• Tidak ada hasil yang ditemukan

Zahid el-Kevseri ve fıkıh düşüncesi.pdf

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Membagikan "Zahid el-Kevseri ve fıkıh düşüncesi.pdf"

Copied!
199
0
0

Teks penuh

(1)

T.C.

MARMARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI

İSLAM HUKUKU BİLİM DALI

ZÂH

İ

D EL-KEVSERÎ

VE

FIKIH DÜ

Ş

ÜNCES

İ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

YÜKSEL ÇAYIROĞLU

(2)

T.C.

MARMARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI

İSLAM HUKUKU BİLİM DALI

ZÂH

İ

D EL-KEVSERÎ

VE

FIKIH DÜ

Ş

ÜNCES

İ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

HAZIRLAYAN YÜKSEL ÇAYIROĞLU

DANIŞMAN

PROF. DR. BİLAL AYBAKAN

(3)
(4)

ÖZET

 

Bu çalışmamızda, devrinin önde gelen âlimlerinden ders aldıktan sonra ilmiye sınıfının değişik kademelerinde on altı yıl süreyle görev almış hatta Şeyhülislam vekilliğine kadar yükselmiş, Osmanlı Devletinin yıkılışına şahit olmuş, hayatının yarısını Kahire gibi bir ilim merkezinde geçirerek ellinin üzerinde eser te’lif etmiş ve te’lif ettiği eserleriyle ehl-i sünnet akidesini ve Hanefi mezhebini müdafaa etmiş olan Zahid el-Kevserî’nin hayatını, İslamî ilimlerdeki çalışmalarını, eserlerini, önemli görüşlerini ve fıkıh düşüncesini ele aldık. Bununla ulaşmak istediğimiz amaç, Osmanlı

medreselerinin yetiştirdiği büyük âlimlerden birisi olan Kevserî’nin daha iyi tanınmasına hizmet etmek ve Kevserî hakkında yapılacak yeni çalışmalara kapı

aralamaktır.

Tez üç ana bölümden oluşmakta olup, birinci bölümde Kevserî’nin hayatını, ikinci bölümde eserlerini ve ilmî şahsiyetini, üçüncü bölümde ise fıkıh düşüncesini ele aldık. Kevserî, her ne kadar yeni ve orijinal görüşler ortaya koymak yerine bütün gayretini geleneği muhafaza etme yolunda kullanmış olsa da onun eserleri ve düşünceleri daha birçok çalışmaya konu olabilecek enginliktedir.

(5)

ABSTRACT

 

This study focuses on Zahid Kawthari’s life, studies and works on Islamic disciplines, his important views and perspective of Islamic Jurisprudence (fiqh). After having been educated by the prominent scholars of his time, Kawthari took different positions as a scholar for sixteen years; he was even promoted to the rank of Sheikhulislam, witnessed the fall of Ottoman State, wrote more than fifty books by spending half of his life in Cairo, and with these works he defended the belief of Ahl al-Sunna wa’l Jamaa as well as the Hanafi school. The aim of this study about Zahid Kawthari, a great scholar raised in Ottoman madrasas, is to help a better understanding of him and pave the way for further research in this parallel.

This study consists of three main sections. The first section is about his life, the second section studies his works and Kawthari as a scholar, whereas the third section focuses on his perspective of Islamic Jurisprudence. Even though Kawthari spent all his efforts for keeping up the tradition rather than making new and original suggestions, his works and thoughts possess the immensity to be a subject of several further studies.

(6)

İ

Ç

İ

NDEK

İ

LER

 

ÖZET ... II ABSTRACT...III İÇİNDEKİLER ... IV KISALTMALAR ... VI GİRİŞ... 1 BİRİNCİ BÖLÜM ... 4

ZAHİD EL-KEVSERÎ’NİN HAYATI ... 4

I. TÜRKİYE DÖNEMİ... 5

A-NESEBİ,ÇOCUKLUĞUVEİLKEĞİTİMİ... 5

B- İSTANBUL’DA MEDRESE EĞİTİMİ... 7

C- ÂLİMLİK İMTİHANI VE MÜDERRİSLİĞİ... 9

II. MISIR DÖNEMİ... 14

A-MISIR’AVARIŞIVEKAHİREYILLARI... 14

B- ŞAM ZİYARETLERİ... 18

C- VEFATI... 20

D- AİLESİ VE ÇOCUKLARI... 21

İKİNCİ BÖLÜM... 23

İLMÎ ŞAHSİYETİ VE ESERLERİ... 23

I- İLMÎ ŞAHSİYETİ... 24

A- DÜŞÜNCE YAPISININ KARAKTERİSTİK ÖZELLİKLERİ... 24

B-TENKİTÇİLİĞİ... 28

C- TAASSUPLA İTHAM EDİLMESİ... 30

D- İSLÂMÎ İLİMLERDEKİ ÇALIŞMALARI ... 33

1- KEVSERÎ’NİN İLMÎ ÇALIŞMALARINA GENEL BİR BAKIŞ... 33

2- ARAPÇA’YA VUKUFİYETİ... 37

3- HADİS... 39

a.Hadis Alanındaki Çalışmaları... 41

b.Hadis İlimleriyle İlgili Bazı Mütalaaları... 44

4- KELAM ... 48

a.Kelam Alanındaki Çalışmaları... 49

b.Kelamla İlgili Önemli Bazı Görüşleri ... 52

5- TASAVVUF ... 58

a.Tasavvufla İlgili Eserleri ... 60

b.Kevserî’nin Tasavvufla İlgili Bazı Görüşleri ... 61

6- KUR’AN İLİMLERİ... 67

a.Kur’an İlimleriyle İlgili Yaptığı Çalışmalar ... 67

b.Kur’an İlimleriyle İlgili Bazı Görüşleri... 68

E. ÂLİMLERİN ONUN HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİ... 71

1- MUHAMMED EBÛ ZEHRA... 71

2- MUHAMMED YUSUF EL-BENNÛRÎ... 75

3- MUSTAFA SABRİ EFENDİ... 78

4- ALİ ULVİ KURUCU ... 81

(7)

6- AHMED HAYRİ... 86

II. ESERLERİ... 88

A-BASILMIŞESERLERİ... 88

B- BASILMAMIŞ ESERLERİ... 93

C- TÂ’LİK VE TAHKİK YAPTIĞI VEYA TAKDİM YAZDIĞI ESERLER... 96

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM... 103

KEVSERİ’NİN FIKIH DÜŞÜNCESİ... 103

I. GENEL OLARAK ... 104

II. USÛL ANLAYIŞI ... 107

A- SÜNNET... 107

B-İCMA ... 109

C- İSTİHSAN... 111

D- MASLAHAT ... 114

E-ÖRFVEZAMANINDEĞİŞMESİYLEHÜKÜMLERİNDEĞİŞMESİNEBAKIŞI ... 116

F-REYVEİCTİHADABAKIŞI ... 119

III. FETVA VE FETVA USÛLÜNE YAKLAŞIMI... 123

IV. BAZI FIKHÎ MESELELERDEKİ GÖRÜŞLERİ... 128

A- BİD’Î BOŞAMANIN HÜKMÜ ... 128

B-TEKSEFERDEÜÇBOŞAMAVENETİCELERİ... 132

C- TESETTÜR... 136

D- TÜRBE YAPMA VE BURALARDA NAMAZ KILMANIN HÜKMÜ... 139

E- HACLA İLGİLİ MÜLAHAZALARI... 142

F-“FİSEBİLİLLAH”KAVRAMININANLAMVEKAPSAMI ... 145

G- ERKEKLERİN BAŞI AÇIK NAMAZ KILMASINA YAKLAŞIMI... 148

H- AYAKKABIYLA NAMAZ KILMANIN HÜKMÜ ... 150

V. İMAM-I AZAM VE HANEFÎ MEZHEBİNİ MÜDAFAASI... 152

VI. FIKIHLA İLGİLİ BAZI ESERLERİNİN TANITIMI ... 159

A- TE’NÎBÜ’L-HATÎB ALÂ MÂ SEKAHÛ FÎ TERCEMETİ EBÎ HANÎFE MİNE'L-EKÂZÎB ... 159

1- Târîhu Bağdat’ın Mısır’da Basılma Süreci... 161

2- Rivâyetlerin Sened Yönünde Değerlendirilmesi... 162

3- Metinlerin Dirayet Yönünden Değerlendirilmesi... 163

B- EN-NÜKETÜ’T-TARÎFE Fİ’T-TAHADDÜSİ AN RUDÛDİİBN EBÎ ŞEYBE ALÂ EBÎ HANÎFE ... 164

1- Kevserî’nin Bu Eseri Yazma Amacı... 165

2- Kevserî’nin İbn-İ Ebi Şeybe Ve el-Musannefi Hakkındaki Görüşleri ... 167

3- en-Nüketü’t-Tarîfe’nin Fıkıh Usûlü’nün Uygulamalı Bir Örneği Olması... 168

4- Kevserî’nin en-Nüketü’t-Tarîfe’deki Usûlü... 169

C- İHKÂKU’L-HAK BİİBTÂLİ’L-BÂTIL FÎ MUGÎSÜ’L-HALK ... 171

D-FIKHUEHLİ’L-IRAKVEHADÎSÜHÜM... 175

Kitabın İhtiva Ettiği Konular ... 176

E- EL-İŞFÂK ALÂ AHKÂMİ’T-TALAK... 177

F- MAKÂLÂTÜ’L-KEVSERİ... 179

Mevzularına Göre Makaleler ... 180

SONUÇ ... 182

(8)

KISALTMALAR

 

a.g.e. : Adı geçen eser a.s. : Aleyhisselam b. : İbn bkz. : Bakınız c. : Cilt numarası c.c : Celle celâlühû çev. : Çeviren

DİA : Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi drl. : Derleyen h. : Hicrî hzl. : Hazırlayan hz. : Hazreti km. : Kilometre nşr. : Neşreden r.a. : Radıyallâhü anh r.ah. : Radıyallâhü anhâ s. : Sayfa numrarası

s.a.s. : Sallallahü aleyhi ve selem trc. : Tercüme

t.y. : Tarih yok v. : Vefatı

vb. : Ve benzeri vs. : Vesaire

(9)

G

İ

R

İŞ 

Bu çalışmamızda, hayatı, eserleri, ilmî şahsiyeti ve fıkıh anlayışı itibariyle, Osmanlı’nın yetiştirdiği son dönem âlimlerinden biri olan ve hayatı boyunca ortaya koyduğu ilmî çalışmalarıyla kendinden söz ettiren Muhammed Zâhid el-Kevserî’yi tanıtmaya çalışacağız. Uzun süre Osmanlı medreselerinde okuduktan sonra, kendisi de buralarda müderrislik yapmış, ilmiye sınıfının içinde yer alarak şeyhülislam vekilliğine kadar yükselmiş, ardından Osmanlı’nın yıkılışına şahit olmuş ve daha sonra şartların zorlamasıyla Mısır’a giderek hayatının son otuz yılını ilme vakfetmiş bir âlimin, hayatının, fikirlerinin ve eserlerinin bilinmesinin günümüz ilim dünyasına kazandıracağı

büyük faydalar olduğuna inanıyoruz.

Kevserî’nin te’lif ettiği eserleri, kaleme aldığı makaleleri ve neşrettiği onlarca yazma esere yazdığı ta’lik ve takdimler, hiçbir ilim talebesinin müstağni kalamayacağı

bir ilmî mirastır. Ancak talebe-i ulum için Kevserî’nin en az bunun kadar önemli ve örnek alınması gereken bir yönü daha vardır ki, o da onun sahip olduğu kişiliği, ahlakı

ve ilim yolunda gösterdiği azim ve kararlılığıdır. Kevserî’yi önemli ve ayrıcalıklı kılan diğer hususlar ise şunlardır:

O, son asırda rivâyet ilmini devam ettiren nadir ilim adamlarındandır. Yani Kevserî, gerek Türkiye’de gerekse Mısır ve Şam’da bulunduğu dönemde birçok önemli âlimden icazet almış ve kendisi de bu yolla çok sayıda talebe yetiştirmiştir. Kevserî, asrımızda unutulmaya yüz tutmuş ve neredeyse gereksiz gibi görülen cerh ve ta’dil ilminde derinleşmiş ve senet tenkidinde de oldukça başarılı olmuştur. Onun diğer bir özelliği de İslamî ilimlerde ihtisaslaşmanın bir ihtiyaç hatta zaruret haline geldiği günümüzde, fıkıh, hadis, tefsir, kelam, tarih, tasavvuf gibi İslamî ilimlerin hemen her sahasında bir otorite gibi konuşmuş olması ve bununla tam bir geleneksel âlim portresini temsil etmesidir. Münekkit bir kişiliğinin bulunması, ehl-i tarîk olması, delilli konuşmaya önem vermesi, ele aldığı meselelerin arka planını araştırarak bunların temelini kavramaya çalışması, İslamî ilimlerde tevhîdi yakalama cehdi, selefe ve mezhep imamlarına karşı son derece saygılı olması, modernistlerle, ehl-i hadisle ve zahirîlerle mücadele etmesinin yanı sıra, müsteşriklerin oyunlarını çok önceden sezerek onlara karşı cevaplar vermesi gibi hususlar da onun öne çıkan diğer özellikleridir.

(10)

İşte bütün bunları göz önünde bulundurduğumuzda Kevserî hakkında yapılacak bir çalışmanın bu alandaki bir boşluğu dolduracağına ve belki de onun hakkında yapılacak yeni çalışmalara bir kapı aralayacağına inanarak işe başladık.

Bizim bu çalışmamızda Kevserî’nin öne çıkaracağımız esas yönü ise onun fıkhî cephesidir. Yani genel olarak Kevserî’nin hayatından ve İslamî ilimlerdeki çalışma alanlarından bahsettikten sonra, onun usûl ve fürû fıkhındaki yerini, önemli görüşlerini ve genel olarak fıkıh anlayışını ortaya koymaya gayret edeceğiz. Buna göre tezin bölümlerine baktığımızda onun üç bölümden oluştuğunu görürüz.

Birinci bölümü Türkiye ve Mısır dönemleri adı altında iki ana başlığa ayırarak Kevserî’nin hayatını ele aldık. Bu bölümde ulaşabildiğimiz kaynaklar nispetinde onun nesebini, ailesini, hayatını, talebelik dönemini, ders aldığı hocalarını, Türkiye’de aldığı

görevleri, Mısır’a gidişini, Mısır yıllarını, Şam ziyaretlerini, vefatını ve genel olarak hayatında önemli bazı hadiseleri izaha çalıştık.

İkinci bölümde ise, Kevserî’nin İslamî ilimlerdeki yeri hakkında bazı

açıklamalar yaptıktan sonra, onun tek tek İslamî ilimlerdeki çalışmalarını ve öne çıkan bazı görüşlerini vermeye çalıştık. Ardından onun ilmî şahsiyetine ışık tutması açısından âlimlerin onun hakkındaki değerlendirmelerine yer verdik. Bu bölümde, Kevserî’nin kişilik özellikleri hakkında da önemli bilgileri bulabiliriz. Ve son olarak onun eserlerini ele aldık. Kevserî’nin te’liflerini, basılmış ve basılmamış eserleri diye iki bölüme ayırmanın daha faydalı olacağını düşünerek, onun öncelikle basım yeri ve yılıyla birlikte basılmış eserlerini, sonra da basılmamış eserlerinin isimlerini verdik. Kevserî’nin tashih ve tahkikini yaptığı veya mukaddime yazdığı eserlerini de bu bölümün sonunda verdik.

Son bölümde ise, Kevserî’nin fıkıh düşüncesini izaha çalıştık. Öncelikle onun usûl-ü fıkhın bazı konularındaki değerlendirmelerini verdik. Ardından da bazı fıkhî meselelerdeki görüşlerini izaha çalıştık. Daha sonra Kevserî’nin çalışmalarında önemli bir yer tutan, Hanefî mezhebi ve İmam-ı Azam hakkında ileri sürülen eleştirilere verdiği cevapları naklettik. Ve son olarak da onun önce çıkan bazı önemli eserlerinin tanıtımını

(11)

Kevserî’nin gün geçtikçe ülkemizde daha iyi tanınmasına karşılık, bunun henüz istenilen düzeyde olduğunu söyleyemeyiz. Onun kitaplarının tamamına yakınını

Arapça yazmasının ve bu kitapların da henüz -ikisi hariç- dilimize tercüme edilmemiş olmasının bunda büyük bir etkisi vardır. Bu alanda ülkemizde yapılan çalışmaların yurtdışındakilere kıyasla daha az olduğu görülmektedir. Aslında onun yeterince tanınmaması ve eserlerinden istifade edilmemesi bizim adımıza büyük bir kayıptır. Bu yönüyle bizim bu çalışmamızın, Kevserî’nin daha iyi tanınmasına ve kaleme aldığı çok değerli eserlerinden haberdar olunmasına vesile olacağını temenni ediyoruz.

(12)

B

İ

R

İ

NC

İ 

BÖLÜM

 

(13)

I. TÜRKİYE DÖNEMİ

A- NESEB

İ

, ÇOCUKLU

Ğ

U VE

İ

LK E

Ğİ

T

İ

M

İ

Muhammed Zâhid el-Kevserî, Çerkez asıllı bir aileye mensup olup, aslen Kafkasyalı’dır. Ailesi, 1879 yılında Kafkasya’dan göç ederek Bolu’nun Düzce ilçesine yerleşmiştir. Babasının adı, Hasan Hilmi el-Kevserî’dir. (1345/1926) Kevserî’nin dedeleri sırasıyla, Ali Rıza Efendi (1280/1863), Necmeddin Hazu (1245/1829), Bay Efendi (1220/1805), Kuneyyit Efendi (1180/1766) ve Kanıs Efendi (1140/1727) dir. Kevserî ismini, Kanıs Efendi ile aralarında yedi kuşak olduğu zannedilen Kevser isimli dedesinden almıştır.1

Hasan Hilmi Efendi, Kafkasya’da zamanının önde gelen ilim adamlarından ders almış2 ve ilimde belli bir mertebeye gelince kendisi talebe okutmaya başlamıştır. Ruslar’ın memleketlerini işgal etmesinden sonra, talebeleriyle birlikte Osmanlı

topraklarına göç etmiştir. Düzce’ye üç-dört kilometre uzaklıkta bir yerde kendi adıyla bir köy tesis ederek orada bir medrese açan Hasan Hilmi Efendi, burada talebe yetiştirmeye devam etmiştir. Yüz yaşında aynı köyde vefat eden Hasan Hilmi Efendi, Zâhid Kevserî Mısır’a göç ettiğinde hala hayatta bulunuyordu.3

Hasan Hilmi Efendi, İstanbul’a giderek Gümüşhanevî Hazretleri’nin (1311/1893) meclisine dâhil olmuş ve onunla aralarında derin bir muhabbet hâsıl olmuştur. Gümüşhanevî Hazretlerinden, Delâilü’l-hayrât’ı okutabileceğine dair icazet alan Hasan Hilmi Efendi, daha sonra onun bütün merviyyatını okutabileceğine dair umumî bir icazet almıştır.4

1 Ahmed Hayri, el-İmam el-Kevserî, s. 5.

2 Bunlardan bazıları: Süleyman el-Ezherî (1277/1860), Şeyh Allame Musa (1276/1859), el-Hac Hasan

es-Sushî (1295/1818)’ dir. (Zühdü Ünal, “Muhammed Zâhid el-Kevserî Hazretleri’nin Ailesi ve Yetiştiği Ortam”, Muhammed Zâhid el-Kevserî, Hayatı-Eserleri-Tesirleri, s. 57-58.

3 Kevserî, İrgâmü’l-merîd fî nazmi’l-atîd, s. 79–80.

4 Mehmed Emin Özafşar, “Muhammed Zâhid el-Kevserî’nin Yetişmesinde Gümüşhanevî Dergâhı’nın

(14)

Hasan Hilmi Efendi, vefatına kadar talebe okutmakla ve tasavvuf dersleri vermekle iştigal etmiştir. Onun inşa ettiği medrese, talebelerin uğrak yeri olmuştur. Diğer yandan Düzce’nin önde gelen zatlarının bir araya gelerek Düzce’de bir medrese inşa etmeleri ve burada ders vermek üzere Hasan Hilmi’yi çağırmaları üzerine, o da talebeleriyle buraya gelerek, irşad, ta’lim ve terbiye vazifesini burada sürdürmüştür.5 Kevserî’nin belirttiğine göre babası, Allah’a mülâki olacağı ana kadar hayatını ta’lim ve terbiye vazifesine adamıştır.6

Zâhid el-Kevserî, 14 Ekim 1879 yılında Salı günü sabah namazı vaktinde Düzce’nin Hacı Hasan Efendi köyünde dünyaya gelmiştir.7 Birçok büyük âlimde olduğu gibi Kevserî’nin de ilk hocası babası olmuştur. Fıkıh, hadis, tasavvuf, kelam gibi birçok temel dinî ilmi babasından okumuştur.8

Kevserî, babasının fıkıh ve hadis ilminde mahir olduğunu, fıkhın temel eserlerini defalarca okuduğunu, Sahih-i Buhari’ye karşı büyük bir ilgi ve muhabbetinin olduğunu söylemiştir. Kevserî’nin ifadelerine göre babası, Buhari’nin şerhlerinden İbn Hacer el-Askalânî’nin Fethu’l-bârî isimli eseri ile Bedrüddin el-Aynî’nin Umdetü’l-kârî

isimli eserini öğrencilerine ders vermek suretiyle birçok defa hatmetmiştir. Kevserî, fıkıh, hadis ve diğer ilimleri öncelikle babasından aldığını söylemiştir. Hasan Hilmi Efendi, sahib olduğu ilimlerin tamamını rivâyet edebieceğine dair Kevserî’ye umumî bir icazet vermiştir.9

Kevserî, Rüşdiye’de okuduğu yıllarda, yani Düzce’de bulunduğu dönemde, Şeyh Muhammed Nazım Efendi’den (1328/1911) şer’î ilimlerin yanı sıra, sarf, nahiv, tarih, matematik, Farsça ve coğrafya gibi ilimleri de okumuştur.10 Yine aynı yıllarda,

5 Kevserî, et-Tahrîrü’l-vecîz, s. 75. Hasan Hilmi’nin mezarı kendi tesis ettiği Hacı Hasan Efenid

köyündedir. Ancak onun kabrinin yeri tam olarak bilinmemektedir.

6 Kevserî, İrgâmü’l-merîd, s. 81–82.

7 Kevserî’nin doğum tarihi olarak 1863 yılını gösteren yazarlar da vardır. Ancak tahkik edebildiğimiz

kadarıyla Kevserî’nin doğum tarihi bizim verdiğimiz şekildedir.

8 Ahmed Hayri, el-İmam el-Kevserî, s. 5. 9 Kevserî, et-Tahrirü’l-vecîz, s. 77. 10 Kevserî, et-Tahrîrü’l-vecîz, s. 61.

(15)

Düzce Müftüsü Üskülüplü Hüseyin Vecih Efendi’den ve Şaban Fevzi Efendi’den ders almıştır.11

B-

İ

STANBUL’DA MEDRESE E

Ğİ

T

İ

M

İ

Rüşdiye’den mezun olduktan sonra yaklaşık on beş yaşlarındayken ilk defa Düzce’den ayrılan ve İstanbul’a gelen Kevserî, Kadıasker Hasan Hilmi Efendi Darulhadisi’nde kalmaya başlamıştır.12 Kevserî bundan sonra yaklaşık on yıl devam edecek olan eğitim ve öğretim hayatını, İstanbul’un en güzide âlimlerinden ders alarak geçirmiştir. Zamanının birçok önde gelen âliminden icazet almıştır.

Kevserî, İstanbul’a geldikten sonra, öncelikle amcası olan Sirozlu Hafız Musa Kâzım el-Kevserî’nin (1352/1934) özel derslerine devam ederek, ondan Arap dili ve gramerine dair el-Kifâye, Kavâidü’l-î’râb, Arûzü’l-Endülüsî, Ş erhu’l-ebyâti’s-seb’ati’l-beyâniye ve Şerhu’l-vad’ıyye gibi önemli eserleri okumuştur. Kevserî’nin ilk okuduğu kitaplara baktığımızda, Arap dili ve gramerinin önemli bir yer tuttuğunu görürüz.13

Kevserî, bir yandan Fatih Camisi’ndeki derslere devam ederken diğer yandan da Çekmeceli İsmail Zühdü Efendi’den (1338/1920), en-Netâic ve Şerhu’l-münye’yi, Robalzade Yusuf Ziyaeddin Efendi’den, el-Müselsel bi’l-evveliyye’yi, Yusuf Ziyaeddin Efendi’nin talebesi olan Allâme Muhammed Hâlis eş-Şirvânî’den (1330/1912),

Makâmâtü’l-harîrî, Muhtasaru’l-maânî, Mir’âtü’l-usûl ve Şerhu’d-Devvânî’yi ve son olarak da yine aynı zatın talebelerinden olan Ahmed Remzi eş-Şehrî’den (1340/1922)

el-Mutavvel’i okumuştur.14

Kevserî, hayatında çok önemli bir yeri olan ve aynı zamanda kendisinden bütün merviyyatını okutabileceğine dair icazet aldığı hocası Kastamonulu Şeyh Hasan Hilmi Efendi’den de (1328/1911) Râmûzü’l-ehâdis’i okumuştur.15 Bu zat Kevserî’nin babasının da çok yakın bir arkadaşıdır. Hasan Hilmi Kastamonî, Ziyaeddin

11 Kevserî, İrgâmü’l-merîd, s. 84. 12 Ahmed Hayri, el-İmam el-Kevserî, s. 5. 13 Kevserî, İrgâmü’l-merîd, s. 84.

14 Kevserî, et-Tahrîrü’l-vecîz, s. 73; Kevserî, İrgâmü’l-merîd, s. 84–85. 15 Kevserî, İrgâmü’l-merîd, s. 85.

(16)

Gümüşhanevî’den irşad ve dinî ilimleri okutabileceğine dair icazet almıştır. Gümüşhanevî Hazretleri, talebelerine kendisinden sonra Şeyh Hasan Hilmi’ye tabi olmalarını söylemiştir. Çünkü kendisinden sonra onun makamını alan kişi Hasan Hilmi’dir.16 Zâhid Kevserî için bu zatın çok önemli olmasının esas nedeni ise, onu, tasavvuftaki üstadı ve şeyhi kabul etmesidir. Aynı zamanda bu zat, Kevserî’nin ilmî şahsiyetinin teşekkülünde çok önemli bir yere sahip olan Alasonyalı Ali Zeynelâbidîn’in de hocasıdır.

Bunlar dışında Kevserî’nin kendisinden ilim tahsil ettiği diğer bazı zatlar ve onlardan okuduğu eserler ise şunlardır: Ali Rıza el-Fakrî’den Lüccetü’l-esrâr’ı, Şeyh Muhammed Es’ad Dede el-Mevlevî’den (1328/1911), Câmî’nin Şerhu’r-rubâiyyât’ını, Hâfız Şirâzî’nin Dîvân’ının bir kısmını,17 Silistreli Hacı Selim Efendi’den, es-Sirâciyye’yi; Rizeli Şaban Fevzi Efendi’den (1318/1901), Şerhu âdâbi’l-Gelenbevî’yi, Karınâbâdlı Halil Efendi’den, Serhu’l-vad’ıyye’yi, Düzceli Selahattin Efendi’den (1342/1924), Sülâsiyyâtı ibn-i Mâce’yi okumuştur.18

Kevserî Fatih Camisi’nde, Eğinli İbrahim Hakkı’nın (1317/1900) derslerine devam etmiş,19 adı geçen zatın ölümünden sonra, onun tavsiyesi üzerine20 Alasonyalı

Ali Zeynelâbidîn Efendi’nin (1336/1917) derslerini takip ederek yüksek öğrenimini bitirmiş ve 1904 yılında şer’î ve aklî ilimlerin tamamından ders okutabileceği anlamına gelen icazet almaya hak kazanmıştır.

Eğinli Hacı Hafız diye meşhur olan İbrahim Hakkı, Kevserî’nin edebî ve ahlakî şahsiyetinin oluşmasında çok önemli yeri olan bir kişidir. Kevserî, kendisinden uzun süre ilim tahsil etmiş olduğu İbrahim Hakkı’dan pek çok temel eser okumuştur. Bunlar: el-Câmî, eş-Şâfiye, el-Alâka, haşiyesiyle birlikte el-Fenârî,

16 Kevserî, İrgâmü’l-merîd, s. 77. 17 Kevserî, et-Tahrîrü’l-vecîz, s. 63. 18 Kevserî, İrgâmü’l-merîd, s. 85.

19 Eğinli İbrahim Hakkı’dan birinci dönemde ikiyüz talebe mezun olmuştur. Kevserî onun ikinci dönem

talebelerindendir. İkinci döneminde ondan ders okuyan talebe sayısı da ilk dönemkinden az değildir. (Kevserî, et-Tahrîrü’l-vecîz, s. 59)

20 Kevserî, et-Tahrîrü’l-vecîz, s. 59. İbrahim Hakkı, ölüm hastalığında kendisini ziyarete gelenere,

(17)

vahde, Takrîrü’l-kavânîn’in ilk cildi, ed-Dürrü’l-muhtâr (İbn-i Âbidîn’in takriri ile beraber), es-Seyyid ve es-Seyalkutî şerhleri ile beraber el-Kutb’u(Tasavvurlar bahsinin sonuna kadar), Muhtasarü’l-meânî’yi (Müsned-i ileyh bahsinin sonuna kadar), Ali el-Kârî’nin eş-Şifâ’sının bir kısmını ve Kâdı Beyzâvî tefsiri’nin bir kısmını okumuştur.21

Eğinli İbrahim Hakkı’nın vefatından sonra, Alasonyalı Zeynelâbidîn Efendi’nin derslerine devam eden Kevserî, ondan da şu kitapları okumuştur: İ slâmü’t-tasdîkât ile birlikte el-Kutb’dan geriye kalan kısmı tamamlamış, Muhtasaru’l-meânî’yi bitirmiş, el-Hayâlî ve es-Seyâlkûtî şerhleri ile beraber Şerhu’l-akâid’i okumuş, et-Tarsûsî şerhiyle birlikte Mir’âtü’l-usûl’ü tamamlamıştır.22

Bu iki büyük üstâdın Kevserî’nin hayatında çok önemli yeri vardır. Nitekim görüldüğü gibi Kevserî’nin ilmî sahada kendilerinden en fazla istifade ettiği ve eser okuduğu hocaları bu iki zattır.23

C- ÂL

İ

ML

İ

K

İ

MT

İ

HANI VE MÜDERR

İ

SL

İĞİ

1893 yılında İstanbul’a gelen Kevserî, uzun bir talebelik döneminden sonra, o dönemin medreselerinde okutulan temel eserleri zamanının en iyi hocalarından okumuş ve en son Alasonyalı Ali Zeynelâbidin Efendi'nin derslerine devam ettikten sonra, 1904 yılında 26 yaşındayken talebelik dönemini noktalamıştır. Kevserî, İslamî ilimlerden ders okutabileceğine dair birçok önde gelen âlimden icazet almıştır. Ancak âlimlik imtihanı

her beş senede bir yapıldığından dolayı, Kevserî’nin bu imtihana katılabilmesi için

21 Mehmet Emin Özafşar, Muhammed Zâhid Kevserî Hayatı Eserleri Fikirleri ve Hadisçiliği, s. 37. 22 Kevserî, İrgâmü’l-merîd, s. 86.

23 Bu hocaları hakkında Kevserî şu açıklamaları yapmıştır: “Üstadım Alasonyalı, ilimde öncüm, en büyük

desteğim ve şeyhim olduğu gibi, üstadım Eğinli İbrahim Hakkı da delilim, rehberim ve en büyük dayanağımdır. Bu iki üstadımdan, sarf, nahiv, belagat, edebiyat, fıkıh, usûl, tevhid, mustalah, tefsir,

hadis, mantık, âdâb, hikmet ve buna benzer bu zamanda okutulan diğer ilimleri tamamlamış

bulunuyorum. İkisi dışında kalan ulemadan yalnızca özel eserleri okudum”. (Kevserî,

(18)

önünde üç senelik bir zaman vardır. Kevserî, bu süre içinde bir taraftan gireceği imtihana hazırlanmış, diğer yandan da Alasonyalı’nın sabah derslerine devam etmiştir.24

Kevserî, 1907 yılında, Ders Vekîli Ahmed Asım Efendi (1329/1911) başkanlığında,25 daha sonra Şeyhulislam olan Ahiskalı Mehmed Es’ad (1336/1918), sadrazamlık görevinde bulunan Dağıstanlı Mustafa Muazzam (1336/1917) ve yine başka bir sadrazamlık görevini yapmış olan Tosyalı İsmail Zühdî (1327/1909)’den teşekkül eden bir heyet huzurunda dersiamlık imtihanını vermiştir.26 Bu imtihan neticesinde Kevserî’ye, şer’î, edebî ve aklî ilimlerin tamamından ders okutabileceğine dair komisyon başkanı ve ders vekili Ahmed Asım Efendi ve diğer üç üyenin imzasını

taşıyan bir icazet verilmiştir.27

Kevserî bu icazetini aldığında 28 yaşında bulunuyordu. Kevserî bundan sonra Mısır’a gitmek üzere Türkiye’den ayrılacağı ana kadar ilmiye sınıfının değişik kademelerinde 16 yıl süreyle görev yapmıştır.

Kevserî’nin talebelik yılları sona erip müderrislik dönemi başladığında, ilk durağı Fatih medreseleri olur. Kevserî, yaklaşık 7 yıl süreyle, yani 1907 yılından 1913 yılına kadar Fatih Camisi’nde, “dersiam”28 sıfatıyla müderrislik yapmıştır. 1913 yılında ise, İstanbul Müderrisliği Ruûsu’na ehil görülmüştür.29

Kevserî bu sıralarda, medreselerin ıslahı için kurulan bir komisyona üye seçilmiştir. Kevserî’nin ittihatçılarla arasının bozulması bundan sonra olmuştur. Çünkü

24 Âlimlik imtihanı çok zor olduğundan dolayı, Kevserî vaktinin çoğunu bu imtihana hazırlanmakla

geçirir. Hatta bundan dolayı bir ara Alasonyalı’nın sabah derslerini aksatır. Bunun üzerine rüyasında

hocasını görür. Hocası kendisine, dersin faydadan hali olmayacağını ve önemsiz mazeretlerden dolayı

dersleri aksatmaması gerektiğini söyler. Kevserî bu rüyayı çok ciddiye almaz. Ancak ertesi gün

Alasonyalı’nın talebelerinden birisi evine gelerek, kendisine Alasonyalı’nın selamını ilettikten sonra, hocasının rüyasında Kevserî’ye söylediklerini söyler. Bunun üzerine Kevserî tekrar derslere devam etmeye başlar. (Kevserî, et-Tahrîrü’l-vecîz, s. 67–68)

25 Daha sonraki dönemlerinde ders vekilliği görevine Kevserî kendisi gelecektir. 26 Kevserî, et-Tahrîrü’l-vecîz, s. 65.

27 Ahmed Hayri, el-İmam el-Kevserî, s. 6.

28 Bir medreseyi bitirdikten sonra, tâbi tutulan imtihan sonunda medrese talebelerine ders verme

salâhiyetini kazanan ve herkese ders vermeye salâhiyetli âlim. (Heyet, “dersiâm”, Osmanlıca-Türkçe

Ansiklopedik Büyük Lügat, s. 271)

(19)

ittihatçılar medreselerde değişiklik yapmak istiyorlardı. Bir taraftan medreselerde okutulan dinî derslerin sayısını azaltmak isterlerken, diğer yandan da medreselerin süresini düşürmeyi amaçlıyorlardı.30 Bu düşüncelerini komisyona getirdiklerinde

Kevserî buna şiddetle karşı çıkmıştır. Bu durum komisyonda uzun süren münakaşalara sebep olmuştur. Neticede Kevserî komisyona isteğini kabul ettirmiş ve medreselerle ilgili yapılmak istenen bu değişikliğe müsaade etmemiştir. Ancak bundan sonra onun ittihatçılarla arası hiç düzelmemiş ve bu durum onun ülkeyi terk etmesiyle neticelenmiştir.31

Kevserî’nin Fatih medreselerinden sonraki durağı, görevden azledilen Şeyhülislam Ahıskalı Muhammed Esad’ın yerine geçen Ürgüplü Mehmed Hayri Efendi tarafından ıslah edilen medreseler olmuştur. Kevserî, bu medreselerde Cuma günü hariç haftanın diğer günlerinde, belâgat, aruz ve ilm-i vaz’ dersleri okutmuştur.32

Kevserî bu medreselerde ders okutmakta iken, ittihatçıların içinde bulunan bazı dostları, harp yıllarında onun İstanbul’da kalmasının kendisi için baskı ve zulümlere sebep olabileceğini söylemişler ve çare olarak hükümetin Kastamonu’da yeni açmakta olduğu bir medresenin başına geçerek, onu faaliyete geçirmesini tavsiye etmişlerdir. Bunun gerçekleşmesi adına gerekli adımlar atıldıktan sonra, Kevserî’nin Kastamonu’daki medresenin başına atandığına dair emir çıkmıştır. Kastamonuda üç yıl kalan Kevserî, burada gönlünce talebe yetiştirmenin mümkün olmadığını görmüş ve bu görevinden istifa ederek tekrar İstanbul’a dönmüştür.33

Ancak bu yolculuğunda Kevserî önemli bir deniz kazası geçirmiştir. Kevserî, kış mevsiminde aşırı kardan dolayı karayolunu kullanmak mümkün olmadığından deniz yoluyla İstanbul’a dönmek istemiştir. İnebolu’da geminin gelmesi gecikince, Kevserî yanındaki birkaç kişiyle birlikte eski ve küçük bir kayık kiralayarak bununla yola çıkmış ancak şiddetli fırtına ve deniz dalgaları, hayatında hiç unutamadığı bir deniz

30 Daha önce 15 yıl okutulan dini tedrisâtın süresini, 8 yıla düşürmek istemişlerdir. Ve bu süre içinde de

dinî ilimlerin yanında, diğer ilimlerin de okutulmasını teklif etmişlerdir.

31 Ahmed Hayri, el-İmam el-Kevserî, s. 6–7.

32 Osman Verim, Muhammed Zâhid el-Kevserî’nin Hayatı, Eserleri ve Kelamî Görüşleri, s. 13.

33 Ahmed Hayri, el-İmam el-Kevserî, s. 7; Mustafa Özel, “Son Dönem Osmanlı Tefsir Tarihinden Bazı

(20)

kazasına sebep olmuştur. O, bu deniz kazasında ölme tehlikesi geçirmiş ve bir süre şuurunu kaybetmiştir. Bu kazada onun birçok değerli kitabı da sulara gömülmüştür. Sulara gömülen bu kitapları arasında, altıncı ve yedinci yüzyıllara ait nefis yazma eserler de vardır.34 Kevserî’nin sulara gömülen bu kitapları, sefere çıktığında bile yanından ayırmaya kıyamadığı değerli eserlerdir.35

Ancak Kevserî’nin Kastamonu’daki medreseye tayini gerçekleşmeden önce şöyle bir hadise meydana gelmiştir. Darulfünûn’a36 fıkıh ve fıkıh tarihi okutmak üzere bir hoca tayin olunması gerekir. Darulfünûn’un atamasını yapacağı bu hoca hakkında ittihatçılar arasında ihtilaf vuku bulur ve bu yüzden de tayin işi gecikir. Kevserî’nin bir arkadaşının bu olayı ona haber vermesi üzerine, son gün Kevserî bu imtihana girmek için müracaatta bulunur ve imtihanı birinci olarak kazanır. Ancak bu durum ittihatçıları

çok kızdırır. Bunun üzerine ittihatçılar devreye girerek, onun arkadaşlarından Fazıl Ahmed Bey’i (1341/1922), Maarif Vekili Muhammed Şükrü Bey’e gönderirler. Ve ondan Kevserî’nin bu göreve atandığına dair tebliğin, camiaya gönderilmemesini istirham ederler. Neticede ittihatçılar Kevserî’ye haksızlık ederek bu göreve vekâleten birisinin atanmasını sağlar ve meseleyi örtbas ederler.37

Kevserî, Kastamonu’dan İstanbul’a dönmesinin ardından, müderrislik görevini Darüşşafaka’da38 sürdürmüş ve orada Arapça dersleri okutmaya başlamıştır.39 Onun Kastamonu’dan dönmesi ve bu göreve başlaması, birinci dünya harbinin bittiği yıl olan 1918 yılına rastlar. Ancak Kevserî’nin bu görevi kısa sürmüştür. Arkadaşlarına nispeten yaşı küçük olmakla beraber, daha önce girip de birinci olduğu sınavın da etkisiyle o,

34 İbn Hacer el-Heytemî’nin Menâkıbü Ebî Hanîfe ve Tahâvî’nin, Akîdetü’t-Tahâvî isimli eserleri de

sulara gömülen eserlerdendir.

35 Abdülfettah Ebû Gudde, Safahâtü min sabri’l-ulemâ alâ şedâidi’l-‘ilmi ve’t-tahsîl, s. 274–275.

36 “Osmanlı Devleti'nde XIX. yüzyılda kurulan yüksek öğretim müessesesi. Bu müesseseye “fenler evi”

mânasına gelen “dârü'l-fünün” adının verilmesi, o günün şartlarında medreseden ayrı bir kurum

olduğunu çarpıcı bir şekilde ortaya koyma düşüncesinden doğmuştur.” (Ekmelettin İhsanoğlu, “Darulfünûn” DİA, VIII, s. 520)

37 Ahmed Hayri, el-İmam el-Kevserî, s. 7–8.

38Öksüz ve yetim müslüman çocukları okutmak için Cem’iyyet-i Tedrîsiyye-i İslâmiyye tarafından

1873 yılında İstanbul’da açılan mektebin adıdır.” (Halis Ayhan, “Daruşşafaka”, DİA, IX, s. 7) Ahmed Hayri’nin belirttiğine göre bu medrese geceleri ders vermiştir.

(21)

Süleymaniye Medresesi’nde, “Medresetü’l-Mütehassisîn” müderrisliğine atanarak, burada “Tabakâtü’l-Kurrâ ve’l-Müfessirîn” bölümünde göreve başlamıştır.40

Ardından Kevserî, “Meclisü Vekâleti’d-Ders”e, Süleymaniye Medresesi Temsilcisi olarak üye seçilmiştir. 75 Osmanlı lirası aylıkla Ders Vekilliğine41 tayin edilinceye kadar bu görevlerine devam etmiştir. Kevserî Sultan Vahdettin Han zamanında Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’nin ders vekili olmuştur. Ancak Kevserî’nin bu görevi çok uzun sürmemiş, ittihat ve terakkîcilerle anlaşamadığı için ders vekilliğinden azledilmiştir. Ancak ders vekâleti meclisi üyeliği ile müderrislik görevini, 3 Kasım 1922 tarihinde Mısır’a gitmek üzere Türkiye’den ayrılıncaya kadar sürdürmüştür.42

III. Mustafa’nın yaptırdığı Laleli Medresesi’nin yıkılmasına karşı çıkması, Kevserî’nin ders vekilliğinden azline sebep olmuştur. “Yangın Felaketzedelerine İlk Yardım Cemiyeti”, III. Mustafa’nın inşa ettirdiği bu medreseyi yıkarak yerine garaj olarak kullanılacak bir bina yapmak ister. Kevserî buna itiraz ederek cemiyetin onursal başkanı olan Sultan Vahdettin’den bu duruma karşı çıkmasını ister. Ancak beklediği neticeyi göremeyince mücadelesini hukukî zemine taşıyarak mahkemeye dava açar ve iki tane de avukat tutar. Onu bu fikrinden vazgeçiremeyen cemiyet başkanı Sadrazam Tevfik Paşa, Kevserî’yi ders vekâleti görevinden azletmiştir.43

Kevserî’nin ittihad ve terakkî idaresi ile arası bozulmuş, Türkiye’deki gelişme ve değişmeler gönlünce olmamış, medreseler kapatılmıştır. Ve nihayet Kevserî, tutuklanacağı yönünde bir emir çıkarılacağını haber aldığında, ailesine bile haber veremeden 1922 yılında deniz yolunu kullanarak Mısır’a gitmiştir. Kevserî’nin Osmanlı

topraklarını terk ederek Mısır’a göç etmesi, onun önündeki engelleri kaldırmış ve ona

40 Kevserî, Hanefî Fıkhının Esasları, Trc. Abdülkadir Şener, Cemal Sofuoğlu, s. VIII; Bekir Sağlam,

“İttihatçıların Korkulu Rüyası Zahid el-Kevserî”, Vahdet Dergisi, s. 5.

41 Osmanlı’larda ileri gelen müderrisler arasından seçilen ders vekilleri, Şeyhülislam’a vekâleten

medreselerdeki ilim faaliyetlerini yürütürlerdi. Ayrıca Şeyhülislam yerine Sultan II. Beyazid

Medresesi’nde ders okuturlardı. Bu görevin, Mısır’da bulunan Ezher şeyhinin görevine karşılık

geldiğini de söyleyebiliriz. (Ahmed Hayri, el-İmam el-Kevserî, s. 16)

42 Ahmed Hayri, el-İmam el-Kevserî, s. 8; s. 15–18.

43 Ahmed Hayri, el-İmam el-Kevserî, s. 15-17; Bekir Sağlam, “İttihatçıların Korkulu Rüyası Zahid

(22)

rahat bir şekilde ilmî faaliyetlerini yürütebilme imkânı vermiştir. Çünkü Kevserî, Mısır’a gittikten sonra birçok âlimle irtibat kurmuş, çeşitli milletlerden talebeleri olmuş, istediği şekilde kitap te’lifâtında bulunmuş ve din hakkında gönlünce konuşma özgürlüğü kazanmıştır.44

II. MISIR DÖNEMİ

A- MISIR’A VARI

Ş

I VE KAH

İ

RE YILLARI

Muhammed Zâhid el-Kevserî, ailesini yanına alamadan ülkesini terk etmiştir. el-Hıdvıyye şirketine ait bir gemiye binerek İskenderiye’ye ulaşan Kevserî, birkaç gün Kubra’da kaldıktan sonra, 4 Aralık 1922 tarihinde Kahire’ye ulaşmıştır. Oraya vardığında, Hüseyin mahallesi Daru’s-selam oteline yerleşen Kevserî çok geçmeden Şobra’da bir eve, birkaç ay sonra da Mısır el-Cedide’ye taşınmıştır.45

Zâhid Efendi, Mısır’a göç ettikten sonra ilmî ve fikrî cereyanları çok iyi takip etmiş ve yazdığı makale ve kitaplarıyla etrafına ışık neşretmeye çalışmıştır. Mısır basın yayınında yer alan fikrî ve ilmî tartışmalarda yer almış ve gerektiğinde karşı yazılar yazmıştır.46 Hatta onun yazdığı yazılardan rahatsız olan bazı guruplar, kendisinin sınır dışı edilmesi için yüksek düzeyde girişimlerde bulunmuş; fakat başarılı olamamışlardır. Çünkü Kevserî kendisini Mısır’da kabul ettirmiş ve ilim çevrelerince hüsnü kabul görmüştür.47

44 Meseleyi farklı bir zaviyeden değerlendiren Ali Ulvi Kurucu, onun Türkiye’yi terk ederek Mısır’a

yerleşmesine sebep olarak; bazı büyük âlimlerin Türkiye’yi terk etmeleri ve “tevhid-i tedrisat” kanunu

ile medreselerin kapatılmasından sonra, Kevserî’nin de burada çalışacak bir vazife, hatta sohbet

edebilecek ve yazı yazabilecek bir muhit ve imkân bulamadığını ve bu yüzden terk-i diyar ettiğini ifade etmiştir. (Ertuğrul Düzdağ, Üstad Ali Ulvi Kurucu Hatıraları–2, s. 159)

45 Ahmed Hayri, el-İmam el-Kevserî, s. 8–9.

46 Kevserî’nin yazılarıyla karşı çıkarak fikrî ve ilmî münakaşalara girdiği âlimler arasında, Ezher Şeyhi

İmam Merâğî, Şehy Abdülmecid Selim, Mahmud Şeltut, Ahmed Şakir gibi o dönemin önde gelen

uleması da vardır.

47 Kevserî’nin sınır dışı edilmesine yönelik teşebbüslere karşı çıkarak ona yardım eden alimlerin başında, Şeyh Abdülmecid es-Sindunî eş-Şâfiî ve Ezher Şeyhi olan Şeyh Mustafa Abdürrezzak gelir. (Mehmet

Emin Özafşar, “Muahmmed Zâhid el-Kevserî Hayatı”, Muhammed Zâhid el-Kevserî Hayatı Eserleri

(23)

Onun bu yönünü ifade etmesi bakımından Ali Ulvi Kurucu’nun anlattığı, bir derginin yayın müdürüyle arasında geçen diyalog bize bu konuda bir fikir vermektedir.

el-İslâm dergisinin sahibi Şeyh Abdurrahman, dergisi için yazı istemek üzere Kevserî’ye geldiğinde, Kevserî ona çok meşgul olduğunu, asker mektubu yazar gibi aceleyle yazı yazamadığını, bir makale yazabilmek için mutlaka araştırma yapması

gerektiğini,48 dolayısıyla kendisini mazur görmesini istemiştir. Şeyh Abdurrahman ise okuyuculardan mektuplar aldıklarını söyleyerek ısrarla bir yazı yazmasını isteyince Kevserî, İmam-ı Azam hakkında bir eser yazmakla meşgul olduğunu belirterek tekrar özür beyan etmiştir. Bunun üzerine Şeyh Abdurrahman: “Efendi Hazretleri! Zatı

semahatlerinin yazılarını sade bendeniz değil, okuyucularım ısrarla talep ediyorlar. Az da olsa bir yazı lütfedin! Sizden ne gelirse başımızın tacı ve ruhumuzun ilacıdır. Hiç mübâlâğa etmiyorum: Evlat, sen ne laf anlamaz kimseymişsin, def ol git şuradan, deyin; ben bu sözünüzü, bir makale olarak mecmuamda yazar ve okuyucularımın gönlünü yapmış olurum.”49

Küçük bir azınlığı istisna edecek olursak, ilim çevreleri tarafından onun hüsnü kabul gördüğünü gösteren diğer bir olay da Ezher Üniversitesi’nce kendisinden ders vermesinin istenmesidir. Muhammed Ebu Zehra (v. 1974) bir kaç Ezher hocasıyla gelerek, Kevserî’den ders vermesini istemiştir. Ancak Kevserî hasta olduğunu ve Ezher’de okutacağı derslerin hakkını veremeyeceğini ifade ederek bu teklifi kabul etmemiştir.50

Kevserî’ye üniversitede ders verme teklifi sadece Ezher’den gelmemiş, el-Lügâtü’ş-Şarkıyye Fakültesi de Kevserî’ye Türkçe hocalığı için ders teklifinde bulunmuştur. Ancak o, bu teklifi de reddetmiştir. El-Beyûmî’nin belirttiğine göre Kevserî’nin burada ders vermeyi reddetmesinin sebebi, üniversite hocaları içinde kendilerini gizleyen bazı müsteşriklerin bulunmasıdır. Onun, kendisine güvenmediği

48 Kevserî’ye göre, ancak bu şartlarda yazılan bir makaleden okuyucu tam olarak istifade edebilir. 49 Ertuğrul Düzdağ, Üstad Ali Ulvi Kurucu Hatıraları–2, s. 167–168.

50 Bkz: Muhammed Ebû Zehra, “İmam Kevserî”, Kevserî, Makâlât, s. 15; ayrıca bkz. Muhammed Recep

el-Beyûmî, “Muhammed Zâhid el-Kevserî Rivâyetü’l-Asr ve Emîni’t-Türâsi’l-İslâmiyye”,

(24)

kimselerle aynı ortamı paylaşarak onlara iyi görünmeye çalışma gibi bir ahlakı

olmamıştır.51

Kevserî’nin her hafta Ezher Üniversitesi karşısındaki Muhammed Ebû’z-Zeheb camisinde52 Cuma namazı sonrası teşekkül eden bir ilim halkası vardır. Onun ilmini başkalarından kıskanmadığını bilen muhakkik âlimler ve talebe-i ulûm, Ebû’z-Zeheb camisindeki bu ilim meclisini büyük bir fırsat bilerek bu ders halkasına iştirak etmişlerdir. Burası ilmî ve fikrî konuların müzakere edildiği âli bir meclis olmuştur. Muhammed Recep el-Beyûmî’nin aktardığına göre Kevserî, kendisine tevcih edilen en derin ve muğlak dinî suallere bile, -sanki bu sorular ona daha önce sorulmuş gibi- suhuletle cevap vermiştir.53

Mısır’da kaldığı ilk zamanlarda Kevserî’yi meşgul edecek başka bir meşgalesi olmamıştır. Çünkü eşine ve çocuklarına ancak Mısır’a gittikten tam sekiz sene sonra kavuşabilmiştir. İstanbul’da birçok vazife alan Kevserî, Mısır’da ikameti süresince sadece Mısır Devlet Arşivi’nde (Dâru’l-mahfûzâti’l-Mısrıyye) mütercimlik vazifesiyle meşgul olmuştur. Burada Arapça belgeleri Türkçe’ye tercüme etmiştir.54 Bu vazifeye de 2. Şam seyahatinden döndükten sonra, yani 1929 yılında başlamıştır.55

Kahire’nin vaizi olan Muhammed İsmail de Kevserî’yi ziyaret etmek için veya ondan ilim talep etmek için evine gittiğinde, onun yanında kendisiyle sohbet etmeye gelmiş ziyaretçiler, ilim talebeleri veya kendisine soru sormak için çeşitli yerlerden gelmiş kibar-ı ulemadan bazı zatlar bulduğunu söylemiştir. Onun yanına gelen kişilerin, kendisine bazı müşkil sorular yönelterek, Kevserî’den bunların çözümünü beklediklerini aktarmıştır. Diğer yandan Muhammed İsmail, Kevserî’nin yanına gelen ilim adamlarının ondan gerek matbu gerekse el yazması eserlerden sorduklarını ifade

51 Muhammed Recep el-Beyûmî, “Muhammed Zâhid el-Kevserî Rivâyetü’l-Asr ve

Emîni’t-Türâsi’l-İslâmiyye”, Mukaddimâtü’l-Kevserî, s. 21.

52 Bu cami Ezher Üniversitesi’nin karşısındadır.

53 Muhammed Recep el-Beyûmî, “Muhammed Zâhid el-Kevserî Rivâyetü’l-Asr ve

Emîni’t-Türâsi’l-İslâmiyye”, Mukaddimâtü’l-Kevserî, s. 19.

54 Dâru’l-mahfûzâti’l-Mısrıyye, Türkçe belgeleri Arapça’ya çevirecek bir mütercim almak için imtihan

açar. Bu imtihana giren Kevserî, imtihanı birinci olarak kazanmış ve müteakiben bu göreve başlamıştır. (Mehmet Emin Özafşar, Muhammed Zâhid Kevserî Hayatı Eserleri Fikirleri ve Hadisçiliği, s. 37)

(25)

etmiştir. Muhammed İsmail’e göre Kevserî’nin ilmî yönü, engin bir deniz ve coşkun bir

ırmak gibidir.56

Kevserî, vaktinin birçoğunu ilmî çalışmalarına ayırdığından dolayı nafile ibadetlere yeterince vakit ayıramadığından hayıflanmıştır. Yine Kevserî’nin ifadelerine göre, o vaktinin önemli bir bölümünü de kendisine soru sormaya gelen kişilerin cevaplarına ayırmıştır. Kevserî böyle bir ilmî yoğunluğun içinde bulunmayı ve başkalarına faydalı olmayı nafile ibadetten üstün görmüştür. Çünkü Kevserî’ye göre, nafile ibadetler şahsımızı kurtarmak veya cennetteki makamımızın yükselmesi içindir. Fakat ilim, müslümanları cehennemden, cehennemin başlangıcı olan dalalet ve küfürden kurtarmamıza vesile olur.57

Aslında Kevserî’nin bu sözleri, onun bütün ilmî faaliyetlerinin arkasında yatan düşünceye ışık tutması bakımından da çok önemlidir. Yani o, yazdığı bütün kitaplarıyla, neşrettiği yazma eserlerle, verdiği cevaplarla, yazdığı makalelerle vs. hep insanlara faydalı olmayı, dini bütün yönleriyle yaşanır kılmayı, sünneti ihya etmeyi ve müslümanları cehaletten kurtararak tenvir etmeyi istemiştir. Nitekim başka bir konuşmasında da inanç diye hurafelere, asılsız şeylere saplanmanın en az küfür kadar tehlikeli olduğunu ve bunlara karşı ilimle mücadele edilebileceğini söylemiştir. Onun nazarında dinî ilimler, ibadetlerin en büyüğüdür. İlme atfettiği bu değerden dolayı

Kevserî, sürekli öğrencilerine çalışmalarını ve ilim tahsiliyle meşgul olmalarını tavsiye etmiştir.58

Kevserî’nin ömrünün sonlarına doğru, şeker hastalığı ve tansiyonu ortaya çıkmış, gözlerinin feri azalmış ve güçsüz düşmüştür.59 Böyle bir durumda bile,

etrafındaki öğrencilere ümit vermekten geri durmamış ve daha birçok te’lifatta bulunmayı amaçladığını ama artık kendini toparlayamadığını ifade etmiştir. Kevserî ileriye yönelik planları olan ve hayatını her daim ilme hizmet etmekle geçiren bir zattır.

56Şeyh Muhammed İsmail, “Sâhibü’s-semâhati ve’l-fadîleti’ş-Şeyh Kevserî”, Kevserî, Makâlât, s. 17. 57 Ertuğrul Düzdağ, Üstad Ali Ulvi Kurucu Hatıraları–2, s. 169.

58 Ertuğrul Düzdağ, Üstad Ali Ulvi Kurucu Hatıraları–2, s. 169. 59 Ahmed Hayri, el-İmam el-Kevserî, s. 10.

(26)

Kevserî’nin Mısır hayatını anlatan talebelerinin ifadelerine baktığımızda o, Mısır’da kaldığı süre içinde kendisini tamamen ilme vakfetmiştir. Hemen hemen bütün zamanını ilmî faaliyetler yolunda geçirmiştir. Yani onu arayan bir kişi, ya bir kitap te’lif ederken, ya bir dergi veya gazeteye makale yazarken veya birkaç ilim talebesine sohbet ederken ya da kendisine soru sormak için gelmiş âlimlerin sorularına cevap verirken bulurdu. Diğer yandan onun evi adeta küçük bir medrese gibi çalışmış ve evinde devamlı okuttuğu talebeleri bulunmuştur.60 Onun icazet verdiği talebe sayısının üçyüzün üzerinde olduğu ifade edilmiştir.61 Kevserî’nin şöhretini İslam ülkelerine yayan ve eserlerinin tanıtılmasına vesile olan, onun öğrencileri olmuştur.62

B-

Ş

AM Z

İ

YARETLER

İ

Kevserî, 30 yıllık Mısır döneminin iki yılını Şam’da geçirmiştir. O, kısa bir müddet Kahire’de kaldıktan sonra İskenderiye üzerinden Şam’a gitmiştir. Orada bir yıl ikamet ettikten sonra Filistin üzerinden Kahire’ye dönmüş ve Câmi’u'l-Ezher’de okuyan Türk talebelerinin kaldığı Ebû’z-Zeheb Muhammed Bey Tekkesine yerleşmiştir. 1928 yılında ikinci kez Şam’a giden Kevserî, orada bir yıl kaldıktan sonra tekrar Kahire’ye dönmüş ve geçimini temin etmek üzere Mısır Devlet Arşivi’nde çalışmaya başlamıştır. Kevserî’nin eşini ve çocuklarını Kahire’ye getirtmesi de bu ikinci Şam ziyaretinden dönüşü sonrasındadır.63

60 Onun talebelerinden biri olan Emin Saraç’a, Mustafa Sabri Efendi ve Zâhid Kevserî’nin ilim halkaları

hakkında sorulduğunda; onların meclislerinin tam bir ilim halkası olduğunu, o meclislere gidenlerin

onların ağzından çıkanları katî bir hüccet saydıklarını ve kemal-i ihtiramla onların derslerini

dinlediklerini söylemiştir. Emin Saraç, Mısır’da bulunuğu dönemde Cuma günleri saat dokuzdan, Cuma

namazına kadar Kevserî’den ders almıştır. (Emin Saraç, “Emin Saraç Hoca İle Yakın Dönem İlim Ve

Fikir Atlası Üzerine”, mülakat: Tevfik İşcan, İnkişaf Dergisi, sayı:6)

61 Es’ad Coşan, “Muhammed Zâhid el-Kevserî Hazretleri”, Muhammed Zâhid el-Kevserî Hayatı -Eserleri-Tesirleri, s. 22; Abdülfettah Ebû Gudde de, Kevserî’nin et-Tahrîrü’l-vecîz fîmâ yebteğîhi’l-müstecîz

isimli eserine yazdığı mukaddimede bu bilgilere yer vermiştir.

62 Kevserî’nin icazet verdiği öğrencilerinin çoğunluğu Mısır’lı olmakla birlikte, onun Pakistan, Hindistan,

Yemen, Hadramevt, Türkiye, Endonezya, Malezya, Fas, Şam ve Irak gibi ülkelerden de talebeleri

olmuştur. (Bkz: Abdülfettah Ebû Gudde, Kevserî’nin et-Tahrîrü’l-vecîz fîmâ yebteğîhi’l-müstecîz isimli eserine yazdığı mukaddime)

(27)

Kevserî’yi bu Şam yolculuklarına iten sebep onun ilim ve kitap merakıdır. Kevserî Şam’da kaldığı bu süre içinde vaktini Şam kütüphanelerinde geçirmiş, orada bulunan kitaplardan istifade etmiş ve Şam’ın bazı önde gelen ilim adamlarıyla birlikte olmuştur. Bunlardan bazıları; Seyyid Ebû’l-Hayr el-Hanefî (1342/1924), Şam Emeviye Camisi’nde kendisinden Tirmizi’nin Kitabu’ş-şemâil’ilini dinlediği ve icazet aldığı

Muhammed b. Cafer el-Kettânî el-Mâlikî (1344/1926), Muhammed b. Said b. Ahmed el-Farre (1344/1926), Muhammed Tevfik el-Eyyûbî, Seyyid Bedrettin el-Hısnî (1353/1935).64

Kevserî Şam’da kaldığı süre içinde Dârü’l-kütübi’z-zâhiriyye’ye giderek vaktini genellikle oradaki yazma eserler üzerinde çalışmakla geçirmiştir.65

Abdülfettah Ebu Gudde, Kevserî’nin gerek zühd ve onurlu duruşunu göstermesi açısından gerekse onun ilim iştiyakının ve kitap merakının her şeyin önüne geçtiğinin anlaşılması bakımından Şam’da bulunduğu dönemde Kevserî’nin başından geçen şu olayı nakletmiştir:

Kevserî Şam’da ikamet ettiği günlerde Zâhiriyye kütüphenesine kapandığını

ve bir seneye yakın bir zaman oradaki kitapları mütâlaa etmekle vaktini geçirdiğini söylemiştir. Kevserî, bu dönemde bir müddet bir otelde kalır. Ancak harçlığı azalınca bir arkadaşıyla birlikte daha mütevazı bir odaya yerleşirler. Bir müddet sonra Kevserî’nin parası tükenir ancak arkadaşı kendi harçlığını Kevserî ile bölüşerek bir süre daha ihtiyaçlarını giderirler. Ancak ikisinin de parası tükenince arkadaşı rızkını temin için Kevserî’nin yanından ayrılmak zorunda kalır. Kevserî’nin yanında bir kuruşu kalmaz ve yiyecek bir şeyi de yoktur. Kevserî aç olarak yattığı gecenin sabahında âdeti olduğu üzere Zahiriyye kütüphanesine gider ve akşama kadar kitaplarla meşgul olur. Akşam evine döner. Bu hal üç gün devam eder. Bu durumunu anlatan Kevserî, akşamları odasına çekildiğinde açlığının şiddetlendiğini, ilimle meşgul olunca ise

64 Mehmet Emin Özafşar, Muhammed Zâhid Kevserî Hayatı Eserleri Fikirleri ve Hadisçiliği, s. 37. 65 Osman Verim, Muhammed Zâhid el-Kevserî’nin Hayatı, Eserleri ve Kelâmî Görüşleri, s. 11.

(28)

açlığının hafiflediğini ifade etmiştir. Üç günün sonunda kendisine borcu olan bir arkadaşının gönderdiği para imdadına yetişir ve bu sıkıntısı bertaraf olur.66

Şam’a iki defa gitmesine rağmen orada uzun süre kalmayan Kevserî, bu durumu izah ederken Şam ulemasında, amel, ibadet, salah ve takva gördüğünü, ilimle iştigal edenlerin de dervişlik yönlerinin daha ağır bastığını söylemiştir. Kevserî’ye göre Mısır âlimlerinin ise ilim tarafı daha ağır basmaktadır. Kevserî, Şam’da kalmayıp tekrar Mısır’a gelmesinin bir sebebi olarak da Ezher’i göstermiştir. Zira en uygun ilmî muhit o sıralarda Mısır’dı.67

Bu düşünceleriyle biz Kevserî’nin ikamet etmek için Mısır’ı ve hususiyle de Kahire’yi seçme sebebini daha iyi anlasak da Kevserî’ye devamlı olarak Şam’da kalmasını tavsiye eden dostlarının bu isteklerini geri çevirmesinde bir etken olarak da onun münekkit kişiliğini gösterebiliriz. Çünkü Mısır, ilmî ortamı ve âlimleri itibariyle Şam’a nispetle çok daha hareketli ve ilmî canlılığın olduğu bir yerdi.68

C- VEFATI

Muhammed Zâhid el-Kevserî, gurbette bulunduğu süre içinde her lahza memleketine dönme iştiyakıyla dolup taşmıştır. Vefatından az bir zaman önce, Bolu milletvekili Gazi Kazuk Kâmil Bey’e yazdığı bir mektubunda da bu özlemini dile getirmiştir. Kevserî bu emeline nail olamadan irtihal-i dar-ı beka eylemiştir.

Son yıllarda, göz rahatsızlığı, şeker hastalığı, prostat ve tansiyonundan şikâyet eden Kevserî, geride yalnız eşini bırakarak,69 71 yaşında iken 1371/1952 yılında vefat

etmiş; 10 Ağustos Pazartesi günü, Şeyh Abdülcelil İsa’nın Câmi’u’l-Ezher’de kıldırdığı

cenaze namazından sonra Şafiî mezarlığındaki dostu İbrahim Selim’e ait bölmede

66 Abdülfettah Ebû Gudde, Safahâtü min sabri’l-ulemâ alâ şedâidi’l-‘ilmi ve’t-tahsîl, s. 252; Mehmed

Emin Özafşar, “Muhammed Zâhid el-Kevserî’nin Yetişmesinde Gümüşhanevî Dergâhı’nın Katkısı”,

İlim ve Sanat Dergisi, sayı: 48 (Mayı-Temmuz, 1998), s. 96.

67 Ertuğrul Düzdağ, Üstad Ali Ulvi Kurucu Hatıraları–2, s. 160; Mehmet Emin Özafşar, “Muahmmed

Zâhid el-Kevserî Hayatı”, Muhammed Zâhid el-Kevserî Hayatı Eserleri Tesirleri, s. 48.

68 Ebubekir Sifil, “Kevserî’nin Tenkitçliği”, www.darulhikme.org.tr/?sf=yazar&haberid=60&ktg=42, 1

Mayıs, saat: 15.00.

(29)

medfun bulunan kızlarının yanında toprağa verilmiştir. Bu hasta’liklarına rağmen vefat edeceği ana kadar onun zekâsında ve duyularında bir zayıflık görülmemiştir. Kevserî, ruhunu Rahman’a teslim edeceği sırada, eşinden kendisine Fatiha Sûresini okumasını

istemiştir.70

Kevserî’nin kabrinin üzerinde kendisine ait olan şu beyitler yer almaktadır: Ey kabrimin başında durup, ibretle düşünen kişi,

Dün ziyarete gelen bu gün kabre konulmuştur. Ölüm kaçınılmazdır, sakın gafil olma,

Ansızın gelip çatmasından hazer et Göçüp giden şu kişiye de dua et.

Zâhid el-Kevserî markadine yaslanmıştır Rabbine muntazır, affını umar bir halde. 71

Kevserî’nin talebesi Ahmed Hayri, onun vefatının İslam ve ilim dünyası, özellikle de Hanefîler için büyük bir kayıp olduğunu ve Mısır’da onun yerinin doldurulamadığını söylemiştir.72

D- A

İ

LES

İ

VE ÇOCUKLARI

Kevserî, Fatih Camisi’nde dersiamlık yaptığı esnada 35 yaşındayken evlenmiştir. Eşi, hayatı boyunca ona hep destek olmuş, iyi ve kötü günlerinde yanında bulunmuş, ilmî çalışmalarına katkı sağlamış ve onunla birlikte bütün zorluk ve sıkıntılara göğüs germiştir. Kevserî, Mısır’a gittikten tam altı yıl sonra eşi ona

70 Ahmed Hayri, el-İmam el-Kevserî, s. 10–11.

71 Kevserî bu şiirini 1951 yılında (Ramazan ayının 27’sinde) bizzat kendisi kaleme almış ve bu şiirin

kabrine yazılmasından duyacağı mutluluğu dile getirmiştir. (Ahmed Hayri, el-İmâm el-Kevserî, s. 11– 12)

(30)

kavuşabilmiştir. Bu sâliha ve müttaki kadın yaşadığı bu sıkıntılardan hiçbir zaman şikâyet etmemiş ve bıkmamıştır.73

Kevserî’nin eşi, onun vefatından sonra Kahire’de rahatsızlanmış ve Türkiye’ye döndükten sonra 1957 yılında Düzce’de vefat etmiştir.74

Kevserî’nin biri erkek olmak üzere dört çocuğu dünyaya gelmiştir. Çocuklarından bir oğluyla bir kızı, Kevserî Mısır’a gitmeden önce vefat etmişlerdir. Diğer iki kızı olan Seniha ve Meliha ise, anneleriyle birlikte Mısır’a gelmişlerdir. Seniha, babasının yanına geldikten sonra 1934 yılında Hulvan’da tifo hastalığından vefat etmiş ve İmam Şafiî mezarlığına defnedilmiştir. Kevserî, diğer kızı Meliha’yı

kendisinden yirmibeş otuz yaş büyük olan Şıh Ahmed Cucunuk adında bir Çerkez’le evlendirmiştir.75 Ancak bu kızı da sıhhî sebeplerden dolayı eşinden ayrılmak zorunda kalmış ve genç yaşına rağmen yakalandığı şeker hastalığından kurtulamayarak 1947 yılında vefat etmiştir. Cenaze namazı Hüseyin camisinde kılındıktan sonra kızkardeşinin yanına defnedilmiştir.76

73 Ahmed Hayri, el-İmam el-Kevserî, s. 10.

74 Mehmet Emin Özafşar, “Muahmmed Zâhid el-Kevserî Hayatı”, Muhammed Zâhid el-Kevserî Hayatı

Eserleri Tesirleri, s. 49.

75Şıh Ahmed, Ezher’de yetişmiş hocalardandır ve Muhammed Bey Ebûzzeheb yurdunun müdürlüğünü

yapmıştır.

(31)

İ

K

İ

NC

İ 

BÖLÜM

 

(32)

I- İLMÎ ŞAHSİYETİ

A- DÜ

Ş

ÜNCE YAPISININ KARAKTER

İ

ST

İ

K ÖZELL

İ

KLER

İ

Kevserî, ele aldığı bütün meseleleri Kur’an ve sünnet süzgecinden geçirmeyi bilmiş yani yazdıklarında bu iki kudsî kaynağa dayanmaya çalışmıştır. O, geleneği aşarak bilginin temellerine inmeye çalışmış, bir manada taklidi terk ederek, tahkik yolunu seçmiştir. Yani Kevserî için naslara bağlılık ve delilli konuşma çok önemlidir. Kevserî bu yönü itibariyle, örfe ve maslahata dayanarak kısmî de olsa, nasları devre dışı

bırakmaya çalışan âlimlere karşı sert çıkışlar yapmıştır.77

Bunun yanında Kevserî’nin çok önem verdiği ve korumaya çalıştığı diğer bir kaynak da seleften bize intikal eden ilmî ve fıkhî birikimdir. O, bu yönüyle sonradan ortaya çıkan ve mezheplere yüz çeviren anlayışlara karşı cephe almış ve onlarla mücadele etmiştir. Bu anlayış mensuplarından bazılarının, mezhep imamları veya muhaddisleri önemsememeleri, hatta selef-i salihine dil uzatmaları Kevserî’ye çok ağır gelmiştir. Çünkü Kevserî, selefin ortaya koyduğu ilmî birikimin bütün çağlara yeteceği düşüncesindedir. Ona göre ancak ortaya çıkan yeni meselelerde görüş ortaya konabilir, yani ictihad edilebilir. Kevserî, geçmişin ilmî birikimini ve özellikle mezhepleri dikkate almadan birtakım yeni görüşlerin ictihad diye takdim edilmesinin, dinin yozlaşmasına sebebiyet vereceğini düşünmüştür. Müslümanların birlik ve beraberliğini önemseyen Kevserî, bu yeni görüşlerin birliğe değil ihtilafa hizmet ettiği kanaatindedir.78

Kevserî, mezheplere ve mezhep imamlarına son derece değer verir. Ve zaruret bulunmadıkça herkesin kendi mezhebine göre yaşamasını, bir mecburiyet söz konusu olduğunda da yine dört mezhebin çerçevesini aşmadan bunlar içinden bir çözüm bulunmasını doğru bulur.79 Savunduğu fıkhî görüşlerin tamamına yakını Hanefî mezhebinin görüşleridir. İtikadî olarak da Maturidî olan Kevserî, genel olarak ehl-i sünnet inancını muhafaza etmeye gayret göstermiştir.

77 Kevserî, Makâlât, s. 81,82. 78 Kevserî, Makâlât, s. 80.

79 Eserlerinin muhtelif yerlerinde yer alan bu düşüncelerini, el-İşfâk alâ ahkâmı’t-talâk adlı eserinin

(33)

Kevserî, Hanefî mezhebi aleyhinde kaleme alınan yazılarla tarihî bir hesaplaşma içine girmiş ve onlara cevaplar vermiştir. Hanefî mezhebini ve İmam-ı

Azam Ebû Hanîfe’yi tenkit eden âlim ve eserlere karşı reddiyeler yazmıştır. Diğer yandan ehl-i sünnetin yolunu terk ederek, itikadî hususlarda ehl-i sünnetçe sapık fırkalardan sayılan guruplarla mücadele etmiş ve böylece dine zarar verebileceğini düşündüğü fikirlere engel olmaya çalışmıştır. Dinde ıslah, tecdid, mezhepleri birleştirme veya mezhepleri toptan terk ederek Kur’an ve hadisi esas alma gibi duygu ve düşüncelerle müslümanların karşısına çıkan fırka ve guruplara karşı söz ve yazılarıyla karşı koymuştur. Zâhid Kevserî bu gibi yenilikçilerin karşısında durmuş ve geleneksel çizgiyi muhafaza etmeye gayret göstermiştir. Onun bu özelliğindendir ki Muhammed Ebû Zehra onu anlattığı bir makalesinde kendisinin selefin son temsilcilerinden biri olduğunu söylemiştir.80

Evet o, gerek usûlde gerekse fürû meselelerde geleneğe sıkı sıkıya bağlıdır. Ancak Kevserî, fıkhî meselelerde savunduğu fikirlerin Kur’an ve sünnetten delillerini çok iyi bildiği gibi, meselelerin dayandığı usûl prensiplerini bilmesi yönüyle de oldukça muhakkik bir âlimdir. Kevserî’nin hayatı boyunca içinde bulunduğu ilmî çalışmalarına baktığımızda, onda bir tutarsızlık göremememiz de onun sağlam bir usûl anlayışına sahip olduğunun bir göstergesidir. Kevserî, asla kendi içinde bir tutarsızlığa düşmemiş ve hayatı boyunca fikrî istikrarını muhafaza etmiştir.

Kendisi de Hanefî mutaassıbı olmakla itham edilen Kevserî, şiddetle taassubun karşısında yer almıştır. O kesinlikle şahıslarla uğraşmayı düşünmemiştir. Onun hedef aldığı şey düşüncelerdir, görüşlerdir. Hatta yeri geldiğinde en yakın dostu olan Mustafa Sabri Efendi’ye karşı reddiye yazmaktan geri durmamıştır. Ve yine Kevserî, Te’nibü’l-Hatip eseriyle çok sert bir şekilde eleştirdiği ve karşı çıktığı Hatîb el-Bağdâdî’nin eserlerinden oldukça fazla faydalanmış ve eserlerinde onlara sıkça atıflar yapmıştır.

Kevserî, düşünce yapısı itibariyle hep meselelerin temelini kavramaya çalışmış ve hâdislerin arka planına inerek onların illetlerini tespit etmek istemiştir. Yani onda, ezbercilikten ziyade aklîlik ön plandadır. Onun bu yönünü anlamamız bakımından bazı

80 Kevserî, Makâlât, s. 11.

(34)

tahlillerine bakalım. Kevserî, Hatip el-Bağdâdî’nin Hanefîler aleyhindeki rivâyetleri eserine almasına sebep olan etkenin taassup olduğunun üzerinde durur. Aynı şekilde, İbn-i Teymiye’nin cumhura muhalif davranmasına sebep olarak, onun bir hocanın rahle-i tedrrahle-israhle-inden geçmedrahle-iğrahle-inrahle-i gösterrahle-ir. Mustafa Sabrrahle-i Efendrahle-i’yrahle-i cebr-rahle-i mutavassıt olmaya iten saik olarak da onun siyasal alandaki başarısızlığını gösterir.81

Kevserî’nin bu yönünü, asrında ortaya çıkan bunalımların ve dinî ilimlerdeki bozulmanın sebeplerini teşhisinde çok daha açık görebiliriz. O, müslümanların ehl-i sünnet akidesinden uzaklaşmalarının temelinde, tecsim düşüncesinin yattığına inanır.82 Fıkıh alanındaki bozulmanın altında yatan saik olarak da mezhepsizliği görür. Çünkü ona göre mezhepsizliğin varıp dayanacağı yer dinsizliktir.83 Kevserî, eğitim ve öğretim alanındaki aksaklıkların sebebi olarak da ulemanın ortaya koyduğu araştırma, tahkik etme, ayıklama gibi bazı yöntemlerden uzaklaşılmasını gösterir.84

Kevserî’nin ehl-i sünnet çizgisini koruma adına gösterdiği gayret ve mücadelesini, içinde bulunduğu asrın penceresinden bakarak değerlendirdiğimizde daha sağlıklı bir sonuca varabiliriz. Çünkü o dönemde, kuralları olmayan bir kavga vardı. Siyasî alandaki çalkantılar ilim dünyasına da tesir etmişti. Fikir ve ilim dünyasına darbeler indirilmiş, medreseler eski fonksiyonunu kaybetmiş ve müslümanlar arasındaki birlik ve bütünlük bozulmuştu. Yani o dönemde kangren olmuş bir uzuv vardı. İlim dünyasında, dinî konularda birbirinden çok farklı düşünce ve görüşler dolaşmaya başlamıştı. Bazı çevrelerde mezhebe bağlılık gereksiz hatta zararlı görülmüş, dört mezhebe de uymayan fetvalar ortaya çıkmış, her önüne gelen din hakkında ahkâm kesmeye başlamış ve akide alanında sapık fikirler kendini göstermişti. Tasavvuf alanında da bu bozulmaları görebiliriz.

81 Mehmet Emin Özafşar, Muhammed Zâhid Kevserî Hayatı Eserleri Fikirleri ve Hadisçiliği, s. 230. 82 Aslında o zamanda saf İslam akidesinden uzak bir takım kelam ve akide eserlerinin basılıp neşredilmesi

de bunun bir göstergesidir.

83 Nitekim Kevserî’nin kaleme aldığı “Ellâ mezhebiyyete kantaratü’l-lâ dîniyye (Mezhepsizlik dinsizliğe

götüren bir köprüdür)” isimli makalesi oldukça meşhurdur. (Kevserî, Makâlât, s.106-111) Gerek

mezhepsizliğe karşı çıkanlar, gerekse bir mezhebe tabi olmayı gereksiz hatta zararlı görenler tarafından bu makalenin çokça üzerinde durulmuş ve leh ve aleyhinde değerlendirmelerde bulunulmuştur.

Referensi

Dokumen terkait

Untuk itu, kami merasa sangat perlu untuk menyusun buku Parent’s Handbook ini sabagai sarana informasi yang sangat penting dan juga pegangan untuk Orangtua murid yang

Hasil identifikasi dan analisis menunjukkan bahwa permasalahan yang dihadapi dalam pengembangan industri olahan buah meliputi : terbatasnya pasokan bahan baku, terbatasnya jumlah

2.. Hak untuk memperoleh penyelesaian yang patut terhadap permasalahan yang dihadapi. Dari ketiga prinsip ini jelasl prinsip terakhir merupakan masalah dasar

Adapun faktor risiko kejadian asma dari faktor lingkungan di luar rumah khususnya jarak rumah terhadap pencemaran adalah jarak rumah ke industri/pabrik lebih dari 50 m yang

Beberapa hal pokok yang perlu mendapatkan perhatian dalam kelembagaan kemitraan rantai pasok komoditas hortikultura di Indonesia (kentang, melon, dan semangka)

Amerika serikat juga memberikan sanksi berupa pembekuan aset dan larangan untuk melakukan bisnis di negaranya. Hal ini dilakukan dengan tujuan meredam tindakan represif

Dalam penulisan skripsi ini ada tiga tujuan yang akan dibahas yaitu: (1) Mengetahui kondisi Rusia sebelum pemerintahan Boris Yeltsin, (2) Mengetahui dan memahami perkembangan

43 Muhammadiyah Amin, “Kedudukan Anak di Luar Nikah (Sebuah Analisis Perbandingan Menurut KUH Perdata, Hukum Islam, dan KHI)”, dalam: Pendalaman Hukum Perorangan dan