Atlantis Platon’un iki diyaloğuna konu olmuştur. Bunlar,
Platon M.Ö. 427-347 yılları arasında yaşamış olan ve düşünce tarihinin tanıdığı ilk ve en
büyük sistemin kurucusu olan ünlü Yunan filozofu. 20 yaşında Sokrates'le karşılaşınca felsefeye yönelmiş ve hocasının ölümüne kadar (M.Ö. 399) sekiz yıl boyunca öğrencisi olmuştur; hocası ölünce, diğer öğrencilerle birlikte Megara'ya gitmiş ama burada uzun süre kalmayarak önce Mısır'a, oradan da ythagorasçıların etkili oldukları Sicilya ve Güney İtalya'ya geçmiştir.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Timaios ve Kritias adlı dialoglardır.
Platon Atlantis’in öyküsünü anlatmaya Timaios adlı dialoğunda başlamış Kritias’da yeniden ele alarak devam etmiştir. Ancak, Kritias yarım kalmıştır.
Timaios Platon’un en ilginç eserlerinden biridir. Platon bu eserinde evrenin doğuş
temasını işlemiş ve çağına göre oldukça radikal bir anlayış ile sergilemiştir. Platon’un bu dialogda bir "Evren’in Yaratıcısı" kavramı kullanması da değişik yorumlara neden
olmuştur. Bazı yazarlar bunu bölümlerin daha sonra eklendiğini söylemiş bazıları da Platon’a tanrısal ilhamın geldiğini söylemişlerdir. Ancak çoğunluğun kabul ettiği bu eserin Platon’un özgün eseri olduğu yolundadır. Gerçekten de dikkatle incelendiğinde Platon’un diğer eserlerinden büyük farklılık göstermez. Timaios, daha çok son yıllarına yaklaşan bir yazarın, döneminin ezoterik bilgisini daha yoğun bir şekilde verdiği bir eserdir.
Timaios’un bir başka özelliği de, bu dialogda Sokrates’in sadece dinleyici olması ve lafa fazla karışmamasıdır. Bu eserde Evren ile ilgili bilgileri içlerinde "en iyi astronomi bilen ve dünyanın özüne varmak için en çok uğraşmış" olan Timaios ve Atlantis ile ilgili bilgileri de Kritias vermektedir.
Kritias da tarihsel bir kişilik olmakla birlikte bu eserde adı geçen Kritias’ın kim olduğu tam olarak bilinememektedir. Burada Kritias Solon’un dedesinin dostu olduğunu
söylemekte, aynı öyküyü dedesinden de duyduğunu belirtmektedir. Buada Platon’un ustalıkla öykünün çok eski çağlardan beri anlatıldığını ima ettiğini düşünebiliriz.
Timaios’da Atlantis ile ilgili bölümler şu şekilde geçer :
"Solon’un anlattığına göre Mısır’da Delta’da, Nil’in ikiye ayırdığı çıkıntıya doğru Saitikos denilen bir ülke vardı ; bu ülkenin en büyük şehri de, kral Amasis’in memleketi olan
Sais’tir. Bura halkına göre şehirlerini kuran bir tanrıçadır ; ona kendi dillerinde Neith adını vermişler, fakat bu tanrıçanın Hellencede adı Athena’dır. Bu adamlar Atinalıları pek
severler ve onlarla uzaktan akrabalıkları olduğunu söylerler. Solon onların memleketine varınca pek parlak karşılandığını, bir gün eski zamanlara dair, en bilgin rahiplere bir şey sorduğu zaman, ne kendisinin ne de ne de başka bir Hellen’in hemen hemen hiç bir şey
bilmediğini gördüğünü anlattı. Bir seferinde de onları eski şeylerden söz açmaya sürüklerken, bizde bilinen en eski şeyleri anlatmaya koyulmuş. Onlara ilk insan olarak anılan Phoroneus’dan, Niobe’den, tufandan, kendilerini kurtaran Deukalion ve
Pyrrha’dan, onların doğuşu hakkında dönen mythos’lardan ve torunlarının neslinden bahsetmiş. Olayların geçtiği tarihleri tahmin ederek de tarihleri hesaplamaya çalışmış O zaman pek ihtiyar olan rahiplerden biri ona "Ah Solon, Solon, demiş, siz Hellenler her zaman çocuksunuz, sizin memleketinizde hiç ihtiyar yok.» Bunun üzerine Solon «Bununla ne demek istiyorsun ?» diye sormuş. Rahip -Sizin hepinizin ruhları çok genç diye cevap vermiş, çünkü kafanızda ne bir eski geleneğe dayanan, öteden beri edinilmiş fikir ne de zamanla ağarmış bir bilginiz var. Bunun sebebi şudur. İnsanlar birçok şekillerde yok edilmişler daha da edileceklerdir. En büyük felâketler ateşle sudan gelmişti, ama bin türlü başka sebeplerle meydana gelen daha küçük felâketler de vardır. Sizin memleketinizde de bir gün babasının koşu arabasını koşturup yine aynı yoldan süremeyince yeryüzündeki her şeyi yakan, kendisi de yıldırımlarla vurulup ölen Helios’un oğlu Phæton’un hikâyesi gerçekten bir masal gibi anlatılır, ama hakikat şudur ki, gökte dünyanın etrafında dönen gök cisimleri bazan yollarından şaşarlar, uzun aralıklarla meydana gelen bir tutuşma yeryüzündeki herşeyi mahveder. O zaman dağlarda, yüksek kuru yerlerde oturanlar, şehirlerde, deniz kenarında oturanlardan daha çok mahvolurlar. Fakat, Nil, her zamanki kurtarıcımız olan Nil, taşarak bizi bu felaketten de kurtarıyor. Bunun aksine Tanrılar, bir tufanla dünyayı yıkadıkları zaman yalnız dağdaki sığırtmaçlarla çobanlar kurtuluyor, ama sizin şehirlerin ahalisini nehirler alıp denize sürüklüyor. Halbuki bizde sular hiç bir zaman ovalara yükseklerden gelmiyor, her zaman tabiî bir şekilde toprağın altından çıkıyor. İşte burada en eski adetlerin bundan dolayı korunmuş olduğu söyleniyor. Fakat gerçek şudur ki : kendilerini kaçıracak kadar şiddetli bir soğuğu da yakıcı bir sıcağı da almayan bir yerde, her zaman az ya da çok insan vardır. Hem sizde olsun, bizde olsun,, yahut da adını duyduğumuz başka bir ilde olsun, güzel, büyük, yahut da başka bir bakımdan ilgiye değer bir şey meydana gelmişse bütün bunlar, en eski çağlardan beri burada tapınaklarda
duruyor, böylece de korunmuş oluyor. Sizde ve başka uluslarda tam tersi, daha yazmayı ve devletlere lazım olan her şeyi öğrenir öğrenmez, gök yüzünün suları belirli bir
zamandan sonra, bir hastalık gibi sağanak halinde üzerinize yağıyor, içinizden okuyup yazması olmayanlarla cahillerden başkasının kurtulmasına meydan bırakmıyor ; o kadar ki toy çocuklar gibi kendinizi yeniden, hareket ettiğiniz yolun başında buluyor, eski
zamanlarda, burada, kendi memleketinizde olup bitenlerden hiç bir şey bilmiyorsunuz ; çünkü Solon, yurttaşlarının biraz önce saydığın soyu sopu, sütnine masallarından pek farklı değildir. Her şeyden önce daha eskiden bir çok tufanlar olduğu halde siz, bir tek kara tufanını hatırlıyorsunuz ; sonra insanlar arasında görülen en güzel ve en iyi soyun sizin memleketinizde doğduğunu ve kendinizin, senin de bugünkü devletinizin de, felaketten kurtulabilmiş bir tohum sayesinde o soydan geldiğinizi bilmiyorsunuz. Bİlmiyorsunuz, çünkü felaketten kurtulabilenler, bir çok nesiller boyunca, hiç bir yazı bırakamadan ölüp gittiler. Evet, Solon, bir zamanlar suların sebep olduğu en büyük felaketlerden önce, bugün Atina adı verilen devlet, savaştan yana en yiğit, her bakımdan ölçülemeyecek kadar da medeni bir devletti : Göğün altında sözünü işittiğimiz en güzel
şeyleri başaran, en güzel siyasa kurallarını icat eden odur, diyorlar."
Solon’un anlattığına göre, bunları duyunca şaşkalmış, rahiplerden eski yurttaşlarına dair ne biliyorsa hepsini dosdoğru, hemen kendisine anlatmasını rica etmiş. Bunun üzerine ihtiyar rahip cevap vermiş : "İsteğini yerine getirmememe hiç bir sebep yok, Solon, bunu senin hatırın için olduğu kadar yurdunun hatırı, hele sizinki kadar bizim ilimizi de
koruyan, onları büyütüp yetiştirmiş olan tanrıçanın hatırı için de yapacağım. O tanrıça ki, sizin ili bizimkinden bin yıl önce, toprak ile Hephaistos’tan aldığı bir tohumla vücuda getirmişti, kutsal kitaplara göre, bizim ilin kuruluşundan beri sekiz bin yıl geçmiştir. Demek oluyor ki sana dokuz bin yıl önceki yurttaşlarının kurumlarını, onların en şanlı başarılarını kısaca anlatacağım. Başka zaman vaktimiz olunca bunların hepsini yeni baştan sıra ile teker teker ele alırız.
…
Biz burada ilinizin hayranlık uyandıran büyük başarılarından bir çoğunu yazılı olarak saklıyoruz. Ama bunların içinde bir öylesi var ki büyüklük, kahramanlık bakımından hepsini geride bırakıyor. Gerçekten eski yazılar, vaktiyle ilinizin, büyük Atlas denizinin ötelerinden gelip Avrupa ile Asya’ya küstahça saldıran koskoca bir devleti yok ettiğini söylüyor. O zamanlar bu koca denizden geçilebiliyordu ; çünkü sizin Herakles Sütunları dediğiniz o boğazın önünde bir ada vardı. Bu ada Libya ile Asya’nın ikisinden daha büyüktü. O zamanlar oradan başka adalara, oradan da karşılarında uzanan ve gerçekten adını hak eden denizin kenarındaki bütün kıtaya ulaşılabiliyordu. Çünkü sözünü ettiğimiz boğazın iç tarafı, girişi dar bir limana benzer, dış tarafı ise gerçekten büyük bir denizdir. Etrafını çeviren kara parçası da gerçekten kıta denebilecek bir topraktır. İşte bu Atlantis adasında, hükümdarlar, hakimiyetini bütün adaya, öteki adalara, hatta kıtanın bazı
parçalarına kadar uzatan büyük, hayranlığa değer bir devlet kurmuşlardı. Bunlardan başka boğazın iç tarafında, bizim tarafta, Mısır’a kadar Libya’nın, Tyrhenia ya kadar da
Avrupa’nın hakimi idiler. Bir gün bu devlet bütün kuvvetlerini bir araya toplayarak sizin yurdunuzu, bizimkini, boğazın iç tarafındaki bütün ulusları boyunduruğu altına sokmak istedi. İşte o zaman, Solon, iliniz bütün değerlerini, bütün kuvvetini dünyanın gözü önüne serdi. Cesaretten, savaş bilgilerinden yana öteki illerin hepsinden üztün olduğu için
Hellenlerin başına geçti ; ama ötekiler kendini bırakıp çekilince bir başına kalan, böylece en tehlikeli duruma düşen iliniz istilacıları yendi, bir zafer anıtı dikti, şimdiye kadar hiç kölelik etmetyenleri kölelikten kurtardı ve bizim gibi, Herakles sütunlarının iç tarafında oturanları iyi yüreklilik ile serbestliğine kavuşturdu. Ama bundan sonra korkunç yer sarsıntıları, tufanlar oldu. Bir gün, bir uğursuz gecenin içinde, ne kadar savaşçınız varsa hepsi birden bir vuruşta toprağa gömüldüler. Atlantis adası da, aynı şekilde, denize
gömülerek yok oldu. İşte bunun içindir ki, ada çökerken meydana getirdiği sığ bataklıklar yüzünden o deniz bu gün bile, geçilmez, dolaşılmaz bir haldedir."
Atlantis ile ilgili anlatılanlar Timaios adlı eserde burada son bulmaktadır. Platon, Critias da ise daha ayrıntılı bilgi vermektedir :
Bu iki eserde geçen Atlantis öyküsünü dikkatlice incelersek burada anlatılanların sadece basit bir kurgu olmadığını anlarız. Gerçi Platon yine Devlet adlı kitabında anlattığı devlet düzenine dayanmaktadır fakat bilerek, başka bir devlet kurgulayacağına, özellikle
Mısır’daki erginlenme merkezlerinde anısı yaşayan Atlantis’i örnek göstermektedir. Atlantis’le dolaysız olarak ilgili bir Mısır kaynağı elimizde olmadığı için Atlantis’in orjinal adını bilemiyoruz. Ancak Platon’da geçen Atlantis sözcüğünü etimolojik olarak inceleyebiliriz.
Yunanca’da Atlantis ("Atlant…j,-…doj ) Atlas ile ilgili bir kökten gelmektedir. Atlas bilindiği gibi, Yunan mitolojisinde Titan Iapetos’un oğlu olarak geçer ve Hesiodos’a göre Atlas göğü ayakta tutar:
"Dünyanın bittiği bir yerlerde
güzel sesli akşam perilerinin karşısında dimdik durup ayakta tutuyor göğü başı ve yorulmaz kolları üstünde. Akıllı Zeus’un ona ayırdığı kader bu."
Atlas Homeros’a göre de yeri göğü birbirinden ayıran direkleri taşır : "Bu Atlas görür denizin bütün uçurumlarını,
ve koca direkleri omuzlarında taşır,
yeri göğü birbirinden ayıran direkleri." ( Odysseia I, 53-55 )
Atlas’ın çocukları da incelememiz açısından önemli bir yer tutmaktadır. Efsaneye göre Pleione’den olma Pleiades ve Hyades, Hesperis’ten olma Hesperid’ler Atlas’ın kızları, Hyas ve Hesperos da oğulları olarak mitolojik kaynaklarda yer almaktadır.
Bunlar içinden Hesperid’ler mitolojide ilginç bir yer tutmaktadırlar. Azra Erhat "Mitoloji Sözlüğü"nde Hesperid’leri ayrıntılı olarak anlatır :
"Hesperos ya da Batı Kızları diye anılan Hesperid’ler Hesiodos’a göre Okyanus Irmağının ötesinde, geceyle gündüzün sınırlarında oturan ince sesli perilerdir. … Hesperid’ler
dünyanın batı ucunda, Mutlular Adalarının dolaylarında otururlarmış, ama zamanla coğrafya bilgileri artınca, Hesperid’lerin yurdu Atlas dağlarının eteğinde bir yer sayıldı.
Hesperid’lerin başlıca görevi, altın elmaların bittiği bahçeye bekçilik etmekmiş. Bir
zamanlar Gaia tanrıçanın Hera’ya düğün hediyesi olarak verdiği bu elmaları dünyanın batı ucundaki bir bahçeye dikmişler ve başlarına bekçi olarak Hesperid’lerden başka bir ejder koymuşlardı. Batı Kızları bu cennet bahçesinde ezgi söylemekte ve tatlı balı akan
pınarların başında hora tepmekle vakit geçirirlermiş Altın elmalar ölümsüzlük bağışlayan bir yemiştir. Herakles onları koparmakla ölümsüzle hak kazanmış olur. Altın elma motifi Üç Güzeller ve Paris efsanesinde de geçer."
DİĞER ANTİK KAYNAKLARDA ATLANTİS EFSANESİ Odysseia
MÖ 8 ila 6ncı yüzyıllar arasından kaynaklanan ve Homeros’a atfedilen Odysseia, mitolojik kahraman Odysseus’un, Troya savaşından sonra evine dönmek için yaptığı yolculukları anlatmaktadır. Odysseia, her ne kadar içrek anlamı ağır basan bir destan olsa da o dönemde anlatılan, yaygın olan efsanelerden izler taşımaktadır.
O dönemde bilinen ve yok olan bir kara parçasından söz eden bir efsanenin izlerine Odysseia’da rastlıyoruz.
Tanrılar Odysseus’un tutsak bulunduğu Kalypso’nun adasından ayrılıp yurduna
dönmesine karar verince, Odysseus kendine bir sal yapar ve denize açılır. Ancak denizde bir fırtınaya yakalanan Odysseus Phaiak’ların ülkesine kadar sürüklenir. Odysseia’da geçtiği kadarı ile burada bambaşka bir mitos ile karşı karşıya olduğumuzu anlarız. "Eskiden Phaiak’lar engin Hypereia’da otururdu,
güçte üstün zorba Tepegözlere yakın,
Tepegözler onların topraklarını boyuna yağma ederdiler. Tanrı yüzlü Nausisthoos onları kaldırdı,
götürdü yerleştirdi Skherie’ye,
alın teriyle yaşayan insanlardan uzağa. Dört yandan surla çevirmişti kenti,
evler kurmuş, tapınaklar yapmıştı tanrılara, tekmil topraklar dağıtmıştı,
düşünceleri tanrılardan gelen Alkinoos kraldı şimdi." ( VI, 4-12 )
Bu bölümde ilginç bir mitos ile karşı karşıya kalmaktayız. Phaiak’ların kökeni anlatılırken Hypereia adlı bir ülkeyle de karşılaşıyoruz. Bu isim Hyper (Upšr-), üzerinde sözcüğünden gelmekte olup, bizim kanaatimizce üzerinde olan - belki de deniz üzerinde - anlamına gelmektedir. Burada Tepegözler, yani Kyklop’lar ( KÚklwpej ) da yer almaktadırlar. Kyklop’lar, mitolojik varlıklarının yanı sıra Dev anlamında da kullanılmaktadırlar ve bu pasajdaki devler daha önce gördüğümüz Nefilim ile benzerlik göstermektedirler. Kısaca Phaiak’ların bir ülkede devlerle birlikte yaşadığını öğrenmekteyiz. Ancak devlerin zorbalığından kaçan Phaiak’lar başka bir yere belki de bir adaya yerleşmişlerdir. Bu da daha bir çok efsane ile benzerlik göstermektedir.
Odysseus’un Alkinoos’un sarayına gitmesi ve sarayı betimlemesi ile Platon arasındaki benzerlikler de gözden kaçırılmamalıdır :
"Bu ara Odysseus’da gitti Alkinoos’un şanlı konağına, giremedi içeri, gözleri kamaşıverdi,
durakaldı tunç eşiğin önünde,
ulu canlı Alkinoos’un yüksek çatılı sarayı ışıldıyordu güneş gibi,ay gibi !
Tunç duvarlar uzanıyordu iki yanda girişten ta içerilere dek,
kuşaklar vardı bu duvarlarda, mavi mineden
altın kapılar açılıyordu sağlam evin içerisine doğru, eşikleri tunçtan, söveleri gümüştendi,
iki yanları ve kapı tokmakları altından
Yerde iki köpek vardı, biri altındı, biri gümüş, bütün ustalığını göstermişti Hephaistos bunlarda, korusunlar diye ulu canlı Alkinoos’un konağını, ölümsüzdüler ve eskimek bilmeyeceklerdi.
…
Heykeller dikilmişti güzel ayaklılar üstüne,
yanan çırağılar tutuyordu ellerinde altından delikanlılar, konaktaki şölenleri aydınlatmak için geceleri.
…
Bir büyük bahçe vardı avlu dışında, kapılara yakın, dört dönümlük, çitlerle çevrili çepeçevre ;
Ağaçlar dal budak salmıştı burda kocaman kocaman, armut ve nar ağaçları, pırıl pırıl yemişli elma ağaçları, bal gibi incirler, yemyeşil fışkıran zeytinler,
ne yok olur, ne eksilir yemişleri bu ağaçların, yaz, kış ara vermeden bütün yıl yeşerirler, Zephiros estikçe biri biter, biri düşer, taze armut biter kuruyan armut yerine,
elma üstüne elma biter, salkım üstüne salkım, incir üstüne incir biter.
Bir bağ var ötede,salkım salkım üzümlü, arada bir güneşlik çardaklar kurulu,
işte kızarmış salkımlar, koparıp ezilmeye hazır, ama koruklar var yanıbaşında,
çiçek dökmedeler yeni yeni, alttan da başka salkımlar kızarır . En dipte öbür ucunda bağın,
asma kütüklerinini yanında, düzenli bostanlarda, fışkırırı yol boyunca çeşit çeşit bitkiler.
Bağın içinde iki çeşme akar, biri dolaşır bütün bahçeyi,
biri gider avlu eşiğinden yüksek konağa doğru, hep bu çeşmeden su alır yurttaşlar.
İşte parlak armağanlar bunlardı,
tanrıların Alkinoos’a verdiği." (VII 83-133)
Her türlü meyvenin, her zamanda yetiştiği bir tür "Cennet Bahçesi" tanımlaması bir çok mitte ortaktır. Özellikle Platon’un da Atlantis’i bu şekilde betimlemesi ve Odysseia’da aynı motiflerin bulunması dikkat çekicidir. Bir başka ortak nokta da iki su kaynağının bulunmasıdır.
Ayrıca burada dikkat çeken bir husus da sarayda madenin bol kullanılması ve otomatik robotumsu eşyaların varolmasıdır.
Odysseia’da Phaiak’lar denizcilikte çok kuvvetli bir halk olarak geçerler ve dolayısıyla Poseidon önemli tanrılardan biridir. Odysseia’da bir çok yerde Phaiak’ların denizcilikte üstünlükleri anlatılır.
BUZLARIN ALTINDAKİ KAYIP UYGARLIK
Antartika, 1820 yılında keşfedilmiş olup bugün hala her yeri araştırılmış değildir.Flem-Ath çifti ve diğer bir çok araştırmacı, her geçen gün şu teorinin daha çok gerçeklik payı
olduğunu savunuyor: Antartika’nın buzlarının altında kayıp bir uygarlığın kanıtları olabilir.
Harika bir ülkeydi.Denizcilikle meşgul gelişmiş tekniğe sahip bir uygarlığa aitti.Ayrıca harika bir mimarlık ve göz alıcı bir başkent.
İnsanlar materyalist ve aldatıcı olduktan sonra, yıldızlar yerlerinden oynamaya başladı, güneş diğer taraftan doğdu. Depremler yeri yardı, yanardağlar lav püskürttü. Herşey üzerinde bulunduğu toprakla birlikte denize gömüldü ve sonsuza dek haritadan silindi. 20 YIL SÜREN ARAŞTIRMA
Bu, eski yunan filozofu Plato’ nun M.Ö. 400’de bahsettiği Atlantis efsanesinin kısa bir özetiydi.Şimdi, 2000 yıl sonra Plato’ nun bahsettiği bu kayıp ülke, Kanadalı çift Rand ve Rose Flem-Ath’ ın topladığı delillerden sonra gerçekten var olmuş olabilir.Çiftin
araştırması 20 yıl sürdü ve Kanada’ dan Londra’ ya British Museum’ a geldiler.
Çift burada, uğraşılarının sonuçlarını almaya başladı.Modern bilimin buluşları ve eski yazıtlar ve bilgiler, haritalar ve mitler sayesinde, sonsunda radikal teorilerini destekleyen delillere ulaştılar.Sonuçta şu ortaya çıkıyordu:
M.Ö. 10.000’ den beri kayıp uygarlık Atlantis, buzların altında Antartika’ da gömülü duruyordu.
Plato’ ya göre Atlantis M.Ö. 9600 yıllarında (modern toluluklardan 1000 yıl önce) büyük bir doğa felaketinden sonra yerle bir olmuştu.Flem-Ath çifti, doğa felaketleriyle Atlantis’ in yok oluşunu birbirine bağlayan ilk kişiler değildi.Amerikalıların efsaneleri uzak
doğudakilerle benzerlik gösteriyor, Yahudi ve Hristiyan incilleride aynı ayrıntıları taşıyordu.Bir tsunami sonrası yok olan bir ülke.
Rand Flem-Ath 1976’da Charles Hapgood’un “Eski deniz kırallarının haritaları” adlı kitabını okudu.birden Antartika’da eski bir uygarlık olabileceği fikri ile
1982’deki ölümüne kadar 5 yıl boyunca Hapgood tarafından bilgisel olarak desteklendiler. Londra’da oturdukları zamanlar kitapları”gökyüzü düştüğünde” için bir çok araştırma
yaptılar.
ESKİ TEORİLER
Flem-Ath çifti, Atlantis’ in Atlantik’ te ve Akdeniz’ de olduğu hakkındaki teorileri çok iyi incelemişlerdi.Ve başka ihtimaller üzerinde durmaları gerektiğinide görmüşlerdi.Onların yeni teori için çıkış noktası, 1953 yılında Amerikan akedemisyeni Charles Hapgood tarafından öne sürülen ve sadece Albert Einstein tarafından desteklenen jeolojik bir teoriydi.
Hapgood, bir zaman sonra artan ağırlığı sebebiyle, kutup buzunun kara parçalarına doğru, bir portakal kabuğunun meyve üzerinde kayması gibi, kayacağına inanıyordu.O, bunu, “yer kabuğunun yer değiştirmesi” şeklinde adlandırıyordu. 1958 yılında “kayan yer kabuğu” adlı kitabını yazdığında Albert Einstein bir cevap yazdı.
Günümüzde bu, bilimadamları tarafından “kıtaların hareketi ve tektonik haraketler” olarak adlandırılmaktadır. Fakat böyle büyük kara parçalarının kayması her 1 milyon yılda ancak 16 km. olmaktadır.Hapgood, daha radikal bir şeyle geldi.Ona göre, kara parçası aniden hızlı ve yok edici bir şekilde haraket edebilirdi.Bu batık uygarlıklar böyle ortadan kaybolmuşlardı.
Plato’nun Atlantis hikayesinin temeli Mısırlı Rahiplerin Solon’a anlattıklarına dayanıyor. Atlantis’in başkenti halkalardan oluşan bir görünüme sahipti. Buradaki yaşama
merkezleri, dükkanlar ve kraliyet arazisi birbirine bağlanmıştı.
KAÇIŞ
Eğer 10.000 yıl önce, bu kadar gelişmiş özelliğe sahip uygarlık var olduysa,böyle bir felaketin gelişini görebilmeleri ve bir kaçış ve tahliye planı yapmış olabilmeleri gerekiyor. Diğer yandan, başka bir ihtimalle, topluluktan bazı insanlar büyük dalgaların
ulaşamayacağı yüksek yerlere kaçmş olablirler.Böyle yüksek yerler, And dağlarındaki Titicaca gölü civarı ve Taylan’ ın ve Etyopya’ nın yüksek yerleri olabilir.Bu yerlerde tarım kendiliğinden M.Ö. 9600 yıllarında ortaya çıkmıştır.Bu tarih, Flem-Ath çiftinin dikkatini çekti. Aynı zaman dliminde Plato’ nun bahsettiği Atlantis sulara gömülmüştü.Bu tarım olayı acaba Atlantis’ ten kurtulanlar tarafından başlatılmış olabilirmi?
resme tıkla büyült
Piri Reis’in haritasının temel alındığı kayıp eski haritalar denizcilikle uğraşmış bir uygarlığın eseri olmalıdırlar. Harita Afrika’yı, Güney Amerika’yı ve Bugün buzlarla kaplı olan Antartika’yı göstermektedir.Harita yarım dereceye kadar hassasiyetle çizilmiştirki bu
resme tıkla büyült
Oronteus Finaeus’un yaptığı haritada eski haritalardan temel alınarak yapılmıştı.Bu haritada Antartika (sağdaki kara parçası) dağlar ve nehirlerle birlikte çizilmişti.Buda gösteriyorki Antartka buzlarla kaplanmadan önce, insanlar tarafından ziyaret edilmiş hatta
yaşama mekanı olarak kullanılmıştır.Bu kıta “modern insan” tarafından ancak 1820 yılında keşfedilmiştir.
HARİTALARIN GİZEMİ
Şöyle bir düşünelim. Bu felaketten kurtulan insanlar, kendileriyle birlikte başka şeyleri batık ülkelerinden kurtarmış olabilirler mi?Böyle bilgi parçaları daha sonraki insanların eline geçmiş olabilir mi? Mesela eski haritalardan yararlanarak kendi gizemli haritasını 1513’ te yapan büyük denizcimiz Piri Reis gibi. 1956 yılında harita Hapgood’ un masasına gelince önemi ortaya çıktı.
1513 yılında yapılmasına rağmen harita nasıl oluyorda Güney Amerika sahillerini
gösteriyordu? Ve bir bölümü haritada çizili olan Antartika ancak 1820 yılında keşfedildi. Daha sonra haritanın incelenmesi için Amerikan Hava Kuvvetleri’ ne ( USAF ) gönderdi. 1949 yılında yapılan ve Antartikanın buzlarla kaplı olmadan önceki halini gösteren
haritayla Piri Reis’ in haritasını karşılaştırdıklarında, ikisininde aynı olduğunu gördüler. Varılan sonuca göre, Antartika’ nın deniz kıyısındaki bölümlerini gösteren haritadaki kısım, bu bölgenin buzlarla kaplanmadan önceki halini gösteriyordu.Şu anda aynı yerdeki buz kalınlığı 1,5 km. dir. Anlayamadığımız nokta, nasıl oluyorda 1513’ deki coğrafya bilgisiyle yapılan böyle bir harita günümüz bilgisiyle yapılan haritalarla aynı oluyor? Bu arada Hapgood diğer bir “imkansız haritayı” incelemeye ald.Bu harita 1531 yılında Oronteus Finaeus tarafından yapıldı.Bu harita Antartika’ yı dikkati çeken detaylı bir şekilde, dağlarıyla, ovalarıyla ve nehirleriyle gösteriyordu.Bu detaylar 1949 yılında yapılan haritayla ve Plato’ nun 2000 yıl önce yazdıklarıyla uyuşuyordu.
Bu haritalar gerçek.Bu haritaların yararlandığıo daha eski haritaların günümüz teknolojisine ve bilgisine tarihin çok daha eski zamanlarında erişmiş br topluluk
tarafından yapıldığı akla gelen ilk önyargısız çözümdür. Kendisini geliştirebilmesi için bu topluluğun bulunduğu kıtanın ılıman bir iklime sahip olması, topluluğun yiyecek
ihtiyacını karşılaması açısındanda gereklidir. Eğer Antartika’ yı 3200 km. kuzeye kaydırırsanız, bunun sonucunda denizci bir topluluktan bahsedebiliriz.
Eğer dünya kabuğu 10.000 yıl önceki gibi 3200 km. yer değiştirirse Antartika bölgeside kayacaktır.Bu noktadan yola çıkarak, Plato’nunda bahsettiği Atlantis gibi Antartika’da
okyanuslarla çevrili bir yer oluyor.
Bilimadamları Antartika yüzeyinden reinlere doğru borularla aldıkları buzkalıplarını inceliyorlar.Buna göre M.Ö. 4000 yıllarında Antartika’da nehirler akıyordu.Oronteus
Piramitlerin konumu Orion takım yıldızındaki yıldızların M.Ö.10.450’deki konumuyla aynı. Buda gösteriyorki bizim bilmediğimiz tarih dönemlerinde bazı uygarlıklar teknolojik bakımdan
oldukça gelişmiş olabilirler.
MISIR İLE BAĞLANTI
M.Ö. 10.000 yıllarında teknolojik olarak gelişmiş bir uygarlığın varlığı, bugün bütün dünyada karşımıza çıkan gizemli eski yapıtları açıklayabilir.Bunlar, Aztekler ve Mayalar tarafından kurulmuş olan Güney ve Orta Amerika’ daki antik şehirlerdir. Onların bilgisinin temel alındığı eski bilgiler Atlantis’ in hayatta kalanlarındanmı gelmişti?
Plato’ nun Atlantis hikayesi Eski Mısır’ada uygulanabilir. Bu eski uygarlık piramitleri inşa etme bilgisine sahipti.Bazı arkeolojik kanıtlar, Sfenks’in sandığımızdan çok daha eski olduğunu
gösteriyor.Yüzündeki yağmur erezyonu bunun en az 10.000 yıl önce yapıldığını gösteriyor.
Bilim adamları ayrıca piramitlerin konumunun Orion yıldız takımının bir kopyası olduğunun farkına vardılar.Fakat bu günkü konumunun değil M.Ö. 10.450 yılındaki konumunun bir kopyasıdır. Yıldızlar her yıl biraz yer değiştiriyorlar.Çünkü dünya çevresinde düzgün bir şekilde dönmüyor.Sanki merkezine göre biraz sallanıyormuş gibi haraket ediyor.
Eski Olmek kafası.Orta Amerika’da bulunmasına rağmen yüz hatları
itibariyle bulunduğu yerle uyuşmuyor.Bazı arkeologlar bu kafa heykellerinin Mısır’ın Sfenksiyle karşılaştırıldığında , eski uygarlıklardan bazılarının bizim bilgimizin ötesinde
çok uzak yerlere yolculuk edebildildiği
sonucunu çıkarıyorlar.
Antartika’daki Ross Island’da bulunan aktif volkan Erabus Dağı, Atlantislilerin muhtemel enerji kaynağı vazifesini görmüş olabilir.Bitki fosillerinin gösterdiğine göre Antartika bir
zamanlar ılıman bir iklime sahipti.
GEÇ KALAN FELAKET
Bu yerkürenin “sallanması”, manyetik kutupların kaymasına yol açıyor. Her 500.000 yılda bir dünyanın manyetik kutupları yer değiştirmektedir. Sonuncusu 780.000 yıl önceydi. Ve bu yüzden bilimadamları bir sonraki kaymanın çok geciktiğini belirtiyorlar.
Bu kutupların yer değiştirmesi, birden bire olacak ve çeşitli doğa felaketlerine yol açacaktır.Burada Hapgood’ un teorisini hatırlıyoruz.Neyse bunu zaman gösterecek.
BİLİMİN AÇIKLAYAMADIĞI 36 KEŞİF
Not: Bu konu UFONET tarafından hazırlanmıştır. Aynı resimleri ve yazıları kullanıpta kendi eseriymiş gibi gösterenlerin alıntı yaptıkları yeri belirtmeleri daha profosyonelce
olacaktı.(Buna gazetelerden biride dahildir.)
İnsanlığın aydınlanmasında en büyük rolü hiç kuşkusuz Modern Bilim rol oynuyor. Hatta Bilime tapanlar bile var. Ancak bazen birçok bilim adamının çokta geniş
fikirli olduğunu söyleyemeyiz. Hatta dünyaya at gözlükleriyle baktıkları bile söylenebilir. Onlar bir doktrini temel alarak yollarına devam etmekte ve aldıkları bilimsel öğretilerin sınırlarını zorlamadan olaylara açıklık getirmektedirler. Buda bazen dar görüşlü teorilere yol açmaktadır. Klasik tarih ve diğer bilim öğretilerine
ters düşen ve bir muamma olarak karşılarına çıkan bir çok olayı ve buluntuyu "vardır mantıklı bir açıklaması " deyip geçiştirmekte , hatta incelememektedir.
Çünkü ulaşacağı sonuçlar hiçte klasik tarihin sıralamasına uyacak cinsten olmayacak. Klasik yolu değiştirmek istemediklerinden dolayıda bu buluntuları
görmezlikten gelmekte, tartışmalara girmemektedirler. Buradaki amacımız bilim adamlarını kötülemek falan değil. Bilime karşı olmakta saçmalıktır. Ancak düşüncemiz Klasik bilimin daha geniş fikirlilikle incelemeler yapması ve insanlığı
gerçeklerle aydınlatmasıdır. Evrim teorisinde olduğu gibi yüzyıllar öncesinin yanılgılarını devam ettirmek yerine yeni sayfalar açarak insanlığı gerçeklerle buluşturmak onların görevi olmalı. Şimdi gelin bakalım, şu dünya üzerinde bulunan ve bilimin görmezlikten geldiği , tarihimizin karanlıklarından buluntulara kısaca göz
atalım. Buluntular sadece bunlarla sınırlı değil tabiki. Şimdilik sadece bu kadarına yer vereceğiz.
Mısır , Dendera 'daki Hathor tapınağında göze çarpan ampuller. Bu ampuller kıvrımlı kablolar ile bir jeneratöre veya açma kapama düğmesine bağlıdırlar. Ampul şeklindeki cismin içine bir yılan tasviri konulmuş. Bu da ampulün içindeki ince teli gösteriyor olabilir.
Rudolf Gantenbrink tarafından Büyük Piramitte keşfedilen bakır kulplu kapı. Resim UPUAUT 2 adlı bir araştırma robotu tarafından çekilmiştir.. Hangi amaca hizmet ettiği bilinmeyen gizemli kapı ,kraliçe odasından başlayan güney kanallarında yer almaktadır. Bu kapının arkasında başka bir kapı daha bulunmuştur. Yapılan bazı araştrmalar
sonucunda içinde ne oldğunu bilmediğimiz bir oda veya odalar bu ikinci kapının arkasında bulunmaktadır.. Aynı kapıdan kral odasından başlayan kuzey kanallarındada bulunmuştur. Burada sorulan en önemli soru şu : Görünüşte hiçbir amaca hizmet etmeyen bu kapılar Neden buralara kondu ?
Piramitteki bu araştırma hakkında daha fazla bigi için : www.cheops.org (site İngilizcedir)
Yukarıdaki resimde gördüğünüz çekiç bir kum taşı içinde bulunmuştur. Yani Prensibe göre ,bu kum taşı oluşurken çekiç oradaydı. Keşif 1844 yılında Fizikçi David Brewster
tarafından yapılmıştır (Kingoodie , Myinfield - İngiltere). İngiliz jeoloji arştırma merkezinden dr. A. W. Med tarafından yapılan analizlerde bu kum taşının yaşının 360 ile 460 milyon yıl olduğu saptanmıştr. Yani çekicinde o kadar eski olması gerekiyor. Bu sefer
soru sormayacağım. Soruları siz üretin.
Üzerinde oyularak yapılmış, tam gelişmemiş olsada rahatlıkla farkedilen bir insan yüzü bulunan bir deniz kabuğu. Bu buluntu 1881 yılıında jeolog H. Stopes tarafından rapor
edilmiştir.Yapılan testler sonucunda, oyma işleminin kabuklu henüz yaşarken yani fosilleşmeden önce yapıldığı ortaya çıkmıştır.Bu deniz kabuğu Pliocene devrine ait ve 2
Bu metal kürecikler Güney Afrika, Klerksdorp 'tan. Birinin üzerinde kürenin çevresini dolaşacak şekilde birbirine paralel 3 çizgi oyulmuştur. Bu küreler Cambrian devri öncesine ait pek çok mineral arasında bulunmuştur (2,8 milyar yıl öncesi). Bu kürelerden
bazıları 6 milimetre kalınlığında, ince bir kabuğa sahiptirler. Bu ince kabuk kırıldığı zaman kürenin içinden süngerimsi garip bir şey çıkıyor.Bu süngerimsi şey havayla temas
edince parçalanıp toz haline geliyor. Bu kürelerin ne oldukları ,ne amaçla yapıldıkları bilinmiyor. Üstelik 2,8 milyar yaşındalar. İnsanın inanası gelmiyor ancak bilimsel veriler
"Geode of Coso" antik bir parçadır. Bu kaya parçasının üzeri doğal kristallerle
kaplanmıştır.içinde bir boşluk bulunmuştur. Bu boşlukta, malzemesini metal ve porselenin oluşturduğu garip bir cisim bulunmuştur.
Resim A : Kaya parçasının iki parçaya bölünmüş hali. Resim B : Taşın her iki yarısının iç kısmını görüyoruz.
Resim C : Radiography tekniğiyle içindeki cismin resmi çekiliyor. Cisim o kadar eski olmasına rağmen metal bir yapıdadır. Bu cismin üzerinde meydana gelen ve onu kaplayan
kristal oluşumlu kabuğun oluşabilmesi için 500.000 yıl (beş yüz bin yıl) geçmesi gerekiyor !
Resim D : Yan taraftan çekilen radiography resminde metal cismi daha ayrıntılı bir şekilde görüyoruz.
Sonuç olarak bu garip cisim 500.000 yıl yaşındadır. Günümüzde bir şeye ait bir parça olsaydı ,çoktan ne olduğu tespit edilirdi.
Japonya 'nın Yonaguni adasının yakınında , denizin 23 metre altında insan yapısı olduğu apaçık belli olan piramitler bulunmaktadır. 183 metre genişliğinde ve 27 metre
yüksekliğindeki bu piramitler yaklaşık , 8000 - 10.000 yıllıktırlar.
Daha fazla bilgi için
Peru Sacsahuaman 'daki bu duvarlar ,Bimini adasındaki esrarengiz su altı yapıları ile kesin bir benzerlik göstermektedir. Bu arkeolojik duvarlar bir gizem taşımaktadırlar çünkü ,antik çağlarda yapılmalarına rağmen ,bu kadar kusursuz bir şekilde işlenip yerlerine koyulana kadarki aşamalar için yüksek bir teknoloji ve bilgi gerektirmektedirler. İnsanın açıklayamadığı , garip iç ve dış açılara sahip bu duvar taşları hakkında cevabını bilmediği
sorular ise şunlar : Nasıl taşındılar?Nasıl ölçülüp nasıl kesildiler ? Nasıl bu kadar doğrulukla yerleştirildiler ? Hemde ilkel insanlar tarafından.
Bazı Nazka (Nazca) çizgileri ,yukarıdaki resmin orta kısmında görüldüğü gibi ,birbirine paralel kilometrelerce ve hatta dağları ,vadileri aşarak uzanmaktadırlar. Bu çizgileri kim
takip ediyordu ve ne amaçla ?
Mısır 'daki Abydos tapınağındaki hiyerogliflerde ,helikopteri ,tankı, kargo uçağını ve planörü çağrıştıran şekiller vardır. Bu hiyeroglifler başka hiyerogliflerin altına
gizlenmişlerdi. İlk tabaka hiyerogliflerin yerinden kopup düşmesiyle bu esrarengiz şekiller gün yüzüne çıkmıştır.
Bu daire şeklindeki taş oluşumları 30 metre çapındadır ve Loch Ness gölünün dibinde görüntülenmiştir.
1900 'lü yılların başlarında 250 civarında hiyeroglif Sydney 'in 100 km. kuzeyindeki Hunter Valley ulusal parkında keşfedilmiştir (Avustralya). Bunlar antik Mısır hiyeroglifleridir. Kuşkuya yer bırakmayacak olan Eski Mısır Tanrısı "Anubis" çizimi ile
birlikte hiyeroglifler şu soruyu akla getiriyor: Acaba Eski Mısırlılar Avustralya 'yamı gitmişlerdi ?
Lochness canavarını gösteren bu fotoğraf 70 'li yıllarda çekildi. (Gerçekmi değilmi bilemiyoruz.)
Kafatası Peru'da (Ica) bulunmuştur. İlk bakışta günümüz insanının kafatasına benzemektedir, ancak soru işaretlerine yol açan bir kaç etken öne çıkmaktadır. Göz boşlukları günümüz insanının göz boşluklarından %15 daha büyüktür. Beynin yer aldığı boşluk ise 2600 ccm ile 3200 ccm arasında değişmektedir. Şu andaki insanın kafatasındaki
beyin beyin boşluğu kapasitesi 1450 ccm 'dir !!!
Yukarıda Alban Dağına kazınmış pervaneli bir uçağı hatırlatan eski devirlere ait bir resim görüyorsunuz. Olmek topluluğunun inanılmaz ve çözümlenemeyen örneklerinden
Bu altın maket Kolomb öncesi döneme ait bir mezarda bulunmuştur. Yaklaşık 1800 yıllıktır. Görünüşe göre bir uçağın doğru ölçekli maketi gibi duruyor. (Delta kanatlı ,motor
yerine sahip ,pilot kabini var ,kuyruk kanatları bile doğru şekilde tasvir edilmiş.) Güney Amerika 'da buna benzer bir çok eser bulunmuştur.
Daha fazla bilgi için
Buache Haritası 1737 'de eski yunan haritalarından kopyalanarak çizilmiştir. Harita Antartika 'nın buzla ötülü olmadan önceki halinide göstermektedir. şaşırtıcı olan ise şu:
Eğer bugün Antartika buz ile örtülü olmasaydı Ross ve Weddell denizleri bu kara parçasının ortasından geçerek kıtayı 2 büyük parçaya ayırmış olacaktı. Ancak modern
jeoloji araştırmaları sonucunda 1968 yılında bu gerçeğin farkına varılmıştı.
Peru 'daki Ica çölünde bulunan ve binlerce yıl öncesine ait Ica taşları akılları karıştırıyor. Dr. Javier Cabrera büyük bir sabırla bu taşları koleksiyonunda toplamış ve binlerce taştan oluşan bir müze açmıştır. Bu taşlara kazınmış olarak , kalp naklini göstern ameliyatlardan dinozorları avlayan insanlara kadar bir çok olay gösterilmektedir. Hatta evcilleştirilmiş
dinozorların üzerinde oturan insanlar bile tasvir edilmiştir.
Bu konu hakkındaki geniş araştırma yazımızı bir çok fotoğrafla birlikte görüntülemek için tıklayınız.
Alışıldık olmayan bu spiral cisimler 1991 - 1993 yılları arasında Rusya'daki Ural dağlarının doğusunda bulunan küçük bir dere olaran Narada 'da bulunmuşlardır. Boyları
en fazla 3 cm. olan bu cisimlerden (inanılmaz ama) 0,003 mm. olanlarıda bulunmuştur. Büyük olanları bakırdan , küçük ve çok küçük olanları ise çok ender rastlanan "tungsten" ve "molybdenum" maddelerinden yapılmıştır. Mikroskopla yapılan incelemeler sonucunda
spiraller kusursuz bir biçimde "altın oran" tekniğiyle yapılmıştı. Dahada şaşırıcı olan şey ise: bütün bilimsel incelemelerin gösterdiği gibi bu cisimlerin yaşlarının 20.000 ile 318.000 yıl arasında değiştiğidir. Bu yaş farkı cisimlerin bulundukları derinliğe göre
Tarih öncesi devirlerde yaşamış olan Toxodon 'nun bulunan birkalça kemiği. (Arjantin). Resimde ok ile gösterilen şey ise bir ok veya mızrak ucudur. İnsanın yaşamadığını
sandığımız devirde , biri onu avlamış anlaşılan.
1932 yılında Pedro Dağlarında bulunmuş bir mumya. (ABD ,Wyoming eyaleti , Casper şehrinin 60 mil güney batısı). Mumya koyu bronz renginde ve oldukça buruşmuş vaziyettedir. Hayattayken boyu 35 cm. ' yi geçmiyordu !!! Röntgen ışınlarıyla yapılan
incelemede bu canlının ağırlığının 5,5 kg. olduğu ortaya çıkarıldı. Cinsiyeti erkek ve bütün dişleri yerinde. Öldüğünde aşağı yukarı 65 yaşında idi. Mumya 350 gr. ağırığındadır. Alnı çok aşağıdadır. Ezik bir burnu ile büyük ve geniş burun delikleri
vardır. Çok geniş ağzı ile incecik dudakları bulunmaktadır. Bu yaratık bilinen insan türlerinden çok daha küçüktü. Bazı araştırmacılara göre bu çok küçük boyutlarda olan bir
ırkın üyesiydi.
Lübnan 'ın Ballbek şehri yakınlarındaki işlenmiş dev kaya blokları. Bu taşlar binlerce yıl öncesinde buraya getirilmişti. Resimde gördüğünüz parça 1050 ton ağırlıkta ve 25 metre uzunluğundadır. Bu " momolit " takma adlı yekpare blok dünya üzerindeki işlenmiş en
büyük taş bloktur. Soru şu: Bu taşları kimler ve nasıl buraya getirebilmişti ?
Daha fazla bilgi için
Puru 'daki bronz dişliler. Modern dişlilerden farkı yok gibi. Tek farkı çok uzun zaman önce yapılmış olmaları.
Ünlü " Kiev Astronotu " . Bu heykelcik Avrupa 'da bulunan " uzay adamı " özelliklerini gösteren tek buluntudur. Yaşı çok eskidir.
Tarih öncesine ait küçük japon heykelcikleri. Yakalarında civata taşıyan bu heykelcikler bir tür uzay başlığı ve elbisesi taşımaktadır. Hatta bunlardan biri çok büyük gözlük
takmaktadır. Sanki güneş ışığından korunmak ister gibi.
Daha fazla bilgi için
Filippo Lippi tarafından yapılan "La Madonna e san Giovannino" tablosu. (15. yüzyıl) Yukarıdaki koyu renkli ve ışık saçan cisim sanki haraket ediyor gibi. Çünkü seyredenler var. Tablodaki adam ve köpek. Ressamın tablosuna aksettirdiği bu cisim hiç bir inanç ve dinsel anlatımla alakalı görünmüyor. Roma döneminde olduğu gibi günümüzdede " ufo "
Bu resimde Antikythera makanizmasını görmektesiniz. Sağ tarafta ise teknik şeması yer almaktadır. 1900 yılında Girit adasında bulunmuştur.M.Ö. 1.yüzyıla tarihlenmektedir. Bu
antik bronz mekanizma bize eski uygarlıkların düşündüğümüzün aksine daha ileri bir teknik bilgiye sahip olduğunu kanıtlıyor. Astronomik takvim olduğu düşünülen bu makanizmada (yada bir makinanın parçası ) içinde başka dişlilerde bulunmaktadır.
1895 yılında İrlanda 'da Dyer tarafından mineral araştırmaları sırasında bulunan bir dev fosili. Boyunun karşılaştırılması amacıyla bir tren vagonunun önüne koyulmuştur. Yüksekliği 3 metre 70 santimetre ve ağırlığı 2050 kg.dır.(taşlaşmış olduğu için daha ağır
geliyor herhalde) Sağ ayağı 6 parmaklıdır. Ancak daha sonra bu dev fosiline ve sahibine ne olduğunu kimse bilmiyor.
Kafaları karıştıran bir şehir daha. Lübnan 'daki Balbek şehri. 20 metreden daha büyük taşlarında kullanıldığı bu antik şehir Roma imparatorluğundanda eski. Hatta Sümerlilerin bilgilerine göre bile burası antik bir şehirdi o zamanlar. Taşların büyüklüğünü göstermek amacyla 2 kişi yapıların arasında dikiliyor. Bugün kimse burasını kimlerin yaptığını ,nasıl
yaptığını ,ne amaçla ve ne zaman yaptığını bilemiyor. Modern bilim ise Baalbek 'i görmezlikten gelmeye devam ediyor.
Bu cisim Kanada 'nın Kuzey kutup bölgesindeki Axel Heiberg adası eski fosiller koleksiyonunda bulunmuştur. İncelemeler bunun bir insan parmağı fosili olduğunu gösteriyor. Bu fosil 100 ile 110 milyon yıl öncesine aittir (Creataceous jeolojik dönemi).
Bu fosil " DM93-083 " numarasıyla arşivlenmiştir. Röngen ışınlarıyla yapılan inceleme sonucunda yukarıdaki resimdeki siyah kısımların parmak kemiklerine ait olduğu ortaya
çıkmıştır. Bu kadar eski zamanlarda insan yaşamış olabilirmi ?
Yapımı bitirilmemiş bir Obelisk (dikilitaş). Şu anda dikili bulunan en büyük obeliskten 2 kat daha büyüktür. Yapımında bir çok Mısır tapınağının inşasında olduğu gibi kırmızı granit kullanılmıştır. Yaklaşık 40 metre yüksekliğinde ve 1150 ton ağırlığındadır. (Eğer
bitirilmiş olsaydı)
Kolombiya , Bogota yakınlarında bulunmuş bir insan eli fosili. Fosilleştiği kayanın yaşı 100 - 130 milyon yıldır. Yani , fosilde o kadar sene önce meydana gelmiştir.
Bu 120 milyon yıllık taş parçasının yüzeyi ,Ural Bölgesini gösteren (tabiri caizse) bir haritayla kaplıdır. Görünüşe göre bu kadar eski bir haritanın olması imkansızdır. Bashkir
State Üniversitesindeki bilim adamları , çok eski zamanlarda , gelişmiş uygarlıkların olduğuna dair kanıtlardan biri olarak yorumluyorlar eseri. Bu greçektende insan eliyle yapılmış bir rölyeftir. Günümüz askeri haritaları ile neredeyse aynı karakterik özellikleri sergilemektedir. Harita sivil çalışmaları göstermekte yani uzunluğu 12.000 Km ' yi bulan
kanallar , nehirlere çekilen çitler , güçlü barajlar... Kanallardan çokta uzakta olmayan yerde elmas biçimindeki yerler gösterilmiştir.( Ne anlattığı bilinmemektedir). Ayrıca harita bazı yazılarıda içermektedir. Hatta sayılar bile vardır. Bilim adamları önce bunun
eski çince olduğunu düşündüler. Daha sonra bu düşünce bilinmeyen bir kaynağa ait hiyeroglif - syllabic türü yazıya dönmüştür. Bilim adamları bu yazıları şimdiye kadar
çözemedilier.
1945 yılında Waldemar Julsrud adlı deneyimli bir arkeolog El Toro dağı ( Meksika ) eteklerinde gömülmüş vaziyette kilden yapılmış küçük heykelcikler buldu. Daha sonra El
Tro şehri yakınlarında ve şehrin diğer tarafında Chivo Dağ yakınlarında poselenden yapılmış 33.000 'den fazla heykelcik bulundu.
Buluntular Chupicuaro , klasik kültür öncesine aitti. (M.Ö. 800 'den M.Ö. 200 'e kadar olan dönem) Bulunan heykelcikler , 65 milyon yıl önce yok oldukları düşünülen çeşitli
türlerdeki dinozorları kusursuzca tasvir ediyordu. Modern bilim döneminde, neye benzedikleri ancak çözümlenen tarih öncesi bu yaratıkları ,nasıl olduda böyle eski bir uygarlık kusursuzca sanat eserlerine yansıtabilmişti ? İnsan görmeden tasvir edemez.
Yeni Zellanda 'da bulunan çok eski bir uygarlığa ait kusursuzca yerleştirilmiş taşlardanoluşan duvarlar bulundu. Bu duvarları yapan uygarlık hakkında en ufak bir bilgi
yoktur.
1877 yılında Montezuma tünel şirketinin bir tünel çalışması sırasında 50 milyon yıl eski olan bir lav akıntısının içinde bir tokmak ile bir kap bulundu.( Table dağı - California) Tomak yaklaşık 30 cm uzunluğunda ve kap ise 10 cm çapındadır. Bu buluntudan şu sonuç çıkıyor: 50 milyon yıl önce yanardağdan fışkıran lavlar sel olup akarken bu tokmak ile kap
oradaydı ve ikiside lavın içinde gömülü kaldılar. 50 milyon yıl önce ???? !!!! Genel soru olarak şunu sorabiliriz: Bizlere öğretilen tarih yanlışmı yoksa bizler hayalmi görüyoruz.? Acaba ,aynı UFO olgusunda olduğu gibi bir takım gizli yapılanmalar gerçek
tarihimizi bizden saklıyorlarmı? Aynen 1915 Ermeni olayları gibi siyasi gizli güçler gerçeği çarpıtıyorlar ve gerçekleri görmemiz engelleniyormu? Bilim buna alet mi
ediliyor.Eğer öyleyse NEDEN ? Bilmemizi istemedikleri şey ne ?
TÜRKiYEDEN USO RAPORLARI
Türkiye'de, USOlar ve USOlojik fenomenler öteden beri gözlenegelmistir. Özellikle bazi bölgeler, USO gözlemleri açisindan oldukça sansli görünmektedir. Ayrica, ülkemizde, USOlojik fenomen adi verilen tuhaf olgularin da sikça rapor edildigi iyi bilinmektedir. Ege UFO Üçgeni ve Marmara Denizi'nde gözlenen USOlojik aktiviteler oldukça dikkat çekicidir (her iki konu da, daha sonra ayrintili olarak ele alinacaktir). Eger,
Türkiye'deki USO tipi etkinligi niteligine göre ayristiracak olursak, su siniflandirmayi yapmak, en azindan simdilik kaydiyla, mantikli olacaktir:
A- Türkiye'de, USOlarin yogunlukla gözlendigi yerler ana hatlariyla sunlardir:
Alanya Açiklari Antalya Açiklari
Ceyhan Baraj Gölü
Ege Denizi (Ege UFO Üçgeni, izmir Körfezi Karaburun Civari ve Saros Körfezi) Marmara Denizi (Marmara UFO Üçgeni ve istanbul Civari)
Mersin Açiklari Van Gölü
Diger Yerler (Kayseri Karasaz Batakligi, Samsun Dereleri)
B- Ayrica, ülkemizde bazi ilginç USOlojik fenomenler özellikle su yerlerde gözlenmistir:
Ege Denizi Marmara Denizi Van Gölü
Asagida, ülkemizde görülen bazi USOlarin ve USOlojik fenomenlerin kisa bir özetini bulacaksiniz:
OLAY-01
Tarih: 18 Haziran 1845 Yer: Antalya Açiklari?
Tanik: Rev. F. Hawlett F.R.A.S.
Olayin Özeti: Haluk Egemen Sarikaya ( 1979) ilginç bir USO olayini ele almisti. Bu garip UFO olayi Sarikaya'dan aynen alinmistir: "Malta Times gazetesine göre, 18 Haziran 1845'te, Victoria yelkenli gemisinden, Türkiye, Antalya'nin yaklasik 1350 kilometre dogusunda (Enlemi 36 Derece, 40'56" Kuzey: Boylami 31 Derece 44'36" Dogu), yelkenlinin 750 metre kadar açiginda, denizden üç tane parlak cismin çiktigi görülmüstü. Cisimler yaklasik, 10 dakika süreyle izlenebildiler. Bu olay, hiçbir zaman incelenemedi ama, bu sansasyonel tezahür üzerine sanki kendiliklerinden gönderilen, baska gözlemlere ait baska öyküler de Profesör Baden-Powell tarafindan yayimlandi. Victoria yelkenlisinin olay sirasinda bulundugu noktanin 1350 kilometre kadar batisinda, Anadolu'daki Antalya kenti yer alir. Victoria'nin kaptaninin rapor ettigi
gözlemin yapildigi siralarda, Rev. F. Hawlett'de (F.R.A.S. üyesi) Antalya'da bulunuyordu. Ayni tezahürü, o da görmüs ve Prof. Baden-Powell'e olayla ilgili bilgiler göndermisti. Rev. Hawlett'in görüsüne göre, söz konusu olan cisim, ortaya çiktiktan sonra parçalara ayrilmisti. Rev. Hawlett'in gözlemi, yirmi dakika ile yarim saat arasinda bir süre boyunca sürmüstü." Hatta, bu olaya tanik olan Antalyali yerli halk da "allah, allah!" diyerek saskinliklarini dile getirmislerdi (Lore & Deneault, 1969).
Kaynak: (Lore & Deneault, 1969; Sarikaya, 1979).
OLAY-02
Tarih: 02 Kasim 1885
Yer: istanbul Üsküdar Vapur iskelesi Açiklari Tanik: Çevre Halki
Olayin Özeti: Haluk Egemen Sarikaya'dan (1982 ve 1985) aynen aktarilmistir: "Þafak sökerken, önce mavimsi ve sonra yesilimsi bir renk alan ve 5-6 metrelik bir irtifada seyreden, son derece parlak bir alev, Üsküdar Vapur iskelesi çevresinde bir dizi dönüs yapar. Göz kamastiran parlakligi sokagi aydinlatir ve evlerin içini isikla doldurur. Bir buçuk dakika süreyle izlenen UFO, daha sonra denize dalar. Denize dalisi sirasinda hiçbir su sesi isitilmez (Vallee, 1965; Passport to Magonia Database Internet-Online)."
Yorum: Gerçek USO mu? Meteorit mi?
Kaynak: (Sarikaya, 1982 ve 1985; Vallee, 1965; Vallee's Book of "Passport to Magonia" Internet-Online).
OLAY-03
Tarih: 30 Kasim 1955
Yer: izmir-Seferhisar Sigacik Koyu Tanik: Bazi Balikçilar
Olayin Özeti: Haluk Egemen Sarikaya'dan (1982 ve 1985) aynen aktarilmistir: "Seferhisar'daki Sigacik Koyu'nda balik avlamakla mesgul olan balikçilar, saat 15:30'da alevler içinde bir objenin denize daldigini görmüslerdir. Balikçilar, göz açip kapayincaya kadar sulara gömülen objenin mahiyetini tespit edememis, bir uça olabilecegini düsünmüslerdir. Ne var ki, derhal olay yerine gittiklerinde, hiçbir kalintiya ya da ize
rastlamamislardir. Daha sonradan, bölgedeki yetkililer de, ne civarlardaki hava alanlarindan ne de yöre üzerinde yapilan uçuslardan hiçbir uçagin kayip olmadigini bildirmislerdir. Dolayisiyla, söz konusu UFOnun, alev görünümü yaratan kirmizi isiklar saçarak, aynen Marmara Denizi'nde oldugu gibi, Ege'nin altinda yer alan bir UFO üssüne yönelik uçusu sirasinda denize dalmis olmasi kuvvetle muhtemeldir."
Yorum: Gerçek USO mu? Meteorit Mi? Uçak mi? Kaynak: (Sarikaya, 1982 ve 1985).
OLAY-04
Tarih: 05 Mayis 1962
Yer: Kayseri incesu ve Yesilhisar ilçeleri Arasindaki Karasaz Batakligi Tanik: Çevre Halki
Olayin Özeti: Haluk Egemen Sarikaya'dan (1982 ve 1985) aynen aktarilmistir: "incesu ve Yesilhisar ilçeleri arasinda yer alan Karasaz Batakligi'na, sabah saat 08:00'de kirmizi isiklar saçan bir UFOnun daldigi
görülmüstü. UFOnun inisi sirasinda duyulan müthis gürültü, halki heyecanlandirmisti." Yorum: Gerçek USO mu? Bataklik Gazi mi?
OLAY-05
Tarih: 31 Temmuz 1973
Yer: istanbul Yenikapi Açiklari Tanik: Çevre Halki
Olayin Özeti: Haluk Egemen Sarikaya'dan (1982 ve 1985) aynen aktarilmistir: "Havanin kararmakta oldugu saatlerde, arkasinda yogun bir iz birakarak Yenikapi açiklarinda Marmara Denizi'ne dalis yapan UFOyu görenler, büyük bir heyecana kapilmislardi."
Yorum: Gerçek USO mu? Meteorit mi? Uçak mi? Kitle Hallüsinasyonu mu? Kaynak: (Sarikaya, 1982 ve 1985).
OLAY-06
Tarih: 1976 Yer: istanbul
Tanik: Haluk Egemen Sarikaya ve Arkadaslari
Olayin Özeti: Haluk Egemen Sarikaya'dan (1985) aynen aktarilmistir: "1976 yillarinda Haluk Egemen ve arkadaslari, istanbul'da bir deniz kiyisinda oturup, UFOlara iliskin konusmalar yaparlarken, çirpintili olan deniz üzerinde tam dairesel ve tahminen 8 metre çapinda tam anlamiyla dümdüz bir alan olusmustur. Bu alanin kenar daire çizgisi, 15 santimetre kadar yüksekliginde ve dagilmadan aynen kalan bir su halkasindan meydana geliyordu. Bu düz satih (alan), kenar su halkasi ile çirpintili deniz üzerinde birçok kere yer
degistirerek ve gene düzgün bir küçülüsle ortadan kalkmis ve yerini gene çirpintili denize birakmistir. Orada, sanki Haluk Egemen ve arkadaslarinin hemen 5 metre ilerisinde ve denizden birkaç metre yükseklikte bir etherik (görünmez) gemi var gibiydi. Burada, kendileri ve çevredeki diger kimseler de zaman zaman UFO gözlemleri yapmislardi."
Yorum: USOlojik Fenomen mi? Kitlesel Hallüsinasyon mu? Algisal Yanilsama mi? Kaynak: (Sarikaya, 1985).
OLAY-07 Tarih: 1977
Yer: izmir Körfezi Tanik: Mümin Durmaz
Olayin Özeti: Tanigin agzindan aynen aktarilmistir: "1977 yiliydi. Okulda, bir pazartesi günü, istiklal Marsi töreni için toplanmistik. Mars basladi, herkes saygi durusunda bayraga bakiyordu. Okulumuzun
bahçesinden, tüm izmir körfezi görülür. Ben, en arka siradaydim, bir an gözüm körfeze kaydi. Hayretler içinde kaldim. Balik agina benzer kocaman bir sey, kus gibi süzülerek yavasça alçaliyordu. Rengi, kül
rengiydi. Yanimdakileri dürtükledim. Ama, mars bitmedigi için dönüp bakmadilar. Onbes-yirmi saniye sonra ise, ag benzeri sey denizde hiç etki yaratmadan kayboluverdi. En büyük üzüntüm, olayi benden baska kimsenin görmeyisi oldu (Bilinmeyen Ansiklopedisi, 1984-86, Fasikül iç Kapaklari No: 36)."
Yorum: Gerçek USO mu? Algisal Yanilsama mi? Hayal mi? Dünyasal Kaynakli Obje mi? Kaynak: (Bilinmeyen Ansiklopedisi, 1984-1986, Fasikül iç Kapaklari No: 36).
OLAY-08
Tarih: 1980 Yili (Bahar veya Yaz Aylari?) Yer: Antalya Kiyilari
Tanik: M.A.
Olayin Özeti: Haluk Egemen Sarikaya'nin (1982) Türkiye Gizemleri adli kitabinin, 232. Sayfasinda bir dizi ilginç fotografa yer veriliyor. Bu resim dizisinde, birtakim isikli izler deniz yüzeyinden göge dogru uzanmakta ve hatta bunlarin uçlarinda bir çesit isikli yildizlar meydana geldigi görülmektedir. Bu garip durum, tam 6 fotograf karesinde belgelenmistir. Gerçi, bu olaya, deniz yüzeyinden firlatilan bir tür isaret fisegi yol açmis da olabilir. Fakat, olayla ilgili olarak elimizde daha detayli bir bilgi yoktur ne yazik ki. Sarikaya'nin bu garip
vakaya dair degerlendirmelerini aynen aktaralim: ".... resimler, 1980 yilinda Antalya'da, deniz kiyisindaki bir aile gazinosunda, gece saat 23:00 sularinda M.A. ile esi N.A.'nin çektirdikleri hatira fotograflarinda ortaya çikan isikli izleri göstermektedir. Dünyanin çesitli yerlerinde de benzeri fotografik tespitler yapilmistir ve bazi nadir örnekleri mevcuttur. Fotograflarda ortaya çikan tuhaf isikli izler, astral varliklar, etherik (eterik) varliklar ya da UFOlojik varliklarca olusturulmus olabilir."
Yorum: Gerçek USO mu? Fotograf Lekesi mi? isaret Fisegi mi? Ruhsal-Etherik Olay mi? Kaynak: (Sarikaya, 1982).
OLAY-09
Tarih: Temmuz 1980
Yer: izmir Karaburun Açiklari
Tanik: Amatör Mercan Avcisi Refik Tanergün ve Arkadaslari
Olayin Özeti: Haluk Egemen Sarikaya'dan (1985) aynen alinmistir: "Karaburun açiklarinda, derin denizde avlanmaya çikan çogu balikçi, geçtigimiz (1980 yilinda) Temmuz ayinda meydana gelen ilginç olayi halen animsamaktadir. O aylarda avlanan grubun 300 metre ötesinde, Midilli sahiline bakan tarafta, bir anda, denizde 35-40 metre yüksekliginde, adeta sudan yapilmis bir perde olustu. Bu perdenin ardindan, hisirtiyi andiran bir sesle, parlak bir cismin sulara gömüldügü gözlendi. Bu, bir deniz patlamasi degildi. Zira, deniz köpürmedi ve etki alani sadece belirli bir noktada kaldi."
Yorum: Gerçek USO mu? USOlojik Fenomen mi? Algisal Yanilsama mi? Kaynak: (Sarikaya, 1985).
OLAY-10
Tarih: Agustos 1980-Ocak 1981 Arasinda 6 Ay Boyunca Birçok Kez Yer: izmir Karaburun Açiklari
Tanik: Amatör Mercan Avcisi Refik Tanergün ve Diger Denizciler
Olayin Özeti: Haluk Egemen Sarikaya'dan (1985) aynen alinmistir: "Yine, amatör mercan avcisi ve is adami Refik Tanergün, yukarida bahsi geçen USO olayi ile buna bagli olarak gerçeklesen USOlojik olayin Agustos 1980 ile Ocak 1981 tarihleri arasinda pek çok kere tekrarlandigini ve bu olaylara birçok insanin tanik
oldugunu söylemistir. Refik Tanergün'e göre: "Bu alanin içine düsen veya rastlanti sonucu giren bir gemi, tekne veya herhangi bir deniz araci alabora olmakta, adeta deniz dibine çekilmektedir. Ben, sahsen, Tahsin
Kalkavan adli Türk silebi ile Tenya-2 adli Yunan silebinin bu alan içinde kaza yaptigina inaniyorum. Uzun, teorik arastirmalar yapmakla gerçek ortaya çikabilir."
Yorum: Gerçek USO mu? USOlojik Fenomen mi? Algisal Yanilsama mi? Kaynak: (Sarikaya, 1985).
OLAY-11
Tarih: 20 Eylül 1980
Yer: Bodrum'un Kara Adasi Arkasi Tanik: Þahsuvar Kaptan (Bitez Yalisi)
Olayin Özeti: Tanigin agzindan aynen aktarilmistir: "Hava sert oldugu için günlük tur dönüsü teknedekilerin istegi ile Kara Ada arkasinda gece yemegi kararlastirdik. Adanin arkasinda deniz tahta gibiydi, hiç rüzgar yoktu. Küpestede tekneyi gözden geçirirken uzaktan Yunan Adasi tarafindan parlak bir isigin denize dogru hizla inmekte oldugunu fark ettim. Yildiz kaymasi olabilir diye düsünüyordum, tahmin ediyorum ki, Yunan Adasi civarlarinda deniz ufkunda kayboldu. Aradan 5 dakika gibi bir zaman geçti ve ya geçmedi teknemizin (Þah 1) sancak tarafinda yaklasik 500 metre ilerde suyun altinda bir aydinligin oldugunu gördüm. Yansima yapacak herhangi bir sey de yoktu. Isik bir müddet durdu, sonra renk degistirdi ve küçülmeye basladi, sanki dibe dogru iniyordu. Sonra sola dogru hizlandi ve teknemizin etrafinda yarim çember tur atti ben dona
kaldim, simdiye kadar hiç böyle bir sey görmedim. Daha sonra açik yesil ve parlak bir isik halinde gözden kayboldu. Bu olayi, benimle beraber, teknedeki bütün insanlar gördü. Ne oldugunu bilmiyorum. Aslinda, Bodrum'un Kara Adasi, UFO gözlemleri açisindan Türkiye'de oldukça meshur bir yerdir. Bir çok tanik kara ada arkasinda gözden kaybolan isiklar gözlemlemislerdir. Ancak hiçbir görsel kanit bulunmamaktadir. Yorum: Gerçek USO mu? Meteorit mi? Uçak mi?
Kaynak: (internet Alintisi-TUVPO).
OLAY-12
Tarih: 1980li Yillar Boyunca Birçok Kere Yer: Ceyhan Baraj Gölü
Tanik: Çevre Sakinleri.
Olayin Özeti: Bilinmeyen Ansiklopedisi'nin (1984-86) 2. Cildinin, 525. Sayfasinda belirtildigine göre: "Bazi taniklar, Ceyhan Baraj Gölü'ne özellikle 1980li yillar boyunca birçok UFOnun dalis yaptigini iddia ettiler." Yorum: Gerçek USO mu? Algisal Yanilsama mi?
Kaynak: (Bilinmeyen Ansiklopedisi, 1984-1986, Cilt: 2, 535).
OLAY-13
Tarih: 19 Aralik 1989 Yer: Mersin Açiklari Tanik: Ugur Turhan
Olayin Özeti: Elektrik teknisyeni Ugur Turhan, denizin bes mil açiginda, balik avlarken, uçan daire gördügünü iddia etti. "Hizla denize düstü ve suda kayboldu. Çok korkmus, donup kalmistim." dedi. Gökyüzünde sari ve
kirmizi isiklar saçan uçan dairenin garip metalik sesler çikardigini öne süren Turhan, bir süre sonra hizla denize düstügünü de sözlerine ekledi.
Yorum: Gerçek USO mu? Meteorit mi? Uçak mi?
Kaynak: (Hürriyet Gazetesi, 20 Aralik 1999, Uçan Daire Denize indi).
OLAY-14
Tarih: 15 Agustos 1990 Yer: Saroz körfezi
Tanik: Erol Erkmen ve Arkadasi
Olayin Özeti: Tanigin agzindan aynen aktarilmistir: "Arkadasim Kemal ile beraber saat 14 civari 57 metre derinlikteki bir batik için kesif dalisina basladik. Batik etrafinda dolasirken sanki yalniz olmadigimiz
gözlendigimiz gibi bir hisse kapilmistik. Ben sik sik ilerilere, arkama dogru bakip bir sey görmeye çalisiyor gibiydim. Evet, ilerde karanlik bölgenin içinde (tam mesafe kestiremiyorum) bir yesil isik görür gibi oldum ve kaybettim. Ama hep gözüm oradaydi ve tamamiyla konsantrasyonumu kaybetmistim. Isigi ararken, sol tarafimda oldugunu kesfettim. Hareket ediyordu, öyle olmaliydi. Aradan ancak 3 dakika geçmisti. Elimdeki Kodak marka eski makinemle (seffaf su geçirmez kilifini ben yaptim) bir kere deklansöre bastim. Isik, o
sirada sönmüstü ve havamizda bitmek üzere idi yukari çiktik. Eve döndügümde derhal filmi banyo ettim ama herhangi bir sey görülmüyor gibiydi. Tab ettigimde, bir nokta gibi leke oldugunu fark ettim ve büyüttüm.
Netice oldukça sasirtici idi. Gözlenmistik, ama ne tarafindan? Resim yaklasik olarak 300 kere büyütülmüstür, bu sebeple net olarak tani yapmak zordur. Bir cisim gibi görülmektedir."
Yorum: Gerçek USO mu? Dünya Yapisi Denizalti mi? Fosforlu Denizalti Canlisi mi? Fotograf Lekesi mi? Algisal Yanilsama mi?
Kaynak: (internet Alintisi-TUVPO).
OLAY-15
Tarih: 1991-1992?
Yer: Samsun Yakinlarinda Bir Dere Tanik: Osman Ölçer
Olayin Özeti: Yaklasik 7-8 yil öncesinde, yani 1991 ya da 1992 yillarinda, Samsun'un bir köyünde,
sabahleyin sürü otlatmakta olan Osman Ölçer adli vatandas, yaninda bulunan diger bir çoban arkadasi ile beraber, yakindaki derenin 2 ila 3 metre üzerinde duran, 30 metre çapinda, metalik gri görünüslü olan bir UFO görüyorlar. Tam bu sirada, son derece garip bir olay gerçeklesiyor ve UFOdan, dereye metalik bir kol uzaniyor. Bu olay, görgü taniklari üzerinde, sanki UFO, dereden su aliyormus gibi bir izlenim yaratiyor. Her iki tanik, yanlarindaki köpekle birlikte UFOya dogru yürümek istiyorlar. Bu sirada, çoban köpegi korkudan sinerek, daha fazla ileriye gitmek istemiyor. Ama görgü sahitleri UFOya dogru yaklasmakta israr edince, belki de, bu insanlarin varligini hisseden UFO, isik saçarak birdenbire gökyüzüne dogru yükseliyor. Ve tuhaf nesne, korkunç bir hizla uzaklasarak gözden kayboluyor.
Yorum: Gerçek USO mu? Hayal mi?
OLAY-16
Tarih: 1993-1994?
Yer: Mudanya'nin Bir Sahil Köyü
Tanik: Mutlu Payasli'nin Bir Kiz Arkadasi
Olayin Özeti: TUVPO'dan sitesinden aynen aktarilmistir: "Bundan 5-6 sene evvel, bir kiz arkadasim, Bursa Gemlik körfezinde, Mudanya'nin bir küçük sahil köyünde basindan geçen ilginç bir olayi anlatti. Denizin ortasinda sürekli dönen ve belli bir mesafede duran bir disk görüyorlar. Disk denizin üzerinde duruyor ve bu diskten çikan daha küçük parlak cisimler sürekli denize inip çikiyorlar. Sanki bir örnek topluyor ve ikmal
yapiyor gibi. Olay 3 saatten fazla sürüyor. Olayi tüm köy hali görüyor ve basta Jandarma ve Bursa Hakimiyet gazetesi olmak üzere, bazi makamlara haber veriyorlar. Klasik duyarsizligimiz yüzünden kimse oraya
gelmiyor. Fakat, benim esas kizdigim, bu kadar uzun süre gözlenen olay, ne bir film ne de bir fotograf karesine girmiyor. "Neden" diye sordugumda ya "aklimiza gelmedi", ya "sinirimiz bozuldu" gibi bahanelerle karsilastim. Gerçekten çok ilginç ve traji-komik. iste, bu tip olaylari, sadece gözlemlemek yerine müdahil olup belgelemek gerekiyor. Bu gruptakilere sesleniyorum. Gücünüzün yettigince bir film veya fotograf makinesi edinip, özellikle disarida gezdiginizde yaninizda tasiyin ve ilginç olaylari belgeleyin. Belki, elimizde çok iyi makineler ve filtreler yok ama oldugunca idare edelim."
Yorum: Gerçek USO mu? Algisal Yanilsama mi? Kaynak: (internet Alintisi-TUVPO).
OLAY-17
Tarih: 1995-1996?
Yer: Alanya'nin Sanayi Sitesinin Hemen Karsisindaki Plaj Tanik: Cankut Okutur ve Arkadaslari
Olayin Özeti: Tanigin agzindan aynen aktarilmistir: "Tarihi tam olarak hatirlamama imkan yok. Çünkü üzerinden üç, dört sene falan geçti. Ama, arkadasim dogum günü oldugu için Agustos ayinin 8'i olduguna eminim. Neyse, bu olay Alanya'nin Sanayi Sitesinin kavsaginin karsisindaki plajda meydana geldi. O aksam hava gayet güzeldi. Eger kötü olmus olsaydi, zaten biz plajda parti yapmak için disari çikmazdik. Deniz ise, biraz kipirtiliydi. Yalniz bu kipirtilar, her zamanki gibi normaldi. Fazla dalga yoktu. Eger, size tam olarak bir nesne gördük dersem yanilmis olurum. Sadece, parlak iki tane obje gördük. Biri yesil, öteki kirmizi olan iki isik gördük. Büyük ihtimalle de, bu isiklar ya suyun altinda ya da su yüzeyinin hemen üstündeydiler. Bir cisim olsaydi, ilk etapta, çok yakindik. Mutlaka görürdük diye düsünüyorum. Gerçi, isiklar sanki sahiler çevrilmis el fenerleri gibi gözümüzü aliyordu. Belki, isiklarin parlakligindan dolayi, ardindaki nesneyi görememis olabiliriz. Sonra, bu cismin ne oldugunu anlamak için suya girmeye çalistigimizda, kirmizi isik birden parladi ve
koskocaman bir hal aldi. Biz, o sirada korkup kaçtik. Ama, bir kaç dakika sonra döndügümüzde, nesne epey uzaklasmisti. Ve sanirim, yaklasik yirmi dakika sonra bu isik gökyüzüne dogru yükselerek kayboldu. Özellikle "yükselerek kayboldu" diyorum. Çünkü, bu nesne çok uzakta olmasina ragmen isiklarin tümü hala
görünüyordu. Eger, nesne su yüzeyinde olsaydi, ufukta kaybolan gemiler gibi önce sadece üst kisimlari görünürdü. Sonrada etrafta bir aydinlik birakarak kaybolurlardi. Yanimdaki arkadaslarim adlari Çagdas ve Umut idi. Biri hala Alanya'da ama ötekinin Ankara'da oldugunu sanirim. En detayli bilgiyi onlar verebilir. Ama, biz, olayin ilk anindan itibaren bütün arkadaslari topladik. Bu yüzden, o isiklari, uzakta da olsa, neredeyse
mahalledeki herkes gördü. Aslinda, bir denizalti veya çok büyük bir nesne olabilecegini sanmiyorum. Olsa olsa bir Uno veya Tipo marka otomobil kadar olabilir. Çünkü isiklari ilk gördügümüz yer, kayalik ve sig bir yerdi. Aslinda, size daha yararli olabilecek baska bilgiler vermek isterdim. Ama olayin üstünden çok zaman geçti. Eger, ben, o zaman USOlari bilseydim, bu konuyu daha fazla arastirirdim. Bazi arkadaslar, bu olaydan sonra birkaç kere daha benzeri isiklari hem denizde ve hem de hava da gördüklerini söylediler ama biz
hiçbirine tam olarak rastlayamadik. O gün bugün, isin kötüsü, herkes bu olayi geçistirdi. Fakat, ben üstünde durup arastirdigim için adim "UFO Manyagi"na çikti. Arkadaslar, bir gün seni götürecekler diye dalga
geçiyorlar. Ama benim için önemli olan, gerçekten bunlarin ne oldugunu ögrenmek! Yani, bir çesit göz aldanmasi mi yoksa bu yesil yaratiklar mi diye çok merak ediyorum!"
Yorum: Gerçek USO mu? Algisal Yanilsama mi? Hayal mi? Kaynak: (internet Alintisi-Kisisel E-mail).
OLAY-18
Tarih: 1990li Yillar Boyunca Birçok Kere Yer: Van Gölü
Tanik: Çevre Sakinleri.
Olayin Özeti: Van Gölü civarinda yasayan bazi insanlar, göl sularinin yüzeyinde birtakim garip olusumlarin (örnegin, sularda meydana gelen tuhaf ve açiklanamayan kabartilar gibi) ya da, baska bir deyisle, USOlojik fenomenlerin gözlendigini iddia etmektedirler.
Yorum: Gerçek USO mu? Algisal Yanilsama mi? Göl Canavari mi? Düzmece Raporlar mi? Kaynak: (internet Alintisi-TUVPO).
OLAY-19
Tarih: 17 Agustos 1999 Yer: Gölcük Açiklari
Tanik: Bazi Askeri Gemi Personeli, Balikçilar, Deniz Kiyisinda Oturan Vatandaslar
Olayin Özeti: 17 Agustos 1999 tarihindeki Marmara Depremi sirasinda, bazi görgü taniklari (balikçilar)
Marmara Denizi'nin derinliklerinden gelen bir isikla adeta kirmiziya boyandigini söylediler. Hatta, kimi taniklar da, tam deprem olurken, denizin içinden gelen kirmizi bir isik topu ile tsunami dalgalarinin Gölcük kiyilarina dogru gittigini gördüklerini iddia ettiler. Bazi uzmanlar, bu isik topunun, deprem sirasinda Marmara Denizi içinde yirtilan fayin en uç patlama noktasindan bosalan enerji ile olusabilecegini öne sürdüler.
Yorum: Gerçek USO mu? Deprem Isiklari mi? Kaynak: (Çesitli internet Alintilari).
OLAY-20
Tarih: 27 Agustos 1999
Yer: izmit-Degirmendere Açiklari.
Tanik: Tiyatro Sanatçilari Funda ilhan ve Ümit Esitmez
bulunan izmit Þehir Tiyatrosu Sanatçilari Funda ilhan ve Ümit Esitmez, denizden gökyüzüne dogru mavi bir isigin yükseldigini söylediler. Daha önce yasamlarinda böylesine bir olayla karsilasmadiklarini söyleyen sanatçilardan Funda ilhan "Yerin sarsilmasiyla birlikte irkildik. O anda denizden bir isik hüzmesi yükseldi. Masmavi bir isikti. iyice yükseldi. Tam karsi sahildeki Derince'ye dogru kaydigini gördük, sonra da gözden kayboldu" dedi.
Yorum: Gerçek USO mu? Deprem Isiklari mi?
Kaynak: (Hürriyet Gazetesi, 28 Agustos 1999, Denizden Isik Yükseldi).
OLAY-21
Tarih: 06 Eylül 1999
Yer: Çinarcik, Esenköy Limani Tanik: Bazi Balikçilar
Olayin Özeti: Deprem sirasinda bazi balikçilarin aglarinin yirtildigini ve aglarindan volkanik taslar çiktigini biliyoruz. Ayrica bir sürü çok ilginç gece gözlemi var ve bizzat ben dinledim. iste bir tanesi.... Anlatan, balikçi dün aksam adalar civarinda açiklayamadigim bir simsek gibi olayi vardi sedef adasi arkasindan denizden yukari dogru çiktigini gördügümüz 3 sütun halinde isiklar gözledik, ayni zamanda hep ayni bölgeye seri olarak yaklasik 40 dakika kadar simsek düstü.
Yorum: Gerçek USO mu? Deprem Isiklari mi?
Çanakkale'de Kaybolan Alay
"Bölükler Anzak Koyu'na çikarken 1915'te Gelibolu'da yartlar korkunçtu: Dizanteri,
erleri yere yikip, her tarafa cesetler yayildikça, kabus büyüyordu..."
10 Agustos 1915 Çanakkale... Günesin göz kamastiran parlakligi, toplarin bitmez, tükenmez gürlemelerine karisiyor... Gelibolu Savasi'nin son dönemi, Cehennemi Çanakkale'ye
tasimis... Siperler firin gibi... Savas kokusu ile dolu sicak bir rüzgar, ovada
eserken, ince bir koz tabakasini da havaya kaldiriyor. Yiyeceklerin, siperlerin, ölü ve yaralilarin üzerine bulutlar halinde çöken iri yesil sinekler, dizanteriye
yakalanan Ingiliz askerlerini büsbütün perisan ediyor... Ve Mehmet Akif'in dedigi gibi "O ne müthis tipidir ki; savrulur enkazi beser"
iNGiLiZ KOMUTAN YENiILECEKLERiNi ANLAYINCA
Ingiliz askeri tarihinin en büyük yenilgilerinden birine adim adim yaklasiyor. Ingiliz komutan Sir Ian Hamilton, korkunç bir yenilgiye ugrayacaklarini sezmis, savasi