• Tidak ada hasil yang ditemukan

Kuran Çevirilerindeki Hatalar - Edip Yüksel

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Membagikan "Kuran Çevirilerindeki Hatalar - Edip Yüksel"

Copied!
90
0
0

Teks penuh

(1)

Kuran Çevirilerindeki Hatalar

Edip Yüksel

(2)

EDİP YÜKSEL'İN TÜRKÇE KİTAPLARI

Kuran En Büyük Mucize

(İnkilab, Fatih-Istanbul, 1983-88, 16 baskı, 204 s.) Yusuf'un 40. Emri (şiir)

(Madve, Cağaloğlu-Istanbul, 1984, 72 s.) Kitabı Mukaddes Allah Sözü müdür?

(İnkılab, Fatih-Istanbul, 1984, 164 s.) Kuran'da Demirin Kimyasal Esrarı

(Timaş, Cağaloğlu-İstanbul, 1984, 48 s.) Kuran Görülen Mucize

(Timaş, Cağaloğlu-İstanbul, 1985, 308 s.) İlginç Sorular-1

(İnkılab, Fatih-İst., 1985-1987, 1-8 basım, 214 s.) (Beyan, Cağaloğlu-İstanbul, 1988, 9.basım, 214 s.)

1 Temmuz 1986 tarihinde Allah'ın hükmüne ortak koşmaktan vazgeçtikten sonra: İlginç Sorular-2

(Yüzondört, Fatih-İstanbul, 1987, 190 s.)

(Beyan, Cağaloğlu-İstanbul, 1988, 2-3. basım, 190 s.) Kitap Okumanın Zararları (%20 Mizah katkılı)

(Beyan, Cağaloğlu-İstanbul, 1988, 106 s.) Sakıncalı Yazılar

(Devlet, Cağaloğlu-İstanbul, 1989, 2 basım,100 s.) Müslüman Din Adamlarına 19 Soru

(Gösterge, Erenköy-İstanbul, 1992, 72 s.)

(Ozan, Çağaloğlu-İstanbul, 1996-1997, 2 basim, 110) Türkçe Kuran Çevirilerindeki Hatalar

(Gösterge, Erenköy-İstanbul, 1992, 164 s.) Üzerinde 19 Var (Ad, Bağcılar-İstanbul, 1997, 300) Demokrasi/Oligarşi/Teokrasi (Ozan, Çağaloğlu-İstanbul, 1997, 134 s.) Asal Tartışma (Ozan, Çağaloğlu-İstanbul, 1998)

(3)

EDİP YÜKSEL'İN İNGİLİZCE KİTAPLARI

19 Questions For Muslim Scholars

(Renaissance Institute, Tucson, 1990, 48 s.) (Monotheist Productions Int., Tucson, 1992, 66 s.) (Monotheist Productions Int., Tucson, 1996, 68 s.) TEST your Quranic Knowledge

(Renaissance Institute, Tucson, 1991, 36 s.) 19 Questions For Christian Clergy

(Monotheist Productions Int., Tucson, 1993, 100 s.) An Unconventional Skirmish On "Unintentional" Lies

(Monotheist Productions Int., Tucson, 1993, 36 s.) Unorthodox Articles

(Monotheist Productions Int., Tucson, 1994, 24 s.) The Prime Argument

(Monotheist Productions Int., Tucson, 1995, 64 s.) Running Like Zebras: An Internet Debate

(Monotheist Productions Int., Tucson, 1995, 114 s.) Miscellanous Articles On Philosophy and Law

(4)

1998 BASIMI İÇİN BİRKAÇ SÖZ

Aradan on yıl geçtikten sonra, Allah'a hamdolsun, kitaplarim Türkiye'de yayınevleri tarafından tekrar yayimlanmaya başlandı. İlk baskısı 1992 yılında özel olarak yayımlanan bu kitabı yazdıktan sonra Türkiye'de yayımlanan çevirileri veya eski çevirilerin yeni baskılarını sistematik olarak incelemedim doğrusu. Bu tarihten sonra yayımlanan çevirilerden sadece Osman Nuri Öztürk'ün çevirisini inceleme imkanı buldum; yaptığımız eleştirilerin boşa gitmediğine sevindik. Umarım diğer Kuran çevirileri de Kuran dışındaki "kaynakların" gölgesiyle oluşturulan karanlıklardan kurtulur.

Bu kitapta referans olarak verdiğimiz Kuran çevirilerinin bir listesini çevirmenlerin isimleriyle aşağıda sunuyoruz:

1. Diyanet Meali 2. Süleyman Ateş 3. Fikri Yavuz

4. Ahmet Ağırakça & Beşir Eryarsoy 5. Ali Bulaç

6. Abdullah Aydın 7. Osman Nebioğlu 8. Osman Keskioğlu

9. Ali Özek, Hayrettin Karaman, Ali Turgut, Mustafa Çağırıcı, İbrahim Dönmez, Sadrettin Gümüş

10. Hasan Karakaya, Kadir Kabakçı, Mehmet Süslü, Kerim Aytekin, Kenan Seyithanoğlu, Emin Saraç

Edip Yüksel Tucson, Arizona

E-mail adresi: yuksel@yuksel.org Internet: www.yuksel.org/yuksel

(5)

İÇİNDEKİLER

EDİP YÜKSEL'İN TÜRKÇE KİTAPLARI... 2

1 Temmuz 1986 tarihinde Allah'ın hükmüne ortak koşmaktan vazgeçtikten sonra:...2

EDİP YÜKSEL'İN İNGİLİZCE KİTAPLARI... 3

1998 BASIMI İÇİN BİRKAÇ SÖZ... 4

KURAN'IN ANLAŞILMASI MÜMİNLER İÇİN KOLAYDIR (54:17,22,32,40)... 8

ONLAR Kİ SÖZÜ DİNLERLER... 10

ERKEKLER KADINLARI GÖZETİRLER, ONLARI DÖVMEZLER...11

Birinci hata...11 İkinci hata... 12 Üçüncü hata... 14 Dördüncü hata...15 KADINLARIN ÖRTÜSÜ...16 Diyanet Meali... 16

SAÇMA BİR TEHDİT HİKAYESİ...17

İSA GÖKTEN İNECEK Mİ?...20

HAMR= SARHOŞ EDİCİ MADDELER... 22

ÜMMİ PEYGAMBER...22

MEZARLARA GİDİNCEYE KADAR... 25

DETAYLANDIRILMIŞ... 26

DÜNYA YUVARLAKTIR...27

DÜNYA DÖNÜYOR...28

"Gezegenlere Gitmenin Mümkün ve Dünyanın Sabit, Güneşin ise Hareket Ettiğina Dair İlmi ve Nakli Deliller"...29

KURAN HANGİ DİLDE OLURSA OLSUN HİDAYET VE ŞİFADIR... 31

BEKLENEN MUCİZE... 32

SURE BAŞLARINDAKİ HARFLER...34

EMBRİYO... 35

YUSUF'UN RABBİ KİM?...36

SABAHLARI OKUNAN KURANIN FAZİLETİ...37

(6)

YALNIZ KURAN...38

DÜALİST BİR MEAL...40

KURAN'I ANCAK ARINMIŞ OLANLAR KAVRAR...40

AYBAŞI HALİ ... 42

MUHAMMED'İN PEYGAMBER OLMADAN ÖNCEKİ DURUMU... 44

KRİTİK YAŞ: 40... 46

SALAVAT GETİRME... 47

SAMİRİ'NİN İCRAATI...48

EGONUZU ÖLDÜRÜN... 49

MÜŞRİKLERİN NAMAZI...50

İslam dini evrenseldir...51

Biraz açıklık getireyim...51

Dini pratikler, İbrahim yoluyla geliyor...51

NAMAZ VAKİTLERİ...53

Üç namaz... 54

Kuran'a Göre Namaz...55

TAŞLA ÖLDÜRME (RECM) CEZASI... 56

Şeytani teori: "Kuran'da nasih ve mensuh"...57

Keçi tarafından iptal edilen ayet!...57

"Ömer, Allah'tan değil halktan korkan bir kişiydi"... 58

"Taşla öldürme cezasını uygulayan sunni maymunlar"...58

Yalan üretim fabrikaları ve taklitçilik hastalığı...58

Anonim şirket dini... 59

MUHAMMED SON NEBİDİR... 60

Tarih Tekrar Ediyor... 62

Müslümanlar Muhammed'i Putlaştırdılar... 62

Mehdi Hikayesi...63

Nebiler Kitap Almıştır ... 64

Gerçek Elçi İle Sahte Elçi Arasındaki Fark...65

Bir Çok Resule Kitap Verilmiştir... 66

(7)

Bahaullah Allah'ın Bir Elçisi Mi İdi?... 67

3:81 Ayetinde Geleceği Bildirilen Elçinin Kimliği... 67

SAAT'İN ZAMANI...67

Kuran, Saat'in Zamanını Bildiriyor...69

Geleceği Yalnızca Allah Bilir:...70

Dünya Kaçınılmaz Bir Sona Varacak...71

Dünyanın Sonu Gizli Kalmayacak... 71

KURAN ÜMMETİNİN ÖMRÜ...72

Hesabı Destekleyen İşaretler... 73

Bir okuyucunun e-postayla gonderdiği soruya cevap...73

Notlar:... 74

TOPRAKTAN MAMUL DABBE...76

SAAT YAKLAŞTI, AY YARILDI... 77

"NASİH-MENSUH" FELAKETİ !...78

SARHOŞ EDİCİ MADDELERİN HARAM KILINIŞI... 81

BARIŞ VE SAVAŞ...82

AKRABALARA VASİYET... 83

KIBLE... 84

Kıblenin Değişmesi...85

SAVAŞTA MÜMİN-KAFİR ORANI... 86

Çağdaş İbni Kuteybeler... 87

VUSAT > TAKAT...87

KARŞILAŞTIRIP İNCELEYİNİZ... 88

Muhkem ve müteşabih ayetler...88

Ölmeden önce İsa'ya iman... 88

Cin suresinin son bölümü... 89

Faiz...89

Laiklik...90

Alkollü İçkiler...90

Büyü...90

(8)

KURAN'IN ANLAŞILMASI MÜMİNLER İÇİN

KOLAYDIR (54:17,22,32,40)

Türkçe Kuran meallerinin sayısı bir hayli fazla... Elinizdeki kitap tüm Türkçe mealler üzerinde yapılmış bir inceleme değil. Kütüphanemde bulunan onbir adet Türkçe mealde rastladığım hataların bir kısmını not etmiş bulunuyordum. Bu notları kitaplaştırmayı yararlı buldum.

Evet, elinizdeki kitap, sistematik bir çalışmanın ürünü değil. Meallerdeki mevcut hataları guruplandırarak daha geniş bir araştırma yapmak mümkündü. Ne var ki hazırladığımız Kuran çevirisi nedeniyle gereksiz gördük.

Profesyonel din adamları, insanları Kuran'dan uzaklaştırmak için Kuran'ın zor, anlaşılmaz ve mücmel olduğu yalanını yüzyıllarca empoze ettiler. Kuran'ın anlaşılması için yüzlerce ciltlik rivayet kitaplarının didik didik edilmesi gerektiğine kananlar, Kuran'ı öğrenmeye vakit bulamadılar. Vakit bulanlar ise kafalarını binlerce hurafeyle doldurduklarından ve üstelik Kuran'ı bunlara muhtaç kabul ettiğinden onu anlama şansını baştan kaybettiler. Nitekim, Allah'ın korunmuş Kelamını korunmamış kul sözlerine muhtaç görenler, Kuran'ın anlaşılmasının zor olduğunu iddia edip durdular.

Seneler önce İlahiyat fakültesinin bazı öğretim görevlilerinin katıldığı bir açık oturuma dinleyici olarak katılmıştım. Oturumun konusu "Kuran'ın Anlaşılması" üzerine idi.

Oturuma katılan fıkıh hocası, "fıkıh ve fıkıh usulu bilinmedikçe Kuran anlaşılamaz." dedi. İslam tarihi hocası ise "İslam tarihi bilinmeden Kuran anlaşılamaz" dedi. Tasav-vufçuya göre "Tasavvuf kavranmadıkça Kuran anlaşılamaz" dı. Hadis hocasına göre de "Hadis ve hadis usulu bilinmeden Kuran anlaşılamaz" dı.

Açıkoturuma katılan dört öğretim görevlisi Kuran'ın anlaşılmazlığında ittifak ve hatta "icma" etmişlerdi. Fıkhı, hadisleri, tasavvufu, ve İslam tarihini anlamak ve doğruları yanlışlardan ayırmak için Kuran'ın, her şeyden önce Kuran'ın bilinmesi gerektiğini söyleyeceklerine; tam tersi bir yolla Kuran'ın önüne yüzlerce ciltlik külliyatları ve çelişki dolu uydurmaları koyuyorlardı.

Muhammed peygamberin biricik şikayetinin "halkının Kuran'dan uzaklaşması" hakkında olması çok ilginç (Lütfen şu sure ve ayete bakınız: 25:30). Buna rağmen, son peygamberin halkı, daha hicri 1. yüzyılda hadis üretim fabrikaları kurmaya başladı. Bu felaketli davranışın sonucunda Kuran'ı anlamaya verilen mesai alabildiğine azaldı, bunun yerine binlerce çelişkiyi içeren ilkel rivayetler üze-rinde ihtisaslaşma baş gösterdi. Rivayet kitaplarını değerlendirmede ortaya çıkan ihtilafları kurumlaştırıcı usul ve mezhep çalışmalarıyla bu şeytani tuzak güçlendirilerek orijinal evrensel mesaj Arap, Yahudi ve Hristiyan kültürlerinin karması hurafeler dolu ilkel bir din haline dönüştürüldü.

Bu iddiamızın bazı delillerini "Sakıncalı yazılar" isimli kitabımızda tartışmıştık. Buhari ve Müslim başta olmak üzere Kuran'a eş koşulan hadis kitaplarının iç yüzünü "Müslüman Din Adamlarına 19 Soru" ve "Kuran, Hadis ve İslam" kitaplarıyla sergiledik. Kuran'ın ışığını engelleyen hadis ve sünnetin gerçek niteliklerinin ortaya çıkması, İslam'da reform ve rönesansın başlamasına neden olacak. İnanıyoruz ki bunu ekonomik, sosyal ve politik çok olumlu gelişmeler izleyecektir.

Bu araştırmamızda halkın arasında en yaygın olan, Dr. Hüseyin Atay ve Dr. Yaşar Kandemir'in hazırladığı Diyanet İşleri Başkanlığının meali başta olmak üzere Fikri Yavuz'un ve Prof. Süleyman

(9)

Ateş'in meali üzerinde durduk. Diğer meallere ise birkaç örnekle değinebildik. Yanlış olduğuna inandığımız çevirilere fazla örnekler vermek suretiyle konuyu uzatmak istemedik. Siz elinizdeki herhangi bir meali bu kitap aracılığıyla inceleyebilirsiniz.

Türkçe meallerin hepsinde bulunan ortak yanlışların sebebini incelediğimizde karşımıza genellikle uydurma rivayetler ve hadisler çıkmaktadır. Çok ender olarak da birbirlerinden dikkatsiz yapılan kopyalar ortak yanlışlara neden olmaktadır. Örneğin, hemen hemen tüm Türkçe Kuran meallerinin sure fihristinde, bazı surelerin ayet sayılarında ortak matbaa hataları mevcuttur. 96 ayetlik Vakıa suresi yanlışlıkla 69 ayet, 24 ayetlik Haşr suresi yanlışlıkla 34 ayet olarak gösterilmiştir. Tekvir ve Mutaffifin surelerinin ayet sayıları da kopya edilen ortak yanlışların örneklerindendir.

Elinizdeki kitabı hazırlarken konuların kolay anlaşılması için gayret gösterdik. Nitekim bu gayretimin sonucunda şunu iddia edebilirim ki Arapça bilmeyen herhangi bir şahıs, Türkçe Kuran meallerindeki hataların önemli bir kısmını farkedebilecektir. Arapça bilmeyen okuyucularım, Kuran'ı anlama konusunda istekli olmaları halinde, Kuran'ın, karanlık bir kitap olmadığını göreceklerdir. Yeter ki bu konuda gerekli zihinsel gayreti göstersinler. Allah kendilerine Kuran'ı öğretecektir (55:2).

1 Temmuz 1986 tarihinde dini kaynak olarak sadece Kuran'ı Kerimi kabul etmeye karar verişimden itibaren, Kuran ayetlerini anlama konusunda Rabbimin büyük yardımını görmekteyim. Örneğin, aynı kararı veren Amerikalı Lora'nın, Robert'in, İranlı Mehvesh'nin, Malezyalı Gatud'un, Somali'li Mahmud'un, Kanadalı Raymond'un, Japonyalı Noko'nun bizim müftülere ve mollalara Kuran dersi verebilecek anlayışa ve bilgiye sahip olması da Tanrı'nın verdiği sözün bir tecellisidir.

Sizi konularla başbaşa bırakmadan önce benim oldukça ilgimi çeken Kurani bir özellikten sözetmek istiyorum. Kuran'ı yeterli görmeyenler, Kuran'ın yanında kul kitaplarını da dini kaynak olarak kabul edenler, bu kabullerinin derecesiyle doğru orantılı olarak ayetleri anlamamaktadır. Bu kişilerin, özellikle Kuran'ın anlaşılmasıyla ilgili ayetleri anlamamış olmaları müthiş bir tecellidir. Örnek olarak şu ayetleri verebilirim: 17:46; 41:44; 56:79; 3:7

Elinizdeki kitap, müslümanların arasında yaygın ve yerleşik olan bir çok konuyu sorgulamakta ve SADECE KURAN perspektifiyle bakmaktadır. Peygamberimizden yüzyıllar sonra başlayan hadis uydurma modası sonucu "sahih" oldukları iddia edilen hadis kitaplarına da giren Kuran'a zıt ve çelişkili binlerce rivayetin cesaretle sorgulanması gerektiğine inanıyoruz. "Sakıncalı Yazılar" adlı eserimizde kısmen ele aldığımız bu hususa dikkatle eğilmenizi temenni ederim. Aforoz edilme pahasına da olsa dile getirmeye çalıştığım "Kuran, tüm Kuran, başka şey değil sadece Kuran" mesajının gücü karşısında paniğe kapılan mürteci yobazlar, "Sakıncalı Yazılar" adlı kitabımın ilk baskısını matbaadan çalmak suretiyle ağarmakta olan sabahın aydınlığını karartmaya çalıştılar. şahsıma ve savunduğum davaya karşı hakaret dolu eleştiriler yayımladıktan sonra, bunlara karşı verdiğim cevapları yayınlamak cesaretini gösteremiyen fikir işportacıları, kitaplarıma ambargo koysalar da, matbaadan kitaplarımı çalsalar da, aleyhimde yalan ve iftira kampanyası açsalar da Allah'ın nurunu söndüremiyecekler. Rabbbimiz, dünyanın dört bir yanında, akıllarını kullanan dürüst insanları seçmekte. İleri gidenlerle geride kalanları belirleyecek olan Kuran'ın yeni mesajını (74:30-37) kavrayanlardan olmanız için duacıyım.

Amerika'ya hicret ettikten sonra hazırladığım Kuran çevirisini inşallah pek yakında yayımlayacağız. Elinizdeki kitap bu çevirinin niteliği konusunda size az çok bir bilgi verir sanırım. Rabbimin kelamını öğrenme konusunda gösterdiğiniz samimi gayretlerin sonucunu elde etmenizi temenni ederim.

(10)

ONLAR Kİ SÖZÜ DİNLERLER

Onlar ki sözü dinlerler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah'ın kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir ve onlar akıl sahipleridir (39:18).

Bu ayet, müslümanları bağnaz olmamaya ve değişik düşünceleri dinleyebilmeye çağırır. Müminler her çeşit düşünceyi dinledikten sonra bunların en güzelini seçip ona uyarlar. Müminler akıllarını baskı altına almadan özgürce kullanan kimselerdir. Bu ayetten inananların üç özelliği çıkar:

1. Bağnaz olmayıp fikir özgürlüğünden yanadırlar.

2. Putlaştırılmış insanlara nisbet edilen sözlere körü körüne tabi olmazlar. Sözleri kritik ederek en güzellerini seçerler. Bu seçim işini yaparken en güzel "hadis (söz)" olan Kuran'ın (39:23) önerdiği metodu uygularlar (17:36).

3. Akıl ve anlayış sahibidirler.

Ne var ki, Sönmez yayınları tarafından yayımlanan Fikri Yavuz imzalı meal bu ayetin anlamını aşağıda göreceğiniz gibi parantezlerle bozmuştur:

O kullarım ki, (Kuran'ı) dinlerler. Sonra da onun en güzelini (en açığını ve kuvvetlisini) tatbik ederler. İşte bunlar Allah'ın kendilerine hidayet verdiği kimselerdir ve bunlar gerçek akıl sahipleridir (39:18).

Fikri Yavuz'un verdiği bu meal ne yazık ki bazı yanlış anlamalara sebep olmaktadır. Aynı surenin 23. ayetinde Kuran'ın en güzel hadis olduğu belirtildiği halde, Fikri Yavuz'un mealinden, Kuran'ın sadece bazı bölümlerinin en güzel olduğu anlamı çıkıyor. Üstelik müminler, Yavuzun mealine göre, Kuran'ın en güzel olmayan ayetlerine uymayanlarmış!

Kuran ayetlerini güzellik yarışmasına sokarak güzellerini terkedip en güzellerine uymak, 15:91 ayetinde eleştirilen tehlikeli durumu ortaya çıkarır. Fikri Yavuz, ne yazık ki 15:91 ayetine de yanlış anlam vermiş ve "Kuran" kelimesini, Yahudi ve Hristiyanların "Kitapları" olarak tercüme etmiş ve Kuran'ı, İncil ve Tevrat ile karıştırmıştır. Hatta bir önceki 15:90 ayetinde geçen "muktesimin" kelimesini de Yahudi ve Hristiyanlar olarak yanlış tercüme etmiştir.

15:90 ayetlerinin doğru çevirisi şöyledir:

. . . Tıpkı o taksim edenlere indirdiğimiz gibi! Onlar ki Kuran'ı bölük bölük ettiler. Rabbin hakkı için hepsine soracağız. Yaptıklarının hesabını...

(11)

ERKEKLER KADINLARI GÖZETİRLER, ONLARI

DÖVMEZLER

"Erkekler kadınları gözetmekle yükümlüdür. Zira Allah, herbirine farklı yetenekler ve özellikler vermiştir. Nitekim erkekler evin geçiminden sorumludur. Erdemli kadınlar, (Tanrı'nın yasasına) boyun eğer ve Allah'ın korumasını emrettiği (onur ve iffetlerini) tek başlarına bile olsalar korurlar. Onur ve namusları konusunda endişe duyduğunuz kadınlara öğüt verin, yataklarınızı ayırın, nihayet onları çıkarın.* Ancak, sizi dinleyip vazgeçerlerse onlara karşı bir yol aramayın. Allah Yücedir, Büyüktür."(4:34)

Bu ayet, erkek despotluğunun egemen olduğu yozlaşma döneminde uydurulan hadislerin etkisiyle dört noktada anlam tahrifatına uğramış bulunuyor. Türkçe meallere yansıyan bu hataları sırasıyla analiz edelim:

Birinci hata

Ayette geçen "erricalü kavvamune alennisai" ifadesi, "erkekler kadınları gözetir," yahut "erkekler kadınların geçiminden sorumludur," veyahut "erkekler kadınlara karşı dürüst olmalıdır" biçiminde çevrilmesi gerekirken gördüğüm tüm Türkçe mealler, buradan erkeğin kadınlar üzerinde otoriter olduğu anlamını çıkarmışlardır. Mesela:

Diyanet:

erkekler kadınlar üzerine hakimdirler.

Süleyman Ateş:

Erkekler kadınlar üzerine yöneticidirler.

Osman Keskioğlu:

erkekler kadınlar üzerine yönetici ve koruyucudur.

Ali Bulaç:

erkekler kadınlar üzerinde sorumlu yöneticidirler.

Tüm meal yazarları söz birliği etmişcesine, "kavvam" kelimesini "yönetici, hakim" olarak çeviriyor. Halbuki bu kelimenin geçtiği diğer ayetlerde aynı anlamı vermiyorlar. Örneğin, aynı surenin 135. ayetindeki "kavvamine" kelimesine verdikleri anlamlar şunlardır:

Diyanet:

(12)

Süleyman Ateş:

adaleti tam yerine getirerek Allah için şahitlik edenler olun.

Osman Keskioğlu:

Allah için şahit olarak adaleti gözetin.

Ali Bulaç:

. . . Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutanlar olun.

4:135' de geçen "kavvam" kelimesine "gözeten, tam yerine getiren, ayakta tutan" gibi anlamlar veren meallerimiz, neden 4:34' de geçen aynı kelimeye "hakim, yönetici" gibi farklı anlamlar vermektedirler?

5:8 ayetinde geçen "kavvam" kelimesine de aynı şekilde "gözeten, ayakta tutan" anlamını veren meal yazarlarımız, neden kadınlar söz konusu olunca kelimenin anlamını değiştirip sertleştirme ihtiyacı hissetmişlerdir?

"Kavvam" kelimesi KVM kökünden türer. Bu kökün türevlerinin geçtiği tüm ayetleri incelerseniz hiç bir yerde "yönetici ve hakim" anlamını bulamıyacaksınız. Nitekim Kuran, yönetici ve hakimler için "hükkam" kelimesini kullanır (2:188). Araplar, evin geçimini sağlayan erkekler için şu deyimi kullanırlar: "Fülanün kavamu ehli beytihi" yahut "kıyamu ehli beytihi".

İkinci hata

4:34 ayetindeki "faddelellahu badehum ala badin" ifadesini, "herbirine farklı yetenekler ve özellikler vermiştir" biçiminde çevirdiğimiz dikkatinizi çekmiştir. Tüm mealler, bu ifadeyi, erkeklerin kadınlardan üstünlüğü olarak anlaşılacak bir biçimde tercüme etmişlerdir. Hatta bazı mealler bu üstünlüğün yönünü açıkça belirtir. Örneğin Fikir yayınlarının Nüzül Sebepli Kuran Meali'nde sözkonusu bölüm şöyle:

. . . Bu sebepledir ki Allah bazılarını (erkekleri) bazılarından (kadınlardan) üstün kılmıştır... (4:34)

Parantez içindeki ayırım, putperest ortaçağ Arap kültürünü yansıtan hadis kitaplarının etkisinden kaynaklanıyor. Ayetteki ifade, "faddalellahur ricale alen nisai" (Allah erkekleri kadınlara üstün kılmıştır) biçiminde değil. Ayetteki ifadenin kelimesi kelimesine çevirisi şöyledir: "Allah onların bazılarını bazılarına üstün kılmıştır." Ayetteki "badehum" (bazılarını) kelimesindeki "hum" zamirini sadece erkeklere gönderdiğinizde anlam şöyle olur: "Allah erkeklerin bazısını bazılarına üstün kılmıştır." Bu anlam, kuşkusuz ayetin içinde bulunduğu metinle uyuşmamaktadır. Ancak "badehum" kelimesindeki "hum" zamirini erkek ve kadınlardan oluşan karma bir topluluğa gönderdiğinizde anlam şöyle: "Allah erkeklerin ve kadınların bazısını bazılarına üstün kılmıştır." Yani, Allah erkek ve kadınlara karşılıklı üstünlükler bağışlamıştır. Bunun Türkçe'ye en uygun çevirisi şöyle olabilir: "Allah herbirine farklı yetenekler ve özellikler vermiştir."

(13)

Ayete verdiğimiz bu anlamın doğruluğunu destekleyen bir çok örneğe sahibiz. Bu örnekler üzerindeki detaylı incelemeyi size bırakarak bir kaç tanesine kısaca değinmek istiyorum. İlk delilimizi, incelediğimiz ayetten iki ayet öncesinden getireceğiz:

Allah'ın kendisiyle kiminizi kiminize üstün kıldığı şeyleri çok arzulamayın. Erkeklerin kazandıklarından bir payı ve kadınların da kazandıklarından bir payı vardır...(4:32)

Ayet, erkeklerin ve kadınların farklı payları yani farklı yetenek ve görevleri olduğunu ve bu konuda birbirlerini kıskanmamalarını belirtir.

13:4 ayeti de bizim 4:34 ayetine verdiğimiz anlamı destekler:

Yeryüzünde komşu toprak parçaları, üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar var ki aynı su ile sulanırlar. (Buna rağmen) biz, yemekte onları bir birine üstün kılmaktayız. şüphesiz bunda akıl sahipleri için ayetler var (13:4).

Aynı topraktan çıktıkları ve aynı su ile sulandıkları halde, içerdikleri değişik vitaminler, besinler ve lezzetler ile birbirlerinden farklı özelliklere sahip olan rızıklardan sözeden bu ayetteki "nufaddilu badeha ala badin" ifadesi, herhangi bir meyve veya tahılın bir diğerinden mutlak olarak üstün yaratıldığını bildirmiyor. Aksine, herbirisinin karşılıklı üstünlüklere, yani farklı özelliklere sahip olduğunu vurguluyor. Hurma, bazı yönlerden buğdaydan üstün olduğu gibi, buğday da bazı yönlerden hurmadan üstündür. Üzüm ile hurma, armut ile elma arasında da aynı ilişki söz konusudur. Meyveler arasındaki özellik farkını belirtmek için kullanılan bir ifade, erkekler ve kadınlar için de aynen kullanılıyor. Demek ki erkekler ve kadınlar, hem farklı hem de ortak özelliklere sahip meyvelere benzerler.

Son bir örnek olarak 2:253 ve 17:55 ayetlerini vereceğim. Allah'ın, elçilerini birbirinden üstün kıldığını bildiren bu iki ayetin birisinde Allah'ın Musa ile konuştuğu ve İsa'yı Ruhul Kudüs ile desteklediği belirtilirken diğerinde de Davud'a Zebur'un verildiği anlatılır. Sözkonusu ayetlerde belirtilen kırşılıklı üstünlük farklı özellikleri ifade eder. Yoksa, herhangi bir peygamberin tüm diğer peygamberlerden üstün tutulması sözkonusu edilmiyor. Allah Musa ile konuşmuş, İsa'yı doğuştan peygamber kılmış, İbrahim'i güzel bir örnek ve "halilullah" olarak tanımlamış, Davud'a Zebur'u vermiş, Cinleri ve kuşları Suleyman'ın emrine vermiş, Muhammed'e en büyük ve sürekli mucizeyi vermiştir. Allah, Kuran'da peygamberlerin hiyerarşik bir üstünlük listesini bildirmez. Nitekim, müminler Allah'ın elçileri arasında bir ayırım yapmazlar (2:285). Allah'ın elçilerini üstünlük yarışına sokarak bunun için hadisler uyduran insanlar, Allah'ın buyruğuna karşı gelerek elçilerini uydurma özelliklerle ilahlaştırmışlardır.

Verdiğimiz bu örneklerden anlaşıldığı gibi, 4:34'de geçen "faddalellahu badehum ala badin" ifadesini, "herbirisine farklı yetenekler ve özellikler vermiştir" biçiminde Türkçe'ye çevirmeyi doğru bulduk. Erkeklerin kadınlardan üstün oluşu fikri, İslam aleminde yüzyıllardır süregelen erkek despotluğunu ve zulmünü beslemiştir.

(14)

Üçüncü hata

4:34 ayetindeki "idribuhunne" kelimesi tüm Türkçe çevirilerde istisnasız "o kadınları dövün" diye çevirilmiş (Bu kitabın 1992'de yayımlanan ilk baskısından sonra yayımlanan Yaşar Nuri Öztürk'ün çevirisi hariç). Bu kelime üzerinde incelemeye geçmeden önce karı koca ilişkisi üstüne Kuran'ın bir değerlendirmesini hatırlatmak isterim.

Kendileriyle rahatlayıp huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koyması O'nun ayetlerindendir. Düşünen bir toplum için bunda işaretler vardır (30:21).

Görüldüğü gibi evliliğin amacı sevgi ve merhamete dayalı huzurdur. Erkeğin kadını döverek sağlayacağı bir birlikteliğin bu amaca ne derece uygun düştüğü malum...

"Onları dövün" biçiminde çevrilen "idribuhunne" kelimesinin kökü "DaRaBa" fiilidir. Herhangi bir Arapça sözlüğe bakarsanız bu kelimenin altında uzun bir anlamlar listesini bulacaksınız. Bu liste Arap dilinin en uzun listelerinden biridir. Denilebilir ki "DaRaBa" kelimesi Arapça'da en zengin anlama sahip kelimedir. O kadar çok çeşitli ve farklı anlamlara sahip ki sadece Kuran'da on değişik anlamda kullanıldığına tanık oluyoruz.

• Seyahat etmek, dışarı çıkmak: 2:273; 3:156; 4:101

• Vurmak: 2:60,73; 7:160; 8:12; 20:77; 24:31; 26:63; 37:93 • Dövmek: 8:50; 47:27 • Ortaya koymak: 43:58; 47:27 • (Örnek) vermek: 14:24,45; 16:75,76; 16:112; 18:32,45... • Muaf tutmak: 43:5 • Mahkum olmak: 2:61 • Kapamak, vurmak: 18:11 • Örtmek: 24:31 • Açıklamak: 13:17

Görüldüğü gibi, "DaRaBa" kelimesi Kuran'da bir çok farklı anlamlarda kullanılıyor. Kuran'da geçmeyen anlamlara da sahiptir. Örneğin, Arapça'da parayı "DaRaBa" yaparsın, yani basarsın. Nitekim "darphane" Arapça-Farsça bileşimi bir kelimedir. Arapça'da rakamları birbiriyle "DaRaBa" yaparsın, yani çarparsın. Arapçada "greve gitmek" de "iDRaB" dır.

Türkçemizde'de "vurmak," kelimesi aynı şekilde bir çok değişik anlamlarda kullanılır. "Tutmak" ve "çalmak" da öyle. "Radyoyu çaldım" diyen birisi bu ifadeyle ya hırsızlığını itiraf eder, ya da radyoyu kullandığını bildirir. İnglizce'deki "strike" ve "beat" kelimeleri, Arapçadaki "DaRaBa" kelimesiyle çok yakın özellikler gösterir. Orta hacimde bir sözlüğe bakmak yeterlidir. Hatta "beat it," kabaca "çık dışarı" demektir. Nitekim "idrib" kelimesi de "çık dışarı" anlamına gelir. Kuzey Afrika'da Arapça konuşanlar hala "DaRaBa" fiilinin emir kipini bu anlamda kullanmaktadır.

(15)

Çok anlamlı bir kelimeyle karşılaştığımızda uygun olan anlamını metnin içeriğini, kullanılış biçimini ve sağ duyuyu dikkate alarak seçeriz. Örneğin 13:17 ayetindeki "DaRaBa" kelimesini, "açıklamak" yerine "dövmek" olarak anlasaydık saçma bir sonuçla karşılaşırdık: ". . . İşte Allah hakkı ve batılı böyle döver" gibi...

Dördüncü hata

4:34 ayetindeki "nuşuz" kelimesi de gördüğüm tüm meallerde "şirretlik, itaatsizlik" olarak çevrilmiş. Halbu ki bu kelime, filörtten başlayarak gayri meşru cinsel ilişkiye kadar uzanan sadakatsizlik ve iffetsizlik anlamını da içerir. Nitekim 4:34 ayetini dikkatle incelediğimizde bu ikinci anlamın sözün gelişine daha uygun olduğunu görüyoruz. "Nuşuz" kelimesinden önce geçen "(onur ve iffetlerini) tek başlarına bile olsalar korurlar" ifadesi, evlilik hayatında iffet ve sadakatin önemini vurgulayarak "nuşuz" kelimesinin anlamına açıklık getiriyor.

Dahası, aynı kelime, "nuşuz" 4:128 ayetinde sadakatsizlikte bulunan koca için kullanılıyor. 4:34 ayetinde "nuşuz" kelimesine verilen anlam (şirretlik, itaatsizlik) buraya uygun düşmüyor.

4:34 ayeti, sadakatsiz ve iffetsiz davranan eşine kocasının nasıl davranacağını öğretiyor. Bu uygunsuz tavrın başlangıcında koca öğüt vermeli. Kadın başkasıyla flörte devam ederse kocası yatakları ayırmalı. Bu da yarar sağlamaz ve kadın işi zinaya kadar götürürse o zaman kocası onu evden çıkarmalı (4:34 ve 65:1).

Erkeğini kandırarak evlilik anlaşmasına ihanet eden bir kadını dövmek nihai bir çözüm olamaz. Ancak ondan ayrılmak sıkıntılı da olsa bir olabilir. Bu son tavır gösterildikten sonra boşama konusu hakemler huzurunda gündeme getirilmeli (4:35). Aynı hak, 4:128 ayetinde kadına da tanınmıştır.

Kadınların dinleri ve akılları eksiktir (Buhari)

Namazın önünden kadın, eşek ve siyah köpek geçerse namaz bozulur (Buhari). Kadınlar arasında iyi kadın, yüz tane karga arasında alaca bir karga gibidir (Buhari).

Nikah, kadınlar için bir çeşit köleliktir (Buhari).

Eğer bir kimsenin Allah'tan başkasına secde etmesi söz konusu olsaydı, kadının kocasına secde etmesi gerekirdi (Buhari).

Doksandokuz kadından biri cennette kalanı cehennemdedir (Buhari).

gibi sürüyle uydurma hadisin yer aldığı sözde "sahih" hadis kitaplarını Kuran'dan sonra dini kaynak edinenlerin kadın ve erkek hukuku konusundaki ayetleri doğru anlamamaları kaçınılmaz bir durumdur.

(16)

KADINLARIN ÖRTÜSÜ

Mümin kadınlara de ki ölçülü baksınlar, iffetlerini korusunlar. Görünen kısımları hariç ziynetlerini açmasınlar ve örtülerini göğüslerinin üzerine kapasınlar. . . (24:31)

Muhammed peygamberden sonra en çok süistimal edilen ve saptırılan konulardan birisi kadınlarla ilgili dini kurallardır. Müslüman din adamları, uydurma hadislerle kadınları temel haklarından mahrum ettiler. İslam toplumunda kadınlar, kör, sağır ve dilsiz yaratıklar haline dönüştürüldü. Sarıklı sakallı din adamları, kadını boşama hakkından mahrum ederek, Cuma namazlarına gitmelerini hoş görmeyerek, aybaşı halindeyken namaz kılmalarına, oruç tutmalarına ve Kuran okumalarına izin vermeyerek, eşekler ve köpeklerle bir tutarak, kara kargalara benzeterek, cehennemi onlarla doldurarak, Adem'in suçunu Havva'ya yükleyerek, öğrenim ve öğretimden mahrum ederek, danışma meclislerine ve devlet başkanlığına layık görmeyerek... yüzyıllarca kadınlara zulmettiler.

Ve tüm bunlara ilaveten kadının ancak simsiyah bir çuval (çarşaf) içinde dışarı çıkabileceği fetvasını verdiler. Bir kısmı daha ileri giderek kadının yüzünün siyah bir peçe ile örtülmesinin farz olduğu fetvasını ekledi.

Kuran'da kınanan Yahudi taktiğini (4:46; 5:13; 5:41) aynen uygulayan profesyonel din adamları, hadis ve sünnet diye adlandırdıkları şeytani öğretileri Kuran'la da desteklemek için kelimelerin anlamını kaydırmaya çalıştılar. 24:31 ayetinde geçen "humür = örtüler" kelimesine "başörtüleri" anlamını verdiler. Ne yazık ki sonradan gelen bir çok müslüman geçmişten kaynaklanan bu saptırmaları pek incelemeden aynen taklit ederek bunları kuşaktan kuşağa taşımışlardır:

Diyanet Meali

Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini bakılması yasak olanlardan çevirsinler, iffetlerini korusunlar. Süslerini, kendiliğinden görünen kısmı müstesna açmasınlar. Başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar. . . (24:31)

"Humür" kelimesi, "örtmek " anlamına gelen "hamara" kökünden türeyen çoğul bir isimdir. Bunun tekil hali olan "hamr = örtü" kelimesi aklı örten alküllü ve uyuşturucu maddeler için de kullanılır (5:90). 24:31 ayetinde Allah, kadınlara iffetli olmalarını ve erkekleri tahrik etmemek için örtüleriyle göğüslerini kapatmalarını emreder. Kuran, kadınların başlarını veya yüzlerini örtmelerini değil, göğüslerini örtmelerini öğütler. Ayrıca, ayetteki "felyedribne = kapasınlar" ifadesi dikkat çekicidir. Ne var ki Hadis ve Sünnet izleyicileri bunu "salsınlar" diye çevirerek yanlış anlamı pekiştirmek istemişlerdir. "Salsınlar" kelimesi başka bir yerde, 33:59 ayetinde, "felyüdnine" diye geçer.

Başörtüsünü politik amaçları için istismar ederek müslümanların gündeminin liste başında tutmaya gayret edenlere 7:26 ayetini hatırlatmak isterim. Başörtüsünü Kuran'a sokmak isteyenleri onaylamadığımız gibi, Üniversitedeki kızların giyim ve kuşamlarına karışan şekilci ve despot tavırları

(17)

da onaylamıyoruz. İnsanlar inançlarında ve giyim kuşamlarında özgür olmalı. Çağdışı yobazlık ile çağdaş yobazlık arasındaki fark sadece bir ambalaj farkıdır.

SAÇMA BİR TEHDİT HİKAYESİ

Kim Allah'ın dünya ve ahiret hayatında kendisine yardım etmeyeceğini zannediyorsa, bir yolla göğe (Allah'a) yönelsin ve (putlaştırdıklarıyla ilişiğini) kessin. Sonra uyguladığı bu planın, öfkelendiği şeyleri giderip gidermediğine bir baksın (22:15).

Yukarıda çevirisini gördüğünüz ayet Kuran çevirilerinde en çok yanlış anlam verilen ayetlerden birisidir. Bazı çeviriler hiçbir anlama gelmeyen kelime yığınından oluşmakta, hatta çok komik bir tehdidi Allah'a yakıştırmaktadırlar.

Meallerin bu ayete verdikleri yanlış anlamların örneklerine geçmeden önce 22:15 ayetinden önceki dört ayeti incelersek bu ayetin ne kadar kolay anlaşılır olduğunu göreceğiz.

11. ayet, çevresinin etkisinde kalarak Allah'a ibadet eden taklitçileri eleştirmekte:

Halktan öylesi var ki Allah'a koşullu ibadet eder; başına iyi bir şey gelirse tatmin olur, ancak başına bir felaket gelirse yüz üstü döner. Dünyayı da ahireti de kaybeder. İşte apaçık kayıp budur.

12. ayet, bu tür kişilerin Allah'la beraber başkalarını da ilahlaştırdıklarını belirtir:

Allah'tan ayrı olarak, kendisine ne yarar ne de zarar veremiyen şeylere yalvarır. Sapıklığın en aşırı noktası budur.

Peygamberlerini, atalarını ve şeyh ve evliya adını verdikleri insanları tanrılaştırarak onlardan yardım dilemenin en büyük sapıklık olduğunu bu ayete bakarak kolayca anlayabiliriz. O kişiler, Fatiha suresini okurken "sadece sana kulluk eder ve sadece senden yardım dileriz" diye defalarca Allah'a söz vermesine rağmen bu sözlerini sürekli ihlal ederler. Peygamberlerinin kendilerini şefaat ile kurtaracağına inanan ve peygamberlerinin şefaatı için Allah'ı aracı durumuna sokanlar ne yazık ki atalarını körü körüne izleyenler oldukları için bu şirklerinin farkında bile olmaz. Gözlerini cehennemde açınca şoke olurlar (6:23).

12. ayet, kendilerinden yardım istenen yaratıkların şu niteliklerini vurgular: "Onlar ne zarar ne de yarar veremezler". Nitekim, Muhammed'in de diğer elçiler gibi putlaştırılacağını bilen Yüce Allah, Muhammed'i putlaştıranlara şu uyarıda bulunur: "De ki ben size ne zarar ne de yarar verme gücüne sahip değilim"(72:21 ve 7:188; 10:49; 13:16; 48:11) .

(18)

Zararı yararından daha yakın olana yalvarır. O ne kötü bir mevla, ne kötü bir arkadaştır.

14. ayet, imanlarına şirk bulaştırmayan müminlere olan nimetlerinden söz eder:

Allah, inanıp erdemli davrananları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Allah istediğini yapar.

15. ayet ise, Allah'tan başkasından da yardım bekleyerek şirk içine giren (Allah'a ortak koşan) ve böylece dünya hayatındaki duaları kabul edilmeyen ve sonuçta mutsuz ve ümitsiz duruma düşen kişilere bir yol gösterir. Duanızın kabulünü, dünya ve ahiret mutluluğunu istiyorsanız şunu bir deneyin: Dua, namaz, hayırlı işler gibi bir sebeple Allah'a yönelin ve O'ndan başkasından ümidinizi kesin. Nitekim, pişmanlığın fayda vermeyeceği gün zaten putlaştırdıklarınızla olan bağlarınız kesilecek (2:166). Sadece O'nun yardımını dileyin, sadece O'nu anın. İşte bunu tüm içtenliğinizle becerdiğiniz zaman Allah'ın gerek dünya ve gerekse ahiretteki yardımını mutlaka göreceksiniz. Çünkü Allah, müminlerin halis dualarını kabul edendir. İmanını şirkle karıştıran kişi kendisinin mümin ve muvahhid olduğunu iddia etse de "mümin" değildir (49:14; 6:23).

Sonra onların: 'Ey Rabbimiz, vallahi biz ortak koşanlar değildik' demelerinden başka bir fitneleri olmadı (6:23).

Evet, 11. ayetten itibaren okuyup 15. ayete geldiğimizde bu ayetler arasındaki ilişkiyi kavrıyor ve 15. ayeti rahatlıkla anlıyoruz.

Ne var ki Türkçe mealler, ayetin siyak ve sibakından, yani ayetin bağlamından çıkarılamıyan bilgileri parantezler yoluyla veya hiç parantez kullanmadan metne eklememelerde bulunarak çok garip anlamlar çıkarmışlar.

Kuranın orijinal metninde olmayan kelimeleri parantez içine koymakta en çok titizlik gösteren Prof. Süleyman Ateş'in bu ayete verdiği meali okuyalım:

(Allah, dünyada ve ahirette Resulüne yardım eder). Kim Allah'ın dünyada ve ahirette o (peygamberi)ne yardım etmeyeceğini sanıyor (idiyse ve şimdi Allah'ın ona yardım ettiğini görünce öfkeye kapılıyor)sa öfkesini gidermek için her çareye başvursun. Kendini boğmak için (evinin) göğ(ün)e bir sebep (ip) uzatsın, sonra (kendini yerden) kessin de baksın (bakalım) tuzağı, öfkelendiği şeyi giderebilecek mi?

Yorumlarını parantez içine koymakta titizlik gösteren Süleyman Ateş, ne yazık ki burada dikkatsiz davranmış ve metinde mevcut bulunmayan "kendini boğmak için" ifadesini metinde mevcutmuş gibi vermiştir.

(19)

Allah'ın peygambere dünyada ve ahirette yardım etmeyeceğini sanan kimse, yukarı bağladığı bir ipe kendini asıp, boğsun; bir düşünsün bakalım, bu hilesi kendisini öfkelendiren şeye engel olabilir mi?

Ayetin apaçık anlamını böyle saçma ve komik bir tehdit haline dönüştürenlerin mealini okuyan bir kimse, bu ayetten sonraki ayeti okuduğunda Kuran'a olan inancını kaybedebilir. Zira 16. ayet, Kuran ayetlerinin apaçık olduğunu iddia etmektedir!

Mevdudi, Tefhimu'l Kuran adlı tefsirinde sözkonusu ayetle ilgili olarak şu açıklamayı yapıyor:

Bu ayetin gerçek anlamının ne olduğu konusunda çok farklı görüşler vardır. Bu yorumlardan bazıları şunlardır:

Kim Allah'ın ona (Muhammed: Allah'ın selamı onun üzerine olsun) yardım etmeyeceğini sanıyorsa, kendisini bir ipte tavana assın.

Kim Allah'ın ona (Muhammed: Allah'ın selamı onun üzerine olsun) yardım etmeyeceğini sanıyorsa iple göğe yükselsin de Allah'ın yardımını durdurmaya çalışsın.

Kim Allah'ın ona(Muhammed: Allah'ın selamı onun üzerine olsun) yardım etmeyeceğini sanıyorsa, göğe yükselsin de inen vahiyleri durdursun.

Kim Allah'ın ona (Muhammed: Allah'ın selamı onun üzerine olsun) yardım etmeyeceğini sanıyorsa, göğe yükselsin de ona inen nimetleri durdursun.

Kim Allah'ın ona (zanda bulunan kimsenin kendisine) yardım etmeyeceğini sanıyorsa, kendini bir iple evinin tavanına assın.

Kim Allah'ın ona (zanda bulunan kimsenin kendisine) yardım etmeyeceğini sanıyorsa, yardım istemek için göğe yükselsin.

İlk dört yorum, konunun akışı içinde anlamsızdır, son ikisi ise konunun akışına uysa bile ayetin gerçek anlamını ifade etmekten uzaktır. Konuyu bütünlüğü içinde gözönünde bulundurursak, bu zanda bulunan kimsenin "Allah'a imanın sadece bir kısmına ibadet eden" kimse olduğu meydana çıkar. Bu sözle o şöyle azarlanmaktadır: "Sen Allah'ın hükümlerini değiştirmek için ne yaparsan yap, bu hüküm ve emirler senin düzenlerine uygun düşsün veya düşmesin, kullandığın hiç bir alet ve tuzağın işe yaramadığını göreceksin."

Bu ayet için yapılagelen altı yorumu da reddeden Mevdudi yedinci yorumu bakınız nasıl yapmaktadır:

Kim Allah'ın dünyada da ahirette de ona yardım etmeyeceğini sanıyorsa, (eğer yapabilirse) bir iple göğe yükselsin, sonra onda bir delik açsın da oradan baksın, bakalım onun tuzağı öfkelenmekte olduğu şeyi giderebilecek mi?

Ne gariptir ki Mevdudi'nin yakıştırdığı "mecazi" anlam en az diğerleri kadar anlamsızdır! Mevdudi, muhatabını göğe yükseltiyor, her nasılsa gökte bir delik açtırıyor ve sonra o delikten aşağı veya yukarı baktırıyor!

(20)

Diyanet İşleri Başkanlığı, Prof. Süleyman Ateş, Fikri Yavuz, Osman Keskioğlu, Ahmet Ağırakça, Beşir Eryarsoy, Dr. Ali Özek, Hayreddin Karaman, Ali Turgut, Mustafa Çağırıcı, Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Sadreddin Gümüş, Osman Nebioğlu, Abdullah Atıf Tüzüner, Hasan Basri Çantay gibi meal yazarlarının bu iple göğe asılıp boğulma senaryosunu nereden bulup kopya ettiklerini merak etmiyorum. Zira büyük bir ihtimalle bu senaryo, İbni Abbas, Katade veya Ebu Hüreyre gibi isimlere atfedilen binlerce uydurma rivayetten birisidir. Merak ettiğim tek şey, bu uydurma hikayenin uslubunu kullanarak kendilerine yapacağım şu tehdide ne cevap verecekleridir:

Meal yazarları, 22:15 ayetine verdiğim anlamın doğru olmadığını sanıyorlarsa göğe bağladıkları iplerle kendilerini asıp boğsunlar ve sonra düşünsünler bakalım, bu hileleri kendilerini öfkelendiren şeye engel olabilir mi?

Bu tehdidim akıl ve mantığa uygunsa uygulasınlar. Yok eğer saçma sapan bir tehditse lütfen bu göğe ip bağlayıp kendini boğduktan sonra düşünme hikayesini Kuran meallerinden çıkarsınlar!

İSA GÖKTEN İNECEK Mİ?

O (İsa veya Kuran), saat (dünyanın sonu) hakkında bir bilgi kaynaığıdır. Ondan kuşkulanmayın; bana uyun. Doğru yol budur (43:61).

Yukarıdaki ayet, anlamı kaydırılan ayetlerden biridir. Hicri 2. yüzyılda hristiyanlar tarafından uydurma hadisler yoluyla müslümanların inancı arasına sokulan "İsa'nın gökten inişi" hurafesi bu ayete empoze edilmek istenmiştir (Bak: Yeni Ahit, Yuhanna 14:3).

Kuran-ı Kerim'in en az iki ayetiyle çelişen bu yanlış inanç bazı meallerde parantezlerle karşımıza çıkıyor. Fikri Yavuz'un mealini örnek olarak inceleyelim:

Gerçekten o (İsa'nın nüzulü), kıyamet için (yaklaştığını bildiren) bir beyandır, alamettir. Onun için sakın o kıyametin geleceğinden şüphe etmeyin de benim şeriatime tabi olun. İşte bu biricik doğru yoldur (43:61).

Kuran'ın hiçbir yerinde İsa'nın tekrar geri geleceği bildirilmezken 43:61' deki "o" zamirini (İsa'nın nüzülü) biçiminde yorumlamak nedendir? Böyle önemli bir olaydan neden Kuran haber vermesin? Kuran'ı dikkatle incelediğimizde "İsa'nın gökten inişi" ile ilgili haberlerin Kuran ile çeliştiğini görürüz. İsterseniz beraberce bu konu üzerinde kısa bir incelemede bulunalım.

1. İsa, Allah'ın nebisi, yani Kitap getiren elçisiydi. Üstelik İsa'nın nebi oluşu doğar doğmaz ilan edilmiştir.

2. Nebiler ve Resüller, dünyaya gelmeden önce daha ruhlar alemindeyken göreve atandılar (3:81). Görevleri bittikten sonra bu sıfatlarını kaybetmezler. Ahirette bile nebi ve rasul olarak anılırlar (19:69; 4:69; 25:30).

(21)

3. Muhammed, Allah'ın elçisi ve son nebisiydi. Kendisinden sonra peygamber gelmeyecek (33:40).

4. Yukarıdaki tesbitlerin zorunlu bir sonucu olarak dördüncü madde ortaya çıkıyor: 5. Son nebi olan Muhammed'den sonra İsa tekrar gelmiyecektir. Zira İsa da bir nebiydi.

İsa'nın "ikinci" gelişinde "nebi" olmayacağını iddia etmek, İsa'nın nebi olduğunu bildiren ayetleri inkar etmek olur. İddia edildiği gibi tekrar gelecek olan İsa, Kuran'ı tasdik edecekse, kendisinin peygamber (nebi) olduğunu bildiren ayetleri de tasdik edecek demektir. O zaman da Muhammed'in son peygamber olduğunu belirten ayetle çelişecektir.

İsa'nın gökten inerek tekrar dünyaya geleceğini iddia edenler, 4:159 ayetine de yanlış anlam vermişlerdir. Verdikleri anlama göre bütün hristiyanlar ileride İsa'ya inanacaklardır. Bu ise mümkün değildir. Milattan sonra doğup ölen tüm hristiyanların da İsa ile birlikte hortlamasını gerektiren bu anlayışın çarpıttığı ayetin doğru çevirisi şudur:

Ehli Kitaptan hiç kimse yok ki kendi ölümünden önce İsa'ya (ve getirdiği mesaja) inanmak zorunda olmasın. Kıyamet günü de (İsa) onların üzerine şahit olacaktır (4:159).

"İsa'nın nüzulü" hikayesi nasıl değerlendirilirse değerlendirilsin, ya 19:30 ayetiyle ya da 33:40 ayetiyle çelişecektir. Velhasıl, bu mızrak çuvala sığmamaktadır.

Kuran, ayrıca İsa'nın üç önemli gününden söz eder. Bu günlerin arasında, "göğe çıkış" ve "gökten iniş" günleri yoktur.

Doğduğum gün de, öleceğim gün de ve diri olarak kaldırılacağım gün de selam üzerimedir (19:33).

Tüm diğer insanler gibi İsa'nın hayatının en önemli üç günü vardır: Doğum, ölüm ve diriliş günleri... Aynı günler, Zekeriya peygamber için de sözkonusudur (19:15).

Kuran'ın dışındaki dini kitaplar, bu üç güne iki gün daha eklemektedirler: Göğe çıkış ve gökten iniş günleri...

Yukarıda zikrettiğimiz 19:30 ve 33:40 ayetleriyle çelişmeseydi, İsa'nın hayatıyla ilgili günleri beşe çıkarıp İsa'nın gökten inişini bekleyenlere "iyi beklemeler" diyebilirdik. Ne var ki bu durumda böyle bir temennide bulunmamız mümkün değil!

(22)

HAMR= SARHOŞ EDİCİ MADDELER

İnananlar, sarhoş edici maddeler, kumar, dikili taşlar, şans okları; şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz (5:90).

"Hamr" kelimesi, Türkçe meallerde "şarap" veya "içki" diye dilimize çevrilmekte.

Hamr, örtmek anlamına gelen fiilden türemiş bir isim olup "örten" anlamına gelir. Nitekim Kuran'da kadınların örtüsü için aynı fiilden türeyen bir isim olan "humur" kelimesi kullanılır (24:31). Aklı örten, sarhoş eden her şeye "hamr" adı verilir. Kuran'ın vahyedildiği dönemdeki Arapların geleneksel içkisi şarap olduğu için "örten" anlamına gelen hamr kelimesini ayrıca şarap için kullanmışlardır.

Esrardan eroine, biradan votkaya kadar sarhoş edici herşeyi ifade eden bir kelimeyi sadece şarap ismiyle sınırlamak yanlış bir değerlendirmedir. Nitekim bu yanlış değerlendirmenin sonucu olarak Anadoluda, halkın arasında şarabın dışındaki içkiler pek günah sayılmıyor.

Bazı meallerde "hamr" kelimesi daha genel bir ifade olan "içki" ile tercüme edilmiştir. Nisbeten daha doğru olan bu tercümeler de kelimenin anlamını tam olarak yansıtmıyor. Zira esrar, kokain gibi sinir sistemini etkileyen maddeler, hamr oldukları halde içki kelimesinin içeriğine girmezler.

ÜMMİ PEYGAMBER

... Öyleyse Allah'a ve O'nun elçisi ümmi (İncil ve Tevrat'ı okumamış olan) peygambere iman edin ... (7:158)

Biraz sonra inceleyeceğimiz ümmi kelimesi, İncil ve Tevrat'ı okumayan kişiler için kullanılan bir kavramdır. Kuran'da 6 kez geçen bu kelimenin anlamı zamanla kaydırılmış ve "okuma-yazma bilmeyen kişi" diye meşhur olmuş ve ne yazık ki bu yanlış hemen hemen tüm tefsirlere ve meallere girmiştir.

Ali Bulaç'ın meali, 7:158 ayetinin sözkonusu ettiğimiz bölümüne şu anlamı vermiştir:

Öyleyse Allah'a ve okuması yazması olmayan (ümmi) haber getirici peygamberine iman edin.

Beş kişilik bir heyetin hazırladığı Hikmet yayınlarının mealinde de aynı ayetin tercümesi şöyledir:

O halde Allah'a iman edin. Allah'a ve sözlerine iman eden, okuyup yazması olmayan, Allah'ın elçisi peygambere de.

(23)

Dilerseniz Kuran'da 6 kere geçen "ümmi" kelimesini inceleyelim. "Ümmi" kelimesinin, okuma-yazma bilmeyen anlamına gelmediği şu ayetlerden anlaşılabilir:

Onların içinde bir de ümmiler var ki Kitabı bilmezler. Bütün bildikleri bir takım kuruntulardır; onlar sadece zanna uyarlar. Vay haline o kimselerin ki, Kitabı elleriyle yazıp az bir paraya satmak için, "Bu Allah katındandır" der. Ellerinin yazdığından ötürü vay haline onların! Kazandıklarından ötürü vay haline onların! (2:78,79)

Görüldüğü gibi, Ehl-i Kitabın arasında bulunup da İncil ve Tevrat'ı bilmedikleri için kendilerine ümmi denilen bu insanlar elleriyle yazabilmektedirler.

Allah'ın Kitabı hakkında yeterli bir bilgiye sahip olmayan Yahudi ümmileri, işittikleri rivayetleri Mişna külliyatı olarak yazıp derleyerek dinlerini dejenere etmişlerdir. Kuran Yahudilerden boşuna söz etmez. Bunları bize masal olsun diye anlatmaz. Aynı suçu işlemiyelim, aynı hataları tekrarlamayalım diye anlatır. Ne yazık ki Yahudi ümmilerinin yaptıklarının aynısını müslümanlar da tekrarlamışlar... Ümmi kelimesinin geçtiği yerlerden birisi de 3:20 ayetidir. Buradaki ümmi kelimesi, İncil ve Tevrat'ı bilmeyen Mekke müşrikleri için kullanılır:

. . . Ve kendilerine kitap verilenlerle ümmilere de ki (3:20):

Kendilerine kitap verilenlerin karşıtı olarak kullanılan "ümmi" kelimesinin, okuma yazma bilmeyen anlamında kullanılmadığı apaçıktır. Ayet, "okuma yazma bilenlerle ümmilere de ki" biçiminde olsaydı, o zaman meallerin yakıştırdığı anlam doğru olurdu. 3:20 ayetine göre peygamberimiz dönemindeki Arabistan toplumu İslam'ın başlangıcında iki ana gruptur:

• Kendilerine kitap verilmiş olan yahudi ve hristiyanlar. • Kitaplarla meşgul olmayan ümmiler.

Ehl-i Kitap arasında bulunduğu halde kitaplarla meşgul olmayanlar ümmi ise (2:78,79), ve Ehl-i Kitabın dışında kalanların tümü ümmi ise (3:20; 3:75), ümmi kelimesinin anlamı gayet açıktır. Ehl-i Kitabın dışında, bir sürü okuma yazma bilen insanların bulunuşu da "ümmi" kelimesine yakıştırılan "okuma-yazma bilmeyen" anlamının doğru olmadığını destekler. Nitekim, 3:75 ayeti "ümmi" kelimesinin anlamını çok net bir biçimde ortaya koyuyor.

Mekke, 7. yüzyıl Araplarının kültür merkeziydi. şiir yarışmaları orada düzenlenirdi. Birincilik alan şiirler okunup ezberlensin diye Kabeye asılırdı. Bedir savaşında esir alınan Mekkeli müşriklerin, müslümanlara okuma yazma öğretmesi karşılığında serbest bırakılması rivayeti eğer doğru ise Mekkeli okur yazar oranının diğer bölgelerden daha az olmadığı ortaya çıkar. Ancak Mekkeliler, Kitaplar (İncil ve Tevrat) ile meşgul olmuyorlardı. Yani ümmi idiler. Nitekim Cuma suresinin 2. ayeti Mekkelileri "ümmi" olarak niteler:

(24)

O, ümmiler içinde, kendilerinden olan ve onlara Allah'ın ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara Kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderdi. Oysa onlar önceden apaçık bir sapıklık içinde idiler (62:2).

Kuran, meal yazarlarının iddia ettiği gibi, Arabistan halkını okuryazarlar ve okuryazar olmayanlar diye iki gruba ayırmıyor. Kuran, Arabistan halkını, Ehl-i kitap olanlar ve Ehl-i kitap olmayanlar (ümmiler) olarak iki gruba ayırıyor. Nitekim Kuran'ın tebliğatı açısından konuya bakılırsa ikinci tasnifin çok daha anlamlı olduğu görülecektir.

Kuran, Muhammed peygamberin ümmi olduğunu vurgularken bir suçlamaya cevap vermiş oluyor. Peygamberin tebliğini reddedenler, Kuran ayetlerinin İncil ve Tevrat'tan alıntılandığını iddia ediyorlardı (25:5; 68:15). Peygamberin okuma yazma bildiğini iddia ederek karşı çıkmıyorlardı.

Ümmi kelimesinin Kitap ehli olmayanlar için kullanıldığını belirttikten sonra, peygamberimizin okur-yazar bir ümmi olduğuna dair bazı delillerimizi ve iddialarımızı sıralayalım:

✔ Kuran'ın mucizevi yapısını daha büyütmek için din adamları, peygamberimizin okuma-yazma

bilmediği hikayesini cazip gördüler.

✔ Okur-yazar olmama hikayesini uyduranlar, bu amaçları için "ümmi" kelimesinin anlamını

hafifçe kaydırmayı uygun görmüşlerdir. Halbuki "ümmi" kelimesi Kuran boyunca, İncil ve Tevrat'ı bilmeyenler için kullanılır (2:78; 3:20; 3:75 ; 62:2).

✔ 7. yüzyıl Arapları sayı olarak "ebced" sistemi diye bilinen alfabe harflerini kullanıyorlardı.

Sadece hesabını not etmesi için bile olsa o günün tüccarı okuma yazma bilmek zorundaydı. Muhammed aleyhisselam da peygamber olmadan önce uluslararası bir tüccar idi. Araplar, rakamları ancak 9. yüzyılda Hindistandan alınca "ebced" sistemini terkettiler.

✔ Kuran'ın imlası diğer Arapça kitaplardan farklıdır. Kuran'ın matematiksel mucizesi olan 19

sistemi, Kuran'ın harfi harfine Allah tarafından vahyedilip korunduğunu kanıtlamaktadır. Kuran'daki farklı yazımlar vahiy katiplerinin kişisel tercihlerinden kaynaklanmaz. Örneğin, "salat", "zekat", "hayat" kelimeleri "elif" harfi ile değil, "vav" harfi ile yazılır. 3:96' da Mekke şehrinin ismi "Bekke" olarak yazılır. 7:69' daki "bastatan" kelimesi "sad" ile değil "sin" ile yazılır.

✔ Alak suresinin ilk ayetini, Besmele ile beraber Kuran'a bakmadan yazarsanız Muhammed'in

okur-yazar olduğunu anlayacaksınız. Besmele'nin 19 harf, ilk vahiy olan 96:1-5 ayetlerinin 76(19x4) harf olduğunu, Kuran'da sondan 19. sırada yer alan ve 19 ayetten oluşan Alak suresinde tam 285(19x15) harf bulunduğunu bilerek Besmelede ve ilk ayette geçen "bismi" kelimelerinin farklı yazımı üzerinde düşününüz. Bu farklı yazımları dikte ettiren Peygamberin okuma yazma bilmesinin ne derece makul olduğuna siz karar veriniz.

✔ Peygamberimizin vahiy katiplerine Kuran'ı yazdırıp kontrol ettiği geleneksel kitaplarca kabul

(25)

boyunca sürdürdüğü bu yazdırma işlemi sırasında 28 harfi öğrenememiş olduğunu iddia etmek iki yönden peygambere hakarettir: Bu iddia, ya onun 23 sene içinde 28 harfi öğrenemiyecek kadar yeteneksiz olduğunu, ya da okuma yazma öğrenmemek için 23 sene boyunca özel bir gayret gösterdiğini ifade eder. Hiç bir müslüman bu şıklardan birini tercih edemez.

✔ Bedir savaşında esir aldığı Mekkelileri on müslümana okuma yazma öğretmesi koşuluyla

serbest bırakan ve okuma yazmaya bu derece önem veren bir peygamber neden okuma yazma öğrenmesin? Allah kendisine okuma yazmayı haram mı kılmıştı? İlk vahiyle kendisine "Oku!" diye emretmemiş miydi? Arkadaşlarını, müşriklerden bile okuma yazma öğrenmeye teşvik eden bir peygamber nasıl olur da söylediği şeyi kendisi yapmaz. "Ey insanlar, niçin yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz?"(61:2), ". . . insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz?"(2:44) ayetleri böyle bir davranışı kınamıyor mu?

✔ Alak suresinin ilk beş ayetinden oluşan ilk vahiy okur- yazarlığı teşvik ederr. İkinci vahyin

ismi de "Kalem" olup yazı yazmayı över.

Velhasıl, tüm bu deliller peygamberimizin okur-yazar olduğunu ortaya koyuyor. Ümmi kelimesinin anlamını kaydıranlar 29:48 ayetini de bu doğrultuda tevil etmeye çalışmışlardır. Peygamberimizin daha önce İncil ve Tevrat gibi hiçbir kitabı okumamış ve yazmamış bulunduğunu anlatan bu ayetin çevirisi şöyledir:

Sen ondan (Kuran'dan) önceki hiç bir Kitabı okur değildin, elinle de herhangi birisini yazmıyordun. Böyle olsaydı, batılı arayanlar kuşkulanırlardı (29:48).

Muhammed'in Kuran'dan önceki kitapları okuyup yazmadığını belirten bir ayetin anlamını kaydırmak suretiyle bu ayetten son peygamberin okur-yazar olmadığı sonucunu çıkarmak isteyenler çelişkiye düşmektedir. Zira onların verdiği anlama göre en azından Kuran'ın indirilmesiyle birlikte Muhammed'in okuma yazmayı öğrenmiş olması gerekir!

MEZARLARA GİDİNCEYE KADAR

Mezarlara gidinceye kadar (varlıklarınızı) çoğaltmanız sizi meşgul etti (102:1,2).

Ölünceye kadar zihinlerini mal mülk biriktirmekle meşgul eden istifçi ve ihtiraslı insanları şiddetle kınayan bir suredir Tekasür suresi... Kazandığı servette yoksulu hak sahibi kabul etmeyen günümüzün materyalist tipi bu ayetlerin baş muhatabıdır.

İkinci ayette geçen "mezarlara gidinceye kadar" ifadesi ölümü anlatır. Her an çevremizde tanık olabileceğimiz mal-mülk kazanma ihtirasını kınayan bu ayetin anlamı, bir nüzül sebebi rivayeti yüzünden daraltılmış ve dünyada bir daha gerçekleşmeyecek bir tavır haline sokulmuştur. Güya soy soplarının çokluğuyla övünen Evs ve Hazrec kabileleri ölülerin mezarlarını saymaya kadar işi uzatmışlar da bu sure onun üzerine inmiş!

(26)

Diyanet meali bu iddiayı ayetin orijinal metninde mevcutmuş gibi yansıtmıştır:

Çoğunluk olmak iddianız sizi o kadar meşgul etti ki, mezarları ziyaretle oradakileri de sayacak kadar oldunuz.

Bir çok Kuran meali, muhteris, stokçu, mal mülk biriktirmekten başka şey düşünmeyen, kelle sayısıyla gurur duyan tüm insanları eleştiren bu ayetlere, "mezar sayımı" gibi garip bir olayı yakıştırarak ayetin pratik etkisini öldürmüşlerdir. Böylece, "mezar saymayan" bir sürü dünyaperest, kendilerini bu ayetlerin muhatabı görmeyeceklerdir.

Bir sürü gereksiz paratezlerle adeta bir parantezler ormanı haline sokulan Nüzül Sebepli Kuran Meali, buna rağmen orijinal metne ait olan mealler ile yorumlarını birbirlerinden ayırmakta titizlik göstermiştir. Nitekim Tekasür suresinin ilk ayetlerini şöyle tercüme etmişlerdir:

(Kavminizin) çokluk(uy)la böbürleniş, sizi (o derece) oyaladı (ki); sonunda (gidip) kabirleri ziyaret ettiniz (ve ölülerinizi sayıp birbirinize karşı böbürlenmeye kalkıştınız).

Kuran'ın anlaşılması için nüzül sebeplerini gerekli görenler, Kuran'ın açık, tamam, detaylı ve mükemmel olduğuyla ilgili ayetleri (6:114,115; 16:89; 11:1; 12:111) tekrar okumalıdırlar. "Korunan bir Kitabın", korunmamış çelişkili rivayetlere muhtaç sayılmasının "korunan kitabın" anlamının tahrifi anlamına gelmez mi?

DETAYLANDIRILMIŞ

A.L.R. Bu öyle bir kitaptır ki, Bilge ve herşeyden haberdar biri tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış ve sonra detaylandırılıp açıklanmıştır (11:1).

Ayette geçen "fussilet" kelimesi, FSL (ayırma) kökünden türemiş olup, "detaylandırılmış, açıklanmış" anlamlarına gelir. Aynı kökten türeyen "mufassal" kelimesi de "ayrıntılı" anlamına gelir. FSL kökünden türeyen "tafsil" kelimesi de "ayrıntılı açıklama" demektir. FSL kelimesinin değişik kiplerde kullanıldığı bir kaç ayetten örnekler verelim:

Talut, orduyla birlikte ayrıldığı -FaSaLe- vakit. . .(2:249)

şüphesiz Allah kıyamet günü aralarını ayıracaktır -yaFSiLu-. . . (22:17) Bilen bir toplum için ayetleri açıkladık -FeSseLna-. (6:97)

Bilgiyle detaylandırdığımız -FaSsaLnahu-, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olan bir kitabı onlara getirdik. (7:52)

(27)

Aklını kullanan bir toplum için ayetleri işte böyle açıklıyoruz -nuFeSsiLu-. (30:28)

(Bu Kuran) uydurma bir hadis değil; ancak, kendinden öncekileri doğrulayan, her şeyin açıklaması -taFSiLe külli şey'- ve inananlar için bir hidayet ve rahmettir. (12:111)

O (Allah), size Kitabı tam detaylanmış -muFaSsaL- olarak indirmiş iken ondan başka hakem mi arayayım? (6:114)

Parantezlerin bolluğuyla dikkati çeken Nüzül Sebepli Kuran Meali, 11:1 ayetinde geçen "FuSsiLet" kelimesine çok acaip bir anlam vermiştir:

Elif-Lam-Ra. Bu (böyle) bir kitaptır ki, ayetleri (en kat'i hüccet ve delillerle) sağlamlaştırılmış (her türlü eksiklikten uzak)tır. Sonra (insanların muhtaç olduğu her şeyden haberdar olan (Allahü Teala) tarafından bildirilmiş (indirilmiş)tir.

Kuran'da 43 yerde geçen FSL kelimesinin türevleri hiçbir yerde "bildirme", yahut "indirme" anlamlarına gelmemesine rağmen, "fussilet" kelimesine, parantez içinde ve parantez dışında olmak üzere iki kelime ile yakıştırılan bu yanlış çeviri, Kuran'ın Allah tarafından detaylandırılıp açıklandığını kabul etmeyen anlayışın kasıtlı veya bilinçaltı bir tecellisidir.

DÜNYA YUVARLAKTIR

Bundan sonra, yeri yumurta biçimine soktu (79:30).

Yeryüzünün yumurta gibi yuvarlak olduğu Kuran'ın vahyinden yüzyıllar sonra kanıtlandı. Eski Müfessirler dünyanın düz olduğunu zannettiği için, "yumurta biçimine soktu" anlamına gelen "DaHHA" kelimesini "düzenledi, döşedi" biçiminde yorumladılar.

Bu geleneksel yorumun etkisinde kalan çağdaş meal yazarları da bu yorumları aynen kopya etmekte. Örneğin beş kişilik bir heyet tarafından hazırlanan ve Hikmet Neşriyat tarafından yayımlanan meal, sözkonusu ayeti şöyle tercüme ediyor:

Bundan sonra yeryüzünü düzgün bir şekle soktu.

Kuzey Afrika'da Arapça konuşan halkın arasında hala yumurta için kullandığı "dahhy" ve kuluçka için kullandığı "medhhy" kelimelerinin kökü "DHHY" dir. Bu kökten türeyen bir fiil olan "dahha" kelimesini burada "döşedi, düzeltti" biçiminde çevirmek, Kuran'ın ilahi kaynağına kuşku çamurları sıçratmaktır.

Eski Kuran yorumcuları, Dünyanın yumurta biçimine sokulmasını o günkü bilgileriyle kavrayamadıkları için dahha (yumurta) kelimesinden medhha (kuluçka) nın kastedilmiş olması

(28)

gerektiğini ileri sürmüşler ve "yumurta biçimine soktu" ifadesinin, "kuluçka gibi düzenledi" anlamına gelen bir kinaye olduğunu kabul etmişlerdir.

Geçmiş müfessirler bu konuda mazur görülebilir; ama artık ilkokul çocuklarının bile dünyanın düz olmadığını bildikleri bir çağda yaşayan meal yazarlarının geçmiş müfessirlerin zorlamalı yorumlarını kritik etmeden kopya etmeleri küçümsenmeyecek bir hatadır.

Üzerinde yaşadığımız gezegen, yakın planda düzgün değil, dağlar, ovalar ve vadilerle engebelidir. Uzak planda ise devekuşu yumurtası gibi elipsoittir. Hangi açıdan bakarsanız bakınız, yerküreye yakıştıramıyacağımız bir nitelik olan "düzgün" kelimesi, bazı meallerde neden hala yer alır?

Halbuki 39:5 ayeti dünyamızın yuvarlak olduğunu çok net bir biçimde anlatır:

Gökleri ve yeri hak ile yarattı. Geceyi gündüzün üzerine yuvarlıyor, gündüzü de gecenin üzerine yuvarlıyor. Güneşi ve ayı buyruğu altına aldı. Hepsi (dünya, güneş ve ay) belli bir süreye kadar akıp gider. İyi bil ki O Azizdir, çok bağışlayandır (39:5).

Ayette geçen "yuKaViRu" kelimesi, yuvarlamak, sarmak, dolamak anlamına gelir. Nitekim, küre kelimesi aynı kökten türemedir.

79:30 ayetini, Süleyman Ateş'in meali aslına uygun olarak çevirmiştir: Bundan sonra da yeri yuvarlattı (79:30).

DÜNYA DÖNÜYOR

Ne Güneşin aya yetişmesi mümkündür ne de gece gündüzü geçebilir. Hepsi (güneş, ay ve dünya) bir yörüngede yüzer (36:40).

36:40 ayetinde geçen "küllün" kelimesinin Türkçe karşılığı "hepsi" dir. Bu kelime, Arapçada genellikle en az üç şey için kullanılır. Zira "iki şey" için tesniye denilen ayrı bir kalıp mevcuttur.

Ayetteki "hepsi bir yürüngede yüzer" ifadesinden önce en az üç gökcismi anılmalı ki "hepsi" kelimesi normal işlevini yerine getirsin. İlk bakışta dikkatimizi sadece iki gök cismi çekiyor: Güneş ve Ay... Peki üçüncü gök cismi nerede? Ayeti incelediğimizde üçüncü gök cisminin "gece ve gündüz" kelimeleriyle tanımlandığını görüyoruz. "Gece ve gündüz" kelimeleriyle hem Dünyanın kendi etrafındaki dönüşüne işaret edilir ve hem de Güneş ve Aydan sonraki üçüncü gök cismine yani Dünyaya telmihte bulunulur. Böylece Dünyanın yörüngesindeki ikinci hareketine de değinilir.

Bazıları, üçüncü gök cismini ayette arayacağına gökte aramış ve "küllün=hepsi" kelimesini tatmin için "yıldızlar"ı parantezle ayetin kapsamına sokmuştur. Hasan Basri Çantay'ın, Celaleyn tefsirinden dipnotla transfer ettiği yıldızları, Fikri Yavuz parantezler:

Ne Güneşin Aya yetişmesi mümkün olur, ne de gece gündüzü geçer. Hepsi (Güneş, Ay ve yıldızlar ayrı ayrı) bir felekte yüzerler, devirlerini tamamlarlar(36:40).

(29)

Dünyamızın hem kendi hem de Güneş etrafındaki dönüşünü gayet veciz bir ifadeyle anlatan ayetler dikkatle incelenmeden, geçmiş tefsirler kritik edilmeden nakledilen yorumlar elbette tam isabetli olmayacaktır. Dünyanın hareket halinde olduğunu çok açık bir ifadeyle anlatan 27:88 ayetini de siz inceleyiniz. Bu ayetin nazil olduğu dönemden yüzyıllar sonra yaşamalarına rağmen o devrin yaygın inanışının etkisinde kalarak bu ayetin anlamını kaydırmaya çalışan müfessirler görmekteyiz. Ayette tasvir edilen hareketin, dünyanın sonu geldiği vakit sözkonusu olacağını ileri sürmüşlerdir. Ne var ki, Kuranın, dünyanın sonuyla ilgili tasvirlerini az çok bilen bir kişi, 27:88'de anlatılan hareketin ona işaret etmediğini rahatlıkla anlar. Merak edenler, Kuran En Büyük Mucize adlı eserimizin ikinci bölümündeki incelememize baksın.

Yeri gelmişken size, inanılması güç bir haberi nakletmek istiyorum. Hicri 1395, miladi 1975 senesinde Medine İslam Üniversitesi, Suudi Arabistan'ın Diyanet İşleri Başkanı olan Abdülaziz bin Baz'ın bir kitabını yayımladı. Kuran'ın inişinden 1400 sene sonra, Kuran'ın indiği ülkedeki bir üniversite tarafından yayımlanan bu kitap, bu günkü Arapların seviyesini sergileyen ibret verici belgelerden biridir. Aynı zamanda, Kuran'ın 1400 yıl önce yaşamış bir Arab'ın düşünceleri olamıyacağını da doğrulayan bu Kitabın ismi:

"Gezegenlere Gitmenin Mümkün ve Dünyanın Sabit, Güneşin ise Hareket Ettiğina Dair İlmi ve Nakli Deliller"

Suudi Arabistan'ın en yetkili dini lideri olan Bin Baz, Medine İslam Üniversitesi tarafından yayımlanan bu kitabın ilk sahifelerinde yeni bir fitneden söz ediyor. Halkın dünyanın yuvarlak olduğuna ve güneşin etrafında döndüğüne inanmasını üzüntüyle gördüğünü ve bu korkunç fitneye dur demek için bu kitabı kaleme aldığını ifade ediyor. Dünyanın yuvarlak oluşuna ve döndüğüne inananların, kafir veya mürted olduğuna 23. sahifenin başında fetva veren Bin Baz, bu cehalet ve sapıklığın, Kuran ayetlerini ve Muhammed'in hadislerini inkardan kaynaklandığını iddia ediyor. Daha sonra, iddiasına nakli delil olarak Buhari ve Müslim'de geçen uydurma bir hadisi aktaran Bin Baz, Dünyayı yuvarlak ve hareketli bilenlerin tevbe etmemesi halinde mürted kabul edilerek öldürülmelerinin vacip olduğuna, kanlarının ve mallarının helal olduğuna fetva veriyor. (Araplara uzun yıllar dini liderlik yapmış bu zat, Kuran'ın matematiksel kodunu keşfeden Dr. Reşad Halife'nin katline de fetva vermişti).

Bin Baz Hazretleri, bu ilkel tehditlerin ardından ilmi delillerini şöyle sıralıyor:

. . . Eğer ileri sürdükleri gibi dünya dönüyor olsaydı, ülkeler, dağlar, ağaçlar, nehirler, denizler bir kararda kalmazdı. İnsanlar batıdaki ülkeleri doğuda, doğudaki ülkeleri batıda görecek, Kıblenin yeri sürekli değişecek ve böylece Kıblenin bir kararı kalmayacaktı. Velhasıl, gördüğünüz gibi bu iddia, daha bir çok yönden yanlıştır. Fakat sözü uzatmak istemiyorum. . .

Suudi Arabistan'a dini klavuzluk etmiş olan bu zatın hezeyanlarının, 20. yüzyılın son çeyreğinde Medine İslam Üniversitesinin "İlmi" yayınları arasında yayımlanması, İslam dünyasının içinde bulunduğu geri kalmışlığın nedenini açıklamaya yeter sanırım. Bu adamın oluşturduğu bir "ulema" komisyonunun önderliğinde Kuran'ın matematiksel mucizesine karşı da savaş açan ve bu büyük Kuran mucizesinin aleyhinde cehalet dolu kitaplar yayımlayan bu kişileri yakın bir azap bekliyor. Allah'ın bu büyük mesajını iptal etmek için Besmele'nin harflerine zam yapanlar ve Allah'ın ismini tahrif edenler 20:133-135 ayetlerine muhataptır.

Referensi

Dokumen terkait

teknik detaylarini bilemedigimden kafam karismis olmali, cunku turkiye cumhuriyetinin ilk hukumetinde, sonra besinciden onikinciye (her ikisi de dahil) kadar olan

Fahr- i Kâinat, aynı cevabı verdi: ‘Ben okuma bilmem!’ Hazreti Cebrail, ikinci kere Efendisi (sallallâhu aleyhi ve sellem )’i kucakladı ve sıkıp bıraktıktan sonra

Bu iki açıklama yakın tarih, uzak tarih tamamlandıktan sonra, programınız bir üçüncüsüne geçmektedir; bu kez söz konusu olan, 1962 yılının dünya ölçeğindeki

Daha sonra, Halil İnalcık’ın Osmanlı padişahının ve yüksek zümrelerin hayatının bir parçası olan kültürde “ortak-yaşarlık” tespitinin üzerinde durulacak ve

Rumeli'de istikrarin saglanmasina sebep olan anlasmalar yapildiktan ve bölge harpsiz bir döneme girdikten sonra artik Anadolu'daki pürüzlerin ortadan kaldirilmasina sira

«Aydınlanmaya engel teşkil eden, bu geçici bedenin içindeki Atman'ın ihtişamını gören kişi; Atman'ın her şeyin yaratıcısı ve sahibi olan Tanrı ile bir ve

Düşüncenin farklılığa karşı kayıtsız olduğu, farkın zaten varolan bir şey olduğu, önemli olanın herkes için Aynı olan, yani evrensel hakikat olduğu

Bu kategori Allah’a inanç açısından üçüncü bir kategori olan bilinemezci (agnostik) kategori olarak ele alınabilir. Evrim teorisi için de aynı ay- rım yapılabilir.