• Tidak ada hasil yang ditemukan

246009319 Dunyanin Gizli Tarihi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Membagikan "246009319 Dunyanin Gizli Tarihi"

Copied!
185
0
0

Teks penuh

(1)

DÜNYA’NIN

GİZLİ TARİHİ Serisi ANTİK ÇAĞLARDAN GÜNÜMÜZE Dünya’nın Gizli Tarihi Önsöz

Tarih ve toplumun ortak bir sırrı vardır; küçük veya büyük bütün gizli örgütler yaşadıkları to r.

Klasik tarih, gizli örgütlerin ve sırlarının tarihin karanlıkları içinde kalmasını tercih eder bu görmezlikten gelinen sırlar, tarihin akışı içinde dönüm noktaları

ile ilgili olabilirler. Çoğu zaman klasik tarihçiler belirli

maksatlar ve hedefler uğruna, birçok sırrın açığa çıkmasına mani olurlar.

Gerçekte gizli örgütlerin tarihi bugüne kadar yazılamamıştır ve onu yazmak her türlü insan güc Benim bu kitapta yapmayı denediğim şey, tarihin

bazı kesitlerindeki gizli örgütlerle ilgili konulara dikkatli yorumlarla değinmekle yetinmektir.

İnanılmaz global değişikliklere tanık olduğumuz ve

daha da olacağımız şu günlerde, günümüzdeki gizli örgütlerin, geçmişteki gizli örgütlerin mira tmamamız gerekir diye düşünüyorum.

Birinci Bölüm MISIR GİZEMLERİ

Osiris’in müritlerinden olan Hermes, ya da diğer bir adıyla İdris, günümüzden 16.000 yıl önce, beraberindeki bir güç ile Atlantis’ten Nil deltasına çıktı.

Burada bir Atlantis kolonisi kurdu ve Osiris dinini Mısır’da yaymaya başladı. Sais’de bir tapınak inşa eden

Hermes için, Mısır’ın ünlü “Ölüler Kitabı”ında, “ilahi kelamın efendisi ve ilahi sırların sahi Kuzey Mısır, Hermes döneminden, Firavun Menes

dönemine kadar-M.Ö. 5000 Hermetik rahipler tarafından yönetildi. Daha sonraları İdris Peygamber olarak tek Tanrılı

dinlerin efsanelerine giren Hermes’e Yunanlılar, aynı zamanda hem kral, hem büyük rahip, h em de kurucu olması nedeniyle, üç defa büyük anlamına gelen “trimejist”

(2)

Hermes ve onun devamı olan başrahiplerin yönetimindeki Mısır, ezoterik doktrinin barınağı ve o lu olageldi. Yönetici firavunların aynı Atlantis’te olduğu gibi

inisiye edildikleri-ezoterik bir mezhebe dahil oldukları ve rahipler örgütünün sembolik lideri oldukları Mısır’da

Ezoterik sırlar da, bu güçlü örgütlenme sayesinde rahatlıkla korunabildi. Tüm rahipler, bu sır dışarı çıkmaması

ve öğretinin yozlaşmaması için ketumiyet yemini ederlerdi. Yemine titizlikle uyulmasını sağlamak için en küçük sırrı dahi ifşa edenlerin derhal öldürülmesi cezası konmuştu. Bu arada, ilk örgütlenmelerinin Atlantis kıtasında

başladıkları sanılan çeşitli mesleki kuruluşlar ve özellikle

de inşaat loncaları, piramitlerin ve diğer mabetlerin yapımında aktif rol oynadılar. Mısır’dak loncaların devamı

niteliğinde olan Yahudi loncalarının Süleyman Mabedi’nin inşasında oynadıkları rol yakından bilinmektedir.

1888 yılında Libya çöllerinde yapılan kazılarda bulunan papirüs rulolarında M.Ö. 2000 yılında gizli bir lonca toplantısından bahsedilmektedir. Bu loncanın

Süleyman Tapınağının yapımında rol aldığı anlaşılmıştır. Masonluk bugün halen var olan gizli örgütlerin en

eskilerinden biridir. Masonların efsaneleri kayıp kıta Atlantis’e ve hatta Mu kıtasına kadar uzanmaktadır. Durugörü medyumu, okültist, teozofist ve büyük Mason

Üstadı olan C. W. Leadbeaterl, “Freemasonry and Its Ancient

Mystic Rites”-Masonluk ve Eski Mistik Ritleri adlı kitabında Atlantis’lilerin Mısır’ı günümüzd 00 yıl önce işgal

ettiklerinden ve ilk büyük Mısır İmparatorluğunun M.Ö. 75.025 yılına kadar devam ettiğinden bahseder.

Büyük bir felaketten sonra, Atlantis uygarlığını oluşturan Ruta ve Daitya adaları Okyanusun su rına gömülürken, geriye yalnız Poseidon adası kalmıştı. Leadbeater’e

göre, Mısır’ın görkemli üç büyük piramidi işte bu imparatorluğun egemenliği döneminde, Atlanti matematik ve astronomi bilgilerine dayanılarak yapılmıştı.

M.Ö. 75.025 yılındaki büyük felaket esnasında bütün

Mısır sel suları altında kalmış, eski ihtişamlı günlerden geriye sadece üç büyük piramit kalmıştı.

Sular çekildikten sonra, ülke yeniden Atlantis’liler tarafından kolonize edildi. Bu imparatorluk Mısır’ın Aryan’lar tarafından işgaline kadar-M.Ö. 13.500 sürdü.

(3)

M.Ö. 40.000 yılında “Beyaz Loca”nın gönderdiği

“Dünya Öğretmeni” Mısır’a geldi. Mısırlılar ona “Tehuti” veya “Thoth,” Yunanlılar ona “Hermes” Mısır tanrılar kült’ünü kurdu ve eski “Mısır Gizemleri’ni”

yeniden yürürlüğe soktu.

C. W. Leadbeater’e göre, Mısır, Orta Asya’daki “Büyük Beyaz Kardeşliğin” dünyadaki yardımcı me iriydi.

Büyük Beyaz Kardeşlik:

Dört Gizli Üstat, Teb’in kuruluşundan 25.000 yıl önce,

Sahra Uygarlığı’nı yaratan ırkın evrimini gözetliyorlardı. Firavun Amosis, onlardan etkilenere lıların

çok iyi bildikleri tufan-öncesi bilgeliğinin bekçiliğini yapan “Büyük Beyaz Kardeşlik”i kurmuş ara göre

Karnak Tapınağının bilge kişilerinde, bunların gizli arşivlerine kadar geri giden belgeler var dı.

“Büyük Beyaz Kardeşlik”in simgesi olan “Gül” ve “Haç,” daha sonra Firavun Ahenaton tarafından tasarlanmıştı.

“Büyük Beyaz Kardeşlik,” birçok ünlü kişinin yetiştiği bir bilim ocağıydı; Hermes Trismegistos Solon, Pitagoras, Plotinus, Esenliler, Kral Dagobert, Aziz

Thomas, Bacon, Shakespeare, Jakob Böhme v.b. gibi. “Büyük Beyaz Kardeşlik”in bilgeleri, Kral Süleyman zamanında ilk Mason locasını kuranlardı.

Daha sonra geniş olarak ele alacağımız Gül-Haç’lar, “Büyük Beyaz Kardeşlik”in mirasçılarıydı. “Büyük Beyaz

Kardeşlik”in bütün gerçek müritlerinin en belirgin özelliği suskunluk kuralıydı. Özetlersek, “Büyük Beyaz Kardeşlik”-ki bunlara

Gül-Haç da diyebiliriz- geçici olarak Tapınakçılar’da cisimleşen tinsel şövalyeler ve seçkin b topluluğu idi.

Yahudi Gizemleri:

Modern Mason ritleri ve sembollerinin çoğu eski Mısır’dan alınmış olmakla beraber, üstat C. W. Leadbeater’in “The Hidden Life in Freemasonry”-Hürmasonluktaki Gizli

Hayat adlı kitabında belirttiği gibi bu ritler ve semboller, modern Masonluğa Yahudiler tarafından ulaştırılmıştı.

Modern Mason geleneğinin en çok etkilendiği unsurların başında “Yahudi Gizemleri”-Özellikle Ka ‘Sefer Yezirah’ ve ‘Sefer ha Zohar’ kitapları gelmektedir.

(4)

Teozofist üstat C. W. Leadbeater’e göre, Yahudiler

Atlantis kök ırkının 5’nci Alt ırkından gelen Sami kökenli bir halktı.

M.Ö. 75.025 yılındaki büyük felaketten 4000 yıl önce Mısır’daki Atlantislilerin İmparatoru Manu, takipçilerini Atlantis’in geri kalan halkından ayırarak, Arabistan’ın yukarı kesimlerine doğru götürdü. Manu’nun takipçileri daha sonra Aryan kök ırkını oluşturdular.

Manu taraftarlarına komşularıyla karışmamaları ve

ırklarının safiyetini korumaları konusunda çok sıkı talimatlar verdi.

Bu insanlar kendilerinin “seçkin insanlar” olduklarına inanıyorlardı. Büyük felaketten az bir önce,

bu “seçkin insanlar”dan 700 kişi Manu’nun liderliğinde

Orta Asya’ya göç ettiler ve daha sonra bütün dünyaya yayılan Aryan ırkının çekirdeğini oluştur M.Ö. 40.000 yılında yeni kök ırkın 2’nci alt ırkı, Arabistan’ı

yeniden sömürgeleştirdi. Geride kalan Samiler, Atlantisli halklar arasında bu insanlara en yakın insanlardı.

Arabistan büyük bir Aryan Krallığı haline geldi.

Yarımadanın güney kısmında oturan belirli bir grup insan Manu’nun emirlerine uymadı-Yani yalnı kendi ırkından olan insanlarla evlenme konusunda.

Daha sonra Arabistan’ın güneyi de Aryanlar tarafından fethedildi. Güneydeki halkın fanatik b ir kesimi yurtlarına dönmek istediler ve bugün “Somali” diye adlandırılan ülkeye göç ettiler. yüzlerce yıl yaşadılar ve

oradaki zencilerle karıştılar.

Bunlardan bir grup insan, cemaatlerinden ayrılarak,

birçok göçten sonra, bugün Mısır denilen bölgeye yerleştiler. Devrin Mısır Firavunu kendilerin eşecek bir

bölge gösterdi. İşte bugün kendilerine “seçilmiş halk” diyen Yahudiler, ilk defa tarih sahnesi urada çıktılar.

Yahudiler, Mısır’daki ikametleri sırasında Mısır

Gizemlerine belirli bir dereceye kadar inisiye oldular. Üstat yazar, Mısır hikmet ve bilgeliğini öğrenen Musa’nın ‘Yahudi Gizemciliğinin’ gerçek kurucusu olduğunu iddia etmektedir.

(5)

Mısır Bilgeliğinin Simgesi Hermesciliğin Dinlere, Felsefeye, Gizemciliğe Etkileri:

1: Başlangıç:

M.S. IV. Yüzyılın sonlarında Ortodoks Kilisesi, Gnostizmin kökünü büyük ölçüde kazımıştı. Neo-bir müddet daha sürmüş, Mısır’ın 630 yılında Müslümanlar

tarafından fethedilmesinden önce, o da ortadan kalkmıştı. Bu iki akımın silinip gitmesine rağmen, bilginin simgesi olarak Hermes Trismegistos, hem Hıristiyanlık hem de Müslümanlık içinde yaşamaya devam etti.

Hıristiyan Kilisesi, bir taraftan eski pagan tanrıların yeni inanç döneminde de yaşamasına izin veriyor, diğer

taraftan bunların önemini azaltabilmek ve evcilleştirmek için, eski tanrıları birer bilgeye dönüştürüyordu.

Örneğin, tanrıça “Neit Athene” Azize Catherine, “HorusPerseus” Aziz George ve “Anubis” Aziz Ch her olarak

Hıristiyanlığa katılıyorlardı. Ne var ki Thoth-Hermes’in Mısır bilgeliğinin simgesi Hermes Trismegistos olarak Kilise dışı kalmış olması oldukça ilginçtir.

İslam’da Hermes Trismegistos, İdris Peygamber

olarak insanlaştırılmıştır. İdris, Kur’an’da dürüst bir Peygamber olarak yer almaktadır. İslam geleneklerinde de, Hermes “filozofların babası” ve “kendisine üç kere hikmet verilmiş kişi” olarak geçmektedir. Bir diğer İslam

geleneğinde, üç ayrı bilge kişi olarak yer almaktadır; bunlardan biri Tufan öncesi Mısır’da, d fan sonrasında Babil ve Mısır’da yaşamış olarak kabul edilirler.

İslam’da da Hermes bir kültür kahramanı olarak ele

alınmış ve tüm sanat ve bilimleri icat ettiğine inanılmıştır.

Yahudilik, çok öncelerden beri, hem ezoterik kültlere, hem de “Gizemli Tanrı” ve “Demiurgos” k ramlarını

çağrıştıran iki katlı bir felsefeye sahipti. Örneğin, Essene’ler kendilerinin, sıradan insanlara ve hatta Kudüs’te yaşayan

rahiplere bile verilmeyen bazı bilgilerin sahibi olduklarını

savunuyorlardı. Essene’ler ile Hıristiyanlık arasındaki kuşku götürmez ilişkiler epey tartışıl in cinsel

oruç ve ortak topluluk yaşam konusundaki yaklaşımları ile

Hıristiyanlığın ilk dönemlerindeki manastır keşişliği arasındaki benzerlikler dikkat çekicidir sene’ler hem

de ilk dönem Hıristiyanlar popülizm, Mesihçilik ve şiddet eğilimi konularında birleşmektedirler.

(6)

Mısır’da yaşayan ve giderek Helenleşen Yahudiler

arasında ise, Eski Ahit bilgeliğinin ezoterik ve gizemci yorumları sayesinde, Platonculuğu Mısır düşüncesi ile bütünleştirmek yolunda bir eğilim vardı. Bu eğilim, M.S.

I’nci ve II’nci Yüzyıllarda “Yahudi Gnostizmi” diye adlandırılabilecek bir gizemci ve ezoterik kıma yol açtı.

Bu akım Hermesçiliğin anahtar unsurlarının çoğuna yer

vererek, Tevrat metinlerinin içerdiği gizemli ve numerolojik gizler gibi, tümüyle Yahudi lere özgü ilgi alanlarının,

yani Kabala’nın gelişmesini sağladı.

Kabala, Rönesans döneminde Hermesçilik ile iç içedir.

Güney Fransa ve İspanya’da XII. ve XIII. Yüzyılda görülen Yahudi gizemciliğindeki gelişmenin, ermesçilik

ve uzantılarının Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam’da yaşamayı sürdürmüş olmasıyla açıklanabilir.

Güney Fransa’da yani Languedoc yöresi, Hıristiyanlık ve İslam arasındaki sınırda bulunmaktadır. Bu bölge aynı zamanda İslam yönetimi altında yaşayan Sefarad Yahudileri ile Hıristiyan yönetimi altında yaşayan Aşkenaz Yahudileri için de bir kavşak noktasıdır. Avrupa Hıristiyanlığı’nın karşısına çıkan en radikal sapkınlık olan Kathar’cılığın bu bölgede ortaya çıkması bir rastlantı değildir.

Kathar’cılık içersinde, iki ayrı sınıf bulunuyordu; bir yandan “Credentes” adı verilen sıradan ar, diğer yandan

“Perfecti,” yani yetkinliğe ermiş olanlar vardı. Perfecti’ler, düşünsel evrene ulaşabilmek ama ndilerini maddi evrenden soyutlamaya çalışıyorlardı.

Kathar’cılık temelde bazı Hermetik gelenekleri de

bünyesine alıyordu. Ancak esas olarak İran’a özgü Zerdüşt

ve Mani inançlarından türemiş keskin bir düalizme sahipti. Bu düalist yaklaşım Tanrı-Şeytan, i kötülük,

ruh-beden gibi kozmik güçlerin çekişmesi ve birbirini dengelemesi üzerine oturtulmuş bir felsefe idi.

Kathar’cılığın ve Kabala’nın hemen aynı dönemlerde,

birbirine çok yakın bölgelerde gelişmiş olmaları çarpıcıdır

ve bu bölgenin toplumsal ve kültürel niteliklerinde olağanüstü yönler olduğunu ortaya koymakta Doğal olarak

Kathar’cılık ve Kabala’nın birbirlerini etkilemiş olduklarını düşünmek gerekir. İki akım arasındaki benzerlik toplumsal

yapı açısından da ilginçtir. Katharlar’daki “Perfecti” sınıfının “Credentes” tarafından desteklenip, sadakada korunması gibi, Kabalacı Hahamlar da sağladıkları manevi yararlar sayesinde Yahudi cemaati içinde korunuyorlardı.

(7)

Katharlar’ın kökünün Katolikler tarafından kurutulmuş olmasına rağmen, Kabalacı’lar böylesi bi ile karşılaşmadılar. Kabalacı akım, 1492 yılında tüm

Yahudilerin İspanya’dan kovulmasına kadar, Yahudiliğin ezoterik bir unsuru olarak gelişmesini sürdürdü.

Kabala ezoterik bir sistemdir, zira belirli sınırların aşılması ve Eski Ahit metinlerinin “derin okunuşu” söz konusudur. Bu da kaçınılmaz olarak, metinlerin yüzeysel

okunuşundaki tarihselliği ve Ortodoks Yahudiliğin akılcılığını reddetmeyi gerektirir. Kabala, sezgi ve inceleme ile ulaşılabilen bir gizemin araştırılmasıdır. Kabala

aynı zamanda Hermesçilikte görülen tüm kilit düşünce ve

kavramları içerir. “Üçbirlik,” “Gizli Tanrı,” harekete geçiren “Logos,” “Sekiz Gök Küresi” ve iyi eğitilmiş gizemcinin bu kürelerin ötesine geçebilmesi gibi, Kabalacı kavramların tümü Hermetizm’de de vardır.

2: Rönesans:

Rönesans’ın en belirgin özellikleri, insanın potansiyellerinin sonsuz olduğu inancı ve insanın er şeyin ölçüsü

olduğu görüşüdür. İlginç olan Rönesans’ın bu düşünceleri ‘Hermetik Gelenekler’den almış olmasıdır. XV. Yüzyıl

başlarında, İtalyan sanat ve bilim adamları, canlandırmaya çalıştıkları eski bilgelikte Hermetik Metinlerin ne denli ağırlıklı bir yeri olduğunu artık öğrenmişlerdi. Asklepius çoktandır biliniyor ve okunuyordu; Hermetik Metinler

Arapça’dan Latince’ye çevriliyordu.

Rönesans’ta Mısır için beslenen tutku, öncelikle

Mısır’ın gizemler ve kutsal inisiyasyon törenlerinin kaynağı olduğuna bağlıydı. Mısır tüm bili tların kaynağı olarak görülüyordu. Rönesans insanları

geçmişe ilgi duyuyorlar ve bu nedenle kaynakların ardına düşüyorlardı. Hıristiyanlığın ardında Roma’nın ardında Helen düşüncesini arıyorlardı.

Giordano Bruno’nun belirttiği gibi Helen’in ardında ise Mısır vardı.

1460 yılında Cosimo de Medicis ünlü filozof, bilim

adamı ve çevirmen Marsilio Ficino’dan Yunan filozoflarının ünlü eserlerinden önce “Corpus Herm um”un

çevrilmesini talep etti. Zira Mısır Yunanistan’dan eski, Hermes Trimegistos Platon’dan önceydi. Ficino’nun

Floransa yakınlarındaki villasında oluşturduğu yeni

“Akademi”de bu yeni çeviriler inceleniyordu. Aynı çalışmalar İtalya’nın önemli kentlerinde ve ra

Avrupa’nın her yanında ortaya çıkan Akademilerde de yapılıyordu. Bu Akademiler, Platon’un modeline göre

(8)

oluşturulmuşlardı ama Akademi üyeleri tıpkı Mısır tapınaklarındaki kutsal rahipler gibi örgütl Akademilere giriş, Mısır’a dayanan gizemlere ulaşma

ve ölümsüzlük kazanma amaçlı inisiyasyon törenleri ile gerçekleştiriliyordu. Rönesans Akademileri örgütlenme biçimi olarak Neo-Platonculara benzemekle birlikte,

Platon ve Pitagoras felsefelerine, bilim, sanat ve büyüye hep Mısır açısından bakıyorlardı.

XV. Yüzyılın sonlarında ünlü düşünür ve gizemci Pico della Mirandola, Neo-Platoncu düşünce ve Hermetik

gelenekler ile Kabala’yı birleştirdi. Önceden beri ilişkili

olan Yahudi gelenekleriyle Mısır geleneklerinin yeniden birleştirilmesi çabasını, XVI. Yüzyıld Campanella

da sürdürdü. Hıristiyanlığın katı kurallarla dolu evrenini aşmakta yaratıcı Rönesans düşünürle Hermetizm’den başka bir alternatif yoktu.

Yalnızca 1471 ile 1641 yılları arasında Ficino’nun

‘Hermetica’ çevirileri 25, Patritius’un çevirileri 6 baskı yaptı. “Asklepius” tam 40 kez yayınlandı. 1400 ile 1700 yılları arasında Batılı gezginler tarafından Mısır’ı anlatan 250 kitap yayınlandı.

Bilginin kaynaklarına ulaşmak için Mısır’a seyahat etmiş olmak, dogmalara saldırmayı bir ölçüde meşru kılıyordu.

Örneğin Paracelsus, büyük ihtimalle uydurma olmasına rağmen, Mısır’a gittiğini ileri sürüyor, lerini Hermesçi olarak nitelendiriyordu. Ne var ki Paracelsus,

Newton’a kadar sürecek olan bir geleneğin ilk adımıydı.

Bu gelenek, Yunan ve Roma tarafından korunması başarılamayan eski Mısır bilgeliğini yeniden el de etmek için

deneylere yönelmeyi savunuyordu.

XVI. Yüzyılda Hermesçiliğe ve Mısır’a beslenen

ilgi kuşkusuz Rönesans kültürünün en saygı duyulması gereken yönüydü. Hermesçiliğin o dönemde verdiği en büyük ürün, bilimin ve araştırma özgürlüğünün öncüsü

Giordano Bruno kişiliğinde ortaya çıktı. Bruno, kendisinden öncekilerden ve çağdaşlarının tümü eri

gitmiş olması bakımından olağanüstüdür. Tüm çabalarına

rağmen, Bruno’dan önceki Hermesçiler, Hıristiyanlık tarafından çizilen sınırlar içinde kalarak i

İncil’de yer alan bilgilerden daha yukarı taşıyamamışlardır. Oysa Bruno, Mısır bilgeliğine ulaşabilmek uğruna yalnızca

Hıristiyanlığın değil, Yahudiliğin bile ötesine geçmeye cesaret etmiş, üstelik bu çabanın hem hem de siyasal açıdan gerekliliğini vurgulamıştır. Bruno, Hermesçiliği

(9)

katıksız Mısırlılığa döndürmeye çabalamıştır; onun için Hermesçi Mısır inançları aslında dinin ta kendisidir.

Hıristiyanlığın sınırlarını aşan Bruno, inançları yüzünden Engizisyon tarafından yakılarak öld Sonuçta Rönesans düşünürlerin büyük çoğunluğu, özgün ve

yaratıcı kaynağın Mısır olduğuna ve Yunanistan’ın Mısır bilgeliğini aktarmada yalnızca aracılı muşlardı.

3: On Yedinci Yüzyıl:

Hermesçilik ve Mısır tutkusu tüm XVII. Yüzyıl süresince gelişmeye devam etti. Giordano Bruno 1600 yılında

Roma’da diri diri yakıldı. Onun kurban edilmesindeki amaç, Kilisenin doğrudan meydan okuma lardan

korunmasıydı. Zira XVII. Yüzyıl Roma’sında eski Mısır en etkin entelektüeller arasında saplantı haline gelmişti. Bu kişilerden biri de Athanasius Kirscher idi.

Kirscher astroloji, Kabala ve Pitagoras felsefesi ile ilgilenen bir Hermesçiydi ve Hermes Trimegistos’un çok

eskilerde yaşadığına kuşku duymuyordu. Mısır’ı “ilk bilgelik” ya da “felsefe” için ana yurt ol yordu.

Kirscher hayatını hiyeroglifleri çözmeye adadı; zira bunu yalnızca bir bilgi hazinesi olarak değil, ideal bir simgesel alfabe olarak görüyordu.

Mısır tutkusu yalnızca Katolik ülkeler ile sınırlı değildi. Protestanlar da Mısır ve Hermesçil lgiliydiler.

XVII. Yüzyılda Almanya, Fransa ve İngiltere’de ortaya

çıkan “Gül-Haç’çılar” bir tür “Gerçek Din” kavramını geliştirirken Hermesçiliği temel aldılar. eliğe ulaşmış seçkin bir aydınlar grubu tarafından yönetilmesi gerekliliğini savunuyorlardı. Böylece Mısır rahiplerinden Pitagorasçı kardeşlik topluluklarına, oradan da Platon Akademisine uzanan ezoterik

zinciri izlemiş oluyorlardı. Hermesçilik, XVII. Yüzyıldan beri Gül-Haççılığa, XVIII. Yüzyıldan beri de Masonluğun simgesel ritüellerini etkilemeye devam etmektedir. 19’uncu Yüzyıl sonunda ortaya çıkan Martinizm, Teozofi, “Altın Şafak Hermetik Tarikatı” gibi etkin ezoterik akımların arkasındaki itici güç yine Hermesçilikti.

(10)

İkinci Bölüm BABİL KARDEŞLİĞİ

İngiliz araştırmacı yazar David Icke’ye göre Sümer toplumunun gelişmesi ve en üst seviyeye çık an geldiği

iddia edilen Aryan ırkın, Kafkas dağlarından Ortadoğu bölgesine doğru ilerlemesi ile mümkün ol Gerçekten de

Sümer, Mısır ve İndus Vadisinde aniden çok ileri uygarlık seviyesinde toplumlar ortaya çıkmıştı.

Bugün dünyayı kontrol eden kardeşlik örgütlerinin kökeni Babil’in Aryan rahiplerine kadar uzanmaktadır.

Eski yazılara ve efsanelere göre, Babil’in kurucusu Nemrud’du. Güçlü Tiran Nemrud, bir dev ola rak tasvir edilir. Arap inançlarına göre, Baalbek-Lübnan’deki

her biri 800 tonluk üç taşı ve ilginç yapıları inşa eden veya ettiren Nemrud’du. Nemrud ve karısı Kraliçe Semiramis

“Titanlar” diye bilinen bir kan bağından geliyorlardı. Bu devler veya Titanlar ırkı, Nuh’un soyundan geliyordu. Enoş

kitabında tasvir edilen bebek, aşırı beyaz teni ile “Gözetleyici insan melezi” bir yaratıktı.

Nemrud ve Semiramis, biraderlik örgütü için-günümüze kadar- muhtelif isimler ve sembollerle an an anahtar tanrılar olarak kaldılar.

Nemrud bir balıkla, Semiramis ise bir balık ve Güvercinle sembolize ediliyordu. Semira mis aynı zamanda Sümer

Tanrıçası Ninkurşag’ı temsil ediyordu. Nemrud Afrika’daki Dogon kabilesi’nin yarı-insan yarı-balık tanrısıydı. Kraliçe Semiramis bir balıkla sembolize ediliyordu,

çünkü Babilliler balığın bir afrodizyak olduğuna inanıyorlardı. Bu sebepten Semiramis Babil’de oldu. İlginçtir ki, Hıristiyan dini sembolizmi ve mimarisinde “balık” önemli bir yer tutmaktad . “Kutsal Ruh”

olarak Semiramis’in zeytin dalı tutan bir güvercin olarak resmedildiğini görüyoruz.

Semiramis adı, Hint tanrısı ‘Sami-Ramaisi’ veya

Semi-ra-mis’den türemişti. “Balık ve güvercin” birçok insanın gerçek anlamını bilmediği sembol Örneğin; Kuzey İrlandalı terörist grup IRA’nın-İrlanda

Cumhuriyet Ordusu sembolü güvercindir. Ayrıca İngiliz

kraliyet sembolleri arasında da güvercin bulunmaktadır. IRA ve İngiliz Monarşisi, Babil Ka rdeşliği’nin cephe

örgütlerindendir. “Bilinenin tersine güvercin barış değil, ölüm ve yok olmanın sembolüdür.” Çünkü biraderler her

(11)

zaman o sembolü ters anlamıyla değerlendirirler. Kitleler için pozitif olan, “Biraderlik” için negatiftir.

Semiramis’e “Göklerin Kraliçesi”-Rhea, “Tanrıların Bakire Anası” ve bazen de “Büyük Dünya Ana”-Ninkurşag denirdi. Ona “Astarte”-Kuleleri inşa eden kadın diye tapılırdı. Bunun Nemrud’un yaptırdığı söylenen Babil Kulesi ile de ilişkisi olabilir.

Avrupa kraliyet aileleri doğrudan Babil’in kan bağından gelmektedirler. Giydikleri taçlar, Nemrud tarafından

giyilen boynuzlu başlıktan esinlenerek geliştirilmiştir. Roma Kilisesi de “Babil Kardeşliği”nin bir yaratığıdır.

Papalar halen Nemrud’u sembolize eden balık şeklinde piskoposluk tacını giymekteler!.. Roma Kilisesi ve “Babil Kardeşliği” tek ve aynı şeydir.

New York’taki “Özgürlük Heykeli” Semiramis’i sembolize etmektedir ve Fransız Masonları tarafın pılmıştır.

Babil rahiplerinin yönetici sınıfına “Papalar Büyük Konseyi” denirdi. Bu isim daha sonra Roma Kilisesine transfer olmuştur.

Kitleler batıl inançlara doğru yönlendirilip, sembolik

hikayelerin gerçek olduğuna inandırılırken, seçilmiş inisiyelere gerçek bilgiler-eğer açıklarl kleri tehdidi ile- verilirdi.

İnsan kurbanı, Babil Dini ve Babil Kardeşliği’nin temelini oluşturmuştu ve bunlar nereye gider lerse gitsinler,

insan kurbanı töresini de beraberlerinde götürüyorlardı.

Babil rahipleri kutsal sunaklardan bazılarını da yiyorlardı ki, bu rahipler için kullanılan “C ahna-Bal” deyiminden “insan eti yiyen” anlamında “Kanibai” kelimesi

türemiştir.

Moloch-Uçan Kertenkele Nemrud-Tammuz

-Temmuz’un başka bir adıydı. “Tammuz-Moloch,” çocukları diri diri yakma ritüeline verilen bir di ki, bu

ritüel halen günümüzde de devam etmektedir. Daha sonra Druid’ler tarafından İngiltere’de 1

Mayıs’ta gerçekleştirilen “Beltane” ritüelinde de çocuklar

kurban edilmekteydi. Bu ritüel, biraderlik Avrupa’da yayılmaya başladığı zaman, Babilliler’den iras kalmıştı.

İlginçtir ki, 23 Haziran-Temmuz Bayramı bugün

Hıristiyanların St. John Günü olarak kutlanmaktadır. Satanistlerin sık olarak başvurdukları ve uğruna

(12)

ço-cuk kurban ettikleri tanrılardan biri de Yunan efsanelerinde adı geçen Siklopslar Kralı Kronos’tur.

Kronos kule inşa ettirici olarak bilinir ki, bu da bize

Babil Kulesini inşa ettiren Nemrud’un başka bir versiyonunu düşündürmektedir.

Babil’de olduğu gibi, bugün de biraderlik hiyerarşisinde şeytani ritüeller, çocuk kurbanı ve k içme ritüelleri devam etmektedir.

Babil dininin üç temel unsuru Ateş, Yılan ve Güneş’ti. Burada biraz Güneş üzerinde durmak istiyorum; çünkü

Güneş, Babil Kardeşliği ve diğer elit gruplar için hayati bir önem taşıyordu. Onlara göre, Gün lu

bilincin-ki bu bilinç, görünmeyen frekans seviyesinde Güneş sistemimizin ötesine geçebiliyordu sembolü idi. Yazar Maurice Cotterell “The Mayan Prophecies” adlı

kitabında Mayalar’ın insanın evrimsel devirlerini Güneş’teki lekelerin artışına göre hesapladıklarını açıklamıştır.

Meksika Başkanı Miguel de La Madrid bir konuşmasında Mayalar’ın, “sürüngenimsi ırk”la-İguana ırkı karıştığını iddia etmişti.

Cathy O’Brien, CIA Zihin Kontrolü Kölesi, “TranceFormation of America” adlı kitabında-bu kitap Türçe’ye

“Baykuş İmparatorluğu” adıyla çevrilmiştir. Meksika Başkanı Miguel de La Madrid hakkında bilgi verirken şunları söylüyor:

De La Madrid ‘İguana efsanesini’ bana aktarmıştı.

Buna göre kertenkele benzeri uzaylı yaratıklar Maya uygarlığına saldırmıştı. Maya piramitleri, astronomik

teknolojileri, hatta bakirelerin kurban edilmesinin bile kertenkele yaratıklarından kaynaklandığını söylüyordu. Bana söylediğine göre yaratıklar, Mayalılar ile çiftleşerek

yaşayabilecekleri bir hayat formu bulmaya çalışırken, bukalemun gibi, insan ile İguana arası b ir görüntü arasında

gidip gelmişlerdi. “Dünya liderlerine dönüşmek için mükemmel bir araç.” De La Madrid Maya/yara ndan

geldiğini söylüyor ve “istediği zaman bir İguana’ya” dönüşebileceğini iddia ediyordu.

Güneşin manyetik emisyonlarının etkisinin ne olduğunu anlamak için enerjinin anlamını genişlet gerekir. Bilinmelidir ki, her şey enerjidir!... Hayat, manyetik

(13)

Manyetizmi değiştirirseniz, enerji alanının da doğasını değiştirmiş olursunuz. Enerji alanını değiştirirseniz, her

biri değişik enerji formları olan, zihinsel, duygusal, ruhsal ve fiziksel hayatı değiştirmiş o lursunuz.

Diğer gezegenler bunu Güneşin etrafında dönerek

yaparlar ve Dünyanın manyetik alanını etkilerler. İşte buna “Astroloji” deniyor.

Yukarıda adı geçen yazar Cotterell, doğum anımızda bu alanlardan çok etkilendiğimizi belirtmektedir. Bilim adamları da insanların Güneşle senkronize olan bir “iç saati” olduğunu keşfetmişlerdir.

Özetle Güneş’in insan hayatı üzerindeki etkisi çok güçlüdür ve ısı ve ışık etkisinden çok farklıdır. Babil Kardeşliği ve ona dayanan kan bağları Ortadoğu ve Yakındoğu’ya doğru, özellikle Mısır’a, daha sonra da Avrupa ve Amerika’ya doğru yayılmıştı. Yazar David

Icke’ye göre ilk Mısır Medeniyeti, Venüs gezegeninde meydana gelen büyük değişikliklerden sonr ars’dan gelen

Aryanlar-Fenikeliler ve sürüngenimsi Anunnaki’ler -veya onlar olmadan tarafından kurulmuştur.

Fakat M.Ö. 2000’li yıllarda sürüngenimsi Anunnakiler’in Mısır’ın yönetimini tamamen ellerine g i sanılıyor. Muhtemelen Anunnakiler’in etkisi ile,

Mısırlı Mendes rahipleri tarafından M.Ö. 2200 yılında “Ejderha Krallığı” örgütü kuruldu. Bu örgüt, bugün de varlığını sürdürmektedir-“Imperial and Royal Court of the Dragon Sovereignty” adı altında.

Kendisi de bir Tapınakçı-mason olan-Knight Templar

of St. Anthony İngiliz yazar Laurence Gardner, “Imperial Court of Dragon” örgütünün başkanıdır-Şansölyesi.

Gardner’a göre “Dracula,” Dracul’un oğlu anlamına geliyordu. Dracul=Draco-Ejder.

Nereye giderlerse gitsinler, Babil Kardeşliği mensupları kendi gizem okullarını kurarak, h alkı saçma inançlara

yönlendirdiler ve onların korku ve batıl inançları üzerine kendi egemenliklerini kurdular.

L. G. Bennet, “The Masters Of Wisdom”-Hikmet

Üstatları adlı kitabında belirttiğine göre, ünlü mistik G. Gurdjieff ona “Gizem Okullarının” kuruluş tarihinin

30.000 – 40.000 yıl öncesine kadar geri gittiğini söylemişti. Gurdjieff bunu, Kafkas dağlarınd i mağaralarda

bulunan resimlerden ve Türkistan’daki araştırmalarından ortaya çıkarmıştı.

(14)

Ünlü Mason Üstadı-otuz üç dereceli tarihçi Manly P. Hall, “The Secret Teachings Of All Ages-Bütün Çağların Gizli Öğretileri adlı kitabında şunları yazmaktadır: … “Mısırda Atlantisli kara büyücüler, kullandıkları

insanüstü güçleri nedeniyle ilkel gizemlerin ahlaki çöküntüye uğramasına sebep oldular. Kara b dini

haline geldi ve bireylerin entelektüel ve ruhsal faaliyetlerini felce uğrattılar.” Hall’ın sözkonusu ettiği Atlantisli kara büyücüler

“Babil Kardeşliği”ni oluşturan sürüngenimsi-insan melezleri miydi?

Hintli Aryanlar Güneşe Baba-Tanrı “İndra” diye

taparlardı. Hititliler ve Fenikeliler ise ona “Bel” derlerdi. Birçok isim altında anılan Ary anlar, Sümer, Babil

Mısır, Önasya ve diğer Ortadoğu ülkelerine yerleştiler. Buralarda hep aynı mit ve dinlere rastlandı. Bu sebepten

bütün büyük dinler bize aynı hikayeleri değişik isimler altında sunmaktalar. Çünkü hepsi aynı geliyor!..

Bu Aryan ırkın kökenleri Mars gezegenine dayanıyordu. İngiliz yazar L. A. Waddell, “The Phoenician Origin Of Britons, Scots And Anglo-Saxons”-Britonlar’ın, İskoçlar’ın ve Anglo-Saksonlar’ın Fenikeli Kökenleri adlı kitabında, Fenikelilerin Sami bir ırktan olmayıp, beyaz Aryan ırktan geldiğini iddia eder. Gerçekten de “Royal Antropogical Instıtute”-Kraliyet Antropoloji

Enstitüsü’nün Fenike mezarlarında yaptığı araştırmalarda Fenikelilerin Sami’lerden tamamen far osefal

-Uzun Kafataslı Aryan ırktan geldikleri anlaşılmıştır. Mısırlılar, Fenikelileri Panag, Panasa ve Fenikha diye

biliyorlardı. Mısırlıların birçok tanrılarını beyaz tenli ve mavi gözlü olarak tanımlamaları, onların Aryan-Fenike

kökeninden dolayı idi.

İşte Aryan ırkının bu dünya-dışı kökeni-Yani

Mars Nazilerin ve onları ortaya çıkaran gizli örgütlerin

-Tapınakçılar, Vril, Thule v.b. gibi tutku ve saplantısı haline gelmişti. Naziler, Arilerin dünya-dışı kökeni dolayısıyla

“Üstün tanrısal bir ırk”tan geldiklerine inanıyorlardı. Masonların mitolojik kahramanı Hiram Abif’in

-Süleyman Tapınağı’nın mimarı olduğuna inanılır. Fenikeli olduğu kabul edilmektedir. Ünlü Firavun

Ahenaton’un büyükbabası-Firavun Tutankamon’un babası Fenikeli bir başrahipti. Mısır’ın mitolojik kuşu Föniks, gerçekte

Fenikelilerin “Güneş Kuşu” idi. Bu kuş, Güneş Tanrısı “Bil” veya “Bel”i sembolize ediyordu.

(15)

Hz İbrahim Firavun Ahenaton muydu?

İki Fransız araştırmacı sadece bilim dünyasını değil, tarihi değiştirecek, Ortadoğu’da dengeleri altüst edecek bir iddia ortaya attı; İbrahim Peygamber aslında Mısır’ın tek Tanrılı ilk Firavunu Ahenaton’dan başkası değildi!.. Mısır’dan kovulan ve İsrail’e dönen Yahudi kavmi de, Ahenaton’un tek Tanrılı dinini benimsemiş Mısırlılardı.

Yahudi kökenli iki Fransız bilim adamı, Roger ve

Messod Sabbah yirmi yıl süren çalışmalarını bir kitapta topladılar.

Bugün Hz. Musa’nın bir Mısırlı olduğuna kesin gözüyle bakılıyor. Yahudi tek tanrıcılığının Ato devamı olduğu da yeni bir iddia değil.

Ancak, Mısır tarihini ve kayıtlarını inceleyen uzmanlar, şimdiye kadar Hz. İbrahim’in, Hz. Yus n veya Hz.

Musa’nın izine rastlamadılar. Daha da anlaşılmaz olanı, Eski Ahit’e göre 430 yıl boyunca Mısır’da yaşayan, 210 yıl köle olarak tutulan on binlerce Yahudi’den Mısır tarihi nasıl olur da hiç bahsetmez? Firavundan kaçan binlerce

Yahudi köle Kenan bölgesine, yani Firavun’un topraklarına nasıl, korkusuzca yerleşebilmiştir? Niçin Mısır’da tek

bir Yahudi mezarı, bir mezar taşı, bir duvar yazısı veya bir mektup bulunamamıştır?

Messod Sabbah ve Roger bu “muammaları” çözmeyi başardılar.

Tevrat’ta anlatıldığı şekliyle, Yahudilerin Mısır’dan Hz. Musa’nın önderliğinde kaçışının hiçbir kaydı yoktur; çünkü Yahudi tarihinin “Yahudilerin Göçü” diye verdiği olay, Ahen-Aton kentinde yaşayan tek Tanrılı Mısırlıların Firavun Ai tarafından sürülüşünden başka bir şey değildir. Mısır’ın ilk tek Tanrıya inanan Firavunu Ahenaton’un

ölümünden sonra, Firavun Ai, Ahenaton’un başkenti

Ahen-Aton-Şimdiki Tel el-Amarna halkını sınırdışı etti. Böylece tek tanrıcılığı Mısır’dan atmış oldu.

Ancak tek tanrıcılık yok olmadı. Ahen-Aton halkı

“Sazlıklar Denizi”ni aşarak Sina Çölü’ne geçti. “Denizin yarılması” efsanesi de Mısır mitolojisinde yer alan

“Anadeniz’in Firavun tarafından ikiye açılması” efsanesinden farklı bir şey değildir. Filistin n bölgesine yerleşen Mısırlı rahipler ve asillere “Firavun’a

-Yani Ahenaton’a tapan” anlamında “Yahud” adı verildi. Yahud’lar burada Yahuda Krallığını-Yuda kurdular. Yani Tevrat’ta adı geçen Hz. İbrahim, Sara, İshak,

(16)

Hz. Musa, ilerde Firavun I. Ramses adıyla tahta geçecek olan Mısırlı General Mose-Ra-Messu idi. Yuşa

-Musa’nın halefi ise Musa’nın büyük oğluydu. Ve en önemli bulgu, bugüne kadar çözülememiş sır da ortaya çıktı:

Hz. İbrahim, Firavun Ahenaton’dan başkası değildi!.. Müslüman Mısırlılar bugün bile bu Firavun “Ahenaton Aleyhisselam” diye söz ederler.

Bu belgeler doğruysa, sadece 3500 yıl öncesine ait tarih yeniden yazılmayacak, Yahudilerin anavatanının

Filistin değil, Mısır’ın yukarı Nil kıyıları olduğunun ortaya çıkmasıyla, yakın tarihe bakış d Vincent DiPietro ve Gregory Molenaar adlı NASA

bilim adamlarının, Mars’ın “Cydonia” bölgesinde altı adet dev piramit keşfetmesi ile, Mars’da çok eski bir

medeniyetin varlığı ortaya çıktı. Dünyaya geldikleri zaman Mars’taki piramitlerin benzerlerini yada da inşa

edenler Z. Sitchin’in “12. Gezegen” adlı kitabında bahsettiği-Mars’ta üs kurmuş olan “Anunnaki di?

İngiltere’deki Avebury ve Stonehenge’deki megalit -Megalit, Grekçe’de ‘büyük taş’ anlamına gelmektedir. yapıları inşa edenlerin de Mars’tan gelen ırk olduğu iddia

edilmektedir. Avebury’deki yapıların-Avebury 60 tona ulaşan taşların kullanıldığı dünyanın en esidir.

Stonehenge gibi Avebury de bir takvim elde etmek için kullanılmış olabilir. Mars’taki “Cydon ia” kompleksinin dünyadaki yansıması olarak yapıldığına dair deliller vardır.

Eski bir NASA görevlisi olan Richard C. Hoagland, “Monuments On Mars” adlı kitabında “Mars Şehri”nin

dünyadaki benzer yapılarda kullanılan teknikler ile yapıldığını iddia etmekteydi. Mars’taki Cy a bölgesinde uygulanan kutsal geometri ve matematiksel hesapların aynısını Mısır’daki Gize Pir idinde, Mexico’daki

Teotihuacan’da ve Zimbabve’de de görmekteyiz!.. İlginçtir ki, Fenikeli-Aryan elit dünyadaki enerji

şebekesi ve bunun insan bilinci üzerindeki etkileri konusunda derin bilgilere sahipt i.

Bugünün insanlarının çok azı gezegenimizin manyetik alanının farkındadır. Alan değiştiği zaman değişiriz. Kısaca şöyle diyebiliriz, gezegenlerin hareketi dünyanın manyetik alanını, o da biz kilemektedir. Biraderlik örgütü bu konuda insanların ciddi bilgilere sahip olmasını engellem ektedir. Büyük dinlerin,

(17)

Hıristiyanlıkta olduğu gibi, astrolojiyi “şeytan işi” olarak nitelendirmesi onların çok işine gelmektedir.

İngiltere’de görülen taş daireler ve yapılar, Stonehenge ve Avebury’de olduğu gibi, Fenike-Aryan liderliğini kontrol eden “Babil Kardeşliği” örgütü tarafından yaptırılmıştı.

Bu yapılara ait gizli bilgilerin yanında, bir taş etrafındaki manyetik alanın, ses dalgala rı tekniği kullanılarak

değiştirilmesi ve taş kütlesinin yerçekiminden kurtularak yükselmesi gibi teknikler de vardı.

Aryan kelimesi de Fenike kökenlidir. Arri=Şerefli Kişi anlamındadır. Buradan “Sum-Arian”-Sümerliler kelimesi türemiştir.

İngiliz kültürünün temeli ve efsaneleri Fenikelilere

dayanmaktadır. ‘St. George ve Ejderha’ efsanesi Fenikelilerin merkezi olan Kapadokya’dan -Bugünkü Ürgüp,

Göreme ve çevresi gelmiştir. Kızılhaç, ki alev-haçı da

deniyor, Fenike-Aryanları’nın-Daha sonra Naziler tarafından kullanılan “svastika” gibi Güneş s lü idi.

Fenike Güneş sembolü olan “svastika”-Gamalı Haç” ya

İskoçya’da Craig-Narget bölgesinde rastlanmıştır. FenikeliHitit’ler Güneş tanrısına “Bel” veya Klasik İngiliz sembolü olan “Britannia”da Fenikeli

tanrıça “Baret”den türemiştir. Bu tanrıçaya Küçük

Asya’daki Kilikya’da “Barati,” “Parathea” ve daha sonra “Diana” adıyla tapıldı. Yani “Diana” ve “Britannia” aynı kaynaktan gelmektedir.

Fenikeli-Aryanlar yılan’a da tapıyorlardı ve şekil değiştiren sürüngenler olan “Naga”lar Hindular’ın yılan tanrıları idi. “Cours de Literatüre Celtique” adlı kitabın yazarı

Arbois de Juvainville’ye göre Ortaçağlarda İrlandalılara

“Mısırlılar” deniyordu. Mısırla, İrlandalılar arasında ilginç bağlantılar vardır. İrlanda’nın Kuzey Afrika’dan gelmedir. Çapraz duran kollarıyla Mısır

Tanrısı Osiris’i sembolize eden portreler, ilginç bir şekilde İrlanda el yazmalarında da görülmektedir.

İrlandalıların kullandıkları “pucan” denilen deniz aracı, Kuzey Afrikalılar tarafından keşfedilmiş ve Nil Nehri’nde kullanılmıştır.

İrlanda’da görülen “Yuvarlak Kuleler” bazı oryantalistlere göre Fenike kökenliydi. Profesör Ph alahan’ın

araştırmalarına göre, “Yuvarlak Kuleler” kuzey göklerinde görülen bir yıldız sistemi ile yani Draco-Ejder ile ilgiliydi.

(18)

İrlandalılar ve Fas Berberileri arasındaki benzerlikler de hayli ilgi çekicidir. Fas Ber berileri açık tenli, bazıları

mavi gözlü ve sarışın dağlılardır. Atlas dağlarının eteklerinde

yaşamaktadırlar. Bu dağların adı da Atlantis’in efsanevi yöneticisi Poseidon’un oğlu Atlas’dan ktedir. Berberi lisanı

ile Galce arasında da benzerlikler bulunmaktadır. Fransa sahilindeki-Brötonya bölgesinde “Carnac”da

ilginç dikili taşlar bulunmuştur. Bu isim de Mısır’daki “Karnak”dan gelmektedir. Joachim de Vilieneuve 1833’de

yazdığı “Phoenican Ireland”-Fenikeli İrlanda adlı kitabında, İrlandalı Druidler’in aslında Fen zcilerin “Yılan Rahipleri”nden geldiğini iddia etmektedir.

Bu da bize “Şeytan Gözü Balor”un Kuzey Afrikalı tanrı “Baal”den geldiğini göstermektedir. Aynı şekilde “Baal” ritüeli, “Beltane” adını almıştır.

“Şeytan gözü” sürüngenlerin hipnotize edici bakışı

ile ilgilidir. Fenikelilerin Güneş tanrısı “Bel” veya “Bil,”

Kenan’lılar ve Babil’liler tarafından “Baal-Nemrud” olarak biliniyordu. Babil’in “Baal” geleneğinin temsilcileri olan Druidler,

İngiltere, İrlanda ve Fransa gizem okullarının taşıyıcıları

oldular. Druid kelimesinin kökeni tam olarak belli değildir. Druid Galce bir kelimed ir ve “bilge adam” veya

“büyücü” anlamına gelmektedir. Aslında İrlandaca bir kelime olan “Drui”den gelmiş olabilir, “m anlamına gelmektedir. “Kutsal Çalı,” Druid’lerin diğer bir

kutsal sembollerinden biriydi.

ABD’nin Los Angeles kentindeki bir “Babil Kardeşliği” kuruluşu olan “Hollywood,” Holy-Bush=Kutsal Çalı’dan

türemiştir ve global-Yahudi film endüstrisinin merkezidir. Hollywood, “Babil Kardeşliği”nin el inde çok önemli

bir “Kitle Zihin Şartlama Ve Kontrol” vasıtası olarak kullanılmaktadır. Modern Masonluğun mavi dereceleri gibi-Çırak, Kalfa,

Usta Druid inisiyeleri de üç gruba ayrılmıştır. Druid gizem okulunun ilk derecesi “Ovat”-Yumurtamsı da yeşil cüppe giyilmektedir ki, bu Druidik öğrenme rengiydi. İkincisi,

“Ozan”dı. Hakikati ve armoniyi temsilen mavi bir cüppe giyiliyordu. Üçüncü derece yani Druid, ve saflığı temsilen

beyaz bir cüppe giyiyordu. Baş-Druid-Yani manevi önder olmak için ise, geçilmesi gereken altı derece daha vardı.

Druidler uzun bir zaman halkın üzerinde çok etkili oldular. Ritüelleri arasında “Babil Kardeşl iği”nden alınma derin

(19)

insan kurbanı da vardı!.. Biraderlik örgütünün “Kara Büyü” seremonilerinde halen Druid rimelleri kullanılır.

Babil Kardeşliğinin ileri bilgileri ile İngiltere’yi mesken tutmasının sebebi neydi? Bu doğrudan ülkedeki yoğun enerji

alanları ile ilgiliydi. İngiliz adaları “Biraderlik” için kutsal bir yerdi, çünkü dünya enerji şebekesinin merkeziydi.

İngiltere’deki dev taşlar, taştan daireler, höyükler dünyanın her yerinden fazla burada yoğunl mdadır.

Enerjiyi ve bilinci yönlendirmeyi amaçlayan faaliyetlerin merkezi de doğal olarak İngiltere’dir.

Londra, dünya manyetik enerji şebekesi üzerinde büyük

öneme sahip bir şehirdir. Bu sebepten hem Britanya’nın, yani

“Baratland”ın, hem de “Babil Kardeşliği”nin başkenti olmuştur. Kardeşlik örgütü için Londra, “ ni

Babil” anlamına gelmektedir. Birçok sürüngenimsi-Aryan kanbağı Truva-Troy kenti tarihi ile bağlantılıdır. Gizli örgütlerin üst seviyelerine ulaşabilen insanlar için Truva kutsal bir şehirdir. Troy-Truva veya Troia Yunanca ve İbranice “Üç Yer” anlamına gelmektedir ki, bu kavram “Trinite” -Teslis-Üçleme ile bağlantılıdır. Homer’in yazdığı İlyada efsanesinde Troy’un ‘Dardanus’

-Yunan tanrısı Titan-Zeus tarafından kurulduğu belirtilir. Zeus sürüngenimsi kan bağının bir s lüdür ve bir

kartal veya bir yılanla sembolize edilmektedir. Birçok kişi Londra’nın, Truva’nın M.Ö. 1200 yılında

yıkılmasından sonra, “Yeni Troy”-Yeni Truva olarak kurulduğunu bilmemektedir. Efsaneye göre kr aliyet kan bağından

olan Aeneas, halkından geri kalanlarla beraber İtalya’ya sığınmıştı. Orada Latin kralı Latinus evlendi. Birçok

geleneğe göre, Aeneas’ın torunu Brutus M.Ö. 1103 yılında bir grup Truva’lı ile birlikte Britanya’ya gitmişti. Welsh kayıtları Brutus’un orada birçok Briton kabilesiyle karşılaştığından ve Britonlar’ın onu kral ilan ettiğinden bahseder.

Brutus, “Caer Troia”-Yeni Truva adlı bir şehir kurmuştu. Romalılar daha sonra bu şehre “London m”

adını verdiler. Böylece Londra, “Babil Kardeşliğinin operasyonel merkezi oldu. Bugün Londra, P aris ve Vatikanla

birlikte biraderlik örgütünün merkezlerinden biridir. Kolaylıkla anlaşılacağı gibi sürüngenimsi kan bağına-9 dayanan ailelerin merkezi de Londra’dır.

9: Dördüncü boyuttaki sürüngenimsi ırkın negatif beyin yıkayıcılarının etkisi ve kontrolü altında, tüm insan ırkı piramidal bir yapı içersinde hapsedilmiştir. Sürüngenimsi ırk, piramidin en tepesindeki “Seçkin

Sınıf insan komitesini kontrol etmektedir.” Sürüngenimsi ırk, Seçkin Sınıfı, Seçkin Sınıf, Ill sini, Illuminati şebekesi de

(20)

dün-yayı kontrol eder. Her alt seviye, üst seviyenin bildiğini bilmez ve hiçbir seviye de sürüngenimsi ırkın bildiğini bilmez.

Üçüncü Bölüm

GURDJIEFF VE SARMUNG -SARMAN KARDEŞLİĞİ

Ünlü mistik ve gizemci Gurdjieff 1872’de Aleksandrapol’da doğdu.

Babası Yunanlı, annesi Ermeni idi. Bu nedenle hem

Yunan ve Ermeni kiliseleri, hem de Rus kilisesi ile doğrudan bağlantı içindeydi. Bu kili selerin hepsi de gerek onun

doğduğu şehir Aleksandrapol, gerek ilk çocukluk yıllarını geçirdiği Kars şehrinde temsil edilmekteydi.

Gurdjieff, kendisinin sadece çocukluğunda değil, daha sonra da, Ortodoks Kilisesi keşişleriyle-Rus ve

Yunanlı keşişlerle- ilişkilerinden ötürü etkilendiğini söylemiştir. Gurdjieff, ilk öğretmen ve arkadaşlarından birinin

“Esenliler Kardeşliği” adlı gizemli kardeşliğe dahil olduğunu iddia etmiştir. Dediğine göre bu baş manastırı

hala Lut Gölü yakınlarında varlığını sürdürmekteydi.

Anne tarafından Ermeni olması ve bu sayede bulduğu bağlantıların bir diğer yönü de Ermeniler a a

gizli cemiyetlerin önem taşımasıdır. Gurdjieff, Ermeni gizli cemiyetleri sayesinde Ortadoğu’da birçok gizemli yeri gezme fırsatı bulmuştu. Gurdjieff özellikle Musul ve çevresinin esrarını hissetmişti. Sadece ölü geçmişle bir

bağlantı değil, asla ortadan kalkmamış ve artık yok olmaya yüz tutsa bile, hala varlığını sürd ardır

orada.

Gurdjieff zamanında orada hala bir şeyler kalmış ve

en az 3000, belki 4000 yıldır kesintisiz bir gelenek varlığını sürdürmekteydi. Gurdjieff’in yazılarını dikkatle inceleyenler, İran’ın

doğu-kuzeydoğusundan kuzeybatısına uzanan bir bölgedeki “Ehl-i Hak”-Hakikat Ehli adlı bir tari t ya da

kardeşlikle bağlantı kurduğunu anlayabilirler. Bu tarikat 1316 yılında Sultan Sahak tarafından

kurulmuştu. Tarikatın gelenekleri yalnız NasturiHıristiyanlığına değil, çok daha eski Babil’in emli

dönemine ait, 4000 yıllık Kaide ve Zerdüşt geleneklerine kadar uzanıyordu.

Yazar Adrian G. Gilbert’a göre Gurdjieff, eski zamanlarda yaşayan bazı insanların bugün yaşaya nlardan çok

(21)

Gurdjieff’in müridi ve öğrencisi olan Bennett’e göre, Gurdjieff hayatının 1891 – 1907 arasındaki bölümünü, “Sarmung veya Sarman Kardeşliği” diye bilinen ezoterik bir örgütün yönettiği bir tapınakta geçirmişti.

Gurdjieff’in “Meetings with Remarkable Men”-İlginç İnsanlarla Karşılaşmalar adlı kitabının birçok bölümü, Gurdjieff’in M.Ö. 2500 yılında kurulduğuna inandığı bu esrarengiz kardeşlik örgütüne tahsis edilmişti. Bu kabaca

Mısırlıların “Büyük Piramid”i inşa ettikleri döneme tekabül etmektedir.

Bennett’in inancına göre, aynı gizli kardeşliğin takipçileri, Babil’deki esareti sırasında Yun ozof

Pitagoras’ı da inisiye etmişti.

Gurdjieff, Yunan filozofu Pitagoras’ın “Babil Majisi”ne

inisiye edilmesi efsanesine çok inanmıştı. Nitekim daha sonra kuracağı akademisine “Pitagoras Okulu” model teşkil etmiştir.

Gurdjieff kendisi ile aynı görüşleri ve düşünceleri paylaşan dostları ile “Hakikati Arayanlar” güt kurdu.

Araştırmaların sonuçları, bu örgütün bilgi havuzunda toplanmaya başlandı. Gurdjieff’in bu grup en yakın

dostlarından biri Pogosyan adlı bir Ermeni idi.

Gurdjieff arkadaşı Pogosyan ile birlikte 1890’lı yıllarda Ani harabelerinde-Bugünkü Kars ilimi zin sınırları içinde kazı yaparken bir yer altı geçidine rastladılar.

Geçidin sonundaki duvarı deldikleri zaman karşılarına

küçük bir oda çıktı. Burası bir keşişin hücresi olabilirdi.

Yerde kırık kaplar ve kullanılmış eşya parçaları görülüyordu. Odanın bir köşesinde, duvardaki saklanmış eski parşömenler buldular.

Parşömenler II’nci Yüzyıldan veya muhtemelen daha eski zamanlardan kalma idi. Parşömenlerden bazılarının

daha havayla temas eder etmez toz haline gelmesine rağmen, çoğu sağlam durumdaydı. İki arkad aş bunları dikkatle toplayarak Aleksandrapol’e geri döndüler. Burada belgeleri deşifre etmek için çalışmalara başladılar. Belgeler eski

Ermeniceyle yazılmıştı ve iki keşişin arasındaki mektuplaşmadan bahsediyordu. Bu yazışmada Gur n daha

önce “Merkharvat” adlı Ermenice bir kitapta gözüne çarpan “Sarmung Kardeşliğinden” bahsediliyo dan

anlaşıldığına göre, baş manastırın “Nivssi” yakınlarında olduğu belirtiliyordu. Pogosyan ve Gurdjieff, Nivssi’nin

Kuzey Irak’taki “Musul”un eski adı olduğunu ortaya çıkardılar. Burası eski Ninova harabelerine dı ve mektupların yazıldığı tarihte bu bölgeye “Nievi” deniyordu.

(22)

Burada Gurdjieff’in maceralı yolculuklarının tamamını anlatmam mümkün değil. İlginç olan bir h o da; Gurdjieff’in Ani harabelerinden Nisbis’e

-Nusaybin’e gidip orada Mısır medeniyetine ait çok eski

-Mısır’ın kumlara gömülmeden önceki durumunu gösterir bir harita bulmasıdır. Bennett, 1975 yılında yayınladığı “The Masters of

Wisdom”-Hikmet Üstatları adlı kitabında bu üstatların halen var olduğundan ve bunların Gurdjie “Sarmung” veya “Sarman” örgütü ile ilişkileri olduğundan bahsetmektedir.

Sarmung ve Sarman kelimesi eski Farsça ile ilgili olabilir. Zerdüşt doktrinini ihtiva eden eski Pehlevi-İran

metinlerinde bu kelimeye rastlanmaktadır. Bu “arı” için

kullanılan bir kelimeydi. “Arı” geleneksel hikmetin kıymetli balını toplayıp, gelecek nesiller aktarmak için muhafaza eden bir semboldü-“Arı” sembolü Masonik sembolizm içinde de önemli bir r tutmaktadır.

13’ncü Yüzyılda Suriye ve çevrelerinde iyi bilinen efsanelerin bir derlemesi, Nestori mezhebine mensup

yüksek bir rahip olan, Mar Salamon tarafından yapılmıştı ve kitabın adı “Arılar” adını taşıyor Zerdüşte atfedilen ve Hz. İsa zamanında ortaya çıkan esrarengiz bir güçten bahsediliyordu. “Man” Farsça’da soyaçekimle geçen bir karakterle ilgilidir. Dolayısıyla özel bir aile veya ırk ili olmalıdır.

“Sar” ise “Baş” anlamındadır. Yani ‘Şef veya Başkan’ anlamında. “Sarman” kelimesi ise “Perennial Felsefe” denilen

bir geleneğin, inisiyasyona bağlı olarak nesilden nesile

geçirilmesi demekti. “Sarman”ın bir diğer muhtemel anlamı da “Aydınlanmışlar” idi. Sarman Kardeşliği Ve Nemrut’un Sırrı:

1920’de Gurdjieff batıya geldi ve Fransa’da kendi adına bir gizem veya ezoterizm okulu açtı, okulun izlediği yol çok eski bir ezoterik okulun yoluydu, yani “Sarman Kardeşliğinin…”

Sarman Kardeşliği temelinde büyük bir ihtimalle, bir zamanlar Kuzey Mezopotamya’da gelişip, yayılan ama sonra yok edilen Hıristiyan Gnostik Okulu’ndan geriye kalanlar

bulunuyordu. Gurdjieff’in kurduğu örgütün en uzak geçmişinde yer alan kayıp gizem okulu Anadol ydı.

(23)

Yazar Gilbert sıkı bir arayışın ve gizem dedektifliğinin sonucunda Gurdjieff’in izine rastladı Filistin’de ortaya çıkan iz, Fransa’dan gelen izle Anadolu’da birleşiyordu. Ve Gilbert artık s onuçtan emindi; kayıp “Kardeşlik

Okulu”nun liderini ve yerini bulmuştu. Gilbert’e göre örgütün kurucusu Commagene Kralı I. Anti hus, yeri ise

Nemrut Dağıydı.

Nemrut Dağı hep gizemli iddialara hedef oldu. Kesin

olan tek şey dağda bilinmeyen ve henüz keşfedilmemiş tünellerin olduğu ve efsanevi Commagene K ralı I.

Antiochus’un kayıp mezarıdır.

Gilbert, Kral I. Antiochus’un yaşadığı çağda varolan “Sarman Kardeşlik Örgütü” ile yakın ilişk görüşünde, onun Kuzey Fırat bölgesine yayılan küçük

krallığının simgesi aslan’dı veya ‘Commagene Aslanıydı.’ Nemrut Dağı’nda bulunan dev mezar anıtta, astrolojik

ve Hermetik simgeler kullanılarak, gizem vurgulanmıştı. Nemrut’da bulunan Aslan kabartmasının erindeki

Astrolojik simgeler aslında bir horoskop, yani yıldız haritasıdır ve Gilbert burada işaret e dilen iki zaman dönemiyle, Kralın doğum ve “Sarman Kardeşliğine” inisiye

edildiği tarihleri işaret ettiği düşüncesindedir, bu tarih 6 Ocak’tır yani Hz. İsa’nın Yahya Peygamber tarafından vaftiz edildiği tarih, yani özgün adıyla “Epiphanes” günü.

Gilbert, Kral Antiochus’un krallığının henüz bulunmamış bir yerinde 35 derece eğiminde, 155met uzunluğunda, nereye gittiği bilinmeyen bir tünel olduğunu iddia ediyor. Aslında bu iddia d oğru, çünkü arkeologlar

uzun zamandan beri bu bulmacanın peşindeler. Kahta’dan Nemrut Dağı’na uzanan tünellerin varlığı biliniyor ama nereye gittikleri henüz anlaşılamadı zira o boyutta kazılar

yapılmış değil. Gilbert, Commagene Kralının doğum tarihini de hesaplıyor; bu tarih Güneş’in Re la

Aslan burcunda buluştuğu tarih, yani 29 Haziran.

A. Gilbert, Urfa’nın da-Eski adıyla Edessa “Orion Bilgeliği” ile ilgili bir merkez olduğu görü bunun kanıtlarının da Eski Ahit’te yani Tevrat’ta bulunduğunu belirtiyor.

Hıristiyanlığın ilk yıllarında Urfa, çok önemli bir eğitim merkeziydi ve kutsal kalıntılar hal görülür.

Gilbert, araştırmalarında kayıp Kardeşlik Örgütü’nün izlerinin Urfa’da da bulunduğunu belirtiyor ve Matta İncil’indeki “Maji Öyküsü”nü hatırlatıyor. Mesih’in yani Hz. İsa’nın doğumu yani “Christmas Günü” aslında 25

(24)

festiva-lini simgeler.-Mitralar’ın Doğum Kutlamaları Gerçek “Christmas” Milattan önceki 7’nci yılın 29 Temmuz’udur yani Hz. İsa milattan yedi yıl önce doğmuştur ve o gün gök konumu çok özeldir.

Güneş her yıl aynı tarihte, “Kralın Doğumu” konumuna girer. Aslan burcundaki “Küçük Aslan” veya “Aslan Yürek” de denen Regulus’la buluşur. Bu aynı zamanda da, göğün en

parlak yıldızı olan Sirius’un yükseliş döneminin hemen sonrasıdır. Mısır mitolojisinde Sirius n özel

yıldızıdır, görülmediği dönemde Tanrıça hamiledir, yükseldiğinde yani parlamaya başladığında o da Güneş-Regulus buluşmasıyla simgelenir.

İlk Hıristiyanlar, bu mitolojik kavramı kullandılar, Sirius’un yükselmesi Meryem’in doğumuydu ama bu kez doğan Horus değildi. Çünkü Meryem’in oğlu Hz. İsa’ydı,

aynı anda görülen parlak yıldızlar da önemliydiler, örneğin Orion İsis’in eşi olan Osiris’ti. Hıristiyan kültü, Osiris’e Meryem’in eşi Yusuf’un

kimliğini verdi. Procyon yıldızı da, Sirius gibi Orion’dan sonra yükselir ve İsis’in kardeşi Nephthys ile simgelenir.

Zodyak-Burçlar Kuşağı genelde hayvanlarla simgelenir. Öküz yani Boğa, Koyun yani Koç burçları doğduğu ahırda bulunan ve yemlenen yani beslenen iki hayvandır ve ahır Bethlehem kasabasında dır, kasabanın adının

anlamı “Ekmeğin Yeri”dir. Bethlehem kasabası, Judah bölgesinde yani İsrail’in Aslan Kabilesi’n aşadığı yerdedir ve bu

kabilenin simgesi Aslan Burcundaki veya takım yıldızındaki Regulus’tur. Sonuç olarak ezoterik anlamda Güneş-Regulus buluşması, Hz. İsa’nın ahırdaki doğumunu simgeler.

Gilbert, Hz. İsa’nın doğuşu öyküsünün anlamının

farklı olduğu görüşünde, bizlere bu şekilde Hz. İsa’nın doğum horoskopunun, yani yıldız haritasının anlatılmak istendiğini düşünüyor, eğer okuma doğru yapılırsa kesin zaman belirlenecektir.

Hz. İsa da Horus gibi bir kral olarak doğmuştur, gezegenlere uygun armağanlar onun doğumun u simgelerler.

Matta İncil’inde armağanların baştan çıkarıcı oldukları ve egosal amaçlarla kullanılabilecekleri vurgulanır. Yani üç

gezegenin negatif yönleri vurgulanır, negatif yönler pratik Majinin reddedilmesi-Merkür, ölümsüzlük arzusu

-Satürn ve krallık yani iktidar hırsıdır-Jüpiter. Daha sonraki olaylar da benzer anlamlar içer irler, Yahya Peygamber

(25)

Ürdün Irmağında Hz. İsa’yı vaftiz ederken cennetten gelen

bir güvercin simgeselliğinde Hz. İsa’ya en yüksek armağan verilir, bunun anlamı gezegendeki en yüksek krallığın

onaylanmasıdır. Artık o, Logos’un yani Varoluş’un aracı

olmuştur. Yani Vaftiz’in simgeselliği ve 6 Ocak kutlamalarının anlamı göksel buluşmanın gerçek daha da

ötede Hz. İsa’nın göksel doğumudur. Ama bu tarih değişecek, 25 Aralık’a kayarak antik Roma’nın leri

Mitralar’ın doğumu ile karışacaktır.

Bütün bunlardan anlaşılan şey, Kayıp Kardeşlik

Örgütünün içeriğidir, Horus’dan, Hz. İsa’ya oradan da Kral I. Antiochus’a uzanan gizemin ezoterik anlamı ve bunun astrolojik metodla, Hermetik Bilgelik düzeyinde simgeselleştirilmesidir fakat tüm anlatılar ve Gilbert’in iddiaları yine de asıl gizemi açıklayamıyor; yıldızların ve

gezegenlerin etkinliği ya da önemi acaba kutsallık düzeyinde ezoterik simgesellik midir? Yoksa, dünya dışındaki

bir yerler mi ima edilmektedir? Sır, Orion ve Sirius’da saklı gibidir; bir gün bunu da öğreneceğiz; ne zaman mı?

Kimbilir, belki de Nemrut Dağı’nın altında yatan sırrı çözdüğümüz zaman. Dördüncü Bölüm

TEVRAT VE İNCİL MİTLERİ

Eski Ahitteki Atalar Ve Firavunlar

Alman yazar Stefan Erdmann “Banken, Brot und Bomben”-Bankalar, Ekmek ve Bombalar adlı iki ciltlik kitabının

1’nci cildinde çok ilginç iddialarda bulunmaktadır. Yazara göre, Ortodoks tarihçiler Kudüs Tapınağı’nın

M.Ö. 980 yılında inşa edildiğini kabul etmekteler. Bu tarih, Tevrat’ta anlatılan İsraillilerin an çıkışından

yarım yüzyıl sonra vuku bulduğu için birçok tarihçinin kafasını karıştırmaktadır.

Genel olarak kabul edilen teoriye göre, Hz. Musa’nın Mısır’dan çıkışı II. Ramses zamanında gerçekleşmişti. -M.Ö. 1290-M.Ö. 1224 Burada da karşımıza takribi 200

yıllık bir fark çıkmaktadır. Bu fark, modern araştırmacılara inanılmaz görünmektedir. Bu sebep beş

kitabında, yeni elde edilen arkeolojik sonuçlara ve tarihi gerçeklere ters düşen birçok açıklamalar bulunmaktadır. Tevratta adı geçen şahısların hayatı ve eserleri ile

Tevrat’ın yazılışı arasında binlerce yıllık bir zaman aralığı bulunmaktadır.

(26)

Erdmann, Mısırlıların ve İsraillilerin ortak bir kökenden geldiklerini ileri sürerek, Eski Ahi tteki Mısır kronolojisinde Mısır kelimesinin yüz defa, İsrail kelimesinin

ise bir defa geçtiğine dikkat çekmektedir. Tevrat’ın otantik

bir tarihini çıkarmak için Firavunların izini sürmek gerekmektedir. Mısırlı tarihçi Manetho Hz. Musa hakkında şunları

yazmaktadır;

“Levi kabilesinden Musa, Mısır’da eğitilmiş ve Heliopolis’de inisiye edilmiştir. Firavun Amenofis -Eknaton zamanında “Kardeşliğin” yüksek rahipliğine atanmıştı.”

Mısırlı Ejiptolog Mustafa Gadalla “Tarihteki Tahrifat

Eski Mısır’ın Yayınlanmamış Tarihi” adlı kitabında Eski Ahit -Tevrat’ın kökenleri ile ilgili birçok cevaplanması gereken

soru olduğunu belirtir ve Tevrat’taki tarihler ve şahısların yaşları hakkında verilen bilgiler gerçeklerden uzak olduğunu

ve hiçbir iyi niyetli tarihçinin bunları ciddiye alamayacağını yazmaktadır. Gadalla şöyle devam etmektedir;

“Tevrat’a inanırsak Tanrı dünyayı M.Ö. 4004 yılında yaratmıştır. Ama elimizdeki bilimsel deliller bundan çok önceleri dünyada insanların yaşadığını ispatlıyor.” İlginçtir ki Eski Ahit’de bütün yollar sonuçta ya Mısır’da son bulmaktadır ya da oradan başlamaktadır. Tevrat’taki “Davud ve Golyat” hikâyesi de Mısır’ın

“Sinuhe” efsanesinden alınmıştır. Eski Mısır yazılarından bu olayın Hz. İsa’dan 20 yüzyıl önce vuku bulduğunu anlıyoruz. Ejiptolog ve yazar Mustafa Gadalla, onlarca senelik

araştırmalarının sonucunda Hz. Davud’dan Hz. İsa’ya kadar bütün peygamberlerin Mısırlı firavunlar olduğunu ortaya çıkarmıştır.

Bütün İbrahimi dinlerin ortak kutsal şehri olan Kudüs’ün bulunduğu yere, ilk kutsal şehri yaptıran Firavun III. Tutmosis’di.

Erdmann’ın kitabındaki 18. Hanedan kronolojisini olduğu gibi aktarıyorum:

Tutmosis III-Tevrat’taki adı David, Krallık süresi 34 yıl, Yaşam süresi M.Ö. 1505-1450 Amenofis III-Tevrat’taki adı Süleyman, Krallık süresi 36 yıl, Yaşam süresi M.Ö. 1408-1372 Amenofis IV-Tevrat’taki adı Musa, Krallık süresi 18 yıl, Yaşam süresi M.Ö. 1372-1254

(27)

Hz. Musa Gerçekte Kimdi?

Hz. Musa efsanesinin muhtemel kaynağı, Akat Kralı I. Sargon’dur. Yahudiler Babil esareti sırasında bu efsane ile tanışma fırsatını bulmuşlardı. Gerçekten de Sargon hikayesi, Musa’nın hikayesiyle paralellik göstermektedir. Musa’nın doğum hikâyesi, Akat Kralı I. Sargon yaşadığı zamanlarda yani, Hz. İsa’dan altı yüzyıl önce ortaya çıkmıştı. Yani Musa’nın bilinen hikâyesinden yüzyıllarca önce…

Musa hikâyesinin başka eski kaynaklardan alındığını gösterir deliller vardır.

Örneğin, antik Şarap Tanrısı “Bacchus” da aynı Musa

gibi suda bir sepetin içinde bulunur, Kızıl denizi yararak geçer, yasaları taş levhalara yazar ve ordularına alevden sütunlar önderlik ederdi.

Hint destanı Ramayana’da adı geçen kahraman Rama,

5000 yıl önce halkını Orta Asya’dan Hindistan’a götürmüştü.

Hz. Musa gibi o da bir yasa koyucu ve halk kahramanı olmuştu. Rama da, Musa gibi hal kını çölden geçirir, topraktan

kaynak suları fışkırtır, Soma-Hayat Suyu ile bulaşıcı hastalıklara engel olur v.s. Resimlerde , Musa gibi başının

etrafında bir hale-Aydınlanmış şahısların baş bölgesinde görülen ışık=Aydınlanmışların alevi i Hz. Musa’dan 5000 yıl önce yaşayan Zerdüşt’ün hayatı da Hz. Musa’ya çok benzemektedir. Birçok ktan elde edilen bilgilerin, Musa hikâyesi ile uyuşması,

Tevratta anlatılan mucizelerin Musa’ya özgün şeyler olduğu iddiasını yalanlamaktadır.

1928 yılında Alman yazar Jens Jürgens’in “Der biblische Moses”-Tevrat’taki Musa adlı kitabında illere dayanarak açıkladığına göre, Mısırlı rahipler 6000 yıl önce

barutu biliyorlardı. Musa’nın ateşle ilgili bazı gösterilerinin kaynağında bu bilgiler olabili Arkeolog Sir Flinders Petri’nin araştırmalardan elde

ettiği sonuçlara göre, Mısırlılar Sina bölgesinde “Gnefru”

adlı bir kükürt madeni işletiyorlardı. Musa barutun reçetesini biliyor olmalıydı.-Herhalde Hel polis rahiplerinden öğrenmişti Bilindiği gibi barut; kükürt, potasyum

nitrat ve odun kömüründen yapılmaktadır.

Konuyla ilgili birçok yazara, Mısırlı General Musa’nın Yahudilerin atası olması makul gelmektedir.

(28)

Alman yazar Dr. Erich Bromme, on beş yıllık

araştırmalarının sonuçlarını-Yani Hıristiyan teolojisindeki sahtekarlıkları “Faelschungn und I Geschichte

und Theologie” adlı kitabında toplamıştı.

Bromme’ye göre, bronz çağında Filistin bir Mısır eyaleti

idi. Küçük bir azınlık olan Yahudi halkının-Mısıra bağlı- iki Kralı Jarobeam ve Rehabeam idi k varlığı Mısır kaynaklarınca da doğrulanmaktadır. Bu her iki

krala bağlı halk, M.Ö. 734-721 yılları arasında Asurlular tarafından esir edilerek, Dicle Nehri kıyılarına sürüldü ve

bunlar bir halk olarak bir daha asla tarih sahnesine çıkmadılar. Yani o zamanlar ne ta nınmış bir halktılar, ne de

kayıp 12 kabile diye bir şey mevcuttu. M.Ö. 582-580 yılları arasında, Nabukadnazar bu halkın g eri kalan kısmını,

kralları Jojakim ile birlikte Babil topraklarına ait bir bölgeye yerleştirdi. Bunlardan hiçbiri bir daha Filistin’e geri

dönmedi.

Muharref Tevrat yazarları tarafından “İsrail’in Çıkışı”

denilerek M.Ö. 1230 yılında geçtiği iddia edilen olay, aslında M.Ö. 539-538 yıllarında Babil’d . Babil Kralı II.

Kyros’un Kaide ordusunu Miraya Vadisi’nde-Kerbela’nın 25km. Güneydoğusunda yok etmesi, Tevrat’ta “Firavun’un Kızıl deniz’de yok edilmesi” diye anlatılıyordu.

Daha sonra II. Kyros, Farisi-Pers subayların komuta ettiği, esir Arap çöl haydutları ve Ka ideli köylülerden

oluşan bir birlik oluşturdu. Bu birliğin sembolü “6 köşeli

yıldız”dı ve bu seçkin birlik-Seçilmiş kavim!.. Kendilerine “Isra-El”-Efendinin Savaşçıları di II. Kyros M.Ö. 580’de esir Yahudi Kralı Jojakim’in oğlu

Eli-Ezer’i, “Moshe”=Musa-Kendini müşkül durumdan kurtaran anlamında adıyla birlik-Alay komutanı yaptı. İşte tarih sahtekârları, Alay komutanı “Moshe”yi

Mısırlı Firavun’un oğlu yaparak hakkında çeşitli efsaneler uydurdular. Moshe, “seçilmiş”lerle beraber Fırat Nehri’nin yukarılarına doğru, bugünkü “Jarua” köyünün yakınlarına doğru çekilerek, kışlık ordugahını kurdu.

II. Kyros’un birlikleri için çıkardığı talimatnameler, daha sonra tarih sahtekârları tarafında Yasaları” diye adlandırıldı.

Bromme’ye göre bugün kendilerine “İsrailli” diyenler

aslında “Hiksos-Hazar” melezi bir halktır. Dikkat edilirse, Yahudi tarihi denilen şeyin te rsyüz edilmiş ve tahrif

edilmiş bir Mısır tarihi olduğu kolayca anlaşılabilir. Filistin binlerce yıl Mısır eyaleti olarak kalmıştı.

(29)

Tevrat’ta Babil isimleri, Mısır isimleri ile değiştirildi ve Kaide Kralları Firavunlar olarak tanıtıldı.

Son olarak Tevrat’ta anlatılan David ve Golyat arasında büyük zaman farkı olduğunu belirtelim. Dev Golyat

Miken çağında yaşamıştı, buna karşılık David M.Ö. 900

yılında demir silahlar ve zırh kuşanamazdı, çünkü o zamanlar bunlar yoktu.

Yeniden III. Amenofis’in oğlu “Ahen-Aton” konusuna dönersek, IV. Amenofis denilen Ahenaton’u n Mısır’da

monoteizmi-tek Tanrı inancını savunduğunu görüyoruz.

Ahenaton tek Tanrı’yı “Aton” diye adlandırıyordu. Ona göre, Güneş tanrısı “Aton” tek tanrıcılığın-tevhidin sembolü idi.

Bu sebepten kendi adı olan IV. Amenofis’i kaldırarak, onun yerine “Ahenaton” demeye başladı. A henaton,

“Aton” dini takipçileri için Teb’deki geleneksel “Amun” merkezinden 300km. daha kuzeydeki Tel-el-Amara’da

“Ahen-Aton” adlı-Yani Aton’un ufku yeni bir şehir kurdı. Bu şehir Aton’un-yani tek tanrıcılığı du.

Ahenaton aynı zamanda Mısır’ın eski “Gizli

Öğretisi”ne de inisiye edilmişti. İlginçtir ki ünlü psikoanalizci S. Freud araştırmalarının so enaton ve

Musa’nın tek ve aynı şahıs olduğunu ortaya çıkarmıştı. Talmud’da Musa ile ilgili açıklamalar ve Ahenaton’un

Amar-na’daki hayat hikâyesi arasında çok ilginç benzerlikler vardır; 1: Musa, Sina Yarımadası’na göç etmeden önce

“kral” diye adlandırılıyordu. Ahenaton da aynı şekilde adlandırılmıştı.

2: Her ikisi de “Yüksek Rahip” unvanına sahipti.

3: Talmud’da Etiyopya’da bir şehir diye anlatılan yer aslında Amama idi. 4: Musa’nın eş olarak aldığı Mısırlı Kraliçe Adonit

-Aten-İt ismini taşıyordu. Aten, Ahenatonun Tanrısı “At-on”dan geliyordu.

5: Kraliçenin oğlunu Musa yerine kral yapmak istemesi de, Tutankamon’un babası Ahenaton’un egemenliğinden sonra tahta çıkışını hatırlatmaktadır.

Bu açıklamalardan anlaşılacağı gibi Hz. Musa ve Ahenaton tek ve aynı şahıstır!..

(30)

“David Yıldızı” veya “Süleyman’ın Mühürü” denilen “altı köşeli yıldız” aslında Ahenaton’un müh müydü?

Süleyman’ın mühürü ya da “David Yıldızı” denilen altı

köşeli yıldız-Aslında iç içe geçmiş iki üçgenden oluşmuştur. Mısır Firavunu Ahenaton’un kraliy Ahenaton mühürü, birbiri ile harmoni içinde iç içe

geçmiş iki ayrı büyük piramidi sembolize etmektedir. Bu piramitlerden biri, insanın “Işık Bedeni”nin üst erkek bölümünü, yani elektmental kısmını, aşağı doğru olan ise “Işık Beden”in dişi bölümünü yani manyetik-emosyonel kısmını sembolize etmektedir.

Her piramit bir Oktahedron-Sekiz yüzlü

Piramidin yarısıdır. Ahenatonun mühürü bize iki yarım Oktahedronu veya ruhsal enerjiler piramidini, yani bizim kim olduğumuzu gösterir.

Bu sembolizm bize, üç boyutlu fiziksel bedenimizin “Sanal Gerçek Makinesi” olduğunu göstermektedir.

Bizler ‘saf ışığın elektromanyetik enerjileri’ olarak yaratılışın derinliklerindeki hayat tecr yaşamaktayız. İşte özü bu anlayışa dayanan “Tek Tanrı”

inancı, Ahenaton’un diniydi. Ahenaton Tevrat’ta “Musa” olarak bilinir. Ahenaton’un mühürü, önce “Süleyman’ın Mühürü” sonra da “David’in Yıldızı” olmuştur.

Yehova’nın-Yahve’nin Gizli Kimliği:

22 Eylül 2002 tarihinde ABD’deki Hıristiyan Siyonistleri ziyaret eden İsrail Başbakanı Ariel Şaron şöyle diyordu;

“Bu ülke-İsrail bizimdir. Tanrı bize bu ülkenin tapusunu verdi!” Son araştırmalar ve özellikle Tel Aviv Üniversitesi

arkeolojik araştırma timinin bulguları, Eski Ahit ve Tora’daki bütün hikâyelerin temelinden asılsız olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bunun sonucunda o zamana kadar hiç düşünülmeyen bir şey, yani eski tarihçilerin bahsettiği İsrail-Exodus’ünde adı geçenlerin İsrailli değil, aslında Asya kökenli Hiksoslar olduğu ortaya çıkmıştır.

1999 yılı Kasım ayında Tel Aviv Üniversitesi’nden

Prof. Ze’ev Herzog “İsrailliler hiçbir zaman Mısır’da bulunmadılar, çölde yıllarca kalmadılar yi

Referensi

Dokumen terkait

Mereka adalah Ilmuwan Pustakawan. Saat itu keberadaan perpustakaan dan buku-buku sangat dihormati. Bahkan jabatan pustakawan saat itu menjadi primadona. Pustakawan

Maklumat berikut merujuk tokoh yang dipercayai telah mengasaskan sebuah kerajaan dipercayai telah mengasaskan sebuah kerajaan Alam Melayu?.

- Pasien Laki-laki sampai dengan usia 18 Tahun untuk Pelayanan Rawat Inap DOKTER SPESIALIS RAWAT JALAN YANG TIDAK KERJASAMA DENGAN ALLIANZ 1. Bambang

Oleh karena itu, bahan ajar model inkuiri terbimbing terintegrasi kearifan lokal berbasis OBE melalui penggunaan media online dapat diterapkan dalam proses pembelajaran

Oleh karena itu, guna memperbaiki atau memberikan arahan yang lebih baik pada pengujian consolidated undrained triaxial test khususnya untuk mencari nilai stiffness E 50

Direct costing adalah metode penentuan harga pokok produksi dengan memperhitungkan biaya-biaya produksi yang terdiri dari biaya bahan baku, biaya tenaga kerja dan

Perorangan putera (OFFICIAL) ERWIN THALIB. M.AG - L - 594 70 Musabaqa h makalah

Kelompok atau jenis bakteri tersebut perlu dikondisikan agar lebih aktif dalam membantu proses perombakan, sehingga dapat mengeliminasi senyawa-senyawa toksik