• Tidak ada hasil yang ditemukan

sosyoloji sözlüğü

N/A
N/A
Nguyễn Gia Hào

Academic year: 2023

Membagikan "sosyoloji sözlüğü"

Copied!
928
0
0

Teks penuh

(1)
(2)
(3)
(4)

gordon marshall

SOSYOLOJİ SÖZLÜĞÜ

çevirenler

osman akınhay

derya kömürcü

(5)

K a y n a k ç a N o t u :

Gordon Marshall, Sosyoloji Sözlüğü

(çev. Osman Akmhay, Derya Kömürcü) Ankara, 1999 Bilim ve Sanat Yayınları, vııı + 917 sayfa.

(6)

gordon marshall

SOSYOLOJİ SÖZLÜĞÜ

çevirenler osman akınhay derya kömürcü

BİLİM VE SANAT

(7)

B İ L İ M V E S A N A T Y A Y I N L A R I B i l i m ve Sanat Y a y ı n l a r ı , A n k a r a , 1999 B i l i m v e Sanat Y a y ı n l a r ı , A n k a r a , 2005

© O x f o r d U n i v e r s i t y Press - 1994, 1998

B u k i t a b ı n T ü r k ç e d e k i t ü m y a y ı n h a k l a r ı O x f o r d U n i v e r s i t y P r e s s i z n i y l e B i l i m v e Sanat Y a y ı n l a r ı ' n a aittir.

Kitabın Özgün Adı A D i c t i o n a r y of S o c i o l o g y

Kapak Tasarımı Ü m i t Ö ğ m e l

I S B N 975-7298-43-3

Baskı E r t e m M a t b a a s ı

4258225

Cilt C i l t s a n 3842691

BİLİM VE S A N A T Y A Y I N L A R I Selanik Cad. Tankut İj Merkezi N o : 8 2 / 3 6 Kızılay / Ankara

(8)

V

YAZARLAR

Editör

Gordon Marshall Diana Barthel Ted Benton David Boucher Joan Busfield Tony Coxon Ian Craib Fiona Devine Judith Ennew Diana Gittins Roger Goodman George Kolankiewicz Catherine Hakim Michael Harloe David Lee Maggy Lee Marry Mcintosh Dennis Marsden Gordon Marshall Maxine Molyneux

Lydia Morris Sean Nixon Judith Omely Ken Plummer Kate Reynolds David Rose

Oxford, Nuffield College. Ziyaretçi Öğretim Üyesi USA, Stony Brook, New York Eyalet Üniversitesi, Sosyoloji Profesörü

Essex Üniversitesi. Sosyoloji Profesörü Yazar ve Televizyon-Radyo Programcısı Essex Üniversitesi, Sosyoloji Profesörü Essex Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Araştırma Profesörü

Essex Üniversitesi, Sosyoloji Profesörü Manchester Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Kıdemli Öğretim Üyesi

Cambridge Üniversitesi, Aile Araştırma Merkezi Kıdemli Araştırma Ortağı

Yazar ve Şair

Oxford Üniversitesi, Sosyal Antropoloji Bölümü Öğretim Üyesi

Essex Üniversitesi, Sosyoloji Profesörü

Londra İktisat ve Siyasal Bilimler Okulu Kıdemli Araştırmacı

Salford Üniversitesi Rektörü

Essex Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Eski Kıdemli Öğretim Üyesi

Essex Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi

Essex Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Eski Kıdemli Öğretim Üyesi

Essex Üniversitesi, Sosyoloji Profesörü

Oxford, Nuffield College, Ziyaretçi Öğretim Üyesi Londra Üniversitesi, Latin Amerika Araştırmaları Enstitütüsü, Sosyoloji Bölümü Kıdemli

Öğretim Üyesi

Essex Üniversitesi, Sosyoloji Profesörü Essex Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi

Hull Üniversitesi. Sosyal Antropoloji Profesörü Essex Üniversitesi, Sosyoloji Profesörü Londra Southwark, Eğitim Dairesi, Yerel Okul Takımları Yönetimi

Essex Üniversitesi, Mikro-Toplumsal Değişimler Araştırma Merkezi, Sosyoloji Profesörü

(9)

vi

Colin Samson Alison Scott Jacqueline Scott Nigel South Oriel Sullivan Bryan Turner Richard Wilson Anthony Woodiwiss

Essex Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi

Essex Üniversitesi. Sosyoloji Bölümü Doçenti Cambridge Üniversitesi, Sosyal ve Siyasal Bilimler Fakültesi, Araştırma Müdür Yardımcısı Essex Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Doçenti Essex Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi

Avustralya, Deakin Üniversitesi, Sosyoloji Profesörü

Sussex Üniversitesi, Sosyal Antropoloji Bölümü Kıdemli Öğretim Üyesi

Essex Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Doçenti

(10)

vii

BİRİNCİ BASIMA ÖNSÖZ

Tamamen yeni bir derleme olan elinizdeki bu sözlük, Avrupa'nın en önde gelen sosyoloji bölümlerinde çalışan seçkin bir sosyolog ekibi tarafından hazır­

lanmış ve içeriği tasarlanırken öncelikle sosyoloji disipliniyle görece yeni tanışan okurlar dikkate alınmıştır.

Sözlüğün kullanılmasını kolaylaştırmak için metin içinde kısaltmalar kul­

lanmaktan kaçınılmıştır. Bir sözcüğün önüne konan * işareti, o başlıkta konuyla ilgili ek açıklamalar bulunacağını gösterir. Bazı maddeler, ya eşanlamlı oldukları ya da başka bir maddede daha etraflıca ve ilintili terimlerle birlikte açıklandıkları için, sadece başka bir göndermeye gönderme yaparlar. Önemli maddelerin hemen hepsi ile daha kısa maddelerin birçoğunda, okura, ilgili literatürü bağımsız biçim­

de takip etme olanağı sağlamak amacıyla en az bir kaynağa yer verilmiştir. Sos­

yoloji disiplininin özgül tarihlerinin farklı olmasına (ve bazı maddelerin Atlan­

tik'in iki yakasındaki okurları farklı yerlere yönlendirmesine) rağmen, bu tür referansların hem İngiltere'deki hem Amerika'daki okurların ilgisini çekeceği düşünülmüştür.

Sosyoloji çok açık bir kuramsal çekirdeğe sahip olmakla birlikte, kesinlikle geçirgen olmayan bir parametresi vardır. Ama bu, herhalde alanın en iyi yanların­

dan birisidir de, çünkü bu sayede gerçekten disiplinler arası nitelikte birçok soru­

nun incelenmesini kolaylaştırmaktadır. Dolayısıyla sosyologlar, iktisat bilimi, psikoloji ve antropoloji gibi, kendilerine yakın olan uzmanlık alanlarının termi­

nolojisiyle de sürekli ilişki içindedirler. Bu yüzden elinizdeki sözlükte, esasen aynı kökenden gelen disiplinlerle ilintili olan, ama sosyoloji öğrencilerinin de yararlanacağı düşünülen çeşitli maddelere yer verilmiştir.

Son yıllarda sosyoloji sözlüklerinde, disiplinin çağdaş uygulayıcılarının kısa biyografik özetlerine (bunlar genellikle doğum tarihi, çalışılan kurumlar ve belli başlı yayınların sıralanmasını pek geçmemesine rağmen) giderek daha çok yer verilmeye başlandığı gözlenmektedir. Oysa, söz konusu sözlüklerin hazırlanma­

sındaki amacın sosyoloji alanının içeriği ve terminolojisine bir kılavuz işlevi görmek olarak ilan edildiği dikkate alındığında, bu uygulamanın neye dayandırıl­

dığı çok açık değildir. Dahası, elinizdeki sözlük için yapmış olduğumuz pratik araştırmalarda, "önde gelen çağdaş sosyologIar"ın kimler olduğu noktasında, kıs­

men konuların çeşitliliğine de bağlı olarak bir konsensüse varmanın pratikte müm­

kün olmadığını saptadığımızı söyleyebiliriz. Dolayısıyla bu sözlükte, ancak kişile­

rin kendilerinin de (çoğunlukla disiplinin tarihi üzerinde bıraktıkları etkiler nede­

niyle) sosyolojik konular durumuna geldiği hallerde "isimler"le karşılaşacaksınız.

Temel aldığımız başka bir kriter, halen yaşamakta olan otoriteleri dışta bı­

rakmak olmuştur. Örneğin "Weber, Max" ya da "Goffmann, Erving" gibi madde­

lere rastlayabilirsiniz, ama "Merton, Robert K." Ya da "Goldthorpe, John H." gibi maddeler bulamayacaksınız. Tabii buna bağlı olarak, çalışmalarıyla disiplin içinde başlı başına bir inceleme konusu haline gelmiş birçok çağdaş sosyologun üzerinde yeterince durulmaması gibi bir sonuçla karşılaştığımız açıktır. Anthony Giddens, Jürgen Habermas ve Pierre Bourdieu bunun en belirgin örnekleridir. Fakat yaşa­

yan sosyologları bu sözlüğe almış olsaydık, şu anki kuşakta kimlerin "konu"

olmayı hak edecek derecede etkili (ya da tartışılması gereken) olduğu üzerine çözümsüz tartışmaları yeniden başlatmak gibi bir sorunla yüz yüze gelebilirdik.

(11)

viii

Ancak hemen eklemeliyiz ki, sözü geçen bu tür yazarların çalışmaları bu sözlükte daha geniş kapsamlı maddeler bağlamında (ömeğin "eleştirel kuram" başlığında Habermas, "anomi"de Merton ve "toplumsal mobilite"de Goldthorpe gibi) ele alınıp tartışılmaktadır.

Sözlüğü kaleme alan yazarların hepsi, bu çalışmanın başladığı sırada Colchester, Essex Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde görev yapıyorlardı. O za­

mandan beri içlerinden birçoğunun başka yerlere gitmiş olması sadece bir tesa­

düften ibarettir.

İKİNCİ BASIMA ÖNSÖZ

Bu basım için ilk metnin büyük bölümünü gözden geçirip genişlettim ve 150'yi aşkın yeni madde ekledim. Sonuçta yeni basım, ilkinden 45.000 sözcük kadar daha uzun bir metne dönüştü.

Ayrıca sözlüğü kullananların dikkatimi çektiği birkaç küçük hatayı da dü­

zelttim. Bu fırsatla, ya bana ya da Oxford University Press'e yazarak, üstelik genellikle yararlı geliştirme önerilerinde bulunarak (ve bazen hayranlıklarını ifade ederek) bu hataları gösteren okurlarıma teşekkür etmek istiyorum. Hindis­

tan'dan yazan bir okurum sözlüğe sağlam bir bibliyografya eklememi önerdi, fakat ben, tek tek maddelerde uygun olan referansları aktarmanın öğrencilere yarar sağlayacağı konusunda kendimi ikna etmiş olmadığım için ilk baştaki biçimi muhafaza etmeyi kararlaştırdım. Aynı şekilde, konu hakkında daha fazla şey okuduktan sonra, en azından maddelerden birinde, "zekâ" tartışmasında daha yeni (ve hâlâ tartışmalı) literatürün bir kısmına yer verilmiş olmakla birlikte, insan davranışlarında genetik farklılıkların lehindeki ve aleyhindeki kanıtlar konusunda dengesiz bir açıklama yapıldığını hissettiğini vurgulayan düşünceli bir mektup gösterme zahmetine katlanmış (ve şimdi aramızdan ayrılmış bulunan) Profesör Hans Eysenck'in görüşlerine katılamadığımı da belirtmek istiyorum.

Burada, birçok madde Essex Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'ndeki arkadaş­

larım ve eski meslektaşlarım (Tony Coxon, lan Craib, Diana Gittins, Catherine Hakim, Maggy Lee, Sean Nixon ve Nigel South) tarafından kaleme alınmış ol­

makla birlikte, maddelerin çoğunu kendimin yazdığını yineleyeyim. Bu sözlük onların yazdıkları maddeler ve yaptıkları önerilerle oldukça gelişmiş bir şekle kavuşmuştur. Geriye kalan kusurların sorumluluğu sadece bana aittir.

Gordon Marshall Oxford 1997

(12)

A

a ç ı ğ a ç ı k a r m a , a ç ı ğ a ç ı k a r m a te­

rapisi (abreaction, abreaction the­

rapy) Psikanalistlerin, bastırılmış duy­

guları, hastanın başından daha önce geçmiş olan olumsuz bir deneyimi zih­

ninde canlandırıp yeniden yaşatarak a- çığa çıkarmayı anlatmak için kullan­

dıkları bir terim. Sigmund *Freud ilk çalışmalarından birinde, histeri belir­

tilerinin kökünün ilk psikolojik travma deneyimlerinde yattığını öne sürmüştü.

^Psikanaliz içinde, hastanın, başından geçen travma deneyimlerini zihninde yeniden canlandırmasını sağlayarak, akıl sağlığını tekrar normal durumuna döndürmeye çalışan çeşitli terapötik teknikler vardır.

açık g r u p l a r {open groups) bkz. ka­

palı gruplar ve açık gruplar a ç ı k İşlev (manifestfunction) bkz. işlev açık katılımcı g ö z l e m (oven parti­

cipation observation) *Katılımcı göz­

lem, inceleme konusu olan kişilerle ya­

pılan bir anlaşma çerçevesinde gerçek­

leştirilir. Bu anlaşma açıkça ya da do­

laylı biçimde ifade edilmiş olabilir.

Resmi biçimde ifade edildiği takdirde, sosyolog, inceleme konusu olan kişile­

re bunun bir sosyal bilim araştırması olduğunu açıkça belirtir ve araştırma­

nın yapılabilmesi için izin vermelerini ister. Söz konusu anlaşmanın açıkça ko­

nuşulmaması durumunda ise, araştır­

macı grup dışından birisi olarak kendi kimliğini açıklar, fakat araştırmanın he­

deflerini daha az açık biçimde, genel­

likle araştırma konusu kişilere, onlar

hakkında "bir kitap yazmak için" gibi, ilgilerini çeken bir genel ifadeyle an­

latır. Eğer bu kadar bilgiyle çalışma yapmak mümkün olursa, o zaman in­

celenen kişilere -özellikle kendileri ta­

lep etmedikleri sürece- daha fazla ay­

rıntı verilmez. Pek çok araştırmacı, ça­

lışma yapmak üzere alana girmeyi na­

sıl başardıklarının hikâyesini anlat­

maktan hoşlanır: Aslında bu nokta a- raştırmayı anlamak açısından can alıcı önemdedir, çünkü araştırmacı ile araş­

tırma konusu kişiler arasında kurulan ilişki, elde edilen verilerin niteliğini etkileyebilir. Bu yüzden, açık katılımcı gözlem üzerine yayınlanan değerlen­

dirmelerin çoğunda, gözlemcinin in­

celeme konusu olan grup ya da toplum içindeki farazi rolü üzerine birtakım ayrıntılara dikkat çekilmektedir.

açık ve kapalı toplumlar (open soci­

eties and closed societies) Bu terimler, Karl T o p p e r in Açık Toplum ve Düş­

manları (Open Society and its Enemies, 1945) adlı eserinde ortaya atılmış ve Ta- rihselciliğin Sefaleti'nde (Poverty of His- toricisın'de, 1957) daha etraflı biçimde geliştirilmiştir. Popper' in iddiasına gö­

re, bilim ve insan tarihi esas olarak be­

lirsiz ve akışkandır. Bu iddia toplum kuramına uyarlandığında. Popper' in tarihsiciliğe karşı güçlü ve yıkıcı bir saldırıya giriştiği ortaya çıkmaktadır.

Platon, *Hegel ve *Marx gibi, tarihin yasalarla ilerlediğini ve insanın biline­

bilir bir kaderi olduğunu ileri süren dü­

şünürlerin kuramları, Popper tarafın­

dan bilimsel açıdan savunulamaz, siya­

sal açıdan ise tehlikeli görüşler olarak

(13)

açık yanıt, açık uçlu soru 2 eleştirilmiştir. Popper, bu tür kuramla­

rın hepsinin, normal değişim süreçleri­

ne kapalı olmalarından dolayı, kendi­

sinin kapalı toplumlar adını verdiği

*otoriteryan ve insanlık dışı rejimlere yol açacağını öne sürmüştür. Oysa açık toplumlar, kapalı toplumların tam ter­

sine, etkinlik, yaratıcılık ve bireylerin çoğunun yenilenmesi üzerine kurulu­

dur ve önceden kestirilemez biçimde

*kademeli toplum mühendisliği aracı­

lığıyla yol alırlar. Açık toplumlar, top­

lumsal politikaların maksat dışı so­

nuçlarının açık biçimde eleştirildiği ve bu eleştiri doğrultusunda değişimlerin sergilendiği toplumlardır. Açık top­

lumlar, haklı eleştirilere yanıt vereme­

yen yöneticileri görevlerinden alabil­

meyi sağlama gerekliliği anlamında hem *liberal, hem de *demokratik ol­

mak zorundadırlar. Elbette burada vur­

gulanan çelişki, o zamanlar Sovyetler Birliği'niıı (kapalı toplum) temsil ettiği

*totaliter rejimler ile Batılı demok­

rasiler (açık toplumlar) arasındaki kar­

şıtlığa gönderme yapmaktadır.

Popper'ın argümanları, haklı olarak.

*Marksizmin temellerini (hem bilim­

sellik statüsü taşıdığı, hem de gelecek tarihin istikametini açıkladığı iddiasını) kesin ve mantıksal açıdan çürüten savlar şeklinde değerlendirilmiştir.

açık yanıt, açık uçlu soru {open res­

ponse, open-ended question) Önceden belirlenmiş yanıt kategorileri bulun­

mayan bir görüşme sorusu. Burada de­

neğin verdiği yanıt, görüşmeyi yapan kişi tarafından harfi harfine yazılmalı ve tüm görüşmeler bittikten sonra, geniş yanıt kategorileri şeklinde ve bir rapor­

da sözcüğü sözcüğüne alıntılanabilmek üzere kodlanmalı veya gruplanmalıdır.

Ayrıca bkz. kapalı yanıt; kodluma.

a ç ı k l a m a (explanation) bkz. anlam;

gerçekçilik; neden; nedensel model- leme; yorum

a ç ı k l a n a n v e a ç ı k l a y a n l a r ( a ç ı m ­ l a n a n v e a ç ı m l a y a n l a r ) (explanan- dum and explanans -explicandum and explicans) Ya bir neden, ya geçmişteki bir olay ya da zorunlu bir durum ola­

rak açıklanması gereken olgu (açıkla­

nan) ile açıklamayı içeren etkenler (a- çıklayanlar).

açıklayıcı ikicilik ( d ü a l i z m ) (expla­

natory dualism) bkz. ikicilik (düalizm) açıklayıcı i n d i r g e m e (explanatory reduction) bkz. indirgemecilik

a d a c ı k (enclave) Azgelişmişlik ve

*bağımlılık kuramlarında, bir *Üçüncü Dünya ekonomisinin, ihracata yönelik, yabancı sermayenin denetimi ve yöne­

timindeki üretim faaliyetlerini anlat­

mak için kullanılan bir terim. Adacığın ulusal ekonomiyle bağının çok az ol­

duğu düşünüldüğünden, iç büyüme ü- zerinde ciddi bir etki yapması da söz konusu olmaz.

a d a l e t (justice) bkz. kriminoloji; top­

lumsal adalet

adaptasyon ( u y u m ) , bireysel a d a p ­ tasyon ( u y u m ) tarzları (adaptation, modes of individual) bkz. anomi a d a p t e edici k ü l t ü r (adaptive cultu­

re) bkz. adapte edici ve maddi kültür adapte edici ve maddi kültür (adap­

tive and material culture) Adapte edici kültür, çoğunlukla Amerikan kültürel antropolojisinde, imal edilen nesnelerin maddi kültürünün (binalar, tüketim mal­

ları ve benzeri şeyler) karşısında, fikirler, inançlar, değerler ve gelenekler alanını karşılamak üzere kullanılan bir terimdir.

A d d a m s , J a n e (1860-1935) Addams, on dokuzuncu yüzyılın sonu ile yir­

minci yüzyılın başında *Chicago Oku- lu'nun çalışmalarında başlıca rol oyna­

yan Amerikalı sosyologlardan birisiydi.

(14)

3 Adorno, Theodor Wiesengrund Charlotte Perkins *Gilman ve Emily

Greene *Balch gibi sosyoloji alanın­

daki diğer kadınlar üzerinde güçlü bir etkisi olan Addams, 1889'da Chicago, Hull House'da, kısmen Londra'daki Toynbee Hall'dan esinlenen, ama ka­

dınların etkisinin daha fazla olduğu, daha eşitlikçi ve daha az dinsel bir top­

lumsal yerleşim merkezi kurmuştu.

Kadınların temel problemlerinden biri­

sinin, aile ile toplumun birbiriyle çatı­

şan taleplerinin altından kalkmaya ça­

lışmak olduğu görüşünü savunuyor ve toplumsal yardım merkezlerinin bu problemin çözüm yollarından birisi ol­

duğuna inanıyordu. Hull House, Chi­

cago Üniversitesi için önemli bir sos­

yolojik merkez olduğu kadar, zamanın önde gelen diğer toplum kuramcıları, Marksistleri, anarşistleri ve sosyalist­

lerinin de ilgisini çekmişti. Özellikle kadınların ve göçmen işçilerin sözcü­

lüğünü üstlenen Addams, kadınların değerlerinin erkeklerin değerleri karşı­

sında içkin bir üstünlüğe sahip oldu­

ğuna inanan bir kültürel feministti ve bu çerçevede, daha üretken ve daha ba­

rışçı bir toplumun ancak kadın değer­

lerine dayanarak ve onları birleştirerek kurulabileceğini iddia ediyordu. 1931'de Nobel Barış Ödülü'nü almış olmasına rağmen, Addams'ın pasifızme bağlılığı onu Birinci Dünya Savaşı sırasında bir toplumsal parya konumuna düşürmüş­

tü. Bkz. Emily Cooper Johnson der.

Jane Addams: A Centennial Reader (1960) ve Mary Jo Deegan, "Women in Sociology: 1890-1930", Journal of the History of Sociology (1978).

A d o r n o , T h e o d o r W i e s e n g r u n d (1903-1969) Frankfurt Toplumsal A- raştıımalar Enstitüsü'nün önde gelen üyelerinden olup, İkinci Dünya Savaşı sırasında Amerika'da çalışan ve mütte­

fiklerin zaferinden sonra Batı Alman­

ya'ya geri dönen Adorno, muazzam de­

recede bilgili ve karmaşık, genellikle an­

laşılmaz ve zorlu fikirlere sahip birisiydi.

Çalışmaları estetik kuramından edebi­

yat ve müzik kuramına, genel kültürel eleştiriden sosyal psikolojiye ve felse­

feye kadar çok geniş bir alana yayıl­

mıştı. Sosyologlar açısından Adomo'- nun başlıca eseri, bir çalışma grubuyla birlikte kaleme aldığı, otoriteryanizmin psikolojik köklerine inen ampirik ve kuramsal bir inceleme olan (ve çok fazla eleştiriye uğramış) Otoriter Kişi­

lik (The Authoritarian Personality, 1950) başlıklı eseriydi.

Adorno, modern kültürün karşısın­

da, başından beri *varoluşçuluğım öz­

nelciliğinden ve *pozitivizmin kolay nesnelciliğinden uzak durmaya çalış­

mış, ama bu tavrı, modern dünyaya da­

ha kötümser gözlerle bakmasına neden olmuştu. Adorno'nun estetik ve kültü­

rel eleştirisi ile felsefesi, giderek özden çok form üzerinde yoğunlaşacaktı: Bir sanat eserinin ya da bir fikirler sistemi­

nin formu, toplumun bizim üzerimize dayattığı sınırlamalar ile çelişkilerin, aynı şekilde yine toplumun önümüze açtığı olanakların en açık dışavuru­

muydu. Onun zor üslûbu, belki de mo­

dern sanayi toplumunun yanlış bütün­

leşmesi diye gördüğü şeyden kaçınma çabasının ürünüydü. Adorno'nun mo­

dernlik görüşünün muhtemelen en net açıklaması, totallik nosyonunun eski­

den özgürleştirici bir felsefenin parça­

sını oluşturduğunu, fakat bu nosyonun geçen yüzyılda totalleştirici bir t o p ­ lumsal sisteme, gerçek ya da potan­

siyel bir *totaliter rejime absorbe edil­

diğini söylediği bir aforizmalar derle­

mesi olan Minima Moralia'da (1951) bulunabilir. Bilgiyi aramamalı, para­

doksu ve belirsizliği vurgulamalıyız;

hakikat, en azından geçici olarak, bire­

yin deneyiminde yatıyor olabilir.

Adorno'nun kültürel eleştirisinin örnekleri için Prisms'e (1955), felse­

fesi için Negative Dialectics'^ (1966) bakabilirsiniz. Onun çalışmalarını gös­

terişçi, anlaşılmaz, kısır bulan ve daha

(15)

ağ, toplumsal ağ, ağ kuramı 4 önceki başarısız Marksizmlerden hiç

eleştirmeden ödünç fikir almaya baş­

ladığını düşünen bir eleştiri metni için Leszek Kolakowski'nin üç ciltlik Main Currents of Marxism'me (1981) bak­

manızı öneririz. Ayrıca bkz. eleştirel k u r a m ; o t o r i t e r kişilik.

ağ, t o p l u m s a l a ğ , a ğ k u r a m ı (net­

work, social network, network theory) Ağ terimi, bir veya daha fazla toplum­

sal ilişkiyle birbirine bağlanmış, dola­

yısıyla toplumsal bir ağ oluşturan bi­

reylere (daha ender durumlarda, ortak­

lıklara ve *rollere) gönderme yapmak­

tadır. Söz konusu ilişki bağlarının içinde

*akrabalık, *iletişim, ""arkadaşlık, oto­

rite ve cinsel ilişki sayılabilir. Bireyler birer nokta, bağlantılar ise birer doğru biçiminde temsil edilirse, bir model o- larak *grafik kuramında kullanılmaları mümkün olur. Çiftli seçenekler ya da ilişki bağları bir tabloda (sosyomatris tablo) sıralanabilir ve buradan çıkarı­

lan bilgilerden elde edilen ağ, esas ola­

rak *sosyometride (J.L. Moreno'un 1940'larda öncülüğünü yaptığı, olduk­

ça ayrıntılı ama basit bir analiz biçimi) önemli yeri olan bir sosyogram şeklin­

de kullanılır. Ağ analizinin matema­

tiksel temelini grafik kuramı oluşturur.

Başlangıçta, ağ alanındaki çalış­

maların çoğu, tekil noktaların (yıldız­

lar ve izole şeyler) ve uyuşma biçimle­

rinin (klik saptama) açıklandığı küçük grup ve kurumsal yapılarda yoğunlaş­

mıştı. Fakat 1950'lerden sonra, ağ ana­

lizinin daha büyük oranda "köprüler"

(sıkı biçimde bütünleşmiş gruplar ara­

sındaki tek bağı oluşturan kişiler), "den­

ge" (ileri düzeyde birleşmiş grupların kutuplaşma eğilimi) ve daha gelişkin klik tanımları gibi yapısal nitelikler ü- zerinde durduğunu görürüz. Toplumsal ağ analizi, 1960'lar ve sonrasında ise oldukça güçlü biçimde Harrison Whi­

te'in başını çektiği matematiksel sos­

yolojiden etkilenip, çok daha fazla

kuramsal bir içeriğe kavuşmuştur ve şimdilerde artık kendi dergisini (Social Networks) yaşatabilmektedir. Üretken ve yenilikçi bir öğrenci grubunun kilit ismi olan White, 1960Tı ve 1970'li yıllarda Harvard Üniversitesi'nde gö­

rev yapmıştı. White'in en tanınmış yö­

nü, bireysel yerine toplumsal kavram­

larda (örneğin, tek tek papazların hare­

ketlerine karşı papaz hareketinde) ısrar etmesi ve aynı temas modellerini pay­

laşan ağ üyelerinin "yapısal eşitlikçini incelemek için kullanılan blok-model- leme tekniklerini geliştirmesidir.

Ağ analizleri alanındaki çalışmala­

rın üç ana odak noktası vardır. Ben- merkezci ağlar, kaynağını tek .bir bi­

reyden alır ve genellikle o bireyin ken­

di ağı hakkındaki görüşlerine dayanır.

E. Bott'ın eşlerin ağları arasındaki ör- tüşmenin etkisini inceleyen Family and Social Network (1957) adlı çalışması buna bir örnektir. Sistematik ağlar, a- ğın tüm katılımcılarından hareketle o- luşturulur ve ağın kendi yapısı üzerine yoğunlaşır (örneğin, Mark Granovet- ter'ın yeni bir işe girmek için bilgi elde etme sürecinde "zayıf bağ"ın önemine dikkat çekmesi). Granovetter'a göre, yeni bilgiler kişinin yakın etkileşim halinde olduğu çevrenin içinden değil, farklı kaynaklara ulaşabildiği ağ için­

den gelmektedir (bkz. Getting a Job, 1974). Son olarak, yayılma araştırma­

ları, ağlar içindeki akışın yollan ve şeklini, yenilik süreçlerini, dedikoduyu ya da *epidemiolojik yayılmayı ince­

ler. Bir bütün olarak bu alanın genel bir değerlendirmesi için bkz. der. Peter V. Marsden ve Nan Lin, Social Struc­

ture and Network Analysis (1982). Ay­

rıca bkz. d e n g e k u r a m ı .

a ğ mobilitesi (net mobility) bkz. top­

lumsal mobilite

ahlakdışı ailecilik (amoral familism)

*Çekirdek ailenin ekonomik çıkarlarını

(16)

5 ahlâki seferberlik her şeyin başına koyan toplumsal ey­

lem. Edward C. Banfıeld, Güney İtal­

ya'nın bir köyündeki *yoksulluğu an­

lattığı tartışmalı bir metinde (The Mo­

ral Basis of a Backward Society;

1958), topluluğun geriliğinin, "tama­

men olmasa bile büyük ölçüde, köy­

lülerin ortak çıkarları için, daha doğ­

rusu, çekirdek ailenin dolayımsız, mad­

di çıkarlarını aşan bir amaç uğruna bir­

likte hareket edememeleri"yle açıkla­

nabileceğini iddia etmişti. Bu durum, yüksek ölüm oranı, toprağı işlemenin belirli koşullarının varolması ve *geniş aile kurumunun olmaması gibi etken­

lerin bir araya gelmesi sonucunda oluş­

muş "ahlakdışı ailecilik" ethosuna at- fedilmişti. Banfıeld'ın tezi, "ailecilik"in doğası ile genel olarak ekonomik geliş­

meye set çekilmesi ya da önünün açıl­

masında *kültürün rolü konusunda bü­

yük tartışmalar doğurmuştu (bkz. *ge- lişme, gelişme sosyolojisi).

ahlâki atilim (moral enterprise) *Eti- ketleme kuramı, kuralların nasıl üretil­

diği ve uygulandığına özel bir ilgi du­

yar. Howard Becker Outsiders'da bu sorunu ahlâki atılım kuramı şeklinde adlandırmıştır. Ahlâki atılım, mesele­

ler hakkında bir farkındalık yaratma ve yasalara uygun biçimde onları takip etmeyi içeren bir sürece göndermede bulunur. Ahlâki atılımcılar yasa yapı­

cılar, kampanya düzenleyenler ve uy­

gulayıcılardır. Ayrıca bkz. ahlâki pa­

nik; ahlâki seferberlik.

a h l â k i atılımcı (moral entrepreneur) bkz. ahlâki atılım

ahlâki c e m a a t (moral community) Si­

mile *Durkheim'ın, şehirlere karşıt olarak, geleneksel kırsal cemaatleri tanımlamak amacıyla kullandığı bir terim. Ahlâki cemaatin asli özellikleri, toplumsal en­

tegrasyon (bireylerin birbirleriyle kap­

samlı ve sıkı bağlar içinde olmaları) ve

ahlâki entegrasyonla (ahlâk ve davra­

nışlarda ortaklaşa paylaşılan bir inanç­

lar kümesi) nitelendirilir. Modern an­

lamdaki kullanımına göre, bu nitelik­

leri taşıyan her küçük grup (örneğin, dinsel mezhep ya da askeri birim) ah­

lâki cemaat terimiyle adlandırılabilir.

a h l â k i istatistikler (moral statistics) Genelde *toplumsal patolojinin göster­

gesi olarak ele alman sayısal veriler. Bu veriler arasında, örneğin intihar, bo­

şanma, akıl hastalığı, evlilik dışı iliş­

kiler ve kürtaj istatistikleri sayılabilir.

Bazı on dokuzuncu yüzyıl Avrupa top­

lumlarında (başta Fransa ve Britanya olmak üzere) bu tür verilere toplumsal reform tartışmalarında -çoğunlukla ke­

sin bir biçimde sosyolojik olmayan (as­

lında derinlikli de olmayan) bakış açı­

larıyla- yaygın olarak değinilmiştir.

ahlâki p a n i k (moral panic) Ahlâki bir meseleyle bağlantılı olarak toplumsal kay­

gı yaratma süreci; ahlâki paniğin kayna­

ğı genellikle ahlâki atılımcılar (bkz. *ah- lâki atılım) ve medya olmaktadır. Ahlâ­

ki panik kavramı en kuvvetli biçimde Stanley Cohen tarafından Folk Devils and Moral Panics (1971) adlı eserde, 1960'lar ortası İngilteresi'ndeki teenage akımları olan Mod'lar ve Rocker'lar hak­

kında kullanılmıştır. Fakat, futbol hoo- liganizmi, çocuk istismarı, AİDS ve çok sayıda ergenlik dönemi *alt-kültürel et­

kinliklerini içine alan diğer toplumsal sorunlara yönelik toplumsal tepki ana­

lizlerinde de bu kavrama başvurulduğu görülür. Ayrıca bkz. etiketleme.

ahlâki seferberlik (moral crusade) Al­

kol ya da pornografi gibi sembolik ve­

ya ahlâki bir konu etrafında kampan­

yalar yürüten bir *toplumsal hareket.

Ahlâki seferberliğin klasik sosyolojik değerlendirmeleri arasında Joseph R.

Gusfield'ın Temperance Movement'la (İçki Kullanmama Hareketi) ilgili ince­

lemesi Symbolic Crusade (1963) ile

(17)

ahlâki tehlike 6 Louis A. Zurcher ve arkadaşlarının Ci­

tizens for Deceny (1976) adlı eseri var­

dır. Ahlâki seferberlik terimi. Howard Becker'in Outsiders adlı kitabında or­

taya atılan ve daha kapsamlı olan *ah- lâki atılım kuramının bir parçasıdır.

Ayrıca bkz. ahlâki panik.

ahlâki tehlike (moral hazard) Bir yar­

dımın (refah yardımı gibi) alıcısı konu­

mundaki grubun boyııtlannın, sosyal yar­

dımların ondan faydalanan bireye ne­

redeyse hiçbir külfet getirmemesi ne­

deniyle büyümesi eğiliminin yarattığı bir sorun. Örneğin Charles Murray (Losing Ground: American Social Policy, 1950

•1980), ABD'de geleneksel aile yapıla­

nımın çöküşü ve savaş sonrasında evli­

lik dışı ilişkilerin yükselişinin, kısmen evlenmemiş annelere yapılan yeni re­

fah yardımları sonucunda ortaya çıktı­

ğını iddia etmiştir.

A İ D S , sosyolojik A İ D S araştırma­

ları (AIDS, sociological studies of AIDS) Kazanılmış Immünyetmezlik Sendro- mu (The Acquired Immune Deficiency Syndrome, AIDS), İnsan Immünyet­

mezlik Virüsü'nün (Human Immuno­

deficiency Viruses, HIV) neden oldu­

ğu karmaşık semptomlarla kesinlikle öldürücü enfeksiyonlardan oluşan bir hastalıktır. Yoğun enfeksiyonla ayırt edilen ilk dönemin üzerinden üç ay ka­

dar geçtikten sonra, HIV enfeksiyonu­

na karşı bir reaksiyona işaret eden ve bunun üzerine ana durum testlerinin yapıldığı HIV antikorlarının ortaya çıktığı dönem gelir. Genellikle yıllarca süren ve hiçbir semptomun görünme­

diği bir dönem sonunda, vücut normal­

de ender rastlanan ve alışılmadık has­

talıklara, özellikle PCP (Pneumocystis Carinii Pnömonisi) ve kaposi sarkoma- sına (mafsal dokularında görülen kötü huylu tümör) boyun eğer. Virüsü taşı­

yan başlıca araçlar, vücut sıvıları, bil­

hassa kan (kan nakli, damardan ilaç

kullanma ve anneden çocuğa dikey ak­

tarım) ve esas olarak fiili cinsel ilişkiy­

le (homoseksüel ya da heteroseksüel) aktarılan sıvılardır. Dünya Sağlık Ör­

gütü, enfeksiyonun üç bölgesi ve biçimi olduğunu saptamıştır: Enfeksiyonun şimdilerde en çok yayıldığı bölge olan Asya, enfeksiyonun ilk keşfedildiği ve taşımanın çoğunlukla heteroseksüel iliş­

kiyle olduğu Afrika kıtası ile hastalığın salgına dönüşmesinin 1980'lerde baş­

ladığı, enfeksiyonun öncelikle homo­

seksüel ilişkiyle ve damardan iğneyle alınan uyuşturucularla taşındığı sana­

yileşmiş Batı ülkeleri. 1996 yılında.

HIV virüsünün 30 milyon kişiye bulaş­

tığı ve 10 milyon kişinin AİDS'le ya­

şadığı hesaplanmıştı.

Sosyoloji, AIDS/HIV enfeksiyonu­

nun anlaşılması ve kontrol altına alın­

ması çabalarına çeşitli yollarla katkıda bulunmuştur. Cinsel ilişki türleriyle il­

gili incelemeler 1982'de virüsün sap­

tanmasında kritik bir rol oynamıştı.

Sosyoloji, cinsel eğilimler ile uyuşturu­

cu kullanma konusunda, gerek KABP (Knowledge, Attitudes, Behaviour and Practices -Bilgi, Tutumlar. Davranış ve Pratikler) gerekse, riskli davranışlar ile riske açık faaliyetlerin yaygınlığı­

nın gözlenmesi için gerekli daha yeni­

likçi ve kalitatif araştırmalarla ulusal nitelikli ve geniş çaplı incelemeleri de ortaya koymuştur. Ayrıca, bağlamsal ve stratejik boyutlarla ilgili Sağlık İnanç Modeli'ne ve kolektif tepki ile cemaat tepkisi incelemelerine duyulan erken güven, risk-alma kuramlarının geliş­

mesine yol açmıştır.

AİDS'in bulaşmasına neden olan iliş­

kiler pek çok toplumda ya yasak oldu­

ğu ya da daha çok marjinal gruplarda görüldüğü için. araştırmaların odak nok­

tasını cinsiyet, sapkınlık ve cinsel kim­

liği ele alan sosyolojik çalışmaların oluş­

turması son derece doğaldır. Bu amaçla, varolan sosyolojik ve antropolojik me­

todolojileri genişleterek, damardan

(18)

7 aile sosyolojisi uyuşturucu alanlar ve erkeklerle cinsel

ilişkiye girdiği halde gay olarak tanınma­

yan erkekler gibi ulaşılması zor ve "giz­

li topluluklar"! saptamaya ve örnekleme­

ye yönelik teknikler geliştirilmiştir. Bil­

gileri mümkün olduğu kadar tepkisel ol­

madan ortaya koymak için cinsel gün­

lükler gibi araçlara da başvurulmuştur.

AİDS'in sosyolojik özelliklerini in­

celeyen başlıca kaynaklar arasında yıl­

lık "AİDS'in Toplumsal Boyutları"

konferansının belgelerini ve J. Mann'ın öncülüğündeki bir ekibin hazırladığı WHO/UNAIDS yayını olan Aids in the World' ü sayabiliriz.

aile, ç e k i r d e k aile (family, nuclear) bkz. çekirdek aile

aile, k a r ı / k o c a ailesi (family, conju­

gal) bkz. karı/koca ailesi

aile, k ö k aile (family, stem) bkz. kök aile aile, s i m e t r i k aile (family, symmetri­

cal) bkz. simetrik aile

aile s i s t e m l e r i k u r a m ı (family sys­

tems theory) Genel *sistemler kuramı­

nın aileye uyarlanmış biçimi. Aile sis­

temleri kuramı, aile üyelerinin birbi­

riyle ilişkili olmalarını, ailenin bir fer­

dini diğer fertlerinden ayırarak anla­

manın güçlüğünü ve doğrusal olmayan bir neden-sonuç ilişkisini vurgulamak­

ta ve kesinlikle hepsinin değilse bile bazı *aile terapilerinin analitik temeli­

ni sağlamaktadır.

aile sosyolojisi (sociology of family) Aile kan. cinsel ilişki ya da yasal bağ­

larla birbirine bağlı olan insanlardan oluşmuş, mahrem ilişkilerle örülü bir gruptur. Aile, zaman içinde ayakta kal­

mayı ve değişikliklere uyum gösterme­

yi başarmış, çok esnek bir toplumsal birimdir. Fakat Atlantik'in iki yakasın­

da, ailelerin düşüşte olduğunu iddia e- den gür sesler duyulmuş, baskıcı ve

iflas eden bir kurum olarak gördükleri ailenin sözde çöküşünü memnunlukla karşılayan insanlar çıkmıştır. Bununla birlikte, aile sosyolojisi gelişmeye de­

vam etmekte ve geçmişteki aile sis­

temlerine dair inançlarımızın mitlerini yıkan; ayrıca, aile yaşamının gerek tek tek ülkeler, gerekse çeşitli sınıflar, et­

nik gruplar ve bölgeler arasındaki çe- şitliliğiyle ilgili anlayışımızı genişleten çok geniş bir kapsama yayılmış araş­

tırmalar üretmektedir. Birçok çalışma­

da disiplin sınırları aşılmakta, aile ya­

şamı ile *ça)ışma arasındaki karşılıklı ilişkilere, makro boyutlu toplumsal ve ekonomik değişikliklerin mikro boyut­

lu aile ilişkilerini nasıl etkilediğine ba­

kılmaktadır. Aile sosyolojisi, ailelerin

*evlilikten yaşlanmaya kadar çeşitli a- şamalarda nasıl değiştiklerini araştıra­

rak *yaşam çevrimi perspektifini de kapsamış olur. Son olarak, eşlerin yal­

nız olduğu aileler ile yeniden bir araya gelen eşlerin oluşturduğu aileler gibi farklı aile biçimleri hakkındaki araştır­

maların sayısı gün geçtikçe artmakta, aile sosyolojisi kaçınılmaz olarak pra­

tik siyasal kaygılarla yakından ilişkili hale gelmektedir.

Son yıllarda çağdaş ailenin durumu ve ailenin ayakta kalmasını isteyen gö­

rüşler baştan aşağı yeniden gözden ge­

çirilmiştir. Bu eleştirilerin bir koluna göre, aile kapitalist toplumun bir payan- dasıdır (bkz. E. Zaretsky. Capitalism, the Family, and Personal Life, 1976). ikinci bir görüş. *karı/koca ailesinin bireysel­

liği ezdiğini ve yok elliğini savunur (örneğin bkz. R.D. Laing. The Politics of the Family, 1971). Üçüncü bir eleşti­

ri, çağdaş aile içindeki bugünkü *cinsi- yel rolü ayrımlarının doğası ve sonuç­

larına odaklanmaya eğilimli Jessie Ber­

nard ve Ann Oakley gibi yazarlardan, aileye hem kadınları ezen hem de anti- sosyal bir kurum gözüyle bakan Mic­

helle Barrette ve Mary Mclntosh'un

(19)

aile sosyolojisi 8

(The Anti-Social Family, 1982) daha ra­

dikal eleştirilerine kadar feminist ya­

zarların çalışmalarında görülebilir.

Aileler üzerine yapılan tarihsel a- raştırmalar, geçmişteki aile yaşamı hak­

kındaki mitlerin bazılarını çürütmüş­

tür. Örneğin, *çekirdek ailenin *sana- yileşmeye bir yanıt olarak, önceden varolan *geniş aile sisteminin yerini al­

mak üzere doğduğunu varsaymak yan­

lıştır. Bu konuda yapılan araştırmalar, Batı Avrupa'nın çok büyük kısmında, çekirdek aile tipinin başlangıcının *ka- pitalizmin ilk oluştuğu döneme dayan­

dığını göstermektedir. Dahası, eski çağ­

larda sıkı ve istikrarlı bir aile birimi görüldüğünü varsayan romantik hayal temelsiz çıkmış ve Philippe Aries'in Centuries of Childhood (1962) gibi in­

celemeleri, modem aile yaşamında mah­

remiyete yapılan vurgunun görece yeni bir şey olduğunu göstermiştir.

Ailenin biçiminde zaman içinde a- çıkça bir süreklilik görülmekle birlikte, aile yaşamının çeşitliliğini küçümsemek doğru bir tutum sayılmaz. Farklı etnik ve dinsel grupların tamamen farklı de­

ğerlerle inançları vardır ve bu farklılık­

lar hem toplumsal cinsiyete yüklenen rolle ilgili anlayışları, aile içi işbölümü­

nü ve çocuk yetiştirme tarzını, hem de çalışmaya ve diğer toplumsal kurumla­

ra karşı tutumları etkilemektedir. Şim­

dilerde işçi sınıfı evliliklerinin bile si­

metrik olduğu iddia edilmekle birlikte (bkz. Michael Young ve Peter Will- mott, The Symmetrical Family, 1973), işçi sınıfı aileleri genellikle daha ayrı

*karı/koca rolleriyle birlikte anılır. Ço­

cuk yetiştirme yönelimleri de toplumsal sınıfa göre değişecektir. İngiltere'de John ve Elizabeth Newson'in. Ameri­

ka'da Melvin Kohn'un araştırmaları, or­

ta sınıfların aile ilişkilerinde özerkliği, işçi sınıfının ise değerlere bağlılığı öne çıkarmaya eğilimli olduklarını göster­

mektedir. Kohn. aile ilişkileri ile işteki

rollerin birbirine bağlılığını net bir şe­

kilde ortaya koyarak, bu farklılığı baba mesleğine yönelmeye bağlamaktadır.

Aileler ve çalışma genellikle ayrı alanlar olarak kavramsallaştırılırken, ka­

dınlar evle, erkekler işyeriyle birlikte anılmıştır. Ne yazık ki aile sosyolojisi de bu ayrımı devam ettiren bir yakla­

şım sergileyerek, çalışma ve meslekler sosyolojisinden ayrı bir yerde durmak­

tadır. Oysa böyle bir ayrımın kesinlikle bir anlamı yoktur ve işlerlerindeki evli kadınların sayısında görülen çoğalma iş ile aile yaşamının önemini aydınlığa çıkarmıştır. Rhona ve Robert N. Rapo- port'un *kariyer yapan eşlerin evlilik- leriyle ilgili öncü çalışmaları, daha sonra eşlerin ikisinin de para kazandığı ailelerin kazançları ve sıkıntılarını irde­

leyen araştırmalarla genişlemiştir. Buna rağmen, aile ile çalışmanın karşılıklı etkileri konusunda yanıtlanması gere­

ken hâlâ pek çok soru vardır. Örneğin, aileler *emek piyasasına girişi ve çıkı­

şı nasıl etkiliyorlar? İşyerindeki politi­

kalar ve olaylar aile yaşamını nasıl et­

kiliyor? İş-aile düzenlemeleri yaşam çevriminde nasıl farklılaşıyor?

Ailelerin yaşam çevrimiyle ilgili a- raştırmalar, bireysel yaşam seyri anali­

zine ilginin artışıyla paralellik gösterir.

Burada anahtar kavramlardan birisi, bir yandan evlilik ve anne/baba olma gibi dönüm noktalarının zamanlaması ve sı­

rasını, öbür yandan aile üyelerinin ve genelde toplumun bu olayların zaman­

lamasını nasıl belirlediğini konu alan aile zamanıdır. Daha önceki olayların (ilk evlenme yaşı gibi) zamanlamasının da­

ha sonraki sonuçları (boşanma gibi) bü­

yük ölçüde etkilediği ortaya konmuştur.

Ailedeki bu dönüm noktalarının ekono­

mik sonuçlan da vardır. Örneğin ABD'de yapılan araştırmalar, kadınlarla çocuk­

ların boşanmanın arkasından oldukça ciddi bir yoksulluk riskiyle yüz yüze geldiklerini açığa çıkarmıştır.

(20)

9 akıl hastalığı

Yirminci yüzyılın ikinci yarısında tek ebeveynli ailelerin oranında drama­

tik bir artış görülmektedir. Buna göre, toplumsal araştırmalar, toplumun tek ebeveynli ailelerin uyum sağlamaları ve ayakta kalmalarına nasıl yardımcı ola­

bileceğinin (tabii sadece mali açıdan değil) aydınlatılmasında önemli bir rol oynayabilir. Çok sayıda çocuk, çocuk­

luğunun bir aşamasında tek ebeveynli bir *hanede yaşayacaktır ve böyle aile­

leri patolojik ya da sapkın etiketiyle nitelemek kesinlikle zararlıdır. Yeni­

den birleşen aileler de artık incelenme­

ye başlanmıştır, ama aşağıdaki gibi birçok önemli soru henüz tartışılma a- şamasındadır: Yeniden evlenme, va­

rolan çocuk-büyükanne/büyükbaba iliş­

kisini ne ölçüde ortadan kaldıracaktır ve bu durum hakkaniyet, miras ve aile kültürünün kuşaktan kuşağa aktarılma­

sını nasıl etkileyecektir?

Aile sosyolojisinde, toplumsal araş­

tırmalar ile politikalar arasındaki ilişki kaçınılmaz olarak bulanık kalmaya eği­

limlidir. Aile alanında, gerek kuramsal gerekse pratik ilgi konularını birleşti­

ren nefis çalışmalardan oluşan uzun bir gelenekten bahsedebiliriz (örneğin bkz.

P. Townsend, The Family Life of Old People, 1957; J. Finch, Family Obliga­

tions and Social Change, 1989). Deği­

şen koşullar yeni problemleri öne çıka­

racağı için, geleceğin aile sosyologları­

nın önlerine çıkacak olan problemler kuş­

kusuz daha farklı olacaktır. Yine de bir nokta açıktır: Ailenin büyüklüğü, şekli, mensupları ya da biçiminde ne tür de­

ğişiklikler görülürse görülsün, geçmişteki deneyimlere bakarak, ailenin varlığını ko­

rumaya devam edeceğini söyleyebiliriz.

Ayrıca bkz. d u y g u s a l b i r e y l e ş m e ; h a ­ n e ç a l ı ş m a s t r a t e j i s i ; h a n e içi k a y ­ n a k d a ğ ı t ı m ı s i s t e m i .

aile terapisi (family therapy) Bazı * sos­

yal hizmet görevlileri ile *psikotera- pistlerin savunduğu bir tedavi biçimi.

Aile terapisinde dikkatler bireysel problemlerden uzaklaştırılıp, birbirine bağımlı bir sistem olarak görülen aile­

ye yoğunlaştırılır. Bu tedavi, aile için­

deki gözlenen dinamikleri analiz etme­

yi ve yorumlamayı içerir. Feministler, aile terapisinin cinsiyetler arasındaki güç eşitsizliklerini göz ardı ettiği, böy­

lece kadınları suçlama, değersizleştir- me ve ikinci plana atma eğilimlerine katkıda bulunduğu kanısındadırlar.

aile ücreti (family wage) Aile ücreti, on dokuzuncu yüzyılın başında ücret­

lerin iyileştirilmesi için mücadele eden erkek *sendikacıların hedef aldıkları bir ölçüydü. Bu argümana göre, alına­

cak ücret eşe ve çocuklara bakmaya yetmeliydi. Şimdilerde genellikle ka­

dınların *emek piyasasındaki dezavan­

tajlı konumuyla ilgili açıklamalardaki faktörlerden biri olarak aktarılmasına rağmen, kadınlar bu görüşü hararetle desteklemişlerdir.

akıl hastalığı (mental illness) Zihin ile beden arasında, her gün rastlanan bir karşıtlık üzerine kurulu, hastalık olarak adlandırıldığında iki zıt tipte hastalık (zihinsel ve bedensel) meydana getiren tartışmalı bir kavram (örnek için bu sözlükteki *Laing ve *anti-psikiyatri başlıklarına bakınız). Akıl hastalıkları, zihinsel patolojinin varlığıyla nitelen­

dirilen hastalıklardır: yani, zihinsel fa­

aliyet rahatsızlıkları, bedensel faaliyet rahatsızlıklarına benzer. Fiziksel has­

talıklara benzediği için de bu kavram temelde değerlendirmeci bir nitelik ta­

şıyıp, *toplumsal denetim ve düzenle­

me sorunlarıyla bağıntılıdır. Akıl has­

talığını karakterize eden düşünce ve duygu rahatsızlıkları (örneğin, sabukla- ma, sanrı, aşırı sevinç ya da *depres- yon) çoğunlukla garip, uygunsuz, kar­

maşa yaratan ya da rahatsız edici diye değerlendirilen davranışlarla ilişkilidir.

Akıl hastalığının diğer hastalıklardan

(21)

akıl hastalığı 10 çok farklı, özel hizmeti ve dikkati ge­

rektiren bir hastalık türü olarak görül­

mesine yol açan etken, her şeyden fazla bu rahatsız edici ve karmaşa yaratıcı davranışlardır. Toplumda özellikle so­

run yaratan eğilim, zihinsel patolojinin gereği olarak açıkça belli olan akıldı- şılık ve aklın kaybıdır. Zihin ile akıl, insanların ayırt edici özellikleridir ve onların (tamamen veya kısmen) kaybı, eğer doğaüstü güçlerin bir işareti sa- yılmıyorsa, genellikle son derece ra­

hatsız ve tehdit edici bir durum şeklin­

de yorumlanır. Bu yüzden akıl hastalı­

ğı, çoğu kez diğer hastalık türlerinden daha *damgalayıcıdır (bunun istisna­

ları, AİDS, cinsel yoldan bulaşan diğer hastalıklar ve daha küçük boyutta ol­

makla birlikte kanserdir).

Tıbbi zihinsel rahatsızlık kavramı­

nın temeli tarihsel olarak, delilik ve akıl hastalığı -gerçek delilik- türünden nos­

yonların yanı sıra, "kafadan çatlak",

"sıkıntılı" ve '""deliye dönmüş" gibi daha az ciddi olan psikolojik rahatsız­

lık biçimlerini de kapsayan kavramla­

rın ifade ettiği zihinsel durumlara iliş­

kin halk yargılarına dayanır. Bu terim­

ler eskiden de, davranışları bir şekilde kabul edilemez ya da akıldışı sayılan kişiler için kullanılıyordu. Söz konusu davranış sapkın ya da suça yönelik ola­

bilir, ama çoğunlukla toplumda büyük değer verilen bir şeyin reddini içerdiği için kolaylıkla alışıldık *suçluluk bi­

çimlerinden birisi olarak anlaşılamaz­

dı. Bugünkü tıbbi zihinsel rahatsızlık anlayışları hâlâ, neyin akılcı, makul ve uygun olduğuna dair halk yargılarıyla yakından bağlantılıdır. Buna karşın

•psikiyatri, farklı bir zihinsel rahatsız­

lıklar kümesi sınıflandırmasına ve lis­

telemesine giderek, gündelik konuşma sözlüğünü sürekli yenilemiştir. Söz ko­

nusu sıralamanın kapsamı beyin pato- lojisiyle ilişkili olarak kabul edilen Alzheimer hastalığı gibi durumlardan,

şizofreni ve manik depresyon (psikoz­

lar grubuna dahildirler) gibi arketipik zihinsel hastalıklar üzerinden, anksiyete durumları, fobiler ve obsesyonlar (sık­

lıkla nevrozlar diye adlandırılır) türün­

den sağlık durumlarına, hatta alkolizm, anoreksia nervoza. uyuşturucu müpte- lalığı ve cinsel sapkınlıklar gibi davra­

nış bozukluklarını içine almaktadır.

Psikiyatrların zihinsel rahatsızlık listeleri, zihinsel rahatsızlığın sınırları­

nın biçimsel bir şekilde belirlenmesini sağmakla birlikte, bu sınırlar sürekli değişmekte ve itirazlarla karşılaşılmak­

tadır. Zihinsel rahatsızlık ile fiziksel rahatsızlık arasındaki ayrımın kendisi de son derece problemlidir. Bu ayrım en net biçimde açık patoloji açısından yapılabilir, fakat o da genellikle kesin değildir; pek çok hastalık, hem zihinsel hem de fiziksel semptomlar içerir; hat­

ta nedenlere yöneldiğimiz takdirde ay­

rım çok daha problemli bir hal alır ve karşılıklı iki özel hastalık düşüncesi çok geçmeden yok olur. Tanımlanabilir bir zihinsel patolojinin, tıpkı Alzheimer has­

talığında olduğu gibi fiziksel nedenleri olabilir; aynı şekilde, ülser gibi bazı fi­

ziksel patolojilerin de zihinsel neden­

leri olabilir. Aslında, zihinsel ve fizik­

selin karşılıklı ilişkisi, sıklıkla, zihin sağlığı hizmetlerini diğer sağlık hiz­

metleriyle bütünleştirme girişimlerini gerekçelendirmek için kullanılmıştır.

Pratikte ise, zihinsel rahatsızlık ile fi­

ziksel rahatsızlık arasında çizilen sınır bir anlaşma meselesidir ve neden-sonuç ilişkisi hakkında olduğu kadar, açık zi­

hinsel ve davranışsal sorunların boyutu üzerine olan fikirlere dayanır.

Zihinsel rahatsızlık ile *sapkınlık ("delilik ve kötülük") arasındaki sınır da aynı şekilde problemlidir; özellikle semptomların son derece net bir biçim­

de davranışsal olduğu davranış ya da ki­

şilik bozukluklarıyla ilişkili olarak. Ana­

litik bakımdan bu ayrım bir gönderge

(22)

11 akılcılaşma (rasyonalizasyon) ayrımıdır: zihinsel rahatsızlık akılla ilgili

bir yargı iken, sapkınlık davranışla il­

gili bir yargıdır. Öte yandan, davranış gözlemleri, akılla ilgili yargıların te­

melidir ve bu yüzden pratikte karışık­

lıklar ve güçlükler ortaya çıkar. Bu noktada, sorunun diğer bir ucu olarak, zihinsel rahatsızlıkla sapkınlık arasın­

daki sınırları belirlemeye yoğun bir il­

gi duyulmaktadır (tıpkı çocuk istisma­

rını bir sapkınlık biçimi olarak gör­

mekten ziyade, temelde yatan zihinsel patolojinin göstergesi olarak değerlen­

dirme eğilimi gibi). Son olarak, normal ve anormal zihinsel işleyiş arasında bir sınır vardır. Yine bu sınır da büyük öl­

çüde değişik görüşlerle çizilir ve diğer sınırlarla birlikte bireyden bireye, top­

lumsal arka plana ve koşullara göre de­

ğişiklik arz eder.

Doğal olarak, zihinsel rahatsızlığın nedenleri hakkında çeşitli düşünceler ileri sürülmüştür. Psikiyatri, tıbbın fi­

ziksel süreçleri vurgulamasından dola­

yı, fiziksel nedenler ile tedavi üzerine odaklanmıştır. Birtakım sosyologlar ve toplum kuramcıları ise, zihinsel rahat­

sızlıkların toplumsal nedenlerini anla­

mada ciddi katkılarda bulunmuşlardır (örneğin George Brown ve Tirril Har- ris'in depresyon üzerine olan eserleri veya anoreksia nervozayla ilgili femi­

nist incelemeler).

Buna karşın, zihinsel rahatsızlıkların anlaşılmasına yönelik sosyolojik katkı­

nın kaynağı, zihinsel rahatsızlıkların bir toplumsal kurgu olarak analiz edilme­

sidir. Bu kurgu, yukarıda belirtildiği ü- zere. farklı kültürler ve toplumlardaki normal, kabul edilebilir zihinsel işleyişin sınırlarını tespit eder ve böylelikle in­

san davranışının toplumsal düzenlenişi­

nin bir parçasını oluşturur. Ayrıca bkz.

cemaat bakımı; hasta rolü.

akılcı devlet (rational state) bkz. mut- lakiyetçilik

akılcı e y l e m kuram» (rational action

theory) bkz. mübadele kuramı akılcı s e ç i m k u r a m ı (rational-choi­

ce theory) bkz. mübadele kuramı akılcı sistemler k u r a m ı , akılcı sis­

t e m l e r perspektifi (rational-systems theory, rational-systems perspective) bkz. olumsallık kuramı

akılcılaşma ( r a s y o n a l i z a s y o n ) (ra­

tionalization) Nasıl emek gücü ve onun yabancılaşmasının sermaye içindeki merkezi rolünü anlamadan Karl Marx'in kaygılarını anlamak olanaksızsa, Max

*Weber'in yazılarının zihinsel tutarlılı­

ğını da Alvin Gouldner'ın "metafizik- sel pathos" diye adlandırdığı Weber'e ait gündelik yaşamın akılcılaşması gö­

rüşünü anlamadan kavramak aynı de­

recede olanaksız olacaktır. Dünyanın bü­

yüsünün her gün biraz daha fazla bozul­

ması, gizem, duygu, gelenek ve duygu­

sallığın yok olması ve tüm bunların ye­

rini akılcı hesabın alması Weber'in a- raştırma ve yazılarının çoğunda rastla­

nan bir temadır. Bu durum Weber'in çalışmalarını inceleyen öğrenciler için tam bir endüstri yaratmıştır. Nitekim Weber üzerinde çalışan öğrenciler, onun tam anlamıyla geliştirilmiş bir akılcı­

laşma kuramı sunup sunmadığını ve (eğer sunduysa) bunun yazılarında tam olarak nerede bulunabileceğini tartış­

mayı sürdürmektedirler (örneğin bkz.

der. S. Lash ve S. Wliimster, Max We­

ber, Rationality and Modernity, 1987).

Weber'in söylediği gibi, akılcılaş­

ma süreci iktisadi yaşamı, hukuku, ida­

ri yapıyı ve dini etkilemiştir ve •kapi­

talizmin, *bürokrasinin ve hukuk dev­

letinin ortaya çıkışının temelini oluş­

turmaktadır. Akılcılaşma sürecinin özü, toplumsal aktörlerin kişisel-olmayan i- lişkiler bağlamında, çevrelerindeki dünya üzerinde daha fazla denetim kurmak için bilgiye giderek daha çok başvurmaları­

dır. Bununla birlikte, akılcılaşma daha

(23)

akılcılık 12 fazla özgürlük ve özerklikten ziyade,

amaçların araçlarını yaratır (modern bürokrasiler içindeki kurallara köle gi­

bi bağlı olmak bunun apaçık bir örne­

ğidir) ve bireyi, akılcılaşmış kurumla­

rın, organizasyonların ve etkinliklerin

"demir kafesi"ne hapseder.

Bu konuda yorum yapan düşünür­

ler, Weber'in modern toplumların akıl- cılaştırıcı eğilimlerine ilgisi çerçevesin­

de, insan özgürlüğü konusundaki sap­

tamalarının çağdaşlarına kıyasla çok daha kötümser olduğuna dikkat çek­

mişlerdir. *Marx en azından bir dev­

rim öngörüyordu, oysa Weber'in gö­

zünde akılcılaşmanın tek çaresi *kariz- matik bir kişinin ortaya çıkmasıydı. We­

ber *sosyalizmin, *biçimsel akılsallık ile içeriksel akılsallığı birleştireceği için, çok daha hapsedici bir kafes yarataca­

ğını ileri sürmüştü. Pratikte, kapita­

lizmde *piyasa bürokratik devlet ikti­

darına karşı koyarken, sosyalizmde bu ikisinin birleştiğini görmekteyiz. Akıl­

cılaşmanın Sovyet modelinin Walesa, Dayanışma, Havel ve Yurttaş Forumu gibi karizmatik bireyler ve hareketler e- liyle yıkılması, büyünün bozulmasının tüm kuşatıcılığı karşısında, önümüzde biraz da olsa iyimser bir dönemin açıl­

dığını düşünmemizi sağlamıştır. Ayrı­

ca bkz. d ü ş ü n ü m s e l m o d e r n l e ş m e . akılcılık (rationalism) Gevşek biçim­

de kullanıldığında bir inanç ya da dini reddetmek; daha katı anlamda ise, tüm bilginin bir sistem biçiminde ifade edi­

lebileceği ve ilkesel olarak her şeyin bi­

linebileceği görüşünü karşılayan bir te­

rim. Akılcılık terimi sosyolojide, bazen

*ampirist doğa bilimi modeline karşı Max * Weber' in ortaya attığı alternatife referansla kullanılır. Bilginin (duyusal deneyime karşı olmak anlamında) tek ba­

şına akıldan geldiğini (en azından sosyal bilimlerde) ileri süren kuvvetli akılcılık versiyonu, Weber, Talcott *Parsons ve Louis *Althusser gibi son derece farklı

eğilimlerdeki yazarlar tarafından des­

teklenmiştir. Daha yakın zamanlarda, akılcılık, postmodernist diye nitelendi­

rilenler düşünürlerce, Aydınlanma'nın başarısızlığa uğramış bir ürünü diye değerlendirilmiştir; ancak Jürgen Ha- bermas'ın belirttiği gibi, böyle bir sa­

vın kendisi de akılcı temele sahiptir ve bundan dolayı kendi kendini çürüt­

mektedir. Toplumsal dünya hakkında bir şey bilmeye yönelik herhangi bir girişimin, en azından bazı akılcı varsa­

yımlardan nasıl uzak duracağını anla­

mak pek kolay olmasa gerektir. Ayrı­

ca bkz. epistemoloji; ideal tip.

akılsallık ( r a s y o n a l i t e ) , akılcı ey­

l e m (rationality, rational action) bkz.

akılcılaşma (rasyonalizasyon); anlam;

biçimsel akılsallık; büyü, büyücülük ve kara büyü; eleştirel kuram; etno- metodoloji; eylem kuramı; fenomeno- loji; mübadele kuramı; sınırlı akıl­

sallık; Weber, Max; yorum.

akılsallık, b i ç i m s e l (rationality, for­

mal) bkz. biçimsel akılsallık

akılsallık, içeriksel (rationality, substantive) bkz. içeriksel akılsallık akılsallık, işlevsel (rationality, func­

tional) bkz. işlevsel akılsallık akrabalık (kinship) Akrabalık insan top­

lumunun temel düzenleyici ilkelerin­

den birisidir. *Sosyal antropologlar, dev­

letsiz toplumlardaki asli konumları ne­

deniyle özel bir önem atfettikleri akra­

balık sistemlerini etraflı biçimde ince­

lemişlerdir ve bu çalışmalarını aralıksız sürdürmektedirler. Akrabalık sistemle­

ri bireyler ile gruplar arasındaki ilişki­

leri, anne babalar ile çocuklar arasın­

daki, kardeşler arasındaki ve evli eşler arasındaki biyolojik ilişkiler modeline göre kurar. ^Evliliğin getirdiği ve kan bağıyla (ya da soy bağlarıyla) bağlı kişi grupları arasındaki ilişkilere genellikle

(24)

13 akrabalık

yakınlık adı verilir. Bazı sosyal bilim­

ciler, akrabalığın incelenmesi ile ya­

kınlığın incelenmesi arasında bir ayrım yaparlar. Tabii bu incelemelerin hepsi de, bu ilişkilerin sistematik olduğu ve akrabalık ya da yakınlık dolayısıyla a- ralarında bir bağ olanlar arasındaki davranışlara ilişkin *normların gözlen­

mesini gerektirdiği varsayımına dayan­

maktadır. Anne babalar ile çocuklar (ve daha da genişletecek olursak, bü­

yükbabalar ve büyükanneler ile torun­

lar) arasındaki ilişkiler, kuşaklar ara­

sındaki genel siyasal ilişkilerin yanı sı­

ra miras biçimlerini belirlerler. Kar­

deşler arasındaki bağlar gibi ebeveyn- çocuk ikilisi de, evliliğin nasıl yasak­

landığını ya da izin verildiğini göstere­

rek, yalnızca cinsel ilişkilerin değil, aynı zamanda yakınlığın temelini oluş­

turan kuralların çerçevesini çizen *en- sest kurallarının saptanmasında can alı­

cı bir rol oynayabilir. Karı ile koca ara­

sındaki toplumsal ilişkiler eşlerin ken­

di soy gruplarının arasındaki ilişkileri de belirlediğinden, akrabalık ve yakın­

lık ilişkilerini yansıtan tüm bir yapı, dev­

letsiz toplumların siyasal, iktisadi ve toplumsal ilişkilerinin analiz edilmesi açısından temel önemde görülebilir.

Bu noktada, bir akrabalık sistemi içinde statü sahibi olmak için fiili bi­

yolojik ilişkilerin zorunlu olmadığına dikkat çekilmelidir. Sözgelimi, bir ço­

cuğun, geleceğinin sorumluluğunu üst­

lenecek ve emeğinin ürünleri üzerinde hak sahibi olan bir sosyal babası oldu­

ğunu saptamak, biyolojik babasının kim olabileceğini bulup çıkarmaktan daha önemli olabilir. Öbür yandan akrabalık sistemlerinin çoğu, kadınların cinsel, üreme, iktisadi ve ev içi hizmetlerinde­

ki haklarını yerleştirme işlevi görür.

Mirasın babadan oğula geçtiği *baba- soylu toplumlarda, kadınların tüm hak­

kı, genç kızlığında evlenene kadar ba­

banın üstündedir, daha sonra tamamen

kocasının üstüne geçer. *Anasoylu top­

lumlarda ise kardeş grubunun önemi vurgulanır. Miras annenin erkek karde­

şinden kız kardeşin oğluna; başka bir deyişle, dayıdan yeğene geçer. Bu iliş­

kiye, çeşitli biçimlerde düzenlenmesi yüzünden "anasoylu yapbozu" adı ve­

rilmiştir. Ana hatlarıyla anlamı, erkek kardeşlerin evlenene kadar kız kar­

deşleri üzerinde haklarının olmasıdır.

Erkek kardeşler bu noktada soyun de­

vamı üzerinde tasarruf haklarını elle­

rinde tutar, böylece miras konusunda kız kardeşlerinin oğullarını denetlerler;

fakat ev içi hizmet hakları gibi cinsel haklar da doğal olarak kocaya geçe­

cektir. Kız kardeşin çalışmasının ü- rünleri üzerindeki ekonomik haklar ise muhtemelen erkek kardeş ya da kardeş grubunda kalacaktır.

Mirası ayrı tutarsak, akrabalık ve yakınlık kuralları oturma yerini, birey­

ler arasındaki ilişkileri, hitap biçimle­

rini ve başka iktisadi ve siyasal davra­

nışları etkileyebilir. Soykütüğü, akraba terminolojisi, evlilik tercihleri ve top­

lumsal üreme döngüleri hakkındaki in­

celemelerde bu kurallar enine boyuna araştırılmıştır. Sosyal antropolojide, ak­

rabalık kuramları daha çok, soy kural­

larına ya da yakınlık kurallarına yapı­

lan göreli vurgu çerçevesinde gamlan­

dırılır. Başka bir deyişle, sosyal antro­

polojik çalışmalar ya ebeveyn ile çocuk ilişkisi kurallarında, ya da evlilik ba­

ğıyla kurulan gruplar arasındaki bağ­

larda odaklar ır.

1930'lar ile 1960'lar arasında, bü­

yük ölçüde Meyer *Fortes gibi Afrika uzmanı antropologların çalışmaları ve A.R. *Radclil'fe-Brown'ın kuramsal ça­

lışmalarına bağlı olarak soy kuramı ağır­

lıklı bir yere sahip olmuştur. Soy kuram­

cıları, akrabalık sistemlerinin soy grup­

larının zamanla siyasal varlıklar olarak kalıcı rollerini pekiştirmeye hizmet et­

tiği görüşündedirler. Yani, soy grupları

(25)

akran grubu 14

içindeki ilişkiler, anne-babadan birine ya da ikisine birden bağlı olan fiili ve­

ya kurgusal soy bağları aracılığıyla ku­

rulmalı ve korunmalıdır. Dolayısıyla dikkatlerin toplanacağı konu ebeveyn- çocuk ve kardeş bağları olacaktır. Ol­

dukça ampirik bir temelde geliştirilen ve *iş!evselci kuramla ilinti kurulan bu incelemelerde soy ve soyun devamı vur­

gulanmaktadır. Soy kuramcılarına göre, toplumlarda akrabalık sistemlerinin varo­

luş nedeni hak ve görevlerin dağıtılmasıdır.

*İttifak kuramı daha kuramsal bir bakış açısına sahiptir ve gruplar arasın­

da evlilikle kurulan bağları düzenleyen kuralların nasıl ortaya çıktığıyla ilgile­

nir. Bu yüzden evlilik ve ensest kural­

ları temel bir öneme sahiptir. İttifak kuramcılarına göre, akrabalık sistemle­

rinin varoluş nedeni, evliliğin mümkün olabileceği ya da olamayacağı durum­

ları belirlemektir. Bu perspektif, önemli ölçüde, akrabalık sistemlerine ya "ba­

sit" ya da "karmaşık" etiketini yapıştı­

ran Claude *Levi-Strauss'un çalışma­

larından geliştirilmiştir. Akrabalık sis­

temlerinin basit olması durumunda eş seçimi toplumsal kurallara göre yapı­

lır; oysa karmaşık sistemlerde evlenile­

cek eşler yapısal kurallara göre değil, kişisel seçimlerle kararlaştırılır. Yine de bunlar, ampirik gerçekliği betimle­

yen tanımlar değil, sadece soyut ilke­

lerdir: Pratikte tüm toplumlarda, evle­

necek çiftlen basit yapılara uygun bi­

çimde belirleyen ensest kuralları uygu­

lanır ve tüm toplumlarda, duruma göre seçim yapmaya olanak tanıyan karma­

şık ilişkiler yaşanır.

1960')) ve 1970'li yıllarda ittifak kuramcıları ile soy kuramcıları arasın­

daki tartışma, sosyal antropolojide iş­

levsele! ve *yapısalcı okulların tartış­

masına dahil edilerek iyice hararet- lenmiştir. Fakat o zamanlardan itibaren tartışma dinmeye yüz tutmuştur ve şimdilerde farklılığın, ya somut akra­

balık sistemlerindeki temel bir farklılık

olmaktan ya da belli kuramsal perspek­

tiflere bağlı kalma zorunluluğundan zi­

yade, daha çok kuramsal düzeyde ol­

duğu genel bir kabul görmektedir.

Rodney Needham'ın çalışmaları­

nın hemen hepsi, bu konuyla ilgili ant­

ropolojik literatür açısından yararlı me­

tinlerdir (örneğin bkz. Rethinking Kins­

hip and Marriage, 1971; ya da Re­

marks and Inventions: Skeptical Es­

says about Kinship, 1974). Ayrıca bkz.

aile sosyolojisi.

a k r a n g r u b u (peer group) Kendile­

rini yaş, etnisite ya da meslek gibi or­

tak özelliklerle" algılayan ve başkaları­

nın gözünde farklı bir toplumsal kolek- tivite kimliği taşıyan bir bireyler kü­

mesi. Her akran grubunun kendi *kül- türü, *sembolleri, *yaptırımları, rimel­

leri vardır ve gruba yeni üye olan kişi­

ler, bu semboller aracılığıyla bir •top­

lumsallaşma süreci yaşamalıdırlar. Ta­

bii aynı nedenle, grup normlarına uy­

makta başarısız olanların dışlanması gündeme gelebilmektedir.

a k s i y o m , a k s i y o m a t i k (axiom, axio­

matic) Bir aksiyom; bir varsayım, bir postüla, evrensel kabul gören bir ilke ya da apaçık bir hakikattir. Sosyolojik kuramların çoğu, bir ya da birkaç is­

patlanmamış aksiyoma, örneğin insa­

nın tüm eylemlerinin akılcı olduğu ya da -*Marksizmde rastlanacağı üzere- sınıf mücadelesinin tarihin motoru ol­

duğu aksiyomuna dayanır. Bazı sosyo­

loglar bu tür aksiyomatik inançları "alan varsayımları" veya "üst-kuramsal inançlar"

diye adlandırmayı tercih ederler. Örne­

ğin Amerikalı sosyolog George Ritzer, Metatheorizing in Sociology (1991) adlı çalışmasında, kuramların sorgulanması ve analizi diye tanımladığı bu üst-kuram- laştırmanın bir açıklamasını ve savunu­

sunu yapmaktadır. Bu kitapla toplum kuramlarının kendileri bir inceleme, sı­

nıflandırma ve karşılaştırma nesnesi

Referensi

Dokumen terkait

Through unique longer descriptive expressions, the referring expressions of Indonesia tourist destination is portrayed as having world class tourism and rich in