• Tidak ada hasil yang ditemukan

3-CennetYollari_A5

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Membagikan "3-CennetYollari_A5"

Copied!
455
0
0

Teks penuh

(1)
(2)

Cennet Yolları

© Tüm yayın hakları VUSLAT VAKFI’na aittir. Kaynak gösterilerek iktibas yapılabilir.

Baskı / Cilt

Kilim Matbaacılık Litros Yolu Fatih San.

Sit. No: 204 Topkapı / İstanbul Tel: (0212) 612 95 59 Basım Tarihi Haziran 2011 İç Tasarım İrfan Güngörür Kapak Tasarım Sena İzgi VUSLAT Eğitim-Yardımlaşma Dostluk ve Çevre Vakfı

Şems-i Tebrizi Mah. İstanbul Cd. No: 149

Karatay / Konya Tel: 0332 350 64 99

(3)

CENNET YOLLARI

(4)
(5)

Seyyid Mehmed Zahid Kotku (ks) Hazretleri Hakkında • Kısa Bilgiler ...9 MUKADDİME • ...39 1- Tevekkül • ...47 2- Haya ve İman • ...50 3- İlim: • ...53 a- İlmi ehline öğretmenin önemi

• ...54 b- Cehâletin getirdiği felâketler

• ...55 4- İslamın hayat veren esaslarına sarılmak

• ...57 a- Namaz kılmak • ...58 b- Zekât vermek • ...61 3- Oruç tutmak • ...62 d-Harp ganimetlerinin Allah yolunda taksimi:

• ...65

5- Allah’a Kulluk ve İbadet

• ...66 a-Allah’a ibadet etmek

• ...67 b- Kuran-ı Kerim’e sımsıkı sarılmak

• ...69

c- Müslüman olan ulü’l-emre itâat:

• ...70 6- Ahsâb ve Ensâr-ı Kirâm’a hürmet ve bağlılık

• ...70

7- Kana’at ve tek gönüllülük

• ...73 8- Şirkten uzak gerçek tevhid

• ...77 9- Tevbe ve Allah’a rucû:

• ...77 A- Günahlardan ve özellikle içkiden uzak durmak:

• ...80

a-İçki mü’min kesin kesin feraseti köreltir

• ...82

b- İçkinin haram kılınışının hikmetleri

• ...84

c- İçki bütün kötülüklerin kaynağıdır.

• ...88

d- İçkinin getirdiği felâketler

• ...99 B- ilim cennete giden en kısa yol

(6)

1- İlim öğrenme ve öğrenmenin önemi

• ...106

2- İlim mü’minin kaybolmuş malıdır, nerede bulursa almalıdır.

• ...118

3- İlim İslâmın hayatı, imanın direğidir.

• ...132

4- İlim ibadetten, âlim âbidden üstündür.

• ...134

5- Allah korkusu ve ilim

• ...139 6- Âlimlerin cemiyet içerisindeki yeri ve değeri

• ...160

7- Âlimlerin cemiyet içindeki yeri

• ...165 8- Fıkıh bilmenin zarureti

• ...168 9- İlim sormakla öğrenilir.

• ...175 İlim öğrenmek isteyenlere hürmet etmek ve yardımcı olmak

• ...182

İlimde asl olan kalb ve yakın ilimdir.

• ...185

İlim ve kıyamet

• ...188 İlim ve kıyâmet (cehâlet ve bilgisizlikle gelen kıyâmet)

• ...190

Kuran-ı Kerim’in yüce emirlerine hürmet göstermek

• ...197

Kuran-ı Kerim’in yüce emirlerine hürmet göstermek

• ...199

İlim öğrenenler için ilahi müjdeler

• ...202 İlim öğrenmek erkek-kadın her müslümanın ilk vazifesidir.

• ...208

Fıkıh ilmini bilmenin zarûreti

• ...214 Rızkı helâlinden kazanıp, helâl yerler harcamak

• ...216

İlim ibadetten, âlim âbidden üstündür.

• ...220

Allah’tan korkmak ve haşyetullah

• ...224 Kuran-ı Kerim’in hayat veren emirlerine sımsıkı sarılmak

• ...227

Cenneti dileyen mü’minde bulunması gereken özellikler

• ...231

İlim ibadetten, âlim âbidden üstündür

• ...234

Kuran-ı Kerim’in üsütnlüğü ve O’nu öğrenmenin lûzumu

• ...242

Çocuklara ve gelecek nesillere Kuran-ı Kerim’i öğretmenin •

fazileti ...244 Hz. Peygamber’in (s.a.v.) dilinden öğrencilere müjdeler.

• ...247

İlmi ya öğrenen yada öğreten ol

• ...250 Cemiyeti şeytandan ve şeytanî tuzaklardan korumanın yolu

ilimdir. ...251 Âlimlere uymak ve onların sohbetlerinden ayrı kalmamak

(7)

7 İlim öğrenenler için ilahi müjdeler

• ...255 İlim öğrenenler için ilahi müjdeler

• ...257 İlim ve ihlas

• ...261 Fıkıh ilmini bilmenin zarureti

• ...270 İlmi kötüye kullanmaktan kaçınmak

• ...276

Nefsi, malı ve canı ile Allah yolunda cihad

• ...280

İlim ve zühd:

• ...283 Âlime ve ilim erbabına hürmet etmek gerekir:

• ...286

Nefsi, malı ve canı ile Allah yolunda cihad

• ...294

Güvenilir, emîn ve zararsız bir şahsiyete sâhip olmak

• ...297

Mü’minler arasında şefkat ve tenânüd

• ...300

Hadis-i şerifleri öğrenmenin fazileti:

• ...306

İlim ve ihlas

• ...309 Hadis-i Şerifleri öğrenmenin fazileti

• ...313

Hz. Peygamber’in (s.a.v.) dilinden öğrencilere müjdeler

• ...316

İlmi kötüye kullanmaktan kaçınmak

• ...321

Hadis-i Şerifleri öğrenmenin fazileti

• ...329

Hazreti Peygamberin dilinden öğrencilere müjdeler

• ...332

Kur’an okuyanlarda bulunması gereken rıza

• ...349

Hadis-i şerifleri öğrenmenin fazileti

• ...353

İlmi kötüye kullanmaktan kaçınmak:

• ...354

Müslüman idarecileri iş başına getirmek

• ...354

İlim ve zikir:

• ...358 Fıkıh ilmini bilmenin zarureti

• ...361 İlim ve kıyamet

• ...364 Müminler arasında şefkat ve tesanüd

• ...369

Kur’an-ı Kerim’in yüce emirlerine hürmet göstermek

• ...371

Kur’an-ı Kerim’in sâhibine şefâ’ati

• ...373 Güvenilir, emîn ve zararsız bir şahsiyete sahip olmak

• ...374

Resûlüllah (s.a.v.)’e kayıtsız şartsız bağlılık

• ...376

Alime ve ilim erbabına hürmet etmek gerekir

• ...380

Müslüman idarecileri iş başına getirmek

(8)

İlmi kötüye kullanmaktan kaçınmak

• ...385

İtikat ve ibadette gerçek tevhide ermek

• ...387

Güvenilir, emin ve zararsız bir şahsiyete sahip olmak

• ...394

İlmi kötüye kullanmaktan kaçınmak

• ...406

Güvenilir, emin ve zararsız bir şahsiyete sahip olmak

• ...412

İlmi ehline öğretmenin önemi

• ...415 Müslüman idarecileri işbaşına getirmek

• ...416

İlim ve kıyameti

• ...418 Güvenilir, emin ve zararsız bir şahsiyete sahip olmak

• ...425

Fıkıh ilmini bilmenin zarureti

• ...427 İlim sormakla öğrenilir

• ...428 İlim müminin kaybolmuş malıdır nerede bulunursa almalıdır

• ...430

Davranışlarda orta yolu tutmak

• ...432 Bid’atlardan uzak durmak

• ...435 İlim ve kıyamet

• ...436 Rızkı helalinden kazanıp, helâl yerde harcamak

• ...439

İlim ve kıyamet

• ...440 Alime ve ilim erbabına hürmet etmek gerekir

• ...443

İlmi kötüye kullanmaktan kaçınmak

• ...444

İlim ibadetten, âlim âbidden üstündür

• ...445

Allah’ı daima zikretmek

• ...447 İLİM VE ULEMÂ İLE İLGİLİ HADİSLER

(9)

Hakkında Kısa Bilgiler

Dünyaya bir göz atınız. Huzur ve mutluluk adına ne-ler görüyorsunuz?

İnsan huzur ve mutluluğu nasıl yakalayacak? Bu konu çoğumuzun bildiği bir gerçek ki, huzur ve mutluluğun mer-kezi, itikat, amel-i salih ve iyi ahlak ile Allah sevgisi dolu bir kalbdir. Allah (CC)’ın yüce elçisi (sav) şöyle buyuruyor: “Dik-kat ediniz! İnsan vücudunda öyle bir et parçası vardır ki, o iyi olursa bütün vücut iyi olur. Eğer kötü olursa, bütün vücut bozulur. İşte, o et parçası kalbdir.”(Buhari)

Kalb, öyle harikulâde özelliklere sahip ki... Ancak Rab-bimize yönelmekle huzur buluyor. Çünkü kalbin yaratıcısı Allah-ü Teâlâ... Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“Dikkat ediniz! Kalbler ancak Allah (CC)’ı anmakla hu-zur ve sükûna kavuşur.” (Râ’d:28)

Allah (CC)’a yönelen bir kalbin sahibinde sevgi, merha-met, iyilik, hoşgörü gibi ulvî duygular gelişir. İç âlemi zen-ginleşir. Gönül âleminde nur meydana gelir ve sonunda hu-zur ve mutluluk iklimine yelken açar.

Kalbin bu ulvî yüksekliğe ulaşması için ehil kılavuzlara ihtiyaç vardır. Kendisi bu noktaya ulaştıktan sonra, başkala-rını da yükseltebilecek kemâlât ehline... Bu gönül mimarla-rından biri de Gümüşhaneli Dergâhı’nın postnişinlerinden

(10)

Silsile-i Zeheb’deki Mürşid-i Kâmil Mehmed Zahid Kotku rahmetullahi aleyhtir.

Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’nin naklettik-lerine göre babaları O’na: Oğlum Mehemmed! diye hitap edermiş. Soyadlarının ‘mütevazi’ manasına geldiği nüfus cüz-danının başına not edilmiş idi.

Tevellütleri; hicrî 1315, milâdî 1897 yılında Bursa Şeh-rinde, kale içinde Türkmenzâde Çıkmazı’ndaki baba evinde vaki olmuştur.

Ailesi

Babaları ve anneleri Kafkasya’dan 1297’de göç eden müs-lümanlardandır. Dedeleri Kafkasya’da Şirvan’a bağlı eski bir hanlık merkezi olan Nuha’dandır ki burası dağ eteğinde, ipek-çilikle meşhur, ahalisi müslüman, hâlen Azerî Türkçesi ko-nuşulan bir yerdir.

Babaları İbrahim Efendi, Bursa’ya 16 yaşlarında iken gel-miş, Hamza Bey Medresesi’nde tahsil görmüş, muhtelif yerlerde imamlık yapmış, Hazret-i Peygamber (sav) sülâlesinden bir Sey-yid ve mutasavvıftır. 1929’da 76 yaşlarında iken Bursa Ovasın-daki İzvat Köyü’nde vefat etmiş ve oraya defnolunmuştur.

Anneleri Sabîre Hanım da Seyyide’dir. Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri 3 yaşlarında iken muhterem anneleri yeni bir kardeş dünyaya getirmiş ve lohusalık hali devam ederken şehit olmuşlardır. Bursa’da bulunan Pınarbaşı Kabristanı’na defnedilmişlerdir. Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’nin muh-terem anneleri ile ilgili hafızalarında kalan tek şey; muhmuh-terem babalarının bir bayram öncesi eve gelirken yanında bir çift pabuç getirmesi ve “Oğlum Mehemmed, annen sana bun-ları cennetten gönderdi” demesidir.

(11)

11 Bu anne ve babadan doğma ağabeyleri Ahmed Şâkir (1308 – 1335) subaylık yapmış, Kudüs’te ve Çanakkale’de bulunmuş, siperlerde hastalanmış ve 28 yaşlarında iken vefat edip, Söğütlüçeşme mezarlığına defnolunmuştur. Aynı anne-den bir küçük kardeşleri daha olmuşsa da çok yaşamamış ve birkaç aylık iken vefat etmiştir.

Babalarının ikinci evliliği yine Dağıstan muhacirlerin-den, Fatma Hanım’ladır. Ondan doğma üç kız kardeşleri ol-muştur. Bunlardan Pakize Hanım’ın efendisi de, Bursa Ulu Cami imamlarından ve İsmail Hakkı Tekkesi şeyhlerinden merhum Ahmet Efendi (ks)’dir.

Bugünkü anlamda ipek böcekçiliği zanaatını Kafkasya’dan Bursa’ya dedeleri getirmişlerdir. Kendileri çok köklü ve zen-gin bir aileye mensup olmakla birlikte tamamen zühd içeri-sinde yaşamayı şiar edinmişlerdi.

Tahsili

Mehmed Zahid Efendi (ks) Hazretleri ilk mektebi Oruç Bey İbtidâîsi’nde okumuşlar, ardından Maksem’deki idâdîye devam etmişler, sonra da Bursa Sanat Mektebi’ne girmişlerdir. Bu esnada Birinci Cihan Harbi dolayısıyla 19 yaşlarında iken 27 Nisan 1916’da askere alınmışlar, senelerce askerlik yapıp, birçok hastalıklar atlatmışlardır. Ordunun Suriye’den çekilme-sinden sonra, binbir güçlükle İstanbul’a dönmüşlerdir.

23 Temmuz 1919 Cuma gününden itibaren 25. Kolordu 30. şubede yazıcı olarak vazifeye devam ettikleri, 1922 Martında hala bu vazifede oldukları hatıra defterinden anlaşılmaktadır.

Tasavvufî ve Dinî Hizmetleri

Hoca Efendi Hazretleri (ks) İstanbul’da bulunduğu es-nada çeşitli dini toplantılara, derslere, camilerdeki vaazlara

(12)

de-vam etmişlerdir. Bilhassa Seydişehirli Abdullah Feyzi Efendi (ra)’yi çok sevdikleri anlaşılıyor. 29 Temmuz 1920 Cuma günü, Cuma namazını Ayasofya Camii’nde edâdan sonra Vilayet önünde bulunan Fatma Sultan Camii yanındaki Gümüşhâneli Tekkesi’ne giderek Dağıstanlı Ömer Ziyâüddin Efendi (ks)’ye intisâb eyleyip günden güne ahvalini terakki ettirmişlerdir.

Ömer Ziyâüddin (ks) Hazretleri’nin, 18 Kasım 1921 (Hicri 1339) Cuma günü vefatından sonra postnişin-i irşâd olan Tekirdağlı Mustafa Feyzi (ks) Efendi’nin yanında tahsil-i kemâlâta devam etmişler, birçok defalar halvete girmişler, 27 yaşlarında hilâfetnâmeyle birlikte Râmuzü’l-Ehadis, Hizb-i A’zam ve Delâilü’l-Hayrât icâzetnâmelerini de alarak Beyazıt, Fatih ve Ayasofya Camii ve Medreselerinde derslere devam etmişler, bu esnada hafızlıklarını da tamamlamışlardır. Aynı zamanda hocasının işareti üzere muhtelif kasaba ve köylerde dini hizmetler îfa etmişlerdir.

Mustafa Feyzi (ks) Hazretleri’nin vefatından sonra Bursa’ya dönerek yerleşmişler ve evlenmişler, 1929’da vefat eden baba-larının yerine Bursa Ovasındaki İzvat Köyünde 15–16 sene kadar imamlık yaptıktan sonra, Bursa’da önce bir müddet Veled Veziri Camisi’nde fahri hatiplik yapmışlar, daha sonra, Üftade Camii Şerifi’nin imam-hatipliğine tayin edilerek, şe-hirde hisar içindeki baba evine yerleşip, burada, 1945’den 1952’ye kadar hizmet etmişlerdir.

1952 Aralık ayında, Gümüşhaneli Dergâhı Postnişini eski tekke arkadaşı Kazanlı Abdülaziz (ks) Hazretleri’nin ve-fatı üzerine onun hizmet ettiği Zeyrek Çivicizade Camisi’nde hizmete başlamışlar ve burada 1/10/1958 tarihine kadar va-zife yapmışlardı. Daha sonra İskenderpaşa Camii Şerifi’ne

(13)

13 nakil olunmuşlar ve vefatlarına kadar da bu camide vazifeli olarak kalmışlardır.

Ahirete İrtihalleri

Hocamız Mehmed Zahid (ks) Hazretleri, vefatından tak-riben bir sene kadar önce rahatsızlanmışlardı. Şiddetli ağrı-larından sürekli olarak muzdariplerdi ve zor ayakta durabi-liyorlardı. 1979 yazında uzun zaman kalmak üzere gittikleri Hicaz’dan, ağır hasta olarak 1980 Şubat’ında dönmek zo-runda kalmışlardı. 7 Mart 1980’de ameliyata girdiler ve mi-delerinin üçte ikisi alındı.

Ameliyattan sonra tedricen düzeldiler. Hatta 1980 Ra-mazanında hiç aksatmadan oruç tuttular, hatimle teravih kıldılar, vaaz ettiler, Hac mevsimi gelince de son hacla-rına gittiler. Orada rahatsızlıkları iyice nüksetmişti. Haccı güçlükle ifadan sonra, 6 Kasım 1980’de İstanbul’a dön-düler. 13 Kasım 1980’de (5 Muharrem 1401), Perşembe günü gözyaşları ile uyur gibi bir halde iken ahirete irti-hal eylediler.

Cenaze namazları 14 Kasım 1980 Cuma günü Süley-maniye Camii’nde muhteşem, mahzun, vakur ve edepli bir cemm-i gafir tarafından kılınarak, mübarek vücutları, Süley-maniye Camii haziresinde, kendisinden feyz aldığı hocaları ve üstadlarının yanındaki istirahatgâhlarına defnolundular.

Vefatları İslâm Âleminde büyük üzüntüye yol açmış, Su-udi Arabistan’da, Kâbe’de, Kuveyt’te ve daha pek çok şehirde gıyablarında cenaze namazı kılınmıştır.

Vefat tarihi olan 13 Kasım 1980 tarihli takvim yaprak-larında çok manidar ibareler yer alıyordu. Meselâ bunların birindeki şu nazım şâyân-ı taaccübdür:

(14)

Arkamdan Ağlama

Öldüğüm gün tabutum yürüyünce Bende bu dünya derdi var sanma!

Bana ağlama,”Yazık, yazık!” “Vah, vah!” deme!

Şeytanın tuzağına düşersen vah vahın sırası o zamandır. Yazık yazık asıl o zaman denir.

Cenazemi gördüğün zaman “Elfirak, elfirak!” deme! Benim buluşmam asıl o zamandır.

Beni mezara koyunca elveda demeye kalkışma! Mezar cennet topluluğunun perdesidir.

Mezar hapis görünür amma,

Aslında cânın hapisten kurtuluşudur. Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret! Güneşle aya batmadan ne ziyan gelir ki? Sana batma görünür amma

Aslında o doğmadır, parlamadır. Yere hangi tohum ekildi de yetişmedi? Neden insan tohumu için

Bitmeyecek, yetişmeyecek zannına düşüyorsun? Hangi kova suya salında da dolu olarak çekilmedi? Can Yusuf’un kuyuya düşünce niye ağlarsın? Bu tarafta ağzını yumdun mu, o tarafta aç!

Çünkü artık hay-huy’un, mekânsızlık âleminin boşluğundadır.

Şemâil-i Şerifi

Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri uzunca boylu, iri kemikli, yapılıca, heybetli, pehlivan gibi bir zattı. Beyaz tenli, dolgun pembe yanaklı, uzunca ak sakallı, geniş alınlı, aralıklı kaşlı, irice başlı, gül yüzlü, sevimli, alımlı bir kimse idiler. Gençken zayıf olduklarını, öksüzlükte yemek yerine

(15)

yu-15 murta içivererek böyle iri vücutlu olduklarını gülerek anlatır-lardı. İlk görüşte insanda sevgi ve saygı uyandıran bir halleri vardı. Tanıdığına tanımadığına selâm verir, güler yüz gösterir, gönül alırlardı. İlk nazarda koyu kestane renkli görünen, fa-kat dikfa-katle bakılması imkânsız, esrarlı ve derin manalı göz-leri vardı. Gözgöz-leri içinde kırmızılık, sırtlarında ve karınlarında ise avuç içi kadar iri bir ben mevcuttu. Hafızaları çok kuv-vetli idi, konuşmaları tatlı ve sâfiyâne idi.

Şahsiyetleri

Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri, çok kere halk telaffuzu kullanır, karşısındakine söz fırsatı tanır, çok iyi bil-diği bir şeyi bile sanki ilk defa duyuyormuş gibi yumuşak bir tavırla dinler, manalı ve nükteli cevaplar verirlerdi. Sohbet-leri hoş, hutbeSohbet-leri fevkalâde celâlli olurdu. Hutbe esnasında seslerini yükseltir, ordu önündeki bir komutan gibi celâdetle ve irticalen konuşurlardı.

Kerametlerini gizler, kendilerini hiç belli etmez, kimse-nin kusurunu yüzüne vurmaz, mütevazi, güler yüzlü, bakış-larıyla insanın içini okur, herkesin haline göre konuşur, kişi-nin bilmediği şeyi sorup mahcup etmezlerdi. Talebelerine ve insanlara karşı alçak gönüllü davranır, onlara bir kardeş gibi muamele ederlerdi. Öyle ki, bu duruma aldanan insanlar, kendilerini nerede ise bir arkadaş gibi görürdü.

Çok temiz ve titizlerdi. Önüne bir şey damlasa “eyvah ka-bahat ettik” derlerdi. Çoğu zaman sofralarında misafir bulu-nurdu. Hiçbir zaman hiçbir kimseye emir vermezlerdi. Zengin fakir demez, herkesin davetine gider, gönül yaparlardı. Ba-zen de davetsiz gider, fakir yahut hastanın gönlünü alır, dua ederlerdi. Sıkıldıklarını hiç belli etmezlerdi. “Aman sakın bir kalp kırmayın, kırarsanız o size yeter de artar” derlerdi.

(16)

Dost-larına vefaları emsalsiz idi; onları ziyaret eder, arar, sorarlardı. Akrabalarına karşı vazifelerinde kusur etmez ve onlara karşı hiçbir yardımı esirgemezlerdi.

İnsanlarla konuşurken, gülümseyerek söz söylerler, kim-seye doğrudan şöyle yap, şöyle yapma demezler, îmâ ile, mi-salle, dolaylı yoldan arzularını anlatırlardı. Dini mevzularda olmayan suallere net cevap vermezlerdi.

Özel hayatlarında ev halkına karşı müşfik ve latifeli dav-ranır, onlara doğrudan doğruya bir şey emretmez, “bir çay olsa içeriz” gibi tabirler kullanırlardı. Hocamız (ks) Hazretleri, daima telmih ve îmâ ile söylerler, anlaşılmazsa sabrederlerdi. Midelerinin üçte ikisi alınacak hale geldiğinde bile, hastalık-larından hiçbir şikâyette bulunmamışlardı. Rahatsız olduk-ları, hacı annemiz tarafından kısa istirahatları sırasında çıkar-dıkları hafif sesle anlaşılabilmişti.

Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri kimseye sert muamele etmezler ve kimsenin gönlünü kırmazlardı. Kendi-leri İslam’a aykırı olmayan hemen her teklife ‘peki’ derlerdi. Gerçekleşmesi mümkün olmayan tekliflere bile peki demiş-ler, vefatlarından kısa bir zaman önce de “Siz peki demesini öğrenesiniz diye, olur olmaz tekliflerinize peki diyorum” buyur-muşlardır. “Pekey demesini öğrenmek lâzım” ve “Arkadaşlık pe-key demekle kaimdir” sözleri meşhurdur.

Tevâzu ve Teslimiyetleri

Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri o kadar büyük bir tevazu sahibi ve kendisini gizlemekte o kadar mahir idi-ler ki; en iyi bildikidi-leri bir mevzuyu dahi, muhatapları, Ho-camız Mehmed Efendi (ks)’nin bilmedikleri zannı ile uzun uzun izah ederken, Hoca Efendi (ks) Hazretleri hiç seslerini çıkarmadan, onu sonuna kadar dinlerlerdi. Ziyaretlerinde

(17)

bu-17 lunmuş bir yabancı, Hocamız (ks)’ın tevazusunu ‘riyaya kaç-mayan bir tevazu’ olarak nitelendirmiştir.

Kendileri; kerametleri zahir büyük bir mürşid-i kâmil ve zamanın kutbu olmalarına rağmen, makamını ve kemâlâtını gizlerler, normal insanlardan biri gibi görünürlerdi. Talebeleri kendilerinin bu halinden çoğu zaman aldanır ve edebe muha-lif laubaliliğe düşebilirlerdi. Gene bu tevazu sebebiyle insanlar Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’ni cana yakın bulur, kendisinden çekinmez ve O’na yaklaşır, istediği suali içinden veya dışından sorardı. Suallerin cevapları, soranı mesul mev-kide bırakmamak için net olmaz, dolaylı olurdu.

Tasavvufu çok iyi biliyor, ne muazzam mutasavvıf, ne kadar üstün bilgili adam, denmesini hiç mi hiç istemezlerdi. Bilen bilmeyen herkese kapılarını açık tutmak için tevazuyu hiç terk etmemişlerdi. Her görenin O’nu bir köy imamı zannetmesine bayılırlardı. Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’nin zamanın kutbu oldukları, pek çok kişinin ha-rikulade hallerine şahit olmaları ile son zamanlarında anla-şılabilmiştir. Seyyid oldukları ise ancak vefatlarından sonra öğrenilebilmişti.

Daima herkese kapıları açıktı. Günün beş vakti Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’ni görebilmek O’nun sohbe-tinde bulunabilmek mümkündü. Hiç bir kimseyi kapılarında bekletmemişler ve kapılarından geri çevirmemişlerdi. Kendi-sine ulaşamayan fakat bir şey sormak isteyen veya bir müşkülü olana da, onu hiç kırmadan, ona en ufak bir külfet vermeden ulaşmasını bilirler, bunu da büyük bir gizlilik içinde yaparlardı ki bunların çoğu vefatlarından sonra ortaya çıkmıştır.

Birini dinlemekte, maddi ve manevi derdine çare ara-makta çok cömert olmakla beraber, fevkalade maddi sıkıntı-lar içinde olduksıkıntı-larında dahi, ihtiyaçsıkıntı-larını hiç kimseye

(18)

söyle-memişlerdi. Kimseden, kimse için de para ve diğer yardımlar hususunda aracı rolüne girmemişlerdi. Kimsenin işine, eşine, aşına, mesleğine, meşrebine, gelirine, giderine, evine barkına, vasıtasına, makamına, mansıbına, giyimine, kuşamına, varlı-ğına, yokluğuna ne karışır ve ne de özenirlerdi.

Bir keresinde Mekke-i Mükerreme’de kendisine sadaka vermek isteyen bir yabancının verdiği parayı kabul etmişler ve yakınları hayretle nedenini sorduğunda “biz o parayı alma-saydık, o kişi her sadaka verişinde ‘acaba reddedilir miyim’ diye tereddüt edecekti” buyurmuşlar, o sırada oradan geçen bir ih-tiyaç sahibine, paranın üzerine birkaç mislini de koyarak ta-sadduk etmişlerdir.

Kıskançlık ve çekememezlik sanki lügatlerinden tamamen silinmişti. “Ben falancadan ders almak istiyorum” diyene de iltifatkâr davranarak o kimseye nasıl ulaşacağını ince ince ve zevkle anlatırlardı. Daima gönüllere Allah (CC) sevgisi nak-şetmeyi gaye edindikleri, her tavırlarından anlaşılıyordu.

Hanımlara ders tarifi yapmaktan son derece çekinmiş-lerdi. Zaruret hallerinde ancak karı-kocaya, baba-kıza veya yanında muhterem validemizi bulundurarak odanın dışında oturan bir hanıma ders tarif ettiklerine rastlanmıştı. “Sen bu tarif ettiklerimizi hanımına da anlat, o da derslere devam et-sin” dedikleri de olmuştu. Hanımlara cihad olarak; kocala-rına hizmet etmeyi ve evlerine sahip çıkmayı, çocuklarını iyi bir müslüman olarak yetiştirip terbiye etmeyi, dedikodular-dan son derece uzak durarak, civarına İslam’ı yaymaya çalış-mayı tavsiye ederlerdi.

Sünnete Olan Bağlılıkları

Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri hizmetleri ve sohbetleriyle olduğu kadar yaşantısıyla da insanlara İslamî bir

(19)

19 hayatın nasıl olması gerektiğini göstermişlerdi. Muhterem Ali Ulvi Kurucu Rahmetullahi Aleyh, Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’nin kendisini en çok etkileyen yönünü “Sün-netleri ihya etmek, Peygamber gibi yaşamak... Yani hal ve hareketlerini Efendimiz (sav)’e uydurmak...” şeklinde anlatı-yordu. “Sanki Rasulullah (s.a.v)’ı görüyor da, O nasıl hare-ket ediyorsa öyle harehare-ket ediyorlardı” diyordu.

Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri, kendi üstadla-rına fevkalâde saygılı ve bağlı idiler. Kadîm dostları, üstadları-nın meclisine gittiklerinde Hoca Efendi (ks) Hazretleri’nin diz üstü oturup, baş eğip hiç ayak değiştirmeden edeple oturduk-larını anlatırlar. Bu bağlılıkla ilgili olarak, Aziz Efendi Hazret-leri (ks) 1950 senesinde aşağıdaki menkıbeyi aktarmışlardır:

“İki arkadaş vardı, bunlar Cuma namazlarını Hocaları Mustafa Feyzi (ks) Hazretleri’nin kıldığı camide kılmak ister-lerdi. O Hazret de Cuma’yı ya Beyazıt, ya da Ayasofya Camii’nde kılardı. Bu arkadaşlar Cuma vakti, önce Beyazıt Camii’ne ge-lirler, kapıdaki deri perdeyi kaldırıp içeriyi koklarlar, Hocala-rının kokusunu alırlarsa içeri girerler yoksa Ayasofya’ya gider-lerdi.” Bu iki arkadaştan birinin Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri olduğu bilinmektedir. Nitekim Rasulullah’la (sav) rabıtalı olanlara has olan bu koku, Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’nden de yakınındakiler tarafından de-faten duyulmuştur.

Gece ve sabah ibadetlerine çok riayet ederler, talebelerini de bunlara teşvik ederlerdi. Ziyaretlerine gelene sormadan ce-vabını verir, istemeden ihtiyaç sahibinin muhtaç olduğu şeyi bağışlarlardı. Gönüllere ve rüyalara Allah’ın izni ile tasarruf-ları vardı. Bereket gittikleri yere yağar; bolluk O’nunla bera-ber gezer, en ücra, en kıtlık yerlere O gelince nimet dolardı. Beraberinde seyahat edenler, tevafuklara, tecellilere, maddî

(20)

ve manevi hallere ve ikramlara gark olur, hayretlere düşerler, parmaklarını ısırırlardı.

Bütün ihvanı içinde belki de kendilerini en iyi anla-yan ve ona göre davranan da muhterem eşleri Hacı Anne-miz Hazretleri olmuştur. Günlük oturdukları mindere bir kez bile -velev ki çocuk dahi olsa- başkasını oturtmaz, Hoca Efendi (ra) hakkında fevkalade titizlenir, başkaları tarafından -çok yakın aile bireyleri de olsa- özel eşyalarının kullanımına izin vermezlerdi. Hoca Efendi Hazretlerine (ra) ve ihvana karşı cansiperane hizmeti ibadet bilirler, yaz-kış soğuk-sıcak demeden her gelene yemek hazırlarlar, kahvaltı ikram eder-lerdi. Çayın o kutlu hanede kaç kez demlendiği bilinmezdi. Bunları yaparken özellikle 1960 yıllarında her gün dışarıda maltız yakılır, yemekler orada pişer, çay orada demlenirdi. Ömürleri boyunca evlatları ve torunları tarafından muhte-rem Hacı Annemiz Hazretlerinin bir kez yattıkları, uyuduk-ları görülmemiştir. Bir kez bile olsa ‘yoruldum’, ‘bittim’ gibi bir şikâyetlerine şahit olunmamıştır. Bunları burada bir vefa örneği olsun diye arz etmeyi borç biliriz.

Şunu da kanaati acizanemiz olarak uygun bulduk ki böyle bir mürşidin arkalarında onlara hizmet ve vefada sanki bir Hatice-i Kübra validemizin 20. asırdaki ruhdaşını gördük de-mek abartılı olmasa gerektir.

Talebelerini Yetiştirme Tarzları

Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri gerçekten mil-letimize Mürşid-i Kamillik örneği göstermek üzere yetiştiril-miş gibi, faaliyetlerini ülfetin tesisi için sürdürmüşlerdi. Var gücü ile enaniyeti terke, her şeyde Allah (CC)’ın rızasını ara-yarak O’nun sevgili bir kulu olmaya, dedikodu ve gıybet

(21)

et-21 memeye, milletin birliği ve beraberliği için çalışmaya kararlı bir şekilde hiçbir nefesini boşa geçirmeden gece gündüz gay-rete soyunmuşlardı.

Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri dersini dinle-yenlere yeni bir şey anlatıyorsa, sanki kendileri de yeni öğ-renmiş gibi anlatırlar ve “bugün bir eserde yeni bir şeye rastla-dım” derlerdi. Böylece dinleyenler için tatbik hususunda geç kalınmadığını, bu yaşlarında olmalarına rağmen kendilerinin de yeni öğrendiklerini üstü kapalı olarak söylemiş olur ve bu hâl üzere talebelerini eğitirlerdi.

Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri, ele aldığı bir kimseyi terbiye edip yola getirinceye kadar büyük bir sabırla çalışırlardı. İlk zamanlarda kusurlarına müsamaha ederler, yıl-larca çalışır, yarı yolda bıkıp bırakmazlardı. “İnsanları ıslahın bir kaç lâfla ve münakaşa ile değil, hâl ile ayrıca sabır ve çalış-makla olacağını” buyurmuşlardı.

Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’nin sohbetle-rindeki buluşlara teşbihlere hayran kalmamak mümkün ol-mazdı. Çok uzun ve derin düşünürler, bir ayetin, bir hadisin üzerinde haftalarca, aylarca durup konuştukları olurdu. 1980 senesinde tedavi görmekte oldukları kum havuzunun içeri-sindeyken söylemiş oldukları şu sözler, sâlikin Allah (CC) yo-lundaki görevini harikulade bir tasvirle anlatmaktadır:

“Süluktan murad, eriştiği mertebede sineğin kanadına değ-meyen dünya ve içindeki mülevveslikten uzak olmak kaydı ile müsterih bir zevkle yaşarken, vasıl olamadığı mertebeler için işte şu kum taneleri adedince gam çekmekten ibarettir.”

Bu yolun ilme dayandığının şuuru içinde kesbî ve vehbî ilimlerde zirveye erişmişlerdi. Nitekim bir talebesine “Evla-dım, işte bu Kur’an-ı Kerim bize tam 30 yılda sure sure değil,

(22)

sayfa sayfa değil, âyet âyet değil, kelime kelime yutturuldu.” bu-yurdukları nakledilmektedir

Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri, en katı kalpli bir kimseye dahi nazar etseler veya o kimse vaaz ettikleri camiye ya da sofrasına olsun, bir kerecik getirilse, kalbi yumuşardı.

Sosyal ve Ekonomik Yaşamdaki Etkileri

Mehmed Zahid Efendi (ks) Hazretleri yalnız ‘gönüller sul-tanı’ değildi. O aynı zamanda güzel ülkemizin manevi ve maddi kalkınmasını ve güçlenerek İslam âlemine örnek olmasını iste-yen ve bunu canı gönülden teşvik eden bir dava adamı idi. Bi-reysel kazanımların bir araya getirilerek ‘toplum yararına’ yatı-rımlara dönüştürülmesini işaret ve teşvik ederlerdi.

“Bu kapının önünde cemaatin dizdiği otomobillerden rahatsız oluyorum, rahatsız oluyorum! ... Yabancı diyar-lara ekmek parası için giden işçilerin o diyardiyar-lara gitmemesi var iken buna mecbur kalınması beni üzüyor. O getirilen otomobillerin yerine atölyeler, fabrikalar kurulsa ve aç su-suz vatandaşlara iş bulunsa, hem onlar İslam diyarında ya-şama imkânı bulur, hem de biz, yabancıların kölesi olmaz-dık” buyurmuşlardı.

Birçok konuşmalarında, Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri, ekonomik yönden, özelikle de küçük sanayi ve ağır sanayide, dışarıya bağımlı olmamak için sanayileşmek gerekti-ğini dile getiriyorlardı. Türkiye’nin ekonomik bağımlılığının, kültürel bağımlılığı getireceğini misallerle izah ediyor ve bu-nun da Batı’ya tutsaklık anlamına geldiğinin şuuru ile müs-lümanların kalkınması için birleşmeyi, bir ibadet gibi algıla-malarını istiyor ve “teşebbüsler, şirketleşerek yapılırsa daha kalıcı, daha güçlü, daha heybetli ve daha güzel olur” diyorlardı.

(23)

23 Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretlerinin Türkiye’nin sorunlarına getirdikleri çözüm önerileri, sadece düşünce düzleminde kalan fikirler değildi. Meselâ millî sanayi-mizin kurulmasını gündeme getirmişler, bilâhare ince-lemelerde bulunmak üzere yurt dışına çıkmışlar ve böy-lece bir tabu gibi görünen yerli sanayinin kurulmasıyla ilgili korkuların aşılmasına yardımcı olmuşlardı. Bizzat teşvikleriyle kurulan ve zamanında Avrupa’nın en bü-yük fabrikaları olan tesisler bu bağlamda güzel, canlı bi-rer örnektir.

Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri, mevki, ma-kam ve para tutkunu olmaktan kurtarmaya çalıştığı insan-ları bir yandan da Türkiye’nin yönetimine talip olmaya yön-lendiriyorlardı. Çünkü güzel yurdumuzun ancak mevki ve makam düşkünü olmayan insanlar eliyle kalkındırılabile-ceğine inanıyorlardı.

Ahlâkıyla, yaşantısıyla, tebessümüyle, yaratılanı Yaratan’dan dolayı seven ve kucaklayan felsefesiyle gönülleri fetheden Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri, hayatın her anına ‘inancın’ hâkim olması için çalışmışlar, geriye imzalı imza-sız birçok eser bırakmışlardır. Vakıflar, dernekler, ticari ku-ruluşlar, çeşitli yayınlar, her kademeden talebeler...

Hocamız (ks) Hazretlerinin, vefatlarından bir hafta önce, hacdan dönerken Medine-i Münevvere’de yaptıkları bir konuşmadaki şu sözleri O’nun yaşam felsefesinin hem bir özeti, hem de sevenlerine bıraktığı mirasıdır:

“Ne dervişlikte, ne şeyhlikte, ne imamlıkta iş yok. İş, Al-lah (CC)’ın rızasını kazanabilmekte. İş, AlAl-lah (CC)’ ın rı-zasını kazanabilmekte... İş, Allah (CC)’a sevgili kul olabil-mekte.”

(24)

Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretlerinden Nasihatler

“Sen amellerin işlendiği ve fakat hesap sorulmadığı şu zamanda fırsat eline geçmişken değerlendirmeye bak. Amel işlemenin mümkün olmadığı, orada işlense de beş para etme-yeceği, pişmanlıklarla yerin göğün inleyeceği ve fakat hesap so-rulacağı, hesap görüleceği, dönüşü olmayan ahiret mekânına doğru gidiyorsun. Şuurlu ol, akıllı ol. Aklını güzel işler yap-makta kullanmaya bak. Büyüklerimizden ibret al. Boşa za-man geçirme ey aziz kardeş”

“İnsan dakikada ortalama 18 defa nefes alıyor. Her ne-fesinde Allah (CC)’a karşı zimmetlenmiş olur. Kalp atışları ise normal olarak dakikada 72 adettir. Şu halde sen ey kar-deş, her dakika 72 kere sana bu atışı temin eden Rabbini an-maya mecbur değil misin? Bu şuurda yaşamalısın. Bir günde 24 saat ve 1440 dakika var. Şu hale göre günde 26,000 defa ‘Allah’ diyesin ki nefeslerinin karşıtı kadar Rabbini zikretmiş olasın. Kalbinin atışlarını düşünecek olursan günde 104,000 defa Rabbini anabilmelisin. Biz öyle veliler tanıyoruz ki Rab-bimizin yeryüzünde ‘Rahmet’ olarak vazifelendirdiği peygam-berler adedinden fazla ‘Allah’ demeyi kendi nefislerine borç bilmişler, yani günde 125,000 defa Rablerini anmışlar. İşte bunların duaları sayesinde bu ülkenin pek çok yerine kâfirler girememiş, karşılarında hiçbir fiziki ve maddi güç olmama-sına rağmen, korkularından ülkeye girmelerine fırsat bula-madan def olup gitmişlerdi. Çanakkale niçin geçilemedi bir düşün. Karşılarında daima ehl-i zikrin duaları vardı. Her dua kâfirin tepesinde mermi gibi işlem görmedi mi? İşte bu zikirler seni öyle bir sevgili kul haline getirir ki 4 dakikada

(25)

25

bir derece yani takriben saatte 1700 km hızla dönen şu dö-nek dünya senin ayaklarının altında döner de sen dönmezsin aziz dostum, sen döndürülmezsin aziz kardeş. Herkes dönek olsa da gene sen dönek olamazsın. Yalan dünya içindekilerle döne döne ömrünü yitirir de sen dönmezsin! Sen dönmez-sin! Rabbinin sevgili kulu olarak şu fâni dünyada kimseye zarar vermeden ömrünü tamamlar, arkandan dualar edi-len biri olur gidersin. Allah (CC) seni ya ‘Allah’ demen veya birine ‘Allah’ dedirtmen için yarattığını hiç hatırından çı-karmamalısın. Sen böyle olmaya devam edebilsen, Rabbin senin ayağını dünyaya bastırmaya kıyamaz. Şunu hatırın-dan çıkarma ki Cenab-ı Hakk’ın gizlediği ‘İsm-i Azam’ se-nin içindedir. Bul onu çıkar. Göreyim seni. Bu Rabbimin taahhüdüdür. İsmi A’zam senin içinde olur da hiç Rabbim seni incitir mi? Senin burnunu bile kanatmayacağı gibi... ‘Ya Sâriye! İle-l Cebel!’ dediğinde 1500 km mesafeden sesini duyurur. İşte meydan!”

“İnsanlarla iyi geçinmek istiyorsan kimseyi tenkit etme! Fakir zengini, zengin fakiri tenkit etmeye kalkmasın. Halkın sevdiğini halka şikâyet etmeyin. (Halkı kandıranların halka anlatılması ise ibadettir). Kimsenin işine, gücüne karışma! Dedikodu yerlerinde bulunma! Kardeşlerinizi sık sık ziyaret ederek ‘acaba hangi hizmetinde bulunabilirim, hangi işine yarayabilirim’ düşüncesini sakın terk etmeyin. Bu düşünce, sizin muhabbetinizi artıracaktır”

Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretlerinin, 1980’deki son haclarında Mekke-i Mükerreme’de bir ‘veda hitabeti’ niteliği taşıyan şu konuşması çok manidardır:

“Buralarda bin sevap işleniyor. Bir taraftan da bin gü-nah işleniyor. Hâlbuki bir anlık cihad kırk hacdan efdaldir.

(26)

Bir anlık nefis ile mücahede (büyük cihad) ise seksen nafile hacdan efdâldır. Büyük cihad ise ancak halvetlerle olur. ‘Al-lah’ demekten daha büyük ibadet mi olur? Halvette her ne-feste ‘Allah’ deme alışkanlığı edinirsin. Halvet cami, mescid gibi yerlerde olduğu gibi evde de olur. Buralara gelmek yerine yılda üç defa, yani Ramazanın son on gününde, Zilhicce’nin arife günü dâhil on gününde, Muharrem’in ilk on gününde halvet usullerine uygun olarak bir yerde geçirmenizi, orada ne yapacağınızı da Gümüşhaneli Ahmed Ziyâüddin Efendi Hazretleri’nin (ra) eserlerini okuyarak öğrenmenizi tavsiye ediyorum. Bir daha toplu olarak buralara gelemeyiz. Toplu olarak da bulunacağımızı zannetmiyorum. Ne dervişlikte ne imamlıkta, ne şeyhlikte iş yok, iş Allah (CC)’ın rızasını ka-zanabilmekte, iş Allah (CC)’ın sevgili kulu olabilmekte. Al-lah (CC)’ın rızası ise devamlı günahlardan kaçarak ve iba-detlerle öğrenilir. Çok bilmek hüner değil. Her ilmin üstünde ilim vardır. Çok paranın da hesabı çoktur. Kuvvete sahip ol-mak da hüner değil, hüner o kuvveti, o ilmi, o parayı Allah (CC)’ın emrinde kullanabilmektedir.

İlim, edeb ve takvayı beraber yürütün. Gönlünüze şey-tanı sokmamaya çalışın, çıkarması çok zordur. Gümüşhanevi (ks) Hazretleri, günahları ihtiva eden kitaplarını -Necatü’l Gâfilîn’i- her salike 1000 defa okuturlardı. Siz de okuyun. Buralara farz hac için veya başka maksatla gelinecekse, cep-lerinizi iyice doldurarak gelin. Sakın kimseye sığınmayın. Onun bunun yardımı ile hac etmeye kalkmayın. Yerlerde sü-rünür gibi hac yapmayın. İbadetiniz bitince de hemen mem-leketinize dönün.”

(27)

27

Evrad-ı Şerif’in İnşası

Aziz Kardeşlerim!

Bu güne kadar pek çok dua kitapları yayınlanmıştır. Abdûlkadîr Geylâni, Ahmed Rufâi, Hasan-ı Şazeli, Mu-hammed Bahaüddin Nakşibendî Hazretleri gibi daha nice bü-yüklerin tertip ettikleri günlük, haftalık evrâd kitapları inceden inceye tetkik edilerek şu an evlerde, mescitlerde takip edilmekte olan ‘evrad-ı şerîf’ meydana gelmiştir. Bu tarzdaki yedi günlük evrâdı bir daha meydana getirmek imkânsızdır. Bu Kur’an ev-radına ilaveten; Buhari, Tirmizi, Cami’us-sagir, Ramuz ve di-ğer hadis kitaplarındaki Peygamber Efendimiz (sav)’in mübarek dudaklarından dile gelmiş zikir ve dualarla üstad-ı muhteremi-miz Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi (ks)’nin tertip ve bizlere emanet ettikleri iki binden fazla sayfalık üç kitaptan seçme dua ve zikirler alınmıştır. Dikkat etmelisin ki senin oradan buradan duyarak biçimlendirdiğin dualar bunların yerini tutmaz. Sen bu evraddaki duaları usulüne uyarak oku. Cenab-ı Hak muh-taç olduğun ve olacağın her şeyi bilir. Onları dilediği zaman sana ihsan eder. Her kim ki bu evradı salih bir niyetle, ihlâsla okusa, Allah (CC)’ın izni ile muradına kavuşur. Bu evrad-ı şe-rifi günü gününe ve Allah (CC)’dan ümidini kesmeden sürekli olarak okumaya devam etmelisin. Niyetinin halis ve saf olma-sına dikkat et. Allah (CC), canı gönülden okuyacağınız evrad-ı şerifin feyiz ve bereketini sizden ve bizden eksik etmesin.

Bu evrad-ı şerif ile beraber; Allah (CC) bizlere müslüman olarak yaşamayı, müslüman olarak ölmeyi sonsuza kadar cen-nette sâdât efendilerimiz ile beraber kalmayı nasib etsin.

(28)

Üstadımız Mehmed Zahid Efendi (ks) Hazretleri, tertib ettiği bu muazzam eser olan ‘Evrad-ı Şerif’ ile bir kimsenin ilaveten hangi namazları kılacağını, namazlardan sonra hangi sureleri okuyacağını, hangi zikirleri yapacağını, rabıta çeşit-lerini anlatmıştır. Kendisi, kimsenin bir kelime dahi ekleye-meyeceği zarafette, sanki ‘Halidiyye’ ye merbut yepyeni bir ‘Zahidiyye’ nin karkasını teşkil edercesine, efradını cami, ağ-yarını mani olan bu ‘Evrad-ı Şerif’ i inşa etmişlerdi.

(29)

29

Mehmed Zahid Kotku (ks) Hazretlerinin Altın Silsile-i Şerifleri

Silsile-i Zeheb

1. Başımızın tacı, gönüllerimizin tabibi, dünya ve ahiret şefa-atçimiz, hidayetimizin, gözlerimizin ve letâifimizin nuru, yaratılmışların en üstünü:

Seyyid-i Kainat Hz. Muhammed Mustafa (sas) Sıddıkiyye

2. Peygamber Efendimiz (sav)’in en sadık ve mağara arka-daşı, ashabın en üstünü, Sıddıkıyye’nin kurucusu:

Hz. Ebubekir Sıddık (ra)

3. Peygamber Efendimiz (sav)’in kendi ailesine severek dâhil ettiği:

Hz. Selman el-Farisi (ra)

4. İmamların imamı:

Hz. Kasım İbn-i Muhammed (ra)

5. İmamların rehberi:

Hz. Cafer-i Sadık (ra) Tayfuriyye 6. Kutupların kutbu: Hz. Beyazid el-Bestami (ks) 7. Evliyalar kutbu: Hz. Ebu’l-Haseni’l-Harakani (ks) Haceganiyye 8. Kutupların kutbu:

(30)

9. Kutupların kutbu: Hz. Yusuf el-Hemedani (ks) 10. Kutupların kutbu: Hz. Abdülhalık el-Gûcdüvani (ks) 11. Evliyanın kutbu: Hz. Arif er-Rivgeri (ks) 12. Evliyanın kutbu:

Hz. Mahmud İncir el-Fağnevi (ks)

13. Evliyanın kutbu:

Hz. Ali Ramiteni (ks)

14. Evliyanın kutbu:

Hz. Muhammed Baba es-Semmasi (ks)

15. Evliyanın kutbu:

Hz. Emir Külâl (ks) Nakşibendiyye

16. İmamların imamı, kutupların kutbu, Silsile-i Zeheb’in sürekli düzenleyicisi, Abdülhalık el-Gûcdüvani’nin kabri şeriflerinden tarikatın bütün boyutlarını ve özel-likle ‘hâfî’ zikrinin inceözel-liklerini tahsil eden, sürekli fe-yiz ve nur kaynağı

Hz. Şah-ı Nakşbend Muhammed Bahaüddin Üveysi el-Buhari (ks)

17. Nakşibend Hazretleri’nin damadı şerifi ve evliyanın kutbu

Hz. Alâeddin Attâr (ks)

18. Evliyanın kutbu:

(31)

31 19. Evliyanın kutbu: Hz. Ubeydullah Ahrâr (ks) 20. Evliyanın kutbu: Hz. Muhammed Zahid (ks) 21. Evliyanın kutbu: Hz. Muhammed Derviş (ks) 22. Evliyanın kutbu: Hz. Hacegi el-Emkenegi (ks) 23. Evliyanın kutbu: Hz. Muhammed Baki (ks) Müceddidiyye

24. İkinci bin yıl yenileyicisi, evliyanın kutbu, tarikatı şeriat-tan her boyutu ile ayırmadan; yeniden ırk, dil, coğrafi tüm farklılıkları İslam’a endeksleyerek projelendiren:

Hz. İmam Rabbani Müceddid-i Elf-i Sani Ahmed Fa-ruk es-Serhendi (ks)

25. İmam-ı Rabbani’ nin oğlu, evliyanın kutbu, urvetü’l- vüska:

Hz. Muhammed Masum (ks)

26. Evliyanın kutbu:

Hz. Şeyh Seyfüddin (ks)

27. Evliyanın kutbu:

Hz. Seyyid Nur Muhammed el-Bedvâni (ks)

28. Evliyanın kutbu:

Hz. Şemsüddin Cân-ı Cânân Mazhar (ks)

29. Evliyanın kutbu:

(32)

Halidiyye

30. Evliyanın kutbu, açık ve gizli ilimlerde iki kanat sahibi, efendimiz, rabıta şeyhimiz, hâfî zikirlerin tümünü yeni-den tanzim eyeni-den:

Hz. Mevlânâ Ziyâüddin Halid el-Bağdadi (ks)

31. Mevlânâ Ziyâüddin Halid el-Bağdadi’nin özel olarak ye-tiştirdiği, tarikatların efendisi, kutupların kutbu:

Hz. Ahmed İbn-i Süleyman Halid Hasen eş-Şami (ks) Ziyaiyye

32. Evliyanın ve ariflerin kutbu, yardımcısı ve ellerinden tutanı, kendisine ulaşanların, kendisinden ne zaman olursa olsun yardım bekleyenlerin rehberi, yol gösteri-cisi, Rahmân’ın ahlâkı ile teçhiz edilmiş, Kur’an’ın ter-biye ettiği, Rasulullah’ın sünnetini ve yolunu yaşayan ve gösteren, ilim ve irfan kaynağı her türlü olgunluğa, ke-malin zirvesine yerleştirilmiş ve genellikle ‘Büyük Şeyh Efendi’ diye anılan:

Hz. Ahmed Ziyâeddin el-Gümüşhanevi (ks)

33. Büyük Şeyh Efendiden (ks) özel olarak rehberlik eğitimi ile teçhiz edilmiş, Silsile-i Zeheb’de Allah (CC)’a dayan-manın, yönelmenin istikametinden zerre miktar sapma-yan, tüm evliyanın, ariflerin, âlimlerin kutbu olmasını bilen:

Hz. Hasan Hilmi el-Kastamoni (ks)

34. Büyük Şeyh Efendiden (ks) özel olarak rehberlik eğitimi ile teçhiz edilmiş, evliya ve ariflerin kutbu, gizli ve açık ilimlerin iki kanadı:

(33)

33 35. Büyük şeyh Efendiden (ks) özel olarak rehberlik eğitimi ile

teçhiz edilmiş, evliyanın, ariflerin, âlimlerden tarikata mu-habbet besleyenlerin kutbu, arif yetiştirmekte Büyük Şeyh Efendiye en yakın hizmetkâr, Kur’an, Hadis hafızı:

Hz. Ömer Ziyâüddin ed-Dağıstani (ks)

36. Büyük şeyh Efendiden özel olarak rehberlik eğitimi ile teçhiz edilmiş bulunan, evliyanın, ariflerin, kemali olan-ların ve silsileye muhabbet besleyenlerin kutbu:

Hz. Mustafa Feyzi İbn-i Emrullah et-Tekfurdaği (ks)

37. Mustafa Feyzi Hazretleri’nden çok özel eğitimle feyiz yol-larını öğrenen, kutubların, ariflerin kutbu:

Hz. Hasib es-Serezi (ks)

(Vefatı: 15/05/1949)

38. Mustafa Feyzi Hazretleri’nden çok özel eğitim gören ku-tupların, ariflerin, kemal sahiplerinin kutbu ve yol gös-tericisi

Hz. Abdülaziz el-Kazani (ks)

(Vefatı: 02/11/1952)

Zahidiyye

39. Mustafa Feyzi Hazretleri tarafından çok özel bir eğitimle yetiştirilmiş olan, Kur’an ve Hadis hafızı olmakla bera-ber, Seyyidliğini gizleyebilen, kutubların, ariflerin, hoca-ların, kemâl sahiplerinin kutbu, silsileye muhabbet besle-yenlerin yol göstericisi, zikri ve rabıtaları ve hatta Hatmi Hace’yi çok basitleştirerek tasavvufta ilerlemek isteyenle-rin ayırt etmeden elinden tutanı, yardıma ihtiyacı olana Allah (CC)’a borç verir gibi koşanı

Hz. Mehmed Zahid İbn-i İbrahim el-Bursevi (ks)

(34)

Silsile-i Zeheb’de bulunanların bariz vasıfları nasıldı?

Onlar Allah ve Rasulüne ve silsiledeki büyüklerine say-gılı, anlayışı yüksek, kavrayışı eşsiz kimselerdi. Kalplerinden dünya sevgisi çıktıktan sonra, Letâiflerindeki tüm kirlilikler tevfik nurlarının süpürgesi ile temizlenmişti. Onlar; mürid-likten, arifliğe, ebrarlığa, zâhidliğe, sahib-i ahvâle çok süratle gelmiş kimselerdi. Onlar erbain fırınlarında, istiğfar ateşinde tevfik alevi ile hidayet sıcaklığında sırat-ı müstakim mayasıyla pişirilmiş kimselerdi. Onlar yal dervişini, kal dervişini kolla-rının arasında muhabbet ateşinde pişirip hâl dervişine dön-dürmek için çalışır Allah dostları ile.

Ebûbekir (ra) buyurdular ki:

− Ölümü her an hatırlayalım.

− Allah ve Rasulünün sakınılmasını emrettiklerine yak-laşmayalım.

− Dünyada, nefislerimizi Rabbimizin rehin aldığı şu-uru içinde olalım.

− Ecellerimiz gelmeden, dünyada ahiret için yarışalım.

Selman (ra) buyurdular ki:

Selman (ra)’ın son nefesine yakın bir halde ellerini yü-züne kapayıp hıçkırıklar içinde ağlarken Sâd bin Ebi Vakkas (ra) ziyaretine gelmiş ve niçin bu kadar ağlıyorsun? demişti. Selman (ra) da:

− Rasulullah’ın huzuruna giderken nasıl ağlamayayım. Vasiyetini tutamamış bir ümmet olarak utanıyorum. O Rasul bana buyurmuştu ki: “Sizin dünyadaki azığınız, binek bir hayvanın üstünde yolculuk et-mekte olanın yanındaki azığı kadar olmalıdır”

Ben ağlamayayım da kim ağlasın be kardeşim diye cevap verdiler.

(35)

35

Cafer-i Sadık (ra) buyurdular ki:

− Yaratılmayanın peşine düşüp de harap olmayalım. Onun peşine düşersen yorulursun fakat gene de ona kavuşamazsın.

− Ya Şeyh, Rabbimizin yaratmadığı nedir? − Dünyada müslüman için rahatlıktır.

Gel şu yaratılmayan rahatlığın peşine takılmayalım.

Abdulhalık el-Gûcdüvani (ra) buyurdular ki:

− İnsanların hor görmesini, rağbet ve teveccühüne ter-cih edelim.

− Dünyaya aldanmayıp, ölüme hazırlıklı olalım. − Ahiret ilmini dünya bilimine, ahireti tümü ile

dün-yaya tercih edelim.

− Allah’ın rızka kefil olduğunu hiç hatırdan çıkarma-yalım.

− Çok gülerek kalbi öldürmeyelim.

− Allah’tan gayri hiçbir şeyden ve kimseden korkmayalım.

Şahı Nakşibend (ra) buyurdular ki:

− Dünyanın şöhretinden, izzetinden ilişiğimizi keselim. − Halkın itibarından ve vereceği mertebelerden

vazge-çelim.

− Başkalarının müptelâ olduğu dünyalığın bizden uzak-laşmasından dolayı Rabbimize şükrü artıralım. − Bize verilmeyeceğini bildiğimiz bir şeye karşı hür

ol-duğumuzu, verilmesini çok istediğimiz şeyin ise kö-lesi olduğumuzu hiç hatırımızdan çıkarmayalım. − Bu yolda vücud perdesinden daha büyük ve daha

(36)

− Kendi can ve cismimize karşı muhabbeti silelim. − Dünyayı ebedî hayatın saadetine vesile kılmak,

ahi-retin tarlası haline getirmek suretiyle yaşanmaya de-ğer ömür geçirmek mümkündür.

− Amellerimizde sürekli azîmeti seçelim.

− Farz ve sünnetlere, nafilelere bütün gücümüzle sarı-lalım.

İmamı Rabbânî (ra) buyurdular ki:

− Allah’a karşı yalvarıcı, kalbi kırık ve O’na her an sı-ğınıcı olalım.

− Nefsimize büyüklük ve üstünlük pâyesi vermeyelim. − Dünya sevgisi bütün hataların başıdır. Dünya

adam-larından, onlarla sohbetten uzak duralım.

− Gıybetten, kötü zandan, kendi nefsine başkasının kötü zan beslemesinden olabildiğince uzak duralım. − Günah ve mekruhlardan göze gelen simsiyah şualar

seninle Rabbinin arasını açar. O halde gözü haram ve mekruhların her türlüsünden koruyunuz.

− Dünyayı ebedî hayatın saadetine vesile kılmak, ahi-retin tarlası haline getirmek suretiyle yaşanmaya de-ğer yapıya kavuşturmak mümkündür.

Mevlâna Halid (ra) buyurdular ki:

− Dünyada ömür sürerken ölümü, ahiret hallerini ve bunların gerçek sahibini hep hatırda tutalım.

− Allah’ın hoşnut olduğu evliyanın kalplerinde yer edenler büyük devlete konmuştur.

− Bedeni beslemeye çalışandan, makam ve mevki sa-hibi olmak isteyenden, bidat sahiplerinden, gösterişe kapılanlardan mümkün mertebe uzakta bulunalım.

(37)

37 − Fıkıh ve ilm-i sahih ile sürekli ilgilenelim.

− Başkasına hiçbir şekilde yük olmayalım.

Gümüşhaneli Ahmed Ziyaeddin (ra) buyurdular ki:

− İhlâs ile islâh etmek dünya sevgisinin terkine bağlıdır. − İsraftan ve israf edenlerden uzak duralım.

− Yüksek ve görkemli binalara, insanların özendiği bi-neklere, aşırı her türlü ziynete itibar etmeyiniz. − Diyarı küffara ait kefere sözlere, kaplara, giyim

ku-şama, yiyeceklere, ev eşyalarına özenmeyelim. − Âlim ve ebeveynden gayrisinin elini öpmeyelim.

Kim-seye boyun eğmeyelim. İhtiyacımızı kimseden talep etmeyelim.

Mehmed Zahid (ks) buyurdular ki:

− İdarecilikte şu üç hususa dikkat edelim: • Daima adaletle muamele ediniz.

• Müşavirleri Allah’a itaat edenlerin arasından se-çiniz.

• Emaneti, Allah ve Rasulüne itaat edenler arasından ehillerine veriniz.

− Allah’a kulluktan alıkoyan her şey dünyadır.

− Dünyayı sevmek demek, zevk ve sefa âlemlerine da-larak müptelâ olmak demektir.

− Büyüklerimiz dünyada süs, saltanat, her türlü ziynet eşyalarının hiçbirine iltifat etmemişlerdir.

− Dünyanın aldatıcı cazibelerine kapılıp da güzel amel-lerden, ibadet ve taatten mahrum bir şekilde yaşa-maktan şu aciz canımızı korumalıyız.

(38)

• Merhamet sahibi olmalısın. • Selâmet-i sadır sahibi olmalısın. • Sehaveti- nefis sahibi olmalısın. − Def-i mefâsid, celb-i menâfiden evlâdır.

− Bir kimsenin mülkünde O’nun izni olmaksızın tasar-ruf etmek caiz olmadığına göre ve “mülk Allah’ındır” diyorsak, O’nun mülkünde O’na isyan ederek, O’na itaat etmeyerek yaşamak hiç mi hiç caiz değildir. − Silsile-i Zeheb’dekiler;

• Rabıta çeşitleri • Gizli zikir çeşitleri • İlmî sohbetler ve irşadlar

• İlmî risaleler, ilmi kitaplar ve evrâd ile çalışma-larını sürdürdüler.

Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’nin derecâtını ulyâ eyleyip, biz aciz-ü nâcizleri de füyûzat ve şefaatından feyizyab-u nasibdâr bu-yursun...

Âmin, bihürmeti Seyyidil-Mürselîn ve alihî ve sahbihî ve men tebiahüm biihsânin ilâ yevmid-dîn, vel-hamdü lillâhi rabbil-àlemîn.

(39)

Cenâb-ı Hakk cümlemizi fadl u keremiyle ve lutf u ınâyetiyle cennetlik kullarından eylesin. Âmin. Bu da ancak ve ancak Hakk Sübhânehü ve Teâlâ’nın Mü’min, müvahhid, Müslüman kullarına bir bahşişidir. Bizler Allah (c.c.)’a şükür, iman ve İslam’la müşerref isek de nefsin, şehvetin, şeytanın, münafıkların ve kâfirlerin elinden kurtulup da, o canım cen-neti kazanmak mümkün olamaz. Olsa olsa Cenâb-ı Hakk’ın lutf ve ihsanıyla olur. Bizler her ne kadar günahkâr da olsak, imanımız da her ne kadar zayıf da olsa Ebû Zerr (R.A.) haz-retlerinin rivayet etmiş olduğu tebşîrat-ı Peygamberîde bil-dirildiği gibi, şirk koşmayan kimselerin cennete –velev ki bir müddet cehennemi gördükten sonra da olsa- yine cen-nete gireceği, Müslim hadisi ile beyan buyrulmuş olmakla, Cenab-ı Hakk’dan hiçbir vechile ümîdimizi kesmemekteyiz. Yine inşallah bu ümidlerimizle de, kendi istihkakımız ola-rak değil de, Hakk Sübhanehü ve Teâlâ’nın lütfu olaola-rak cen-neti ümid ederiz.

(40)

ƆçƆÝŽĘƆÒ Ɔź ŽĪƆÒ ƇÚ ŽóƈĨƇÒ ƆğƈÖ ƇĢijƇĝƆĻƆĘ ƄïƪĩƆéƇĨ ƇĢijƇĜƆÓƆĘ ƆÛŽĬƆÒ ŽīƆĨ

ƆğƆĥŽ×ƆĜ ƅïƆèƆ ƈź

(41)

ƇĪƈôÓƆíŽĤÒ

ƇĢijƇĝƆĻƆĘ

ƇçƈÝƆę ŽøÓƆĘ

ƈÙƆĩſĻƈĝŽĤÒ

ƆĦ ŽijƆĺ

ƈÙƪĭƆåŽĤÒ

ƆÔÓƆÖ

ĵƈÜſÒ

ƆçƆÝŽĘƆÒ

Ɔź

ŽĪƆÒ

ƇÚ ŽóƈĨƇÒ

ƆğƈÖ

ƇĢijƇĝƆĻƆĘ

ƄïƪĩƆéƇĨ

ƇĢijƇĜƆÓƆĘ

ƆÛŽĬƆÒ

ŽīƆĨ

ƆğƆĥŽ×ƆĜ

ƅïƆèƆ ƈź

Lügatler:

Eti: İleride, istikbalde gelmek, y; mütekellim zamiri olup, yâni âhirette ben gelirim, bab; kapı demektir

el-cenne: Ma’lûm olan âhiretteki Müminler için hazırlanmış olan mükâfat evi ki; öyle güzel yeri ne gözler görmüştür, ne de kulaklar işitmiştir, ne de insanların hatırlarına ge-lebilmiştir. O kadar müstesna güzellikleri havi olan cen-net kapısına gelirim.

Yevm: Gün. Kıyamette ve âhirette görülecek olan hesap günü.

“ f ” takip edatıdır.

İstefteha: İstif’âl babından. Aslı fetihtir. Talep mânâsı mev-cuttur. Yâni; kapının açılmasını talep ederim. İkinci f de manasız olup, feyekûlu kâle fiilinin fi’l-i muzaridir. Ha-zin; Cennet bekçisinin ismidir. O da der ki:

Men ente: Sen kimsin?

Feekûlü: Ben de derim ki, Muhammed (s.a.v.), Ben ahir za-man Peygamberi Muhammed (Aleyhisselâm).

(42)

O zaman melek der ki:

Ben de senden evvel kimseye açmamak üzere emrolunmuş-tum.

Ma’lûmdur ki; Peygamberimiz (S.A.V.) âhir zaman Pey-gamberidir. Peygamberlerin sonuncusudur. Halbûki ilk halk olunan ruh da, Peygamber (S.A.V.)’in ruhudur. Hikmet-i ilâhiye iktizâsı peygamberlerin evveli Âdem (Aleyhisselâm)’dır. Ebu’l-beşer tesmiye olunmuştur. Bütün insanların babası me-sabesindedir. Bütün insanlar da O’ndan türemiştir. Havva va-lidemizle Arafat’ta buluşmuşlar ve Kâbe-i Muazzama’yı, me-lekler inşâ ettikten sonra ve yine meme-lekler vâsıtası ile yerlerini tespit edip, ilk inşâ eden Âdem (Aleyhisselâm)’dır.

İkinci Ebu’l-beşer Nûh (Aleyhisselâm)’dır. Tufandan sonra ikinci hayat Nûh (Aleyhisselâm)’dan sonra başlamıştır. İbra-him (Aleyhisselâm)’ı da bütün dindarlar, O’nu peygamberle-rin dedesi olarak tanımışlardır. Kendi kendini seksen yaşında iken ilk sünnet eden İbrahim (Aleyhisselâm)’dır. Putları kırıp Allahü Teâlâ’yı tanıtan ve Nemrut tarafından ateşe atıldığı halde yanmayan ve bu vesile ile de bir anda Allahü Teâlâ’yı halka tanıtıp, Nemrut’un yanlış yolundan kurtarandır. Nem-rut, İbrahim (Aleyhisselâm)’ın ateşte yanmadığını görünce:

“Senin Allah (c.c.)’ına yüzlerce kurban keseceğim” deyince; İb-rahim (Aleyhisselâm) da: “Binlerce kurban kessen, iman olma-dıkça Allahü Teâlâ bunların hiç birisini kabul etmez” demişti. En evvel imanı iyi öğrenmeli, Allahü Teâlâ’ya Müslümanla-rın inandıkları gibi inanmadıkça hiçbir hayır ve ameli ka-bul olunmaz. Onun için en evvel imanı iyi öğrenip Allahü Teâlânın varlığını, birliğini bütün esması ile birlikte sıfat-ı za-tiye ve sübûza-tiyesine tam bir ihlâs ile iman ettikten sonra, emir

(43)

43 buyurduklarını yapmağa çalışmak ve yapma dedikleri yasak ve günah ve haram olan her şeyden son derece sakınmakla iman tekemmül eder. İnsan da beşeriyete yararlı ve vaat olu-nan cennete de namzet olur. İşte o cennet ki, oraya ilk giren Peygamber bizim Peygamberimiz (S.A.V.) olacağı gibi, ilk gi-ren ümmet de yine Peygamberimizin (S.A.V.) ümmeti olan Müslüman ve Müminler olacaktır. Mûsâ (A.S.) Tevrat’ın sa-hibi, İsâ (A.S.) İncil’in sahibi. Mûsâ (A.S.) akan suları Allahü Teâlâ’nın izniyle durdurup sudan hâli olan yerden ordusu ile geçmiş, Fir’avun da o suda ordusu ile boğulup helak olmuş-tur. İsâ (A.S.) ise; ölüleri dirilten bir peygamber olduğu halde, cennete ilk girmek şeref ve devleti yine son Peygamber Mu-hammed Mustafa (S.A.V.)’e nasip olacaktır. İşte biz bu ahir zaman peygamberi (s.a.v.)’nin ümmetiyiz. O’nun yolunda ve izindeyiz. Dünya ve âhiretin bütün saadet ve selâmetleri de, bu Peygamber-i ahir zamana iman ile beraber olacaktır. O’nun yolunda canını, başını, varını, yoğunu O’na feda ede-rek “Fedake ebî ve ümmî ya Resülâllah” diyebilmektir. Yani;

“Anam babam sana feda olsun”. Cenab-ı Feyyaz-ı mutlak Hazretleri, Cümle ümmet-i Muhammedi Cenâb-ı Peygam-ber (s.av.)’in getirdiği (inzal olunan) Kur’an-ı Kerim’in yolun-dan ve Peygamber(s.a.v.)’in de sünnetinden, yani, yolunyolun-dan ayırmasın, âmin. Bi hürmeti seyyidil mürselin salevatullahi ve selâmuhu aleyhi ve aleyhim ecmain.

O cennet ki; Kur’an-ı Azimüşşan’ın hemen her suresinde ayrı ayrı vasıfları ile nimetlerinin daimi olması ile ve hem de her istenilen ve hatta gönülden geçirilen her şeyin hemen ve dakikasında ve hatta saniyesinden daha az zamanda yanında bulunduğu gibi, her keder, hüzün ve gamdan azade bütün rahatsızlıklardan azade ve emin olunduğu Cennetin en

(44)

gü-zel hurileri ile ki, insanı katiyen rahatsız edip incitmezler ve kızları daima baki olup kocamazlar, erkekler de kezalik ko-camaz ve ihtiyarlamaz ve yorulmaz ve takatsizlik gibi hiçbir şey olmaz. Cennet hakkında şu yazdığım ayetlerin tefsirini de sen bir zahmet Türkçe tefsirlerden oku ve bunlarla mest ol. Fakat dünyadaki cennetlere girmeyen zavallıların hâli ne olacak, bilemem.

Bursalı İsmail Hakkı Hazretleri der ki: “Cennet ikidir. Birisi dünyada, birisi de âhirettedir. Dünyadaki cennet irfan meclisleridir. Bu irfan meclislerinden nasip alamayan zavallı-lar, acaba âhirette hangi cennete gireceklerdir? Dünyada cen-net bahçelerine uğradığınız vakit, onun meyvelerinden istifâde edin”, fermanına karşı: “O cennet bahçesi neresidir ve nerededir?” demişler. Cevaben; “Cennet bahçelerinin zikir meclisleri” olduğu bildirilmiştir. Binaenaleyh gizli ve aşikâr rast geldiğimiz yerde, hemen bizler de iştirak edip onlara il-tihak edelim. Zikir meclisleri Kur’an okumak veya dinlemek ve vaaz u nasihat dinlemek ve söylemek, tesbih çekmek ve tevhid çekmek, Allah (c.c.) demek, tefekkür etmek, derslere çalışmak, hatta âlet kitaplarını (arapça öğreten kitaplar) oku-mak ki; Kur’an ve hadislerin manaları ancak böyle anlaşılır. Hadis-i şeriflerin mütalâası, hepsi zikir meclisi demektir.

Hemen, Allahü Teâlâ cümlemizi, dünya ve ahirette men-faat veren ilimler ve kendisinden havf ve haşyette olanların ilminden ve gönüllerimize mârifetullah tohumlarını ekmek suretiyle kendisini lâyık-ı veçhile bilmek ve ona göre hareket edebilmek şeref ve devletine nail buyursun, âmin.

Eğer Kur’an-ı Azimüşşan’ı okuyabiliyorsanız, oradaki

Cennet ayetlerinin manalarına bakınız. Yüzlerce ayet-i ke-rime cenneti ne güzel anlatmaktadır. Akıl ve fikrin

(45)

bilme-45 diği en güzel vasıflar ve nimetler hep bu insana Müslüman-lık nimetinin mükâfatı olarak hazırlanmış, saadet ve selâmet evindedir. Amma dünyadaki gibi değil; dertsiz meşakkatsiz, gam ve kederden hâli çalışma, yorulma, para kazanamamak, ev kirası, borç, düşünce, yeis, hüzün hiç birisi yok. Bunların yerine her gün, hatta her saat, hatta her dakika ayrı bir zevk, ayrı bir neşe, ayrı bir sürür, gayet de güzel ve pek nadide, her zaman kızlıkları baki, insan baktıkça hayran olduğu cennet hurileri, kendilerine doyum olmayan o bakire kızlar istediği-niz kadar her zaman emirleriistediği-nize amade; üzmezler, kırmazlar, söz dinlememek yapmazlar. Eğer bir evlât isterseniz hemen saatinde evlât olur ve hemen büyür, kucağınıza atılır. Aziz kardeş, sen cenneti ne sanıyorsun, bak, orada cennet ehli-nin en ufak bir derecesine nail olabilen kimseye tam 80.000 hizmetkâr, verilecek. Ayrıca 72 cennet hatunları, hurileri ve-rilecek. Evleri öyle bizim evler gibi taştan, topraktan, çimen-todan, demirden değil. İncilerin en güzelleri, zeberced deni-len çok pahalı ve kıymetli taşlardan ve bir de yakut denideni-len o kıymetli cevahirden yapılmış, o yakutun bir parçası, bizim Dolmabahçe’sindeki müzede pek müstesna bir yerde ve po-lislerin nezareti altında camekânlar içerisinde gösterilmekte-dir. İşte o kıymetli cevahirden yapılan cennet evleri bizler için hazırlanmış olmakla, orada asıl olan Cemal-i İlâhiye’nin mü-şahede olunacağı bir mekân-ı mahsus olup ziyafet-i ilahiye-ler de burada olacaktır. Cennetin cennetliği paha biçilmez bir durumdadır. Cenab-ı Hak cümlemizi fazl u keremiyle ve lütf ü inâyetiyle cennetlik kullarından eylesin, âmin.

Bu da ancak ve ancak Hakk (Sübhanehu ve Teâlâ)’nın Mümin, muvahhit, Müslüman kullarına bir bahşişidir. Biz-ler - lehü’lhamd - iman ve İslâm’la müşerref isek de, nefsin,

(46)

şehvetin, şeytânın, münafıkların, kâfirlerin elinden kurtulup da, o canım cenneti kazanmak mümkün olamaz. Olsa olsa Cenab-ı Hakk’ın lütuf ve ihsanıyla olur. Bizler her ne ka-dar günahkâr da olsak, yine her ne kaka-dar imanımız da zayıf ise, Ebûzer (r.a.) hazretlerinin rivayet etmiş olduğu tebşirât-ı Peygamberîde, bildirildiği gibi şirk koşmayan kimselerin cen-netime – velev ki bir müddet cehennemi gördükten sonra da olsa – yine cennete gireceği, Müslim hadisi ile beyan buy-rulmuş olmakla, Cenab-ı Hakk’tan hiç bir veçhile ümidimizi kesmemekteyiz. Yine, inşallah bu ümitlerimizle de kendi is-tihkakımız olarak değil de Hak Sübhanehû ve Teâlâ’nın lutfu olarak Cennat-ü Âliyat’ını ve hem de Cennet-i Firdevs’i ümit ederiz. Cennet denilince, görmediğimiz, bilmediğimiz bir şeyi tarif etmek elbette kolay bir şey değildir.

Şimdi iyi oku, bak, cennette bir memba’ vardır. Başı bir-dir. Fakat dört kola ayrılır. Her birisinin tadı, kokusu, lez-zeti ayrıdır. Bu nasıl olur dersen, ben derim ki, işte Cennet böyle olur. Hakk’ın kudretinin tecellisine akıl erdirmek hiç mümkün olur mu?

Bunun birisinin; tadına doyum olmaz, gayet saf, berrak, tertemiz hiç mikrobu olmayan pek güzel bir su.

İkincisi de; en güzel kardan ak, katıksız yağlı bir süt de-resi. Şarıl şarıl akmakta. Herkesi mest etmekte. İçebildiğin kadar iç, dokunmaz. Karnını şişirmez. Tadı damağından git-mez, tükenmez. Hem de üstelik bedava, parasız, istediğin so-ğukluktadır.

Üçüncüsü ise; insanları hiçbir zaman sarhoş etmez, akıl-ları gitmez içtikçe içeceği gelir. Zevk üstüne zevk, neşe üstüne neşe.

Ƈ ƩųÒ Ɔĵƈ× ŽùƆè ƈòÓƪĭĤÒ ĵƈĘ ƆĵƈĝŽĤƇÒ ƆīĻ ƈè ƇħĻƈİÒƆóŽÖƈÒ ƈįƈÖ ƆħƪĥƆġƆÜ ÓƆĨ Ƈó ƈìſÒ

ƇģĻƈĠ ƆijŽĤÒ ƆħŽđƈĬƆIJ

(47)

47 Dördüncüsü de; bal nehridir. Arısız, her içişte ayrı tat. İçebildiğin kadar iç. Yiyebildiğin kadar ye. Her çeşit meyve de önünde hazır. Koparır koparmaz orada bir yenisi daha bi-ter. Her lokmada ayrı bir tat. İşte cennetin güzelliklerinden birkaçı. Bunlar, cehennemin o ateşi, zakkumu, kaynar suları, irinleri, mikropları, yılanları, çıyanları ile mukayese olunabilir mi? Ehl-i cennet cenette daimi bir sürurda; ehl-i cehennem de daimi bir azap ve işkencede.

Tevekkül

İbrahim (Aleyhisselâm)’ın ateşe atıldığı zaman son söyle-diği söz;

Ƈ ƩųÒ

Ɔĵƈ× Žù Ɔè

ƈòÓƪĭĤÒ

ĵƈĘ

Ɔĵ

ƈĝŽĤƇÒ

ƆīĻ ƈè

ƇħĻ

ƈİÒƆóŽÖƈÒ

ƈįƈÖ

ƆħƪĥƆġƆÜ

ÓƆĨ

Ƈó

ƈìſÒ

ƇģĻƈĠ ƆijŽĤÒ

ƆħŽđ

ƈĬƆIJ

“Hasbiyallah ve ni’mel vekil” olmuştur. İbrahim ( Aleyhis-selâm)’ın menakıbı çok geniştir. Zamanındaki hükümdarın mü-neccimleri, bu sene bir çocuğun doğup, onun elinden saltanatını alacağını söylemeleri üzerine, o hükümdar da erkeklerle kadınları ayırmak suretiyle bu işin önüne geçileceği zannına zâhib olarak kadınları kocalarından ayırıp birçok da muhafızlarla bunu önle-meğe çalışmış ise de; Hakk’ın kudretinin önüne geçmek mümkün olamamış ve bir fırsat, babası annesiyle buluşarak, anne İbrahim (Aleyhisselâm)’a hâmile kalmış; fakat gaddar hükümdar o sene do-ğan çocukların öldürülmesini emreder; amma yine Hakk’ın kud-reti galebe ederek, İbrahim (Aleyhisselâm)’ın dünyaya teşrif etmiştir. annesi O’nu gizlice uzakta bir mağaraya saklamış ve yine Allahü Teâlâ’nın gizli lütufları ile İbrahim (Aleyhisselâm) orada

(48)

büyümüş-tür. Ve nihayet halk arasına karışıp, onların kiliselerdeki ayinlerini ve putlara ibadetlerini tenkide başlamış ve bir yortu veya panayır gününde halk şehirden uzaklaşmış ve bu fırsattan istifade eden İb-rahim (Aleyhisselâm) putları güzelce kırıp dökmüş, baltayı da bü-yük putun boynuna asmış. Halk akşamüstü evlerine döndükleri zaman vak’aya vâkıf olmuşlar, bunun kimin yaptığını araştır-mağa başlamışlar ve nihayet İbrahim (Aleyhisselâm)’ı yakala-mışlar. Evvelâ İbrahim (Aleyhisselâm)’a;

— Bunu sen mi yaptın? Deyince; onları kendi kendileriyle ilzam etmek için;

— Balta kimin boynunda ise ona sorun, demiş. Onlar da: — Sen bilmez misin, onlar konuşamazlar. Ağaçtır, taştır, şudur, budur, deyince:

— Öyle ise, sizlerde hiç akıl yok demek, böyle ellerinizle yaptığınız heykellere, putlara tapıyorsunuz, demiş.

Çaresiz kalınca da zorbalığa başvurup; “Bunu ateşte yaka-lım da, bunun Allah (c.c.)’ı onu kurtarsın görelim” diye büyük bir ateş yakıp bir de mancınık denen âlet vasıtasıyla ateşe atıl-mak istenildiği zaman birçok melekler Hz. İbrahim’in imda-dına gelerek, Rüzgâr meleği;

— Emret ya İbrahim (Aleyhisselâm), bu ateşi dağıtayım

demiş, Yağmur Meleği;

— Emret ya İbrhaim (Aleyhisselâm), bulutları sevk edip bu ateşi söndüreyim, demişler.

İbrahim (Aleyhisselâm) bunların hiç birisine iltifât etme-yip mancınıkla atılmış, havada giderken bir melek;

— Emrine amadeyim. Ne istersin? deyince; — Allahü Teala benim durumumu bilmiyor mu?

Referensi

Dokumen terkait

Ahli Gizi dan Ahli Madya Gizi adalah seorang yang telah mengikuti dan menyelesaikan pendidikan akademik dalam bidang gizi sesuai aturan yang berlaku, mempunyai tugas, tanggung

Tujuan umum dari penelitian ini adalah untuk mengetahui hubungan pemilihan dan penyimpanan garam beryodium dengan status yodium pada wanita usia subur di Desa Selo, Keca- matan

dan tiadalah (kejahatan) yang diusahakan oleh tiap-tiap seorang melainkan orang itulah sahaja yang menanggung dosanya; dan seseorang yang boleh memikul tidak akan memikul

Hal tersebut berdasarkan pengamatan pada perlakuan sistem sadap S/2 d2 kelima klon tersebut memiliki potensi produksi yang lebih tinggi dibanding rata-rata potensi

erat P%%, erat P!% (etilena tereftalat dan PB% serat (tetrametilena terephthalate milik polyester, berputar dengan jenis yang sama polimer. erat P%% menggabungkan dengan

Oleh sebab itu, dalam penelitian ini peneliti memilih konsep I and me dari George Herbert Mead yang berusaha melihat dan mempelajari perilaku menyimpang sebagai

Kelima dari spesies di atas termasuk dalam kelompok famili Formicidae yang memiliki ciri secara keseluruhan yaitu terlihat dari sifat struktural bentuk tangkai metasoma,

Angka-angka kelangsungan hidup untuk kanker paru umumnya lebih rendah daripada yang untuk kebanyakan kanker-kanker, dengan suatu angka keseluruhan kelangsungan hidup lima tahun