• Tidak ada hasil yang ditemukan

Jean Baudrillard - Simülakrlar ve Simülasyon

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Membagikan "Jean Baudrillard - Simülakrlar ve Simülasyon"

Copied!
9
0
0

Teks penuh

(1)

Simülakr: Bir gerçeklik olarak algılanan görünüm.

Simüle etmek: Gerçek olmayan bir şeyi gerçekmiş gibi sunmak, göstermeye çalışmak. Simülasyon: Bir araç, bir makine, bir sistem, bir olguya özgü işleyiş biçiminin incelenme, gösterme ya da açıklama amacıyla bir maket ya da bir bilgisayar programı aracılığıyla yapay bir şekilde yeniden üretilmesi

Gerçeğin Yerini Alan Simülakrlar

Bir kökenden yoksun gerçeğin modeller aracılığıyla yeniden türetilmesine hipergerçek ya da simülasyon denilmektedir. Günümüzde artık gerçek matrisler, komut sistemleri ve kodlar aracılığıyla üretilmektedir. Bundan böyle gerçeğin yitirildiği simülasyon evrenine girilmiştir ancak bu simülakr gerçeğin tüm göstergelerine sahiptir.

Durumu açıklamak için hastalık örneğinden yararlanabiliriz. Hastaymış gibi yapan kişi hasta olduğu inandırmak için yatağa uzanır, ancak bir hastalığı simüle eden kişi de bu

hastalığın semptomları gözükür. Bu kişiye ne hastasın ne de değilsin denilebilmektedir, bu anlaşılamayan şey ise tıbbın elini kolunu bağlamaktadır. Benzer bir şekilde eli kolu bağlanan bir başka bilim ise etnolojidir. Ancak bu kez simülatörün kendisi bilimdir. Baudrillard 1971‟de kimsenin ulaşamayacağı bir yerde yaşayan ilkel bir kabile Tasadaylıların keşfedilmesi üzerinden bunu örneklemektedir. Keşfedilen kabile üyeleri artık kendi benliklerini yitirmeye başlayacaklardır, keşfedilen nesne ölmeye yüz tutacaktır. Bunu fark eden etnologlarsa bu ilkel kabileyi tekrar ormandaki yaşantılarına geri döndürmek zorunda kalacaktır ki ancak bu çok geçtir. Zira artık bu kabile üyeleri bir kez keşfedilip gün yüzüne çıkarıldıkları anda eskiye dönemeyecekler, var oldukları durum yalnızca ilkellik simülakrı olacaktır. Başka bir şekilde bir şeyi bir simülakr haline dönüştüren kopyalama yöntemidir. Bir şeyin orijinalinin yanında kopyasını üretmek her iki varlığı da yapaylaştırmaya yetmektedir.

Disneyland simülakr düzeninin iç içe geçmiş kusursuz bir modelidir. Amerika‟nın sahip olduğu tüm değerlerin minyatürleşmiş bir şekli olan bu yapı, gerçek Amerika‟nın bir Disneyland‟a benzediğini gizlemeye çalışmaktadır. Ancak Disneyland‟ı çevreleyen Los Angeles ve Amerika da gerçek değildir, bunlar hipergerçeğe ve simülasyona aittirler. Disneyland‟ın bir başka işlevi ise yetişkinler dünyasına özgüdür. Disneyland‟a çocuksu bir görünüm verilmesi yetişkinlere özgü bir başka dünyanın bulunduğu düşüncesini onaylatmak amacı taşımaktadır. Çocuksuluğun gerçek anlamda her yere hakim olduğu nu gizleyebilmek ve buraya gelen yetişkinlere çocuksulaşma imkanı tanıyarak buradan çıktıklarında gerçekte çocuk olmadıklarına inandırmak istemektedir.

Simülasyon için bir başka gösterge Watergate skandalıdır. Ancak Baudrillard‟a göre bu bir skandal değil bir skandal simülakrıdır. Burada her şey aynı Disneyland gibi önceden tasarlanmıştır. Böyle bir skandalın ortaya çıkarılması yasalara saygı duyulduğu izlenimini uyandırabilmek içindir. Bu skandalla birlikte yeni bir politik ahlak enjekte edilmektedir dünyaya. Bu ise ahlaksız bir kapitalin ancak ahlaki bir ütopya ardına gizlenerek var olabileceğini göstermektedir. Yani skandalla aslında sistemin ahlaki olduğu kanıtlanmak

(2)

istercesine bir ahlaki yargılama yapılmaktadır. Ahlaki bir varlık olarak kabul edilmek ancak ahlaki bir yargılamayı getirmektedir çünkü.

Mutlak gerçeklikten söz edebilmenin güçlüğü illüzyon içinde geçerlidir. İllüzyondan söz edebilmenin güçlüğü aslında gerçek denilen bir şeyin kalmamış olmasındandır. Örneğin, sahte bir soyguna polislerin vereceği tepki değişmeyecektir. Çünkü bir soygun simülakrının gerçeğin nesnel olarak hiçbir farkı bulunmamaktır. Böylelikle tüm simülasyon modelleri gerçeğe indirgenmiş durumda olacaktır.

Hipergerçeklik ve simülasyon, insanı her türlü ilke ve amaçtan caydırabileceği gibi, bu yeteneği iktidara karşı da kullanabilmektedir. Çağımızın temel hastalığı gerçeğin üretimi ve yeniden üretimidir. Ekonomi politiğinin temel üretim şekillerinden değer üretimi ve mal üretimin bir anlamı kalmamıştır. Üretim üzerine kurulu şiddet oyunları artık sona ermiştir. Çünkü çalışma bir toplumsal talep nesnesine dönüşmüştür. İdeoloji denilen şey kalmamıştır, yalnızca iktidar ve çalışma senaryosu kalmıştır.

Simülasyonun günlük yaşamda düzeni bu kadar değiştirmiş olmasında televizyonun büyük etkisi vardır. Burada Loud ailesi deneyini örnek olarak sunabiliriz. 1971 yılında yedi ay sürdürülen bu deney sonunda aile dağılmıştır. Bu deneyde bir ailenin yaşadığı ortama

kameralar konularak yaşadıkları tüm olaylar hiç atlanmadan, kesilmeden kaydedilip bir film olarak sunulmuştur. Yapımcılara göre amaç bir ailenin hayatına hiç müdahale etmeden gerçek bir yaşamın kaydedilmesidir. Ancak buradaki yaklaşım çok saçma bir hal alıyor çünkü izlenen aile kendisi olmaktan çıkmış oluyor. Yönetmenin „Sanki biz yokmuşuz gibi‟ yaklaşımı tersine dönüp „sanki siz ordaymışsınız gibi‟ye dönüşüyor.

Bu deneyin bize kanıtladığı bir başka şey ise televizyonun hayatımızdaki yerine dair. Televizyon başlı başına bir simülasyon aracı olarak davranıyor, çünkü artık televizyon bir gözlenen değil, gözleyen konumunda. Burada anlatılmak istenen televizyonun „haber sizsiniz, olay sizsiniz, toplumsal sizsiniz, bunlar sizin sorunlarınız‟ yaklaşımının tersine çevrilip, televizyonda sergilenenlerin yaşama dair olması, yani gerçekliğin televizyon tarafından yeniden üretilip bir simülakr haline dönüştürülmesi.

Nükleer, simülasyonun ulaşabileceği en üst aşamayı oluşturmaktadır. Yaşamımızın içine şırınga edilmiş nükleer tehlike, buradaki bilinmeyenler tarafından bir gösteriye

dönüştürülmüş ve bu gösteri kendisine simülasyon görüntüsü kazandırırken, nükleer silahları da bir simülakra dönüştürmüştür. Çünkü burada insanların yaşamını paralize eden şey atom bombası değil, atom bombası atma tehdididir. Yani caydırma. Nükleerin gücü davranışları nötralize etmekten kaynaklanmaktadır. Caydırmanın amacı bir savaş ihtimalini devre dışı bırakmaktır, evrensel projeleri ve arzuları yok etme özelliğine sahiptir. Caydırma bir strateji değildir. Nükleer silahlara sahip devletler arasında değiş tokuş edilmekte ve gidip

gelmektedir. Bu silahlara sahip olmak isteyen küçük devletlerin de alacağı şey aslında yalnızca bir caydırma virüsüdür. Bu durumda aslında bir nükleer tehdit diye bir şey var olmamaktadır. Bu yalnızca bir simülasyon modelidir ve bu tehdidi simüle etmektedir.

(3)

Retro Bir Senaryo Olarak Tarih

Düşsel bir içerik olarak değerlendirilen mit, sinemada büyük bir öneme sahip olmuştur. Tarihsel şiddetinde etkisiyle gerçeğin dışına itilen mit sinemaya sığınmak

durumunda kalmıştır. Tarih ise yitirmiş olduğumuz bir gönderenler sistemidir, yani tarih bize özgü bir mite dönüşmüştür. Ve bu sebeple ekran üzerindeki mitlerin yerini almaya

başlamıştır.

Simülasyon çağı ile geçmiş bir tarihe ait hayellerin biriktirildiği, ideolojiler ve retro modaların tepeleme yığıldığı bir boşluk içindeyiz, bu içinde yaşadığımız boşlukta değer kaybından kaçabilmek için her şey denenmektedir. Tarih öldükten sora sinemaya görkemli bir giriş yapmışlardır. Ancak tarihin sinema aracılığıyla yeniden diriltilmesinde bilinçlenme temea argümanı oluşturmamaktadır. Burada aslolan şey yitirilmiş bir gönderen sistemine duyulan özlemdir.

Retro mantığı ile çekilen sayısız tarihi film elimizden kayıp gitmiş tarihin imgesel bir miti haline gelmiştir. Sinemanın bize gösterdiği tarihin tarihsel gerçekle olan ilişkisi

perdedeki tarihin hipergerçek bir şeye dönüştüğünün kesin bir kanıtıdır. Chinatown, Barry Lyndon ,1900, hatta son dönemlerde Braveheart, Titanic ve Gladyatör gibi tarihi filmlerde rahatsız edici bir kusursuzluk göze çarpmaktadır. Bir başka deyişle bu filmler kusursuz, olağanüstü „artefact‟lar dahice simülakrlardır. Baudrillard bunlara en güzel örneğin Barry Lyndon olduğunu öne sürer. Barry Lyndon bir tarihin yeniden canlandırılması değil bir simülasyonudur. Bütün gereksizlikler, bütün zararlı ışınlar titizlikle temizlenmiştir. Aynı durum örneğin Gladyatör veya Pearl Harbor gibi filmler içinde söylenebilir. Bu filmlerde sahnenin olabildiğince görkemli bir şekilde parlamasını sağlama kaygısı onların birer simülakr olmasını sağlar.

Bugün sinema tarihin yeniden yaşama döndürülmesi için tüm teknik imkanlarını seferber edebilir ancak içlerinde yok olup gideceği bir hayaletlerden başka bir şey üretemez. Holocauste

Bir katliamı unutmakta katliam türü bir şeydir, çünkü bir katliamı unutmak insanın bir belleği olduğunu, bir tarihle bir toplumun varlığını unutmak demektir. Bu yapay bir bellek üretilerek yapılabilmektedir. Örneğin Yahudi katliamın yeniden sahneye koymak suretiyle bu yapılabilir. Üstelik dünyaya unutma, caydırma ve yok etme duygusunu yayan çok gelişmiş bir araca sahibiz, televizyon.

Bu olay durumu başka bir kılığa sokmak anlamına gelmektedir. Ses ve görüntüler eşliğinde yok edilen bir katliam olayı bilinçlenme yalanıyla bir günah çıkarma seansına dönüştürülmektedir. Holocauste adlı dizi Yahudi katliamı gibi bir tarihsel olayı yeniden ele alıp ısıtarak gerçek katliamı bir tür iyi niyetli felaket estetiğiyle unutulmaya mahkum etmektedir.

(4)

Benzer şekilde China Sydrom adlı film bize bir simülasyon aracı olarak televizyonun yerini göstermek açısından güzel bir örnek oluşturmaktadır. Üstelik bunu televizyon

haberciliğinin nükleer bir tehlikeden daha önemli olduğunu göstererek yapmaktadır.

Televizyon günlük yaşantının bir modeli olarak gerçek yaşantımızla olan bağlarımızı bize dünyadan görüntüler sunarak koparan bir şeydir. Filmde imgeler aracılığıyla nükleer santral ve televizyon arasında bir benzerlik kurulmuştur ve olaylar bu iki kutup arasında ilerlemektedir.

Filmin bir başka ilginç noktası film gösterime girdikten sonra Harrisburg Three Mile Island‟da benzer bir nükleer santral kazası meydana gelmiştir. Filmde haberciler aracılığıyla farkına varılan kaza, burada yaşandıktan sonra habercilere sunulmaktadır. Burada gerçek filmdeki simülakrına tıpatıp benzemiştir. Ancak Baudrillard‟a göre ortada gerçek diye bir şey yoktur. Harrisburg olayı da bir simülakrdan ibarettir. Çünkü nükleer tehlike yalnızca bir caydırma olayıdır, asla bir gerçeğe dönüşmemektedir. Bu sebeple Harrisburg gibi bir kaza yalnızca nükleer tehdidini Simüle eden bir gösteriden ibarettir.

Beaubourg’un Bıraktığı İzlenim/Etki

Beaubourg kitlesel simülasyon oyunlarından oluşan bir anıta benzemektedir. Çevresindeki mahalle aynı nükleer santralleri çevreleyen güvenlik sistemlerinin onu bir caydırma oyunundan bir tehlike simülakrına dönüştürmesi gibi Beabourg‟u çevreleyen bir cila görevini görmektedir.

Bu görüntüsüyle her türlü geleneksel zihniyet veya anıtsallık yaklaşımını

değiştirebilecek güce sahip olan bu bina, içinde yaşadığımız çağın bundan böyle asla süreye bağımlı olmayacağını; sahip olabileceğimiz tek zaman anlayışının, hızlandırılmış bir

yinelenme ve yeniden-yinelenme, devre ve transit akışkanlar şeklinde olabileceğini

haykırmaktadır. Müze-Beaubourg, bu olguyu gizlemeye çalışırken iskelet-Beaubourg bunu yüzümüze haykırmaktadır. Zaten iskeletin bu kadar güzel ve iç mekanlarında gerçekten bu kadar başarısız olmasının nedeni budur. Kültürel üretim‟ ideolojisi denilen şey her türlü kültürün antitezidir; tıpkı görsel ve çok işlevli mekan antitezi olması gibi, zira kültür „sır, ayartma, öğreti, gelişmiş bir ritüelle kısıtlı bir simgesel bir değiş tokuş alanıdır. Hiçbir şey bunu değiştiremez. Kitlelerin ve Beaubourg‟un hoşuna gitse de gitmese de bu böyledir.

Beaubourg „Kültürel Caydırıcılık Anıtı‟dır. İnsanlar Beaubourg‟e giderek „kültürün insani bir şey olduğuna dair o eski senaryonun aslında ölmüş bir kültürün yasını tutmak gibi keyifli bir olaya katılmaya davet edilmektedirler. Ancak insanlar bu davete yüzlerce yıldır onları bıktıran bu kültür karşısında salya akıtmak değil, her zaman nefret etmiş oldukları bir kültürün yasını tutma fırsatını kitleler halinde ilk kez ellerine geçirmiş olmalarından dolayı gitmektedirler.

(5)

Bugün karşımıza çıkan ok işaretleri bizleri yeni bir toplumsallık biçimini anlatan hipermarketlere doğru yönlendirmektedir. Hipermarket düzenleme biçimi nedeniyle art arda gelen reklam panoları ve ürünlerden oluşan büyük ekranlara benzemektedir. Böyle bir ekrana benzemesi dolayısıyla da hipermarketler başlı başına bir simülasyon evrenini oluşturmaktadır. Hipermarketlerin tamamında bize bakan güvenlik kameraları da bu simülasyon evreninin bir parçasıdır. Güvenlik sisteminin yeterli işleyebilmesi için gereken maliyet yüksek olduğundan bu çalışıp çalışmadığını bile belli olmayan güvenlik kameraları baskıyı andıran yani bir baskı simülasyonu oluşturan caydırma işlevini yerine getirirler. Hipermarket bir tüketim merkezi olmanın ötesinde bir anlam taşır. Burada sergilenen nesneler bir gerçekliğe sahip değildirler.

Hipermarketler kentlerden ayrı bir biçimde ele alınamazlar. Dev bir montaj hattı gibidirler. İçerisinde yeni toplumsalığın tüm işlevlerini yerine getirecek bir disiplini barındıran bir modeldir. İşte tam da bu sebeple, yeni toplumsallığın, gelecek toplumsal düzenin habercisi olması sebebiyle, kentten ayrıştırılamazlar. Çünkü artık kentler bu hipermarketlerin etrafında yerleşim kurmaktadırlar. Bu yeni kentler hipermarketlerin bir uydusu olma niteliği taşımaktadırlar.

İletişim Araçlarında İçin İçin Kaynayan/Patlayan Anlam

Her geçen gün ulaşabileceğimiz bilgi ve haber sayısı artmasına rağmen, anlam sayısı giderek azalmaktadır. Bu bakış açısı için üç varsayım sözkonusudur.

 Haber anlam üretmektedir ancak yinede genel bir anlam kaybına engel olamamaktadır. Anlam yitimi öyle büyüktür ki iletişim araçları bunu engellemeye yetmemektedir, dolayısıyla ek iletişim araçları, bireysel yayın hücresi ve özgür konuşma gibi „anti-iletişim araçları‟ devreye sokulmalıdır.

 İkinci varsayıma göre haberin anlamla bir ilişkisi yoktur. Haber anlamın dışında bir işlevselliğe sahiptir. Yani aktarılan haberden siz ne anlıyorsanız odur, haber anlam üretmemektedir.

 Üçüncü varsayım haber enflasyonu ile anlam deflasyonu arasında, anlamın haber tarafından nötralize edildiği zorunlu bir ilişkinin olduğunu kabul eder. Dolayısıyla anlam yitimi kitle iletişim araçlarının anlamı yok edip, onu haber biçimine sokmasıyla ilintili bir durumdur.

Baudrillard en ilginci olarak üçüncüsünü göstermektedir. Ancak bu genel olarak kabul edilmiş olan şeyin tersini ifade etmektedir. Zira haberin hızlı bir şekilde anlam üretmekle görevli olduğu varsayılır, haber boşa da olsa ne kadar çok haber yaparsa toplumsal „consensüs‟ onun o kadar çok anlam ürettiğini varsaymaktadır. Bu durum ise aynı kapitalist düzenin kendi yarattığı aşırı maddi üretim yüzünden çökertilmesi gibi, haberin de aşırı bir şekilde anlam üretmesinin anlamın kendisini yok etmesi anlamına gelmektedir. Böylelikle haber iletişimi ve toplumsalı da yok etmiş olmaktadır. Baudrillar bunun iki nedeni olduğunu söylemektedir;

 Birincisi haber iletişim kurmaz, bir iletişim oyunu sahneler. İkisi farklı şeylerdir ve simülasyon tanımlamasına uymaktadır. Karşılıklı konuşmalar, izleyici telefonları,

(6)

tartışma programları, interaktif yayınlar ise bu sahnenin ana dekorunu oluştururlar. Sahnede olmayan şey ise iletişimdir, onun yerini iletişim simülasyonu almıştır. Anlam ve iletişim hipergerçekleşmiştir. Gerçeğe son veren şey gerçekten daha da gerçek görünendir. İmgeler ve göstergeler sonucunda gerçeklik katsayısını yükseltir ve bize haberin kendisinden başka inanacağımız bir şey bırakmaz.

 İkinci neden ise iletişimin gerisinde iletişim araçlarının ve her geçen gün artan haberin toplumsal yapısı bozmalarının engellenmemesidir. Yani haber hem anlam hem de toplumsalı anlamsızlaştırmaktadır. Böylelikle haber sayesinde toplumsal kitleler içinde için için kaynarlar. Benzer biçimde anlam ve anlama ait tüm içerikler egemen bir iletişim aracı tarafından yutulurlar.

Reklam

Bir derinlikten yoksun anlık ve anında unutulma özelliğine sahip olan reklamlar, tüm özgün kültürel biçimlerle tüm özgün dil yetilerini yutmaktadırlar. Reklamda göstergenin enerjisi en alt seviyeye inmektedir. Reklamın sahip olduğu geçmişi ve geleceği olmayan anındalık özelliğine sahip biçim ise gündelik yaşamları reklam biçimine dönüştürmeye başlamıştır. Böylece tüm güncel eylem biçimleri yok olup gitmektedirler. Reklamın panosuna çarpan toplumsal ise tamamen çözülmüş erimiş basitleşmiş ve toplumsal görüntüsüyle anında

yanıtlanan bir şeye dönüşmüştür. Bu nedenle duvardaki afişlerde toplumsal değil toplumsalın hayaleti ile karşılaşılır. Günümüzdeki reklamın en ilginç boyutu özgün bir biçim ya da kısaca bir iletişim aracı olarak yoğunluğunu yitirmesi ve ortadan kaybolmasıdır. Artık reklam bir sınai malın reklamını yapmaktan ziyade kendisi bir ticari mal gibidir. Aslında her ikisi

birbirine karışmış durumdadır. Bu bakımdan reklam için kendi kendisinin mesajına dönüşerek reklamını yaptığı malı içerisinde eritmektedir. “Reklam kamusal anlama sahip her şeye karşı duyarsız kalındığını gösteren bir ayna paradoksal bir aşağılama aynasıdır”

Reklam da tıpkı haber gibi simülasyonun duyarsızlaştırma ve anlam yıkımı süreçlerinin bir işlevsel parçasıdır.

Clone Story

İnsanın kendisinin ikizini yaratma düşü bugün klonlar ve klonlama yöntemi

gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Baudrillard bunu genetik yöntemle karmaşık bir yapıya sahip olan insanları tek hücreli varlıklara benzeterek bir tek hücreliler ütopyasının kurulmaya çalışılması olarak göstermektedir. Çünkü klonlama yöntemi cinselliği, bir ana baba olma durumlarını yadsımaktadır. Ancak bu yadsıma asla özne özgürlüğü anlamına gelmemektedir, bu bir kod sistemine hapsolmaktır.

Buna ek olarak bu bir ikizlik durumu da değildir. İkizlik baştan itibaren iki kişi olmayı gerektiren bir durumdur, ancak burada ise yalnızca aynının yinelenmesi vardır yani tek bir kişi.

(7)

Klonlama üretim çılgınlığının geldiği son aşamayı gösterir bizlere, insanın kendi kendini yeniden üretmesi durumu olarak. Bu ise vücudu bir modele dönüştürmek anlamına gelmektedir, ve tabiî ki vücudun bir model haline gelmesi de orjinalinin yitirilmesi demektir. Hologram

Klonlama yöntemi gibi kendi ikizini üretme düşünün bir başka boyutu hologramlardır. Hologramlar sanki böyle bir mucizenin gerçekleşmiş olduğunu göstermektedir. İnsan

karşısına dikilen üç boyutlu benliğinin karşısında durup hatta içinden geçmek gibi ürkütücü duygular yaşamaktadır. Ancak Baudrillard hologramın içinden daldırılan elin aynı hologram gibi gerçek dışı bir şeye dönüştüğünü söylemektedir. Tıpkı yeniden üretme yoluyla orjinalin anlamını kaybetmesi ve hem kopyanın hem de gerçeğin hipergerçek bir duruma

dönüştürülmesi gibi.

Burada ki simulakr üç boyutlu olup gerçeğe iki boyutlu simulakrdan daha çok benzer. Yani üç boyutlu simulakrın gerçeğe daha yakın olduğu iddia edilmektedir. Ancak bu gerçeğe yaklaşmak anlamına gelmemektedir. Bu durum yalnızca simulakrın kusursuzlaşması yolunda bir adımdan ibarettir. Aslında gerçek diye bir durum yoktur ve üçüncü boyut iki boyutlu bir dünyanın, dördüncü boyut ise üç boyutlu dünyanın yarattığı bir düşselliktir. Kısacası hologram hakikat ötesi bir hakikat simülasyonundan başka bir şey değildir.

Simülasyon ve Bilimkurgu

Simulakrlar üç gruba ayrılır:

 Tanrı‟nın yarattığı ideal doğanın tıpkısını/ikizini oluşturmayı amaçlayan imgeleme, taklit ve kopya yoluyla yapılan doğalcı, doğal simulakrlar.

 Üretim düzenini kaplayan enerji üzerine kurulu makineleşmeyle hayat bulan, üretici özelliği olan üretken simulakrlar.

 Bilgi, model ve sibernetik oyunlardan oluşan işlemsellik, hipergerçeklik ve mutlak denetimi hedefleyen simülasyon simulakrları.

Birinci grup ütopyalardır, ikinci grup ise bilimkurgu ancak üçüncü grup artık bilimkurgunun ölüp yerini başka bir şeylerin almış olması anlamına gelmektedir. Bu anlatımlardan her üç grubun gerçekle olan ilişkisinde yani gerçekle olan mesafesinde değişimlere tanıklık edebiliriz. Ütopyalarda gerçekle bu grubun arasındaki mesafe en yüksek seviyededir. Bilimkurgu ise gerçekliğin yalnızca abartılmış bir şekli olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak üçüncü grubumuz olan modelleme yani simülasyon grubunda artık gerçekle arada mesafe kalmamıştır. Çünkü gerçeklik simülasyon tarafından emilmiştir.

Bugün gelinen nokta da Baudrillard‟a göre bu üçüncü gruptur. Dünyanın fethinin tamamlanıp uzaya yönlenilmesi bu durumun bir göstergesidir, zira artık gerçekliğin sınırları sonsuza doğru uzatılmışlar ama dünya sınırları belli olduğundan buradaki gerçeklik ilkesi yara almıştır. Uzaysal aşkınlıkta uydulaşan gerçek diye açıklamaktadır bunu Baudrillard. Artık bilimkurgu ve düşsellikte ölmüştür, ve gelinen nokta bir hipergerçeklik çağıdır.

(8)

Hayvanlar

Bilimin hayvanlardan istediği şey bir nesnellik ilkesi itirafıdır. Hayvanlara hayvan olmadıklarını, hayvanlık vahşilik diye bir şeyin bulunmadığını itiraf ettirebilmek. Öyleyse der Baudrillard deney bir meydan okuma ve günahtan arındırma işkencesinden başka bir şey değildir. Bilinmez bir vahşi düzenin temsilcileri olan hayvanların bilinmezliğine bir son vererek onları yalnızca bir bilimsel denek haline getirmektir amaçları.

Benzer şekilde ilkel kabilelerde hayvanların suçlarından dolayı cezalandırmaları çarmıha gerilmeleri gibi durumların bugün tiksindirici bir hal alması hayvanların insanlık dışı bir duruma itilmeleri ve onların nesnelliğinin kabul edilmesi anlamına gelmektedir. Onlara herhangi bir sorumluluğun yüklenmemesi onları sevmek onları aşağılamak anlamına

gelmektedir. Bu durum akıl ve insan sevgisinin ortaya çıkmasına paralel bir şekilde gelişmiş, ırkçılık düşüncesinin bir tezahürü olarak görülmektedir.

Sarmallaşan Ceset

Toplumsal açısından bir pazar bir iş olma işlevini yitiren, kültürel bir merkez ve bilimsel amaçtan yoksun kalan üniversiteler çökmüştür. Bilimsel ve siyasi içerikten yoksun üniversite özünü kaybetmiştir ve bir üniversite simülakrına dönüşmüştür. Bir daha asla 1968 baharı yaşanmayacaktır.

İktidarı elinde bulunduran iktidar da artık üniversiteye inanmamaktadır Çünkü iktidar bu mekanları belli bir yaş grubundaki insanların gözetim altına alındığı bir yer olarak

görmektedir. Ölmüş bir kültürün bir parçası olan üniversite ne bilimsel anlamda ne de bir siyasi duruş ortaya koymaktan yoksundur. Üniversitelerin herkese diploma dağıltmasını engellemenin bir anlamı da yoktur çünkü üniversitelerin verdikleri diplomalar bir yükümlülük yani bir çalışma simülakrı karşılığında verilen bir diploma simülakrından başka bir şey

değildir.

İktidara saldırmakta bundan böyle anlamsız bir iştir, çünkü bundan böyle iktidaa karşı tüm öğrenci hareketleri umutsuzluğun yol açtığı suya sabuna dokunmayan işe yaramaz

olaylardır. İktidar kendine karşıt bir şeye dönüşmüş ve kendisiye birlikte tüm politik evreni de derin sonsuz bir simülasyon evrenine itmiştir. Bu der Baudrillard hepimizi birer simulant olma durumuna getirmiştir. Hepimiz cansız birer hayaletler gibiyizdir. Ancak can çekişen kapitale kendi ölümünü kendi belirleyerek bizi bu ölüm simulakrıyla ayakta tutmasına bizden onun ölümünü gerçekleştirme sorumluluğunu elimizden almasına izin vermemeliyiz der Baudrillard. Bu ise çok uzun zaman önce kutsallığını yitirmiş olmasına rağmen bilimle mümkün olabilecektir. Ancak bu kez simulakrlara ait düşsel bir bilim olarak.

Nihilizm

Dünyayla birlikte hepimiz canlı canlı lanetlenmiş bir simülasyon hatta lanetlenmişten bile beter bir duyarsız caydırma evreninin içine düştük. Nihilizm ise simülasyon ve caydırma yöntemiyle bir gerçekliğe kavuşmuştur. Ancak bu tarihsel açıdan aktif ve şiddet yüklü bir

(9)

nihilizm gerçeği değil, onun saydamlaşmış daha doğrusu yalancı saydamlaşmış halidir. Saydam bir nihilizm ise estetik veya politik bir yapıya sahip değildir ve anlamın yok edilme sürecinde de herhangi bir işlevi olmayacaktır. Burada görev terörizmindir.

XX. yüzyıl bir anlam kıyımı sürecidir. Anlamın bu derece katledilmesi sonucu her türlü ikili kutuplaşmalar da simülasyon tarafından emilip yok edilmiştir. Bu nedenle artık diyalektik ve eleştiri sahneleri bomboştur artık sahne yoktur. Çözümleme sahnesi ise belisizleşmiş, gelişigüzelleşmiştir. Kuramlar boşlukta yüzmektedirler.

Bu durumun bu aşamaya getiren bir araç olan kitle iletişim araçları fokur fokur anlam kaynatmaktadırlar. Bu ise bir duyarsızlık, bir tepkisizlik olayına yol açabilmektedir. Bu aynı bir kısa devre yapma olayı gibi normal seyrinden çıkan anlam büyümesi muazzam boyutlara ulaştığında fazladan anlamlar toplum tarafından emilmekte ve tepkisizlik olayı büyümektedir. Ancak bu ortadan kaybolma, duyarsızlaşma nihilizm değildir.

Sistemi başarısızlığa uğratan tek şey terörizmdir. Kendisini nihilist ve kuramsal terörist olarak niteleyen Baudrillard, terörizmin sistemde zincirleme ve ani bir çöküş yaratacağını, terörizmin kullanabileceğimiz tek silah olduğunu söyler.Ancak bu da bir ütopyadır çünkü sistem de nihilisttir ve kendisini yadsıyanları da yadsıyıp herkesi bir aldırmazlık sürecine sokmaktadır. Bombalı saldırılar, ölümler vb. hepsi kimsenin çok fazla umurunda olmadığı televizyon ekranı üzerindeki görüntülerden ibaret şeylere dönüştürülür. Buna savaşları da ekleyebiliriz. Sonuçlara yol açmayan olaylar ve sonuçlara yol açmayan kuramlar çağında yaşıyoruz.

Referensi

Dokumen terkait

Berdasarkan kriteria yang ditentukan dapat dijelaskan bahwa aplikasi Augmented Reality Video Kartun pada modul ilmu pengetahuan sosial memenuhi kriteria valid , sehingga

Pada akhirnya media-media yang digunakan oleh Go-jek ditujukan menginformasikan atau menyampaikan informasi perusahaan dan produknya baik secara langsung ataupun tidak

Jika Anda menggunakan NURBS untuk bagian atap mobil hingga ke bagian belakang seperti yang sudah kita lakukan pada topik tentang Birail, maka sesi ini jangan

Sebagai dividen untuk tahun buku yang berakhir pada tanggal 31 Desember 2016 untuk setiap saham yang mempunyai hak atas dividen dan yang tercatat dalam Daftar Pemegang Saham

Ada hubungan antara pola asuh orang tua terhadap tingkat keparahan dengan arah hubungan negative menandakan semakin baik kategori pola asuh maka semakin rendah tingkat

Berdasarkan penjelasan yang sudah dijelaskan diatas tadi mengenai perbankan syariah dan perkembangan index saat ini serta adanya perkembangan perbankan syariah yang

Seperti telah dibahas sebelumnya, maka pada akhir periode yaitu pada saat t 1 pergerakan harga saham hanya ada dua kemungkinan yaitu harga saham naik sebesar u dengan

Angka-angka kelangsungan hidup untuk kanker paru umumnya lebih rendah daripada yang untuk kebanyakan kanker-kanker, dengan suatu angka keseluruhan kelangsungan hidup lima tahun