• Tidak ada hasil yang ditemukan

Postmodern Durum - J.F.lyotard

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Membagikan "Postmodern Durum - J.F.lyotard"

Copied!
159
0
0

Teks penuh

(1)
(2)

Postmodern durumu sistematik bir akademik ilginin kaynağı haline ilk getiren herhalde Lyotard’dır. Analizinin odağı olarak şimdiye kadarki modernlik eleştirmenlerinin yaptığı gibi "iktidar istenci" veya "araçsal akıl"ı değil "meşruluk ilkesini" seçer ve onu "anlatısallık" terimleriyle açıklar. Bu bakışaçısına göre modernlik bilimsel bilginin gelişmesinin ardından gelen bir "anlatısal bilginin çözülüşü"yle tanımlanmıştır. Anlatıya karşı radikal kuşku ve bilimsel olanın "bilimsel-öncesi" bilgiye karşı muhalefeti bir paradoksla sonuçlanmıştır: Tabiatı gereği tüm anlatısal türden meşrulaştırımaları reddetmiş olan modern bilimin kendisi nasıl meşrulaştırılacaktı? Bu paradoksun çözümü genelde modernliğin, özelde de modern felsefî düşüncenin karakteristik bir söylem biçiminin yaratılmasıydı: "".Metasöylemlere" başvuran "metaanlatılar" (kendilerine eşlik eden tarih felsefeleriyle birlikte) meşrulaştırmanın dil oyunundaki sıradan anlatıların yerini almak üzere inşâ edildi.

Lyotard'a göre "modern" terimi bu anlamda kendini —Aklın ilerlemesi ve Özgürlük, Tinin Özgürleşimi türünden— büyük anlatılara müracaat yoluyla meşrulaştıran tüm bilgi biçimlerine uygulanabilir. Bunun aksine eğer bir söylem "metaanlatılara karşı bir güvensizlik" içindeyse ona postmodern denilebilir. Hakikat ve özgürlük metaanlatılarının yerine postmodern söylem Lyotard'ın bu kitapta yer alan "Postmodernizm nedir?" isimli yazısının sonunda sarılmaya çalıştığı bir dizi tezatla tanımlanabilir: "Gelin bütünlüğe karşı bir savaş başlatalım, gelin sunulamıyana tanıklık edelim, farklılıkları etkin kılıp, adın onurunu kurtaralım"

Postmodern Durum, postmodernizm tartışmaları için oldukça geniş bir bilişsellik boyutlarını ortaya koyuyor. Tartışmasının alanı bilgisayarlaştırılmış toplumlarda bilgi, sorunsalı meşrulaştırım, metodu ise (Wittgenstein'den esinlendiği) dil oyunlarıdır. Ürettiği sonuçlar hem bilgi teorisinin günümüzdeki temellendirimi açısından hem de postmodernizmin kavranması bakımından eleştirel bir yaklaşımın geliştirilmesi için neredeyse vazgeçilmez öğeler içermektedir.

Vadi/felsefe

ISBN: 975-7726-57-5 91.06 Y .215.59

(3)

POSTMODERN DURUM

Bilgi Üzerine Bir Rapor

J. F. LYOTARD

İngilizce'den Çeviren Ahmet Çiğdem

(4)

Vadi Yayınları: 59 Felsefe Dizisi: 16 J. F. Lyotard Postmodern Durum İngilizce'den Çeviren Ahmet Çiğdem Yayıma Hazırlayan Murat Güzel © Vadi yayınları, 1994

1. Basım: Ara Yayınları, 1990

Vadi Yayınlarında Düzeltilmiş, Gözden Geçirilmiş 2. Basım Şubat, 1997

Dizgi, Sayfa düzeni: ES AM

Kapak Tasarımı Zeki T uman

Montaj, Baskı ve Cilt Feryal Matbaacılık 0 (312) 229 36 96 ISBN 975.7726.57-5 91.06Y .215.59 VADİ YAYINLARI

Meşrutiyet Cad. Bayındır II, 60/5 Kızılay/ANKARA TEL: 435 64 89 FAX: 425 63 45 Çizgi Kitabevi, Zafer Meydanı Kitapçılar Çarşısı KONYA Tel: 353 10 22

(5)

J. F. LYOTARD, Paris Üniversitesi III'ten emekli felsefe profesörü ve Californiya Üniversitesinde de Profesördür. Postmodern Durum'dan ayrı olarak dil, modernlik ve meşruiyet üzerine yayımlanmış bir çok eseri var­ dır.

Yayımlanmış bazı eserleri şunlar: Discourse, Figure (Paris: Klueksieek, 1971); Dérive à Partie de Marx et Freud (Paris: Union Générale d'Edition, 1973); Economic Libidinale (Paris: Editions Minuit, 1974); "Analyzing Speculative Discourse as Language Game" (Oxford Literary Review 4 , 1981); Just Gaming (J. L. Thébaud'la birlikte, Minneapolis: University of Minnesota Press); The Differend: Phrases in Dispute Manchester University Press, 1988).

(6)

İÇİNDEKİLER

Çevirenin Notu / 7 Giriş /11

1. Alan: Bilgisayarlaştırılmış Toplumlarda Bilgi / 16 2. Sorun: Meşrulaştırma / 24

3. Yöntem: Dil Oyunları / 29

4. Toplumsal Bağın Tabiatı: Modern Seçenek / 34 5. Toplumsal Bağın Tabiatı: Postmodern Seçenek / 41 6. Anlatısal Bilginin Pragmatiği / 49

7. Bilimsel Bilginin Pragmatiği / 59

8. Anlatısal İşlev Ve Bilginin Meşrulaştırılması / 67 9. Bilginin Meşrulaştırılmasmın Anlatıları / 74 10. Meşruluk Giderimi / 85

11. Araştırma Ve İşlersellik Meşrulaştırması / 93 12. Eğitim Ve İşlersellik Meşrulaştırması / 105 13. Kararsızlıkların Araştırılması Olarak Postmodern

Bilim / 117

14. Paralojiyle Meşrulaştırma / 130 Ek: Postmodernizm Nedir? / 144 Bir Talep / 144

Realizm / 147 Postmodern / 155

(7)

ÇEVİRENİN NOTU*

Elinizdeki metin postmodern toplumlarda bilgi sorunu ve bil­ ginin konumuyla ilgilidir. Lyotard tartışmasının nesnesi olarak "bilgi'yi, sorunu olarak "meşrulaştırım"! ve yöntem olarak da "dil oyunları'nı seçmiştir. Günümüzde önemli tartışmalara se­ bep olan postmodernizm kavramına ilişkin oldukça radikal yargılar içeren bir ek bulunmasına rağmen, kitap doğrudan postmodernizm tartışmalarını içermemektedir. Ancak moder­ nizm/postmodernizm ikileminin ana damarını oluşturan bilgi sorunu oldukça geniş ve zengin bir çerçevede değerlendiril­ mekte, bilgi üretiminin varolan (postmodern) şartları

sorgu-* Bu not çevirinin ilk baskısında yer almaktadır. Ancak metin içerisinde ilk çeviride yer alan kimi kavram tercihleri, yayınevinin tercihleri doğrultu­ sunda değiştirilmiş; ilk çeviride rastlanan eksiklikler ve yanlış anlamaya yol açabilecek kısımlar düzeltilmiştir, (y.h.n)

(8)

lanmaktadır.

Postmodern dönemde bilgi denilince akla yüksek moderni- tenin dolaysız bir ürünü olan bilimsel bilgi gelmektedir. On- dokuzuncu yüzyıldan bu yana bilgi, bilimsel bilgiyle özdeşleştirilegelmektedir. Oysa bildiğimiz ya da bilemediğimiz tek bilgi türü bilimsel bilgi değildir ve olmamıştır da. Anlatısal bilgi postmodern toplumlarda gücünü yitirmiştir - ya da daha doğrusu bu güç elinden alınmıştır. Bunun nedeni bilginin meşrulaştırımı sorununda yatmaktadır. Anlatısal bilginin meşrulaştırım kaynakları ve malzemeleri bi­ limsel bilginin kazandığı güç ve itibarla tüketilmiştir. Bizler bu tükenişin doğrudan tanıkları olmak durumundayız —bizler yani bütün modernistler ve postmodernistler. Bilimsel bilgi kendisinin dışında kalan bütün bilgi türlerini yeterlik ve işlersellik ölçütü temelinde değerlendirip bir kenara fırlattığı için artık bütüncül bir anlatısal bilgi kavramına sahip de değiliz. Tıpkı anlatısal bilginin dayandığı bütüncül bir geleneğe de artık sahip olmadığımız gibi. Bütün eğitim kurumları, bu arada üniversiteler bu bilgi türü ve geleneğinin ortadan kaldırılması için büyük bir seferberliğe girişmişlerdi —şimdi bu girişiminin sonuçlarını yaşamaktayız, trajik ve ölümcül olsa bile.

Meşrulaştırım bilginin temellendirilmesiyle ilgili bir so­ rundur. Anlatısal bilginin temeli, özgürleşim, adalet, mutlu­ luk, haz, yücelik vb. büyük anlatılardır ve bunların yeterlik ve işlersellik ölçütüyle alıp vereceği hiç bir şey yoktur. Ne bir teknik üretebilirler ne teknoloji. Oysa bilimsel bilgi kendisini kanıtlamış ve tersine çevrilemez bir durumlar ve süreçler top­ lamıyla meşrulaştırmıştır. Öyle ki bütün düşünsel etkinlikler ve bu arada felsefe de bu meşrulaştırım işlemine gönüllü ola­ rak katkıda bulunmuştur —oysa felsefe, kendi meşrulaştırı- mını modernizm içerisinde bile büyük anlatılara bağlanarak gerçekleştirmişti.

(9)

Lyotard'ın tartışması bu noktada Hâbermas'la kesişmekte­ dir ama genel olarak meşrulaştırım bunalımıyla Lyotard ve Habermas farklı şeyleri kastetmektedirler. Doğal olarak Lyo- tard'ın seçtiği dil oyunlarının çoğulluğunun tanınması ve des­ teklenmesi bir çözümken, Habermas dile dayalı evrensel bir uzlaşım peşindedir. Son yapıtlarında büyük anlatıların oluş­ tuğu hümanist geleneğe, sınırlarını Aydınlanma ilkeleri çerçe­ vesinde çizdiği modernist bir bakış açısıyla sırt çeviren Ha­ bermas neredeyse modernliğin bir kere ve bütün zamanlar için dondurulmasını istemektedir. Lyotard meşrulaştırıcı bir güç olarak metaanlatıların tükenişiyle modernitenin bittiğini düşünmeye yatkındır. Oysa Habermas için modernite hâlâ bit­ memiş, tamamlanmamış bir projedir ve Aydınlanma’nın tarihi kesintilerle birlikte sürmektedir. Aydınlanma'nın özgürleşimci anlatısı konusunda Lyotard ve Habermas arasında büyük fark­ lılıklar bulunmasına rağmen, aynı anlatının bilimsel bilgiye teslim edilip edilmemesi hususunda bir tavır farklılığı vardır. Bir ve bütün olana yönelik saldırıları özdeş olsa bile, bütünün doğru olmadığını söyleyen Adorno'yu terkeden Habermas'tır, Lyotard değil.

Bütün bunlardan kitabın Lyotard ve Habermas arasında bir polemik olduğu izlenimi edinilmemelidir. Kitabın kavgası aslında bilimsel bilgi tekeliyledir ve bilimsel bilginin kör olumsallığıyla. "Kendinde bir amaç olarak tanımlanmaktan uzaklaştırılan" bilgi yani postmodern bilgi yine de özgürleşti­ rici boyutlar içermektedir. Bunun için bu bilginin üretim şart­ ları, ehliyet ve liyakat ölçütleri aranmaksızın, herkese açık ol­ malıdır —bu da düz anlamda bir bilginin demokratikleştiril­ mesi süreci anlamına gelmez.

Bu demokratikleştirme anlatısı modernizmin bir ürünüydü ve iflas etti. Dil oyunları çerçevesinde algılandığında, alıcı, gönderilen ve gönderen arasında bilgiye ait tüm ilişkiler mo­ dernite öncesinden bile daha karanlık, daha ulaşılmaz ve

(10)

ulaş-tırılamazdır artık. Bilgi üreticileri ve satıcıları, bilgi pazarını otorite ve güç odaklarının denetiminden kurtarmak için müca­ dele etmelidirler. Lyotard haklı: Evrensel uzlaşım, güç ilişki­ leri ve dengelerinden bağımsız olarak gerçekleşemez, tam ter­ sine bunlara karşı verilecek savaşın bir ürünü olabilir. "Adı olanların, adlarının onurunu kurtarmaya" yönelik verecekleri bir savaşın ürünü.

Meşrulaştırım süreci toplumsal bağı kurmayı amaçlar; amaçladığı sürece de işlersellik (performativity) kazanır. Post- modern bilgi yeni meşrulaştırım kanalları bulabilir —üniversitenin dışında. Yeterlik ölçütü tek ölçüt olarak ele alınmayabilir. Bunlar için hemen her yönden eksiksiz olarak bilgilendirilmiş, eksiksiz enformasyonlu öznelere gerek var­ dır. Yerleşik eğitim kurumları bunu sağlamaktan uzaktır. Çünkü örgütlenmeleri bu amaç esasında gerçekleşmemiştir vb. Bu savlar Lyotard için tartışmasının önemli savları olmaktadır. Bu savların katılımcı oyuncular tarafından desteklenmesi şarttır. Kitap bu yönde bir çağrıdır. Bunun için yeni kurumsal örgütlenmeler (enstitü vb.) gerekebilir.

İçeriği ve üslubuyla postmodernizm için Türkçeye çevril­ miş ilk kitap olma özelliğine sahip olacak elinizdeki metnin, zaten bilindiğini varsaydığım bir takım çeviri güçlükleri nede­ niyle zor gelebilecek bölümlerini yukarıda sıralanmaya çalışı­ lan noktaların ve tartışmaların ışığında değerlendirilmesi sanı­ rım faydalı olacaktır. Türkçe düşünerek ve yazarak biz de postmodern dil oyunlarına katılabilirz -aksi, bizi kendi "adı­ mızdan" vazgeçmeye götürebilir. Kişisel olarak, bu çevirinin böylesi bir vazgeçişe tepki olarak okunmasını dilemekteyim. Çeviriyi çok sevdiğim kedim Birdy'ye adıyorum, okuyamaya­ cak olsa bile.

Ahmet Çiğdem

Bahçelievler, Ankara, 1990.

1 0

(11)

GİRİŞ

Bu çalışmanın nesnesi, son derece gelişmiş toplumlarda bilgi­ nin durumudur. Bu durumu tasvir etmek üzere postmodern ke­ limesini kullanmaya karar verdim. Kelime Amerika'da sosyo­ loglar ve eleştirmenler arasında kullanılagelmekte ve ondoku- zuncu yüzyılın sonundan bu yana, edebiyat, güzel sanatlar ve bilimdeki oyun kurallarını değiştiren dönüşümleri izleyen kültürümüzün konumunu belirlemektedir. Elinizdeki çalışma, bu dönüşümleri anlatılar (narratives) krizi bağlamına yerleştir­ meye çalışacaktır.

Bilim her zaman anlatılarla çatışma içinde olmuş; bilim öl­ çütü tarafından yargılanan anlatıların çoğunluğunun masal ol­ duğu görülmüştür. Ancak bilim, kendisini yararlı düzenlilik­ leri koymakla sınırlandırmadığı ölçüde ve hakikati aradıkça, kendi oyununun kurallarını meşrulaştırmakla yükümlü kılın­ mıştır. Bilim böylece kendi konumuna bağlı olarak bir

(12)

meşru-luk söylemi üretmekte, bu söylem felsefe olarak adlandırıl­ maktadır. Modern terimini, kendisini bu tür Tinin diyalektiği, anlamın yorumbilimi, rasyonel ya da çalışan öznenin özgürle- şimi ya da zenginliğin yaratımı gibi temel anlatılara açık baş­ vurularda bulunan bir metasöyleme gönderme yaparak meş­ rulaştıran herhangi bir bilimi belirlemek üzere kullanacağım. Sözgelimi bir önermenin doğruluk değeriyle göndereni ve alı­ cısı. arasındaki uzlaşımın kuralı, eğer rasyonel zihinler arasın­ daki mümkün bir oybirliği çerçevesinde tutulmuşsa, kabul edilebilir olarak farzedilebilir: Bu, bilgi kahramanının iyi bir etikopolitik amaç -evrensel barış- uğruna çaba sarfettiği Aydın­ lanma anlatısıdır. Bu örnekten görüleceği gibi, eğer bir meta- anlatı bilgiyi meşrulaştırmaya koyulan bir tarih felsefesini imâ ediyorsa, toplumsal bağı yöneten kuramların geçerliliğine iliş­ kin sorular ortaya çıkmaktadır ki bunlar da meşrulaştırılmalı- dır. Böylece adalet, hakikatle aynı biçimde, temel bir anlatıya emanet edilmektedir.

Ekstrem olanı basitleştirmek amacıyla, postmodern'i meta- anlatılara yönelik inanmazlık (ineredulity) olarak tanımlayaca­ ğım. Bu inanmazlık kuşkusuz bilimlerdeki ilerlemenin bir ürünüdür. Ancak bu ilerlemedir ki, akabinde, inanmazlığı öngörür. Meşruluğun metaanlatısal aygıtının eskimişliğine, en başta metafizik felsefenin ve geçmişte üzerinde yükseldiği üniversite kurumunun krizi karşılık gelmektedir. Anlatısal iş­ lev, işlevcilerini (functors), en büyük kahramanını, tehlikele­ rini, yolculuklarını ve amacını kaybediyor. Anlatısal dil ögele- rinin-anlatısal ancak düzanlamsal (denotative), buyurucu (prescriptive) ve betimsel vb. - bulutları arasında kayboluyor. Her bulutun içerisinde saklanan pragmatik değerlikler (valencies) onun türüne özgüldür. Her birimiz bunların çoğu­ nun kavşağında yaşamaktayız. Bununla birlikte zorunlu ola­ rak sabit dil bireşimleri kurmamaktayız, kurduğumuz bire­ şimlerin özellikleri de zorunlu olarak iletimlenebilir değildir.

(13)

Böylece geleceğin toplumu, bir Newtoncu-antropolojinin (mesela yapısalcılık ya da sistem teorisi) ihtisasından çok dil takılarının pragmatiği içerisine düşmektedir. Bir çok ve farklı dil oyunları vardır -bir öğeler heterojenliği. Yalnızca bunlar yaralar halinde kurumlar, ortaya çıkarırlar -mevzi belirlenim­ cilik (local determinism).

Karar vericiler bununla birlikte toplumsallığın bu bulutla­ rını, girdi/çıktı matrislerine göre ve onların öğelerinin ölçüle- bilirliğini ve de bütünün belirlenebilir olduğunu imâ eden bir mantığı izleyerek yönetmeye teşebbüs, hayatlarımızı da ikti­ darın büyümesi için seferber ederler. Benzeri şekilde bilimsel hakikat ve toplumsal adalet konularında, iktidarın meşrulaştı- rılması, onun sistemin işlerliğini (performance) sağlamasına dayalı olarak gerçekleşmektedir (yeterlik). Bu ölçütün bizim bütün oyunlarımıza uygulanması zorunlu olarak yumuşak ya da katı bir terör düzeyi içermektedir, bu terör işlersel, yani öl­ çülebilir de olabilir, gözden de kaybolabilir.

Maksimum işlerlik mantığı şüphemiz bir çok bakımdan tu­ tarsızdır, özellikle de sosyo-ekonomik alandaki çelişkiye ilişkin olarak: Hem az (en az üretim maliyeti) hem de çok (aylak ke­ simin toplumsal baskısını azaltmak) çalışma talep etmektedir. Ancak bizim inanmazlığımız şimdi öyle bir hale gelmiştir ki Marx'ın yaptığı gibi bu tutarsızlıklardan kaynaklanacak her hangi bir selâmet beklememekteyiz.

Hâlâ postmodern durum, meşruluk gideriminin (delegitimation) kör olumsallığına olduğu kadar büyüden kur- tulmuşluğa da yabancıdır. Meta-anlatılardan sonra meşruluk nerede kalabilecektir?

İşlerlik ölçütü teknolojiktir, doğru ve adil olanı yargıla­ makla ilgisi yoktur. Uzlaşımda bulunacak meşruluk Haber- mas'ın sandığı gibi tartışmayla mı elde edilmiştir? Böyle bir uzlaşım dil oyunlarının heterojenliğine karşı şiddet uygular. Ve yenilik daima ayrışmadan doğmuştur. Postmodern bilgi

(14)

otoritelerin basit bir aracı değildir. Farklılıklara olan duyarlılı­ ğımızı arındırmakta, karşılaştırılamazlığımız, hoşgörme yeti­ mizi pekiştirmektedir. İlkesi, uzmanın homolojisi değil, yeni- likçinin paralojisidir .*

Sorun şu: Toplumsal bağın meşrulaştırılması yani adil bir toplum tasarısı bilimsel etkinliğin paradoksuna benzer bir pa­ radoks çerçevesinde' mümkün müdür? Böyle bir paradoks ne olacaktır?

Elinizdeki metin bir tesadüfün ürünüdür. Son derece geliş­ miş toplumlarda bilgi üzerine bir rapordur ve başkanının is­ teği üzerine Quebec Hükümeti Üniversiteler Korıseyi'ne su­ nulmuştur. Başkanın metnin basımına verdiği müsaadedeki inceliğinden dolayı teşekkür etmek isterim.

Söylenmesi gereken, bu raporun yazarının bir uzman de­ ğil felsefeci (philosopher) olduğudur. Uzman neyi bilip neyi bilmediğini bilir, felsefeciyse neyi bilip neyi bilmediğini bil­ mez. İlki sonuçlandırır, İkincisi sorgular. İki farklı dil oyunu yani. Burada, onları bütünüyle başarılı olmayan bir sonuçla birleştirmeye çalıştım.

Bir felsefeci kendisini hiç olmazsa, belirli felsefi ve etiko- politik meşruiyet söylemlerinin formel ve pragmatik analizi­ nin -ki raporda bu tavır sözkonusudur- giderek gün ışığına çı­ kacağı düşüncesiyle uyumlayabilir. Rapor bu analizi biraz sosyolojikleştirici bir eğilimden sunmaya hizmet edecektir, budayan ancak aynı zamanda konumlandıran bir rapor yani.

Bu sıfatla, raporu, Enstitü tam başlıyorken, Üniversiteyi sonu olabilecek şeye yaklaşmış olarak bulan bu gerçek postmodern uğrakta, Paris VIII (Vincennes) Üniversitesi, Felsefe Politeknik Enstitüsü'ne adıyorum.

J. F. Lyotard

* Homoloji: benzeşim; benzeşme üzerine söylem, paraloji; yanlış ve akla karşı olma riskiyle birlikte farklılık ve aykırılık söylemi (y.h.n.)

(15)

POSTMODERN

DURUM

(16)

I. ALAN: BİLGİSAYARLAŞTIRILMIŞ

TOPLUMLARDA BİLGİ

Bizim çalışma hipotezimiz, toplumlar postendüstriyel; kültür­ ler de postmodern olarak bilinen çağa girdikçe bilginin konu­ munun değiştiğidir.1 Bu geçiş, Avrupa için yeniden-inşanın ta­ mamlanışını işaret eden 1950'lerin sonundan beri yürürlükte­ dir: Hızı, daha çabuk ya da yavaş ülkelere bağlı olup, bu ülkeler içerisinde etkinlik sektörüne göre değişmektedir. Genel durum, özetleyici bir bakış açısını güçleştiren geçici bir kopuş durumudur.2 Betimlemenin bir parçası zorunlu olarak

1. Alain Touraine, La Société Postindustrielle (Paris, Denoel, 1969; Daniel Bell, The Coming of Post-Industrial Society (New York, Basic Books, 1973); Ihab Hassan, The Dismemberment of Orpheus: Toward a Post Mo­ dern Literature (New York, OUP, 1971); Michael Menamou and Charches Caramello, eds., Performance in Postmodern Culture (Wisconsin, Coda Press, 1977); M. Kohler, "Postmodernismus: ein begriffgeschichtlier Überlick11, Amerikastudien

22, 1 (1977).

2. Bunun klasik edebi bir ifadesi Michel Butor, Mobile: Etude pour une

(17)

tahmini olacaktır. Ne olursa olsun, fütürolojiye çok büyük bir inanç beslemenin akıllıca olmadığını biliyoruz.3

Kaçınılmaz olarak eksik kalacak bir resmi boyamaktan çok, çalışmamızın nesnesini dolaysız olarak tanımlayan basit bir özelliği hareket noktam olarak alacağım. Bilimsel bilgi bir söylem türüdür. Ayrıca son kırk yıl içinde "önde gelen" bi­ limler ve teknolojiler dille ilgilenmek durumunda kalmışlar­ dır: fonoloji ve linguistik teorileri.4 iletişim ve sibernetik problemleri,5 modern cebir ve bildirişim (informaties) teori­ leri,6 bilgisayarlar ve onların dilleri,7 tercüme sorunları ve bilgisayar dilleri arasındaki yarışma alanlarının araştırılması,8 enformasyon, birikim ve veri bankalarına ilişkin sorunlar,9 telematik ve zeka terminallerinin kusursuzlaştırılması,10 ve

résentation des Etats-Unis (Paris, Gallimard, 1962)'de bulunmaktadır.

3. Jib Fowles, ed., Handbook of Futures Research (Westport, Conn.: Gre- envvood Press, 1978).

4. Nikolai S. Trubetskoi, Grundzüge der Phonologie (Prague, cilt 7, 1939).

5. Norbert Wiener, Cyberbetics and Society: The Human Use of Human Se­

ings (Boston, Houston Mifflin, 1949); William Ross Ashby, An Introduc­ tion to Cyberbetics (London, Chapman and Hall, 1956).

6. Johannes von Neumann'in (1903-57) çalışmasına bkz.

7. S. Bellert, "La Formalisation des systèmes cybernétiques, "in Le Con­

cept d'information dans la science contemporaine (Paris, Minuit, 1965).

8. Georges Mounin, Les Problèmes théoriques de la traduction (Paris, Gal­ limard, 1963). IBM 360'lann yeni bir türüyle bilgisayar devrimi 1965'e ka­ dar uzanır: R. Moch, "Le Tournant informatique", Documants contributifs, Annex 4, L'Informatisation de La société (Paris, 1978), R. M. Ashby, "La Seconde Génération de la micro-électronique", La Recherche 2 (June 1970), 127 vd.

9. C. L. Gaudfernan and Taib, "Glossarie", in P. Nora and A. Mine, L'Infor­

matisation de la société (Paris, 1978); R. Béca, "Les Banques de données" Nouvelle informatique et nouvelle croissance, Annex 1, L'Informatisation de la société.

10. L. Joyeux, "Les Applicaitons avancées de l'informatique", Documents

contributifs. Ev terminalleri (Uyumlanmış Video Terminalleri) 1984'den önce ticarileştirilmiş bulunup, Uluslararası Kaynak Gelişimi'nin bir rapo­ runa göre 1.400. dolar dolayında bir fiyata malolmaktadır: The Home Ter­

(18)

paradoksoloji.11 Olgular kendileri için konuşmaktadır (ve bu liste de tüketici değildir).

Bu teknolojik dönüşümlerin bilgi üzerinde hatırı sayılır bir etkiye sahip olması beklenilebilir: Bunun iki esas işlevi —araş­ tırma ve kazanılmış öğrenmenin aktarımı— zaten etkiyi hisse­ diyor ya da gelecekte hissedecektir. İlk işleve bağlı olarak, ge­ netik bilimi sokaktaki adam için algılanabilir bir örnek sun­ maktadır. Genetik bilimi, teorik paradigmasını sibernetiğe borçludur. Bir çok diğer örnek zikredilebilir. İkinci işlev içinse, makinelerin küçültülmesi ve ticarileştirilmesinin, zaten öğ­ renmenin kazanıldığı, sınıflandırıldığı, tüketime sunulduğu ve sömürüldüğü yolları değiştirmesinin ortak bir bilgi haline gelmesi örneği verilebilir.12 Enformasyon-sağlayıcı makinele­ rin verimli kılınmasının insan dolaşımı (taşıma sistemleri) ve sonra da ses ve görsel imgelerin (medya) dolaşımında olduğu kadar öğrenim dolaşımı konusunda da bir etkiye sahip oldu­ ğunu ve olmayı sürdüreceğini varsaymak akla uygundur.13

11. Paul Watzlawick, Janet Helmick-Beavin, Don D. Jackson, Pragmatics

of Human Communication: A Study of Interactional Patterns, Pathologies, and Paradoxes (New York, Norton, 1967).

12. Groupe D'analyse et de perspective des systèmes économiques et tech- nologiques'den J.M. Treille şunu söylemektedir: "Özelde yarı kondüktör ve lazer teknolojisinin kullanılması olmak üzere, birikmiş enformasyonun (bildirişim) yayılmasının yeni imkanları konusunda herşey söylenmemiş­ tir... Yakında herkes ucuz yolda enformasyonu arzu ettiği yerde depolamaya ve dahası özerk bir şekilde işletmeye muktedir olacaktır" {La Semaine Me­

dia, 16, 16 Şubat 1979). Ulusal Bilim kurumu tarafından yapılan bir çalış­

maya göre, iki yüksek okul öğrencisinden biri bunu başarabilecektir. (Le

Semaine media, 13, 25 Ocak).

13. L. Brunei, Des Machines et des hommes (Montreeal, Québec Science, 1978); Jean-Louis Missika and Dominique Wolton, Les réseaux pensants (Libraire technique et documentarie, 1978). Québec Eyaleti ve Fransa ara­ sında video koferanslarının kullanılışı sıradan hale gelmiştir. Diğer bir ör­ nek elektronik gazetecilik tarafından verilmektedir. Üç büyük Amerikan şirketi (ABC, NBC ve CBS) bütün dünyadaki üretim stüdyolarının sayısını, hemen hemen uyduyla tüm olayları elektronik olarak kaydedip Amerika'ya

(19)

Bilginin tabiatı bu genel dönüşümler bağlamında değiş­ meksizin kalamaz. Eğer öğrenme sadece enformasyon nicelik­ lerine dönüştürüldüyse, yeni kanallara uyup, işlersel olabi­ lir.14 Bu kurulmuş bilgi bütününde bu yolda tercüme edile­ meyecek herhangi bir şeyin ortadan kaldırılacağını ve yeni araştırma yönünün, bilgisayar diline tercüme edilebilir olgusal sonuçlarının mümkünâtı tarafından belirleneceğini kestirebili­ riz. Şimdi bilginin "üreticileri" ve kullanıcıları, öğrenmeyi ya da bulmayı istedikleri ne olursa olsun, bu dillere tercüme araç­ larına sahip olmalıdırlar ve olmak zorunda kalacaklardır da. Tercüme makineleri üzerindeki araştırma zaten ilerlemiş du­ rumdadır.15 Bilgisayarların hegemonyasının yanısıra belirli bir mantık ve dolayısıyla hangi önermelerin "bilgi" önermeleri olarak kabul edileceğini belirleyen bir buyurucu hükümler kümesi gelmektedir.

Böylece "bilgi kullanıcı" ya (knower) ilişkin olarak —bilgi sürecinin hangi noktasını işgal ediyorsa etsin— bilginin bütü­ nüyle bir dışsallaştırılması olayıyla karşılaşabiliriz. Bilginin kazanılmasının zihinlerin ve hatta bireylerin yetiştirilmesi

transfer edilebilecek düzeyde arttırmıştır. Yalnızca Moskova'daki büro hâlâ film üzerinde çalışmaktadır, bu filmler uydu nakli için Frankfurt'a gönderil­ mektedir. Londra büyük bir "paketleme noktası" olmuştur.

14. Enformasyon birimi parçacıldır. Bu tanımlamalar için bkz. Gaudfernan and taib, "Glossaire". Bu konu René Thom'da tartışılmaktadır. "Un prut ce­ de la sémantique" l'information" (1973) in Modeles math'mathématiques de

la morphonogenese (Paris, Union Générale d’Edition, 1974). Özelde mesaj­

ların kodlara geçirilmesi çift anlamlılıkların ortadan kaldırılmasına izin vermektedir, bkz., Watzlavvick et. al., Pragmatics of Human Communica­

tion, s.98.

15. Craig ve Lennox firmaları paket tercümanların ticari üretimini ilan et­ mişlerdin anında alımlama ve herbiri için 1500 kelime içeren dört farklı dil için hafızalı dört modül. Weidner İletişim Sistemleri Şirketi saat başına 600'den 2400'e çoğaltılacak normal bir tercüman kapasitesine ulaşan ve bir

Multilingual Word Processor (Çokdilli Kelime İşleticisi) geliştirmiştir; ikidilli sözlük, eşanlamlılar sözlüğü ve gramatik dizinden oluşan üç boyutlu bir hafızayı içermektedir; (La Semaine media 6,6 Ekim, 1978, 5).

(20)

(Bildung) sürecinden ayrılamayacağı hakkında eski ilkenin modası geçmektedir ve bundan sonra daha da geçecektir. Bilgi kullanıcıları ve arzedicilerinin arzettikleri ve kullandıkları bil­ giyle olan ilişkileri, mal üretici ve tüketicilerinin, ürettikleri ve tükettikleri mallarla olan ilişkisinin gerçekleştiği bir (ekonomik) değer formunda gerçekleşmektedir. Bilgi satılmak üzere üretiliyor ve satılmak üzere üretilecek, yeni bir üretimde kıymetlendirilmek üzere tüketiliyor, tüketilecek. Her iki durumda da amaç mübadeledir. Bilgi kendinde bir amaç olmaktan uzaklaşmakta, "kullanım-değerini" kaybet­ mektedir.16

Bilginin son bir kaç on yıl içerisinde üretimin esas gücü ol­ duğu yaygın bir şekilde kabul edilmektedir.17 Bu durum za­ ten yüksek derecede gelişmiş ülkelerdeki işgücü kompozis­ yonu üzerinde kaydedilebilir bir etkiye sahiptir18 ve gelişen

16. Jürgen Habermas, Erkenntis und Interesse (Frankfurt, Suhrkamp, 1968).

17. İnsanın tabiat anlayışı ve toplumsal bir beden olarak varlığı aracılı­ ğıyla tabiat üzerindeki efendiliği... üretim ve zenginliğin büyük temel-taşı (Grundpeeller) olarak gözükmektedir", öyle ki "genel toplumsal bilgi bir

doğrudan üretim gücü olmaktadır", diye yazar Marx, Grundrisse’de (Berlin,

Dietz Verlag, 1953 s.593). Bununla birlikte Marx, "yalnızca bilgi for­ munda değil, aynı zamanda toplumsal pratiğin dolaysız organları olarak” öğrenme “makineler biçiminde güç haline gelmektedir: Makinalar "insan eli tarafından yaratılan insan beyninin organları, nesneleştirilmiş bilgi gü­ cüdürler" sonucuna varmaktadır. Bkz. Paul Mattick, Marx and Keynes: The

Limits of the Mixed Economy (Boston: Extending Horzion Books, 1969).

Bu nokta Lyotard'da tartışılmaktadır, "La Place de l'aliénation dans le reto­ urnement marqxiste" (1969) in Dérive a partir de Marx et Freud (Paris, Union Générale Edition, 1973), ss. 78-166.

18. ABD'de işgücü görünümü yirmi yıllık bir dönemde aşağıda belirtildiği gibi değişmiştir. (1950-71):

1950____________ 1971

% 62_____________ % 51.4 Fabrika, hizmet sektörü ve zirai işçiler 7.5 14.2 Profesyoneller ve teknisyenler 20

(21)

ülkeler için temel bir inkitayı oluşturmaktadır. Postendüstriyel ve postmodern çağda bilim, millî-devletlerin üretici kapasite alanındaki önceliğini koruyacak ve şüphesiz onu güçlendire­ cektir. Gerçekte bu durum gelişmiş ve gelişen ülkeler arasın­ daki boşluğun gelecekte eskisinden daha geniş olarak büyüye­ ceği sonucuna götüren sebeplerden birisidir.19

Ancak sorunun bu boyutu kendisi için tamamlayıcı olan diğer boyutunu gölgelememelidir. Enformasyon malı formun­ daki bilgi, üretici güçlerden ayrılamaz bir biçimde güç için dünyanın her tarafındaki rekabetin zaten esas bir parçasıdır ve belki de esas parçası olmaya devam edecektir. Millî-devletlerin bir gün geçmişte toprak denetimi ve daha sonra ham maddeler ve ucuz emeğin ele geçirilmesi ve sömürülmesi için savaştıkları gibi enformasyonun denetimi için de savaşacakları inandırıcı gözükmektedir. Yeni bir alan bir taraftan endüstriyel ve ticari stratejiler diğer taraftan ise askeri stratejiler için açılmış bulunmaktadır.20

Ancak yukarıda özetlediğim perspektif benim gösterdiğim kadar basit değildir. Çünkü bilginin ticarileştirilmesi (merkantilizasyonu), öğrenimin üretim ve dağıtımına ilişkin olarak millî-devletin hoşlandığı ve hoşlanacağı önceliği etki­ lemek durumundadır. Öğrenimin, toplumun zihni ya da

30.0 34.0 Bürokratlar

(Statistical Abstracts, 1971)

19. Yüksek düzeyde bir teknisyen veya normal bir bilim adamının "yetişti­ rilmesi" için gereken zamanın, ham maddelerin çıkartılması ve para-serma- yeye dönüştürülmesi için gereken zamana olan mukayesesi nedeniyle. 1960'ların sonunda Mattick, net yatırım oranını az gelişmiş ülkelerde GSMH'nın % 3-5, gelişmiş ülkelerde % 10-15 olarak tahmin etmiştir ( M a r x

and Keynes, s.248).

20. Nora et Mine, L'Informatisation de la société, özellikle 1. Bölüm, "Les défis"; Y. Stourdzé, "les Et ats-Unis et la querre des communications". Le

Monde, 13-15 Ekim 1978. 1979'da dünya telekomünikasyon araçlarının pazar değeri 30 milyar dolardır; takip eden on yılda bu rakamın 68 milyon

(22)

beyni olarak Devlet'in denetimine bırakıldığı düşüncesi karşıt bir ilkenin çoğalan gücüyle birlikte çok ama çok modası geç­ miş olacaktır. Bu karşıt ilkeye göre toplum yalnızca içerisin­ deki dolaşan mesajların enformasyon olarak zengin ve kod-çö- zümü kolay olduğunda varolacak ve ilerleyecektir. Bilginin ti- carileştirilmesiyle el ele giden iletişimsel "geçirgenlik" (transparency) ideolojisi Devleti bir "gürültü" ve bir donukluk faktörü olarak algılamaya başlıyacaktır. Bu bakış açısından ekonomi ve Devlet arasındaki ilişki sorunu yeni bir aciliyetle ortaya çıkma tehdidinde bulunur.

Zaten son yirmi-otuz yıl içerisinde ekonomik güçler, çoku­ luslu şirketler tarafından işleyen sermaye dolaşımının yeni bi­ çimleri aracılığıyla Devletin konumunu tehlikeye sokma nok­ tasına ulaşmışlardır. Bu yeni dolaşım biçimleri yatırım kararla­ rının hiç olmazsa kısmen millî-devletlerin denetiminin dışına çıktığını imâ etmektedir.21 Bu tehdit edici sorun telematik ve bilgisayar teknolojisinin gelişimiyle birlikte eskisinden daha çok ortaya çıkmaktadır. Sözgelimi IBM gibi bir firmanın yer­ yüzünün mahrek alanında bir kuşak işgal etmek ve iletişim uyduları ya da veri bankası uyduları fırlatmak üzere yetkili kılındığını farzedin. Kim bunların gücüne sahip olabilecektir? Hangi kanal ya da verinin yasak olup olmadığını kim belirle­ yecek? Devlet mi? Veya devlet sadece diğerlerinin arasında bir kullanıcı mı olacak? Yeni yasal sorunlar ve bunlarla birlikte "kim bilecek" meselesi ortaya çıkacak.

Bilginin tabiatındaki dönüşüm o zaman, varolan kamusal güçler üzerinde hem fiilî hem hukukî olarak geniş şirketler ve çok genel biçimde sivil toplumla olan ilişkilerini gözden ge­ çirmeye zorlayacak tepkilere yol açabilir. Dünya pazarının

ye-21. F. De Combret, "Le redéploiment industriel", Le Monde, Nisan 1978; M. Lepage, Domain le capitalisme (paris. Le Livres de Poche, 1978); Alain Cotta, La France et l'impératif mondial (Paris, PUF, 1978).

(23)

niden açılması, daha tutarlı bir ekonomik rekabete geri dönüş, Amerikan kapitalizminin hegemonyasının kırılışı, sosyalist bir alternatifin çöküşü, muhtemel bir Çin pazarının açılışı —bunlar ve bir çok diğer etmen 1970'lerin sonlarında Devlet­ leri 1930'lardan bu yana oynamaya alıştıkları yatırımlara kıla­ vuzluk etme ve yönlendirme rolü konusunda ciddi bir değer­ lendirmeye hazırlamaktadır.22 Bu bakımdan, yeni teknolojiler sadece böyle bir yeniden gözden geçirmenin âciliyetini arttıra­ bilirler, çünkü bunlar karar vermede (dolayısıyla denetim araçlarında) kullanılan enformasyonu eskisinden daha hare­ ketli ve intihale elverişli yapmaktadır.

"Eğitimsel" değeri ve siyasal (idari, diplomatik, askeri) öneminin yerine parayla benzer dolaşım çizgilerine sahip öğ­ renimi, görselleştirmek zor değildir. Kalıcı ayırım bilgi ve ce­ halet arasında olmayacaktır artık ancak tıpkı para konusunda olduğu gibi, "ödeme bilgisi" ve "yatırım bilgisi" arasında, bir başka deyişle, bir projenin işlerliğini sağlamaya adanan bilgi fonlarına karşı gündelik hayatın sürdürülmesi çerçevesinde mübadele edilen bilgi birikimleri (işgücünün yeniden inşası, "varkalmak") arasında olacaktır.

Eğer olay buysa, iletişimsel geçirgenlik liberalizme benzer olacaktır. Diğerleri sadece borçları ödeme eşyası olurken libe­ ralizm, içerisinde bazı kanalların kullanıldığı para akışı örgüt­ lenmesine engel olmaz. Benzeri şekilde, diğerleri her şahsın toplumsal bağa sürekli borcunu yeniden ödemek üzere kulla­ nılırken, bazılarının "karar vericiler" için ayrıldığı, özdeş tabi­ atın özdeş kanalları boyunca hareket eden bilgi akışları da ta­ hayyül edilebilir.

22. Bu bir “yönetimin zayıflatılması" ve "minimal devlete" ulaşılması so­ runu; 1974'de başlıyan "bunalıma" eşlik eden Refah Devleti'nin çöküşüdür.

(24)

2. SORUN: MEŞRULAŞTIRMA

Meşrulaştırma, içerisinde bilginin konumu sorununu irdele­ mek istediğim alanı tanımlıyan çalışma hipotezidir. Bu se­ naryo, bizimkinden bütünüyle farklı bir ruhta ilerlemiş olma­ sına rağmen, "toplumun bilgisayarlaştırılması" adıyla varola- gelen senaryoya yakın olup, ne özgün olma iddiasındadır ne de doğru. Bir çalışma hipotezi için gerekli olan, ayırdetme için yeterli bir kapasiteye sahip olmasıdır. En yüksek derecede ge­ lişmiş toplumların bilgisayarlaşması senaryosu, abartılı bir an­ lamlandırma riskine rağmen, bize bilginin dönüşümünün be­ lirli boyutları ve onun kamusal güç ve sivil kurumlar üzerin­ deki etkilerini ortaya koymaya izin vermektedir —bu etkilerin başka bakış açılarından algılanması güç olacaktır. Bizim hipo­ tezimiz buna göre, gerçekliğe ilişkin olarak öndeyileyici bir değer uyarlamamalı, fakat ortaya çıkan sorunlar hakkında

(25)

stratejik bir değer koymalıdır.

Buna rağmen, bu hipotezin güçlü bir güvenilirliği vardır ve bu anlamda bizim onu seçmemiz keyfî değildir. Sorun uz­ manlar tarafından geniş bir biçimde tasvir edilmektedir23 ve tele-iletişim endüstrisinin işletilmesi gibi hükümet kurumları- nın ve özel firmaların oldukça doğrudan ilgilendiği belirli ka­ rarlara kılavuzluk etmektedir zaten. Bir dereceye kadar göz­ lemlenebilir gerçekliğin bir parçasıdır. Nihayet sözgelimi dünyanın enerji problemlerini çözmedeki sürekli bir başarısız­ lıktan kaynaklanan ekonomik durgunluk veya genel bir geri- çekilmeden öte, bu senaryonun yürürlüğe girmesi için iyi bir şans vardır. Çağdaş teknolojinin, toplumun bilgisayarlaştınl- masına bir alternatif olarak hangi yönü tutturacağını tahmin etmek zordur.

Bütün bunlar hipotezin banal olduğunu söylemek gibi bir şey oluyor. Ancak ekonomik büyüme ve sosyopolitik gücün birbirinin tabii tamamlayıcıları olduğu bilim ve teknolojideki genel ilerleme paradigmasına meydan okumayı başaramadığı ölçüde böyle. Bilimsel ve teknik bilginin birikimli olması hiç bir zaman sorgulanmamıştır. En fazlası, tartışılan şey biriki­ min aldığı biçim olmuştur. Bazıları düzetjli, sürekli ve benzer­ siz, bazıları ise dönemsel, süreksiz ve çatışmalı olarak res- metmişlerdir.24

Ancak bu herkesçe bilinen önermeler yanıltıcıdır. İlkin, bi­ limsel bilgi, bilginin bütünlüğünü temsil etmez, başka tür bir bilgiye ilave olarak, onunla rekabet ya da çatışma içerisinde

23. "La Novelle Informatique et ses utilisateurs", Annex 3, L'Informatisa­

tion de la société (8. not)

24. B.P. Lecuyer, "Bilan et perspectives de la sociologie des sciences dans les pays occidentaux", Archives européennes de sociologie 19 (1978): 257-336 (Bibliografya). Amerikan ve İngiliz örnekleri üzerine iyi bir en­ formasyon, 1970'lerin başına kadar Merton okulunun hegemonyası, ve özellikle Kuhn'un etkisi altındaki mevcut ayrışma. Ancak Alman bilim sosyolojisi hakkında çok bilgi verilmemiş.

(26)

bir bilgi biçimi olarak varolmuştur. Bu başka tür bilgiyi ben yalınlık istemlerindeki anlatı olarak adlandıracağım (karakteristikleri sonra tasvir edilecektir). Bununla anlatısal bilginin, bilim üzerinde egemen olacağını kastetmiyorum, an­ cak anlatısal bilginin modeli, çağdaş bilimsel bilginin yoksul bir figür olarak (özellikle "bilen"e ilişkin olarak bir dışsallaş- maya uğrayan ve daha öncekinden çok daha büyük bir oranda kullanıcısından yabancılaşan) gözüktüğü duruma yakın içsel bir denge ve şenliklilik düşüncesine yakındır.25 Araştırmacı ve öğretmenlerin demoralize edilmesi sonucu önemsiz sayılamaz. 1960'larda, yüksek derecede gelişmiş toplumların hepsinde olayın, bu meslekleri icra etmeye hazırlananlar arasında patlayıcı noktaları yakaladığı bilinen bir olgudur. Bu beladan kendilerini kurtaramayan üniversite ve laboratuvardaki verimlilikte hatırı sayılır bir düşüş olmuştur.26 Bunun bir ümit veya korkuyla bir devrime yol açacağını ummak (60'larda böyle olmuştu) sorunun dışına çıkmak demektir: Bu tavır, bir gecede post-endüstriyel toplumdaki nesnelerin düzenini değiştiremeyecektir. Bilim adamlarının üzerindeki bu şüphe, bilimsel bilginin bugünkü ve gelecekteki durumunu değerlendirmede temel olarak ele alınmalıdır.

İkinci nokta olarak yani bilim adamlarının demoralizasyo- nunun merkezi meşrulaştırma sorunu üzerindeki etkisi nede­ niyle de bu ele alış bütünüyle zorunlu olmaktadır. Bu keli­ meyi otorite sorununu tartışan çağdaş Alman teorisyenlerden daha geniş bir anlamda kullanıyorum.27 Herhangi bir medeni

25. Terime Ivan Illich tarafından ağırlık verilmiştir, Tools for Convivi­

ality (New York, Harper and Row, 1973).

26. Bu "demoralisation" hakkında bkz. A. Jaubert et J.M. Levy, Leblonds, (eds)., (Auto) Critique de la science (Paris, Seuil, 1973) 1. Bölüm.

27. Jiirgen Habermas, Legitimationsprobleme in Spätkapitalismus

(Frankfurt, Suhrkamp, 1973). 26

(27)

kanunu örnek olarak alınız: Bu kanun belirli bir kategori için­ deki yurttaşların özgül bir eylem türünü yerine getirmeleri gerektiğini vurgulamaktadır. Meşrulaştırma, bir kanun koyu­ cunun, böylesi bir kanunu norm olarak çıkarmaya yetkili kı­ lındığı bir süreçtir. Şimdi de bir bilimsel önerme örneğini ele alınız: Bu önerme, bilimsel olarak kabul edilmek için, 'bir önerme belirli bir şartlar kümesini yerine getirmelidir' kura­ lına uymak zorundadır. Bu durumda meşrulaştırma, bilimsel söylemle ilgilenen bir "kanun koyucunun" konulan şartlarda (genelde içsel tutarlılık ve deneysel doğrulama şartları) bir önermenin bilimsel cemaat tarafından ele alınması için bilimsel söyleme içerilip içerilmeyeceğini belirlediği bir süreçtir. Konulan bu paralellik zorlama gözükebilir. Ancak görüleceği üzere böyle değildir. Bilimin meşruluğu sorunu Platon'dan beri kanun koyucunun meşruluğuna ayrılmaz bir biçimde bağlıdır. Bu bakış açısından neyin doğru olduğuna karar vermek, önermelerin tabiatları gereği farklı bu iki otoriteye bağlanması durumunda bile, neyin adil olduğuna karar vermekten bağımsız değildir. Burada önemli olan, etik ve politik olarak adlandırılan dille, bilim olarak adlandırılan dil arasında belirli bir içsel bağlantı olduğudur. İkisi de aynı perspektiften, aynı "seçişten" kaynaklanmaktadır —denilebilirse Batı adı verilen seçişten.

Bilimin daha önce olduğundan çok daha fazla ve bütü­ nüyle, yeni teknolojilerin yanısıra egemen güçlere teslim ol­ muş gözüktüğü ve bunların çatışmalarında başat bir unsur olma tehlikesini içerdiği bir zamanda, bilimsel bilginin varo­ lan konumunu incelediğimizde, çifte bir meşrulaştırma sorunu, arkaplana geri çekilmekten öte, zorunlu olarak öne çıkmaktadır, çünkü sorun kendisinin en eksiksiz formunda, yani tekrar eski halinde ortadadır: Bilginin ne olduğuna kim karar verecektir ve hangi ihtiyaçların karara bağlanacağını kim bilecektir? Bilgisayar çağında, bilgi sorunu şimdi

(28)
(29)

3. YÖNTEM: DİL OYUNLARI

Bu sorunu ileriye sürülen çerçeve içerisinde analiz ederken belli bir prosedürü tercih ettiğimi okuyucu farkedecektir: Dil olgularını, özelde de onların pragmatik boyutunu vurgula­ dım.28 Bundan sonra ne söyleneceğini açık kılmak için kısa

ol-28. Peirce'ün semiyotiğinin izinde sentaktik, semantik ve pragmatik alan­ ların ayrımı Charles W. Morris tarafından yapıldı: "Foundations of the Theory of Signs", in Otto Neurath, Rudolp Carnap, and Charles Morris, eds., International Enclopedia of Unified Science, vol. 1, Bölüm 2 (1938): 77-137. Bu terimin kullanılmasında özellikle Ludwig Wittgenstein, Philo­

sophical Investigations'a (New York, Macmillan, 1953) gönderme yapıyo­

rum; J.L. Austin, How to Do Things with Words (Oxford, Oxford University Press, 1962); Jürgen Habermas, “Unbereitende Bemerkungen zu einer The- orie der kommunikativen kompetens" in Habermas and Luhmann, Theorie

der Gesellchaft oder Sozialtechnologie (Stutgart, Suhrkamp, 1971); J. Po­

ulin, "Vers une pragmatique nucleaire de la communication" (Üniversite de la Montreal, 1977). Bkz. Watzlavvick et. al. Pragmatics of Human Commu­

(30)

makla birlikte pragmatik terimiyle neyin kastedildiğini özetle­ mek faydalı olacaktır.

"Üniversite hastadır" gibi düzanlamsal bir ifade (denotative utterance)29 bir mülakat ya da konuşma bağla­ mında sarfedilmiş olup, göndericisini (önermeyi dile getiren kişi) ve alıcısını (bu önermeyi algılayan kişi) ve de önermenin ilgilendiği şeyi yani göndermenin nesnesini özgül bir yolda konumlamaktadır: İfade göndericiyi, "bilicinin" (üniversitenin hangi durumda olduğunu bilen) konumuna yerleştirir ve açımlar. Alıcı, bilicinin kabul edilmesi ya da reddedilmesi durumuna konulmuştur. Önermenin nesnesi (referent) düzanlamlara özgü bir yolda ele alınmıştır; kendisine göndermede bulunan önerme tarafından açıklanan ve doğru olarak özdeşleştirilmeyi talep eden bir şey olarak.

Eğer "üniversite açıktır" gibi bir açıklamayı (declaration) düşünecek olursak (bir tören sırasında dekan ya da rektör tara­ fından dile getirilmiştir) önceki özgülleştirmelerin artık uygu­ lanmayacağı açıktır. Doğal olarak ifadenin anlamı anlaşılmak zorundadır, fakat bu genel bir iletişim durumudur ve bize farklı tür ifadeleri veya onların özgül etkilerini ayırdetmede yardım etmez. Bu ikinci 'İşlersel"(performative) ifadenin ayır- dedici özelliği30, dile getirilmesiyle çakışan önermenin nesnesi üzerindeki etkisidir. Üniversite açıktır çünkü yukarıda

29. "Düzanlam" (Denotation) burada mantıkçıların klasik kullanışındaki "betimlemeye" karşılık gelmektedir. Quine, "düzanlamı" herhangi bir şeyin "doğruluğu"yla değiştirir; bkz, W.V. Quine, Word and Object

(Cambridge, Mass.: MIT Press, 1960). J.L. Austin, How to Do Things with

Words, s.39, "betimsel" yerine "kalıcıyı" yeğlemektedir.

30. "İşlersel" (performative) terimi Austin'den bu yana dil teorisinde sarih bir anlam temelinde ele almaktadır. Bu kitapta, kavram, bir girdi/çıktı ora­ nına göre ölçülen yeni ve muteber yeterlilik anlamındaki, özelde bir siste­ min "işlerselliği" terimiyle birlikte yeniden ortaya çıkacaktır. İki anlam birbirinden çok uzak değildir. Austin'in işlemsel kavramı optimal işlemi yerine getirmektedir.

(31)

zikredilen şartlarda açık olduğu ilan edilmiştir. Bunun böyle olması, önermenin gönderildiği yer (alıcı) açısından doğrula­ maya ya da tartışmaya tabi değildir, çünkü dolaysız olarak ifade tarafından yaratılan yeni bağlam içerisine yerleştiril­ miştir. Gönderici için olduğu gibi, alıcı da böyle bir önermeyi kuracak otoriteyle yüklemlenmelidir. Gerçekte bunu başka bir biçimde söyleyebilirdik: Gönderici dekan ya da rektör yani bu türden önermeyi dile getirecek otoriteyle yükümlenmiş kişi, yalnızca doğrudan gönderileni (önermenin nesnesi, référant, burada üniversite) ve alıcıyı (üniversite personeli), işaret etti­ ğim biçimde, etkileyebildiği sürece bu konuma sahiptir.

Farklı bir durum "üniversiteye para ver" türünden ifade­ leri içermektedir, bunlar buyuruculardır ve emirler, komutlar, tavsiyeler, istekler, dualar ve ricalar vb. biçiminde tanzim edi­ lebilirler. Terimi geniş anlamda (örneğin bir günahkarın ba- ğışlayıcılık iddiasındaki bir tanrı üzerindeki otoritesini de içe­ recek biçimde) kullanırsak, burada gönderici açıkça bir otorite konumuna yerleştirilmiştir: yani, gönderici, alıcının kendisine gönderme yapılan eylemi yerine getirmesini beklemektedir. Buyurmanın pragmatiği alıcı ve gönderilenin durumlarında çok büyük değişiklikler gerektirmektedir.31

Başka bir düzende tekrar bir sorun, vaad, edebi bir tasvir, bir anlatılama vb.'nin yeterliliğini (efficiency) özetliyorum. Wittgenstein, dil incelemesini bir sıyrıktan alıp, dikkatini farklı söylem biçimlerinin etkileri üzerinde yoğunlaştırır. Dil oyunları32 (bir kaçını ben yukarıda sıralamıştım) etrafında öz­

deşleştirdiği muhtelif türden ifadeleri ortaya koyar. Dil oyun­ larıyla kastettiği, çeşitli ifade kategorilerinin her birinin, bun­ ların özelliklerini belirleyen kurallar ve konulabilecekleri

ya-31. Bu kategorilerin yeni bir analizi Habermas'ta bulunmakta, "Unbere- itende Bemerkungen", ve Poulain tarafından tartışılmaktadır, "Vers une pragmatique nucléaire".

(32)

rarlar çerçevesinde tanımlanabilir olmasıdır —tıpkı her parça­ nın özelliklerini belirleyen bir kurallar kümesiyle tanımlanan satranç oyununda olduğu gibi; bunları hareket ettirmenin en uygun yoluyla.

Dil oyunları hakkında şu üç gözlemde bulunmak faydalı olacaktır: Birincisi, bunların kuralları kendi içerisinde kendi meşruluklarını taşımazlar, ama açık ya da örtük bir anlaşma­ nın (oyuncular arasındaki bir anlaşmanın) nesnesidirler —bu oyuncuların kuralları keşfettiğini söylemek _doğru değildir. İkincisi eğer kurallar yoksa oyun da yoktur.33 Hatta bir kura­ lın son derece küçük tâdili bile oyunun tabiatını değiştirir; bir "hareket" ya da ifade kuralları tatmin etmiyorsa, tanımla­ dıkları oyuna ait değildirler. Üçüncü nokta biraz önce söyleni­ len şey tarafından önerilmektedir: Her ifade bir oyundaki "hareket" olarak düşünülmelidir.

Bu son gözlem bir bütün olarak yöntemimizin altını çizen ilk ilkeyi vermektedir: Oynama ve genel agonistik (cedel) ala­ nına düşen konuşma edimleri34,35 anlamında konuşmak, dö­ vüşmektir. Bu zorunlu olarak kazanılmak üzere oynanıldığı anlamına gelmez. Bir hareket, keşfedilmesinden dolayı

duyu-33. John von Neumann and Oskar Morgensternn, Theory of Games and Eco­

nomic Behavior (Princeton University Press, 1944), s.49: "Oyun kendisini

betimleyen kuralların bütünlüğüdür". Bu ifade Wittgenstein’in yaklaşımına yabancıdır, zira onun için oyun kavramı, tanımlama zaten bir dil oyunu ol­ duğundan, bir tanım tarafından kuşatılamaz (Philosophical Investigations,

özellikle bkz. 65-84. kısımlar).

34. Kavram Searle'den gelmektedir: "Konuşma edimleri... dilsel iletişimin temel ya da en küçük birimleridir" (Speech Acts, s.16). Bense bu edimleri iletişim alanından çok agon (oyunlardaki tartışma) alanına yerleştiriyo­ rum.

35. Agonistik (oyun ve ödül-kazanma teori ve sanatı) Heraklitus'un ontolo­ jisinin temelidir. Sadece tragedyanlar olmaksızın, Sofistlerin diyalektiği­ nin de. Aristo'nun Topics'lerdeki ve Sophistici Elenchi'deki düşüncelerinin büyük bir kısmı bu konuya ayrılmıştır. Bkz. F. Nietzsche, "Homer’s Con test"in Complete Works, vol. 2, New York, Gordon Press, 1974).

(33)

lan taze haz yüzünden yapılabilir: Peki popüler konuşma ve edebiyat tarafından üstlenilen dilsel taciz işinde başka ne içe- rilmektedir? En büyük zevk, dilin parole (söz) düzeyindeki ev­ riminin arkasındaki süreçtir, yani anlamların, kelimelerin ve deyimlerin dönüşümlerindeki sonsuz keşiftir. Ancak şüphesiz ki bu zevk bile bir hasım kazanma pahasına elde edilen bir başarı hissine bağlıdır —hiç olmazsa bir ve heybetli bir düş­ man kazanmak pahasına: Kabul edilen dil ya da işaret (ler sis­ temi).36

Bu dil agonistiği düşüncesi ikinci ilkeyi gözden kaçınma­ malıdır, çünkü ona bir tamamlayıcı olarak durmakta ve bizim analizimizi yönetmektedir: Gözlemlenebilen toplumsal bağ dil "hareketlerinden" mürekkeptir. Bu önermenin aydınlığa ka­ vuşturulması bizi elimizdeki meselenin özüne götürecektir.

36. Lous Hjelmslev, Prolegotne.ua to a Theory of Langııage (Madison: Uni- versity of Wisconnin Press, 1963) tarafından kurulduğu anlamda ve Roland Burthes, Eléments de sémiologie (1964) (Paris: Scuil 1966), 4: 1

(34)

4. TOPLUMSAL BAĞIN TABİATI:

MODERN SEÇENEK

Eğer en yüksek derecede gelişmiş toplumlarda bilginin konu­ munu tartışmak istiyorsak, öncelikle bu topluma hangi meto­ dolojik tasarımın uygulanacağı sorusunu cevaplandırmalıyız. Basitleştirme pahasına, ilke olarak, hiç olmazsa son yarım yüz­ yıldır toplum için iki temel tasarımsal model olduğunu söyle­ mek uygun düşebilir: Toplum ya işlevsel bir bütün oluştur­ makta ya da ikiye bölünmektedir. İlk modelin bir örneği Tal- cott Parsons (hiç olmazsa savaş sonrasındaki Parsons) ve onun okulu tarafından, ikinci model Marksist oluşum (bu oluşumun bütün tamamlayıcı okulları arasındaki farklılıklar ne olursa ol­ sun sınıf savaşı ilkesi ve toplum içerisinde işleyen bir ikilik olarak diyalektiği kabul edenler) tarafından önerilmiştir37.

37. Özelde bkz. Talcott Parsons, The Social System (Glencoe, III : Free 34

(35)

Toplum üzerine bu iki büyük söylemi tammlıyan metodo­ lojik uçurum ondokuzuncu yüzyıldan devralınmıştır. Toplu­ mun organik bütün oluşturduğu ve bu bütünün yokluğunda toplum olmaktan uzaklaşacağı düşüncesi Fransız okulunun ku­ rucularının zihnini belirlemiştir. Eklenilen ayrıntı işlevselcilik tarafından sunulmuş, buna rağmen 1950'lerde Parsons'ın ken- dini-düzenleyen bir sistem olarak toplum kavramıyla başka bir yön tutturmuştur. Teorik hatta maddî model artık yaşayan bir organizma değildir. Bu model İkinci Dünya Savaşı sıra­ sında ve sonrasında modelin uygulamalarını yayan sibernetik tarafından sağlanmıştır.

Parsons'ın çalışmalarında sistemin arkasında yatan ilke, eğer denilebilirse, hâlâ iyimserdir ve temkinli bir refah devle­ tinin korunması altındaki bolluk toplumlarının ve büyüme ekonomilerinin durağanlaşmasına karşılık gelmektedir38. Çağdaş Alman teoristlerin eserlerinde, systemtheorie teknokra- tik, hatta, ümid kırıcı olduğu zikredilmese bile, müstehzidir: Bireylerin ve grupların ihtiyaçları ve ümitleri arasındaki uyum ve sistem tarafından garanti edilen işlevler şimdi yal­ nızca, sistemin işlemesinin ikincil bir tamamlayıcısıdır. Sis­ temin gerçek amacı, kendisini bir bilgisayar gibi

programla-Press, 1967), ve Sociological Theory and Modern Society (New York, Free Press, 1967). Çağdaş topluma ilişkin Pierre Souyri tarafından hazırlanmış (dosyalan ve eleştirel bir bibliografyası ile) kullanışlı özete başvurulabi­ lir: Le Marxisme après Marx (Paris, Flammerion, 1970). Sosyal teorinin bu iki büyük akımı arasındaki çatışmaya ilişkin ilginç bir görüş A.W. Gould- ner tarafından sunulmuştur: The Coming Crisis of Western Sociology (New York: Basic Books, 1970). Bu çatışma, Frankfurt Okulu'nun mirasçısı ve özellikle Luhmann'la olmak üzere Alman toplumsal sistem teorisiyle pole­ mik içinde olan Habermas'ın düşüncesinde önemli bir yer tutmaktadır.

38. Bu iyimserlik açıkça Robert Lynd'in vardığı sonuçlarda gözükmekte­ dir: Knowledge for What? (Princeton, N.J.: Princeton University Press, 1939), s.239; zikreden M. Horkheimer, Eclipse of Reason (Oxford Univer­ sity Press, 1947): Modern toplumda, bilim hayatın amaçlarını tanımlamada dinin yerini kaplamalıdır.

(36)

ması, girdi ve çıktı arasındaki bütüncül ilişkinin, bir başka deyişle işlerselliğin optimizasyonudur. Hatta kuralları değişme sürecindeyken ve yenilikler ortaya çıkmış ve grevler, krizler, işsizlik ve siyasal devrimler gibi karşı işlevler ümidi canlandırmakta ve bir alternatif inancına yol açmaktayken bile halihazırda gerçekleşen şey sadece içsel bir yeniden dü­ zenlemedir; bunun sonucuysa sistemin "hayatiyetindeki" (viability) bir artıştan daha fazla bir şey olamaz. Bu tür bir işlem gelişimine yegane seçenek entropi ya da çöküştür.39

Burada tekrar, bir toplumsal teori sosyolojisinde içkin olan basitleştirmelerden kaçarken, hiç olmazsa, 1960'lardaki eko­ nomik dünya savaşının yeniden başlaması çerçevesinde, yük­ sek derecede gelişmiş endüstriyel toplumları rekabetçi

yap-39. Helmut Schelsky, Der Mensch in der Wissenschaftlichen Zivilisation, (Köln und Opladen, Geistesvissenchaften Heft 96), ss.24 vd: "Devletin egemenliği artık şiddetin kullanılışındaki tekele sahip olması (Weber) ya da güçlerin doğuşuna malikliği (Carl Schmitt) gibi olgularca açığa vurul- mamaktadır. Bu öncelikle, devletin, içerisinde bulunan teknik araçlar bütü­ nünün etkililik derecesinin, en büyük elverişliliği kendisine ayırarak belir­ lemesi ve aynı zamanda, bu araçların başkaları tarafından kullanılışına koyduğu sınırlamalardan kendi kullanışını müstağni kılmasıdır1'. Bunun bir

istem değil Devlet teorisi olduğu söylenecektir. Ancak Schelsky şunu da eklemektedir: "Süreç içerisinde Devletin amaçlar seçimi yasaya tabi kılın­ maktadır ki ben zaten bu durumu bilimsel uygarlığın evrensel yasası, yani araçların amaçları belirlemesi ya da dahası, teknik imkanların bunlardan elde edilecek yararı dikte etmesi olarak zikretmiştim". Habermas bu yasaya karşı, teknik araçlar kümesi ve amaçlandırılmış ussal eylemin hiç bir za­ man özerk olarak gelişmediği olgusunu koymaktadır, "Theory and Practice in Our Scientific Civilizaion" in Theory and Practice (Boston, Beacon, 1973). Yine bkz, Jacques Ellul, La Technique ou l'enjeu du siecle (Paris, Armond Colin, 1954) ve Le Systeme technicien (Paris, Calmann Levy, 1977), Grevler ve genelde güçlü sendikalar tarafından oluşturulan baskılar, bir sendika lideri C. Levinson tarafından açıkça ortaya konulduğu gibi uzun vadede sistemin yararına olacak bir gerilim üretmektedir. Levinson Amerikan endüstrisinin teknik ve işletmese! ilerleyişini bu gerilime bağlanmaktadır (zikreden H.F. de Virieu, Le Matin, özel sayı, "Que veut Giscard?" Ekim, 1978).

(37)

mak dolayısıyla "millîliklerini" optimal kılmak yolunda taleb edilen asketik çaba ve "katı" teknokratik toplum anlayışı arasındaki paralelliği inkar etmek güçleşmektedir.

Hatta Comte gibi bir adamın düşüncesi ve Luhmann'ın düşüncesi arasında müdahele eden yoğun yerdeğiştirimi de­ ğerlendirirken, ortak bir 'toplumsal' kavramını sezinleyebili­ riz: Toplum birleştirilmiş bir bütünlüktür, bir "birleşmişliktir". Parsons bunu açıkça formüle etmiştir: "Başarılı dinamik bir analizin en esas şartı, her sorunun bir bütün olarak sistemin durumuna sürekli ve sistematik gönderilmesidir... Bir süreç ya da sistemin sürdürülmesi ya da geliştirilmesine katkıda bulu­ nan veya sistemin uyumu, etkililiği vb. özelliklerinden ayrıştı­ rımında işlevsizleştirici olan bir şartlar kümesi".40 "Teknokrat­ lar” da bu düşünceye boyun eğerler.41 Sistem bir gerçeklik olacak araçlara sahipse, güvenilirliği oluşmuş demektir; bu da ihtiyaç duyduğu tek kanıttır: Horkheimer'in aklın "parano­ yası" olarak adlandırdığı şeydir bu.42

Ancak bu sistemik kendini düzenlemenin gerçekçiliği ve olgu ve yorumlamaların kusursuz olarak mühürlenmiş çevresi, eğer sadece birinin emrinde ilke olarak bunların cazibesine bağışık bir görüşe sahipse ya da sahip olma

40. Talcott Parsons, Essays in Sociological Theory Pure and Applied, göz­ den geçirilmiş baskı, (Glencoe, Free Press, 1954), ss.216-18.

41. Bu kelimeyi Galbraith'in technostructure (teknikyapı) kavramını The New Industriel State'de sunulduğu (Boston, Houghton Mifflin, 1967) ya da R. Aron'un technico-bureacratic structure (teknik-bürokratik yapı) Dix-huit

leçons sur la société industrielle, Paris, Gallimard, 1962) kavramıyla aynı

anlamda kullanıyorum, bürokrasi terimin çağrıştıran bir anlamda değil. Bü­ rokrasi terimi çok daha "katıdır" -çünkü ekonomik olduğu kadar politiktir, çünkü İşçi Muhalefeti (Kollontai) tarafından Bolşevik iktidarın eleştirisi ve Troçkist muhalefetin Stalinizm eleştirisinden çıkmıştır. Bu konu üzerinde bkz., Claude Lefort, Elements d'une critique de la bureaucratic (Geneve, Droz, 1971). Kitapta eleştiri bir bütün olarak bürokratik toplumu da kapsa­ maktadır.

(38)

iddiasındaysa paranoid olarak yargılanabilir. Bu da Marx'ın düşüncesine bağlı toplum teorilerindeki sınıf çatışması ilkesinin işlevidir.

"Geleneksel" teori her zaman toplumsal bütünün proglam- lanmasının içerisine basit bir araç olarak, bu bütünün işlerliği­ nin optimizasyonu amacıyla işe sokulma tehlikesiyle yüzyüze- dir; çünkü geleneksel teori kendi birleştirici ve bütünleştirici hakikat arzusunu sistem işletmecilerinin birleştirici ve bütün­ leştirici pratiğine ödünç vermektedir. "Eleştirel" teori43 uz­ laşma ve bireşimlerin tedbiri ve ikiliği ilkesine bağlı olarak bu kaderden kaçınır bir konumda bulunmalıdır. Öyleyse Mark- sizme kılavuzluk eden, toplum ve ondan üretilebilecek farklı bir toplum modeli ve farklı bir bilginin işlevi kavramıdır. Bu model, kapitalizmin geleneksel sivil toplumlar üzerindeki gasp sürecini gerçekleştiren mücadelelerinden doğmuştur. Bu­ rada toplumsal, siyasal ve ideolojik tarihin bir yüzyıldan daha fazlasını dolduracak bu mücadelelerin kurbanlarını ortaya ko­ yacak bir yere sahip değiliz. Kendimizi şimdilik bizim için çı ­ karması mümkün olan (çünkü bu mücadelelerin kaderi bilin­ mektedir) bilançoyla, bir bakışla doyurmak zorunda kalacağız. Liberal ya da ileri liberal bir işletmeye sahip toplumlarda mü­ cadeleler ve onların araçları sistemin düzenleyicilerine dönüş­ müşlerdir; komünist ülkelerde bütünleştirici model ve totali- taryan etkisi Marksizmin kendi adında bir geridönüşe yolaç- mış ve sorun üzerindeki mücadeleler basitçe haklardan yok­ sunluğa dönüşmüştür.44 Ekonomi politiğin eleştirisi (Marx'ın Das Kapital'inin altbaşlığı) ve onun mütekabili, yaban­ cılaşmış toplum eleştirisi şu veya bu biçimde her yerde

siste-43. Max Horkheimer, "Traditionelle und kritische Theorie" (1937) in Criti­ cal Theory

(New York, Herder and Herder, 1972).

44. Bkz. Claude Lefot, Elements d'une critique Un homme en trop (Paris, Seuil, 1976): Cornelius Castroriadis, La Société bureaucratique (Paris, Union Générale d'Edition, 1973).

(39)

min programlanmasında yardımcılar olarak kullanılmakta­ dır.45

Tabiatıyla Frankfurt Okulu ya da Socialisme ou Barbarie46 gibi bu sürece muhalefet ederek eleştirel modeli koruyan ve yenileyen belirli azınlıklar vardır. Ancak sınıf çatışması veya bölümlenmesi ilkesinin toplumsal temeli bütün radikalliğini kaybetme noktasına gelmiştir; sonunda eleştirel modelin teorik konumunu kaybettiği ve bir "ütopya" veya "ümid”47 duru­ muna indirgendiği, insan ya da akıl veya yaratıcılık ve Üçüncü Dünya ya da öğrenciler gibi eleştirel öznenin bundan böyle gerçekleşemez işlevinin uçnoktalarında açığa vurularak yükselen hazır bir protesto haline geldiği olgusunu gizleyeme­ yiz.48

Bu şematik veya kalıpsal hatırlatmanın tek amacı, ileri en­ düstriyel toplumlarda bilgi sorununu koymayı istediğim so­ runsalı özgülleştirmek olmaktadır —çünkü bilginin konumlan­ dığı toplumun özelliklerini bilmeksizin, bilginin hangi ko­ numda olduğunu, bir başka deyişle, bilginin gelişmesi ve da­ ğılımının bugün karşılaştığı problemleri bilmek mümkün de­ ğildir. Ve bugün daha öncekinden daha fazla olarak, toplum hakkında bir şey bilmek, herşeyden önce bu çabanın hangi

45. Örnek olarak bkz. J.P. Garnier, Lé Marxisme lénifiant (Paris, Le Syco­ more, 1979).

46. Bu 1949 ve 1965 arasında yayınlanan "eleştirel ve devrimci yönelimin organı"nın adıydı. Grubun önde gelen yazarları -çeşitli takma adlar kulla­ nılmakta birlikte- C.de Beamont, D. Blanchard, C. Castoriadis, S. de Dies- bach, C. Lefort, J.F. Lyotard, A. Maso, D. Mothe, P. Simon, P. Souyri'ydi.

47. Ernst Bloch, Das Prinzip Hoffnung (Frankfurt, Suhrkamp Verlag, 1959). Bkz. G. Raulet éd.. Utopie, Marxisme selon E. Bloch (Paris, Payot, 1976).

48. Bu, 1960'lardaki öğrenci hareketi ve Vietnam ve Cezayir savaşları tara­ fından yaratılan teorik beceriksizliklere bir kinayeydi. Bunların tarihsel bir dökümü Alain Schapp ve Pierre Vidal-Naquet tarafından, Journal de la

Commune édudiante (Paris, Seuil, 1969) adlı kitapta yazdıkları girişte verilmektedir.

Referensi

Dokumen terkait

Cenap daha ziyade arkaik zevkte bir kelimecil-i ğe istinad eden yeni ve çok Avrupalı bir estetiğin nümunalerini vermişti; fakat bu zihnî şair hiç, bir zaman

2) Bu tören aynicem gibi fazla ayrıtılı değildir. Daha çok basit bir kut­ samadan oluşur... Bu derviş derecesiyle bazan birarada giden, fakat dördüncü bir derece

Seçeneklere sahip olmak, daha geniş bir hareket özgürlüğü ve elde etmek istediğiniz şey için daha fazla olanak demektir.. NLP büyük ölçüde, kişiye daha fazla seçenek ya

O, doğrusu istenirse, bütün ömrünce bundan korkmuş, bir gün insanlar ve eşya ile olan münasebetlerinin, ihsasların sathi planından çok daha derin ve çok

Çok sert, yüksek sıcaklığa ve aşınmaya dayanıklı, yüksek çalışma sıcaklığı ve kesme h ızına sahip bu malzemeler günümüzde gittikçe daha çok

 Rapor, üye ülkelerin ekonomi politikalarında daha fazla işbirliğini ve daha yakın parasal

Yaşamın "eski günlerde" daha iyi olduğuna inananların göz­ leri bazen bugünün gerçeğine karşı kördür; sadece bugün için yaşayanlar çoğu zaman daha

Bu “Üstün Denge Durumu” geliştirildikçe makinelerin, insan organiz- masının yapabileceği işlerin, Elektronik Beyin Makineleri vasıtasıyla, çok daha kısa bir süre içinde