KAYITDIŞI
TARİH
MURAT KUTLU
KAYITDIŞI TARİH
MURAT KUTLU - VOLKAN D İN Ç E R© Murat Kutlu, Volkan Dinçer, 2011 © Profil Yayıncılık
Yazarlar/ Murat Kutlu, Volkan Dinçer Kitabın Adı / Kayıtdışı Tarih
Genel Koordinatör / Münir Üstün Genel Yayın Yönetm eni/ Cem Küçük Kapak Tasarım / Yunus Karaaslan iç Tasarım / Adem Şenel Baskı-Cilt/ Kitap M atbaacılık San. ve Tic. Ltd. Ştl.
Davutpaşa Cad. No:123 Katıl Topkapı/istanbul Tel :0212 482 99 10 Sertifika No:16053
1. Baskı Aralık 2011
978-975-996-349-1
Kültür Bakanlığı Yayıncılık Sertifika No: 12391
PROFİL: 249 TARİH: 09
PRO FİL YAYINCILIK
Çatalçeşme Sk. No: 52 Meriçli Apt. K.3 Cağaloğlu- İSTANBUL
www.profilkitap.com / [email protected] Tel. 0212. 51445 11 Faks. 0212. 514 45 12
Profil Yayıncılık Maviağaç Kültür Sanat Yayıncı lık Tic.Ltd.Şti markasıdır.
© B u k i ta b ı n T ü r k ç e y a y u ı h a k la r ı M u r a t K u tl u - V o lk a n D i n ç e r v c P r o lil Y a y ı n c ıl ık '» a ittir . Y a z a r la r ın v e y a y ı n c ı n ı n iz n i o l m a d a n h e r h a n g i b i r f o r m d a y a y ın l a n a n la r ., k o p y a l a n a m a z v e ç o ğ a l t ı l a m a z . A n c a k k a y n a k g ö s t e r i l e r e k a lın tı y a p ıl a b il ir .
Ö N SÖ Z
“ Bilinmeyen Tarih” adını verdiğimiz bu kitap, bildiğimizi düşün düğüm üz birçok tarihsel ayrıntının aslında çok farklı bir içeriğe sahip olduğunu ortaya koymak amacıyla yazılmıştır. Öğrenim ha yatım ız boyunca bizlere anlatılan tarihî kavram ların bir kısm ının ya anlatıldığı gibi olmadığını ya da eksik veya çelişkili olduğunu fark etm em iz bizi bu çalışmayı hazırlamaya yönlendirdi.
Örneğin; Patrona, Baltacı, Öküz, Kavanoz, Sokullu, M ezo- m orta, Yedi Sekiz, Elmas, Damat, Köprülü, Düzm ece, Demirbaş ve Börklüce gibi birçok lakabın önemli tarihî şahsiyetlere neden verildiğine dair bilgilerin az olduğunu fark ettik. Bunun yanında, bazı önemli yer ve eser adlarının -Bozdoğan Kemeri, El Hamra, Mescid-i Aksa, Dolmabahçe, Çırağaıı, Koyunhisar, Akabe, Galata, Mekke, İnebahtı ve İstanbul gibi- kökeninin ya da veriliş nede ninin de çok fazla bilinmediğini gördük. İşte bu nedenle tarihsel süreçte anlatılan olaylar, şahıs ve yer adları, unvanlar, lakaplar ya da tarihî terimlerin etimolojik kökenlerini ve anlam larını şimdiye kadar hiç bilm ediğimiz yönleriyle tam amlayıcı bir şekilde vere bilm ek amacıyla bu çalışmayı hazırlamaya karar verdik.
M addeleri seçerken oldukça titiz bir çalışm a yaptık. K ita bın amacını aşmaması için, bütün tarihî kavram ları seçmek ye rine, gerekli ve ilgi uyandırıcı olduğunu düşündüğüm üz madde lere yer verdik.
K AY ITD IŞI TA R İH
Çalışm alarım ız sırasında bazı kavram ların karşılıklarının bir çok kaynakta farklı hatta yanlış yazıldığını, tarihçilerin bir kısm ı nın da bu terim ler hakkında aynı bilgiye sahip olmadığını gördük. Örneğin; Damat Ferit Paşa’nın hangi padişahın damadı olduğu ko nusunda bile, önemli kabul edilen iki kaynak -M eydan Larousse ve D iyanet İslam Ansiklopedisi- farklı bilgiler içermekteydi. Bu nun yanında Barbaros, Köprülü, Çivi Yazısı, Aynalıkavak, Hünkâr İskelesi ve Grejuva gibi birçok maddede de benzer sıkıntıları ya şadık. Zam an zaman internette de bu konular ile ilgili var olan bilgilerin güvenilir olm adığını fark ettik. Bu nedenle çalışm a m ızdaki tarih kavram larının karşılıklarını aram ak ve anlamlarını doğru olarak saptam ak için birçok kaynağa başvurup bazı m ad delerde farklı görüşleri beraber verm e yoluna gittik. Bu kaynak ları da kitabın sonunda bir liste halinde kaynakça olarak koyduk. Elinizdeki bu kitap yukarıda anlatmaya çalıştığım ız ihtiyaç ların karşılanm asının yanında;
1- Piyasadaki bu alandaki mevcut boşluğu bir müddet için bile olsa doldurmak ve özellikle tarih öğretmenlerine, öğ rencilerine ve tarihe yakından uzaktan ilgi duyan kişilere yardımcı olmak,
2- Her meslekten insana belli başlı tarihî terimleri/'kavram- ları tanıtm ak ve öğretm ek suretiyle onlarda tarihe karşı bir ilgi uyandırm ak,
3- Özellikle yanlış, eksik veya çelişkili olan tarihî kavram ları açıklam ak ve bu şekilde yanlış yönlendirmelerden alı koymak,
4- Tarih alanında çalışma yapacaklara kaynak olabilmek, on lara kolaylık sağlam ak ve bu alana ilgi duym alarını sağ lam ak gibi gayeleri de içermektedir.
Ayrıca bütün bunları yaparken özellikle Farsça ve Arapça keli melerin yazılışında genel olarak Türk Dil K urum u’nu esas almaya
M U R A T K UTLU - V OLKA N D İN Ç E R
özen gösterdik. Bu nedenle bazı Arapça ve Farsça şapkalı kelime leri Türk Dil K urum u’nun belirlediği şekilde yazmayı tercih ettik. B ir sözlük niteliği de taşıyan bu çalışma, uzun uğraş ve araş tırm alar sonucunda bilimsel kaygılar gözetilerek meydana geti rilmiştir. Tarihle ilgilenen ve kelimelerle tarihe yolculuk etmek isteyenlerin, bu kitabı bir başucu çalışması olarak göreceğini te m enni ediyoruz.
Ayasofya
~ A ~
Abaza Mehmet Paşa (.. .-1634)
Abaza Mehmet Paşa, Osmanlı Devleti’nde silahtarlık yapmış; Halep, M araş ve Erzurum valiliği ile Bosna beylerbeyliği gibi görevlerde bulunmuş bir devlet adamıdır.
Abhazya Türklerinden olan M ehmet Paşa, bu nedenle Abaza lakabını kullanmıştır. (Abhazya, bugün Gürcistan’ın kuzey batı kesiminde özerk bir cumhuriyettir.)
Abbasi
750-1258 yılları arasında O rtadoğu’da hüküm sürmüş, Enıe- vilerden sonra halifeliği devam ettirm iş hanedanın adıdır. Hanedan, ismini Hz. M uham m ed’in amcası Abbas b. Abdül- m uttalib b. Haşim ’den almıştır. Bu hanedana ilk zamanlarda “Haşimiler” de denmiştir.
KAY1TDIŞ1 T A R İH
Acem
Arapların, Arap kavm inden olmayanlara ve İranlılara verdik leri isim olan Acem, Arapça kökenli bir kelime olup “ucme”den türem iştir. Ucme, “dili bozuk olmak, dil kurallarına uym a m ak” anlam larına gelmektedir.
Acemioğlanlar Ocağı
Osm anlı Devleti’nde Yeniçeri Ocağı’nda görev yapm ak üzere esirlerden veya devşirme usulü ile Hristiyanlardan toplanan çocuklara “acem ioğlanlar” denilmekteydi.
OsmanlIlarda yabancı m illetlerden esir alınmış ya da devşi- rilm iş kim seler için Türk-İslam geleneklerine yabancı olma ları nedeniyle “acem i” tabiri kullanılmıştır. Zam anla “acem i” sözcüğünün m anası genişlemiş ve sözcük, önceki anlamıyla birlikte “işe alışık olmayan, işe yeni başlayan” m analarıyla da kullanılm aya başlanmıştır. “Erkek çocuk, genç erkek” anlam
larına gelen oğul kelimesinin çoğulu olan “oğlan” kelimesi ile birleştirilen bu sözcük asker ocağına yeni gelmiş genç erkek lerin bulunduğu birim in adıdır.
Ademimerkeziyetçilik
Adem, Arapça bir sözcük olup “yokluk” anlam ına gelir. A de mimerkeziyetçilik ise “merkez yokluğu, merkez dışı yönetim” demektir. Bu yönetim anlayışı Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk kez Sultan Abdiilaziz zam anında, M ithat Paşa Tuna vilayeti yöneticisi iken başlamıştır.
II. M eşrutiyet’ten sonra özellikle Prens Sabahattin tarafından savunulan ademimerkeziyetçilik fikri, m ahalli idarelere ge niş yetkiler tanıyan bir sistem önermiştir. Bu sistemde mer keze ait genel hizm etlerden bir kısm ı, özerk yönetimlere bıra kılmaktadır. Böylece merkezî hüküm etin yetkileri azaltılacak, imparatorluktaki çeşitli m illetlerin yönetime katılm a hakları
M U R A T KUTLU - V O LK A N D İN Ç E R
artırılacaktı. Federasyon yapılanm alarında merkezî yönetim, anayasayı tek taraflı değiştirm e hakkına sahip değilken; ade- m imerkeziyet anlayışı bu konuda merkezî yönetimi serbest bı rakır. Bu husus, federasyon ile ademimerkeziyet kavram ları arasındaki en önemli farkı yansıtmaktadır.
Afarıasyevo
A ltay bölgesinde bir yer adı olan Afanasyevo, O rta A sya’daki Tunç Çağı kültür çevrelerinden biridir.
Türkologlar, Altaylarda gelişmiş bu kültürün Orhun Nehri ve çevresini de etkisi altına alarak O rta A sya m edeniyetinin te melini oluşturduğu fikrini benimsemişlerdir. Afanasyevo Kül türü de denen bu kültürü yaratan insanlar avcı ve savaşçı bir topluluktan gelip at, deve gibi hayvanları evcilleştirmişlerdir. Aforoz
Yunanca bir kelime olup (aphorizein) Türkçede “aforoz” şek linde kullanılm ıştır. “D inî kınam a” anlam ına gelen kelime, dinî bir topluluğa m ensubiyetten m ahrum etme ya da çıka rılm a anlam ında kullanılan dinî bir kınam a şeklini ifade eder. İngilizcede de “excomm unication” olarak geçer. Kelim enin tam olarak manası “out o f communication” yani “iletişimin dışında kalan”dır.
Afrika
A frika adı, K artaca’ya ilk defa ayak basan Romalılarca “A fri” veya “A fricani” denilen Tunus yerlilerinin adından esinlene rek Pön Savaşları sırasında verilmiştir. Kelim e “A frilerin ül kesi” anlam ına gelmektedir. O zam ana kadar Yunanlı yazar lar bu kıtaya “Libya” yani “Lebular D iyarı” derlerdi. Fakat MS 1. yüzyıl sonlarında A frika adı bütün kıta için kullanıl maya başlandı.
KA YI1 D IŞ I T A I I İ H
Moğolcada “büyük erkek kardeş” anlam ındaki “aka” kelime sinden Türkçeye geçmiştir. Türk devletlerinde askeri ve sivil kuruluşlarda kullanılan bir unvandır. Baba, dede, amca, dayı gibi yaşça büyük akrabalar için de kullanılmıştır. Moğol prens lerine “aka” unvanı verildiği gibi önemli mevkilere yüksel miş devlet adam ları için de bu unvan kullanılmıştır. Ağa un vanının kadınlara da verildiği görülm üştür (kadın ağa gibi). Osm anlı askerî ve idari teşkilatında belli mevki ve rütbele rin sahiplerine de ağa unvanı verilm iştir (yeniçeri ağası, ha rem ağası gibi).
Ağa Çayırı
Adaııa-Tarsus arasında bulunan bir bölgenin adıdır. Bu böl gede 1488 yılında O sm anlılar ile M em luklar arasında Ağaça- yırı Meydan Savaşı yapılm ıştır. Savaşın başlarında Osm anlı ordusu Çukurova’da başarılar elde etse de bölgeye ulaşan M em luk Başkum andanı Özbek Bey A ğaçayırı M eydan Savaşı’nda O sm anlı ordusunu m ağlup etm iştir. Yedi aylık bir süre zar fında M em luk ordusu, O sm anlı kuvvetlerini Ç ukurova’dan çıkarm ayı başarm ıştır. Bu savaşa katılan O sm anlı vezirleri, alınan yenilginin sorum luları oldukları gerekçesiyle görevle rinden azledilm işlerdir.
Ağnam
A rapça ‘ğanem ’ kökünden türem iş “ağnam ” kelimesi “koyun lar” anlam ına gelm ektedir.
O sm anlı D evleti’nde “Adet-i ağnam ” da denen ve küçükbaş hayvan sahiplerinden alınan verginin adıdır. Ö nceleri zekât gibi aynî olarak tahsil edilen bu vergi, daha sonraları koyun başına belli nispetlerde akçe cinsinden alınm aya b aşlan m ış
M IJR A T KUTLU V O LK A N D İN Ç E R
tır. Vergi, keçi ve koyun sayısına bağlı olarak tahsil edildi ğinden, herkes elinde ne kadar malı varsa doğru olarak yaz dırm ak zorundadır.
Ağnam Vergisi başlangıçta her koyundan bir akçe almak üzere toplanırken, zamanla farklı uygulam alar nedeniyle her koyun dan iki akçeden on akçeye kadar alınır olmuştur. Bu vergi özel likle büyük ölçüde koyun ve keçi besiciliği yapan konargöçer Türkm en ve Yörük cemaatleri için önemliydi.
Ahi
A rapça “kardeşim ” anlam ına gelen sözcük, Divanii L ııg a ti’t- Tiirk ve Atahetii ’l-Hakâvık gibi kaynaklarda “eli açık, cöm ert” anlam larında geçmektedir.
Temelde Kuı 'an’a ve Hz. M uham m ed’in (s.a.v.) sünnetine da yanan ve İslâmî anlayışa doğrudan bağlı olan A hilik, dinî ve sosyal bir teşkilattır.
A hilik, Selçuklu ve O sm anlı dönem lerinde A nadolu’da yaşa yan halkın sanat, ticaret, ekonomi gibi çeşitli m eslek alanla rında yetişm elerini sağlam ış, onları ahlakî yönden yetiştirm iş ve çalışm a yaşam ını “ iyi insan” m eziyetlerini esas alarak dü zenlem iş bir örgütlenm edir. Kendi k uralları ve kurulları var dır. G ünüm üzün e sn a f odalarına b enzer bir işlevi olan A hilik teşkilatı iyi ahlakın, doğruluğun, kardeşliğin, yardım severli ğin kısacası bütün güzel m eziyetlerin birleştiği bir sosyo-eko- nom ik düzendir.
A hm et Anzavur (1834-1921)
1834’te doğan A h m et A nzavur, Çerkez asıllıdır. O sm anlı Z a p tiye Ö rgütii’nde binbaşı rütbesine k a d a r yükselm iş, K uva-yi M illiye’ye karşı isyan hareketini başlatm ıştır. İngiliz gizli ser visinin adam ı olan Papaz Fru tarafın d an m addi olarak destek
K AY ITD IŞI TA R İH
lenmiştir. 1921 'de Eskişehir İstiklal Mahkemesi tarafından gı yaben yargılanm ış ve idam cezasına çarptırılm ıştır. 15 Nisan
1921 ’de Biga dolaylarında milli mücadeleciler tarafından vu rularak öldürülmüştür.
A n zav u r kelim esi güçlü, kuvvetli ve sert anlam larına gel mektedir. Ayrıca bu kelime K afkasya’da G ürcü prenslere ve rilen bir lakaptır.
Ahuramazda
Eski Farsçada “bilginin efendisi” anlam ına gelir. Zerdüşt di ninin en yüce tanrısıdır. A huram azda bu dine göre iyiyi ve doğruyu temsil eden varlıktır. İslami kaynaklarda "H ürm üz” olarak geçer. Bu inanışın kapsadığı dine Zerdüştlük veya Maz- daizm de denilmektedir.
Akabe
Arapça kökenli bir sözcük olup “sarp yokuş, tehlikeli geçit, ge çilmesi ve aşılm ası zor olan dağ yolu, tepe” anlam larına gel mektedir. Ayrıca K ur’an-ı K erim ’de mecazi olarak köle azat etm ek, bir yetim veya yoksulu doyurm ak, m üm in, sabırlı ve haktan yana kim selerden olmak gibi faziletler için de bu ke lime kullanılm ıştır.
Özel isim olarak A rabistan’da Hicaz bölgesinde bir yerin adı dır. Hz. M uham m ed (s.a.v.) burada M edine'den gelenlerle gö rüşüp onlardan bey at aldığı için M iislüm anlar tarafından da sevilen bir yer olarak bilinir.
Akça/akçe
O sm anlılarda kullanılan güm üş paranın adıdır. G üm üş m a den inin renginden dolayı “akça” denm iştir. (Ak, T ürkçede 'beyaz, p arlak’ anlam larına gelm ektedir.) İlk kez O rhan Gazi
M UR A T K U Tl.U - VOLKAN D İ N Ç t R
tarafından 1328 yılında Bursa’da bastırılmıştır. 1819 yılında akça basımı son bulmuştur.
Akçakoca (.. .-1328)
Osmanlı akıncı beyidir. Doğum yeri ve tarihi hakkında kesin bir bilgi yoktur. Anadolu Selçukluları döneminde uç bölgelere yerleştirilm iş bir Türkm en boyuna mensuptur. Akçakoca’nın aşiret lideri olduğu ve Ertuğrul G azi’ye bağlı bulunduğu tah min edilmektedir. Orhan Bey e şehzadeliği esnasında lalalık yapmıştır. Osman Gazi tarafından, Orhan G a z in in em rinde Konuralp, Abdurrahm an Gazi ve Köse Mihal gibi beylerle Sa karya ve İzmit bölgesinde akınlar yapmakla görevlendirilm iş tir. Kandıra fatihi olarak da bilinmektedir. İzmit üzerine se fere çıkacağı sırada K andıra’da vefat etmiştir. Akçakoca adı öz Türkçe olan “akça" (beyaz) sözcüğü ile “koca” (büyük, ih tiyar) kelim elerinin birleşmesinden oluşmuştur.
Akdeniz
Atlas O kyanusum a bağlı, kuzeyinde Avrupa, güneyinde Af rika, doğusunda Asya kıtası bulunan denizin adıdır.
İngilizcede ’M editerranean Sea’ olarak geçer. Arapçadaki kar şılığı ‘Bahre-1 M utavassit’ olup “ortada yer alan deniz” anla m ına gelmektedir. Faısçada A kdeniz için kullanılan ‘Bahı-e Sefid’ ismi (Sefıd, “ak, beyaz” ) Osm anlı dönemi haritalarında da kullanılmıştır. Romalılarda ise A kdeniz’in adı “Mare Nost rum ” (Bizim Deniz) olarak geçmektedir.
Akdeniz adının kaynağıyla ilgili iddialardan biri de eski Tiirk- lerde mavi rengin doğuyu, akrengin batıyı, kırm ızı rengin gü neyi ve kararengin kuzeyi temsil ediyor olmasıdır. Bu iddiaya göre, Ege ve A kdeniz tek bir deniz olarak kabul edilm ekte dir. Türkiye’nin kuzeyinde yer alan denize “ K aradeniz” adı nın verilm esinin sebebi de budur.
KAY ITD IŞI T A R İH
Akıncı
Türkçe bir kelime olup düşman ülkesine akınlar düzenleyen hafif süvari birliklerine verilen isimdir.
Bu birliklerin temeli Osm an Gazi tarafından atılmıştır. Barış zam anında kendi işleriyle meşgul olan grup aynı zamanda bi nicilik, yüzm e, at üstünde her türlü silahı kullanabilme gibi çeşitli talim ler yaparak kendilerini savaşmaya her an hazır hale getirirlerdi. Savaş sırasında asıl ordudan birkaç günlük mesafe önden gider ve yaptıkları keşiflerle ordunun gideceği yolu emniyete alırlardı.
A lika
Akdeniz kıyısında bulunan bir İsrail şehridir (İbranca Akko ya da Acre). Haçlı seferlerinden sonra St. Jean tarikatinin mer kezi olmuştur. Bu yüzden Akka’nın eski adı St. Jean d’Acre’dır. Napolyon 1799 yılında bu bölgeyi ele geçirmeye çalışmış, an cak Cezzar A hm et Paşa’m n savunmasıyla geri çekilmek zo runda kalmıştır.
Akkirman
Dinyester N ehri’nin K aradeniz’e döküldüğü yerde bulunan bu şehir, U krayna’nın Odessa eyaletine bağlıdır.
MÖ 6. yüzyılda kurulan ve ilk adı “Tyras” olan A kkirm an, A vrupa’yı A sya’ya bağlayan önemli ticaret m erkezlerinden biridir.
Tilrklerin verdiği A kkirm an adı “beyaz kale” anlam ına gel mektedir. Moğollar, hâkimiyetleri döneminde şehre “Ak Libo” adını vermişlerdir.
Akkoyunlular (1340-1514)
Doğu Anadolu, Azerbaycan ve Irak’ta hüküm sürm üş Türk men hanedanıdır.
M U R A T KUTLU - V O LK A N D İN Ç E R
Konargöçer bir Türkm en topluluğu olan A kkoyunluların ad larının besledikleri sürülerden ötürü (özellikle koyun sürüle rinden) verilmiş olması muhtemeldir.
Gerek A kkoyunluların, gerekse K arakoyunluların bayrakla rında koyun resmi bulunması ve m ezarlarına koyun heykelle rinden taş diktirm eleri, bu iki hanedanın eski Hunlardan gel dikleri fikrini güçlendirmektedir.
Akşemsettin (1389-1459)
Asıl adı Şeyh M ehmet Şemsettin bin H am za’dır. Tıp âlimi ve şair olan Akşemseddin, Hacı Bayram Veli’nin müridi olup Fa tih Sultan M ehm et’e hocalık yapmıştır. İstanbul’un fethinde bizzat bulunmuştur. Eyüp Sultan H azretleri’nin m ezarını tes pit ettiği ileri sürülmektedir. Bolu G öynük’te vefat etmiştir. Aks it
Akşitler veya İhşidiler M ısır’da 935-969 yılları arasında hü küm sürmüş bir Türk İslam devletidir. Kurucusu M emluklar dan Ebubekir M uham m et’tir. (M uham m et Bin Tuğç)
İhşid kelimesinin eski Farsçada zeki anlamına gelen “hşeyte”den türediğine dair görüşler bulunm aktadır. Ayrıca Türkçedeki “ak” kelimesi ile Farsçada güneş anlam ına gelen “şid” keli m esinin birleşmesiyle oluşmuş bir tabir olduğunu düşünenler de vardır. Bu unvan önceleri Soğd ve Fergana hükümdarları için kullanılmış, daha sonra Akşit Devleti hükümdarları ta rafından da benimsenmiştir.
Alacahöyiik
Alacahöyük, Ç orum ’un 45 km. kuzeybatısında, Alaca ilçe sinin 15 km. yakınlarında yer alan köyün adıdır. H öyük’ün esas adı İmbat Höyüğü’dür. Çevreye en yakın bilinen yerleşim bölgesi Alaca ilçesi olduğu için ‘Alaca’ adıyla anılmaktadır.
K A Y ITD IŞI T A R İH
İngiliz araştırmacı W.G. Hamilton tarafından 1835 yılında keş fedilen A lacahöyük’teki ilk kazıları, İstanbul M üzeleri adına
1907 yılında M akridi B ey yürütm üş olup; sistemli kazılar A tatürk’ün ön ayak olmasıyla 1935’te Türk Tarih K urum u ta rafından başlatılmıştır. Tunç Çağı ve Hitit Çağı’nda çok önemli bir kültür ve sanat m erkezi olan A lacahöyük’te dört uygarlık çağı ortaya çıkartılm ıştır. Eski Tunç ve Hitit dönemlerinden başka Kalkolitik, Frig, Helenistik, Rom a ve Bizans dönem leri de tespit edilmiştir.
A lacahöyük’teki çalışm alarda elde edilen tarihî eserler A n k a ra ’daki A nadolu M edeniyetleri M üzesi ile A lacahöyük M üzesi’nde sergilenm ektedir. A lacahöyük yerleşim bölgesi 1988’de m illi park olarak ilan edilmiştir.
Albay
Albay kelimesi, Türkçe “alay” ve “bey” kelimelerinden olu şan tam lam anın kısaltılm ış halidir. Askeri bir rütbe ifadesi dir. Osm anlı ordusunun klasik döneminde bu rütbeye ‘Alay- beyi’, 19. ve 20. yüzyıllarda ise ‘M iralay’ denirdi.
Alemdar
Arapça ‘bayrak, sancak’ anlam larına gelen “alem” kelimesi ile; Farsça ‘tutan’ anlam ındaki “- d a r ” ekinden oluşan bir ke limedir. Tarih terim i olarak alemdar, hüküm dara ait saltanat sancaklarını taşıyan görevliler için kullanılmıştır.
Alemdar Mustafa Paşa (1750/55-1808)
II. M ahm ut’u n saltanatı zam anında sadrazam lık yapmıştır. A lem dar M ustafa Paşa, Rusçuk ayanlığını yaptığı dönemde yörenin en güçlü ayanı olan Tirsinikli İsm ail A ğa’nm bay raktarlığını yaptığı için “alem dar” unvanını almıştır. (Alem dar, bayrak ve sancak taşıyanlar için kullanılm ış bir terimdir.)
M U R A T KUTLU - V O L K A N D İN Ç E R
A lem dar M ustafa Paşa, Rusçuk ayanlığı döneminde on beş bin askeriyle, yeniçerilerin çıkardığı Kabakçı Mustafa İsyam’nı bastırm ak amacıyla İstanbul’a gelmiştir. III. Selim ve Nizam-ı Cedit taraftarlarına yardım etm ek istemiş, isyanı bastırm ayı başarm ış, ancak III. Selim’in öldürülmesini engelleyememiş tir (1808). A lem dar M ustafa Paşa bu olaydan sonra, Şehzade II. M ahm ut’u tahta çıkarmış, kendisi de sadrazam olmuştur. Sadrazamlığı dönemindeki uygulam alardan m em nun olm a yan yeniçeriler, Kabakçı Mustafa İsyam ’ndan sadece dört ay sonra yeniden isyan edip paşanın konağını basmışlardır. K o nağın ateşe verildiğini ve artık kendisine yardım ın gelmeye ceğini anlayan A lem dar M ustafa Paşa, konağın bahçesinde bulunan kulenin m ahzenine sığınmış, burada bulunan bir fıçı barutu ateşleyerek kendisi ile birlikte yaklaşık beş yüz yeni çerinin de ölümüne neden olmuştur. Bu olay tarihe A lem dar Vakası’ olarak geçmiştir.
Ali Kuşçu (...-1474)
Türk-İslam dünyasının büyük astronomi ve kelam âlimi olan Ali Kuşçu, XV. yüzyıl başlarında Sem erkant’ta doğmuştur. Asıl adı Ali Bin M uham m ed’dir. Babası ünlü Türk Sultanı ve astronomu Uluğ B ey’in kuşçusu(doğancıbaşı) olduğu için, aile ‘Kuşçu’ lakabıyla meşhur olmuştur.
Ali Kuşçu, Bursa’daki önemli müderrislerden matematik ve ast ronomi ile ilgili eğitim aldıktan sonra K irm an ve Semerkant’a giderek eğitim ini tamamlamıştır. Bir süre Uluğ Bey’in rasat hanesinin sorum luluğunu üstlendikten sonra Akkoyunlu hü küm darı Uzun H asan’ın yanm a gitmiştir. Osmanlı Devleti ile yapılan barış görüşmelerine katılmıştır. Fatih Sultan Mehmet’in davetiyle İstanbul’a gelmiş, Ayasofya ve Sahn-ı Seman m ed reselerinde ders vermiştir. İstanbul’un enlem ve boylamını öl çen Ali Kuşçu, çeşitli güneş saatleri yapmıştır. “Fethiye” adı
KAY ITD IŞI T A R İH
verdiği astronomi kitabı ile “M uham m ediye” adlı matematik kitabını Fatih Sultan M ehm et’e sunmuştur. Ali Kuşçu, 1474 yılında İstanbul’da vefat etmiştir.
Alişar
Yozgat’ın kuzeyinde höyüğüyle tanınan bir köydür. Çukur bir bölgede bulunan bu höyük, 1927-1932 yılları arasında Chicago Üniversitesi’nden bir heyet tarafından kazılarak incelenmiş ve m eydana çıkarılm ıştır. B urada elde edilen kalıntılar A nka ra’daki Anadolu Medeniyetleri M üzesi’nde sergilenmektedir. A lişar ismi G erm iyanoğulları Beyliği’nin atası olan Ali Şir Bey’deıı gelmektedir. M oğolların baskısıyla M alatya civarın daki yurtlarını bırakıp Batı Anadolu’ya göçleri esnasında ana gruptan kopan bazı G erm iyanlılar birçok yörede Alişar isimli köyler kurmuşlardır.
Alp Er Tunga
MÖ 7. yüzyılda yaşamış bir Türk hüküm darı olduğu düşünül mektedir. Saka hüküm darı olduğunu iddia edenler de vardır. İranlılar Alp Er Tunga’ya “Afrasyab” demişlerdir. Firdcvsî’nin kaleme aldığı Şehname adlı eserde de Afrasyab ismi geçer. Türkçede “alp” sözcüğü “yiğit”, “er” sözcüğü ise “asker, kah raman, erkek” anlam larına gelmektedir. “Tunga” ise Turan ül kesinde yaşayan güçlü bir hayvan adıdır. Alp Er Tunga, büyük olasılıkla halkın hüküm dara verdiği bir lakaptır.
Alperen
“Alp” kelimesi Moğoîcada “savaşan, yiğit” anlamında kulla nılmaktadır. “ Eren” ise Türkçede “derviş” anlamında veya ta savvufta m ertebe katetmiş kişiler için kullanılan bir terimdir.
M U R A T KUTLU - V O LK A N D İN Ç E R
Alperen terkibinde kastedilen ise hem bileği kuvvetli, hem de gönlü zengin kişidir. “Çevresi tarafından örnek alınacak, fedakâr, hamiyetli idealist kişi” anlam ına da gelir.
Alsace-Lorraine
Fransa’nın 26 bölgesinden biri olan Alsace ya da Alzas, ülke nin doğu tarafında bulunur. Almanya ve İsviçre ile komşudur. Lorraine de yine Fransa’nın 26 bölgesinden biridir. Üç ül keye birden sınırı vardır (Belçika, Ltiksemburg ve Almanya). A lsace-L orraine bölgesi u zun yıllar boyunca A lm anya ile Fransa arasında çekişme konusu olmuştur. 1870 yılındaki Se dan Savaşı’ndan önce Fransa’nın toprağı olan bu bölge, savaş sonrasında Alm anya’nın bir eyaleti haline gelmiştir. I. Dünya Savaşı’ndan sonra bölge Versay Antlaşması ile Fransa’ya bağ lanmış, fakat II. Dünya Savaşı sürecinde tekrar Alm anya’nın eline geçmiştir. II. Dünya Savaşı’nı A lm anların kaybetmesiyle Fransız yönetim ine bırakılan A lsace-Lorraine, günüm üzde Fransa sınırları içerisindedir..
Altın Orda
1241-1502 yılları arasında Asya’da Dinyester ile İı tiş ırm akları arasında hüküm sürm üş bir Türk-Moğol devletidir.
“Orda” sözcüğü Moğolcada ‘çadır, otağ’ anlam larına gelmek tedir. Devletin kurucusu Batu H an’ın otağının üst kısm ının altın yaldızlı olması sebebiyle bu devlete “Altın Orda Dev leti” denmiştir.
Alyans İsrailit
Sınırları Filistin’den E lazığ’a kadar uzanacak B üyük İsrail Devleti’ni kurmayı amaçlayan bir cemiyettir. 1860 yılında mer kezi Paris olmak üzere M useviler tarafından kurulan bu ce miyet O rtadoğu’da bağım sız bir devlet kurm ayı amaçlamıştır. (Alyans, İbranca “birlik” anlam ına gelmektedir.)
K AY ITD IŞI T A R İH
Amiral Bristol (Mark Lambert Bristol) (1868-1939)
ABD Deniz K uvvetlerinde tuğam iral rütbesine kadar yüksel m iş bir subaydır. 1919-1927 yılları arasında ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilerde ülkesini “yüksek komiser” sıfatıyla tem sil etmiştir. İzm ir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmesinden sonra burada yaşananları Paris Barış Konferansı’na bildirmek üzere gönderilen komisyonun başkanlığını yapmış ve Yunan işgalinin haksız olduğunu ortaya koyan meşhur raporunu yaz mıştır. Cum huriyetin ilanından sonra Türkiye’de “ABD yük sek kom iseri” sıfatıyla büyükelçilik vazifesi yürütm üştür. Anadolu
Anadolu sözcüğü Grekçe “Anatoli” kelimesinden türemiş olup “güneşin doğduğu yer” anlam ına gelmektedir.
BizanslIların Anatolia adını verdikleri (Konya, Eskişehir, To- roslar) bölge, daha sonra Türkçenin ses uyum una uyarak Ana dolu şekline dönüşmüştür.
Anadoluhisarı
Bkz. Güzelcehisar. Anafartalar
Gelibolu Yarım adası’nm batısında Eceabat ilçesi içinde bulu nan iki köyün adıdır. Bu köyler Ege Denizi kıyısında, Suvla K oyu’ndan 8 km. içeride, tepelik bir alanda bulunmaktadır. Köylerin ikisine birden A nafartalar denmektedir.
Ayrıca Çanakkale Savaşları’nm en kritik noktası olan Anafar talar Cephesi, sayıca ve silahça üstün olan düşm ana karşı b u rada alınan zaferle de adını duyurm uş bir bölgedir.
Anallar
Anal, Hititçe bir kelime olup “yıllıklar” anlamına gelir. İlkçağ’da Anadolu’da devlet kuran Hititlerin yeryüzünde m eydana ge
M U R A T K UTLU - V OLKA N D İN Ç E R
len olayları Tanrılarına anlatm ak amacıyla yazdıkları yıllık raporların adıdır.
Anav
Batı Türkistan’da A şkabad’ın (Türkmenistan) yakınında bu lunan küçük bir kenttir. A nav K ültürü, adını bu küçük Anav kentinden alır. A nav “başka, ondan başka, diğer” anlam la rına gelmektedir.
A nav’da yapılan kazılarda M Ö 4500 yıllarına kadar uzanan kalıntılar bulunmuştur. O rta A sya’nın en eski kültür yerlerin den biri olan A nav’da gün ışığına çıkan kalıntılar, bu bölge nin çok önemli bir uygarlık merkezi olduğunu göstermektedir. Andronova
M Ö 1700-1200 yılları arasında Altaylar’dan Ural Dağları ile H azar D enizi’nin kuzeydoğusuna kadar yayılan bir kültürün adıdır. Adını Yukarı Yenisey’deki Andronovo sitesinden al mıştır. Afanasyevo K ültürü’nün daha gelişmiş biçimi olan bu kültürde at, binek ve yük hayvanı olarak kullanılmaktaydı. Anglikan
A nglo-Sakson olarak bilinen ve İngilizlerin mensubu olduğu H ristiyanlık mezhebidir. Protestanlığın İngiltere’ye has olan şeklidir. A nglikan kelimesi, Latince bir tabir olan “Ecclessia Anglicana”dan gelir ve “İngiliz kilisesi” anlam ında kullanılır. Antant
Fransızca “entente” sözcüğünden gelm ekte olup “anlaşma, uyuşm a, m utabakat” anlam larına gelir.
Anzak
Avustralya ve Yeni Zelanda askerlerinin oluşturduğu kolor dunun İngilizce kısaltm asıdır (Australian and N ew Zeland A rm y Corps).
KAYITD1Ş1 T A R İH
Arabacı Ali Paşa (1620-1693)
II. A hm ed’in saltanatı döneminde sadrazam lık yapmış bir Os- manlı devlet adamıdır. Ohri (Makedonya) doğumludur. Sür gün cezası verilmiş kimseleri çok hızlı bir şekilde arabalara bindirip sürgün edildikleri yerlere gönderdiği için bu lakapla anılmıştır. D arüssade ağasını Padişah’m haberi olm aksızın arabaya bindirip sürgüne gönderirken durum fark edilmiş ve kendisi aynı arabayla Rodos'a gitmek üzere sürgün edilmiş tir. Rodos’da da idam edilmiştir.
Arap
Arap (Arab) isminin nereden geldiği ve kelime olarak kökeni hakkında fazla bir bilgi yoktur. Anlam ı ve ortaya çıkışı üze rine öne sürülen çeşitli fikirlerden hangisinin tam olarak ger çeği yansıttığı bilinmemektedir.
Mezopotamya’daki arkeolojik kazılarda çıkan eski tabletlerden ve kitabelerden elde edilen bilgiler ışığında; “A rap” kelim e sinin bu yörede yaşayan Sami kültüründen geldiği düşünül mektedir. Bu kaynaklarda geçen Arap ism inin kökeni, “çöl ve çıplak ova” anlam ına gelen “urbe” kelimesidir. Diğer bir dü şünceye göre ise yine Sami dilinde aslı “İrab” olan Arab söz cüğü “ferahlık” veya “hâkimiyet” anlamına gelmektedir. Başka bir görüş de Arap kelimesinin Sami dilinde “batı” anlam ına geldiğidir. Bu kelime ilk önce M ezopotamyalılar tarafından Fırat’ın batısında oturanlar için kullanılm ıştır. Arap kelimesi nin kara ülkesi veya step anlam ına gelen İbranca “arabha”dan türediğini ifade eden görüşler de mevcuttur. Arap sözcüğü nün tarihte ilk kez Asur Kralı III. Salm anasar’ın kitabesinde geçtiği belirtilmektedir.
Arıbıırnu
Gelibolu Y arım adası’n m batısında, Ege Denizi kıyısındaki burnun adıdır. Çanakkale Savaşı’nın bir cephesi olarak da
bi-M U R A T KUTLU - VOLKAN D İN Ç E R
linen A rıburnu, Türk K urtuluş Savaşı tarihinde önemli bir yere sahip olan bölgedir.
Arslan Yürekli Rişar (I. Richard) (1157-1199)
İngiltere’nin N orm anlar tarafından fethedilm esinden sonra tahta geçmiş krallarından biri olan I. Richard, aslen Fransız’dır. 1. Richard’a “aslan yürekli” unvanı, üstün cesareti ve komuta kabiliyetinden dolayı verilmiştir. Henüz 16 yaşındayken, ko mutası altındaki birliklerle babası II. H enry’ye karşı ayakla nan asileri bastırm ayı başarm ış, Üçüncü Haçlı Seferi’ne çı karak K udüs’ü alm ak için Selahaddin Eyyubi’yle birçok defa karşılaşmıştır.
Arşın
Türkçede “arşun, arçın ve alçin” biçiminde olan bu kelime Farsça “areşn” sözcüğünden türemiştir. Kelimenin Arapçası “zira”dır. Türkiye’de m etrenin resmen kabulüne kadar kulla nılan uzunluk ölçüsü birimi ve aleti olmuştur. Arşın ölçü bi rim inin alışverişte kullanılan karşılığı 68,58 cm., m im aride kullanılan karşılığı ise 75,8 cm.’dir.
Arşidük
‘Baş’ anlam ına gelen Latince “archi” kelimesi ile ‘lider’ anla mına gelen Latince “dux” kelimesinin birleşmesinden oluşmuş tur. ‘Büyük düka/lider’ anlamına gelir. Habsburg ailesine m ah sus bir soyluluk unvanıdır. Türkçede arşuduka da denmiştir. Kutsal Roma İm paratorluğu’nuıı veya Avusturya-M acaristan İmparatorluğu’nun prenslerine de verilen Arşidük ismi, Kral ve dük arasındaki bir rütbedir.
Artuklular (1102-1409)
Güneydoğu Anadolu bölgesi dolaylarında hüküm sürm üş bir Türkm en beyliğidir. B eylik adını devletin kurucusu A rtu k B ey’den almıştır.
KAYITDIŞ1 T A R İH
A rtuk, eski Türkçede “fazla, ziyade” anlam larına gelmektedir. Asakir-i Mansure-i Muhammediye
II. Mahmut tarafından 1826 yılında kaldırılan Yeniçeri Ocağı’nın yerine kurulan ordunun adıdır. “M uham m ed’in (s.a.v.) m uzaf fer askerleri” anlam ına gelir. Hz. M uham m ed’in ismine iza fetle kurulm uştur. Bu ordu savaş zam anında cephede savaş m ak, barış zam anında ise İstanbul’un güvenliğini sağlamakla görevliydi.
Ashab-ı Suffe
Suffe, A rapçada “gölgelik” anlam ına geldiği gibi eski evler deki seki, sed gibi yüksekçe eyvan anlam ına da gelmektedir. Ashab-ı Suffe ise M edine’de barınabilecek yeri olmayan saha belerin kalmaları için peygamber mescidinin girişinde yapılmış yerin adıdır. İslamiyet’in ilk yatılı m edresesi burası olmuştur. Bu mescidde kalanlar hayatlarını bizzat Hz. M uham m ed’den (s.a.v.) ilim öğrenmeye, ondan tahsil görmeye adamış kim se lerdir. Bu sahabeler daim a Mescid-i Nebevi’de bulunur, ilimle m eşgul olurlardı. Burada ilim tahsil eden sahabeler aynı za m anda Peygamberde beraber savaşlara da katılırlardı. Ayrıca Hz. M uham m ed Suffe’de yetişenleri bilgi ve kabiliyetlerine göre çeşitli hizm etlerde kullanırdı.
Aspendos
Aspendos, Antalya’nın Serik ilçesinde bulunan ve am fik ti yatrosuyla m eşhur antik bir kenttir. Bu kent, M Ö 10. yüzyılda A kalar tarafından kurulm uş ve antik devrin zengin şehirle rinden biri olmuştur.
Bu antik kentte bulunan Aspendos Tiyatrosu ise MS 2. yü z y ıld a R om alılar tarafın d an inşa edilm iştir. A spendos adı, A dana yakınlarındaki K aratepe’de bulunan ve M Ö 8. yüzyıl
M U R A T KUTLU 'V O L K A N D İN Ç E R
sonuna ait Hitit hiyeroglif yazıtlarında Asitawadia/Asitawan- das isimli kralın adından gelmektedir.
Astrahan Hanlığı (1466-1554)
A ltın Orda Devleti’nin yıkılm asının ardından, Cengiz H an’ın oğlu Cuci’nin ulusuna bağlı Toka Temür sülalesinden Kasım Han tarafından başkenti Astrahan olmak üzere kurulm uş han lığın adıdır.
Asıl adı A jdarhan (Ejder Hanlığı) olan hanlığın adı Ruslar ta rafından sonradan değiştirilmiş ve Astrahan Hanlığı olmuştur. Bu hanlık, H azar D enizi’nin kuzey kıyılarında önemli bir ti caret merkezi olarak 88 yıl boyunca bölgeye egemen olmuş, ancak bitmek bilmeyen taht mücadeleleri sonucunda zayıfla m ış ve nihayet Rus Çarı Korkunç İvan tarafından yıkılmıştır. Asya
Bu kelime Grek mitolojisinden türemiştir. Yunanlılar, m itolo jideki Denizler Tanrısı Okeanos’un kızının adı “Asia”yı önce G ediz vadisi için, sonra bütün İyonya (Ege Bölgesi) için kul lanmışlardır. Sonraki dönemlerde Rom alılar Anadolu toprak larının tam am ına ‘Asia M inör’ (K üçük Asya) ve bildikleri kadarıyla kıtanın tam am ına da A sia M ajör’ (Büyük Asya) demişlerdir. Bu Grekçe terim i ilk kullanan Heredot olm uş tur. Zam anla önce Anadolu yarım adası için, sonraki yıllarda ise Çin’e ve M oğolistan’a kadar olan toprakların tam am ı için “Asya” terimi kullanılmıştır.
Aşure
Arap kaynaklarında tam olarak “Aştıra” şeklinde geçen bu ke lime, on sayısı anlam ına gelen “aşr” kelimesinden türemiştir. Arapça olan bu kelime hicri yılın ilk ayı olan M uharrem ’in onuncu gününü ifade etmektedir. Bahsedilen bu günde şeker,
K A Y ITD IŞl T A R İH
buğday, nohut, kuru ve yaş meyveler ile yapılan tatlıya da aşure adı verilmektedir. İslam inancında M uharrem ayının onuncu günü önemli bir gündür. Hz. Âdem’in tövbesinin bu günde ka bul edildiğine, Hz. M usa ve İsrailoğulları’nın Firavun’un zul m ünden bu günde kurtulduğuna, Kerbela olayının bu günde yaşandığına, Hz. N uh’un gemisinin bu günde Cudi Dağı te pesine oturduğuna inanılm aktadır. N uh tufanından kurtulan m üm inlerin, gemide artakalan hububattan bir çorba pişirdiği ve dağıttığı düşüncesi, halk arasında aşure yapma geleneğini de başlatmıştır.
At M ey dam
At meydanı İstanbul’da Sultanahmet’te bulunmaktadır. Bizans döneminde hipodrom olarak kullanılan bu meydan Osmanlı döneminde at m eydanı adıyla anılmıştır.
Ata
Türkler dinî bir kutsiyet atfettikleri yaşlı kişilere “ata, baba” veya “dede” sıfatlarını vermişlerdir. Ata sözcüğü “terbiye eden, yol gösteren” anlam larına gelmektedir. Korkut Ata, Sahib Ata örneklerinde de sözcük bu anlam ları üzerinde kullanılmıştır. “Ata” sözcüğü aynı zam anda tasavvufta da “şeyh” veya “ha life” anlam larına gelecek şekilde kullanılmıştır.
Atabey (Atabeg)
Türkçe “ata” ve “bey” kelimelerinin birleşmesinden oluşmuş bu tabir, Selçuklu Devleti’nde şehzadeleri eğitip yetiştiren ve za manla devlet kuran yüksek rütbeli memurlara verilen unvandır. “Atabeylik” unvanı bir devlet geleneği olarak ilk kez Selçuk lularda N izam ülm ülk’e verilmiştir. Bazı atabeyler, merkeze uzaklığı veya şehzadenin küçüklüğünü fırsat bilip devlet oto ritesinin zay ıf düştüğü anlarda kendi başlarına buyruk hare
M U R A T KUTLU - V OLKA N D İN Ç E R
ket etm iş ve görev yaptıkları bölgelerde idareyi tam am en ele geçirmişlerdir. K urucuları birer atabey olan Salgurlular, İl- denizoğulları, Beg-Teginoğulları, Böriler, Zengîler başlıca önemli atabeyli klerdendir.
Augustus Tapınağı
A nkara Ulus’ta bulunan Hacı Bayram Camii bitişiğindeki tapı nağın adıdır. MÖ 2. yüzyılda Frigya Tanrısı “Men” aclına inşa edilmiş tapm ak zamanla tahrip olmuştur. Günüm üze kalıntı ları ulaşm ış olan tapmak, son Galat hüküm darı A m intos’un oğlu Kral Pilamenes tarafından Roma İmparatoru Augustus adına bir bağlılık nişanesi olmak üzere yaptırılmıştır.
Avar
Avarlar, 6. yüzyılın başlarında O rta A sya’dan batıya doğru göç ederek Orta ve Doğu Avrupa’da görünmeye başlamış ve 9. yüzyıla kadar ayakta kalm ış göçebe bir Türk topluluğudur. Çin kaynaklarında “Juan Juan”, Arap ve Bizans kaynaklarında “Avar” olarak geçen bu Türk kavmi, Gökttirkçede de “A par” olarak geçmektedir. “A par” kelimesinin eski Tiirkçede “karşı koyan” manasına geldiği ileri sürülmektedir.
Avarız
Arapça “arıza” kelim esinin çoğulu olan “avarız”ııı sözlük an lamı “kazalar, belalar, engeller” anlam ına gelmektedir. Osm anlı mâliyesinde bir vergi terimi olarak kullanılan ava rız, olağanüstü hallerde, özellikle de savaş zam anlarında alı nan bir vergi çeşididir.
Avasım
Arapça kökenli bir sözcük olup “koruyanlar, müstahkem mev kiler” anlam larına gelmektedir. İslam ordularının cihat mak sadıyla sınırdan uzaklaştıkları veya gazadan dönerken ülkeye
KAY1TDIŞI T A R İH
girm eden önce düşm an saldırılarına karşı sığınıp korunduk ları bölgeler olduğu için bu m evkilere “Avasım” denmiştir. Abbasilerin Avasım şehirlerinde Türk askerlerinin görev al dıkları bilinmektedir.
Avrupa
A v ru p a kelim esi, G rek m itolojisinde g eçen Fenike K ralı A genor’u n k ızın ın adı “E urope”den türem iştir. K elim enin kökü Sami dillerinde “güneşin batışı, akşam ” anlam larını ta şıyan “ereb”den gelmektedir. Bu haliyle Fenikelilerden Yunan lılara geçmiştir. Bu isim uzun süre yalnızca Ege D enizi’nin batısında kalan ülkeler için kullanılm ış, yakın zam anlarda ise bugünkü anlam ını kazanmıştır.
Aya İrini/ Hagia Eirene
Topkapı Sarayı bahçesi içerisinde, saray ile Ayasofya ara sında yer alan b ir kilisedir. Bizans İm paratoru K onstantin döneminde inşa edilm iştir (MS 330). İstanbul’un en eski ki lisesi olarak bilinir. Aya İrini (Hagia Eirene) “kutsal m ekân” ya da “kutsal barış” anlam larına gelmektedir. Aynı zamanda Hagia Eirene’nin Hristiyanlığı yaymaya çalışan bir azize ol duğu ifade edilmektedir. (Gerçek adı Penelope’dir.)
Ayan
A rapçada “göz” anlamına gelen “ayn” kelimesinin çoğulu olan ayan, özellikle halkın gözünde soy, sop ve itibarca yükselm iş kişiler için kullanılırdı.
18. yüzyılda ise Osmanlı Devleti’nde şehir ve kasabalarda dev letle halk arasındaki ilişkileri düzenleyen kimseler için bu ta bir kullanılm aya başlanmıştır.
Ayasofya
MS 326 yılında, Bizans döneminde yapılmış İstanbul’un en büyük kilisesidir. Bu kilise şehrin ve sarayın en büyük kili
M U R A T K UTLU - V O LK A N D İN Ç E R
sesi olduğu için “Megalo Ekklesia” (büyük kilise) adıyla anıl mıştır. Ancak daha sonraları Teslis inancında Oğul’un nite liği olan ve “kutsal bilgelik” anlam ına gelen “Hagia Sophia” adını almıştır. (Kiliseye verilmiş bu adın Rom a’da Hristiyan- lık uğruna ölen “Sophia” adındaki kadınla bir ilgisi yoktur.) Bu kelimenin anlam ve önemini iyi bilen Fatih Sultan M eh met, İstanbul’un fethinden sonra Ayasofya’yı camiye çevir mesine rağm en adını değiştirmemiştir.
Ayastefanos (Yeşilköy)
Orijinal yazım ı “Hagia Stephanos” olan Ayastefanos, “A ziz Stefan” anlam ına gelir. M arm ara Denizi kıyısındaki Yeşilyurt ve Florya semtleri arasında kalan ve İstanbul şehir merkezi nin yaklaşık 7 km. batısındaki semtin adıdır.
Bu semt Osmanlı döneminde daha çok Rum ların yaşadığı bir köydür. Cumhuriyet döneminde yer isim lerinin Türkçeleştiril- mesiyle beraber bu semte de Yeşilköy adı uygun görülmüştür. Aynalıkavak (Kasrı/Tenkihnâmesi*)
İstanbul’da, Haliç kıyısında bulunan bir kasrın adıdır. Padişah I. Ahnıed Edirne’deyken Kaptanıderya Kayserili Halil Paşa’nın “Padişaha layık bir saray” yapılmasını emretmesiyle inşasına başlanan sarayın, 1613 yılında ilk binaları tamamlanmıştır. IV. M urad ve Sultan İbrahim, saraya ilave binalar yaptırarak kasrı genişletmişlerdir. Saraya Aynalıkavak denmesi ile ilgili çeşitli görüşler vardır. B unlardan biri; Venediklilerin III. A hm ed’e hediye ettikleri büyük boyda değerli aynaların, sarayın çeşitli salon ve odalarına yerleştirilmesiyle bu adın verildiğidir. K a vak sözcüğü burada, aynaların boyunu ifade etm ek için kul lanılmıştır. Diğer bir görüşe göre ise sarayın yapıldığı yerde,
K AY ITD IŞI T A R İH
kavak ağaçlarına aynalar takıp ok atma talim i yapıldığı için saraya Aynalıkavak denildiğidir.
21 M art 1779 tarihinde Osmanlı Devleti ile Rusya arasında im zalanan antlaşma da Aynalıkavak K asrı’nda yapılmıştır. Ayn-ı Calııt
Ayn-ı Calut, Filistin’in kuzeyinde bulunan Nablus ile Beysan arasında yer alan bölgenin adıdır. 1260 yılında M em lûk Dev leti, Moğol ordusunu burada yenilgiye uğratmıştır.
Ayn-ı Calut, Arapça bir terkip olup “Calut’uıı gözü” anlamına gelmektir. Calut, Hz. Davud zam anında Filistin’de kurulm uş A m âlika Krallığı’nın hüküm darıdır. (Calut ismi Ahd-i A tik’te Golyat (Goliath) olarak geçer.) İri cüssesinden ötürü adeta bir dev olarak tasvir edilmiştir. Hz. D avut’un Calut ile olan m ü cadelesi sırasında C alut’u sapamyla gözünden vurup öldür düğü yere “Ayn-ı Calut” denmiştir.
Azak
Azak, Don Nehri kıyısında kurulmuş ve nehrin Azak Denizi’ne döküldüğü noktaya 16 km. uzaklıktaki bölgenin adıdır. Bölge nin eski adı Yunanlılar tarafından verilen “Tanais”tir.
Eski Türkçede “ayak” anlam ına gelen ‘A zak’ adını ise Türk- ler kullanmışlardır. A zak ismine 1317’den sonra paraların üs tünde rastlanmıştır.
Azap
Azap, Arapça kökenli bir kelime olup “bekâr erkek” anlam ına gelmektedir. A zap ismi ise Osmanlı Devleti’nde çoğunlukla garnizon askeri olarak görev yapan askerî birim için kulla nılmıştır. Henüz evlenmemiş genç erkekler Azap olarak ya zılabilirlerdi. Bu askerler gönüllü yaya askeri olup savaşta or dunun en önünde yer alırlardı. Azaplar Osmanlı ordusunun
M U R A T KUTLU - V O LK A N D İN Ç H R
A nadolu’daki yaya askerlerinin çoğunluğunu oluştururlar ve yerleşim birim lerinin güvenliğinin sağlanması, kalelerin sa vunulm ası gibi görevleri yerine getirirlerdi.
İlk A zap teşkilatı, Aydınoğlu Umur Bey tarafından İzm ir’de kurulm uştur. Azapların bir kısm ı tersanelerde de çalıştırılırdı. İstanbul’daki Azapkapı semti adını daha önce burada bulunan A zap askerlerinin kışlasından almıştır.
Aziziye Tabyası
1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı’nda görev yapmış bir tabya dır. (Tabya kelimesi A rapça ‘donatm ak, yığm ak, asker yığ m ak’ anlam larına gelmektedir.) Bu tabya, Erzurum sınırları içerisinde, Top D ağı’m n eteklerinde Aziziye denilen mevkide yer almaktadır. Aziziye Tabyası Erzurum Valisi Mustafa Paşa tarafından 1867-1872 tarihleri arasında yaptırılmıştır. Adını o dönemin padişahı olan Sultan A bdülaziz’den almıştır. ’
K A Y ITD IŞI T A R İH
Bozdoğan Kemeri
B ~
Baba
Horasan bölgesinde “ata” olarak kullanılan bu kelime, eski ve yeni Türk lehçelerinde “baba” şeklinde kullanılır. Bu sözcük “soy” kavram ını da içerir. H alk arasında saygınlığı olan, kut sallık kazanm ış halk bilgeleri ve ozanlar “ata” adıyla anılm ış lardır. Türkler içerisinde tasav vu f akım ının yayılmasıyla bir likte bu tü r özellikleri taşıyan kişilere Bektaşi şeyhlerine ve dervişlerine ata lakabının verilmesi ile birlikte baba da den m eye başlanm ıştır. A ta” tabiri, A nadolu coğrafyasına yer leşme ve İslamîleşme döneminde “Baba” şekline dönüşm üş tür. A nadolu’da çoğu yerde seyitler için halen “baba” veya aynı anlam a gelen “dede” sıfatı kullanılm aktadır.
M U R A T K UTLU - V O L K A N D İ N Ç E R
Babailik
Babailik, Baba İlyas ve m üridi Baba İshak’ın 13. yüzyılın ba şında kurduğu tarikatin adıdır. Şam anizmden ve Bâtm ilikten izler taşıyan Babailik hareketi, Anadolu Türkleri arasında ta raftar bulmuştur.
Babailer, Baba îlyas’ın peygam ber olduğuna inanırlar. K ır m ızı başlık, siyah cübbe ve sandal tarzı pabuçlar giyer ve bu farklı giyim leri ile hem en ayırt edilirlerdi. Babailer, 1239 yı lında Anadolu Selçuklu Devleti’ni hayli uğraştıran bir isyan çıkarmışlar, isyan devlet tarafından güçlükle bastırılmıştır. Babek İsyanı
Babek Hürrem î (795-838), Abbasi halifeleri M emun ve Mute- sim devirlerinde Azerbaycan’da dinî ve siyasi nitelikli, yakla şık 25 yıl süren Hürrem î hareketinin başındaki kişidir. Komün yaşam tarzını yaygınlaştırm ayı hedefleyen bu isyanın temel görüşleri M ecusiliğin kurucusu M azdek’in fikirleri ile büyük benzerlik gösterir. İsyan, meşhur Türk komutan Afşin tarafın dan iki yıl içerisinde bastırılm ış ve Babek, Sam arra şehrinde idam edilmiştir. Böylece Hürrem î hareketi zayıflam ış ve bir m üddet sonra dağılmıştır.
Babıali
Babıali, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde Sad.raza.m1ik
binasına, daha geniş anlam ıyla da Osm anlı hüküm etine ve rilen isimdi. “Yüce Kapı” (Bab: Kapı, Âli: Yüce) anlam ına gelen Babıali, m ekân olarak E m inönü’nde bulunan Babıali Caddesi’yle G ülhane Parkı arasındaki alanı kapsam aktadır. H alk arasında “Paşa Kapısı” adıyla da bilinmektedir.
Babil (MÖ 2000-MÖ 539)
Babil Devleti M ezopotam ya’da Sümer ve A kad topraklarını kapsayan eski bir imparatorluktur. A katça Bab-ilû kelimesin
KAY1TD1ŞI TA R İH
den gelmektedir. Babil, “bab” (kapı) ve “il” (tanrı) kelimeleri n in birleşmesinden oluşmaktadır. Batıda bilinen şekli “Baby- lon”, “Bab-ilû” kelim esinin Yunanca versiyonudur. Şehrin ilk adı Sümerce “Tanrının Kapısı” anlam ına gelen “Ka-dingir- ra”dır. Türkçede kullanılan şekli ise A rapçadan gelmektedir. Bac
Bac, Farsça “baj” kelimesinin Arapça ve Türkçede aldığı şekil olup Gazneli, Selçuklu, İlhanlı, A kkoyunlu ve OsmanlIlarda ‘vergi’ m anasında kullanılm ıştır. (Kelime aynı zam anda ‘gö rev’ m anasında da kullanılmıştır.) Bu vergi; pazarlarda, pa nayırlarda alınıp satılan hayvanlardan, her cins m aldan, it hal edilen ve Osmanlı topraklarından transit olarak geçirilen mallardan alınırdı. Bac alımı, OsmanlIlarda ilk defa Osman G azi’nin pazara getirilen her yük için iki akçe alınmasını em retm esi ile başlamıştır.
Baharat Yolu
Flindistan’dan başlayarak İran Körfezi ve Irak üzerinden Su riye lim anlarına veya Kı zilden iz, yoluyla Süveyş ve A kabe’ye, oradan da karadan İskenderiye’ye ulaşan yolun adıdır. Bu yola “B uhur Yolu” da denir. Bu yol üzerinden taşm an baharatlar Avrupa’ya ulaştırılırdı. Tarçın, kakule, zencefil ve zerdeçal bu yol üzerinde en çok ticareti yapılan baharatlardandır.
Bafeus/Bapheon Bkz. Koyunhisar. Bağdat-Berlin Demiryolu
II. Abdülhamit döneminde yapımını Alm anların üstlendiği de- m iryoludur (1903). A kdeniz’i Basra Körfezi’ne ve H indistan’a bağlayan bu dem iryolunun inşası, 1899 yılında İstanbul’a ge len A lm an İm paratoru II. W ilhelm ’in Padişah’la yaptığı gö
M UR A T K UTLU - V O L K A N D İ N Ç E R
rü şm e sonrası A lm an lara verilm iştir. Bu yol İstanbul’dan başlayıp Bağdat’a kadar uzanır (4760 km., Haydarpaşa-An- kara-Konya-Basra). Proje ile M üslüm anların Hacca gitmeleri kolaylaşacak, Osmanlı ordusu kutsal m ekânları koruyacak, ticaret hacmi genişleyecek ve bölgenin refahı artacaktı. A l m anlar da bu yol sayesinde hem yeni ham m adde kaynakla rına, hem de yeni pazarlara ulaşm ış olacaktı. Alm anlar, Os- m anlı Devleti ile yaptığı anlaşma gereği demiryolunun geçtiği güzergâhın her iki tarafında 20 km .’lik bir alanda m adenlerin işletilebilmesi ve arkeolojik kazıların yapılabilmesi hakkını da elde etmişlerdi. Bu anlaşm a 99 senelik olarak düşünülmüştü. (1928 yılında dem iryolları millileştirildi.)
Bağdat demiryolu şirketinin % 40’ı Deutsche B ank’a, % 40’ı Osmanlı Bankası’na, % 20’si de diğer Osmanlı mali kuruluş larına aitti. O sm anlı Devleti, dem iryolu bedeli olarak 1912 yılı sonlarında Deutsche B ank’a 27 milyon lira borçlanmıştı. Bu demiryolu I. Dünya Savaşı nedeniyle ancak 1918 yılında B ağdat’a ulaşabilmiştir.
Bahçesaray
K ırım Hanlığı’nm başkentidir. Tatarca ismi “Bağçasaray”dır. Mengli Giray Han’ın 1503 yılında yaptırdığı Han Sarayı’nı bağ ve bahçeler ile donattığı için saray ve bulunduğu şehir ‘Bah çesaray’ adını almıştır. Osmanlı Devleti ile Rus Çarlığı ara sında 1677-1681 yılları arasında meydana gelen savaşı sona er diren Bahçesaray Antlaşm ası bu şehirde im zalanm ıştır (1681). Balat
Balat, Grekçe “palatium ”dan türem iş bir kelime olup “kaldı rım , taş yol” anlam larına gelmektedir. Kelime aynı anlam la rıyla Arapçaya da geçmiştir. Birçok ülkede ve Anadolu’da Ba lat isminde semtler vardır. En önemlisi O rtaçağ’da bir ticaret
K A Y ITD IŞI T A R İH
limanı ve şehri özelliğine sahip olan A ntik M ilet kentinin ha rabeleri üzerinde kurulm uş olanıdır. İstanbul Haliç’te de bu isimle, bir semt adı bulunmaktadır. Balat, muhtemelen “Pala- tion” (saray) kelimesinin bozulmuş şeklidir. (Semtin, Blaherna Sarayı’na yakınlığından ötürü bu adla anılması olasıdır.) Batı kaynaklarında Palatia (saray) olarak geçen Balat, Bizans za m anında esirlerin hapsedildiği yer olmuştur. Aynı zam anda Ortodoks H ristiyanlar için önemli bir dinî merkez olan Fe ner Rum Patrikhanesi İstanbul’da bu semtte bulunmaktadır. Balbal
Orta Asya Türklerinde, ölen savaşçıların “kurgan” denilen m e zarlarının etrafına dikilen ve savaşçının öldürdüğü düşm an ları simgeleyen heykellere verilen addır. Bu heykellerde elinde kılıç bulunan savaşçı figürü kullanılm ıştır. Balbal adı verilen bu taşların sayısının fazlalığı ölen kişinin sağ iken gücünün, cesaretinin ve kahram anlığının da simgesidir.
Baltacı Mehmet Paşa (1662-1712)
1704-1706 ve 1710-1711 yıllarında iki defa sadrazam lık yap mış bir Osm anlı veziridir. Osmanlı Devleti’nde, kışın saray ları ısıtmak, yaz-kış saray m utfaklarında yakılan ateş için ge rekli odunu tem in etm ek ve stoklan her zam an yeteri kadar bulundurm akla sorum lu “baltacılar” adlı bir grup bulunmak taydı. M ehmet Paşa da sarayda bir m üddet bu görevi yaptığın dan “Baltacı” olarak anılmıştır.
Baltalimanı
İstanbul’un Sarıyer ilçesine bağlı bir semtin adıdır. Bu semt adını, 15. y üzyıl Osm anlı kaptanıderyalarından olan Balta- oğlu Süleyman B ey’den alm ıştır (Süleyman Bey’in babasının sarayda görevli Baltacı Ocağı’ndan olduğu düşünülmektedir).
M U R A T KUTLU - V OLKA N D İN Ç E R
16 A ğustos 1838’de O sm anlı Devleti ile İngiltere arasında yapılan ticaret antlaşması, M ustafa Reşit Paşa’nın Baltalima- nı’ndaki yalısında imzalandığı için bu antlaşmaya Baltalimanı Antlaşması denmiştir.
Balyos/z
Venediklilerin Osmanlı Devleti’ndeki daimi temsilcilerine ve rilen addır.
Yunanca kökenli “bailös” kelimesi “Venedik elçisi” anlam ına gelir ve sadece Venedik elçileri için değil, zaman zam an diğer devletlerin temsilcileri için “konsolos” anlamında kullanılmıştır. Barbar
Fransızca “barbare” kelimesi “uygarlaşmamış, kaba saba, il kel, yabani” anlam larına gelmektedir.
Yunancada ise “yabancı, bizden olmayan” demektir. Barbaros
Latince “barba” (sakal) ve “rosa” (kırmızı) kelimelerinin bir leşiminden oluşan bu sözcük, “kızıl sakal” anlam ına gelmek tedir. Barbaros, K aptanıderya Hayrettin Paşa’ya Avrupalılar tarafından atfedilen bir yakıştırmadır. Asıl adı H ızır’dır. Hay rettin lakabını Yavuz Sultan Selim’in ya da Kanuni Sultan Süleyman’ın verdiği ileri sürülmektedir.
Barok
Barok sözcüğü Portekizce “Barroco” kelimesinden gelmek tedir. Barroco, Portekizcede garip biçim li, eğri büğrü inci lere verilen addır.
Barok, Avrupa’da 16. yüzyıl sonlarında yaygınlaşan sanatta anlatım biçimidir. M im arinin, m üzik, resim ve heykelin et kileyici tem alar altında birleştirilmesi am acını güder. Barok
KAY1TD1Ş1 T A R İH
kelim esinin ayrıca bu sanatın öncülerinden olan İtalyan Res sam Federigo Baroccio’nun soyadından geldiği de iddia edil mektedir.
Baron
‘Baron’ bir soyluluk unvanıdır. Frankça “özgür adam, serbest adam ” anlam larına gelen “baro” ile aynı kökten türemiştir. (Latince baro: erkek yiğit)
Baron De Tott (1733-1793)
111. M ustafa döneminde orduda ıslahat çalışmalarında bulun muştur. M acar asıllıdır. 1755 yılında Fransız elçisi ile İstanbul’a gelmiştir. Padişah tarafından 1769 yılında orduda yenilik yap m ak üzere görevlendirilmiştir. Top arabalarının şeklinin de ğiştirilmesi, Çanakkale ve İstanbul Boğazları’nm savunması ve burada bulunan kalelerin planlanıp inşa edilmesi, yeni top döküm hanelerinin kurulm ası gibi çalışmalarda bulunmuştur. Haliç Hendesehanesi’nde ders vermiştir. Fransız İhtilali’ni ya şamış ve M acaristan’da hayatım kaybetmiştir.
Bartolomeu Dias (1450-1500)
A frika kıtasının güney ucu olan Ümit B urnu’nu ilk kez ge miyle dolaşan Portekizli kâşiftir.
Dias, 1486’da Portekiz K ralı II. Joao tarafından gizli tutul ması gereken bir görevle vazifelendirilir. Görev, A frika kıta sının en uç noktasına giderek burayı dolaşm ak ve m üm künse Hindistan’a kadar gidecek deniz yolunu keşfetmektir. Bu he defle yola çıkan Dias, A frika’nın güneydeki en uç noktasına kadar ulaşm ış ve Ümit B urnu’nu keşfetmiştir.
Bastille
M U R A T KUTLU - V O LK A N D İN Ç E R
14 Temmuz 1789’da Fransa’da çıkan olaylar sonucu yüzlerce kişinin ölüm ü ile sonuçlanan ve Fransa’da kendi adına bir anm a günü olan hapishanenin de adıdır. Bu olayların ardın dan tüm dünyayı etkileyecek olan Fransız İhtilali başlamıştır. Başciice
Sarayın Enderun kısm ında görev yapan cücelerin başıdır. Cü celer, padişahı ve saray erkânını eğlendirm enin yanında, ha rem deki kadınlar ile padişah arasındaki haberleşme hizm e tinde de kullanılmıştır.
Başmak
Başm ak ya da paşm ak kelimesi eski Türkçede bir çeşit ayak kabı anlamına gelmektedir. Başmaklık ise Osmanlı Devleti’nde padişahın annesine, kız kardeşine, kızm a ve haseki sultanlara ayrılan ve yirm i bin akçaya kadar yükselebildi ödeneğe veri len addır. Bu ödenek, elbise ve diğer ihtiyaçlar için kullanıl dığından “başm aklık” olarak tabir edilmiştir.
Batmîlik
Arapça “batn” kelimesi, “vadiye girm ek ve yürüm ek, içine nüfuz etmek, içini ve iç yüzünü bilmek, gizli olmak” anlam larına gelmektedir.
Batıniyye, Batınî görüşü esas alan düşüncenin adıdır. Batmîlik ise İslam dininde K u r’an ve hadislerin herkesçe kavranabi lecek anlam ının ardında iç (batn) anlam larının da bulundu ğunu ve bu anlam ları da ancak Allah tarafından belirlenmiş m asum bir im am ın anlayabileceği inancını benim seyenlerin tuttuğu yoldur.
Battal Gazi
İslam ordularının 7. yüzyılda Bizans’la yaptığı savaşlarda ün yapm ış bir Arap kum andandır. Özellikle Türk ve Arap des
KAY ITD IŞ1 T A R İH
tanlarının efsanevi kahram anı olarak bilinen Battal (kahra m an, cesur) Gazi ya da Seyyid Battal Gazi adıyla anılan bu şahsın gerçek adı Abdullah’tır. Emevilerin 717-740 yılları ara sında Bizans’a karşı düzenledikleri seferlere katılmış, 740 yı lında A fyon yakınlarında şehit olmuştur.
D anişm entliler, B attal G azi ile ilgili anlatılan k a h ram an lık hikâyelerini bir Türk destanı haline getirmişlerdir. Battal G azi’nin insanüstü kahram anlıkları Evliya Çelebi’nin Seya hatnam e’’ sinde de anlatılmaktadır.
Bedevi
A rapça “bedavet” kelimesi “kıra (çöle) çıkm a, çölde yaşam a” anlam ında kullanılm aktadır. Bedevi ise çölde yaşayan insan lar için kullanılan bir terimdir.
Bedir
Arapça bir kelime olan bedirin sözlük anlam ı “dolunay”dır. Bedir kasabası ise M edine’nin 160 km. güneybatısında ve Kı- zıldeniz sahiline 30 km. uzaklıkta yer alır. Aynı zamanda, Hz. Peygam ber önderliğindeki M edineli M üslüm anlar ile Mek- keli m üşrikler arasında 624 yılında gerçekleşen savaşın ya pıldığı yerin adıdır.
Begteginoğullan (1146-1232)
Musul Atabeyi Zengî’nin valilerinden Beg-tegin oğlu Zeyned- din Ali Küçük tarafından kurulmuş bir atabeyliktir (1146-1232). M erkezi Erbil’dir. Zeyneddin A li K üçük’ün oğlu Kök-Böri ölünce, vasiyeti gereği Atabeylik toprakları Abbasi halifeli ğine verilmiştir.
Belgrad
Sırpçada “beo-grad” olarak geçen bu kent, “beyaz şehir” an lam ına gelmektedir. Kanuni Sultan Süleym an döneminde şe
M U R A T KUTLU - V O L K A N D İ N Ç E R
hir fethedilmiştir. 1878 yılında, Berlin Antlaşm ası’yla bağım sızlığını ilan eden Sırbistan’ın başkenti olmuştur.
Ben-i Ahmer (1232-1492)
Endülüs Emevi Devleti’nin yıkılm asından sonra merkezi Gır nata olmak üzere kurulan devlettir. Bu devletin kurucusu Mu- ham m ed bin A hm er’dir. Ben-i A hm er’in kelime anlam ı “A h m er oğullarıdır.”
Bennak
Farsça “Bil-nak” kelimesinden türemiştir. Türkçeye önce Bel- nak (Toprağı belleyen, toprakla uğraşan anlamında) olarak gir miş, daha sonra ses değişimine uğrayarak Bennak olmuştur. O sm anlı D evleti’nde B ennak, toprağı sü rü p işleyebilecek güçte ve evli erkeklerden alınan bir şahıs vergisinin adı ola rak kullanılmıştır.
Berberi
Kuzey Afrika’nın asıl sakinlerinden olmalarına karşın Berberîlerin nereden geldikleri tam olarak bilinm em ektedir. B erberiler daha çok Fas ve Tunus’un güney bölgelerinde yaşamaktadırlar. Berberîlerin kendilerine “ımazighen” dedikleri bilinmektedir. Berberi ismi köken olarak Yunanlıların kendi milliyetlerinden olmayanlar için kullandığı “barbar” kelimesine dayanmaktadır. Araplar bu bölgeye geldiklerinde Bizans’tan duydukları bar bar sözcüğünü “berberi” olarak telaffuz etmişlerdir. Berberi kelimesi bugün oldukça yaygınlık kazanm ıştır.
Besarabya
Prut ve Dinyester ırm aklarının arasında yer alan ve bugünkü Moldova’yı oluşturan bölgedir. Besarabya adı 7. yüzyılda bu bölgeyi ele geçirmiş Bessoi (Bess) adlı bir Trak kavminden ge
KAYITD1ŞI T A R İH
lir. Üç yüzyıl Osm anlı hâkim iyetinde kalan Besarabya, Bük reş Antlaşm ası (1812) ile Rusya’ya bırakılmıştır.
Beşik Uleması
17. yüzyılda Osmanlı Devleti’ııde, m üderrislerin çocuklarına da m üderrislik verme uygulam asına başlanmıştır. Bu şekilde m üderris olanlara toplumda “beşik uleması” adı verilmiştir. Beşli/Beşlü
Osmanlı ordusunda, sınırlardaki kalelerin korunmasıyla gö revli süvari birliklerine verilen addır. Günlük beş akçe m aaş aldıkları için bu isimle anılmışlardır.
Bey
Türklere ait eski bir unvandır. Eski Türkçede “beg” şeklinde kullanılan bu eski Türk unvanı Osm anlı Türkçesinde “bey” şeklini almıştır. Bu unvan Türk devletlerinde İslam dininin kabulünden önceki dönemlerde de kullanılm aktaydı. Menşe- inin Sasani hüküm darlarına verilen “baga” yani “Tanrı” ke limesi olduğu düşünülmektedir.
Beytü 1-Hikme
Arapça “beyt” kelimesi “ev, hane, m esken” anlamlarına, yine Arapça “hikm e” ise “bilgi” anlam ına gelmektedir. Bu iki ke lim enin birleşm esinden oluşan B eytü’1-Hikme, “ilim evi, bil gelik evi” m anasına gelir ve Abbasiler döneminde Halife M e- m un tarafından kurulan ilk yüksek öğrenim kurumunun adıdır. Beytü’l-Mal
A rapça “beyt” sözcüğü “ev, hane, m esken” anlam larına gel mektedir. B eytü’l-M al ise İslam devletlerinde devlet hâzinesi için kullanılan bir terimdir. BeytüT-Mal’m bir malî kurum ola
M U R A T K UTLU - V O LK A N D İ N Ç E R
rak ortaya çıkması Hz. Ömer dönemine denk gelse de Hz. Pey gam ber zam anında da böyle bir oluşum un varlığı mevcuttur. Bıyıklı Ali Paşa (...-1755)
III. O sm an’ın saltanatı dönem inde sadrazam lık yapm ış bir Osmanlı devlet adamıdır. İstanbul doğumludur. Sesinin gü zel olması nedeniyle sarayda m üezzinlik yapmıştır. Sadrazam olana kadar sakal bırakm ayıp sadece bıyık kullandığı için bu lakapla anılmıştır. Yalan söylediği ve rüşvet aldığı iddiasıyla azledilerek idam edilmiştir.
Bimarhane
Farsça “hasta” anlam ına gelen bim ar ile yine Farsça bir ke lime olan “hane” (ev) sözcüğünün birleşm esinden oluşm uş tur. A kıl hastalarının tedavi edildiği hastaneler için kullanı lan bir tabirdir.
Birun
Farsça bir kelime olan birun, “dışarı, haricî” anlam larına gel mektedir.
Osmanlı sarayında H arem dairesinin ve Enderun’un dışında kalan Sancak-ı Ş erif’in bulunduğu A kağalar Kapısı’na kadar olan ve geniş bahçesi bulunan kısm a verilen addır. Dış saray olarak da bilinmektedir.
Bizans
Bizans kelimesi etimolojik köken olarak Helen dil temeline da yanmaktadır. Kelime, Bizans kroniklerinde “Buzantio” ola rak geçmektedir. Yapılan çalışmalarda genel olarak Bizans, MÖ 7. yüzyılda G rek kökenli deniz kolonisi olan M egaryan- lar tarafından “H aliç’in güneyinde kuru lan şehrin adı” ola rak belirtilmektedir.