• Tidak ada hasil yang ditemukan

A. Aziz Durî - İlk Dönem İslam Tarihi - Bir Önsöz (trc. Hayrettin Yücesoy).pdf

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Membagikan "A. Aziz Durî - İlk Dönem İslam Tarihi - Bir Önsöz (trc. Hayrettin Yücesoy).pdf"

Copied!
158
0
0

Teks penuh

(1)

İLK DÖNEM

İSLAM TARİHÎ

-bir önsöz-

Prof. A. Aziz Durî

Çeviri

Hayrettin Yücesoy

(2)

endülüs yayınlan 9 İslam medeniyeti ve tarihi dizisi 1

özgün adı

mükaddimetün fı tarih-i sadri'l-islam darûlmeşrik 3. baskı beyrut 1984 dizgi endülüs baskı doğan ofset kapak endülüs endülüs yayınlan çatalçeşme sokak no: 27/26

34410 cagaloğluAstanbul p .k .: 1377 sirkeci/istanbul

posta çeki no: 477370 tif. 528 38 74

(3)
(4)

içindekiler SUNUŞ 7 TÜRKÇE BASKI İÇİN ÖNSÖZ 13 BİRİNCİ BASKIYA ÖNSÖZ VE İTHAF 19 İKİNCİ BASKIYA ÖNSÖZ 21 ARAŞTIRMA PLANI 23 I TARİHÇİLERLE BERABER 27 II

İLK DÖNEM İSLAM TARİHİNE KAPSAMLI BİR BAKIŞ 63

III

İLK DÖNEM İSLAM TARİHİNDE ARAP TOPLUMUNUN GELİŞİMİ 135

(5)
(6)

SUNUŞ

İbni Haldun'un merkezi bir noktaya oturttuğu tarih il­ minin, daha sonra giderek bu seçkin yerini kaybetmesinin getirdiği sonuçlar üzerinde yapılacak bir araştınma entere­ san sonuçlar verebilir. Gerçi tarih ilminin bu gerileyişi genel gerilemenin bir birimiydi ama tarih bir yanda bizdeki kültü­ rel ilmi durgunluğun öbür yanda batı sosyal bilimlerinin kendilerini dayattırması sonucu meydana gelecek "sosyal bilimler krizi"nin belkide önüne geçebilecek potansiyele sahip en önemli alternatif çıkış yoluydu.

Batı uygarlığının tarihsel koşullanmn ve tabii gelişme­ sinin yansımalanndan olan sosyal bilimlerin ardarda ortaya çıkıp, kültürel yapısı, medeni gelişmesi farklı bir çizgi izle­ miş olan İslam dünyasına intikali ve bu bilimlerin gelenek­ sel ilimlerie girdiği gizli savaş, sonuçta geleneksel ilimleri­ mizi bir malumat yığınına çevirip çöküşe iterken aynı za­ manda, araştınma objesi olan İslam medeniyet ve kültürünü tehlikeli bir biçimde partikülarize etmeye koyulmuştur. Bu atomizasyonun oluşturduğu tehlike fıkıh, kelam ya da tarih ve felsefe gibi kökleri güçlü geleneksel araştınma alanlany- la ilgili olarak yapılan çağdaş incelemelere bir göz gezdirdi­ ğimizde daha net bir şekilde görülür. Bu incelemeler hem düşünce mirasımızı diyalog kurması imkansız dairelere bölmekte hem de bu ilimlerin materyaline uygun ilimlerin

(7)

Yalnız bütün problem yeni disiplinlerin geleneksel iJimlerimizi kasıp kavunna?:' değildir. Bundan daha önemli bir konu ilimlerimizin uzun zamandan beri geriye sayıyor olmasıdır. Hicretin ilk dörtyüzyılını dolduran siyasal çekiş­ melerin, kültürel etkileşimin, hizbi tartışmaların, sosyo­ ekonomik gelişmelerin bir sonucu olarak teşekkül eden müslüman zihniyetinin o mahşeri devinimde yarattığı imaj­ lar, çerçeveler ve -hatta-paradigm'ler hicretin dördüncü yüzyılından sonra hizipler, fırkalar ve ekolller arasındaki diyalogu engelleyen perdelere, ideolojilere dönüştü. Kişili­ ğin insicamını muhafaza edebilmek için halk zihniyetinin ulaştığı göreceli olarak basit sentezler, enteUektüel düzeyde hiç bir zaman ciddi bir kabul göraıedi. Fıkıh, Kelam ve Ta­ savvuf tarihini inceleyen bir kişi hicretin beşinci yüzyıhn- dan sonraki dönemde, teşekkül döneminde oluşan görüşle­ rin bazan iyi bazan kötü bir tekranra görecektir, bu da haliy­ le herşeye rağmen ilk yüzyıllarda varolan fikri saydamlığı yoketmiş, değişik eğilimler arasında kalın perdeler meyda­ na getirmiştir. O halde geçirdiğimiz sarsıntının çok önemli tarihi temelleri bulunmaktadır.

Peygamber dönemi ilahı olanın tarihi olanla kaynaştığı, İlahî iradenin tarihe direkt olarak müdahale ettiği bir süreçti. Vahyin kesilmesiyle bu süreç reel anlamda bitmişti ama Müslümanların bu yönlendirici unsura tekabül eden şeyi hayatlanna aktaracak kahcı müesseseler oluşturup oluştu- ramamalan tarihlerinin bir çok alanını aydınlatacak anahtar bir unsur olacaktı. Bu nokta her ne kadar çözülmüş gibi gö­ zükse de çözülmüş değildir ve ciddi, inter disipliner, kap- samh bir çalışmayı gerektirmektedir.

Düşünce tarihinde dikkatimizi çeken bir nokta İslami- tarihi unsurlann griftliği ve ekoller arasındaki fikri diyalog ve tartışmalann çok bariz bir şekilde akidevi bir platforma oturmasıdır. Fıricalar ve mezhepler arasındaki tartışmalarda

(8)

küfür, fısık, iman gibi kavramlann anahtar bir özellik ka­ zanması ve bunun belli bir süreçten sonra yarattığı etki ve oluşturduğu zihniyetin düşünce tarihimizdeki yeri de ince­ lenmesi gereken önemli konulardandır. İslami-tarihi unsur­ ların araştırılıp parametre olarak kullanılabileceği bir ince­ leme mezhepler, fırkalar, ekoller arasında tartışma konusu olan bir çok konuda yeni ve açıklayıcı ufuklar açabilecektir. Bu da tabiatıyla eıicen olanla mütcahhir olan arasındaki far­ kı ve bu iki durum arasındaki gelişme eğrisini takip edebile­ cek esnek bir disiplin ve kapsamlı bir bakışaçisı gerektir­ mekledir.

Ama her halükarda İslamın ilk dörtyüzyılının siyasal, sosyal, iktisadi, kültürel ve fikri açıdan geniş kapsamh ve dikkatli bir analizden geçirilmesi gerekiyor. Bu özel ihtima­ mın nedeni İslam medeniyetine damgasını vurmuş genel özelliklerin, akımlann bu dönemde ortaya çıkmış ve netleş­ miş olmasıdır. Eğer İslam tarihi bu merkezi merhalesinde sağlam bir analize tabi tutulursa bundan sonraki merhalele­ rin problemlerini perdeleyen müteahhit imgeler de çöke­ cektir. Böylece başta ifade edilmeye çalışılan kültürün ken­ disini yeniden üretebilmesine kapı aralanmış olacaktır.

Durî'nin haklı olarak üzerinde durduğu gibi tarih, bir malumat deposu ve salt bir kronoloji değildir. Tarih, bir yanda geleneksel ilimler, öbür yanda sosyal bilimlerin çev­ relediği merkezi bir yere oturtulursa halihazırda sahip oldu­ ğumuz düşünce ve imajlann bir çoğunda köklü değişiklik­ lere yol açacaktır. Bu haliyle tarih, alışıla gelmiş harcı alem gevezelikler uzmam görüntüsünden sıynhp, sosyal bilimler arasında köprü vazifesi gören geçirgen saydam bir analiz yöntemine dönüşecektir.

Ömek vermek böyle bir önsözün smırlannı aşmakla beraber siyasi düşünce tarihimizin bir takım problemlerine işaret edebiliriz. Siyasal düşünce, tarihimizde fıkıh, kelam.

(9)

felsefe ve tarih arasında bölüşülmüştür. Bunun nedenleri üzerinde düşünmek gereklidir. Öte yandan siyasi düşünceyi oluşturan ana unsurlar Kur'an ayetleri ve özellikle hadisler­ dir. Siyasi düşüncenin analizi söz konusu olduğunda fıkıh ve kelamın yardımı sorunun ne kadanm çözebilecektir? Geleneksel felsefe disiplini konunun hangi boyuüanm ay­ dınlatabilecektir? Ya da bağımsız olarak çağdaş disiplinle­ rin hangisi böylesi bir konuda tatminkar bir sonuca ulaşacak araçları barındırmaktadır?

İbni Haldun belli alanlarda yöntem tıkanıklığının farkı­ na varmıştı ama artık çağında iyice belirginleşen imajlar onu mecrayı değiştirecek adımını atmaktan alıkoymuştu. İbni Haldun kişiliğini bölmemek, kültür dairesini Çatlatma­ mak için belirgin bir şekilde "hilafetin kureyşIiği" konusun- da-tespiti reel olduğu halde-"ievil" yoluna sapmıştı. Sünnî epistemolojisi onun zamanında engelleyici bir perdeye dö­ nüşmüş o cevval zekayı bir bulmaca çözücüye çevirmişti.

P halde siyasi düşünce, tarihi gelişimini izleyebilecek, kalıcı ve geçici unsurlannı görebilecek, onu genel kültür da­ iresinin içinde değerlendirip uygun yerine oturtabilecek, onu çevreleyen koşuUan ve bunlarla ilişkisini analiz edebi­ lecek, dini ve konjüktürel unsurlannı ayırabilecek bir bakı- şaçısını gerektirmektedir. Bu da geleneksel ilimlerle, çağ­ daş disiplinlerin yardımını alan tarihi analiz yöntemiyle gerçekleştirilebilir.

Bunlan dikkate almadan, birazda apolojizmin oluştur­ duğu nostaljik bir kültür kopmasından sözetmenin anlamı yoktur. Bu açıdan bakılınca Prof. Durfnin çalışmalan özel bir önem kazanmaktadır. İslam dünyasında analitik, inter- disipUner çalışmalann halihazırda mevcut olmadığı düşü­ nülürse bu adımın ehemmiyeti daha iyi anlaşılır. Corci Zey- dan, Filip Hitti, Haşan İbrahim Haşan gibi kaynaklann ciddi bir araştıımaya temel olması beklenmemelidir. Arap dün­

(10)

yasında 40' lı yıllardan sonra İslam tarihine ilgide bir canlı­ lık belirmiş ve öncü çalışmalar ortaya çıkmış olmasına rağ­ men "sosyal bilimler krizi" Arap dünyası için de geçerlidir. Batıdaki çalışmalann ilk ciddi örnekleri ise Dozy, Ceatani, Wellhausen, Van Vloten, Lammens tarafından verilmiştir. Ancak bu bilim adamlarının temel eksiği -ideolojik önyar- gılannın olmadığını varsaysak bile- tarihlerinin, dünya gö­ rüşlerinin, kültürlerinin, şartlannın oluşturduğu kavram ve çerçevelerle İslam medeniyetine eğilmeleriydi. Daha sonra Goldziher, Gibb, Madelung, Van Ess, Walt gibi bilimadam- lannın nisbi olarak daha objektif bir çizgiye oturmasında bir yandan klasik oryantalizmin çözülüşü, öbür yandan İslam dünyasının da bu konuda ciddi şeyler söylemeye başlaması pay sahibidir.

Durî'nin elinizdeki çalışması İslam tarihinin ilk döne­ minin açıklamasını, yorumunu yapma iddiasındaki üç önemli çalışmadan birisidir. Durî 1949 yılında bu konuyla il­ gili makalesini yazdığı zaman Batıda Van Vloten ve Well- hausen'in açıklama tarzları geçerliydi ve İslam dünyasını da etkilemişti. Durî’nin tezi kitapta da görüleceği gibi temelde İslami akım ile kabilevi akım diye tanımladığı iki akımm çatışmasına dayanmaktadır. Durf ye göre İslamın ilk döne­ mindeki değişim ve dönüşümlerin motoru eski sosyo-kültü- rel yapıyı temsil eden kabilevi akımla yeni yönelişi, ilkeleri ve mefhumları temsil eden İslami akım arasındaki çatış­ maydı.

Daha sonra Gibb 1953 yılında "An İnterpretation of Islamic History" sonra da 1955 te "The Evolution of Go­ vernm ent in Eariy Islam"(*) adlı makalesini yazdı ve ilk (*) Daha saıra bu iki makete d i|e r biıtakım makelerle birlikle Studics on thc Ci-

vilisation of İslam adb kitapta yayınlandı. Türkçe çevirisi Endülüs yaymla- nnca yakında yayınlanacakür.

(11)

dönem İslam tarihindeki merkezi problemin Merkez-çevre ilişkisinde ve Mekkelilerin otoriteye bakış tarzıyla kabilele­ rin otoriteye bakış tarzı arasındaki farkta olduğunu söyledi. İslam, etkileri şurada burada fon olarak ortaya çıkan kültü­ rel bir motiften ibaretti.

Sonra da Martin Hinds doktora çalışmas'ınm bazı ma­ kalelerini yayınlayarak ("Kufan Political Aiigments and their B ackground in M id-Seventh C entury A.D." ve "The M urder of Caliph Othman") Gibb'in tezini eleştirdi ve yeni bir tez ortaya koydu. Hinds'a göre temel problem eyaletlerdeki değişik güç odaklarının çatışmasıydı. Önce gelenler ile sonra gelenler arasındaki çatışmada merkez as­ lında taraflardan birisinin yanında yeralmak dışında pek bir şey yapmamıştı.

Her üç tez de titiz incelemeler sonunda ortaya konmuş düzeyli tezler olmakla beraber Durî^’nin tezi daha açıklayıcı görünmektedir. Durî’nin tezini esas aldığımızda Gibb ve Hinds'ın tezlerini de dışlamamış olacağız.

Bu önsözün çerçevesi içinde bu konulara ancak işaret edilebilirdi. Bu açıklamaların kitabın muhteviyatı konusun­ da okuyucuyu aydınlatmış ve teşvik etmiş olması umulur. Son olarak hocam DurTye Türkçe baskıya bir önsöz yazdığı için teşekkür etmek isterim.

Kasım, 1990 İstanbul

(12)

TÜ RK ÇE BA SK I İÇİN ÖNSÖZ

Büyük önemine rağmen ilkdönem İslam tarihi haketti- ği ilgiyi bulamamıştır. Bu durum belki dc rivayetlerin çok­ luğu, karışıklığı ve çelişkisiyle ilgilidir. Rivayetlerin çoklu­ ğuna rağmen, bu dönemin araştmlması-incelenmesi güç gedikleri vardır. Aynca bu dönemin tarihi olayları bazan akide ile kanşır, bazı rivayetleri vukuundan sonra oluşmuş bakışaçılan ve gelişmelerden etkilenirler. Bütün bunlar, ta­ rihî araştırmada güçlü-sıkı bir yöntemi, rivayetlerin eleşti­ rel bir incelemesini, ilk kaynaklann ve müelliflerinin eği­ limlerinin anlaşılmasını gerektirir.

Bu "önsöz", bu dönemin kaynaklarını ve onunla ilgili rivayetlerin incelemesini ele almamıştır. Fakat kaynak in­ celemesinin önemini anlatmak, araştırmalarımızda veya kaynaklanmızda bulunan yaygın bir çok kavramın yeniden gözılen geçirilmesini sağlamak için, diğer bir yolla kaynak- lanmızı ve onlara etki eden unsurian tanıtmayla çalışmış­ tır.

Tarihî dönemler şu iki yöntemle ele alınabilir: Döne­ min çeşitli alanlarına ilişkin ayrıntılı, derinlemesine araştır­ malar, ya da çizilecek genel hatlar çerçevesinde dikkatli, ay- nntılı araştırmalara kapı açmak için, dönemin genel hatları­ nı çizecek, temel eğilimlerini bir bütün olarak ortaya koya­ cak kapsamlı bir bakış sunmaya çaba göstermek olabilir. Bu

(13)

araştırma bu dönemi incelemek isteyenlere böyle bir yar­ dımda bulunabilir.

Genel eğilimlerin ve hatların incelenmesi, tarihî dö­ nemlerin süreklilik gösteren yönlerinin anlaşılmasına yar­ dım eder. Bu nokta, ilkdönem İslam tarihinin -hatta daha öncesinin- incelenmesinde hayatf bir önem taşır. Tarih ha­ reketinde sürekliliğin temsil edildiği coğrafî ve beşerî alan­ lar bulunmaktadır. Bu olgu, örneğin Arap yanmadasmın uluslararası ticaret yollan üzerinde bulunması, Araplann îslamdan önce bu ticaretteki rolleri, ticarî faaliyetlerin İs­ lam fetihleri neticesinde güçlenmesi, Araplann deniz ve ka­ ra ticaret yollanmn etrafına egemen olması ve uluslararası geniş bir pazar oluştunnalannda olduğu gibi, müteahhir Ca- hiliye dönemiyle ilk İslam döneminde müşahede edilebilir. Aynca İslamdan önceki dönemde dil ve dilin kültürel rolü ve bu rolün devam ederek özellikle Arapçanın vahiy, sonra da hilafet dili olması nedeniyle İslamla kökleşmesi de söy­ lenmelidir. Beşerî faktöre ve Araplann sahrarun sıhhî hava­ sında -sınırlı kaynaklara rağmen- sürekli artışına da işaret edilebilir. Bu durum‘bedevilerin sürekli bir biçimde ziraî alanlara baskı yapmalanna ve banşçı yollarla ya da fetihle bu alanlara yayılmalanna yol açtı. İslamla birlikte ovalann kapılan, tabii yayılmaya ve ziraî alanlara zarar gelmeden genişlemeye açıldı. Hatta daha sonra toprağa özen gösteril­ mesine ve ziraat alanlanmn genişletilmesine neden oldu.

Eğilimlerin gözönüne alınması ilk İslam dönemindeki olaylar arasında bağlantıyı ortaya koyar: Emevi dönemi, kendinden önceki dönemlerden kopuk değildi. Raşidun dö­ neminde başlayan fetih dalgasıra, Emevi döneminde onu ta­ mamlayan bir fetih dalgası takibetti. Emevi dönemindeki idari ve mali düzen, Raşidun dönemi idari ve mali düzeninin bir uzantısını ve gelişmişini temsileder. Raşidun dönemin­ de inşa edilen ve düzenlenen savaşçılann (=mukâtile) bu­

(14)

lunduğu merkezler (hicret yurtlan, cündler) medenî merkezlere dönüşümlerini Emevi döneminde gerçekleştir­ diler. Hilafet merkezinin yarımadanın dışma taşınması ve bunu izleyen değişimler, güç merkezlerinin yarımadanm dışına intikali ile Raşidun dönemi sosyal ve İktisadî geliş­ melerinin bir sonucuydu.

Tarihi siyasî, sosyal, İktisadî v.s. gibi bölümlere ayır- maya.alıştık. Bu durum aynntılı çalışmalar açısından tabii­ dir. Ancak tarihsel seyir parçalar halinde değil, aksine çeşit­ li yönlerinde grift, mütekamil bir yürüyüştür. Bu nedenle, toplumun ve devletin dokusunu genişliğine, derinliğine gö­ rebilmemiz için, tarihî döneme bazan, değişik alanlara aynı anda dikkat edebilen kapsamlı bir bakışla eğilmemiz yerin­ de olur. İslâmî harekete baktığımızda bedevî, yan yerleşik ve yerleşik Arap topluluklarının başlangıçta tabii, fetihlerde yerleşiklerin (Kureyşli'lerin, Medineliler'in ve başkalan- nın) komutasında ve yönlendirmesinde yanmada dışına çı- kışlannı, cihad üzerinde ısrar etmesiyle hilafetin eğilimini ve bu hedefi gerçekleştirmek için onun düzenlemelerini gö­ rürüz: Hilafet, savaşçılann yerleşme merkezleri ve cihadın hareket noktalan olmalan için "hicret yurtlan" ve savaşçı merkezleri kuruyor, savaşçılan tanzim etmek ve atâ'iannı(*) belirlemek üzere divanı oluşturuyor, fethedilen topraklan ümmete ait bir vakıf sayıyor ve savaşçılara mal sağlamak için vergileri -Cizye, Haraç, Öşür- düzenliyor, atâ'yı sadece cihada katılmak için yeni kurulan şchirlere(emsâr) hicret edenlere tahsis ederek, yanmadada kalanlara ise birşey ver­ miyor. Fetihten sonra yarımadadan yeni merkezlere hicret genişliyor ve yeni güç merkezleri oluşuyor. Sonra da gelişe­ rek, Arap-İslam kültürünün temellerini atacak vc alanını belirleyecek kültürel faaliyet üslerine dönüşüyorlar. Bu (*) 'Alâ (çoğulu atayât ve u'tiyât) savaşçılara nakdi veya ayni olarak tahsis edi­

(15)

merkezlerdeki toplumlar, kabilevî topluluklar biçiminde başladılarsa da, İslam ve Araplık çerçevesinde medenî top­ luluklara dönüştüler.

Bu dönemle ilgili araştırma genel bir yargıya ulaştırdı. Bu da, İslâmî ilke ve yönlendirmelerle kabilevî mefhum­

lar arasında, yeni ve dinamik olanla eski ve durgun olar. arasmda, kabile kavramıyla ümmet/devlet kavramı ve bunlara ilişkin tavır ve meydan okuyuşlar arasında ge­ nel hayatta bir karşılaşmanın ve cepheleşmenin olduğu­ dur. Bu karşılaşmaya dikkat edilmeden ilkdönem İslam ta­

rihinde bir çok olay ve gelişmenin anlaşılması mümkün de­ ğildir. Riddenin yorumu ya da fitne'nin analizi veya "kabile

asabiyeti" denilen şeyin Emevi dönemindeki rolünün bu

dönemde kabilecilikle İslam arasındaki bağ gözönüne alın­ madan tahmin edilebilmesi mümkün müdür? Bu dumm, fe­ tihlerde ve kültürel hayatta da görüldüğü gibi bazı alanlarda bu bağın olumlu olmasını engellemez. Buna rağmen yazı­ larda yaygın olan Emevi döneminin kabilevi bir dönem ol­ duğu, kabile asabiyetinin ve Yemeni- Mudarî kabileler arasındaki çatışmanın, tslamdan önce varolanın bir uzantısı olarak devam ettiğidir. Bütün bunlar dikkatten uzak görüş­ lerdir. Emevi döneminin başlangıcından beri kabileler yer­ leşmeye yöneldiler ve kabile topluluklan eyaletlerde sürek­ li olarak medenî topluluklara dönüştüler. Bu topluluklar Emevi döneminde, Abbasiler'in gelişiyle ani bir şekilde ile­ ri, refah ve lüks içinde yaşayan medeni topluluklara dönü­ şen bedeviliğe yakın topluluklar değildiler. Bu tarihî açıdan olmamıştır. Aksine Emevi çağı, İslam kültür ve medeniye­ tinin temellerinin atılmasında paysahibi olan bir dönemdi. Diğer yandan, Emevi dönemindeki kabile çatışması İslam öncesi su, otlak ve öç savaşlan çatışmasından farklıydı. Ka­ bile asabiyeti şimdi, sosyal ve İktisadî gelişmeler sonucun­ da kabile iç dayanışmasının sarsıldığı bir anda, otorite ve

(16)

devlet içinde nüfuz ka/anm a çatışmasına dönüşmüştü. İş­ te bu dumm, daha önce bulunmayan ve Emcvi döneminde ortaya çıkan büyük kabile gmplaşmalannı açıklar. Bu kabi­ lelerin kökenleri kuzeyli, güneyli olmayabilir. Aksine belki de yerleşik kabilelerle temelde bedevi veya yan yerleşik ka­ bileler arasındaki anlaşmazlıklara bağlıdır.

İslami ilkelerle kabile mefhumlan arasındaki karşılaş­ ma belki de Emevi döneminde Mevaliye bakışta ortaya çı­ kan yaygın eğilimi açıklar. Mevalinin sosyal açıdan dışlan­ mış, siyasî ve İktisadî açıdan ezilmiş olduklan, bu sebeple de kinlerinin arttığı ve büyük ayaklanmalann arkasında ye- raldıklan söylenir. Bu bakış açısı temelinde batılı ırkçı (ya da milliyetçi) mefhumlar banndınr. Emevi döneminde or­ taya çıkan ayaklanmalar, hilafet kavramı ve hilafetin üze­ rinde yükseldiği temellerle bağlantılıydı ve değişik hizbî ve siyasi eğilimlerle mevcut otoritenin arasında bir çatışmay­ dı. Bu ayaklanmalar aynca bilinen Arap şahsiyeüerinin ko- mutasmdaydı. Mevali ise tek bir sosyal grup değildi. Birle­ şik bir tavırian ve genel eğilimleri de yoktu. Bu nedenle ta­ vır ve konumlan genellikle antlaşmalılan (Mevalileri) olan Arapların ve İslami mefhumlann etkisiyle bağlantılıydı.

Mevaliye karşı takınılan olumsuz tavırlar, soy şerefini vurgulayan bazan da zenaate-meslege küçümseyici nazar­ larla bakan kabile anlayışını izleyen cemaatlerden geliyor­ du. Bu bakış açısı devletin ve İslami ilkelere tutunan grupla- nn bakış açısı değildi. Aksine bunlar kabilevî mefhumlann karşısına geçtiler. Eğer Cizyenin yeni müslüman olanlardan alınması gibi durumlar olduysa bu, istisnaî bir durumdu ve Araplan da etkileyen mali buhranlann bir sonucuydu. Ayn-, ca uygulama yeni müslüman olmuş ve hemen inidad etmiş gruplarla sınırlı kalmıştı. Aynı şekilde Mevali hiziplere, ayaklanmalara (ki bunlar temelinde Arap karekterliydi) ve Arap-İslam ortamında kültürel hayata katıldılar. Bu katılım

(17)

Mevaliden müsta'reb(Araplaşmış)ler tarafından gerçek­ leştirildi. Kültürel harekete katılım bazılannın arzuladığı gibi ırka bağlı değildir. Aksine dille, Arap ve İslam fikrf or­ tamıyla ilgiliydi. Müsta'reb olanların ve diğerlerinin bu ka­ tılımı Arap ve İslam Kültürünün zenginleşmesine yardım etti.

Son olarak bu kitabın, öğrenci ve araşurmacılan, İslam tarihinin merkezî bir döneminin incelenmesinde yaygın bir çok görüşü yeniden gözden geçirmeye ve kaynaklann daha iyi bir şekilde kritiği ve kavranması için çaba göstermeye it­ mesi dilenir. Bu, tarihin yeniden okunması için bir çağrı­ dır. Bu çağrı eski fakat yeni bir çağrıdır.

Eylül, 1990 Amman

(18)

BİR İN C İ BASKIYA ÖNSÖZ VE İTH A F

Bu görüşler ve değerlendirmeler 1943 kışı ile 1949 yazı arasında İslam Tarihi dersleri verdiğim sıralarda ulaştığım sonuçlardır. Varacakları yer beni ilgilendinneksizin kaleme alıyorum. Sonuçta bunlar tartışma içindir ve sadece bir gö­ rüşü ifade ederler. Bütün dilediğim bu kitabın ele aldığı problemler üzerinde okurlann benimle beraber düşünmele­ ridir.

Kitabı iki bölüme ayırdım. Birinci bölümde dikkat çe­ kici, önemli gördüğüm bazı, alanlarda araştınma yöntemi ve dökümanı açısından Arap tarihine ilişkin çalışmalarımızı tartıştım. Bunlar dagımk görüşlerdir ve aralannı zaruret bir­ leştirmiştir.

İkinci bölüm, değişik alanlarda ilkdönem İslam tarihini kapsamh bir bakışla analiz eder. Hedefi, önemli kişiliklerin de etkisine dikkat ederek olaylan oluşturan ve esas özellik­ lerini kazandıran temel yönelimlere ulaşmaktır. Bu bölüm, aynntıları uygun yerlerine koymayı ve gerçek değerlerini venneyi kolaylaştıracak net bir "iskelet" oluşturmaya yö­ nelik bir çabadır.

Kim olursa olsun bir yazar, ortamının, kültürünün, fikıî olgunluğunun, zamammn ve yerinin şartlanna tutsaktır. Bi­ linçli ya da bilinçsiz olarak bunlardan etkilenir. Ancak

(19)

bi-limsel tarihî araştırma mutlak anlamda tarafsızlığı gerekti­ rir. Bu sayfalarda bunu gerçekleştirmek için çaba göster­ dim.

Bu mütevazi sayfalan hediye etmeyi düşündüğümde, özellikle çokça soru soran, tartışan ve bununla bağımsız il­ mi bir kişilik ve düşünce oluşturmak isteyen öğrencilerim­ den daha fazla hak sahibi göremedim. Bu kitabı onlara hedi­ ye ediyorum.

31 Temmuz, 1949 Bağdad

(20)

İK İN C İ BASKIYA ONSOZ

Bu kitabın birinci baskısından bu yana yıllar geçti. An­ cak kitap içerdiği görüşler açısından izah ya da sınırlama dı­ şında bir değişikliğe uğramadı. Ders verme ve araştırmayla geçirdiğim bu dönemde görüşlerimi değiştirmeye neden olacak birşey görmedim. Bazı paragraflann yeniden yazımı ve açıklayıcı bazı notlar eklemekle yetindim.

Aynca birinci baskının iki makalesine üçüncü bir ma­ kale eklemeyi uygun gördüm. Bu makale, ilkdönem İslam tarihinde Arap toplumunun gelişimiyle ilgili görüş ve de­ ğerlendirmelerimin toplamıdır. Makalede bazan tekrarlar olabilir, ancak bu dönem hakkında daha kapsamh bir düşün­ ce oluşmrabilmek için İktisadî ve sosyal gelişmelere bir ko­ pukluk olmadan işaret etmek gerekliydi.

Temennim bu kitabın ilk dönem İslam tarihinin temel hatlan, büyük akımlan ve genel eğilimleri konusunda kap­ samh bir suret vermesidir. Biz kendi tarihimizi derin ve

kapsamlı bir şekilde anlamaya en fazla muhtaç olanız. A. Aziz Durî

(21)
(22)

ARAŞTIRMA PLANI

Birinci makale:

Tarihçilerle Beraber

1) Tarihin icülliirci, ikiisadî, siyasî ve sosyal olarak ay- nlması ve bu aynmın zayıflığı. Ayırmanın zararlanm ve ta­ rihin değişik alanlarım aynı anda incelemenin önemim açıklamak için ilk dönem İslam tarihinden örnekler.

2) Arap tarihi üzerindeki keyfiliğin tehlikesi. Hizipçili­ ğin etkisi, Şuubiyye tehlikesi. Bunun açıklanması için ilk Abbasî dönemine kadar İslam tarihinden örnekler.

3) Arap tarihçilerinin zaman ve doğal gelişme faktörü­ nü hareket ve değişimlerde görmemeleri ve bu gelişimi kişi­ lere nisix;t etmeleri. Malî sistemden, Karmatî hareketinden, Abbasi davetinden bu durumu açıklayıcı örnekler.

4) Müstensihlerin hatalan ve bunun çarpıtma olgusuna etkisi.

5) Arap tarihinin hakim aileler temeline göre yazılışı­ nın teselsüle etkisi ve birtakım kapalıhklan oluşturması. Abbasi döneminin Emevi dönemiyle bağından örnekler.

6) Tarihi araştımıanın kaynaklann anlaşılması ve türü konusundaki zayıflığı.

7) Kaynak eleştirisinin ve araştırmada kapsamlı bir ba­ kışa uymanın önemi.

8) Mevzu rivayetler ve tarihçi açısından önemi. Sonuç.

(23)

ikinci Makale:

îlk dönem İslam tarihine kapsamlı bir bakış.

Arap ülkelerinin coğrafyası ve bunun tarihlerine etkisi. îslamm doğuşunun hemen öncesinde sosyal, iktisadf, siyasf ve dinî gelişmeler. Mekke toplumunun önemi, İslamın doğu­ şu ve bazı özellikleri. Eski (kabilevî ilkeler) ile yeni (İslam daveti) arasındaki çaüşma ve bunun ilk dönem İslam tarihin­ deki büyük önemi. Risalet dönemi ve Peygamberin önlemleri döneminde çatışma. Ridde olayında çatışma ve İslâmî akı­ mın zaferi. İslâmî akımın fetihlerle ilerlemesi -iktisadi et­ menlerin analiziyle birlikte-. Hilafet kurumunun doğuşunda kabilevi ve Îslamî faktörler. Ebu Bekir'in seçimi, Ömer'in ge­ lişi, Şura, İslami akımla kabilevi akım arasındaki şiddetli ça­ tışmanın (buna İktisadî faktör de eklenir) bir sonucu olarak "birinci fime" kabilevi akımın yükselişi ve Emeviler"in geli­ şi. Kumluşu sırasında Emevi devletinin zayıf noktalan. Eme- vi döneminde kabilevî akımın etkisi. İslami akımın nüfuzu­ nun genişlemesi ve etkisi. Mevali tehlikesi, mali sistem ve et­ kisi, İslami yönelim ve Abbasi davetinin sosyo-ekonomik programı. Vaadle uygulama arasında Abbasiler ve sonınlan. Araplaria diğerleri arasında İslâmî esaslar üzerinde yardım­ laşmayı gerçekleştirme konusundaki başarısızlıklan. Üçüncü makale;

İlkdönem İslam tarihinde Arap toplum unun gelişimi. Araplann geçim standardına İslamın etkisi. Kabileler ve eyaletler. Emevi döneminin başlangıcında Araplar ve Ehli zimmet, Mevalî. Emevi idaresi. Hicret yurtlarının medeni merkezlere dönüşümü. Arazi mülkiyeti. Arap olmayan ce­ maatlerin gelişimi. Abbasi ayaklanması ve etkisi. Yeni İkti­ sadî gelişmeler. Ziraat, ticaret. Şehir hayatı, Am- me'nin(Avam) ortaya çıkışı. Mevali ve Farslann yönelimle­ rinin ve eğilimlerinin netleşmesi. Sonuç.

(24)
(25)
(26)

Tarihçilerle Beraber

Tarih kültürde, sosyal ve ahlakî oluşumda açık rolü olan canlı bir konudur. Mevcut durumlann anlaşılması ve gele­ cekteki yönelim ve gelişmelerin tahmin edilmesinde de etki­ si vardır. Kendisi ise, düşüncc akımlanndan ve genel geliş­ melerden etkilenir. Bunun içindir ki, tarihin yorumunda- dinî, fciseiî, maddî, bilimsel-varsayımlar çoğaldı; analiz metotlannda görüş farkhiıklan oldu. Kimisi tarihte "doğal yasalar" aradı, kimisi "determinizm" dc ısrar etti, kimisi ise "sürekli kaos" gördü, bazısı da "ibret, deney ve fayda" bul du. Tarih bu konuda yazmak isteyenler için kolay denilebile­ cek bir alandır. Bu nedenle daha çok boş arzulara ve çok az dikkatli araştırmalara sahne oldu.

(1) Tarih alanı geniştir; ileri görüşlülük, sabır ve çile is­ ter. Araştırmayı kolaylaştırmak için tarih, siyasî, kültürel, sosyal, dinî, İktisadî gibi bölümlelere aynidı ve tarihi coğraf­ ya ve beşeri hicretler gibi diğer araştırmalarla çevrelendi.

Ancak bu gibi aynmlann her hangi bir temeli yoktur, ak­ sine tehlikesi vardır. Çünkü, siyasi, sosyal, İktisadî, kültürel olaylar grift ve birbiriyle etkileşim halinde olan olgulardır. Tarihi coğrafyanın güçlü bir etkisi vardır, beşeri hicretlerin ise tarihin oluşum ve gelişiminde canlı bir rolü bulunur. Bir alandaki gelişmelerin diğer alanlar bilinmeden anlaşılması bunun için mümkün değildir. Bölümlere ayırma ise

(27)

araştır-manın sonuçlannı birbirinden ayınr ve hepsini eksilt ve çe- JişiJc yapar. Bu durumu açıklayacak bir örnek verelim: İsla- mın ilk dönemleri araştınldıgında ve çeşitli araştırmalar arasında bir karşılaştırma yapıldığında Araplann Arapyan- madası dışına çıktıklannda yıkılmış, parçalanmış milletler­ le yüzyüze geldikleri ve dolayısıyla bunlann Araplar karşı­ sında çöktükleri göze çarpar. Denilir ki, Araplar askeri ka- rekterlerini korumak ve temel görevleri olan savaşa devam etmek için müstakil askerî kamplara yerleştiler. Zafer ve ta- assub sarhoşluğu onlan çevresindekileri hakir görmeye itti. Ve denilir ki, onlar ümmî ve bedevî olduklanndan yönetim, yazı ve özellikle malî alanlarda başkalarına dayandılar. Kültür tarihini incelediğimizde Araplann hemen "münbit hilal" medeniyetine boyun eğip onun akıntısına kapıldıklan ve tüm şeyleri komşulanndan kopye ettikleri söylenir. Böy- lece medeniyetleri yamalar ve tezatlarla doldu.

Ancak buna rağmen bunlar, İslamın ilk dönemlerinde estetik bir şiirin ve zengin bir edebiyatın varlığım kabul edi- yoriar. Araplardan hadis, tarih, tefsir ve fıkıhla uğraşanlann çokluğu sizleri dehşete sürükler. Beşeri açıdan tarihe baktı­ ğımızda ise, fetihle beraber gelen Arap hicretinin bedevi ka­ bileleri medenî topraklara ittiği, bundan önce de Arap ve Sa­ mi göçleri olduğu ve bazı Arap topluluklannm Münbit Hi- lal’de uzun zaman yaşadıkları ve diğer medeniyetlerden özellikle Sami medeniyetlerinden etkilendikleri söylenir. Bununla beraber görüyoruz ki, kabileleri bu dalgaya doğru yönlendiren güç, siyasette, yönetimde, dehada, fıkıhta, ede­ biyatta nice parlak örnekler ve dahiler yetiştiren Kureyşti. Buna rağmen onlar, Kurcyş’i bedevî bir kabile ohnakla suç­ luyorlar. Bundan sonra sen de Güney Araplanna ne olduğu­ nu kendi kendine sormaya başlıyorsun? Onlann bu yeni devlet ve medeniyette hiç rolleri yokmuydu? Herhangi bir cevap alamıyorsun.

(28)

Bu şekilde birbirine zıt yargılar ortasında bocalayıp du­ ruruz. Kendi kendimize soralım; Araplar nasıl çcvrelerin-

dckileri küçük gördüler, onlardan ayrıldılar sonra da garip bir süratle yine onlardan etkilendiler? Varlıklarıyla, kendi­ leriyle bu kadar övündükleri halde, bu "yamalı bohça" için onu nasıl terkettiler? Yalnız Şamlıların Sıffın'de bcşyüz adet mushaf kaldınp "tahkim"i istediklerini rivayet etlikleri halde, bütün bunlardan sonra onlan nasıl ümmi olmakla suçlayabiliriz? Peki, Peygamberin(s) ve sahabenin Medine mescidinde başlattığı ve Raşidun'un tüm Arap yarımadası düzeyinde öğretimi yayma çabalan ne oldu? İlk İslam döne­ minde Arap kültürüne bir göz attığımızda Arapların İslami ilimlere yöneldiklerini, Peygamberin hadislerine, Kur'anın hıfzına ve tefsirine, Münbit Hilal ve fethedilen yerlerde kar­ şılaştıktan yeni dummlann çözümü için teşrii’ye önem ver­ diklerini, şiir ve arapçayla ilgilendiklerini görürüz.

Bunun yanı sıra şiirde-bolluğu ve yeni sanatlarına ilgi alanında-bir pariama, aruzuyla ilgilenmeye yönelik bir eği­ lim, arapçaya, nahiv ve sarf kurallannın konulmasına veri­ len önem dikkatimizi çeker. Ayrıca Peygamberin "gaz- ve"leri ve "siref’iyle, fetihlerle, ümmetin durumuyla-Arap eyyâmı ve ensâb’ı yanında-ilgili tarihi çalışmalann başlan- gıçlannı görürüz. Peki, bütün bunların mağlup milletlerin kültürüyle bağlantısı ne?

Kültür hareketinin bayrağın taşıyan parlak topluluğu incelediğinizde onların Medine'de yetişip Peygamberin yanında kültür edinen sahabe ve sahabe oğullarından ve bunların gözetiminde kültürlenen İslam ülkesinin çeşitli yerierinde bulunan kişilerden-ki genel olarak hepsi Araptı, az bir bölümüde onlann kültürüyle yetişen Mevalidendi- meydana geldiklerini görürüz.

Yönetime gözattığımızda onun basit başlangıçlarla or­ taya çjktığını sonra da serpilip geliştiğini müşahade ederiz.

(29)

Rcsul(s) zekat, ganimet ve Arap yanmadasmda Cizyeyle il­ gili yeterli temelleri ortaya koymuştu. Ömer b. el-Hattâb geldiğinde yönetimi fethedilen bölgelerde-özeUikle Irak, Şam ve Mısırda- mevcut kültür geleneklerinden-ki bu kül­ tür birikiminin kökleri şüphesiz bu bölgenin en eski tarih dönemlerine kadar uzanır-faydalanarak geniş kapsamlı bir şekilde tanzim etti. Bu nedenle, Ömer'in önlemleri bir böl­ geden öbürüne, yerii miras farkmdan dolayı değişiklik gös­ terebilmiştir. Ama buna rağmen, bu değişikliklerin tam or­ tasında birliğe ve birleşik bir yapı oluşturmaya yönelik eği­ limlerin variıgım seziyomz. Ömer, Araplann cihad eden bir ümmet olmalarını istedi; bunun için atâ ve erzak sistemini bu yönelime uygun olacak biçimde oluşturdu. Ömer, Arap­ ların ziraate yönelmelerini hoş karşılamadığından onlara "mesaj"lannı hatırlatarak şöyle diyordu; "Sîzler yeryüzün­ de halife kılınmış, insanlara hükmeden kişilersiniz... Size iki topluluk dışında hiç kimse karşı çıkmayacaktır. Birinci­ si, İslama boyun eğmiş, Cizye veren, çaba ve gayretleriyle kazandıklanm aldıklannız, onlann çabasıyla yararlandığı­ nız topluluk... Diğeri ise, Allahın kalplerini korkuyla dol­ durduğu topluluk. "(1)

Ömer Cizye'yi, ödeyenlerin boyun eğme sembolü ola­ rak görüyordu. Ancak o, yeni bir İslami ilke soktu. Farklılık bu kez çoğaunlukta ve ırkta değil,dinde olacaktı. Böylece, müslüman olan herhangi bir insan vergi ödeme sorumlulu­ ğundan kuıtuluyordu. Zekat ve sadaka ise Allah'ındı. Yine onun zamaranda malî idareyi birleştirme çabalarının başla­ dığını ve üzerinden henüz bir yüzyıl geçmeden de idarenin birleştirildiğini görüyoruz.

Ömer, Arapçalaştırma yönünde ilk adımını askerler için Arapça divanlar inşa etmekle ve Sasani-Bizans parala-(1) el-Taberi (el-Malbaa el-Huseyniyye) 5/27

(30)

rina Arapça ibareler nakşetmekle attı. Aynı şekilde Kur'an'ın toplanması ve metninin sabiüeştirilmesi, dilin bir­ liği ve temellerinin otunnası yamnda lehçeler üzerinde ısra­ ra da bir darbe idi. Bu, Kur'an'ın ümmetin anayasası ve teşrî'nin ilk unsuru olması nedeniyleydi.

Araplar, Arap olmayanlardan formalitelerini bildikleri yerel yönetim alanında, özellikle verginin toplanması ve Haraç divanlannda faydalandılar. Bu Araplann ümmîlikle­ rinden değil, aksine devlete bakışlarından kaynaklanan ge­ reksinmelerden dolayıydı. Abdullah b. Ziyad'ın sözü bunu güzel bir şekilde açıklar; "Haraç işinde Arap çalıştırdığım­ da onu kınyordu, aşiretine ödettirmek istediğimde ya da on­ lardan talep ettiğimde, onları bana karşı kinlendirmiş olu­ yordum. Sonunda Dihkan'ları(Fars aristokratlanndan bir grup) vergi toplama işinde daha becerikli, emanet konusun­ da daha güvenilir gördüm. Onları sorgulamak ta kolaydı. Bununla beraber sizi onlann üzerine gözeüeyici diktim ki, kimseye zulüm etmesinler. "(2) O halde Arap olmayanlann istihdamı, önemli bir sosyal problemle bağlantılıydı.

Medeni açıdan ise, Irak kabilelerinin Kufe ve Basra gibi müstakil şehirlere yerleştiklerini ve kabilevî örflerini uzun zaman koruduklannı görüyoruz. Medenî, sosyal gelenekler tedrici olarak oluşmakla beraber. Fıkıh, Arapça ilimleri ve Tarih'te önemli bir rol üstlendiler. Böylece Kufe ve Basra zihnî yaşamın en faal olduğu yerler haline geldi. Bu durum, gözlemlediğimiz Arap-İslam kültür yönelimiyle uyum ha­ lindedir. Arapların Arap olmayanlarla Irak'takindcn daha fazla kanştığı Şam'da, devlet merkezi olduğu için bir lüks dalgasının varlığını hissediyoruz. Ancak Arap ruhu ve Arap gelenekleri henüz ayaktaydı ve asaletini koruyordu. Buna rağmen Irak'takine denk olacak derecede aklî merkezler

(31)

oluşmadı. Yine de fikrî kaı^ılaşmanın ortaya çıkardığı Müs- lüman-Hıristiyan düşünce ve bilimleri MüsJümanlara-özel- likle Emevi çağmda-intikal etti. Fakat lüks'ün en çok yay­ gınlık kazandığı ve nüfuz ettiği yer, Arap-İslam gelenekle­ rinin merkezi, en büyük hadis medresesinin ve İslâmî ilim­ lerin bulunduğu ve öneminde Basra ve Kufe'ye denk olan Medine'ydi. Bu durum tabiiydi, çünkü Medine İslam'dan önce ihtişamlı bir hayata alışan ve şimdi de bunun içinde yü­ zen Arap aristokrasisinin (Kureyş ve Ensâr) merkeziydi. Medine aynı zamanda, Araplann en kültürlü zümresinin oluştuğu ve Resûl'ün(s) öğretilerinin merkeziydi. Böylece Medine'nin kendisi Araplann bağımsız kültürel yönelimle­ rine ve "kültürel yama" teorisinin yanlışlığına şahittir.

Medine'de kaynaklannı bu ihtişamlı ortamdan alan ve Medineli'lerin inceliği ve çekiciliğiyle uyuşan ince-şarkı ya da gazel tipinde duygusal yeni bir şiir gelişti. Şam ve Irak’ta ise, siyasi hizipler arasındaki çatışmanın ve kabile asabiye­ tinin bir gereği olarak siyasi şiir ve hiciv parladı.

Beşerî açıdan geriye dönüp baktığımızda gazilerin ge­ nelinin bedevî(a'râb)lerden müteşekkil olduklanm görürüz. Ancak bunlar, kültürden nasiplerini hiç almamış kişiler de­ ğillerdi. Onlann da İslam ilkelerinin düzelttiği, olgunlaştır­ dığı kültürleri mevcuttu. Aynca "münbit hilal"e İslamdan önce yerleşip, yaygın Samî kültüründen etkilenen Arap ka­ bilelerinin varlığını da hatırlatmak zorundayız. Biz, Güney Araplannın Arap medeniyetinin oluşmasında medenî mi- raslanndan kaynaklanan olumlu bir rol üstlendiklerine ina- myoruz. Bununla birlikte, roUerinin sınırlarını tesbit etmek zordur. Çünkü Onlar da diğerleri gibi yeni mericezlere hicret ederek oranın yapılanmasına katkıda bulundular. Öyle gö­ rülüyor ki, bu alanda aynntıh bir çalışma olumlu sonuçlar getirecektir. Arapları yönlendiren Mekke de aynı şekilde toplumsal olgunlaşmanın merkezi ve İslamdan önce Arap

(32)

yanmadasında kültürel akımların karşılaştığı medenî bir ti­ caret şehriydi. İslamm bu şehirde ortaya çıkması ve İslamm patlak dehalarının burada doğması ona yeter. Bütün bunlar Mekkenin kültürel ve sosyal düzey yüksekliğine ve bu yüce üretimi yapmaya kabiliyetli olduğuna delil teşkil eder. Ha­ tırlamamız gerekir ki, münbit hilal kültürü samî kültürün­ den başkası değildir ve Farslann kendileri de bu kültüre bo­ yun eğmişlerdi. Parslar bir alanda ilerleme kaydettiler, o da dini alandı. Bu alan da İslam dininin gücü karşısında daya­ namadı. Yunan kültürü ise direkt etkisi görülmeyen istisnaî bir kültürdü. Etki Yunan fesefesi ve doğu dininin bir kanşı- mı olan Helen kültürünündü. Buna rağmen bu da birkaç şe­ hir dışında bir yerde tutunamadı. Siyasi otoritesi zayıflayın­ ca da etkisi azaldı ve Emevî döneminde sözlü olarak dini tar­ tışmalar yoluyla insanlar arasında dolaştı. Böylece, direkt etkisi, pratik sebepler dolayısıyla ortaya çıktığı Abbasî dö­ nemine kadar ne felsefede ne tıpta ne dc bilimlerde görül­ medi. O halde Araplar kendi kültürleri olan bir kültüre yö­ nelmişlerdi.

Buradan yola çıkarak idari, kültürel, malî yönelimler ve beşeri kaynaşmanın, düzgün ve uzun bir yolda, garanti edilmiş bir şekilde, İslam dinine, Arap varlığına ve Arap kültür yönelimlerine dayanarak yolaldığını söyleyebiliriz. Diğer halklann katılımı, ancak onlar bu kültür dairesine gir­ dikten sonra gerçekleşti. Diğer kültürierin etkisi ise, Arap- lann ona ihtiyaç duymasından sonra ortaya çıktı. İşte bu şe­ kilde, tarihin çeşitli bölümlerini birbirinden ayınnanın oluş­ turduğu çelişkiler ortadan kalkar.

(2) Tarih dökümanlan genel olarak karmaşıktır. Bu dö- kümanlar ilimden ziyade edebiyata yakın düşünce, duygu ve hayalin ürünü olan ve yazıldığı ya da yaşandığı ortamın şartlanyla sınırlı siciller topluluğu, eserler, izlenim ve dü­ şünceler, yazılı ve sözlü haberlerdir. Bunun için, fertlerin

(33)

yetkinliğinin farklılığından, zamanı ve mekanı değişikli­ ğinden dolayı belirlenmiş yasalara boyun eğmezler.

Arap tarihi diğer tarihlerden farklı olmasa da, çok m ik­ tarda araştırma, inceleme ve diğer milletlerde yazılanlardan fazla denebilecek derecede tescil çabası göriilür.Bu tarih, bir kısmı eski bir kısmı da yazma yöntemiyle ilgili olan yeni çok miktarda hastalıktan muzdaribtir. Hizipsel ve dinî eği­ limler bu tarihin rivayetleriyle oldukça fazla miktarda oy­ namıştır. Belki de bu durumu doğuşu esnasında hadîs ilmi ve siyasetle yoğun alakasından dolayı miras olarak devral­ dı. Ben okuyucunun hizip ve firkalann kendi varlıklarını is­ patlamak ve muhaliflerini eleştirmek için uydurduğu hadis­ leri bildiğini varsayıyorum. Muhaddislerin mevzu hadisi sahih hadisten ayırma çabalan ve hadisleri sahih, hasen, makbul, zayıf ve mevzu diye tasnife tabi tutup hadisleri teş- rii'deki önemi gereğince rivayet zincirine göre ayınmalanna mukabil, tarih yazımında böyle bir şey olmadı.

Bu da bizden tarihin doğuşu ve gelişimiyle, genel Arap kültürünün bir parçası olduğunun bilincinde olarak ilgilen­ memizi gerektirmektedir. Tarih ilminin hadisle, neseb ça- lışmalanyla, eyyamla ve dilsel çalışmalarla çok sıkı bir bağı vardır. Görünen odur ki tarih yazımı, İslâmî ilkelerden, Arap imparatoriuğunun kurulmasından, kabilevi eğilim ve asabiyetten, coğrafya asabiyetinden etkilendi. Tarihin ilk belirtileri, Emeviler'e muhalif odaklann ortasında Kufe, Basra ve Medine'de ortaya çıktı. Aynca tarihin İslamdan önceki döneminin kabul edilebilir bir inceleme ve eleştiriye sahne olmadığı gözönüne alınmalıdır Böylece tarih iki ay­ rı yönde, Cahlliyye döneminden a rta kalan "kıssa uslu- bu"yla, muhaddislerin "isnad usIubu" arasm da yol al­ m ıştır. Zaman ilerledikçe isnadın önemi artarak kullanım alanı genişledi ve nihayet haber ve rivayetlerin incelenme­ sinde bir kaide haline geldi. Kavilerin cerh ve ta'dil'i gibi bir

(34)

lür gelişerek seneû mcelemesi ve olayların tarilûenıimlmesi tarihî tenkid uıvsurlannın en önemli öğelerinden biri oldu. Bundan başka, ravi ve tarihçiler genelde görüşlerini belirt­ miyorlar, aksine ya rivayeti kabul ya da red ediyorlar veya zayıflatıyorlardı. Ravinin veya tarihçinin görüşü, seçip ak­ tardığı rivayetlerden ortaya çıkar.

Bununla birlikte tarihte fırka ve hiziplerin etkilerini görmenin mümkün olduğuna inanıyorum. Belki de bu etki öncelikle İslamın yüceliğini göstermek ve ona hizmet et­ mek için Cahiliyye’nin bedeviliğini, ahlakî ve sosyal çökü­ şünü ve kaos durumunu göstermek, bir de Mürcie dışında tüm hiziplerin karşı çıktığı Emeviler'e saldırmak konusun­ da yoğunlaşmıştır. Ama halifelere ilişkin bireysel hallerde, tarihçilerin eğilim ve yönelimlerini kavrayıp bir çok çelişik rivayeti inceleyip onlan kuşatan şartlann farkına vardığı­ mızda seçme işlemi daha kolaydır. Aynca, propaganda için yazılan mitolojik formda bir sürü şey de eleştiriye dayanıklı olmadığı için eleştiriyi kolaylaştınr. Yalnız burada önü­ müzde tek bir düğüm durmaktadır. Bu da dinin siyasetle içi- çe girmesi ve tarihi anlamada önemi olan bir takım şeylerin akide alanına sokulmasıdır. Bu da tarihçiyi, konuyu açıklar­ ken ortaya ne çıkaracağı beUi olmayan bir elektrik kablosu­ na çarpmamak için dikkatli olmak zorunda bırakır.

Buna rağmen İslam tarihini ifsad eden en tehlikeli has­ talık "tedvin" çağında fikri hayatta görülen "Şuubiyye' hastalığıdır. Öyle ki Şuubiler tüm güçlerini, dinlerine vann- caya kadar Araplann yaptıklarını ve tarihlerini bozmaya, yamitmaya yönelttiler ve özellikle eski Fars devletlerine ta­ rihin söylemediği eser ve medeniyetleri nisbet ettiler. Ta­ rihle de yetinmeyip edebiyata da el attılar ve bazan edebi­ yatla tarih arasında bir yol izlediler. Biz daha önce Şuubiy- ye’nin hücumlarını dinsel alanı kullanarak Cahiliyye döne­ mi üzerinde yoğunlaştırdıklannı-Cahiliye Araplannı basit

(35)

bedeviler görüntüsünde vermek için- sonraki dönemleri İs­ lam'a hürmetten dolayı bıraköklannı sanırdık. Fakat sonra­ dan İslama da hürmet etmediklerini gördük. Onlann hücu- mımdan ne dönem kurtuldu ne de kişi. Bununla birlikte biz, bunca önemine rağmen kimsenin şimdiye dek bu konuyu incelediğine şahit olmadık.

İleriki satırlarda söylenenleri olduğu gibi kabul etme­ miz halinde elde edeceğimiz portreyi vermeğe çalışacağız. Zikredilen -özellikle Şuubiyyedeki-iki yönelimin etkisi okuyucuya gizli kalmayacaktır. Yalnız bunu gerçekleştir­ meden önce Arap tarihçilerinin, rivayetlerini olduklan gibi aktardıklannı ve çok ender olarak eleştirdiklerini belirt­ mem gerekir. Belki de okuyucu okuyacaklanndan tiksine- cektir, ancak bu genellikle okuduğu ama üzerinde daha önce bu şekilde düşünmediği bir dummdur.

Risalet dönemiyle başlayalım. Garanik kıssasında Pey­ gamberin, iddia edildiği üzere Kureyş'in sevgisini kazan­ mak için Lat, Uzza ve Menat'ı yücelttiği zikredilir. Bu haliy­ le kıssa Resulün kısa bir süre dahi olsa ilkelerinden döndü­ ğünü, uzaklaştığını açıklamak istemektedir. Ancak kıssa öyle bir şekilde işlenmiş ki, eleştiri önünde tutarsızlığı he­ men açığa çıkıyor. Bu kıssa’nın rivayetleri aynca onun mü- teahhir bir dönemde uydurulduğuna işaret ediyor. İlk ravisi olan İbn Ishak ise, muhaddislerin nazannda tecrih ile ta'dil arasında bulunuyor.

Ebu Bekir de rivayetlerde güçsüz bir şahsiyet olarak tasvir ediliyor. Bu kişilik, rivayetlerinin gözünde sakin, tak­ litçi veya çevresindekilerin görüşlerine uyan bir şahsiyettir. Bu portre nerde. Resulün vefatı sırasında müslümanlann düştüğü dehşet karşısındaki güçlü tavn ve ısrarı nerde! Sa- kife'de tehlikeli sonuçlan hissedilen duruma hakimiyetinin, Ridde de başkalan çekinirken onun hatta zekat vermeyen müslümanlara bile-çünkü zekat tslamın

(36)

gerekliliklerinden-dir-savaş açma konusundaki ısranmn anlamı nedir? O, dev­ letin birliğini sağlamadı mı? Bütün bunlara ek olarak, fetih­ lerdeki geniş ufukluluğu ve atâ probleminde olduğu gibi Ömer’e muhalefet eden görüşünün isabetliliği söylenmeli­ dir.

Rivayetler bu kez, Ö m er b. el-Hattab'ı, Halid b. el- Velid'i azlettiği için itham etmektedir. Halid'in kendisini bi­ le itham etmektedir. Bu olay,Ömer'in merkezi otoriteyi çev­ reye yayma eğilimi, Halid'in kendi görüşünde ısranndan hoşnut olmaması ve seçkin kişilerin arzulannm İslam birli­ ğine zarar vermesinden endişe eünesi -ki bundan dolayı on- lann genelini Medine’de, kendi yanında tuttu-nedeniyle meydana gelmesine rağmen itham edilmiştir. İleride göre­ ceğimiz gibi. Şura mevcut sartlann kendisini dayattırma­ sıyla ilgili olduğu halde, rivayetler Şura konusunda da Ömer’i suçlamaktadır. Aynı şekilde rivayetler kendisinden uzun zaman önce cereyan ettiğinin ispatlanmasına rağmen Ömer'i İskenderiye kütüphanesini yakmakla suçlamıştır.

Rivayetler, lavlannı O sm an’ın üzerine püskürttü. Os­ man politikasının esaslarında, malî sisteminde, merkeziyet­ çi yöneliminde diğer iki halifenin uygulamalanndan ve ted­ birlerinden sapmadığı halde rivayetler onu Ebu Bekir ve Ömer'in sünnetine muhalefet etmekle ilham ettiler. Onu, İs­ lam yolunda tüm servetini infak eden Osman'ı, zenginleş­ mekle suçladılar. Zayıflık, güçsüzlük ve olayları takip et­ memekle itham ettiler. Sosyal gelişmenin ve ahlakî değişi­ min sorumlusu saydılar. Aynca bazı M ushaflann yakılma­ sı (hepsi yakılmadı çünkü) ve cem'inin İslam kültür ve siya­ set tarihinde ayıncı bir olay olduğuna -çünkü varhğım ve yüce anayasasını muhafaza ederek İslamın dini ve siyasi birliğini korudu- gözlerini kapatarak onu Kur’an’ın toplan­ ması ve mushaflann yakılması konusunda şiddetle eleştir­ diler. Fetihler sonucunda dolup taşan malları ve Araplann

(37)

fethedüen ülkelerde gördükleri güzel ve garip hayat koşul- lanna muttali olma isteğinin etkisini bilmezlikten gelerek onu insanlann serveti ve lükse düşkünlüğü nedeniyle ayıp­ ladılar.

Sonra rivayetler İmam Ali'ye gelerek onu, siyasette za­ yıf, dehadan uzak, çevresindekilere pek az etki edebilen bir şahsiyet olarak tasvir ettiler. Ali'nin hilafeti teslim aldığında bazı valileri azletmesini bunlara delil saydılar. Çünkü Ali'nin yapması gereken kendisine biat edilmesini bekle­ mekti. Ancak bu söz bir hurafedir. Çünkü, biatta söz sadece Medine'ye aitti ve çünkü ayaklanma ilk planda valilere kar­ şıydı. Ali'nin kendine özgü bir politika çizmesi de eski vali­ leri azletmesini gerektiriyordu. Aynca kendisi bir halifeydi. Ne var ki, rivayetler bütün bunlan ve bunlardan daha önem­ lisini görmezlikten geliyor: Ali'nin İslâmî idealleri Irak ka­ bileleri ve eyaletlerdeki Arapların anlayışından farklıydı. Onun eğilimi bunların yönelimiyle çelişiyordu. Rivayetler, Osman'ı devirmekle sonuçlanan isyanın kaynaklandığı kökler -ki bu isyan kabile bilincinin, coğrafya asabiyetinin ve Kureyş'ten kıskanmanın ortaya çıkardığı bir şeydi- Ali'nin de yenilgisinin nedeni olduğu halde, Ali'yi başan- sızlığın sebebi saydılar.

Sonra rivayetler Emevüer'e geliyor. Rivayetler, Eme- vi'lerle al-i beyt'ten Alevîlerle Abbasiler arasındaki husu­ mette sert ve acımasız hamlelerini başlatmak için yer buldu­ lar. Çoklan Emevi tarihinin bastınlmasının, saklanmasının ve eserlerinin bir çoğunun tahrif edilmesinin hizipçiliğe bağlı olduğunu samyor. Peki, Abbasi döneminde ve müte- assıb bir halife olan Mütevekkil'in yakınında yaşamış olan Belâzurî'nin yazmış olduğu ve Emeviler hakkında yazüan- lann en titizi olan ensabü'l-eşraf hakkında ne deniliı? Son­ ra, Hilafeti ele geçiren Muaviye'ye ve döneminde Zeyd b. Ali'nin öldürüldüğü Hişam'a hizbî hücumlann yöneltilmesi

(38)

beklenmez mi?Aına bunlar rivayetlerde görülmüyor, ak­ sine onların siyasî ve İdarî yeterlilikleri konusunda övgüler bulunuyor. Evet, Abbasiler'in rolü inkar edilemez. Fakat sa­ nıldığı gibi Abbasiler yazımı sınırlamadılar veya yöneltme­ diler. Bunun delili de bizzat Abbasiler'in çoğu yerde Emevi- ler'den aşağı kalmayan abus portrelerinin çizilmesidir.

Kültür ve medeniyetin temellerinin atıldığı, İslam fık­ hının oluşturulduğu bu dönemde, Emevi dönemindeki a 'râ b 'ı bedevî olarak tasvir ettiler. Emevî malî sistemini, Mevaliyi ve ehl-i zimmet'i ezen bir önlemler silsilesi yaptı­ lar. Oysa Emeviler mahalli örfün ve gelişmenin gerektirdiği tadilatlarla birlikte Raşidun döneminde bilinen ilkeleri ta- kib etmişlerdi. Bu ilkeler genel batlarıyla İslamdan önce mevcut sistemlerden daha uygun ve adildi. Bu yüzdendir ki, Abbasiler aynı müesseseleri takib ettiler ve şartlar değişip, geliştikçe yeni şeyler eklediler. Rivayetler, Doğu fetihleri­ nin önemini küçümseyerek, sadece ganimet için yapılan akınlar gibi gösterdiler. Oysa fetihler gerçekte Arap yayıl­ masının ikinci ve son büyük dalgasını temsil ediyordu.

Diğer yandan rivayetler Mevali'nin kültürlü, Araplann bedevî-savaşçı olduklanndan hareketle Mevalinin Emcvi dönemi kültür hareketindeki önemini vurgulamaya çalıştı­ lar, Mevali, dili ve din ilimlerini ne zaman öğrendi ki uzman olup çıktılar? Oysa hakikat Mevalinin Araplaştıktan sonra sahneye çıktiklandır. Genel Arapçalaştırma hareketi de an­ cak Abdülmelik b. Mervan döneminde başladı. Bugün ke­ sinleşen şey, Emevi dönemindeki ilim taşıyıcılarının büyük çoğunluğunun Arap olduğudur.

Şuûbîler dikkat çekici bir faaliyet gördüklerinde, onu basit ve anlamsız şeylere bağlayarak önemini küçülüneye çalıştılar. Bu şekilde Abdülmelik b. Mervan, Velid b. Ab­ dülmelik ve Hişam b. Abdülmelik dönemindeki büyük arapçalaştırma hareketini -divanlan, paralan ve tırazlan

(39)

kapsayan bu hareket, kütürel gelişmede, iktisadi ve siyasi istikrarda önemli bir merhaleydi. Belkide kapsamlı bir plan çerçevesinde tanzim edilen Kur’an'm toplanması hareketin­ den sonra en büyük sosyo-kültürel olaydı- halifenin, katibin şivesi ve lehçesine kızması ya da valinin bir kölenin geç kal- masma kızması gibi basit ve anlamsız şeylere bağlayarak, arapçalaştırmanın itici unsuru saydılar. Sanki paralar pro­ paganda yapılan gazetelermiş gibi ve insanlar Yunan harf­ lerini okuyorlannış gibi ve sanki Yunanlılar Araplar için özel parabasıyorlannış gibi paralann arapçalaştınlmasıran sebebini, BizanslIların paralara Resulü kötüleyen ibareler koymakla tehdid etmelerine bağladılar. Burada şuubilerin, halifelerin ve genel olarak Arapların Emevi dönemindeki faaliyetlerini çarpıtmalarına girmeyeceğim. Sadece riva­ yetlerin övdükleri zaman bile komplo kurduklannı gösteren bir ömek vermekle yetineceğim; Ömer b. Abdülaziz devleti içinde bulunduğu zor mali koşullarından kurtarmak, Arap- Mevali çatışması sonucunda devletin yıkılmasını önlemek için mali bir sistem, pratik bir politika oluşturan siyasî bir dehaydı. Ama rivayetler onu hayalî görüşler, boş ütopyalar, nazarî ilkeler taşıyan bir insan olarak çizdiler. Önlemlerinin değerini anlayamadılar ve onu şaşırmış hayalcilerin safına koydular.

Sonra rivayetler Abbasî davasında Mevalinin rolünü büyüterek Ebu Müslim el-Horasânî'yi ve adamlannı zir­ veye çıkardılar. Emeviler'in üzerine de acımadan perdeyi çektiler.

Peki şuubiler Abbasiler'i hoş karşıladı mı? Mevali, Ab­ basi yönetimine bağımsız Fars beyliklerinin kuruluşuna dek, Mansur döneminde kuvvetle ortaya çıkan, Mehdi, Reşîd, Me’mun ve Mu'tasım döneminde süren siyasî, iktisa­ di, sosyal dirinişlerle karşı çıktılar. Eğer Abbasi tarihine dikkatlice bir göz gezdirilirse, cansıkıcı, karanlık sayfalar

(40)

olduğu görülecektir. Öyle olmadığı halde Ebul Abbas'ı kan dökücü olmakla suçluyorlar. Bunu söylemek için de onun cömertliğim kastederek söylediği seffah lakabmı kullanı­ yorlar. Oysa kendisi kan dökmekten hoşlanmayan ve yumu­ şaklığı şiddete yeğleyen esnek bir siyasetçiydi.

Daha sonra rivayetler Mansur'a geliyor. Abbasi varlığı­ nın merkezi noktası, Abbasi siyaset ilkelerinin oluşturucusu olan bu adama. Onun büyüleyici faaliyetlerini ihmal ederek, gaddarlığını, hileciliğini, kan dökme hevesini anlatan it­ hamlarını tekrarlıyorlar. Sıra Mansur'un Bağdad'ı inşa edi­ şine gelince, bunu birinci derecede onun istibdad ve şöhret hevesine bağlıyorlar. Ama siyasi, askeri hedefleri, örtük ve zayıf bir tonda lanse ediyorlar. Aynı şekilde rivayetler mev­ ki seçimindeki büyük kabiliyeti itiraf etmek istemiyor, tesa­ düfe, Mansur’un kendisine efsane anlatan bir rahiple karşı­ laşmasına ve yeri beğenen zeki eşeğine bağlıyorlar. Siste­ matik tercüme hareketini de özel, kişisel bir sebebe, o anda bir mide hastalığına yakalanmasına ve iyileşmesine bağlı­ yorlar. Fakat devleti Ebu Müslim'den, isyarandan ve Parsla­ rın başa geçme emellerini dirilten propagandalanndan kur­ tarmasına ve Fars kaynaklı ayaklanmalan yok etmesine ge­ lince, bunlar,onlann gözünde Mansur’un unutulmayacak ayıplan ve rezaletleridir.

Banş politikası izleyip, tebayı rahaüatan Mehdi’den sö- zederken, (İran bu sırada kinlidir, M ukanna'la ayaklamyor) rivayetler onu, eğlence düşkünü, lüks meraklısı, halkının problemleriyle ilgilenmeyen bu yüzden devlet işlerini vezir­ lerine bırakan, Beşşar b. el-Burd gibi rakiplerinden-ki riva­ yetler zındıkî değilmiş gibi göstermeye çalışıyorlar-kurtul- mak için onlan zındıklakla itham eden bir kişi olarak tasvir ediyorlar.

Rivayetler Reşid'i, Berm ekîler’in kendisini destekledi­ ği sırada parlak bir halife olarak gösteriyorlar. Onlara göre

(41)

Bermekiler, Reşidin büyüklüğünün, başansının sim ve al­ tın çağın özüdürler. Bermekiler, kerem ve siyaset timsali- diıier. Ne var ki, Reşid onlan uzaklaştırınca Allah'ın kendi­ sine verdiği nimete küfretmiş oldu; kainatta onlar gibisi bu­ lunabilir mi? Kesinlikle. Böylece rivayetler Reşid'e döne­ rek eksiklikle suçladılar. Onu her türlü cinsi sapıklık bann- dıran bir kişi olarak gösterdiler. CaferT korkunç bir aşkla se­ ven, kızkardeşine de delicesine aşık birisi olarak tasvir etti­ ler. O, böylece bir çelişkiler ve sapıklıklar yumağıydı. Bun­ lardan da Abbasi ailesinin ve Araplann alnını lekeleyecek alabildiğine adi bir efsane yarattılar. Buna rağmen tarihçiler çelişkilere dikkat etmiyorlar. Reşid Onlara göre bir hayalet­ ten ibaretti, Bermekiler onun adına hiç bir rakip tanımadan devleti yönetiyorlardı. Oysa, Bermekîleri ezen oydu. Rum- lan, Bermekilerin bertaraf edilmesinden sonra hezimete uğ­ ratan da oydu. Dahası, Rafî’ b. el-Leys’in önderlik ettiği Ho­ rasan isyanını engellemek için birden canlanan ve Doğuya kadar gidip ecelini karşılayan da bu hayaletti.

Rivayetler, Abbasi sarayında Araplar ve Parslar arasın­ daki otorite mücadelesini temsil eden iki blokun varlığını görmezlikten geliyorlar. Aynı şekilde, Reşidin bundan fay­ dalanarak duruma hakim olduğunu ve dengeyi sağladığını, denge bozulmaya yüz tuttuğunda da Reşid’in Arap grubu­ nun yardımıyla Fars grubunu ezdiğini unutuyorlar. Bütün bunlardan sonra rivayetler, Reşid'in özelliklerini sergileme konusunda bocalayarak yönetiminin ilk yıllanna razı olup diğer kısmına karşı çıkıyorlar. Böylece o, takva sahibi edep­ li, haramlan mübalı sayan bir mübtela; asker, mücahid ve yürüyerek Hacc'a giden bir hacı, vaktini cariyeler ve genç erkekler arasında geçiren bir lüks düşkünü; halkının iyiliği için sabahlayan, durumu anlamak için geçeleri tebdili kıya­ fet dolaşan, aynı zamanda da ihmalkar, gevşek bir kişidir. Bütün bu tezatlar bir kişide toplanıyor.

(42)

Şuubî rivayetler sonra Emin'e dönerek yulan gevşeti­ yorlar. Emin Ebul Abbas'tan sonra ana-babası Arap olan ikinci Abbasî halifesi idi, birincisinin ana-babası aynı za­ manda Haşimiydi. Şartlar zamanla Emin'i saraydaki Arap grubunun emeli ve arzulanmn sambolü haline getirdi. Bu da Emin'e sövmek için yeterli bir sebepti. Emin'in yenilgisiyle kapı iyice açıldı. Böylece rivayetler onu bilgisiz, aciz, zevk ve sefa dışında birşeyden anlamayan, sorumluluk taşıma­ yan, cariye, içki ve bir sürü cinsi sapıklık dışında bir şey bil­ meyen, ordusu hezimete uğrarken umursamayan, ama köle­ si Kevser havuzda balık yakaladığı, kendisi yakalayamadı­ ğı için üzülen, Dicle nehrinde gezme zevkini tatmin için hayvan şekillerinde botlar yaptıran, hatalar içinde bocala­ yan, hatta tarihin ender olarak daha çirkinine rastlayabilece­ ği hatalar ve çelişkiler yumağı bir şahsiyet olarak tasvir etti­ ler. Daha doğumunda gayp aleminden bir sürü kadın annesi­ nin etrafında toplanarak onun gaddarlık, kısa ömürlülük, yetersizlik ve çelişkilere mübtcla olacağım haber vermemiş miydi? Halife, zevklere ve şehvete daldığı, kadınlann görü­ şüne uyduğu ve bunlara ek olarak geniş gönüllü olmayışı ve tedbirsizliği dolayısıyla onu veliaht tayin ettiğine pişmanol- mamış mıydı? Evet, bütün bunlan kendisine vehahtlık ve­ rildiğinde yani yaşı beş ile altı arasındayken kişiliğinde ba- nndınyordu! O kültürsüz büyümemiş miydi? İşte, rivayet­ lerin büyük harflerle takdim etmeye çalıştığı ve İbn-i Esir'i Emin hakkında zikredebileceği iyi birşey bulamadığını söylemeye iten portre budur. Bu rivayetlerin anlattığı şey­ ler, bazı genel rivayetlerde gördüğümüz ve Emin'in ordusu­ nu kendi eliyle tanzim ettiğini ve bazen devlet işleri için ge­ ce boyu uyumadığım ve kardeşiyle ancak uzun diplomatik haberleşmelerden sonra savaşa başladığını anlatan haber­ lerle bağdaşır mı? Kessâî ve Asmâi gibilerinin eğitimiyle büyüyen, Asmâî'nin zekasını ve eğitimini övdüğü bir kişi

(43)

kültürsüzlükle vasıflandınlabilir mi? Kardeşi Velid'i Bağ- dad'ta eline esir düşen iki oğlunu kullanarak -bu iki çocuğun çok uygun iki rehine olmasına rağmen- tehdit etmeyi red eden bir kişi gaddarhkla suçlanabilir mi? Bu nokta üzerinde uzunca durmamızm nedeni, şuubî rivayetlerin tarihi saptır­ mada hangi dereceye ulaşüklannı görebilmekti.

Farslar'ın yeğeni (kızkardeş oğlu) Me'mun başa geçin­ ce, gelişini kutladılar ve Onu Merv’de ikamet ettirdiler. Emelleri de yeniden dirildi. Me’mun'un adını ilim, ağırbaş­ lılık, akıl, kültür ve tedbir timsalî olacak kadar yücelttiler. Merv'e ve Benu Sehl'e sırt çevirip, Bağdad'a dönünce, inşa ettikleri binayı yıkmaya başladılar. Nihayet, karşımıza ucu göklere değen, ancak içinde külden başka bir şey bulunma­ yan bir kule gibi garip bir portre çıktı.

Abbasi dönemindeki harika ilmi hareket te özellikle tercüme hareketi, rivayetlere göre sadece Mansur'un mide­ si ve Me'mun'un rüyaya olan inancının bir sonucuydu. Ri­ vayetler, medenî gelişmeyi, müslümanlaria gayrimüslimler arasındaki dini tartışmalan, pratik ve felsefî bilimlere, bir­ takım dini problemlerle alakası dolayısıyla "felek"e duyu­ lan ihtiyacı ve tedvin hareketiyle Beytü'i-Hikme’nin inşa­ sını unutturmak için buna başvuruyorlar. Evet, bunlan unutmak ve rivayetlerin arzuladığı gibi Mansur’un midesi ve Me'mun'un rüyasına takılıp kalmak için.

Bu misalleri bazı karalama örneklerini göstermek için serdettim. Çağdaş araştırmacılan ise, sadece hiçte yerinde olmayan iyi niyetleri, kitaplarda okuduklannı araştınp in­ celemeden kabul ettikleri ve eskilerin çelişkilerini pekiştir­ dikleri için kınıyorum. Bu araştmcılar, ihtilaflı olan bir şeyi kesinmiş gibi gösterdiler ve yangma körükle gittiler. Bura­ da Şuubiyye faaliyetlerinin edebiyat, hadis ve tarihi kapsa­ dığına genel olarak işaret etmek istiyorum. Çünkü yerimiz bu konuyu enine boyuna taroşacak kadar geniş değil. Sade­

(44)

ce, edebiyatta saptırmayı değil, hücumu gösteren bir örnek vemıekle yetineceğim. Sehl b. H arun cimriliği öven bir ki­ tap yazdı, çünkü Araplar cimriliği tahkir ediyor, cömertliği yüceltiyorlar ve Arap olmayanlan cimri olmakla ayıplıyor­ lardı. Sehl bu kitabı cömertliği ve cömertleri yermek ve aşa- ğıhk bir konumda göstermek için yazdı. Cahız da öykü, ma­ sal üslubunda, mizahı ustaca kullanan, saldınlannda güçlü ve incitici olan kitabını yazdı: elbuhâlâ=cimriler. Böylece Sehl’in oklannı, sert hücumu, güçlü alaylan ve güldürücü mizahlanyla geriye çevirdi. Örneğin okuyucu şunu unutabi­ lir mi; Horoz her tarafta taneleri evvela tavuklara bırakır, on­ lar yedikten sonra yer. Yalnız Merv'de (Horasan'ın merkezi) bunun tersi olur, orada horoz taneleri tavuktan önce yer.

(3) Öte yandan, bir problem de tarihçilerin zaman faktö­ rünü ve buna bağlı olarak gelişmeyi ihmal etmeleri ve uzun zaman gerektiren bir çok gelişmeyi geçmişteki şahıslara bağlamalandır. Bu konuda delilimiz oldukça fazladır. Me­ sela malî sistem. Özellikle de Cizye ve H arac’m tanzimi ko­ nusunda her şey ikinci halife Ömer b. el-Hattab’a nisbet edi­ lir. Ömer'in Cizyeyi zımminin ödediği bir boyun eğme sem­ bolü saydığı. Haracı vergi değil toprak kirası olarak gördü­ ğü, bu nedenle müslümanın da zımmfnin de ödemesi gerek­ tiği hususunu kabul ettiği söylenir. Ama araştırmalar açık olarak bu son aynmın ancak Ömer b. Abdülaziz zamanında oluştuğunu, Ömer b. el-Hattab'ın ise ikisini de boyun eğme sembolü saydığım ve müslümanlan ikisinden de muaf tuttu­ ğunu gösteriyor. Aynı şekilde, Ömer b. el-Hattab'a nisbet edilen mali sistem de sadece onun eseri olmayıp tedrici ola­ rak gehşen ve yüzyılı aşan bir sürede kamil şeklini alan bir sistemdir.

Örneklerden biri de İsmailî ve K arm atî hareketinin, ha­ reketin ilk döneminde yaşayan Abdullah b. Meymun’a nis­ bet edilmesidir. Oysa hareket örgütlenip genişleyinceye,

(45)

İs-lam tarih ve düşüncesinde önemli rolünü oynaymcaya ka­ dar uzun bir zaman gerektirmiş, bir çok üye ve düşünür bu hareket için çalışmıştır.

Tarihçiler, Abbasî devletinin ortaya çıkışını da Ebu M üslim ei-Horasanî’nin çabalarına ve dehasma bağlıyor­ lar. Halbuki, Abbasf daveti Ebu Müslim’in ortaya çıkışın­ dan çeyrek asn geçen bir süre önce tutunmuş, temelleri, yöntemleri ve ilkeleri onun çıkışından önce ortaya konmuş­ tu. Ebu Müslim ancak, davetin tutunmasından ve öneminin zirvesine ulaşmasından, davetin gizli ve barışçı merhalesin­ den açık bir ayaklanmaya dönüşmek zorunda olduğu görül­ dükten sonra gönderilmiş ve son süreçte Ebu Müslim'e da­ vetin tanzimi ve davet ordusunun komutanlığı verilmişti. Ebu Müslim'in yöntemlerini incelediğimizde yeni bir şey olmadığım, kendinden öncekilerin bir devamı olduğunu gö­ rürüz. Hatta Dihkan'lann davete katılması onun özel yete­ neklerinin bir sonucu değil, Nasır b. Seyyar'm aynı dönem­ de Horasan'da ilk olarak gerçekleştirdiği toprak vergisi uy­ gulamasını içeren malî düzenlemenin bir sonucuydu. Nasr b. Seyyar'm bu uygulaması Dihkan'lara mali zarar venniş ve seçkin variıklannı kaybettirmişti. Bu da Dihkan'lann Eme- viler'le yardımlaşma imkanını ortadan kaldınnış, böylece Abbasi davetine katılmışlardı.

(4) Bunun yanında müstensihlerin çözümü hiç te kolaj oünayan problemler oluşturabilen yanlışlan, tahrifleriyle karşılaşınz. Burada sadece iki örnek vermekle yetineceğim. Mes'udî'nin bir baskısında Mansur hakkında şöyle bir ibare geçiyor; "O, kölelerini ve Mevalisini Araplann önüne geçi­ rerek, işlerinde kullanan ilk halifedir. Ondan sonra gelen - oğullanndan- halifeler bu uygulamasını adet edindiler. Bu nedenle Araplar dağıldı, helak oldu, güçleri ve mevkileri yok oldu."(^) Fakat bu fragmentin son kısmı Avrupa baskı­ sında şöyle geçiyor: "Araplann önderiigi bitti, başkanlılan

(46)

yok o\âu ve meriebeYcn gitti "W B\ma göıebmnci îtagmenV Ataplan heVak edip, düşüşlerim ve güçlerinin yok oluşunu zikrederken, İkincisi başkanlık ve önderliklerinin onlardan kopuşuna işaret ediyor. Bu ikisi arasındaki fark ise açık.

M akrizî'nin bir baskısında İslamın ilk dönemlerinde Mısır'da vergi toplamanın vasfı geçiyor: "Vergi toplama ta'dil yoluyla yapılıyordu. Eğer köyün durumu iyileşir, nu- fiısu çoğalırsa vergi arttırılır, nufusu azalır ve durumu kötü­ leşirse azaltılırdı. Her köyün A rrâflan (bilirkişileri), emir­ leri ve halk reisleri toplanarak gelişme ve gerileme dummu- nu tartışıyorîardı. Artürmaya karar verdiklerinde hepsi tes- bit edilen payla köylere dağılıriardı."^^^ Bu rneıin, yerel ku­ rulun köyün Arraf lan, Emirleri ve Halk reislerinden oluştu­ ğunu anlatıyor. Ancak, Mısır Fransız Bilim Enstitüsü'nün yayınladığı nüshaya baktığımızda Arrafûn (bilirkişiler) ke­ limesinin yerine ĞurâHsİJ, Emirieri kelimesinin yerine ise Mazûthâ(^) kelimesinin bulunduğunu görürüz. Bu iki keli­ me yerel yöneticilerin Kıptî adlarına işaret ediyor. Görül­ düğü gibi bu iki kavram ile tahrif arasındaki fark büyük. Müstensihin cehliyle tahrif ettiğini, editörde bilgi eksikli­ ğiyle pekiştiriyor.

(5) Bu konuyla ilgili olarak karşımıza çıkan diğer bir problem de tarihin hakim aileler temel alınarak yazılması­ dır. Burada önümüze iki nokta çıkıyor; Birincisi, hakim aile üzerinde yoğunlaşılıp, buna dikkat edilirken, ümmete ya da yönetilen halklara nadiren işaret edilmesidir. Bunun sonu­ cunda da tarih birbirinden kopuk bir süreçler silsilesi olarak Ortaya çıkıyor. Buna göre Raşid halifeler takvayı ve İslama uygun hareket etmeyi temsil ederken, Emeviler hilaleii gas-(3) Müriîcü’z-Zeheb 2/204

(4) a. g. e 8/297

(5) el-Hıtat 1/123 (Matbaalül-Nil 1324). (6) Cilt 3 Kjsjm J s;327-4

Referensi

Dokumen terkait

Penolakan yang diutarakan oleh Siti Musdah Mulia antara lain, pertama pada pasal 55 ayat 2, syarat harus dapat berlaku adil terhadap istri-istrinya tidak akan dapat terpenuhi oleh

Laboratorium lingkungan dalam perjalanannya sebagai suatu aset, saat ini berada dalam tahap ketiga yaitu tahap operasional/pemeliharaan (Leong, 2004). Pengoperasian dan

Hasil identifikasi dan analisis menunjukkan bahwa permasalahan yang dihadapi dalam pengembangan industri olahan buah meliputi : terbatasnya pasokan bahan baku, terbatasnya jumlah

Faktor lingkungan yang membantu nelayan untuk mengetahui daerah penangkapan ikan antara lain konsentrasi klorofil-a, SPL, perbedaan tinggi permukaan laut, arah dan kecepatan arus,

Proses pelarutan pada batuan karst berpotensi menghasilkan air tanah, hal ini terjadi karena batuan tersebut memiliki porositas sekunder sehingga hasil pelarutannya

Dengan menggunakan sudut pandang individu, penelitian ini juga menjelaskan bagaimana faktor individu Park Junior yang dipengaruhi oleh karakteristik personal Park

Teori ini berkaitan dengan judul penelitian penulis yakni media radio RRI Samarinda melalui program Selamat Pagi Kaltim Pro 1 memiliki tanggung jawab untuk memberikan hak

Dan cerita memiliki arti penting bagi pendidikan anak usia dini,karena melalui metode bercerita anak mendapatkan berbagai nilai–nilai luhur kehidupan dan salah