gordon marshall
SOSYOLOJİ SÖZLÜĞÜ
çevirenler
osman akınhay
derya kömürcü
K a y n a k ç a N o t u :
Gordon Marshall, Sosyoloji Sözlüğü
(çev. Osman Akmhay, Derya Kömürcü) Ankara, 1999 Bilim ve Sanat Yayınları, vııı + 917 sayfa.
gordon marshall
SOSYOLOJİ SÖZLÜĞÜ
çevirenler osman akınhay derya kömürcü
BİLİM VE SANAT
B İ L İ M V E S A N A T Y A Y I N L A R I B i l i m ve Sanat Y a y ı n l a r ı , A n k a r a , 1999 B i l i m v e Sanat Y a y ı n l a r ı , A n k a r a , 2005
© O x f o r d U n i v e r s i t y Press - 1994, 1998
B u k i t a b ı n T ü r k ç e d e k i t ü m y a y ı n h a k l a r ı O x f o r d U n i v e r s i t y P r e s s i z n i y l e B i l i m v e Sanat Y a y ı n l a r ı ' n a aittir.
Kitabın Özgün Adı A D i c t i o n a r y of S o c i o l o g y
Kapak Tasarımı Ü m i t Ö ğ m e l
I S B N 975-7298-43-3
Baskı E r t e m M a t b a a s ı
4258225
Cilt C i l t s a n 3842691
BİLİM VE S A N A T Y A Y I N L A R I Selanik Cad. Tankut İj Merkezi N o : 8 2 / 3 6 Kızılay / Ankara
V
YAZARLAR
Editör
Gordon Marshall Diana Barthel Ted Benton David Boucher Joan Busfield Tony Coxon Ian Craib Fiona Devine Judith Ennew Diana Gittins Roger Goodman George Kolankiewicz Catherine Hakim Michael Harloe David Lee Maggy Lee Marry Mcintosh Dennis Marsden Gordon Marshall Maxine Molyneux
Lydia Morris Sean Nixon Judith Omely Ken Plummer Kate Reynolds David Rose
Oxford, Nuffield College. Ziyaretçi Öğretim Üyesi USA, Stony Brook, New York Eyalet Üniversitesi, Sosyoloji Profesörü
Essex Üniversitesi. Sosyoloji Profesörü Yazar ve Televizyon-Radyo Programcısı Essex Üniversitesi, Sosyoloji Profesörü Essex Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Araştırma Profesörü
Essex Üniversitesi, Sosyoloji Profesörü Manchester Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Kıdemli Öğretim Üyesi
Cambridge Üniversitesi, Aile Araştırma Merkezi Kıdemli Araştırma Ortağı
Yazar ve Şair
Oxford Üniversitesi, Sosyal Antropoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Essex Üniversitesi, Sosyoloji Profesörü
Londra İktisat ve Siyasal Bilimler Okulu Kıdemli Araştırmacı
Salford Üniversitesi Rektörü
Essex Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Eski Kıdemli Öğretim Üyesi
Essex Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Essex Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Eski Kıdemli Öğretim Üyesi
Essex Üniversitesi, Sosyoloji Profesörü
Oxford, Nuffield College, Ziyaretçi Öğretim Üyesi Londra Üniversitesi, Latin Amerika Araştırmaları Enstitütüsü, Sosyoloji Bölümü Kıdemli
Öğretim Üyesi
Essex Üniversitesi, Sosyoloji Profesörü Essex Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Hull Üniversitesi. Sosyal Antropoloji Profesörü Essex Üniversitesi, Sosyoloji Profesörü Londra Southwark, Eğitim Dairesi, Yerel Okul Takımları Yönetimi
Essex Üniversitesi, Mikro-Toplumsal Değişimler Araştırma Merkezi, Sosyoloji Profesörü
vi
Colin Samson Alison Scott Jacqueline Scott Nigel South Oriel Sullivan Bryan Turner Richard Wilson Anthony Woodiwiss
Essex Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Essex Üniversitesi. Sosyoloji Bölümü Doçenti Cambridge Üniversitesi, Sosyal ve Siyasal Bilimler Fakültesi, Araştırma Müdür Yardımcısı Essex Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Doçenti Essex Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Avustralya, Deakin Üniversitesi, Sosyoloji Profesörü
Sussex Üniversitesi, Sosyal Antropoloji Bölümü Kıdemli Öğretim Üyesi
Essex Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Doçenti
vii
BİRİNCİ BASIMA ÖNSÖZ
Tamamen yeni bir derleme olan elinizdeki bu sözlük, Avrupa'nın en önde gelen sosyoloji bölümlerinde çalışan seçkin bir sosyolog ekibi tarafından hazır
lanmış ve içeriği tasarlanırken öncelikle sosyoloji disipliniyle görece yeni tanışan okurlar dikkate alınmıştır.
Sözlüğün kullanılmasını kolaylaştırmak için metin içinde kısaltmalar kul
lanmaktan kaçınılmıştır. Bir sözcüğün önüne konan * işareti, o başlıkta konuyla ilgili ek açıklamalar bulunacağını gösterir. Bazı maddeler, ya eşanlamlı oldukları ya da başka bir maddede daha etraflıca ve ilintili terimlerle birlikte açıklandıkları için, sadece başka bir göndermeye gönderme yaparlar. Önemli maddelerin hemen hepsi ile daha kısa maddelerin birçoğunda, okura, ilgili literatürü bağımsız biçim
de takip etme olanağı sağlamak amacıyla en az bir kaynağa yer verilmiştir. Sos
yoloji disiplininin özgül tarihlerinin farklı olmasına (ve bazı maddelerin Atlan
tik'in iki yakasındaki okurları farklı yerlere yönlendirmesine) rağmen, bu tür referansların hem İngiltere'deki hem Amerika'daki okurların ilgisini çekeceği düşünülmüştür.
Sosyoloji çok açık bir kuramsal çekirdeğe sahip olmakla birlikte, kesinlikle geçirgen olmayan bir parametresi vardır. Ama bu, herhalde alanın en iyi yanların
dan birisidir de, çünkü bu sayede gerçekten disiplinler arası nitelikte birçok soru
nun incelenmesini kolaylaştırmaktadır. Dolayısıyla sosyologlar, iktisat bilimi, psikoloji ve antropoloji gibi, kendilerine yakın olan uzmanlık alanlarının termi
nolojisiyle de sürekli ilişki içindedirler. Bu yüzden elinizdeki sözlükte, esasen aynı kökenden gelen disiplinlerle ilintili olan, ama sosyoloji öğrencilerinin de yararlanacağı düşünülen çeşitli maddelere yer verilmiştir.
Son yıllarda sosyoloji sözlüklerinde, disiplinin çağdaş uygulayıcılarının kısa biyografik özetlerine (bunlar genellikle doğum tarihi, çalışılan kurumlar ve belli başlı yayınların sıralanmasını pek geçmemesine rağmen) giderek daha çok yer verilmeye başlandığı gözlenmektedir. Oysa, söz konusu sözlüklerin hazırlanma
sındaki amacın sosyoloji alanının içeriği ve terminolojisine bir kılavuz işlevi görmek olarak ilan edildiği dikkate alındığında, bu uygulamanın neye dayandırıl
dığı çok açık değildir. Dahası, elinizdeki sözlük için yapmış olduğumuz pratik araştırmalarda, "önde gelen çağdaş sosyologIar"ın kimler olduğu noktasında, kıs
men konuların çeşitliliğine de bağlı olarak bir konsensüse varmanın pratikte müm
kün olmadığını saptadığımızı söyleyebiliriz. Dolayısıyla bu sözlükte, ancak kişile
rin kendilerinin de (çoğunlukla disiplinin tarihi üzerinde bıraktıkları etkiler nede
niyle) sosyolojik konular durumuna geldiği hallerde "isimler"le karşılaşacaksınız.
Temel aldığımız başka bir kriter, halen yaşamakta olan otoriteleri dışta bı
rakmak olmuştur. Örneğin "Weber, Max" ya da "Goffmann, Erving" gibi madde
lere rastlayabilirsiniz, ama "Merton, Robert K." Ya da "Goldthorpe, John H." gibi maddeler bulamayacaksınız. Tabii buna bağlı olarak, çalışmalarıyla disiplin içinde başlı başına bir inceleme konusu haline gelmiş birçok çağdaş sosyologun üzerinde yeterince durulmaması gibi bir sonuçla karşılaştığımız açıktır. Anthony Giddens, Jürgen Habermas ve Pierre Bourdieu bunun en belirgin örnekleridir. Fakat yaşa
yan sosyologları bu sözlüğe almış olsaydık, şu anki kuşakta kimlerin "konu"
olmayı hak edecek derecede etkili (ya da tartışılması gereken) olduğu üzerine çözümsüz tartışmaları yeniden başlatmak gibi bir sorunla yüz yüze gelebilirdik.
viii
Ancak hemen eklemeliyiz ki, sözü geçen bu tür yazarların çalışmaları bu sözlükte daha geniş kapsamlı maddeler bağlamında (ömeğin "eleştirel kuram" başlığında Habermas, "anomi"de Merton ve "toplumsal mobilite"de Goldthorpe gibi) ele alınıp tartışılmaktadır.
Sözlüğü kaleme alan yazarların hepsi, bu çalışmanın başladığı sırada Colchester, Essex Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde görev yapıyorlardı. O za
mandan beri içlerinden birçoğunun başka yerlere gitmiş olması sadece bir tesa
düften ibarettir.
İKİNCİ BASIMA ÖNSÖZ
Bu basım için ilk metnin büyük bölümünü gözden geçirip genişlettim ve 150'yi aşkın yeni madde ekledim. Sonuçta yeni basım, ilkinden 45.000 sözcük kadar daha uzun bir metne dönüştü.
Ayrıca sözlüğü kullananların dikkatimi çektiği birkaç küçük hatayı da dü
zelttim. Bu fırsatla, ya bana ya da Oxford University Press'e yazarak, üstelik genellikle yararlı geliştirme önerilerinde bulunarak (ve bazen hayranlıklarını ifade ederek) bu hataları gösteren okurlarıma teşekkür etmek istiyorum. Hindis
tan'dan yazan bir okurum sözlüğe sağlam bir bibliyografya eklememi önerdi, fakat ben, tek tek maddelerde uygun olan referansları aktarmanın öğrencilere yarar sağlayacağı konusunda kendimi ikna etmiş olmadığım için ilk baştaki biçimi muhafaza etmeyi kararlaştırdım. Aynı şekilde, konu hakkında daha fazla şey okuduktan sonra, en azından maddelerden birinde, "zekâ" tartışmasında daha yeni (ve hâlâ tartışmalı) literatürün bir kısmına yer verilmiş olmakla birlikte, insan davranışlarında genetik farklılıkların lehindeki ve aleyhindeki kanıtlar konusunda dengesiz bir açıklama yapıldığını hissettiğini vurgulayan düşünceli bir mektup gösterme zahmetine katlanmış (ve şimdi aramızdan ayrılmış bulunan) Profesör Hans Eysenck'in görüşlerine katılamadığımı da belirtmek istiyorum.
Burada, birçok madde Essex Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'ndeki arkadaş
larım ve eski meslektaşlarım (Tony Coxon, lan Craib, Diana Gittins, Catherine Hakim, Maggy Lee, Sean Nixon ve Nigel South) tarafından kaleme alınmış ol
makla birlikte, maddelerin çoğunu kendimin yazdığını yineleyeyim. Bu sözlük onların yazdıkları maddeler ve yaptıkları önerilerle oldukça gelişmiş bir şekle kavuşmuştur. Geriye kalan kusurların sorumluluğu sadece bana aittir.
Gordon Marshall Oxford 1997
A
a ç ı ğ a ç ı k a r m a , a ç ı ğ a ç ı k a r m a te
rapisi (abreaction, abreaction the
rapy) Psikanalistlerin, bastırılmış duy
guları, hastanın başından daha önce geçmiş olan olumsuz bir deneyimi zih
ninde canlandırıp yeniden yaşatarak a- çığa çıkarmayı anlatmak için kullan
dıkları bir terim. Sigmund *Freud ilk çalışmalarından birinde, histeri belir
tilerinin kökünün ilk psikolojik travma deneyimlerinde yattığını öne sürmüştü.
^Psikanaliz içinde, hastanın, başından geçen travma deneyimlerini zihninde yeniden canlandırmasını sağlayarak, akıl sağlığını tekrar normal durumuna döndürmeye çalışan çeşitli terapötik teknikler vardır.
açık g r u p l a r {open groups) bkz. ka
palı gruplar ve açık gruplar a ç ı k İşlev (manifestfunction) bkz. işlev açık katılımcı g ö z l e m (oven parti
cipation observation) *Katılımcı göz
lem, inceleme konusu olan kişilerle ya
pılan bir anlaşma çerçevesinde gerçek
leştirilir. Bu anlaşma açıkça ya da do
laylı biçimde ifade edilmiş olabilir.
Resmi biçimde ifade edildiği takdirde, sosyolog, inceleme konusu olan kişile
re bunun bir sosyal bilim araştırması olduğunu açıkça belirtir ve araştırma
nın yapılabilmesi için izin vermelerini ister. Söz konusu anlaşmanın açıkça ko
nuşulmaması durumunda ise, araştır
macı grup dışından birisi olarak kendi kimliğini açıklar, fakat araştırmanın he
deflerini daha az açık biçimde, genel
likle araştırma konusu kişilere, onlar
hakkında "bir kitap yazmak için" gibi, ilgilerini çeken bir genel ifadeyle an
latır. Eğer bu kadar bilgiyle çalışma yapmak mümkün olursa, o zaman in
celenen kişilere -özellikle kendileri ta
lep etmedikleri sürece- daha fazla ay
rıntı verilmez. Pek çok araştırmacı, ça
lışma yapmak üzere alana girmeyi na
sıl başardıklarının hikâyesini anlat
maktan hoşlanır: Aslında bu nokta a- raştırmayı anlamak açısından can alıcı önemdedir, çünkü araştırmacı ile araş
tırma konusu kişiler arasında kurulan ilişki, elde edilen verilerin niteliğini etkileyebilir. Bu yüzden, açık katılımcı gözlem üzerine yayınlanan değerlen
dirmelerin çoğunda, gözlemcinin in
celeme konusu olan grup ya da toplum içindeki farazi rolü üzerine birtakım ayrıntılara dikkat çekilmektedir.
açık ve kapalı toplumlar (open soci
eties and closed societies) Bu terimler, Karl T o p p e r in Açık Toplum ve Düş
manları (Open Society and its Enemies, 1945) adlı eserinde ortaya atılmış ve Ta- rihselciliğin Sefaleti'nde (Poverty of His- toricisın'de, 1957) daha etraflı biçimde geliştirilmiştir. Popper' in iddiasına gö
re, bilim ve insan tarihi esas olarak be
lirsiz ve akışkandır. Bu iddia toplum kuramına uyarlandığında. Popper' in tarihsiciliğe karşı güçlü ve yıkıcı bir saldırıya giriştiği ortaya çıkmaktadır.
Platon, *Hegel ve *Marx gibi, tarihin yasalarla ilerlediğini ve insanın biline
bilir bir kaderi olduğunu ileri süren dü
şünürlerin kuramları, Popper tarafın
dan bilimsel açıdan savunulamaz, siya
sal açıdan ise tehlikeli görüşler olarak
açık yanıt, açık uçlu soru 2 eleştirilmiştir. Popper, bu tür kuramla
rın hepsinin, normal değişim süreçleri
ne kapalı olmalarından dolayı, kendi
sinin kapalı toplumlar adını verdiği
*otoriteryan ve insanlık dışı rejimlere yol açacağını öne sürmüştür. Oysa açık toplumlar, kapalı toplumların tam ter
sine, etkinlik, yaratıcılık ve bireylerin çoğunun yenilenmesi üzerine kurulu
dur ve önceden kestirilemez biçimde
*kademeli toplum mühendisliği aracı
lığıyla yol alırlar. Açık toplumlar, top
lumsal politikaların maksat dışı so
nuçlarının açık biçimde eleştirildiği ve bu eleştiri doğrultusunda değişimlerin sergilendiği toplumlardır. Açık top
lumlar, haklı eleştirilere yanıt vereme
yen yöneticileri görevlerinden alabil
meyi sağlama gerekliliği anlamında hem *liberal, hem de *demokratik ol
mak zorundadırlar. Elbette burada vur
gulanan çelişki, o zamanlar Sovyetler Birliği'niıı (kapalı toplum) temsil ettiği
*totaliter rejimler ile Batılı demok
rasiler (açık toplumlar) arasındaki kar
şıtlığa gönderme yapmaktadır.
Popper'ın argümanları, haklı olarak.
*Marksizmin temellerini (hem bilim
sellik statüsü taşıdığı, hem de gelecek tarihin istikametini açıkladığı iddiasını) kesin ve mantıksal açıdan çürüten savlar şeklinde değerlendirilmiştir.
açık yanıt, açık uçlu soru {open res
ponse, open-ended question) Önceden belirlenmiş yanıt kategorileri bulun
mayan bir görüşme sorusu. Burada de
neğin verdiği yanıt, görüşmeyi yapan kişi tarafından harfi harfine yazılmalı ve tüm görüşmeler bittikten sonra, geniş yanıt kategorileri şeklinde ve bir rapor
da sözcüğü sözcüğüne alıntılanabilmek üzere kodlanmalı veya gruplanmalıdır.
Ayrıca bkz. kapalı yanıt; kodluma.
a ç ı k l a m a (explanation) bkz. anlam;
gerçekçilik; neden; nedensel model- leme; yorum
a ç ı k l a n a n v e a ç ı k l a y a n l a r ( a ç ı m l a n a n v e a ç ı m l a y a n l a r ) (explanan- dum and explanans -explicandum and explicans) Ya bir neden, ya geçmişteki bir olay ya da zorunlu bir durum ola
rak açıklanması gereken olgu (açıkla
nan) ile açıklamayı içeren etkenler (a- çıklayanlar).
açıklayıcı ikicilik ( d ü a l i z m ) (expla
natory dualism) bkz. ikicilik (düalizm) açıklayıcı i n d i r g e m e (explanatory reduction) bkz. indirgemecilik
a d a c ı k (enclave) Azgelişmişlik ve
*bağımlılık kuramlarında, bir *Üçüncü Dünya ekonomisinin, ihracata yönelik, yabancı sermayenin denetimi ve yöne
timindeki üretim faaliyetlerini anlat
mak için kullanılan bir terim. Adacığın ulusal ekonomiyle bağının çok az ol
duğu düşünüldüğünden, iç büyüme ü- zerinde ciddi bir etki yapması da söz konusu olmaz.
a d a l e t (justice) bkz. kriminoloji; top
lumsal adalet
adaptasyon ( u y u m ) , bireysel a d a p tasyon ( u y u m ) tarzları (adaptation, modes of individual) bkz. anomi a d a p t e edici k ü l t ü r (adaptive cultu
re) bkz. adapte edici ve maddi kültür adapte edici ve maddi kültür (adap
tive and material culture) Adapte edici kültür, çoğunlukla Amerikan kültürel antropolojisinde, imal edilen nesnelerin maddi kültürünün (binalar, tüketim mal
ları ve benzeri şeyler) karşısında, fikirler, inançlar, değerler ve gelenekler alanını karşılamak üzere kullanılan bir terimdir.
A d d a m s , J a n e (1860-1935) Addams, on dokuzuncu yüzyılın sonu ile yir
minci yüzyılın başında *Chicago Oku- lu'nun çalışmalarında başlıca rol oyna
yan Amerikalı sosyologlardan birisiydi.
3 Adorno, Theodor Wiesengrund Charlotte Perkins *Gilman ve Emily
Greene *Balch gibi sosyoloji alanın
daki diğer kadınlar üzerinde güçlü bir etkisi olan Addams, 1889'da Chicago, Hull House'da, kısmen Londra'daki Toynbee Hall'dan esinlenen, ama ka
dınların etkisinin daha fazla olduğu, daha eşitlikçi ve daha az dinsel bir top
lumsal yerleşim merkezi kurmuştu.
Kadınların temel problemlerinden biri
sinin, aile ile toplumun birbiriyle çatı
şan taleplerinin altından kalkmaya ça
lışmak olduğu görüşünü savunuyor ve toplumsal yardım merkezlerinin bu problemin çözüm yollarından birisi ol
duğuna inanıyordu. Hull House, Chi
cago Üniversitesi için önemli bir sos
yolojik merkez olduğu kadar, zamanın önde gelen diğer toplum kuramcıları, Marksistleri, anarşistleri ve sosyalist
lerinin de ilgisini çekmişti. Özellikle kadınların ve göçmen işçilerin sözcü
lüğünü üstlenen Addams, kadınların değerlerinin erkeklerin değerleri karşı
sında içkin bir üstünlüğe sahip oldu
ğuna inanan bir kültürel feministti ve bu çerçevede, daha üretken ve daha ba
rışçı bir toplumun ancak kadın değer
lerine dayanarak ve onları birleştirerek kurulabileceğini iddia ediyordu. 1931'de Nobel Barış Ödülü'nü almış olmasına rağmen, Addams'ın pasifızme bağlılığı onu Birinci Dünya Savaşı sırasında bir toplumsal parya konumuna düşürmüş
tü. Bkz. Emily Cooper Johnson der.
Jane Addams: A Centennial Reader (1960) ve Mary Jo Deegan, "Women in Sociology: 1890-1930", Journal of the History of Sociology (1978).
A d o r n o , T h e o d o r W i e s e n g r u n d (1903-1969) Frankfurt Toplumsal A- raştıımalar Enstitüsü'nün önde gelen üyelerinden olup, İkinci Dünya Savaşı sırasında Amerika'da çalışan ve mütte
fiklerin zaferinden sonra Batı Alman
ya'ya geri dönen Adorno, muazzam de
recede bilgili ve karmaşık, genellikle an
laşılmaz ve zorlu fikirlere sahip birisiydi.
Çalışmaları estetik kuramından edebi
yat ve müzik kuramına, genel kültürel eleştiriden sosyal psikolojiye ve felse
feye kadar çok geniş bir alana yayıl
mıştı. Sosyologlar açısından Adomo'- nun başlıca eseri, bir çalışma grubuyla birlikte kaleme aldığı, otoriteryanizmin psikolojik köklerine inen ampirik ve kuramsal bir inceleme olan (ve çok fazla eleştiriye uğramış) Otoriter Kişi
lik (The Authoritarian Personality, 1950) başlıklı eseriydi.
Adorno, modern kültürün karşısın
da, başından beri *varoluşçuluğım öz
nelciliğinden ve *pozitivizmin kolay nesnelciliğinden uzak durmaya çalış
mış, ama bu tavrı, modern dünyaya da
ha kötümser gözlerle bakmasına neden olmuştu. Adorno'nun estetik ve kültü
rel eleştirisi ile felsefesi, giderek özden çok form üzerinde yoğunlaşacaktı: Bir sanat eserinin ya da bir fikirler sistemi
nin formu, toplumun bizim üzerimize dayattığı sınırlamalar ile çelişkilerin, aynı şekilde yine toplumun önümüze açtığı olanakların en açık dışavuru
muydu. Onun zor üslûbu, belki de mo
dern sanayi toplumunun yanlış bütün
leşmesi diye gördüğü şeyden kaçınma çabasının ürünüydü. Adorno'nun mo
dernlik görüşünün muhtemelen en net açıklaması, totallik nosyonunun eski
den özgürleştirici bir felsefenin parça
sını oluşturduğunu, fakat bu nosyonun geçen yüzyılda totalleştirici bir t o p lumsal sisteme, gerçek ya da potan
siyel bir *totaliter rejime absorbe edil
diğini söylediği bir aforizmalar derle
mesi olan Minima Moralia'da (1951) bulunabilir. Bilgiyi aramamalı, para
doksu ve belirsizliği vurgulamalıyız;
hakikat, en azından geçici olarak, bire
yin deneyiminde yatıyor olabilir.
Adorno'nun kültürel eleştirisinin örnekleri için Prisms'e (1955), felse
fesi için Negative Dialectics'^ (1966) bakabilirsiniz. Onun çalışmalarını gös
terişçi, anlaşılmaz, kısır bulan ve daha
ağ, toplumsal ağ, ağ kuramı 4 önceki başarısız Marksizmlerden hiç
eleştirmeden ödünç fikir almaya baş
ladığını düşünen bir eleştiri metni için Leszek Kolakowski'nin üç ciltlik Main Currents of Marxism'me (1981) bak
manızı öneririz. Ayrıca bkz. eleştirel k u r a m ; o t o r i t e r kişilik.
ağ, t o p l u m s a l a ğ , a ğ k u r a m ı (net
work, social network, network theory) Ağ terimi, bir veya daha fazla toplum
sal ilişkiyle birbirine bağlanmış, dola
yısıyla toplumsal bir ağ oluşturan bi
reylere (daha ender durumlarda, ortak
lıklara ve *rollere) gönderme yapmak
tadır. Söz konusu ilişki bağlarının içinde
*akrabalık, *iletişim, ""arkadaşlık, oto
rite ve cinsel ilişki sayılabilir. Bireyler birer nokta, bağlantılar ise birer doğru biçiminde temsil edilirse, bir model o- larak *grafik kuramında kullanılmaları mümkün olur. Çiftli seçenekler ya da ilişki bağları bir tabloda (sosyomatris tablo) sıralanabilir ve buradan çıkarı
lan bilgilerden elde edilen ağ, esas ola
rak *sosyometride (J.L. Moreno'un 1940'larda öncülüğünü yaptığı, olduk
ça ayrıntılı ama basit bir analiz biçimi) önemli yeri olan bir sosyogram şeklin
de kullanılır. Ağ analizinin matema
tiksel temelini grafik kuramı oluşturur.
Başlangıçta, ağ alanındaki çalış
maların çoğu, tekil noktaların (yıldız
lar ve izole şeyler) ve uyuşma biçimle
rinin (klik saptama) açıklandığı küçük grup ve kurumsal yapılarda yoğunlaş
mıştı. Fakat 1950'lerden sonra, ağ ana
lizinin daha büyük oranda "köprüler"
(sıkı biçimde bütünleşmiş gruplar ara
sındaki tek bağı oluşturan kişiler), "den
ge" (ileri düzeyde birleşmiş grupların kutuplaşma eğilimi) ve daha gelişkin klik tanımları gibi yapısal nitelikler ü- zerinde durduğunu görürüz. Toplumsal ağ analizi, 1960'lar ve sonrasında ise oldukça güçlü biçimde Harrison Whi
te'in başını çektiği matematiksel sos
yolojiden etkilenip, çok daha fazla
kuramsal bir içeriğe kavuşmuştur ve şimdilerde artık kendi dergisini (Social Networks) yaşatabilmektedir. Üretken ve yenilikçi bir öğrenci grubunun kilit ismi olan White, 1960Tı ve 1970'li yıllarda Harvard Üniversitesi'nde gö
rev yapmıştı. White'in en tanınmış yö
nü, bireysel yerine toplumsal kavram
larda (örneğin, tek tek papazların hare
ketlerine karşı papaz hareketinde) ısrar etmesi ve aynı temas modellerini pay
laşan ağ üyelerinin "yapısal eşitlikçini incelemek için kullanılan blok-model- leme tekniklerini geliştirmesidir.
Ağ analizleri alanındaki çalışmala
rın üç ana odak noktası vardır. Ben- merkezci ağlar, kaynağını tek .bir bi
reyden alır ve genellikle o bireyin ken
di ağı hakkındaki görüşlerine dayanır.
E. Bott'ın eşlerin ağları arasındaki ör- tüşmenin etkisini inceleyen Family and Social Network (1957) adlı çalışması buna bir örnektir. Sistematik ağlar, a- ğın tüm katılımcılarından hareketle o- luşturulur ve ağın kendi yapısı üzerine yoğunlaşır (örneğin, Mark Granovet- ter'ın yeni bir işe girmek için bilgi elde etme sürecinde "zayıf bağ"ın önemine dikkat çekmesi). Granovetter'a göre, yeni bilgiler kişinin yakın etkileşim halinde olduğu çevrenin içinden değil, farklı kaynaklara ulaşabildiği ağ için
den gelmektedir (bkz. Getting a Job, 1974). Son olarak, yayılma araştırma
ları, ağlar içindeki akışın yollan ve şeklini, yenilik süreçlerini, dedikoduyu ya da *epidemiolojik yayılmayı ince
ler. Bir bütün olarak bu alanın genel bir değerlendirmesi için bkz. der. Peter V. Marsden ve Nan Lin, Social Struc
ture and Network Analysis (1982). Ay
rıca bkz. d e n g e k u r a m ı .
a ğ mobilitesi (net mobility) bkz. top
lumsal mobilite
ahlakdışı ailecilik (amoral familism)
*Çekirdek ailenin ekonomik çıkarlarını
5 ahlâki seferberlik her şeyin başına koyan toplumsal ey
lem. Edward C. Banfıeld, Güney İtal
ya'nın bir köyündeki *yoksulluğu an
lattığı tartışmalı bir metinde (The Mo
ral Basis of a Backward Society;
1958), topluluğun geriliğinin, "tama
men olmasa bile büyük ölçüde, köy
lülerin ortak çıkarları için, daha doğ
rusu, çekirdek ailenin dolayımsız, mad
di çıkarlarını aşan bir amaç uğruna bir
likte hareket edememeleri"yle açıkla
nabileceğini iddia etmişti. Bu durum, yüksek ölüm oranı, toprağı işlemenin belirli koşullarının varolması ve *geniş aile kurumunun olmaması gibi etken
lerin bir araya gelmesi sonucunda oluş
muş "ahlakdışı ailecilik" ethosuna at- fedilmişti. Banfıeld'ın tezi, "ailecilik"in doğası ile genel olarak ekonomik geliş
meye set çekilmesi ya da önünün açıl
masında *kültürün rolü konusunda bü
yük tartışmalar doğurmuştu (bkz. *ge- lişme, gelişme sosyolojisi).
ahlâki atilim (moral enterprise) *Eti- ketleme kuramı, kuralların nasıl üretil
diği ve uygulandığına özel bir ilgi du
yar. Howard Becker Outsiders'da bu sorunu ahlâki atılım kuramı şeklinde adlandırmıştır. Ahlâki atılım, mesele
ler hakkında bir farkındalık yaratma ve yasalara uygun biçimde onları takip etmeyi içeren bir sürece göndermede bulunur. Ahlâki atılımcılar yasa yapı
cılar, kampanya düzenleyenler ve uy
gulayıcılardır. Ayrıca bkz. ahlâki pa
nik; ahlâki seferberlik.
a h l â k i atılımcı (moral entrepreneur) bkz. ahlâki atılım
ahlâki c e m a a t (moral community) Si
mile *Durkheim'ın, şehirlere karşıt olarak, geleneksel kırsal cemaatleri tanımlamak amacıyla kullandığı bir terim. Ahlâki cemaatin asli özellikleri, toplumsal en
tegrasyon (bireylerin birbirleriyle kap
samlı ve sıkı bağlar içinde olmaları) ve
ahlâki entegrasyonla (ahlâk ve davra
nışlarda ortaklaşa paylaşılan bir inanç
lar kümesi) nitelendirilir. Modern an
lamdaki kullanımına göre, bu nitelik
leri taşıyan her küçük grup (örneğin, dinsel mezhep ya da askeri birim) ah
lâki cemaat terimiyle adlandırılabilir.
a h l â k i istatistikler (moral statistics) Genelde *toplumsal patolojinin göster
gesi olarak ele alman sayısal veriler. Bu veriler arasında, örneğin intihar, bo
şanma, akıl hastalığı, evlilik dışı iliş
kiler ve kürtaj istatistikleri sayılabilir.
Bazı on dokuzuncu yüzyıl Avrupa top
lumlarında (başta Fransa ve Britanya olmak üzere) bu tür verilere toplumsal reform tartışmalarında -çoğunlukla ke
sin bir biçimde sosyolojik olmayan (as
lında derinlikli de olmayan) bakış açı
larıyla- yaygın olarak değinilmiştir.
ahlâki p a n i k (moral panic) Ahlâki bir meseleyle bağlantılı olarak toplumsal kay
gı yaratma süreci; ahlâki paniğin kayna
ğı genellikle ahlâki atılımcılar (bkz. *ah- lâki atılım) ve medya olmaktadır. Ahlâ
ki panik kavramı en kuvvetli biçimde Stanley Cohen tarafından Folk Devils and Moral Panics (1971) adlı eserde, 1960'lar ortası İngilteresi'ndeki teenage akımları olan Mod'lar ve Rocker'lar hak
kında kullanılmıştır. Fakat, futbol hoo- liganizmi, çocuk istismarı, AİDS ve çok sayıda ergenlik dönemi *alt-kültürel et
kinliklerini içine alan diğer toplumsal sorunlara yönelik toplumsal tepki ana
lizlerinde de bu kavrama başvurulduğu görülür. Ayrıca bkz. etiketleme.
ahlâki seferberlik (moral crusade) Al
kol ya da pornografi gibi sembolik ve
ya ahlâki bir konu etrafında kampan
yalar yürüten bir *toplumsal hareket.
Ahlâki seferberliğin klasik sosyolojik değerlendirmeleri arasında Joseph R.
Gusfield'ın Temperance Movement'la (İçki Kullanmama Hareketi) ilgili ince
lemesi Symbolic Crusade (1963) ile
ahlâki tehlike 6 Louis A. Zurcher ve arkadaşlarının Ci
tizens for Deceny (1976) adlı eseri var
dır. Ahlâki seferberlik terimi. Howard Becker'in Outsiders adlı kitabında or
taya atılan ve daha kapsamlı olan *ah- lâki atılım kuramının bir parçasıdır.
Ayrıca bkz. ahlâki panik.
ahlâki tehlike (moral hazard) Bir yar
dımın (refah yardımı gibi) alıcısı konu
mundaki grubun boyııtlannın, sosyal yar
dımların ondan faydalanan bireye ne
redeyse hiçbir külfet getirmemesi ne
deniyle büyümesi eğiliminin yarattığı bir sorun. Örneğin Charles Murray (Losing Ground: American Social Policy, 1950
•1980), ABD'de geleneksel aile yapıla
nımın çöküşü ve savaş sonrasında evli
lik dışı ilişkilerin yükselişinin, kısmen evlenmemiş annelere yapılan yeni re
fah yardımları sonucunda ortaya çıktı
ğını iddia etmiştir.
A İ D S , sosyolojik A İ D S araştırma
ları (AIDS, sociological studies of AIDS) Kazanılmış Immünyetmezlik Sendro- mu (The Acquired Immune Deficiency Syndrome, AIDS), İnsan Immünyet
mezlik Virüsü'nün (Human Immuno
deficiency Viruses, HIV) neden oldu
ğu karmaşık semptomlarla kesinlikle öldürücü enfeksiyonlardan oluşan bir hastalıktır. Yoğun enfeksiyonla ayırt edilen ilk dönemin üzerinden üç ay ka
dar geçtikten sonra, HIV enfeksiyonu
na karşı bir reaksiyona işaret eden ve bunun üzerine ana durum testlerinin yapıldığı HIV antikorlarının ortaya çıktığı dönem gelir. Genellikle yıllarca süren ve hiçbir semptomun görünme
diği bir dönem sonunda, vücut normal
de ender rastlanan ve alışılmadık has
talıklara, özellikle PCP (Pneumocystis Carinii Pnömonisi) ve kaposi sarkoma- sına (mafsal dokularında görülen kötü huylu tümör) boyun eğer. Virüsü taşı
yan başlıca araçlar, vücut sıvıları, bil
hassa kan (kan nakli, damardan ilaç
kullanma ve anneden çocuğa dikey ak
tarım) ve esas olarak fiili cinsel ilişkiy
le (homoseksüel ya da heteroseksüel) aktarılan sıvılardır. Dünya Sağlık Ör
gütü, enfeksiyonun üç bölgesi ve biçimi olduğunu saptamıştır: Enfeksiyonun şimdilerde en çok yayıldığı bölge olan Asya, enfeksiyonun ilk keşfedildiği ve taşımanın çoğunlukla heteroseksüel iliş
kiyle olduğu Afrika kıtası ile hastalığın salgına dönüşmesinin 1980'lerde baş
ladığı, enfeksiyonun öncelikle homo
seksüel ilişkiyle ve damardan iğneyle alınan uyuşturucularla taşındığı sana
yileşmiş Batı ülkeleri. 1996 yılında.
HIV virüsünün 30 milyon kişiye bulaş
tığı ve 10 milyon kişinin AİDS'le ya
şadığı hesaplanmıştı.
Sosyoloji, AIDS/HIV enfeksiyonu
nun anlaşılması ve kontrol altına alın
ması çabalarına çeşitli yollarla katkıda bulunmuştur. Cinsel ilişki türleriyle il
gili incelemeler 1982'de virüsün sap
tanmasında kritik bir rol oynamıştı.
Sosyoloji, cinsel eğilimler ile uyuşturu
cu kullanma konusunda, gerek KABP (Knowledge, Attitudes, Behaviour and Practices -Bilgi, Tutumlar. Davranış ve Pratikler) gerekse, riskli davranışlar ile riske açık faaliyetlerin yaygınlığı
nın gözlenmesi için gerekli daha yeni
likçi ve kalitatif araştırmalarla ulusal nitelikli ve geniş çaplı incelemeleri de ortaya koymuştur. Ayrıca, bağlamsal ve stratejik boyutlarla ilgili Sağlık İnanç Modeli'ne ve kolektif tepki ile cemaat tepkisi incelemelerine duyulan erken güven, risk-alma kuramlarının geliş
mesine yol açmıştır.
AİDS'in bulaşmasına neden olan iliş
kiler pek çok toplumda ya yasak oldu
ğu ya da daha çok marjinal gruplarda görüldüğü için. araştırmaların odak nok
tasını cinsiyet, sapkınlık ve cinsel kim
liği ele alan sosyolojik çalışmaların oluş
turması son derece doğaldır. Bu amaçla, varolan sosyolojik ve antropolojik me
todolojileri genişleterek, damardan
7 aile sosyolojisi uyuşturucu alanlar ve erkeklerle cinsel
ilişkiye girdiği halde gay olarak tanınma
yan erkekler gibi ulaşılması zor ve "giz
li topluluklar"! saptamaya ve örnekleme
ye yönelik teknikler geliştirilmiştir. Bil
gileri mümkün olduğu kadar tepkisel ol
madan ortaya koymak için cinsel gün
lükler gibi araçlara da başvurulmuştur.
AİDS'in sosyolojik özelliklerini in
celeyen başlıca kaynaklar arasında yıl
lık "AİDS'in Toplumsal Boyutları"
konferansının belgelerini ve J. Mann'ın öncülüğündeki bir ekibin hazırladığı WHO/UNAIDS yayını olan Aids in the World' ü sayabiliriz.
aile, ç e k i r d e k aile (family, nuclear) bkz. çekirdek aile
aile, k a r ı / k o c a ailesi (family, conju
gal) bkz. karı/koca ailesi
aile, k ö k aile (family, stem) bkz. kök aile aile, s i m e t r i k aile (family, symmetri
cal) bkz. simetrik aile
aile s i s t e m l e r i k u r a m ı (family sys
tems theory) Genel *sistemler kuramı
nın aileye uyarlanmış biçimi. Aile sis
temleri kuramı, aile üyelerinin birbi
riyle ilişkili olmalarını, ailenin bir fer
dini diğer fertlerinden ayırarak anla
manın güçlüğünü ve doğrusal olmayan bir neden-sonuç ilişkisini vurgulamak
ta ve kesinlikle hepsinin değilse bile bazı *aile terapilerinin analitik temeli
ni sağlamaktadır.
aile sosyolojisi (sociology of family) Aile kan. cinsel ilişki ya da yasal bağ
larla birbirine bağlı olan insanlardan oluşmuş, mahrem ilişkilerle örülü bir gruptur. Aile, zaman içinde ayakta kal
mayı ve değişikliklere uyum gösterme
yi başarmış, çok esnek bir toplumsal birimdir. Fakat Atlantik'in iki yakasın
da, ailelerin düşüşte olduğunu iddia e- den gür sesler duyulmuş, baskıcı ve
iflas eden bir kurum olarak gördükleri ailenin sözde çöküşünü memnunlukla karşılayan insanlar çıkmıştır. Bununla birlikte, aile sosyolojisi gelişmeye de
vam etmekte ve geçmişteki aile sis
temlerine dair inançlarımızın mitlerini yıkan; ayrıca, aile yaşamının gerek tek tek ülkeler, gerekse çeşitli sınıflar, et
nik gruplar ve bölgeler arasındaki çe- şitliliğiyle ilgili anlayışımızı genişleten çok geniş bir kapsama yayılmış araş
tırmalar üretmektedir. Birçok çalışma
da disiplin sınırları aşılmakta, aile ya
şamı ile *ça)ışma arasındaki karşılıklı ilişkilere, makro boyutlu toplumsal ve ekonomik değişikliklerin mikro boyut
lu aile ilişkilerini nasıl etkilediğine ba
kılmaktadır. Aile sosyolojisi, ailelerin
*evlilikten yaşlanmaya kadar çeşitli a- şamalarda nasıl değiştiklerini araştıra
rak *yaşam çevrimi perspektifini de kapsamış olur. Son olarak, eşlerin yal
nız olduğu aileler ile yeniden bir araya gelen eşlerin oluşturduğu aileler gibi farklı aile biçimleri hakkındaki araştır
maların sayısı gün geçtikçe artmakta, aile sosyolojisi kaçınılmaz olarak pra
tik siyasal kaygılarla yakından ilişkili hale gelmektedir.
Son yıllarda çağdaş ailenin durumu ve ailenin ayakta kalmasını isteyen gö
rüşler baştan aşağı yeniden gözden ge
çirilmiştir. Bu eleştirilerin bir koluna göre, aile kapitalist toplumun bir payan- dasıdır (bkz. E. Zaretsky. Capitalism, the Family, and Personal Life, 1976). ikinci bir görüş. *karı/koca ailesinin bireysel
liği ezdiğini ve yok elliğini savunur (örneğin bkz. R.D. Laing. The Politics of the Family, 1971). Üçüncü bir eleşti
ri, çağdaş aile içindeki bugünkü *cinsi- yel rolü ayrımlarının doğası ve sonuç
larına odaklanmaya eğilimli Jessie Ber
nard ve Ann Oakley gibi yazarlardan, aileye hem kadınları ezen hem de anti- sosyal bir kurum gözüyle bakan Mic
helle Barrette ve Mary Mclntosh'un
aile sosyolojisi 8
(The Anti-Social Family, 1982) daha ra
dikal eleştirilerine kadar feminist ya
zarların çalışmalarında görülebilir.
Aileler üzerine yapılan tarihsel a- raştırmalar, geçmişteki aile yaşamı hak
kındaki mitlerin bazılarını çürütmüş
tür. Örneğin, *çekirdek ailenin *sana- yileşmeye bir yanıt olarak, önceden varolan *geniş aile sisteminin yerini al
mak üzere doğduğunu varsaymak yan
lıştır. Bu konuda yapılan araştırmalar, Batı Avrupa'nın çok büyük kısmında, çekirdek aile tipinin başlangıcının *ka- pitalizmin ilk oluştuğu döneme dayan
dığını göstermektedir. Dahası, eski çağ
larda sıkı ve istikrarlı bir aile birimi görüldüğünü varsayan romantik hayal temelsiz çıkmış ve Philippe Aries'in Centuries of Childhood (1962) gibi in
celemeleri, modem aile yaşamında mah
remiyete yapılan vurgunun görece yeni bir şey olduğunu göstermiştir.
Ailenin biçiminde zaman içinde a- çıkça bir süreklilik görülmekle birlikte, aile yaşamının çeşitliliğini küçümsemek doğru bir tutum sayılmaz. Farklı etnik ve dinsel grupların tamamen farklı de
ğerlerle inançları vardır ve bu farklılık
lar hem toplumsal cinsiyete yüklenen rolle ilgili anlayışları, aile içi işbölümü
nü ve çocuk yetiştirme tarzını, hem de çalışmaya ve diğer toplumsal kurumla
ra karşı tutumları etkilemektedir. Şim
dilerde işçi sınıfı evliliklerinin bile si
metrik olduğu iddia edilmekle birlikte (bkz. Michael Young ve Peter Will- mott, The Symmetrical Family, 1973), işçi sınıfı aileleri genellikle daha ayrı
*karı/koca rolleriyle birlikte anılır. Ço
cuk yetiştirme yönelimleri de toplumsal sınıfa göre değişecektir. İngiltere'de John ve Elizabeth Newson'in. Ameri
ka'da Melvin Kohn'un araştırmaları, or
ta sınıfların aile ilişkilerinde özerkliği, işçi sınıfının ise değerlere bağlılığı öne çıkarmaya eğilimli olduklarını göster
mektedir. Kohn. aile ilişkileri ile işteki
rollerin birbirine bağlılığını net bir şe
kilde ortaya koyarak, bu farklılığı baba mesleğine yönelmeye bağlamaktadır.
Aileler ve çalışma genellikle ayrı alanlar olarak kavramsallaştırılırken, ka
dınlar evle, erkekler işyeriyle birlikte anılmıştır. Ne yazık ki aile sosyolojisi de bu ayrımı devam ettiren bir yakla
şım sergileyerek, çalışma ve meslekler sosyolojisinden ayrı bir yerde durmak
tadır. Oysa böyle bir ayrımın kesinlikle bir anlamı yoktur ve işlerlerindeki evli kadınların sayısında görülen çoğalma iş ile aile yaşamının önemini aydınlığa çıkarmıştır. Rhona ve Robert N. Rapo- port'un *kariyer yapan eşlerin evlilik- leriyle ilgili öncü çalışmaları, daha sonra eşlerin ikisinin de para kazandığı ailelerin kazançları ve sıkıntılarını irde
leyen araştırmalarla genişlemiştir. Buna rağmen, aile ile çalışmanın karşılıklı etkileri konusunda yanıtlanması gere
ken hâlâ pek çok soru vardır. Örneğin, aileler *emek piyasasına girişi ve çıkı
şı nasıl etkiliyorlar? İşyerindeki politi
kalar ve olaylar aile yaşamını nasıl et
kiliyor? İş-aile düzenlemeleri yaşam çevriminde nasıl farklılaşıyor?
Ailelerin yaşam çevrimiyle ilgili a- raştırmalar, bireysel yaşam seyri anali
zine ilginin artışıyla paralellik gösterir.
Burada anahtar kavramlardan birisi, bir yandan evlilik ve anne/baba olma gibi dönüm noktalarının zamanlaması ve sı
rasını, öbür yandan aile üyelerinin ve genelde toplumun bu olayların zaman
lamasını nasıl belirlediğini konu alan aile zamanıdır. Daha önceki olayların (ilk evlenme yaşı gibi) zamanlamasının da
ha sonraki sonuçları (boşanma gibi) bü
yük ölçüde etkilediği ortaya konmuştur.
Ailedeki bu dönüm noktalarının ekono
mik sonuçlan da vardır. Örneğin ABD'de yapılan araştırmalar, kadınlarla çocuk
ların boşanmanın arkasından oldukça ciddi bir yoksulluk riskiyle yüz yüze geldiklerini açığa çıkarmıştır.
9 akıl hastalığı
Yirminci yüzyılın ikinci yarısında tek ebeveynli ailelerin oranında drama
tik bir artış görülmektedir. Buna göre, toplumsal araştırmalar, toplumun tek ebeveynli ailelerin uyum sağlamaları ve ayakta kalmalarına nasıl yardımcı ola
bileceğinin (tabii sadece mali açıdan değil) aydınlatılmasında önemli bir rol oynayabilir. Çok sayıda çocuk, çocuk
luğunun bir aşamasında tek ebeveynli bir *hanede yaşayacaktır ve böyle aile
leri patolojik ya da sapkın etiketiyle nitelemek kesinlikle zararlıdır. Yeni
den birleşen aileler de artık incelenme
ye başlanmıştır, ama aşağıdaki gibi birçok önemli soru henüz tartışılma a- şamasındadır: Yeniden evlenme, va
rolan çocuk-büyükanne/büyükbaba iliş
kisini ne ölçüde ortadan kaldıracaktır ve bu durum hakkaniyet, miras ve aile kültürünün kuşaktan kuşağa aktarılma
sını nasıl etkileyecektir?
Aile sosyolojisinde, toplumsal araş
tırmalar ile politikalar arasındaki ilişki kaçınılmaz olarak bulanık kalmaya eği
limlidir. Aile alanında, gerek kuramsal gerekse pratik ilgi konularını birleşti
ren nefis çalışmalardan oluşan uzun bir gelenekten bahsedebiliriz (örneğin bkz.
P. Townsend, The Family Life of Old People, 1957; J. Finch, Family Obliga
tions and Social Change, 1989). Deği
şen koşullar yeni problemleri öne çıka
racağı için, geleceğin aile sosyologları
nın önlerine çıkacak olan problemler kuş
kusuz daha farklı olacaktır. Yine de bir nokta açıktır: Ailenin büyüklüğü, şekli, mensupları ya da biçiminde ne tür de
ğişiklikler görülürse görülsün, geçmişteki deneyimlere bakarak, ailenin varlığını ko
rumaya devam edeceğini söyleyebiliriz.
Ayrıca bkz. d u y g u s a l b i r e y l e ş m e ; h a n e ç a l ı ş m a s t r a t e j i s i ; h a n e içi k a y n a k d a ğ ı t ı m ı s i s t e m i .
aile terapisi (family therapy) Bazı * sos
yal hizmet görevlileri ile *psikotera- pistlerin savunduğu bir tedavi biçimi.
Aile terapisinde dikkatler bireysel problemlerden uzaklaştırılıp, birbirine bağımlı bir sistem olarak görülen aile
ye yoğunlaştırılır. Bu tedavi, aile için
deki gözlenen dinamikleri analiz etme
yi ve yorumlamayı içerir. Feministler, aile terapisinin cinsiyetler arasındaki güç eşitsizliklerini göz ardı ettiği, böy
lece kadınları suçlama, değersizleştir- me ve ikinci plana atma eğilimlerine katkıda bulunduğu kanısındadırlar.
aile ücreti (family wage) Aile ücreti, on dokuzuncu yüzyılın başında ücret
lerin iyileştirilmesi için mücadele eden erkek *sendikacıların hedef aldıkları bir ölçüydü. Bu argümana göre, alına
cak ücret eşe ve çocuklara bakmaya yetmeliydi. Şimdilerde genellikle ka
dınların *emek piyasasındaki dezavan
tajlı konumuyla ilgili açıklamalardaki faktörlerden biri olarak aktarılmasına rağmen, kadınlar bu görüşü hararetle desteklemişlerdir.
akıl hastalığı (mental illness) Zihin ile beden arasında, her gün rastlanan bir karşıtlık üzerine kurulu, hastalık olarak adlandırıldığında iki zıt tipte hastalık (zihinsel ve bedensel) meydana getiren tartışmalı bir kavram (örnek için bu sözlükteki *Laing ve *anti-psikiyatri başlıklarına bakınız). Akıl hastalıkları, zihinsel patolojinin varlığıyla nitelen
dirilen hastalıklardır: yani, zihinsel fa
aliyet rahatsızlıkları, bedensel faaliyet rahatsızlıklarına benzer. Fiziksel has
talıklara benzediği için de bu kavram temelde değerlendirmeci bir nitelik ta
şıyıp, *toplumsal denetim ve düzenle
me sorunlarıyla bağıntılıdır. Akıl has
talığını karakterize eden düşünce ve duygu rahatsızlıkları (örneğin, sabukla- ma, sanrı, aşırı sevinç ya da *depres- yon) çoğunlukla garip, uygunsuz, kar
maşa yaratan ya da rahatsız edici diye değerlendirilen davranışlarla ilişkilidir.
Akıl hastalığının diğer hastalıklardan
akıl hastalığı 10 çok farklı, özel hizmeti ve dikkati ge
rektiren bir hastalık türü olarak görül
mesine yol açan etken, her şeyden fazla bu rahatsız edici ve karmaşa yaratıcı davranışlardır. Toplumda özellikle so
run yaratan eğilim, zihinsel patolojinin gereği olarak açıkça belli olan akıldı- şılık ve aklın kaybıdır. Zihin ile akıl, insanların ayırt edici özellikleridir ve onların (tamamen veya kısmen) kaybı, eğer doğaüstü güçlerin bir işareti sa- yılmıyorsa, genellikle son derece ra
hatsız ve tehdit edici bir durum şeklin
de yorumlanır. Bu yüzden akıl hastalı
ğı, çoğu kez diğer hastalık türlerinden daha *damgalayıcıdır (bunun istisna
ları, AİDS, cinsel yoldan bulaşan diğer hastalıklar ve daha küçük boyutta ol
makla birlikte kanserdir).
Tıbbi zihinsel rahatsızlık kavramı
nın temeli tarihsel olarak, delilik ve akıl hastalığı -gerçek delilik- türünden nos
yonların yanı sıra, "kafadan çatlak",
"sıkıntılı" ve '""deliye dönmüş" gibi daha az ciddi olan psikolojik rahatsız
lık biçimlerini de kapsayan kavramla
rın ifade ettiği zihinsel durumlara iliş
kin halk yargılarına dayanır. Bu terim
ler eskiden de, davranışları bir şekilde kabul edilemez ya da akıldışı sayılan kişiler için kullanılıyordu. Söz konusu davranış sapkın ya da suça yönelik ola
bilir, ama çoğunlukla toplumda büyük değer verilen bir şeyin reddini içerdiği için kolaylıkla alışıldık *suçluluk bi
çimlerinden birisi olarak anlaşılamaz
dı. Bugünkü tıbbi zihinsel rahatsızlık anlayışları hâlâ, neyin akılcı, makul ve uygun olduğuna dair halk yargılarıyla yakından bağlantılıdır. Buna karşın
•psikiyatri, farklı bir zihinsel rahatsız
lıklar kümesi sınıflandırmasına ve lis
telemesine giderek, gündelik konuşma sözlüğünü sürekli yenilemiştir. Söz ko
nusu sıralamanın kapsamı beyin pato- lojisiyle ilişkili olarak kabul edilen Alzheimer hastalığı gibi durumlardan,
şizofreni ve manik depresyon (psikoz
lar grubuna dahildirler) gibi arketipik zihinsel hastalıklar üzerinden, anksiyete durumları, fobiler ve obsesyonlar (sık
lıkla nevrozlar diye adlandırılır) türün
den sağlık durumlarına, hatta alkolizm, anoreksia nervoza. uyuşturucu müpte- lalığı ve cinsel sapkınlıklar gibi davra
nış bozukluklarını içine almaktadır.
Psikiyatrların zihinsel rahatsızlık listeleri, zihinsel rahatsızlığın sınırları
nın biçimsel bir şekilde belirlenmesini sağmakla birlikte, bu sınırlar sürekli değişmekte ve itirazlarla karşılaşılmak
tadır. Zihinsel rahatsızlık ile fiziksel rahatsızlık arasındaki ayrımın kendisi de son derece problemlidir. Bu ayrım en net biçimde açık patoloji açısından yapılabilir, fakat o da genellikle kesin değildir; pek çok hastalık, hem zihinsel hem de fiziksel semptomlar içerir; hat
ta nedenlere yöneldiğimiz takdirde ay
rım çok daha problemli bir hal alır ve karşılıklı iki özel hastalık düşüncesi çok geçmeden yok olur. Tanımlanabilir bir zihinsel patolojinin, tıpkı Alzheimer has
talığında olduğu gibi fiziksel nedenleri olabilir; aynı şekilde, ülser gibi bazı fi
ziksel patolojilerin de zihinsel neden
leri olabilir. Aslında, zihinsel ve fizik
selin karşılıklı ilişkisi, sıklıkla, zihin sağlığı hizmetlerini diğer sağlık hiz
metleriyle bütünleştirme girişimlerini gerekçelendirmek için kullanılmıştır.
Pratikte ise, zihinsel rahatsızlık ile fi
ziksel rahatsızlık arasında çizilen sınır bir anlaşma meselesidir ve neden-sonuç ilişkisi hakkında olduğu kadar, açık zi
hinsel ve davranışsal sorunların boyutu üzerine olan fikirlere dayanır.
Zihinsel rahatsızlık ile *sapkınlık ("delilik ve kötülük") arasındaki sınır da aynı şekilde problemlidir; özellikle semptomların son derece net bir biçim
de davranışsal olduğu davranış ya da ki
şilik bozukluklarıyla ilişkili olarak. Ana
litik bakımdan bu ayrım bir gönderge
11 akılcılaşma (rasyonalizasyon) ayrımıdır: zihinsel rahatsızlık akılla ilgili
bir yargı iken, sapkınlık davranışla il
gili bir yargıdır. Öte yandan, davranış gözlemleri, akılla ilgili yargıların te
melidir ve bu yüzden pratikte karışık
lıklar ve güçlükler ortaya çıkar. Bu noktada, sorunun diğer bir ucu olarak, zihinsel rahatsızlıkla sapkınlık arasın
daki sınırları belirlemeye yoğun bir il
gi duyulmaktadır (tıpkı çocuk istisma
rını bir sapkınlık biçimi olarak gör
mekten ziyade, temelde yatan zihinsel patolojinin göstergesi olarak değerlen
dirme eğilimi gibi). Son olarak, normal ve anormal zihinsel işleyiş arasında bir sınır vardır. Yine bu sınır da büyük öl
çüde değişik görüşlerle çizilir ve diğer sınırlarla birlikte bireyden bireye, top
lumsal arka plana ve koşullara göre de
ğişiklik arz eder.
Doğal olarak, zihinsel rahatsızlığın nedenleri hakkında çeşitli düşünceler ileri sürülmüştür. Psikiyatri, tıbbın fi
ziksel süreçleri vurgulamasından dola
yı, fiziksel nedenler ile tedavi üzerine odaklanmıştır. Birtakım sosyologlar ve toplum kuramcıları ise, zihinsel rahat
sızlıkların toplumsal nedenlerini anla
mada ciddi katkılarda bulunmuşlardır (örneğin George Brown ve Tirril Har- ris'in depresyon üzerine olan eserleri veya anoreksia nervozayla ilgili femi
nist incelemeler).
Buna karşın, zihinsel rahatsızlıkların anlaşılmasına yönelik sosyolojik katkı
nın kaynağı, zihinsel rahatsızlıkların bir toplumsal kurgu olarak analiz edilme
sidir. Bu kurgu, yukarıda belirtildiği ü- zere. farklı kültürler ve toplumlardaki normal, kabul edilebilir zihinsel işleyişin sınırlarını tespit eder ve böylelikle in
san davranışının toplumsal düzenlenişi
nin bir parçasını oluşturur. Ayrıca bkz.
cemaat bakımı; hasta rolü.
akılcı devlet (rational state) bkz. mut- lakiyetçilik
akılcı e y l e m kuram» (rational action
theory) bkz. mübadele kuramı akılcı s e ç i m k u r a m ı (rational-choi
ce theory) bkz. mübadele kuramı akılcı sistemler k u r a m ı , akılcı sis
t e m l e r perspektifi (rational-systems theory, rational-systems perspective) bkz. olumsallık kuramı
akılcılaşma ( r a s y o n a l i z a s y o n ) (ra
tionalization) Nasıl emek gücü ve onun yabancılaşmasının sermaye içindeki merkezi rolünü anlamadan Karl Marx'in kaygılarını anlamak olanaksızsa, Max
*Weber'in yazılarının zihinsel tutarlılı
ğını da Alvin Gouldner'ın "metafizik- sel pathos" diye adlandırdığı Weber'e ait gündelik yaşamın akılcılaşması gö
rüşünü anlamadan kavramak aynı de
recede olanaksız olacaktır. Dünyanın bü
yüsünün her gün biraz daha fazla bozul
ması, gizem, duygu, gelenek ve duygu
sallığın yok olması ve tüm bunların ye
rini akılcı hesabın alması Weber'in a- raştırma ve yazılarının çoğunda rastla
nan bir temadır. Bu durum Weber'in çalışmalarını inceleyen öğrenciler için tam bir endüstri yaratmıştır. Nitekim Weber üzerinde çalışan öğrenciler, onun tam anlamıyla geliştirilmiş bir akılcı
laşma kuramı sunup sunmadığını ve (eğer sunduysa) bunun yazılarında tam olarak nerede bulunabileceğini tartış
mayı sürdürmektedirler (örneğin bkz.
der. S. Lash ve S. Wliimster, Max We
ber, Rationality and Modernity, 1987).
Weber'in söylediği gibi, akılcılaş
ma süreci iktisadi yaşamı, hukuku, ida
ri yapıyı ve dini etkilemiştir ve •kapi
talizmin, *bürokrasinin ve hukuk dev
letinin ortaya çıkışının temelini oluş
turmaktadır. Akılcılaşma sürecinin özü, toplumsal aktörlerin kişisel-olmayan i- lişkiler bağlamında, çevrelerindeki dünya üzerinde daha fazla denetim kurmak için bilgiye giderek daha çok başvurmaları
dır. Bununla birlikte, akılcılaşma daha
akılcılık 12 fazla özgürlük ve özerklikten ziyade,
amaçların araçlarını yaratır (modern bürokrasiler içindeki kurallara köle gi
bi bağlı olmak bunun apaçık bir örne
ğidir) ve bireyi, akılcılaşmış kurumla
rın, organizasyonların ve etkinliklerin
"demir kafesi"ne hapseder.
Bu konuda yorum yapan düşünür
ler, Weber'in modern toplumların akıl- cılaştırıcı eğilimlerine ilgisi çerçevesin
de, insan özgürlüğü konusundaki sap
tamalarının çağdaşlarına kıyasla çok daha kötümser olduğuna dikkat çek
mişlerdir. *Marx en azından bir dev
rim öngörüyordu, oysa Weber'in gö
zünde akılcılaşmanın tek çaresi *kariz- matik bir kişinin ortaya çıkmasıydı. We
ber *sosyalizmin, *biçimsel akılsallık ile içeriksel akılsallığı birleştireceği için, çok daha hapsedici bir kafes yarataca
ğını ileri sürmüştü. Pratikte, kapita
lizmde *piyasa bürokratik devlet ikti
darına karşı koyarken, sosyalizmde bu ikisinin birleştiğini görmekteyiz. Akıl
cılaşmanın Sovyet modelinin Walesa, Dayanışma, Havel ve Yurttaş Forumu gibi karizmatik bireyler ve hareketler e- liyle yıkılması, büyünün bozulmasının tüm kuşatıcılığı karşısında, önümüzde biraz da olsa iyimser bir dönemin açıl
dığını düşünmemizi sağlamıştır. Ayrı
ca bkz. d ü ş ü n ü m s e l m o d e r n l e ş m e . akılcılık (rationalism) Gevşek biçim
de kullanıldığında bir inanç ya da dini reddetmek; daha katı anlamda ise, tüm bilginin bir sistem biçiminde ifade edi
lebileceği ve ilkesel olarak her şeyin bi
linebileceği görüşünü karşılayan bir te
rim. Akılcılık terimi sosyolojide, bazen
*ampirist doğa bilimi modeline karşı Max * Weber' in ortaya attığı alternatife referansla kullanılır. Bilginin (duyusal deneyime karşı olmak anlamında) tek ba
şına akıldan geldiğini (en azından sosyal bilimlerde) ileri süren kuvvetli akılcılık versiyonu, Weber, Talcott *Parsons ve Louis *Althusser gibi son derece farklı
eğilimlerdeki yazarlar tarafından des
teklenmiştir. Daha yakın zamanlarda, akılcılık, postmodernist diye nitelendi
rilenler düşünürlerce, Aydınlanma'nın başarısızlığa uğramış bir ürünü diye değerlendirilmiştir; ancak Jürgen Ha- bermas'ın belirttiği gibi, böyle bir sa
vın kendisi de akılcı temele sahiptir ve bundan dolayı kendi kendini çürüt
mektedir. Toplumsal dünya hakkında bir şey bilmeye yönelik herhangi bir girişimin, en azından bazı akılcı varsa
yımlardan nasıl uzak duracağını anla
mak pek kolay olmasa gerektir. Ayrı
ca bkz. epistemoloji; ideal tip.
akılsallık ( r a s y o n a l i t e ) , akılcı ey
l e m (rationality, rational action) bkz.
akılcılaşma (rasyonalizasyon); anlam;
biçimsel akılsallık; büyü, büyücülük ve kara büyü; eleştirel kuram; etno- metodoloji; eylem kuramı; fenomeno- loji; mübadele kuramı; sınırlı akıl
sallık; Weber, Max; yorum.
akılsallık, b i ç i m s e l (rationality, for
mal) bkz. biçimsel akılsallık
akılsallık, içeriksel (rationality, substantive) bkz. içeriksel akılsallık akılsallık, işlevsel (rationality, func
tional) bkz. işlevsel akılsallık akrabalık (kinship) Akrabalık insan top
lumunun temel düzenleyici ilkelerin
den birisidir. *Sosyal antropologlar, dev
letsiz toplumlardaki asli konumları ne
deniyle özel bir önem atfettikleri akra
balık sistemlerini etraflı biçimde ince
lemişlerdir ve bu çalışmalarını aralıksız sürdürmektedirler. Akrabalık sistemle
ri bireyler ile gruplar arasındaki ilişki
leri, anne babalar ile çocuklar arasın
daki, kardeşler arasındaki ve evli eşler arasındaki biyolojik ilişkiler modeline göre kurar. ^Evliliğin getirdiği ve kan bağıyla (ya da soy bağlarıyla) bağlı kişi grupları arasındaki ilişkilere genellikle
13 akrabalık
yakınlık adı verilir. Bazı sosyal bilim
ciler, akrabalığın incelenmesi ile ya
kınlığın incelenmesi arasında bir ayrım yaparlar. Tabii bu incelemelerin hepsi de, bu ilişkilerin sistematik olduğu ve akrabalık ya da yakınlık dolayısıyla a- ralarında bir bağ olanlar arasındaki davranışlara ilişkin *normların gözlen
mesini gerektirdiği varsayımına dayan
maktadır. Anne babalar ile çocuklar (ve daha da genişletecek olursak, bü
yükbabalar ve büyükanneler ile torun
lar) arasındaki ilişkiler, kuşaklar ara
sındaki genel siyasal ilişkilerin yanı sı
ra miras biçimlerini belirlerler. Kar
deşler arasındaki bağlar gibi ebeveyn- çocuk ikilisi de, evliliğin nasıl yasak
landığını ya da izin verildiğini göstere
rek, yalnızca cinsel ilişkilerin değil, aynı zamanda yakınlığın temelini oluş
turan kuralların çerçevesini çizen *en- sest kurallarının saptanmasında can alı
cı bir rol oynayabilir. Karı ile koca ara
sındaki toplumsal ilişkiler eşlerin ken
di soy gruplarının arasındaki ilişkileri de belirlediğinden, akrabalık ve yakın
lık ilişkilerini yansıtan tüm bir yapı, dev
letsiz toplumların siyasal, iktisadi ve toplumsal ilişkilerinin analiz edilmesi açısından temel önemde görülebilir.
Bu noktada, bir akrabalık sistemi içinde statü sahibi olmak için fiili bi
yolojik ilişkilerin zorunlu olmadığına dikkat çekilmelidir. Sözgelimi, bir ço
cuğun, geleceğinin sorumluluğunu üst
lenecek ve emeğinin ürünleri üzerinde hak sahibi olan bir sosyal babası oldu
ğunu saptamak, biyolojik babasının kim olabileceğini bulup çıkarmaktan daha önemli olabilir. Öbür yandan akrabalık sistemlerinin çoğu, kadınların cinsel, üreme, iktisadi ve ev içi hizmetlerinde
ki haklarını yerleştirme işlevi görür.
Mirasın babadan oğula geçtiği *baba- soylu toplumlarda, kadınların tüm hak
kı, genç kızlığında evlenene kadar ba
banın üstündedir, daha sonra tamamen
kocasının üstüne geçer. *Anasoylu top
lumlarda ise kardeş grubunun önemi vurgulanır. Miras annenin erkek karde
şinden kız kardeşin oğluna; başka bir deyişle, dayıdan yeğene geçer. Bu iliş
kiye, çeşitli biçimlerde düzenlenmesi yüzünden "anasoylu yapbozu" adı ve
rilmiştir. Ana hatlarıyla anlamı, erkek kardeşlerin evlenene kadar kız kar
deşleri üzerinde haklarının olmasıdır.
Erkek kardeşler bu noktada soyun de
vamı üzerinde tasarruf haklarını elle
rinde tutar, böylece miras konusunda kız kardeşlerinin oğullarını denetlerler;
fakat ev içi hizmet hakları gibi cinsel haklar da doğal olarak kocaya geçe
cektir. Kız kardeşin çalışmasının ü- rünleri üzerindeki ekonomik haklar ise muhtemelen erkek kardeş ya da kardeş grubunda kalacaktır.
Mirası ayrı tutarsak, akrabalık ve yakınlık kuralları oturma yerini, birey
ler arasındaki ilişkileri, hitap biçimle
rini ve başka iktisadi ve siyasal davra
nışları etkileyebilir. Soykütüğü, akraba terminolojisi, evlilik tercihleri ve top
lumsal üreme döngüleri hakkındaki in
celemelerde bu kurallar enine boyuna araştırılmıştır. Sosyal antropolojide, ak
rabalık kuramları daha çok, soy kural
larına ya da yakınlık kurallarına yapı
lan göreli vurgu çerçevesinde gamlan
dırılır. Başka bir deyişle, sosyal antro
polojik çalışmalar ya ebeveyn ile çocuk ilişkisi kurallarında, ya da evlilik ba
ğıyla kurulan gruplar arasındaki bağ
larda odaklar ır.
1930'lar ile 1960'lar arasında, bü
yük ölçüde Meyer *Fortes gibi Afrika uzmanı antropologların çalışmaları ve A.R. *Radclil'fe-Brown'ın kuramsal ça
lışmalarına bağlı olarak soy kuramı ağır
lıklı bir yere sahip olmuştur. Soy kuram
cıları, akrabalık sistemlerinin soy grup
larının zamanla siyasal varlıklar olarak kalıcı rollerini pekiştirmeye hizmet et
tiği görüşündedirler. Yani, soy grupları
akran grubu 14
içindeki ilişkiler, anne-babadan birine ya da ikisine birden bağlı olan fiili ve
ya kurgusal soy bağları aracılığıyla ku
rulmalı ve korunmalıdır. Dolayısıyla dikkatlerin toplanacağı konu ebeveyn- çocuk ve kardeş bağları olacaktır. Ol
dukça ampirik bir temelde geliştirilen ve *iş!evselci kuramla ilinti kurulan bu incelemelerde soy ve soyun devamı vur
gulanmaktadır. Soy kuramcılarına göre, toplumlarda akrabalık sistemlerinin varo
luş nedeni hak ve görevlerin dağıtılmasıdır.
*İttifak kuramı daha kuramsal bir bakış açısına sahiptir ve gruplar arasın
da evlilikle kurulan bağları düzenleyen kuralların nasıl ortaya çıktığıyla ilgile
nir. Bu yüzden evlilik ve ensest kural
ları temel bir öneme sahiptir. İttifak kuramcılarına göre, akrabalık sistemle
rinin varoluş nedeni, evliliğin mümkün olabileceği ya da olamayacağı durum
ları belirlemektir. Bu perspektif, önemli ölçüde, akrabalık sistemlerine ya "ba
sit" ya da "karmaşık" etiketini yapıştı
ran Claude *Levi-Strauss'un çalışma
larından geliştirilmiştir. Akrabalık sis
temlerinin basit olması durumunda eş seçimi toplumsal kurallara göre yapı
lır; oysa karmaşık sistemlerde evlenile
cek eşler yapısal kurallara göre değil, kişisel seçimlerle kararlaştırılır. Yine de bunlar, ampirik gerçekliği betimle
yen tanımlar değil, sadece soyut ilke
lerdir: Pratikte tüm toplumlarda, evle
necek çiftlen basit yapılara uygun bi
çimde belirleyen ensest kuralları uygu
lanır ve tüm toplumlarda, duruma göre seçim yapmaya olanak tanıyan karma
şık ilişkiler yaşanır.
1960')) ve 1970'li yıllarda ittifak kuramcıları ile soy kuramcıları arasın
daki tartışma, sosyal antropolojide iş
levsele! ve *yapısalcı okulların tartış
masına dahil edilerek iyice hararet- lenmiştir. Fakat o zamanlardan itibaren tartışma dinmeye yüz tutmuştur ve şimdilerde farklılığın, ya somut akra
balık sistemlerindeki temel bir farklılık
olmaktan ya da belli kuramsal perspek
tiflere bağlı kalma zorunluluğundan zi
yade, daha çok kuramsal düzeyde ol
duğu genel bir kabul görmektedir.
Rodney Needham'ın çalışmaları
nın hemen hepsi, bu konuyla ilgili ant
ropolojik literatür açısından yararlı me
tinlerdir (örneğin bkz. Rethinking Kins
hip and Marriage, 1971; ya da Re
marks and Inventions: Skeptical Es
says about Kinship, 1974). Ayrıca bkz.
aile sosyolojisi.
a k r a n g r u b u (peer group) Kendile
rini yaş, etnisite ya da meslek gibi or
tak özelliklerle" algılayan ve başkaları
nın gözünde farklı bir toplumsal kolek- tivite kimliği taşıyan bir bireyler kü
mesi. Her akran grubunun kendi *kül- türü, *sembolleri, *yaptırımları, rimel
leri vardır ve gruba yeni üye olan kişi
ler, bu semboller aracılığıyla bir •top
lumsallaşma süreci yaşamalıdırlar. Ta
bii aynı nedenle, grup normlarına uy
makta başarısız olanların dışlanması gündeme gelebilmektedir.
a k s i y o m , a k s i y o m a t i k (axiom, axio
matic) Bir aksiyom; bir varsayım, bir postüla, evrensel kabul gören bir ilke ya da apaçık bir hakikattir. Sosyolojik kuramların çoğu, bir ya da birkaç is
patlanmamış aksiyoma, örneğin insa
nın tüm eylemlerinin akılcı olduğu ya da -*Marksizmde rastlanacağı üzere- sınıf mücadelesinin tarihin motoru ol
duğu aksiyomuna dayanır. Bazı sosyo
loglar bu tür aksiyomatik inançları "alan varsayımları" veya "üst-kuramsal inançlar"
diye adlandırmayı tercih ederler. Örne
ğin Amerikalı sosyolog George Ritzer, Metatheorizing in Sociology (1991) adlı çalışmasında, kuramların sorgulanması ve analizi diye tanımladığı bu üst-kuram- laştırmanın bir açıklamasını ve savunu
sunu yapmaktadır. Bu kitapla toplum kuramlarının kendileri bir inceleme, sı
nıflandırma ve karşılaştırma nesnesi