• Tidak ada hasil yang ditemukan

SÜRYANİLER

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Membagikan "SÜRYANİLER"

Copied!
14
0
0

Teks penuh

(1)

SÜRYANİ KÜLTÜRÜ VE MÜZİĞİ

Hazırlayan: Burcu TUNAKAN Süryaniler Kimdir?

Süryaniler, kökenleri 5000 yıl öncesine giden bir toplumdur. Kökleri, Eski Mezopotamya’da yaşayan Sümer, Akad, Babil, Asur, Keldani ve Arami halklarına dayanmaktadır. Bu halk Irak ve İran’da daha çok “Asur” adıyla tanınırken, Türkiye ve Suriye’de aynı halk için “Süryani” adı kullanılmaktadır. Asur, Süryani, Arami, Keldani ve Maruni kelimeleri de aynı halkı niteler. Süryani kelimesi özellikle Hristiyanlıktan sonra yaygınlık kazanırken, Asurlu kelimesi ise M.Ö. dönemde yukarı Mezopotamya halkı için kullanılmaktaydı. Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra, coğrafyayı istila edenlerin baskı ve egemenlikleri yüzünden başlangıçtaki etkinliklerini kaybetmişlerdir. Günümüzde ise dünyanın değişik bölgelerinde dağınık bir şekilde yaşamaktadırlar.

Süryanilerin kökeni ve nereden geldiklerine dair bilinen iki farklı görüş vardır. Bu görüşlerden birisi, Süryanilerin Aramiler'den geldiğini savunan tezdir. Bu tezin dayanağı Süryani halkının Aramca konuştuğu ve bundan dolayı da kökeninin Aramiler olduğunu iddia etmektedir. Süryanilerin kökenine dair ikinci görüş ise Süryanilerin Asurlular'dan geldiğini savunan tezdir. Bu görüşe göre Süryaniler, eski Mezopotamya'da imparatorluklar kurmuş olan Asurlular'ın torunlarıdır. Bu iki görüşün eksiklikleri, Süryanilerin kökenini tüm eski Mezopotamya halklarına dayandığını belirten yeni bir görüş ortaya çıkarmıştır.

Aslında bu farklı görüşlerin önemi, getirdikleri tarihsel açıklamalardan ziyade, bu görüş sahiplerinin Süryaniler için düşledikleri farklı toplumsal modellere sahip olmasındadır. Yani Asur görüşünü savunanlar, Süryanilerin öncelikle siyasal bir toplum olmasını arzu etmekte; Arami görüşünü savunanlar ise daha çok inanca dayalı bir toplum modeli oluşturmak ve bu model çerçevesi içinde toplumu bir arada tutmaya çalışmaktadırlar.

Aslında Asur ve Arami ile anlatılmak istenen halk aynıdır. Söz konusu olan halk, Eski Mezopotamya kültürünü taşıyan ve inancı bakımından Hıristiyan olan bir topluluktur. Süryanilerin kökenini sadece Aramilere veya Asurlulara dayandırma çabalarının, Mezopotamyanın eski tarihine bakıldığında çok anlamlı olmadığı görülecektir. Buna karşılık Süryanilerin kökenini, tüm eski Mezopotamya halklarına (Fenikeliler, Akkadlar, Keldalılar, Babiller, Kenanlar, Asurlular ve Aramiler) dayandırmak daha mantıklıdır. Çünkü bütün bu

(2)

halklar aynı kökenden oldukları için daha kolay kaynaşabilmişlerdir. Aynı dili konuşan, benzer örf ve adetleri yaşayan bu halklar Hıristiyanlık inancı ile birlikte aynı dine de sahip olmuşlardır ve bu eski halkların temeli üzerinde, yeni bir ada sahip olan Süryaniler doğmuştur.

Bazı kaynaklar Süryanileri “Doğu Süryanileri” ve “Batı Süryanileri” olarak ikiye ayırır. Doğu Süryanileri adıyla anlatılmak istenen, kökenleri Urfa Kilisesine dayanan Nasturiler; Batı Süryanileri adıyla da kökenleri Antakya Kilisesine dayanan ve Arami soyundan olan Süryanilerdir.

Yüzyılın başında iki yüz bine yaklaşan nüfusuyla bölgenin sosyal ve kültürel zenginliğiyken, bugün Turabdin olarak adlandırılan Mardin ile Midyat bölgesi ile Siirt, Diyarbakır, Şanlıurfa illerinde sadece 3 bin civarında Süryani yaşadığı tahmin ediliyor.

Süryani Adı

Süryani (Süryoyo) adının nasıl, ne zaman ve neden dolayı kullanıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Süryani isminin kökeni hakkında pek çok varsayım bulunmakla birlikte bu varsayımların ortak özelliği; Süryani adının ya Mezopotamya'daki bir şehirden ya da bu coğrafi bölgede hüküm sürmüş bir kralın adından kaynaklandığıdır. Kimi yazarlara göre Suriye adı, bölgeyi ele geçiren Kilikos'un kardeşi Suros'tan gelir. Süryani adı da bu sözcükten türemiştir. XII.yy'da yaşamış olan Diyarbakır metropoliti (Bir bölgede yaşayan Süryanilerin kilise içindeki en üst rütbedeki kişisi) Arami kralı Suros'un adına izafeten, egemenliği altındaki ülkenin "Surisyin" olarak adlandırıldığını, daha sonra Surisyin adındaki son "s" harfinin atılarak "Suriyin" şeklini aldığı ve burada yaşayan halkında bu adla anılmaya başlandığını söyler.

Diğer bir varsayıma göre; Asurluların ülkesine Yunanlılar tarafından sözcüğün onuna bir 'y' eklenerek "Asurya" denilmekteydi. Yunanlıların kullandığı ve gitgide yaygınlık kazanan "Asurya ve Asuryan" kelimeleri Aramca konuşan halkın diline girdiği zaman, dil kurallarına göre bazı değişikliklere uğradı ve Asuroyo şeklinde telaffuz edildi. Tarihsel süreçte "A" harfi düşerek kelime Suroyo (Süryani) şeklini almıştır.

Bir başka görüş ise, Aramilerin bir kısmı Hristiyanlığı kabul ettikten sonra, kendilerini putperest soydaşlarından ayırmak için, “Süryani-Süryoye” adını kullanmayı tercih etmişlerdir.

(3)

Diğer bir görüş de; Süryani adının bugünkü Lübnan’ın güney sahilinde bulunan Sur kentinden kaynaklandığı iddia edilmesidir. Hz. İsa’nın tüm havarileri Sur kenti ve çevresinde oldukları için halk bunlara “Suriin” demekteydi. Daha sonra bu kelime “Süryani” sözcüğüne dönüşmüştür.

Tarih

Süryanilerin milattan önceki tarihleri, eski Mezopotamya'da yaşayan ulusların tarihidir. Hıristiyanlık inancı tüm yukarı Mezopotamya'daki halkların tek bir potada erimelerini sağlamıştır. Süryani halkının kökleri de eski Mezopotamya'nın en eski tarihsel dönemine kadar inip orada kaybolmaktadır. Kimileri onları “Arami” olarak adlandırmaktadır.

Akkad bölgesi Dicle ve Fırat arasında merkezi bir bölgeydi. Bölgenin bu merkezi durumunda yararlanan Akkad kralları, kısa zamanda büyük fetihler yaptılar. "Dünyanın dört bölgesinin kralı" ünvanını alan Akkad kralı Naramsin (İ.Ö.XXIII.yy) kuzeyde Doğu Anadolu dağlarına kadar ilerlemiştir.

Asur halkının çekirdeğini oluşturan bu insanlar, Akkad bölgesinde kuzeye yayılan Samilerdir. İ.Ö. 3000'lerde Orta Fırat dolaylarında yerleşmeye başlayan Akkadlar, burada bir çok yerleşim birimi kurmuşlardır. Bunlardan birisi de kabilenin ve tanrısını ismini alan Asur kentidir. Daha sonra bu kabile adını tüm bölgeye ve verecek kadar güçlenmiştir.

Tüm Sami halkları birbirlerinden çok farklı olmayan uygarlıklar yaratmışlardır. Çünkü bu halklar birbirlerinin mirasına çok kolaylıkla sahip çıkıyorlardı. Asurlularda Akkad kültür temeli üzerine kendi kültürlerini geliştirmiş ve bu kültürü daha geniş bir bölgeye yaymayı başarmışlardır.

Kısa zamanda tüm Yukarı Mezopotamya'da Asurluların yarattıkları kültür egemen olmaya başlamıştır. Asurlular, bu egemenliğe tanıklık yapan binlerce maddi kanıt bırakmışlardır. Asur, Ninova, Kolah v.b gibi kentler ve buradaki yığınla tablet bu durumu tartışmasız kanıtlamaktadır. Yukarı Mezopotamya'nın güney kesiminde Asurluların hakimiyeti tartışmasız bir şekilde kabul edilirken, Süryani tarihi açısından tartışılmaya daha açık olan bölge Yukarı Mezopotamya'nın kuzey bölgesidir. Çünkü bu bölgede egemenlikler sürekli olarak el değiştirmiştir.

(4)

Arkeoloji biliminin halen bu bölgede yapması gereken çok sayıda çalışma vardır ama eldeki veriler buralardaki bir çok yerleşiminin tarihinin Asurlulara kadar uzandığını gösteriyor. Bu bölgeler için kullanılan ilk coğrafi terimler ve kent adları Asurcadır. Ayrıca ilk tarihi kayıtlarda Asur dilinde çivi yazısı olması bir rastlantı değildir. Bölge için kullanılan coğrafi terimlerin ve kent adlarının Asurca olması, bölgenin çok eski zamanlardan beri belki de Asurluların siyasi egemenliğinin bu bölgeye gelmeden önce Asurlularla ilişkili ve onlardan etkilendiğini göstermektedir.

Örneğin bugünkü Harran adı, Asurca'daki Harranu'dan gelmektedir. Bu kelimenin Asur dilindeki anlamı ise yol'dur. Bu adlandırma, eski çağda buradan geçen ticari ve askeri yollardan kaynaklanmıştır. Tur-Abdin (Midyat ve civarı) bölgesi hakkındaki ilk tarihi bilgiler ve coğrafi terimler Asurluların XV.yüzyıldaki genişlemesinden sonraya dayanmaktadır. Asur krallarından I.Adat Ninari ve oğlu I.Salamsar'dan kalma kitabelerde "Kaşiari Dağları" diye sözü edilen bölgenin Mardin-Midyat yani Tur-Abdin çevresi olduğu bilinmektedir. Bu bölgeyle ilgili diğer bir coğrafi terim olan "İzala'da" o dönemden kalmadır. Çivi yazı tabletlerde ve daha sonraki Roma ile Bizans kaynaklarında Mardin ve civarı için İzala terimi kullanılmıştır.

Bugünkü Cizre ilçesinin 20 km kuzey batısındaki örenler bir zamanlar Asurin (Asur) hükümdarları için başkentlik yapmış büyük bir kente aittir. Nusaybin'in 15 km kuzey-doğusunda bulunan Merdis (Süryanice Marin) örneklerindeki kaya ve mağara ağızlarındaki Çivi yazısı (Asurca) ve Strangeli (Doğu Süryanice) yazılar ile çeşitli kabartma ve resimlerin yan yana bulunması bölge halkının kökenlerini gösterir niteliktedir. Yine bu bölgede bulunan Hassana (Kösreli) köyünün de İsa'dan önceki döneme dayanan bir yerleşim bölgesi olarak tarihselliği Asurlulara kadar uzanmaktadır. Bölgedeki Nisibis (Nusaybin), Merdo (Mardin), Urhay (Urfa), Omif (Amid, Diyarbakır) v.b gibi kentlerini kuranlarda yine Asurlulardır. Asurluların bu kadar geniş bir coğrafik bölgeye yayılmalarının nedeni, Asur şehrinin daha İ.Ö.'ki 3000'lerde bu bölgelerle ticaret ilişkilerine başlamış olmasıdır. Asur şehrinin; Aşağı Mezopotamya, Asurya ve Anadolu ile bakır ve gümüşün çıkartıldığı Doğu Anadolu'nun merkezi yerinde bulunması kentin süratle gelişmesine yol açtı. Kapadokya ve Doğu Anadolu ile yapılan ticaret, Asurluların buradaki bir çok şehirde koloniler ve yerleşim birimleri kurmalarına yol açmıştır. Bu durum ise Asur krallarının bu bölge ile daha yakından ilgilenmelerine ve buralar sefer yapmalarına zemin hazırlamıştır. Ticaretin serbestçe

(5)

yapılabilmesi için ticaret yollarının güvenlikli olması gerekiyordu. Bu güvenliği sağlamakta Asur krallarına düşüyordu. Ticaret için yapılan fetihler ise halkın gitgide kuzeye ve tüm Mezopotamya'ya yayılmasını sağlıyordu. Asurluların kuzey ve kuzey-batıya olan büyük genişlemesi ise İ.Ö. XV.yy'dan sonraki "Orta Asur Dönemi" ile İ.Ö. VIII. - VII.yy'da olmuştur.

Nüfus

Dünyadaki Asuri-Süryaniler’in Sayısı:

Irak: (300.000 Mandiler bu rakama dahildir) 1.800.000 Suriye: 2.500.000

Lübnan: 2.000.000

Türkiye:(2.000.000 Mahalmiler bu rakama dahildir) 2.065.000 İran: 50.000

Ürdün: 400.000 Eski SSCB: 80.000 Batı Avrupa: 300.000

Kuzey Amerika:(ABD, Kanada) 3.000.000 Avustralya: 500.000

Latin Amerika: (Brezilya, Arjantin, Şili, Venezuela, Kuba, Kolombiya) 3.500.000 Filistin-İsrail: 40.000

Hindistan: 1.000.000 olmak üzere toplam: 17'135'000'dir. Süryani Dili

Aramca dilinin kaynağı, eski Mezopotamya dillerine dayanır. Bu eski Mezopotamya dillerinden temellenen, ama onlardan daha basit ve kullanışlı bir yazı sistemi olan Aramca zamanla tüm Sami dillerinin yerini almayı başarmıştır. Aramca, en parlak zamanında, İ.Ö.300 ile İ.Ö.650, 600 bin kilometrekare genişliğinde bir alanda konuşulmaktaydı.

Aynı zamanda Aram dili Hazreti İsa'nın bütün vaazlarında ve gittiği her yerde kutsal kılıp kullandığı dil olmuştur. Hatta kilisedeki ilk ayin, yine Aram dili ile yapılmış ayrıca Matta İncili de Aramca yazılmıştı. Aramca İ.S. VII. Yüzyılda arkasından gelen Sami ırkının lisanı olan Arapça'ya yenilmiş ve zamanla silinerek köylüler tarafından konuşulan bir lisan halini almıştır.

Süryanice, Sami dillerinin Arami koluna bağlı bir dildir. Urfa’da (Urhoy) oluşan ve konuşulan Süryanice, zaman içinde bir dizi lehçeye ve bu lehçeler de yerel ağızlara ayrılmıştır. Süryanice ancak İ.S. 2. yy.dan itibaren Urfa yakınlarındaki Hristiyanların kilise dili olarak kullanılmaya

(6)

başlanmıştır. Bu dil Yunancanın ardından Doğu Roma İmparatorluğu’nun da en önemli dili haline gelerek misyonerler aracılığı ile Çin’e kadar götürülmüştür.

Araştırmalara göre, “Süryanice” ve “Asurca” olarak adlandırılan üç Hristiyan yeni Aramca lehçesinin varlığını ortaya koymuştur. Bunlar; Aturaya (Doğu yeni Aramca), Turoyo (merkez yeni Aramca) ve Surat (Batı yeni Aramca)’dır.

Doğu (Nasturi ve Keldani) ve Batı (Yakubi) Süryanilerinin dilleri halk arasında da “Doğu lehçe” ve “Batı lehçe” biçiminde anılmaktadır. Ayrıca günümüzde işlerliğini kaybetmiş olan “Klasik Süryanice” olarak tanımlanan bir eski dilden söz edilmektedir. Moğollar da halen Süryani alfabesinden türemiş bir yazı kullanmaktadırlar.

1. Batı Süryanice

Bu dil Bizans Döneminde Urfa'da konuşulmaktaydı. Bu dili bugün: a. Süryani Ortodokslar veya Batı Süryaniler,

b. Maruniler kilise dili olarak,

c. Melkitlerin bir kısmı hala konuşuyorlar. 2. Doğu Süryanice

Bu dil bugün İran'da Nesturiler tarafından konuşulmakta olup Nisibis (Nusaybin) okulu vasıtasıyla gelişmiş ve yayılmıştır.

Aramca işlek yazısının değişik bir biçimi olan Süryani alfabesi, tümü ünsüz 22 harften oluşur ve genellikle sağdan sola, bazen de yukarıdan aşağıya doğru yazılır. Başlangıçta ünlüleri belirtme olanağı bulunmuyordu. VIII. yüzyılda Kutsal Kitap'ın geleneksel okunmasını kurallara bağlamaya yarayan birçok ünlü dizgesi gelişti. Süryanice’nin “Estranguelo” ve “Serto” adı verilen iki yazı çeşidi bulunmaktadır. Süryanice bugün Batı Süryanilerinin kullandıkları Süryani alfabesi ile yazılmaktadır. Bu alfabe İbranice’ye yakın olup eski şekillerine "Estrangele " harfleri denir. Süryanice Arap işgalinden sonra da XIII. yüzyıla dek yaşamıştır. Bugün Süryanice Ortadoğu'daki birçok Hıristiyan toplumun dinsel törenlerde kullandığı bir Sami dilidir.

Bugün Yeni Merkez Süryanice (Turoyo) melodik ve akıcı bir konuşma dilidir. Türkiye'de Tur-Abdin (Mardin-Midyat bölgesi), Şırnak, Hakkari (Beytulşabap) bölgelerinde; İran'da Urmiye

(7)

bölgesi ile Kuzey Irak, Suriye ve Lübnan'daki Süryanilerle öteki bazı küçük topluluklarca konuşulmaktadır. Ayrıca bu ülkelerden Avrupa ve Amerika'ya göç eden Süryaniler de bu dili günlük yaşamlarında kullanmaktadır. İstanbul'da da Süryanilerin bir kısmı hâlâ bu dili ana dilleri olarak kullanmaktadır. Ancak sözcük haznesi bakımından diğer dillerin etkisinde kaldığından, özellikle Türkçe, Arapça ve Kürtçe sözcükler Süryanice içerisinde sıklıkla kullanılmaktadır.

Edebiyat

Süryani edebiyatı, ilk dönemde daha çok dinsel metinleri içeren Yunanca eserlerin tercümesi yapılarak oluşturulmaktayken, bugün bu eserlerin tümü kaybolmuştur. Ancak Yunanca’dan yapılan tercümeler sayesinde bazı metinler günümüze ulaşabilmiştir. Ayrıca Süryanice yazılar Hindistan’dan Çin’e kadar uzanan geniş coğrafyada yaygın olarak kullanılmıştır. Doğu Hıristiyanları, İslam’ın güçlenmesinden özellikle Abbasiler döneminde büyük ölçüde etkilendiklerinden, bu dönemden itibaren Süryani yazarlar arasında, Arapça’nın yaygın bir dil konumuna gelmesi, Süryanice ile birlikte Arapça’nın da etkin olarak kullanılması sonucunu getirmiştir.

Süryani bilim adamları Süryanice ve Arapça olarak yazdıkları eserlerde dinsel öğeleri işledikleri gibi, tarih, şiir, felsefe ve astronomi alanlarında da eserler yazdıkları bilinmektedir. Bu eserler arasında yer alan ilk ilahi kitapları büyük önem taşır. Bu türden ilk çalışmalar Süryani yazar Bardesanes (=Bardaysan) tarafından yapılmıştır ve çoğu günümüze ulaşmıştır. Bardaysan’ın da katkılarıyla oluşturulan Süryani edebiyatındaki şiir düzeninde, hecelerin uzunluğu ya da kısalığı değil, sayısı önemlidir. Nisibinli (Nusaybin) Ephraem Syrus (=Mor Afrem), Mor Balaya ve Suruçlu Mor Yakup, Süryani edebiyatının en güçlü şairleri arasında yer alırlar.

Süryaniler’in kilise etrafında oluşturdukları bir edebiyatın yanında bir de halk edebiyatları vardır. Özellikle halk şarkıları, bilmece, atasözü, efsane ve yerel hikayeleri içerir.

Din

Süryaniler, İsa'ya ilk bağlanan kavim olarak kabul ediliyor ve İsa'nin kendi lisanları olan Süryanice'yi konuşmasının gururuyla yaşıyor; Süryanice dünya'nın en eski ve teolojik dillerinden biri olarak adlandırılıyor. Süryaniler, İsa'nın Tanrı gibi doğduğuna; belli bir yaşamdan sonra ölüp yeniden dirildiğine; Meryem'in de onun, yani "Tanrı'nın Anası olduğuna inanıyorlar. Bu nedenle, İsa'nın hem Tanrı hem de insan olduğu inancı üzerine kurulu olan

(8)

Süryani Teolojisi'nde, Manastır hayatı çok önemli bir yer tutmaktadır. Çünkü, manastır hayatının ve terbiyesinin kriterini bizzat İsa'nın yaşamı oluşturur ve her şey buna göre düzenlenir. Hz. İsa'nın evlenmemiş olması, onun izinden yürüyen ruhaniler için de geçerli kabul edilir. Manastırlarda yaşayanlar ile başka kiliselerde görev yapan rahip ve rahibeler evlenemezler. Öte yandan, Hz. İsa'nın sevgi, çalışma, kardeşlik ve fedakarlık gibi özellikleri de manastır eğitimine ve yaşantısına yol gösterdiğine inanılır. Ortodoks Süryaniler, tüm bunları rahip ve rahibelerin kendilerini hem Allah'a ve ibadete, hem de insanlığa adamalarını kolaylaştırıcı etmenler olarak sıralar.

Yüzyıllar boyunca Süryani Ortodoksların merkezi olarak işlev gören, 640 yıl boyunca patriklik makamının bulunduğu Deyrulzafaran ve Turabdin Bölgesi, Süryanilerin Kudüs'ü olarak kabul edilmektedir.

Yemek

Taştan Çıkan Beyaz Çorba Gabula: Taşlar önce hafif ılık bir suyla yıkanır. Bu, tozlarını almak için yapılan bir işlem. Daha sonra çortan ( taşların gabula yani çorbaya dönüşmeden önce tanımlandıkları isim) gadora di şırten ( çortan eritme kabı)'e aktarılır. Suda el ile çevrilerek eritilen çörtan suya ayran tadı ve görüntüsü verilir. Buna gabula denir. Yeterince beyazlaşan su başka bir kaba aktarılarak su ekleme ve karıştırma işlemi devam eder. Gerso (bir tür buğday) değirmende veya makinede çekilerek küçültülür. Biraz yağ eklenerek suda kaynatılır. Kıvamlı bir çorba haline gelene kadar pişirilir ve tabaklara servis yapılır. Tabakların ortası kaşık ile yarılarak gabula dökülür. Genellikle nane ve kırmızı biber eşliğinde servis edilir.

Müzik

Süryanilerde müzik, ancak kutsal metinleri içeren kitaplar, ilahi ve şiir antolojileri üzerinde yapılan icra sırasında kulak dolgunluğu ile öğrenilmiş ve kuşaktan kuşağa aktarılmıştır. Süryanilerin müzik kültüründe çevresel faktörlerin etkin ve belirleyici olmasına karşın, özellikle dini müzikte özgün bir kurgu ve yapılanma dikkat çekmektedir. Halk arasında belirgin olmamasına rağmen, dinsel mekanizma müziği kendine özgü prensiplerle sistematize etmiştir. En genel anlamda Süryanilerin iki müzik türü vardır: 1- Dini Müzik (Kilise Müziği) 2- Din Dışı Müzik. Din dışı müzik de kendi içinde ikiye ayrılır: a) Halk Müziği b) Kentli Popüler Müzikler.

(9)

Dini Müzik (Kilise Müziği)

Şüphesiz Süryani müziği denilince akla ilk gelen Süryani Kilisesi’nin âyin düzeni (liturji) içinde varlığını sürdüren ve özel bir kurgu ve tarza sahip olduğudur. Süryani Kilisesi’nde müziğin sistematize edilerek kullanılması, Hıristiyanlığın ilk dönemlerine rastlar. Âyin düzeni içinde müzik, II. yüzyıldan itibaren şair-müzisyen-din adamı kimliği taşıyan kişiler tarafından oluşturulmuştur. IV. yüzyıldan itibaren özgün metinler kullanılmaya başlanmış ve VII. yüzyılda ise müzik en üst düzeye ulaşmıştır.

Doğu Hıristiyan kiliselerinin, “makam” esasına dayanan bir müzik sistemleri vardır ve bu sistemlerin en gelişkin biçimleri Bizans (Rum Ortodoks), Ermeni (Gregoryan) ve Süryani kiliselerinde uygulanmaktadır. Diğer Doğu kiliselerinde olduğu gibi Süryani kilise müziğinde de 8 makam bulunur. Bu 8 makam, Bizans ve Gregoryan makam sistemleri ile benzerlikler gösterir. Süryani makamları sırasıyla Kadmoyo, Trayono, Tlithoyo, Rbihoyo, Hmişoyo, Şitithoyo ve Tminoyo adlarıyla bilinirler. Süryanilerde miladi takviminden ayrı olarak bir de Kilise Takvimi kullanılır. Kilise Takvimine göre bir yıllık süre sekizer haftalık devrelere ayrılmıştır ve her bir devrede Kilisedeki ilahilerin müzikleri bu makamlardan birisi kullanılarak yapılır. Örneğin birinci sekiz haftalık bölümün ilk pazarında Kadmoyo, ikinci pazarında Trayono, diğer pazarlarda öteki makamlar kullanılır. Oysaki Bizans kilisesinde makamlar çiftli olarak kullanılmaktaydı. Bu bakımdan Süryani ve Bizans kilisesinde her ne kadar etkilişim olsa da bazı farklılar da mevcuttur.. Her Pazar, ayindeki dualar, ilahiler bu makamlardan biriyle okunur. Örnek çizelge aşağıda verilmiştir:

1. Pazar Kilise Kutlama Günü Kadmoyo

2. Pazar Yenilenme Pazarı Trayono

3. Pazar Zekeriya’nın Müjde Pazarı Tlithoyo 4. Pazar Meryem Ana’nın Müjde Pazarı Rbihoyo 5. Pazar Meryem Ana’nın Elizabeth’i ZiyaretiHmişoyo

6. Pazar Vaftizci Yahya’nın Doğuşu Şitithoyo 7. Pazar Yusuf’un Vahiy Pazarı Şibihoyo 8. Pazar Doğum Bayramından Önceki Pazar Tminoyo

(10)

Günümüzde Süryanilere ait kiliselerde kullanılan ilahi ve ayinlerin müziğinin geçmişi IV. yüzyıla dayanmaktadır. Özellikle dördüncü yüzyılda yaşayan Süryani bilgini ve din adamı Mor Afrem'in bu konuda inanılmaz çabaları vardır. Bu çabaları nedeniyle yabancılar bu Süryani bilginine "Kutsal Ruhun Gitarı" adını vermişlerdir. Süryani kilisesi müziğinin başlangıç noktası ise Süryaniceye çevrilen Yunan Ortodoks ilahileri ve bundan yüzyıllar boyu etkilenen Bizans geleneğidir. Süryanilerin dinsel tartışmalarla bölünmelerinden sonra, VII. yy.’da Doğu Süryanilere ait kilise müziği gelişmeye başlamıştır.

Süryani kiliselerinde kullanılan müzikler genellikle sese dayalıdır ve yaklaşık olarak 700 adet ilahi mevcuttur. Yabancılar bu ilahileri "İlahi Hazineleri" olarak adlandırırlar. Bu ilahilere Süryanice “Beth Gazo” adı verilmektedir.

Süryani kilisesinde makamların tonal sınırının arttırılması sonucu bugünkü Arap ve Türk sanat müziğinin makam sistemleri oluşmuştur. Örneğin Kadmoyo makamı ile Türk müziğindeki Bayati ve Uşşak makamları, Tminoyo makamı ile Hicaz makamı, Rbihoyo makamı ile Rast makamı birbirleriyle çok benzerlikler göstermektedir.

Ortadoğu ve Anadolu çok sayıda etnik ve dini grubun binlerce yıl yan yana yaşadığı bir kavşak noktası olmuştur. Bu gruplar doğal olarak müzik, foklor ve çeşitli sanatlarda birbirlerini olumlu şekillerde etkilemişlerdir. Yukarıda değinilen olaya da bu gözle bakmak gerekmektedir.

Süryani kiliselerinde, ilahilerin yerel tarzlarda söylenmeleri sonucu yedi farklı Süryani Kilisesi müzik geleneği ya da okulu oluşmuştur. Her okulda ilahilerin söylenişlerinde ufak farklılıklar vardır. Bu okullar ya da gelenekler; Hindistan'ın Doğusundan, Irak'taki Musul Manastırı'nda bulunan Tarkit okuluna ve Mardin ile Tur-Abdin (Allahın Kölelerinin Dağı) Batı Süryani müzik geleneği ve okuluna kadar uzanmaktadır.

Popüler Süryani Müziği

Günümüzün popüler Süryani müziği de Süryani Kilisesinin zengin birikimine ve mirasına dayanmaktadır. Bu özellik nedeniyle Süryani müziği, Ortadoğu'da yaşayan diğer halkların müziklerinden bir parça olsun ayrılmaktadır ama birlikte yaşama sonucu birbirlerinin müziklerinden oldukça etkilenmişlerdir. Önemli olan bu zenginliğin tadına varabilmek ve bu güzellikleri ortaya çıkartabilmektir.

(11)

Süryanilerin kilise dışındaki müzikle tanışmaları oldukça yenidir. 20. yy'da Mezopotamya'da yaşayan Süryaniler arasında kimlik bilincinin oluşmasıyla birlikte Süryani aydınları bir ulusal müzik yaratma çabasının içine girdiler. Süryani yazar ve şairleri ulusal duyguları harekete geçirebilmek için şiir yazıp ilk bestelerini yapmaya başladılar. Her ne kadar Süryanilerin popüler müziği keşfetmeleri bu dönemlere rastlasa da, mirasçısı oldukları Mezopotamya uygarlığında köklü bir müzik geleneği mevcuttu. Birinci Dünya Savaşı sonrasında gündeme gelen Süryani müziği hareketinin yaratıcıları arasında yazar, şair ve müzisyenler de vardı. Naum Faik, Yuhanon Salmon ve Gabriel Assad gibi isimlerin şiirleri kilise makamlarından da yararlanarak bestelendi. Bu arada insan sesine müzik aletleri de eşlik etti. Başlangıçta yalnızca keman kullanılıyordu.

1960'larda Süryani müziği Suriye ve Lübnan'da yeni bir ivme kazanmıştır. Suriye'de Nuri Skandar, Corç Çaçan, Pol Mikael gibi kompozitörler çalışmalarını hızlandırdılar. Calil Mağilo, Simgan Zakariye, Jan Barbar ve sonrasında Habib Musa, Josef Malke gibi müzisyenler ve grupları çıkmaya başladı. Bu dönemlerde söylenen ve klasikleşen "Şamumar" adlı parça tüm Süryanilerin ilk mırıldandıkları melodilerdendir.

1965'li yıllarla birlikte Süryanilerin göç etmeye başladıkları Avrupa'da müziğin tümüyle keşfedildiği yeni bir dönem başlar. Bu dönemde müzik Süryani kimliğinin bir parçası olur. Müzik, bir yerde anavatanlarındaki sosyal ve politik gelişmelerin önüne çekilen setlerin kaldırılmasının temsilcisidir. Süryaniler ilk kez bir sınırlamaya uğramadan özgür bir şekilde duygularını açığa vururlar. Hüzünler, sevinçler, umutlar, umutsuzluklar, anayurda dönüş özlemi hepsi müziğin içinde harmanlanır. İlk dönemlerde Süryanilerin müziğe karşı büyük talebinin nedenlerinden biri belki de bu temalardır.

Talep büyüktür ancak müzik yapacak insan yoktur. Süryaniler bu sorunu çözmekte fazla gecikmez. Avrupa ve Amerika kıtasında onlarca müzisyen ve grup ortaya çıkar. Bazıları Ortadoğu’da ünlenen melodileri aynen kopya edip Süryanice sözlerle söyler. Bazıları kilise makamlarından yararlanarak bir çıkış yolu arar. Bazıları bu işi hobi olarak yapar diğerleri ise ciddiye alır. Ve bu süreç hâlâ bu şekilde devam etmektedir. Bu arada erkeklerle birlikte Süryani kadınlar da müzik alanında boy göstermeye başlar. Juliana Jendo, Nahrin Garis, Şamiram Malke, Babylonia ve Linda George bu kadın sanatçıların önde gelenleridir.

(12)

Günümüze kadar sözlü olarak aktarılan Süryani halk ezgileri oldukça zengin olmasına rağmen folklorik anlamda araştırma yapılmaması, eserlerin kaydedilmeden, zamanla başkalaşarak kuşaktan kuşağa geçmesi şarkıların gün ışığına çıkartılmasına engel olmaktadır. Süryaniler düğünlerde, toplantılarda bir araya geldiklerinde bu şarkıları söyleyebilmekte; nesilden nesile şarkıları sözlü olarak aktarabilmektedirler. Bununla birlikte kiliselerde ilahileri icra edecek korolar oluşturulmuş ama zengin ilahi hazinesine rağmen eğitimsiz insanlar yüzünden kilise müziği de yetersiz kalmıştır. Süryanilerin Türkiye'de kendi müziklerine karşı olan ilgisizliğine rağmen başkaları Süryani müziklerine ilgi göstermiş ve kasetlerinde Süryanice şarkılar seslendirmişlerdir.

Halk Oyunları

Süryani toplumunun artık aynı birleşik coğrafyada yaşamıyor olması, toplum üyelerini bir araya gelip gelenek ve göreneklerini paylaşmaktan alıkoymaktadır. Bu yüzden bu gelenek ve görenekler sadece belli bölgelerde yaşama şansı bulmaktadırlar.

Süryani kültürüne ait en az bilinen öğelerden birisi de halk oyunlarıdır. Oysa Süryaniler bu konuda oldukça zengin bir kültüre ve mirasa sahiptirler. Süryaniler bu kadar zenginliğe rağmen, günümüze kadar çeşitli faktörlerin etkisiyle bu alana yeterince ilgi göstermemişlerdir. Bunun sonucunda, tıpkı diğer alanlarda olduğu gibi, bu zengin folklorik miras da kaybolmaya yüz tutmuştur. Süryaniler son yıllarda, unuttukları bu alana ilgi göstermeye başlamış ve yeni nesiller arasında unutulmaya yüz tutan çeşitli Süryani halk oyunlarını gün ışığına çıkartmışlardır.

Süryaniler tarafından en çok bilinen ve oynanan oyunlar; Bagiye, Şemmo, Şehhane ve Hassade'dir. Aslında sayıları yüzden daha fazla Süryani halk oyunu bulunmaktadır ama gerek yaşadıkları büyük kültür erozyonu ve asimilasyon, gerekse bölgede sayılarının giderek azalması gibi etkenler bu halk oyunlarının unutulmasına yol açmıştır. Süryaniler bugün için halk oyunlarını sadece düğünlerde yaşatabilmektedir. Düğünü yapanın ekonomik gücüne bağlı olarak oynanan oyunlar, bölgedeki diğer halkların oynadığı oyunlarla bazı karakteristik benzerlikler göstermektedir. Örneğin Hakkari oyunlarının sola giderek oynanmasını Süryani Halk oyunlarında da görmekteyiz.

Bütün bunlara karşın Süryani halk oyunlarının kendine özgü yönleri de vardır. Halay tarzında oynanan oyunların müzikleri 2 veya 4 zamanlı olup oyunları ise 12, 14 veya 16 hareketten

(13)

oluşmaktadır. Hareket sayısı fazla görünmesine karşın bu tür oyunların öğrenilmesi oldukça kolaydır. Oyunların oynandığı türkülerde oldukça mutlu ve neşeli sözler içeren bir atmosfer hakimdir.

Günümüzde Van bölgesinin oyunları içerisinde sayılan Şehhane oyunu aslında Süryanilerin o yöreye kazandırdığı bir oyundur. Tarihte Doğu Süryanilerinin merkezinin Van ve yöresi olması bu düşünceyi daha da güçlendirmektedir. Yabancı araştırmacıların katkıları ile Şehhane oyunu dünya kamuoyuna tanıtılmış ve festivallerde çeşitli gruplar tarafından oynanmıştır. Bethnahrin M.Ö. 300’lü yıllarda Yunanlıların gelişine kadar, birçok devlet ve imparatorluğun ismiyle anılmıştır. Bu isimler coğrafik isimlerden çok, halk veya şehirlerin adıyla adlandırılmaktaydı. Örneğin: Uruk, Ur, Akad, Babil, Asur, Kasit, Mittani vb. Yunanistan’dan Hindistan’a kadar geniş bir imparatorluğu kuran Yunanlılar, bu bölgelere kendi dillerinde isimler veriyorlardı. Zengin bir kültürü, ekonomik bir gelişmeyi, birçok uygarlıkları ve bereketli bir toprağı içinde barındıran Fırat ve Dicle nehirlerinin arasında kalan toprağa, kendi dillerinde nehirler arası anlamına gelen Mezopotamya (Mesos=orta (ara), potamos=nehir) adını verdiler. Süryaniler, Mezopotamya sözcüğünün Süryanice dilindeki aynı anlama gelen Bethnahrin adını kullanmaktadır.

Süryaniler, Hıristiyanlığı ilk kabul edenler olduklarından aynı zamanda Asuri Sanat Müziği'nin de varisi olmuşlar. Zaten Asuriler aynı zamanda proto-Süryanilerdir. Süryanilerin dinlerine olan sadakatleri, kendi ifadeleri ile "tekrar putperestlik tuzağına düşmemeleri" için ellerinde bulunan o döneme ait tüm müzik eserlerini yakmalarını beraberinde getirmiş. Doğal olarak Süryani müziğinin düzeni; I. yüzyılda başlayıp IV. yüzyılda genişlemiş, VII. yüzyılda zirve noktasına ulaşmış, XII. yüzyıla kadar canlılığını korumuş, XII. yüzyıldan sonra da bölgede yaşadıkları sıkıntılar nedeniyle gerilemeye ve erimeye yüz tutmuştur.

Süryani müziği genel olarak sekiz dizisel makamdan oluşmaktadır. Bunlar; sıcaklık, soğukluk, sertlik, yumuşaklık, eğlendirici, hüzünlendirici, coşturucu ve gurur kırıcı huyu olan makamlardır. Görüldüğü gibi bizzat hayatın içinden ve hayatın kendisiyle örtüşen makamlar ve bu sekiz ana makam, yapılan bütün çalışmalar sonucunda 1500 dolayında nağme ve makama bölüştürülmektedir. Kilise takvimine göre uygulanan ayinlerin her bir bölümü bu makamlardan biri ile hayat bulmaktadır.

(14)

Din dışı müziklerinde de genel olarak bölgeye ait enstrümanların zengin biçimde kullanıldığı görülür: Ud, cümbüş, kanun, darbuka, bağlama, keman, davul, zurna vb. Aynı ve komşu coğrafyada birlikte yaşanılan halklarla ortak kültürel miras, akrabalık ve etkileşim, Kürt, Ermeni, Arap ve Türkler ve tabii ki bu halkların müzik kültürleriyle kaynaşması doğaldır. Müzik Enstrümanları

Medeniyetin beşiği olan Mezopotamya'da da müzik önemli bir yer tutmaktaydı. İlk ve en eski enstrümanın Sümer-Akad döneminden kalma bir Ur şehrinden çıkması, bunun en güzel kanıtı sayılabilir. İlk telli çalgılar Süryaniler tarafından kullanılmış olup telli çalgılar grubunu oluşturan arp, santur, çitara ile bağlama, divan sazı ve curaya benzeyen telli ve uzun saplı çalgılar kilise ile halk ezgilerinde çokça kullanılmıştır. Mezopotamya'daki müziğin varlığına tanıklık eden kabartma ve resimler de mevcuttur. Çok sayıda antik kabartma, insanları çeşitli müzik aletlerini çalarken göstermektedir.

Referensi

Dokumen terkait

Seluruh Staf Tata Usaha Fakultas Ekonomi dan Ilmu Sosial Universitas Islam Negeri Sultan Syarif Kasim Riau yang telah membantu banyak bagi penulis dalam proses

Oleh karena itulah, tidak boleh ada akad jual beli terhadap barang yang tidak ada atau dikhawatirkan tidak ada (Rahman, 2010). 2) Suci, yakni barang yang dijadikan

40 Syifa’ Amin, Fazlurahman.. sehingga membuat hukum tertinggal dari perkembangan masyarakat. Situasi dan kondisi demikian tak diragukan lagi, menuntut suatu upaya

Dari penelitian ini diharapkan didapatkan suatu data ilmiah tentang efek antipiretik infusa daun kemangi ( Ocimum sanctum L.) pada mencit jantan galur Swiss yang diinduksi

Sehingga membuat penulis tertarik untuk melakukan penelitian mengenai faktor-faktor yang mempengaruhi niat beli konsumen pada Peer-to-Peer platform media sosial,

bahwa untuk penyelenggaraan Ujian Nasional (UN), Ujian Akhir Madrasah Berstandar Nasional (UAMBN) dan Ujian Akhir Madrasah Tahun Pelajaran 2015/2016 dipandang perlu

Bila anda kembalikan hal ini ke ayat di Amsal 13:10, “Pertengkaran hanya di sebabkan oleh keangkuhan”, maka hal ini berkata bahwa apa yang membuat kita marah adalah