işte bu kadar.. Elbette başka yerler de var. Çok az uğramış ol­ sam da, örneğin bir zamanların sinema semti Şehzadebaşı’nın artık tümüyle yok olmuş salonları, Levent’in önce Ankara, sonra da Melodi sinemaları, Beşiktaş’ın Yumurcak, Mistik ve Yıldız sinemaları gi­ bi... Ama bunları kendi açımdan çok önem sem iyorum , çok yoğun anılarla bağlı değilim onlara... Eskinin birer ikişer yok olan salonlarının her biri, hepimiz­ den bir şeyler alıp götürdü kuşkusuz. Belki tek tesellimiz, son yıllarda bu gidi­ şin tersine dönmesi, yeni komplekslerin açılması. Yeni yetişen gençlerin anıları

arasında eskinin o büyük, görkemli, ihti­ şam yüklü salonları olmayacak. O süslü tavanlar, o kıvrım kıvrım kadife perdeler, o loş ve davetkâr localar, o tuvaletli ve smokinli galalar, o bir tören gibi yaşanan film seyirleri, o aylar öncesinden belirli gala günleri yok artık...

Onların yerine, diyelim ki Akmer- kez’in, Capitol’ün, Prestige grubunun, AFM’nin, Mövenpick (şimdilerde Prin­ cess) salonlarının anıları yer alacak. Her kuşağa kendi alışkanlıkları, her kuşağa kendi m ekân ları... Ama biraz daha devamlılık, özellikle kültür işlerinde ve kültüre adanmış mekânlarda biraz daha süreklilik ve koruma duygusu aramak,

acaba çok mu olurdu? ■

SÜREYYA

ta rh ın cn ser in salon u

D aim a en g ü z e l filim ler i g ös te rir ı H zı pün M a lin e s a a t JÖ-if'J ö a I Pr.Tşrrrbe-C um a-Paznr 2 film bir6enI

İ

j

T J m ı z m î d u h u l i y e

2 0

k u r u ş

X Her bilet alana S A - ' P I E nin dolabında soğutulmuş Meşhur dondurmaci R İ Z A V E A B D U L L A H Biraderler mamulatından

P A R A S I Z B İ R D O R D U R m A

25 Temmuz Çargamba gününden itibaren Heyecanlı bir filim

j Eli II FIİ

1“ M

i

29 Temmuz Pazar gününden itibarca Mükemmel bir eser

PRfSOK DE FEMMES

SILVIA SIDNEY

111

R O B E B T K A S T R O

Banyo tesisati ve saire müteahhidi Beyoğlu, Kerenlil sokuk, Çinili hao No, 12

Telefon. 44564

§|. ^ P T U R R . HIK

Ncvyork terzilik akadı mitinden diplomalı Kadıköy Bcltdj.e k.rıifi

T A K f v f i r S C E M A L

Kadıköy iacele caddesi ermeni kiliaeti karpitindi 43-1

Hali. KAHVE Nefis ÇAY ve SALEBİ

aıayınue ALMAN SAATÇİ

- A .- B E L S K Y M

Kadıköy, Muvakithaae Caddtıi No. 22 tekele cadde.i Her Nevi Saatler. Mücevhere!

Gramofon ve Gû.lCk tamir alı t (t *, fil

Sağlam ve son model ayakkabıları

yalnh

AT L AS

Kundura mağazasında bulunur.

Galatı Hiçe! cadde ! No. 6

ECZA D EPO SU

Her nevi ıtriy at-F en n î gözlük - Fotoğraf edevatı

Muhtelif banyo kvezim sit-Oyuncak bey keder v. t. Kadıköy Belediye Caddesi No. 4

Telefon: 66656

“Umumi duhuliye” artık 20 kuruş olmasa da Süreyya Sineması hâlâ “Hayal Şatosu”. Gökhan Akçura Arşivi

83 |

Referensi

Dokumen terkait

Tarif Penggunaan Sarana, Lahan, Gedung, Guest House, dan Rusunawa, Tarif Jasa Percetakan dan Terjemahan, dan Tarif Penggunaan Laboratorium sebagaimana dimaksud

Dan dari hasil evaluasi diperoleh bahwa konsumsi rata-rata energi listrik pelanggan PLN Kota Medan untuk pelanggan 450 VA sebesar 106,3 kWh dengan varians 31,3 lebih tinggi

Pembuatan kotak batik ini mempunyai tingkat kesulitan yang cukup menguras tenaga, karena dalam proses pengerjaannya kita harus sangat jeli mengukur (tebal,panjang dan tinggi)

dan tiadalah (kejahatan) yang diusahakan oleh tiap-tiap seorang melainkan orang itulah sahaja yang menanggung dosanya; dan seseorang yang boleh memikul tidak akan memikul

e!erikan per!aikan yan" !erarti terhadap koe$isien perpindahan kalor enyeluruh. at #air itu san"at tur!ulen, dan laju perpindahan kalornya !esar.. ntuk &at

atau karyawan Perseroan bertindak sebagai kuasa dari pemegang saham Perseroan sebagaimana dimaksud Pasal 24 ayat 7 Anggaran Dasar Perseroan dalam Pasal 85 ayat (4)

Jika Madu Rasan pada suku Serawai asli, laki-laki yang datang duluan ke rumah perempuan untuk bertemu langsung dengan orang tuanya, sedangkan Berasan dengan pendatang

Oleh sebab itu, dalam penelitian ini peneliti memilih konsep I and me dari George Herbert Mead yang berusaha melihat dan mempelajari perilaku menyimpang sebagai