• Tidak ada hasil yang ditemukan

PEYGAMBERİMİZİN KURANI TEFSİRİ - Suat Yıldırım

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Membagikan "PEYGAMBERİMİZİN KURANI TEFSİRİ - Suat Yıldırım"

Copied!
83
0
0

Teks penuh

(1)

Öneri: Tam Ekran Modunda Okuyun. (Ctrl+L)

Kur'ân-ı Kerîm’in Tefsirine Duyulan İhtiyaç

Kur'ân-i Kerîm, «manâsı açık bir Arapça ile»[5] Cenab-ı Hak tarafından Peygambe-rimize vahy edildi. Her kavme, kendilerinin diliyle tebligatta bulunan bir resulün gön-derilmesi, âdetullâhm düstûrlanndandır. Kur'ân, muhataplarından «âyetlerini iyiden iyiyö düşünmelerini»[6] istiyordu.

Kur'ânm ilk muhataplarının en çok öğündükleri meziyetleri, pazarlarında en rağ-bet ettikleri meta belagat idi; halin gerektirdiği en uygun ifadeyi kullanmaktı. O za-manki araplar, ekseriyet itibariyle dağmık ve istikrarsız göçebe hayatı yaşadıkları hal-de, aralarında. müşterek bir edebî lehçe vücuda gelmişti. Burada da belirtilmesine lüzum olmayan müteaddid sebepler, o devir araplarmın içtimaî hayatlarında, ifade kudretine, rakipsiz bir saltanat bahş etmişti. Zabt-u rabt tanımayan, otoriteden mah-rum o insanların savaşları, barışları, nüfuz kazanmaları veya kaybetmeleri, birinci de-recede beliğ kelâma bağlıydı. Sonradan gelen edebiyatçıların bir çok ilmî ıstılahlarla tarif ettikleri belağat hususiyetlerini, onlar selikaları ile kulanıyorlardı.

İlahi âdetlerden biri de mûzicelerin, peygamberlerin gönderildikleri topluluğun en çok rağbet ettiği sahada tecelli etmesidir, ilgilerini daha çok çektiği, aczlerini daha iyi anlattığı için, geniş; kitlelere peygamberlerin doğruluğunu isbat etmenin mükemmel yolu budur, işte mezkûr hikmete binaen, Cenab~ı Hak Kur'ân-ı Kerîm'i, Hazreti Pey-gamberin en büyük mucizesi kılmıştır. Kur'ân, belağatlanyla böbürlenen arap-lara ye bütün insanlara, benzerini getirmeleri hususunda çeşitli merhalelerde meydan oku-du. En kısa bir sûredinibile tanzîr edemediler.

PEYGAMBERİMİZİN KURANI TEFSİRİ

Suat Yıldırım

(2)

Selikaları bozulmadı ğmdan, o devrin araplan lûgat bakımından Kur'ânı anlıyorlar-dı. Ancak^ lûgavi mânâları bilmekle, layıkiyle anlayamayacakları meseleler de varanlıyorlar-dı. Bu yüzden İbn Haldun'un ifade ettiği «Kur'an araplann diliyle ve belagat üslûblarıyla indi.. Arapların cümlesi onu anlıyorlar, müfredat ve terkipler halinde mânâlarını bili-yorlardı.» hükmü, haklı ola-, rak tenkide uğramıştır[7]

Kur'ân, mü'minlerin şahsi ve içtimaî hayatlarını, düzenlemek gayesiyle, teşrii hü-kümler vaz ediyordu.. Bu hühü-kümleri istinbat etmek, sadece Arapça'yı bilmekle müm-kün olmaz. Geçmiş ümmetlerin, husûsiyle Ehl-i Kitabın sapıttıkları mevzuları bildiri-yor, tahrif ettikleri hadiseleri düzeltibildiri-yor, ihtilafa düştükleri meseleleri hallediyordu. İstikbalde vukua gelecek bazı vak'alar-ve keşiflere işaret ediyor, uhrevî hayat hakkın-da son derece mücmel malûmat veriyordu. Onhakkın-da müteşabih ayetler, mübhem bırakı-lan hususlar, tahsisi murad edilen umumi hükümler vardı. Bu sahalarda alakalı ayet-leri layıkıyla anlamak, o mevzularda yüksek bir ilmi seviyeye bağlıdır. Bir kısım mühim vasıflarını hülâsa ettiğimiz böyle bir kitabın, herkes tarafından kolayca ve incelikleriy-le anlaşılması elbette kolay değildir. «Hakikat, biz onu (mânâsına) akıl erdiresiniz diye Arapça bir Kur'an olarak indirdik»[8] yahut «Karşılarında okunup duran,.sana indirdi-ğimiz kitap onlara kâfi gelmedi mi?»[9] mânâsına gelen ayetlerle bu fikir reddedile-mez. «Ayetteki kifayetten murad, Haz-reti Peygamberin, nübüvvetine delil olmak hususunda-dır. Kur'ân mûciz nazmıyla bu maksada elbette kâfidir.»[10]. Kur'ânda «Sana bu kitabı her şeyin apaçık bir beyanı... olmak üzre peyder pey indirdik.»[11] bu-yurulmaktadır. Zikr edilen beyanın hepsi Kur'ânın zahirinde nass halinde mevcut de-ğildir. Sahabenin Kur'ânı anlama mevzuundaki tefavütlerini mülahaza etmek, mezkûr hükmü kavramamızı kolaylaştıracaktır.

Ashab umumiyetle Kur'ânı en iyi anlayan insanlar idi. İnançları saf idi. Eski mede-niyetlerin ve felsefelerin tesiri altında yetişmemişlerdi. Başka kavimlerle karışmadık-ları için lisan zevkleri bozulmamıştı. Ayetler ve onlarla alâkalı hadiseler arasındaki irtibatları biliyorlardı. Kur'ânı iyice anlamak hususunda tam bir teveccühleri vardı. Ondan tam manâsıyla istifade ettiler, ondaki mânâları ruhlarına sindirmeye çalıştılar. Anlayamadıkları ayetler hakkında, çeşitli vesilelerle Peygamberimizin izahlarına da muttali olduklarım unutmamak lazımdır. Îbn Mes'ûd'ün ifade ettiği gibi «ileri gelen

sahabeden biri on ayet belleyince, mânâlarını ve onlarla amel etmesini de öğrenme-dikçe, başka ayetlere geçmezdi.»[12]. İşte bu hususiyetlerinden dolayı Kur'ânı en iyi anlayanların sahabîler olduğu kabul edilir.

Sahabe arasında, tabiatıyla, Kur'ânı anlama bakımından seviye farkları/ vardı. Kur'ânla meşguliyet, Peygamberle musahabe[13] taklü'muhakeme kabiliyeti, Arap dili ve şiirine vukuf, tarihî malûmat derecelerine göre, Kur'ân hakkındaki bilgileri de farklı oluyordu. Sahabenin temayüz ettikleri sıfatlarına rağmen eh ileri gelenlerinin dahi anlayamadıkları ayetler vardı. Hazreti Ebû Bekr'le Hazreti Ömer'i[14] misal olarak zikr edebiliriz. Peygamberin vefatından sonra, malûmat sahibi olmadıkları mevzularda ashab, Kur'ândan herhangi bir ayeti tefsir etmekten kaçınıyorlardı. Bu noktada, Kur'ânm re'y ile tefsirinin hükmünün ne olduğu mevzuu ile karşı karşıya geliyoruz ki, ona geçmeden önce mevzûumuzla alakası nisbetinde, tefsir ile te'vil kelimelerinin ıstılahdaki mânâlarını kısaca belirtmemiz gerekmektedir.

Bu iki kelime bazı hallerde birbirinin müteradifi olarak îrad edilirlerse de, ekseriya farklı maksadlar için kullanılırlar. Aralarındaki farkı tesbit gayesiyle, bu kelimelerin bir çok tarifleri yapılmıştır[15]. Nisbe-ten toplayıcı tariflerden birine göre «Tefsir, peygam-berlere mahsustur. Te'vil ise hem peygampeygam-berlere, hem de başkalarına ait olabilir. Zira tefsir, mânânın tahkik ve tayin edilmesidir. Bu da ancak Allah indinden olabilir. Te'vilde lûgavi ihtimaller bahis mevzuudur»[16] Yapılan tarifler netice itibariyle, tefsir-de kat'iyet mânâsının, te'viltefsir-de ise ihtimal mefhumunun galip olduğunu ifatefsir-de etefsir-derler. Bundan dolayı eski müfessirlerin bir çoğu, tefsir yerine te'vil lafzını kullanmayı tercih etmişlerdi.

Bir kısım ulemaya göre tefsir ile te'vil aynı mânâya gelir[17] İbn Teymiyye (Ö. 728/1328) daha şümullü bir hüküm vererek, ilk müfessirler indinde bu lafızların mü-savi olduğunu ileri sürer. Bu zat te'vil kelimesinin, Kur'ânda daima lafızdan zahir olan mânâya muvafık olarak kullanıldığını, lafzın delâlet ettiği mânâya muhalif bir tarzda varid olduğunun görülemiyece-ğini, halbuki müteahhirunun ıstılahında vaziyetin bu-nun hilafına olduğunu söyler.[18].

(3)

Böylece te'vilin «Sözün muhtemel olduğu mânâlardan birine yöneltilmesidir.» 'yahud «Kelamı, vaz-ı aslîsinden, isbatı delile muhtaç bir tarafa nakl etmektir ki bu delile dayanarak lafzın zahiri terk edilir.» gibi ih-timaliyet ifade eden mânâlarını red-deder.

Alimlerin ekserisinin ifadelerinden anlaşıldığına göre tefsir rivayete, te'vil ise dira-yete racidir.- Çünkü tefsirin mânâsı keşf etmek ve açıklamaktır. Allah Teâlâ'nın kafi olarak muradının tayin edilmesi Hz. Peygamberin beyanına ve tenzili müşahade eden, Peygamberle münasebeti olan Sahabenin nakline bağlıdır. Te'-vilde ise, bir de-lile dayanarak lafzın muhtemil olduğu manâlardan birinin tercihi söz konusudur. Ter-cih bir içtihada dayanır. Lafızların müfredatı ve Arap dilindeki medlulleri, siyak itiba-riyle kullanılışları, Arapların üslûblanna vukuf ve bunlardan mânâ istinbat etme kabi-liyeti, bu içtihadın esaslı unsurlarıdır[19].

Hazreti Peygamber hayatta iken, lazım gelen hususları ashabına açıklıyordu. Ayrı-ca kapalı kalan ve ihtiyaç hissedilen meseleleri ona soruyorlar, o da beyan ediyordu. Peygamberin bu tefsirleri, aralarında yayılıyordu. Ashabın ayrıca tefsir etmelerine hem lüzum kalmıyor, hem de peygamberin aralarında bulunduğu bir sırada açıkla-maktan teeddüb ediyorlardı. Onun tefsirinin yanında başka izahları caiz görmüyor-lardı. Lâkin o ahirete irtihal edince vahye dayanan masum menba'a müracaat etme imkânından mahrum kaldılar. Diğer taraftan îslâmm yayılmasıyla yeni meseleler or-taya çıktı. Islâmi kabul yahut ona inkiyad eden, eski kültürleri tevarüs etmiş insanla-rın ve bizzat dini- ni muhafaza eden Ehli Kitabın tesiriyle yabancı men-şe'li sapık ce-reyanlar intişar etmeye başladı. Bu cece-reyanlara mensub olanların, nazariyelerini Kur'ânâ isti-nad ettirmek gayretleri, tekellüften uzak olmamakla beraber, inananların bulunması hususunda neticesiz kalmıyordu. Çünkü bir taraftan Kur'ânın tefsirini bil-miyenlerin adedi artıyor, diğer taraftan Kur'ânın maksadına muhalif teviller yapılı-yordu. Ashabın gerekli yerleri malûmatları nisbetinde tefsir etmeleri ihtiyacı baş gös-termişti.

Tefsir bir bakıma Allah adına söz söylemektir. Al-lahm kelâmından muradın ne ol-duğunun tayin edilmesi, mes'uliyetli bir iştir. .Bu mes'uliyeti Hz. Peygamber saraha-ten ifade ederek, ihtiyatî bir tedbir koymuştu :

«Kur1 ân hakkında, ilmi olmaksızın söz söyleyen, cehennemdeki yerine hazırlan-sın.»[20].

«Kendi re'yiyle Kur'ân hakkında söz söyleyen kimse, isabet etse bile hata etmiş-tir.»[21].

Başka müteaddid hadislerde «Kur'ânı öğrenerek onu Allanın muradından başka şekilde tevil edenlerin»' maruz kalacakları tehlike haber verilir[22].

Re'yle tefsiri men'eden hadislerin ekserisinin is-na.dı münakaşalıdır. Bir çpk âlim, sahih olmak kaydı ile, bu hadisleri çeşitli vecihlerle izah etmişler; bunlarla tefsirin mutlak bir tarzda men'edilmediğini Belirt: mislerdir. El-MaVerdî (Ö. 450/1058)[23], El-Beyhakî (Ö. 458/1066)[24], El-Gazzalî (Ö. 505/1111)[25], îbn Atiyye (Ö. 542/1147)[26], Eş-Şatıbî (Ö. 790/1588)[27] El-Kurtubî" (Ö. 671/1273)[28] bunlardandır.

Hadisteki «re'y» den murad, ekserisine göre *şa-îaısta daha önce mevcut olan bir fikirdir». Yani Kur'â-nı, bu mezhebine uydurması zemm edilmiştir. «Bir kimse sırf şah-si görüşüyle Kur'ân hakkında söz söylerse, hakka isabet etse bile tuttuğu yol hatalıdır. Çünkü isa-bej; etmesi tesadüfidir.» mânâsına da gelir.

* Seleften Ebu Bekr (Ö. 13/G54), Ömer b. el-Hattâb (Ö. 23/643), jbn Mes'ud (Ö. 32/652), Muhammedi b. Şirin (Ö. 110/728), Sa'id b. el-Museyyeb (Ö. 94/712), Ebu Va'iî (Ö. 82/701) gibi zevatın tefsir hususunda ihtiyata davet eden[29] sözlerinden, Kur'ân tefsirinin caiz olmadığını, yahut onların bu işi tecviz etmediklerini çıkarmak doğru değildir. Onlar bilmedikleri meselelerde fikir beyan etmiyorlar, bildiklerini ise söylüyorlardı. Bu sebepten, aynı zatlardan tefsir sahasında fikirler rivayet edilmiş ol-masında münafat yoktur[30]. Ayrıca mizaç farklarını da göz önünde bulundurmak ge-rekir. Osman b. Affan (Ö. 35/656), ez-Zübeyr tö. 36/ 656), Talha (Ö. 36/656) gibi yakm ashab, Hz. Peygamberden işittiği sözleri, zaruret olmadıkça nakl etme

(4)

mevzu-unda çok ihtiyatlı hareket ederken, daha genç sahabiler çok hadis rivayet ediyorlardı. Tefsire dair söz söylemekten çekinenlerin durumu da böyledir[31].

«Re'yin. mutlak olarak men edildiğini söylemek doğru değildir. Kur'ânm mânâsını beyan, hükmünü jstinbat, lafzını tefsir etmek ve muradını anlatmak lazımdır. Böyle olmazsa ahkâmın tamamı yahut ekserisi muattal hale gelir. Yoksa Resûlüllahın tevkifi olarak bunları beyan etmiş olması gerekirdi. O takdirde hiç kimse re'yi ile hareket edemez ve söz söyleyemezdi. Malumdur ki Peygamber bunu yapmamıştır. Şu halde o bununla mükellef değildi,.. Öyle ise Kur'ânm, tamamının tefsirinde tevkife lüzum yok-tur. Böyle bir şey doğru olsaydı, bu hususta en çok ashabın ihtiyatlı olması gerekirdi. Halbuki onlar anladıkları nisbelte tefsir etmişlerdir[32]. Bilmedikleri tarafların olması da tabii karşılanmak icab eder. Taberî'nin dediği gibi «Kur'ânın bir kısmının te'vilini Cenab-ı Hak'dan başkası bilemez; bu kısmın ilmini kendine tahsis etmiştir. Bir kısmı-nın te'vilini bilmek. Resulün beyakısmı-nına mütevakkıftır... Üçüncü kısmı ise, Kur'âkısmı-nın kendisiyle nazil olduğu dili bilen herkes anlar.»[33].

Az önce sahabenin Kur'ân tefsirinde oynadığı role işaret etmiştik. Şimdi onlardan tefsirle uğraşanlara kısaca temas edeceğiz. Tefsirden kaçındığı sanılan bazı sahabîle-rin bizzat tefsirle meşgul olduklarını göreceğiz. Kur'ânın müteşabih bir ayeti hakkında fikir beyan etmekten kaçman Ebû Bekr, sonraları ihtiyaç hasıl olunca[34] re'yiyle tefsir etmişti[35][36] hakkında tekellüften kaçınmayı tavsiye

eden Ömer[37], ayetin maksadının anlaşılmasına tesir eden kelimesini [38]halka sormuş ve Huzeyl kabilesinden olan bir adamdan öğrenmişti[39].

Ömer bir defasında[40] ayetinin tefsirini halka sormuş, kimse bir şey söylemeyince kendisi bildirmişti[41]. Yine Ömer bir kere cemaata:[42] ayetinin mânâsını sormuş, îbn Abbas'a söyletmiş, kendisi de açıklamıştı[43]. Fakat aynı Ömer, inatla ve kendisini müşkil mevkide bırakmak gayesiyle Kur'-ânm müteşabih ayetleri hakkında soran Sa-biğ'i döv-dürmüştü[44]. Dövdürmesi, Goldziher'in sandığı gibi mücerred sormasınadn dolayı değildi.

Ali b. Ebî Talib (Ö. 40/661) Küfe minberinden halka «Kitabullahdan herhangi bir ayşt hakkında sormak isteyen varsa sorsun.» diye ilan etmişti. Sorulan ayetleri (ez-Zâriyat 1-4) tefsir etmişti[45].

İbn Abbas (Ö. 68/687) Kur'ânın hemen hemen her ayeti hakkında fikir beyan et-miştir. O, «(Allah) hikmeti kime dilerse ona verir. Kime de hikmet verilirse muhakkak ki ona çok hayır verilmişdir...»[46] ayetin-deki«Hikmet'i Kur'ân tefsiri, olarak izah et-miştir[47]. Mücahid (Ö. 103/721) bütün Kur'ânı başından sonuna kadar üç kere tbtı Abbas'a arz etmiş, her ayetin mânâsını, ne hakkında nazil olduğunu ondan öğrenmiş-ti[48]. Abdullah b. Ömer (Ö. 73/692) el-Bakara sûresini öğrenmek için sekiz sene üs-tünde durmuştu[49]. Sa'id b. Cubeyr (Ö. 95/713) : «Kur'ânı okuyup da sonra tefsir et-meyen kimse kör veya a'rabî gibidir.» diyordu[50].

Netice itibariyle şunu söyleyebiliriz: Hz.' Peygamberin irtihalinden sonra, İslâm akidesini bid'atlerden siyanet için sahabiler Kur'ânı izah etmeye mecbur kalınca, ev-vela Peygamberimizin hadislerini araştırıyorlar, onun tarafından tefsir edilmcmşise, içlerinden işin ehli olanlar, bildikleri hususları açıklıyorlardı. Bir kısmı ise nisbeten iza-ha muhtaç ayetler iza-hakkında Peygamberimizden işittikleri malumat olmadığı takdirde, bu hususta re'y izharından kaçınıyorlardı. Ekseriyet hükümlerle alakalı bulunmayan, yahut ibrete medar olmayan meselelerde siyaktan anladıkları icmali mânâ ile iktifa ediyorlar, müfredatın mânâlarını araştırmakta tekellüf ve taammükden sakınıyorlar-dı. Çünkü sahabe umumiyetle, kendilerinden istenileni yapmak, ayetlerin maksudunu anlamak için Kur'ânı okuyorlardı. Kur'ânm mücerret tetkik gayesiyle ele alınması, sonraları yavaş yavaş başlayacaktır. Fakat sahabile-rin bir çoğu, ihîasları, nüfûz-u na-zarları, kendilerine mahsus meziyetler sayesinde, tetkik gayesiyle okumadıkları hal-de, tetkikin semeresine ve Kur'ânm inceliklerine vasıl olmuşlardı.[51]

Hz. Peygamberin Kur'ânı Açıklamasına Müteallik Belli Başlı Meseleler

Bu fasılda Peygamberimizin Kur'ân-ı Kerimi tefsir etme vazifesi ve selâhiyeti, bu tefsirin değeri. Kur'-ânın tefsire muhtaç olan ve olmayan kısımları, Peygamberimizin mikdar itibariyle Kur'ânm ne kadarını tefsir ettiği, hükmen merfû olan rivayetler, sünnetin Kur'âna raci' olup olmadığı, hadislerin Kur'âna muvafakati meselesi, Kur'ân

(5)

ile hadisler arasında tenakuz iddiası ile, Peygamberimizden rivayet olunan bazı tef-sirlerdeki müşkilâtm, dirayet yolu ile izahlarını ele alacağız.[52]

1- Hz. Peygamber (A.S.M.) 'in Kur'anı Tefsir Etme Vazifesi ve Tefsirinin Değeri

Cenab-ı Hakkın rahmet ve hikmeti, ilâhi kitabı insanlara vahiy suretiyle gönder-meyi iktiza ettiği gibi, vahye mazhar olan Peygamberin de onu bizzat açıklamasını dilemiştir. Kitap bazı inanmayanların istediği gibi, «elleriyle tutacakları kâğıtlar»[53] halinde gökten inseydi, insanlar onun emir ve hükümlerini ne şekilde tatbik edecek-lerini layıkiyle bilemiyeceklerdi. Allanın kitabının mâna ve, ahkâmını, Peygamberin izah etmesi bundan dolayı gereklidir. Ceriab-ı Hak şöyle buyurarak Kur'anı tefsir etme vazife ve selâhiyeti-ni Peygamberin© vermiştir:

«Biz sana da Kur'anı indirdik. Ta ki insanlara, ken-dilerind ne indirildiğini açıkça an-latasın ve ta ki insanlar da iyice fikirlerini kullansınlar»[54]

«Gerçekten, biz sana kitabı —Allah'ın sana gösterdiği vech ile insanlar arasında hükm etmen için — hak olarak indirdik»[55]

«Bu kitabı sana (başka bir hikmetle değil) ancak hakkında ihtilâf ettikleri şeyleri açıkça anlatman için... gönderdik»[56]

«Ey peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan (Allahm) elçi-liğini tebliğ etmiş olmazsın»[57] Tebliğ iki vecihle yapılır: Birisi risaleti yani Kitabı teb-liğ, diğeri de mânalarını açıklamak vg bildirmek şeklinde olur[58]

«Sonra onu açıklamak da, bize aittir»[59]. Bazı âlimlere göre buradaki açıklamaktan murad, Hz. Peygamberin tebyin ve tefsir etmesidir[60]

îbn Teymiyye, mezkûr Cen-Nahl 44) ayeti kerimesine istinad ederek, Hz. Peygam-berin, ashabına Kur'a-nın mânalarını bildirmesi ve açıklaması vacip olur.» demekte-dir[61]. Et-Taberi (Ö. 310/922) bu ayet hakkında şöyle diyor:

«Cenab-ı Hakkın beyanından anlaşılıyor ki, Kur'a-nm bir kısmının te'viline, yüce Resulün izahı olmaksızın ulaşmak mümkün değildir.. Vücub, nedb, irşad şeklindeki

emir çeşitleri, nehiy nevileri, hak ve hadleri, mahlûkatının yek diğerlerine karşı lâzım gelen hükümleri ve emsali ayetlerin ahkâmı bu cümledendir. Allah'ın Resulünden bir nass olmadıkça, yahut ümmetini te'viline irşad edecek bir delâlet varid olmadıkça, bu hususlarda hiç kimsenin söz söylemesi caiz olmaz»[62].

Hz. Peygamber (A.S.M.)'in tefsiri, Kur'ânm mücmel olan ayetlerini tafsil, umumî hükümlerini tahsis, müşkilini tavzih, neshe delâlet etme, müphem olanı açıklama, garip kelimeleri beyan etme, tavsif ve tasvir ederek müşahhas hale getirme, eclebî incelikleri muhtevi ayetlerin maksudunu bildirme gibi belli başlı kısımlara taalluk eder. Bunlar ilerde misalleriyle-birlikte zikr edilecektir.

Peygamberimiz de bir hadisinde şöyle buyurmaktadır :

«Şunu kat'î olarak biliniz ki, bana Kur'an-ı Kerim ve onun bir misli daha verilmiştir Karnı tok bir halde, rahat koltuğunda oturarak: Şu Kur'ana sarılınız; onda helal olarak ne görmüşseniz onu helâl kabul ediniz, neyi de haram görmüşseniz onu haram biliniz, diyecek bazı kimseler gelmek üzeredir»[63]

İbn Kesir'e CÖ. 774/1373) göre Kur'an iîe beraber verilen misli, sünnettir[64]. El-Hattabî (Ö. 388/998) bu hadisi aşağıdaki şekilde şerh eder:

«Bana Kur'an ve onun bir misli daha verilmiştir» sözünün, te'vili, iki veçhe muh-temildir. Birincisi: Hz. Peygamber (A.S.M.) metlüvv olan zahirî valiye maz-har olduğu gibi, ona gayr-ı metlüvv olan batmî bir va-fjiy de ihsan edilmiştir. İkincisi: Tilavet edi-len vahiy olarak Kitap (Kur'an), bir misli olarak da, kendisine beyan (açıklama) veril-miştir. Yâni Kitaptaki hususları açıklamasına izin verilveril-miştir. Bu sayede mahsûsu ta-mim edebilir. Umûmu tahsis eder. Kitapda olmayan hükmü koyabiIir ve Kitaptakini şerh eder. Bunlar, amel edilmesi vâcip-folmak ve kabulü gerekmek ba-kımmdan, tila-vet edilen Kur'an hükmünde olur. «... Diyecek bazı kimseler gelmek üzeredir» fıkrası-na gelince, bu kavliyle Hz. Peygamber (A.S.M.), Kur'anda zikr olunmayan fakat kendi-sinin koyduğu sünnetlere muhalefet etmekten sakındırmış oluyor. Nitekim Haricîler ve Rafızîîer böyle yapmışlar. Kur'anın zahirine tutunarak Kitabın beyanını tazammun eden sünnetleri terk etmişler, şaşırmış ve sapıtmıslardır[65].

(6)

İbn Kuteybe (Ö. 276/889) ile İbn Teymiyye (728/ 1328) de hadisdeki «misi» i sün-net olarak izah etmişlerdir[66]

En-Necm süresindeki «O, kendi arzusuna göre konuşmaz. O, vahyedilenden başka bir şey değildir»[67] ayetindeki vahiyden maksad, bazı âlimlere göre yalnız Kur'an-ı Kerim, bazılarına göre ise sünnetlere de şamildir, «Zira hadis, ya sırf vahiydir. Yahut Hz. Peygamber (A.S.M.)'in muteber bir içtihadıdır... Onun hakkında hata caiz olsa bile muhakkak surette neti-.cede doğru olana rücû eder»[68].

Kur'an-ı Kerimin bazı ayetlerini anlamakta karşılaşılan güçlükler, başka ayetlerde vuzuha kavuşur. Mesela, bir kıssa bir yerde nisbeten mufassal olarak geçmişse, başka yerde ona yalnız telmihde bulunulur. Bir hüküm bir yerde mücmel bırakılmış ise, bir başka yerde tafsil edilmiş olabilir. Bir yerde ihtisar edilen, diğer yerde genişletilebi-lir[69]. Bu kabil güçlükler Kur'an-ı Kerimi dikkatli okumak ve ayetleri arasında irtibat kurmak suretiyle halledilebilir, ayrıca tefsire muhtaç olmaz.

Ahkâma, âhiret ahvaline, kısas ve ahbâra... aid bazı hususlar vardır ki Kur'anda zikr edilmezler. Bunların tefsiri Peygamberimize bırakılmıştır. «Biz sana da Kur'anı indir-dik. Tâ ki insanlara, kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasın» ayetiyle, Hz. Pey-gamber açıklamakla mükellefti. Onun beyanı kavliyle, fiiliyle ve ikrarıyla olurdu. Bun-dan dolayı Hz. Peygamber ashabının, Kur'ânı ve onunla amel etmeyi onar onar ayet-ler halinde öğrenmeayet-lerini temin ediyordu. Bu öğretimin teferruatı hakkında fazla bil-gimiz yoktur. Yalnız şunu söyleyebiliriz ki, Hz. Peygamberin ayetleri tefsir etmesi, programlı bir takrir şeklinde olmayıp ikinci fasılda arz edeceğimiz müteaddid vesile-lerle oluyordu.

Hz. Peygamber (A.S.M.)'in Kur'anı açıklamasına bir örnek olarak şu ayeti ele ala-lım:

«Ey Peygamber (A.S.M.), kadınları boşayacağınız .vakit iddetlerine doğru boşa-yın...»[70]. Boşamanın makbul şekli ve keyfiyeti bu ayetten vazıh olarak an-laşılmamaktadır, îbn Ömer'in karısını boşaması dolayısıyla varid olan hadis-i şerif aye-ti tefsir etmişaye-tir:

İbn Ömer dedi ki: Karımı, o hayızh iken (bir talakla)[71] boşadım. (Babam) Ömer bu durumu haber vermek üzere Resûlullaha gitti. Resûlullah ona : «Oğluna emret, karı-sına ric'at etsin. Sonra temizlenip, sonra bir hayız daha görüp temizlenene kadar tut-sun. Sonra mücameat etmeden, isterse boşasm, isterse ala-koytut-sun. işte Allah Tea-la'nm dediği iddet budur»[72].

Burada Hz. Peygamber, kavli olarak ve ayetten muradın ne olduğunu tasrih ede-rek, Îbn Ömer'in hadisesi münasebetiyle ayeti açıklamıştır.

Eş-Şafii'nin dediğine göre: «Resûlullahm sünnetlerinin Kur'an ile iki.vechi vardır: Birincisi, Peygamber Allah'ın indirdiğine olduğu gibi tabi olur. Diğeri, mücmeldir. Resûlullah Allah adına mücmelin mânasını beyan eder. Farz oluş keyfiyetini, umumî veya hususi olduğunu izah eder. Kullardan ne şekilde yapmalarını istediğini bildi-rir»[73].

Hz. Peygamber (A.S.M.)'in Kur'anı beyan etmesi, bazan da ondaki sarih hükümle-re, yine vahye müsteniden ilave yapmakla olur. Hala ve teyzesinin üstüne kadının nikâhlanmasmı, ehli eşeklerin etini haram kılması gibi[74]. Mücmel ayetlerden murad-ı İlahiyi tayin etmek çok zor veya gayr-murad-ı mümkün olduğundan sahabe, bilhassa ahkâm ayetlerinin izahında, Peygamberimizin açıklamalarına son derece ehemmiyet verir-lerdi. Burada bu tezahüre dair bir kaç misal vereceğiz.

Hz. Ömer (R.Â.) halka hitaben: «Kur'andan en son nazil plan riba ayetidir. Resûlul-lah ribayı tefsir etmeden vefat etti. Binaenaleyh ribayı da, riba şüphesi olanı da bıra-kınız»[75] buyurmuştur.

îmran b. el-Husayn'in (Ö. 52/672) bulunduğu bir mecliste, adamın biri: «Kur'anda olandan başkasından bahs etmeyin.» deyince îmran: «Sen ahmak bir adamsın! Öğle namazının dört rekât olduğunu, onda kıraatin cehr edilmeyeceğini Kitabullahda gör-dün mü?" Sonra namazı ve zekâtı ve emsali hükümleri sıraladı ve ilave etti: «Bütün bunları Allah'ın Kitabında müfesser olarak buluyor musun? Kitabullah bunları müp-hem bırakmıştır. Sünnet de tefsir etmiştir»[76].

(7)

Gelecek misalde görüleceği gibi Peygamberimizin beyanına muttali olmadıkları hallerde, bazı fakih sa-habiler bile,.Kur'andan yanlış hükümler çıkarabiliyor, fakat, Hz. Peygamberin izahını birbirlerine ulaştırmak suretiyle mütenebbih oluyorlardı.

Abdullah b. Ömer'e, kirpinin haram olup olmadığı sorulmuştu.

«De ki î «Bana vahy olunanlar arasında yiyen bir kimsenin yiyeceği içinde haram edilmiş bir şey bulmuyorum. Yalnız ölü, ya dökülen kan, ya domuz eti — ki bu, şüp-hesiz bir murdardır—, yahut Allahdan başkasının adına boğazlanmış bir fısk olmak müstesnadır»[77] ayetini okuyarak «ye» dedi. Sonra birisi İbn Ömer'e: Ebu Hüreyre Resûlullahın kirpi hakkında «o habis şeylerden biridir.» dediğini rivayet ediyor.» de-yince : «Peygamber böyle diyorsa, mesele onun dediği gibidir.» dedi[78].

îbn Mes'ud gibi, kendisini iîme vermiş Peygamberimize yakın olan sahabiîer, öğ-rendikleri her ayetin mânasına ve hükmüne de vakıf idiler. Bunları bizzat yahut bilva-sıta Hz. Peygamber (A.S.M.)'den, veya aralarında müzakere ederek birbirlerinden öğreniyorlardı. Nitekim İbn Mes'ud şöyle demektedir:

«Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin ederim ki, Allanın Kitabında hiç bir ayet yoktur ki onun nerede nazil olduğunu, hangi hususta nazil olduğunu bilmiş olmayayım. Kur'anı benden daha iyi bilen, bineklerin ulaşacağı birini bilseydim, onu görmek için yola koyulurdum»[79].

Bu habere istinaden, Hz. Peygamber (A.S.M.)'in Kur'anın tamamını sahabeye açık-ladığı hükmü çikarı-lamazsa da, onun ilim halkasına dahil olan ileri gelen ashabın, Kur'ânda anlamadıkları noktaların mahdut olduğuna istidlal edebiliriz. Bazı hallerde de sahabîler, Peygamberimizin tatbikatından bir kısım ayetlerin te'vilini öğreniyorlar-dı.

Bu rivayette görüldüğü gibi Hz. Âişe Peygamberimizin, Kur'antn emr ettiğini yap-ması hakkında «Kur’anı te'vil ediyordu.»'ifadesini kullanmıştır[80].

Sahabe gibi onlardan sonra gelen başlıca «Ehlu's-sunne» alimleri de Hz. Peygam-berin izahlarını arayıp değerini takdir etmişlerdir. Mekhûl'e göre (Ö. 113/ 731)

«Kur'anın sünnete olan ihtiyacı, sünnetin Kur'a-na olan ihtiyacından daha fâzla-dır»[81]. Kasd ettiği ihtiyaç, açıktır ki insanların anlaması cihetinden, insanların sünte muhtaç olmasıdır. «Bu sözle, Kur'-an-ı Kerimin mânalarını en iyi bilen insanın, ne-vadan konuşmayan, konuştuğu ancak vahy-i ilâhî olan Re-sûl-i Ekrem olduğuna işaret etmek istemiştir»[82]

Yahya b. Ebî Kesir (Ö. .129/746) ise : Sünnet Kur*-ana kadîdir. Kitap ise Sünnete kadî değildir- demiştir[83]. Ed-Darimî (Ö. 255/869) bu sözü «Sünnetin Kitaba kadî ol-ması hakkındaki bab» da nakl eder ki, kendisinin de bu görüşe iştirak ettiği anlaşılır. İbn Ku-teybe bu sözü: «Sünnet Kitabı açıklayıcıdır. Kitaptan Allah'ın murad ettiğini bildirir»[84] şeklinde açıklar, îlk nazarda yanlış bir intibaa sebebiyet verecek olan bu sözü Ahmed b. Hanbel (Ö. 241/855) açık bir ifadeye kavuşturmuştur: «Ben böyle söy-lemeye cesaret edemem, lâkin derim ki: Sünnet Kitabı tefsir ve beyan eder»[85].

El-Evza'î (Ö. 157/774) Hassan b. Atiyye'nin «Cibril Kur1 anı getirdiği gibi, sünneti de Peygambere getiriyordu.» dediğini nakl eder[86]. İbn Huzeyme de (Ö. 311/923) Kur'anm, hadisle anlaşılabileceğini şöyle ifade eder:

«Allah Teâîâ husûsî ve umûmî olarak Resulüne indirdiği Kitabını açıklama işini yine Resulüne havale etmiştir. Hz. Peygamber (A.S.M.), Sünnetiyle Allah'ın namaza kal-kanların hepsine değil de, bir kısmına ab-desti emr ettiğini belirtmiştir. Nitekim «On-ların mal«On-larından bir sadaka al...»[87] ayetiyle muradının bütün mallardan değil de, bir kısım mallardan zekât (sadaka) alınması olduğunu; «Erkek hırsızla kadın hırsızın... el-lerini kesin»[88] ayetinden muradın bütün hırsızlar değil de, bazı hırsızlar olduğunu — çünkü bir dirhem yahut daha az çalana da hırsız denilir —Resûlullah «El kesme, bir dinarın dörtte birinde ve daha ziyadesinde olur.»[89] hadisiyle, Cenab-ı Hakkın mura-dının, bütün hırsızlar değil, bir kısım hırsızlar olduğunu beyan etmiştir. Cenab-ı Hak peygamberine: «Biz sana Kur'anı indirdik. Ta ki insanlara kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasın.»[90] buyurmuştur.

îbn Huzeyme bir başka yerde şöyle diyor: «Allah. Teâlâ'nın:

(8)

«... ak iplik kara iplikten size seçilinceye kadar...»[91]

ayetinde, «hayt = iplik» ismi, gündüzün beyazı ve gecenin karanlığı hakkında vaki olmuştur. Bil ki, arap-lar, haytan bu mânâsına âşinâ değillerdi. Allah Teâlâ Kitabını arapların diliyle indirmiştir, yoksa (arapla-rin) mânalarıyla indirmemiştir. «Hayt» dil-leridir, bu ismi, gündüzün beyazı ve gecenin siyahlığı için kullanmak keyfiyeti, Resûlullah kendilerine bildirmeden önce, onların anladığı bir şey değildi[92].

Kanatimizce Îbn Huzeyme'nin bu sözü izaha muhtaçtır. Şöyle ki: Arapça'nın lafzı ile mânasını birbirinden ayırmak mümkün değildir. Kur'an'ın lafzının mânaları, nor-mal olarak, o kelimelerin Arapça'da ifade ettiği mânalardır. Anlaşılan, tbn Huzeyme şunu kas-dediyor: Arapça'da mevcut bazı lafızları Kur'an-ı Kerim, lüğavî mânalarından şer'î mânalara nakletmiştir (salat, zekât, münafık gibi). Bu takdirde bu söze, itiraz edi-lemez.

Et-Taberl'nin de mütalaasını nakl ederek bu mevzua nihayet vereceğiz:

«... Kezalik Kur'anda varid olan müphem kelimelerin hükmünü, kıyasla, müfesser olana irca etmek caiz değildir. Lakin vacip olan, her biri hakkında tenzilin zahirinin muhtemil olacağı şekilde hükm etmektir. Meğer ki bunlardan bir kısmı hakkında, Re-sulden zahir hükmü batın hükme ihale eden bir haber varid olmuş olsun. Bu takdirde onun hükmüne teslim olmak vaciptir. Zira Allah'ın muradım açıklayan odur»[93].

Et-Taberî, Tefsirinin birçok yerinde, ayetleri izah ederken kendisinin daha müte-mayil olduğu re'yi. Hz. Peygamberden gelen bir haber dolayısıyla terk ettiğini ifade eder. Mesela, «İçinizden kim dininden dönerse Allah... Kendisinin onları seveceği, onların da Kendisini seveceği bir topluluk getirir...»[94] ayetinin tefsirinde : «... Resul-den haber varid olmasaydı, bu kavm, *Ebû Bekr ve beraberinde olanlardır, derdim... Fakat Resulün hadisi dolayısıyla bu kavli terk ettik. Zira Allah Teâlâ'nın vahyinde ve Kitabının ayetlerinin te'vi-linde, beyanın ma'dini (aslı) Peygamber salla'1-lâhü aleyhi ve sellem'dir»[95].

2- Kur'anın Tefsire Muhtaç Olan ve Olmayan Ayetleri:

Umumî bir hüküm olarak, Kur'an-ı Kerimin tefsir edilmesinin zaruri olduğunu iza-ha çalıştık. Bizzat Peygamberimizin, Kitabı açıklama işi ile tavzif edildiğini gördük. Fa-kat bu hiç bir zaman, Kur'anın bütününün veya ekserisinin Hz. Peygamber (A.S.M.) tarafından kafi bir surette tefsire kavuşturulmuş olduğu mânasına gelmez. Bu mev-zuda et-Taberi'nin fikri ve tasnifi umumiyetle ilim ehli tarafından hüsn-ü kabul gör-müştür. Onun fikirlerini şöyle hülasa edebiliriz : Kür'anın bir kısmının te'vilini Cenab-ı Hakdan başkası bilemez. Bunların ilmini Allah Zatına mahsus kılmıştır. Kıyametin vak-ti, nefh-i sûr, Hz. İsa'nın nüzulü ve bunlar gibi... Hiç kimse bunların vakti hakkında bir şey bilemez. Yalnız şartlarına dair haberler gelmiştir. Hz. Peygamber (A.S.M.) bu mevzularda bir şey söylediğinde, sadece şartlarını söyler, vaktini tahdid etmezdi. Deccal mevzuu da bunlardan biridir. Bunları Hz. Peygamber (A.S.M.) de günü günü-ne, senesi senesine bilmiyordu. Ancak Cenab-ı Hak, bu kabil hâdiselerin delillerini ve şartlarını ona bildiriyordu.

Kur'anın bir kısmının te'vilini ise, nazil olduğu lisanı bilen herkes anlar. Fakat Arap-ça'ya vakıf olan insanlar, nihayet kelimelerin lisanda hangi mânalara geldiğini bilirler, yahut bazı özel sıfatlarla tavsif edilen mevsufları anlayabilirler. Yoksa bu kelimelerle murad edilen birtakım gerekli hükümleri ve durumları kolay kolay anlayamazlar. Zira böylesi bilgileri Cenab-ı Allah Peygamber (A.S.M.)'ine mahsus kılmıştır. Onun beyanı olmadıkça, bunlar idrâk edilemezler. Mesela «Onlara: «Yeryüzünde fesad çıkarmayı-nız» denilince : «Biz sadece muslinler, düzeltmek için çalışanlarız» derler. Biliniz ki onlar müfsitlerin ta kendileridir, fakat bunu bilmiyorlar» (Bakara, 11-12) ayetini işitin-ce lisan ehli bilir ki ifsad "zararlıdır, terkedilmesi gerekir; ıslah ise faydalıdır, yapılması gerekir. Ancak Allah'ın ifsad ve ıslah saydığı mefhumları bilemez.

Bilmeyi yalnız Zâtına tahsis ettiği hususları ise, Mah'dan başkası bilemez[96].

Buna benzer bir tasnif de Muhammed b. el-Hey-sem'den nakledilir. Bu zat ayrıca der ki:

•Kur'an içinde Cenab-ı Hakkın, ilmini Zâtına tahsis ettiği hususların olduğunu ve bizim için bunlara vakıf olmaya yol bulunmadığım üıkâr etmem. Bu kısmında emir ve

(9)

nehiy olarak biz kullara herhangi bir şey terettüp etmez. Cenab-ı Hak, onlara inan-mak ve cümîeten teslim olinan-makla kulluğumuzu ortaya koyinan-mak istemiştir»[97].

Âlimlerin fikirlerini nazarı itibara alırsak, Kur'ani Kerimin ayetlerini, anlaşılması iti-barıyla şöyle sınıf-landırabiliriz .-

a) İlmi Allah'a mahsus olanlar.

b) İlmi yine vahiy ile Hz. Peygamber (A.S.M.) e tahsis edilmiş olan ayetler. Bunlar

ekseriya ibadetlere ve amelî ahkâma, bir kısım mugayyabata dair mücmel ayetlerdir. Bu. emir ve hükümler Kur'anda varid olmuş ise de, ne şekilde ifa edileceği bildirilme-miştir. Hz. Peygamber (A.S.M.)'in beyanı olmaksızın, bunlardan ilahî muradı anlamak imkânsızdır. Mesela, Kur'anda sarih bir şekilde (namaz kılın) emri vardır. Müphem olarak vakitlerine de işaret edilmiştir. Fakat arap dilinde «dua etmek- ve «uyluk ke-miklerini hareket ettirmek»[98] mânasına gelen »salatadan, Cenab-ı Hakkın muradını ancak Hz. Peygamberin beyanı ve tatbikatıyla anlamamız mümkün olmuştur.

«İşte lûgaten -biri kalb ve lisan işi olan duaya, diğeri de bir hareket-i bedeniye işi olan fi'l-i mahsus iki mânaya gelen salat kelimesi şer'an Hz. Peygamber (A.S.M.)'imizden görülegeldiği üzere kalbi, lisanı, bedenî ef al ve erkân-ı nıahsûsadan mürekkep, gayet muntazam bir ibadet-i kâmilenin ismi olmuştur ki necasetten taha-ret, hadesten tahataha-ret, setr-i avtaha-ret, va-kit, niyet, istikbâl-i kıble namıyla altısı dışından başlayan şart; iftita-h tekbiri, kıyam, kıraat, rükû', sücud, teşeh-hüd mikdarı ka'de-i ahire namıyla içinde yapılan altı da rükün olmak üzere lâ akal on iki farz-, fatiha, zamm-ı sure, tadil-i erkân, ka'de-i ûla ve saire gibi bir takım vacipleri, bunlardan baş-ka birçok sünnetleri, müstehabları, edebleri, mekrûhatı ve müfsidatı, sonra beş vakit ve cuma gibi farz, Vitir ve bayram gibi vacib, ve diğer sünnet-i müekkede ve gayr-ı müekke-de nevafil olmak üzere enva ve aksamı vardır kî beyanı kütüb-i fıkhiyeye aiddir»[99].

Mezkûr misalde olduğu gibi, ibadât ve muamelata dair bütün ahkâm ayetlerini Peygamberimiz hakkıyla tefsir ve beyan etmiş, teferruatlarına varıncaya kadar an-latmıştır. Mevzulara göre tasnif edilmiş hadis mecmuaları, bu ayetlerin geniş bir

tef-sirinden başka .bir şey değildir. Ayrıca nasih ve mensuh, emirlerin kafi şekli, terğib ve terhib babından olan ayetlerde de murad-ı ilahiye, hadislerle hüküm verilir.

îîmi Hz. Peygamber (A.S.M.)'e mahsus ayetler," sadece ibadât ve ahkâma aid olan ayetler değildir. Bazı muğayyebata, bir takım uhrevî ahvâle, ahbar ve kısasa dair tafsi-lat da bu cümledendir. Bunların misallerini İlerde arz edeceğiz.

îşte ilmi kendisine mahsus kılman ayetleri ve bu ayetlerden —insanlara ulaştır-makla mükellef olduğu ilahî muradı, peygamberimiz (A.S.M) beyan etmiştir. Bu hük-mün haricinde kalan hususlarda çeşitli vesilelerle açıkladığı ayetler olduğu gibi, tefsir etmediği ayetler de olmuştur. Bir kısım ayetleri açıklamaya matuf izahları olmuş ise de, bunları ayetin kat'i tefsiridir, diye tevkifi bir tarzda söylememiştir. Muhatabın du-rumuna göre bazan lâzımını, bazan semeresini gösterir tarzda beyan etmiştir.

Böylece muayyen bir seviyeye ve muayyen bir asra değil de, kıyamete kadar gele-cek bütün zamanlardaki bütün insanlara hitab eden umumî bir irşad kitabı olan Kur'andan, her asır ve her insan, kalbi ve fikri hayatını tatmin edecek mânalan anla-ma imkânına kavuşmuştur. Bu bazılarının zannettiği gibi Kur'an için bir nakısa değil, bilakis gayesinin lazımıdır ve mucive-vı taraflarından biridir. Bazı tariflere göre müte-şabih sayılan bu ayetlerin te'vilini, Cenab-i Hak belki de Peygamber (A.S.MJ 'imize bildirmiştir. Fakat bu hususlarda Peygamber (A.S.MJ'imizin kat'î beyanlarda bu-lunmayışı, insanların Kur'an-i Kerimin ayetlerini bizzat teemmül ve tedebbür etmele-ri, tefekkür hürriyetini temin gayelerine matuftur.

Bunlardan başka Kitapta ve sünnette vafid olmayan, bilmemekte zarar, bilmekte ise ameli bir faide bulunmayan hususlar vardır. Sahabiler bunları sormamışlardır, fbn Abbas'dan rivayet edilen bir söze göre, «Hz. Peygamber (A.S.MJ'in ashabı, sadece kendilerine faidesi olan meseleleri sorarlardı»[100]. Fakat birtakım basit zihinler, lü-zumsuz şeyleri kurcalamış, eski tefsirlerin bazısı, lülü-zumsuz bir konuda bir yığın kavil-lerle doldurulmuştur. Mesela el-Bakara sûresinin 73. ayetinin tefsirinde «Buzağının hangi uzvuyîa maktule vurulduğu»[101], Hûd sûresinin 40. ayetinin tefsirinde Hz. Nuh ile beraber gemiye binenlerin kaç kişi olduğu meseleleri[102] gibi. Et-Taberi gibi bazı

(10)

mü-fessirler ise bu kabil meseleleri, istemeyerek, bazan da tenkid ederek nakl etmiş-lerdir.

c) Kur'anın bir kısım ayetlerini anlamak, onun ayet ayet nüzulüne şahit olan,

ayet-lerin fiiliyle ve kav-liyle tefsirini yapan Peygamberimize müsahabct eden sahabenin beyanına mütevakkıftır. Bu kısma daha çok, nüzul sebepleri dahildir. Nüzul sebeple-rine dair rivayetler zahiren ashaba mevkuf olsa da, hükmen mer-fû sayılırlar[103].

ç) Ulemanın tefsir etmeye muktedir olduğu ayetler. Resûlullah, Kur’anın mühim

kısımlarını açıklamakla beraber, âlimlerin içtihadlanyla istinbat edecekleri hükümler ve nüfûz-u nazarlarıyla keşf edecekleri incelikler çoklukla bulunmaktadır, ilimde rüsûh kazanmayan bazı kimselere göre tenakuz ve ayetler arasında ihtilaf zannedilen hususların hakikatini beyan etme işi de bu kısma dahildir[104].

d) Arap lisanına aşina olan her insanın derecesine göre anlayacağı hususlar[105].

3- Mikdar İtibariyle Hz. Peygamber (A.S.M)'in Tefsiri

Peygamber (A.S.M.)'izin Kur'ânın ne kadarını izah ettiği mevzuunda ihtilaf edilmiş-tir. «Kur'anın bütün ayetlerini, yahut tamamına yakın ekseriyetini beyan etmşiedilmiş-tir.» diyenler olduğu gibi, «tefsir ettiği ayetler sayılacak kadar azdır.» diyenler de olmuş-tur. Bu hususta kat'İ bir delil bulunmadığından, ayrıca haberlerin sıhhati için ileri sü-rülen şartlar farklı olduğundan (mesela, bilhassa tefsir sahasında sayısı çok olan mür-sel haberler, bazıları indinde sahih sayılırken, bazılarınca ihticaca salih olmayan zaif haberler cümlesinden, addedilmektedir) ve bu sahada, geniş çerçeveli müstakil bir araştırma yapılmadığından, bu mesele hakkında fikir beyan edenler, umumî prensip-lerden ve birtakım ip uçlarından hareket ederek hüküm çıkarmışlardır. Gelecek sahi-felerde, bu iki aşırı görüşün delillerini tahlil edeceğiz. Dağınıklığa meydan vermemek maksadıyla, her delili zikr ettikten sonra, münakaşasını da birlikte yapacağız. Fakat daha önce, bn mevzua dair Hz. :Âişe'nin sözünü inceledikten sonra her iki tarafın id-dialarını tahlil edeceğiz.

a) Hz. Peygamberin Tefsir ettiği mikdar hakkında Hz. Âişe'nin sözü :

«Peygamber (Â.S.M.), Cebrail'in kendisine öğrettiği, sayılabilecek kadar mahdut ayet haricinde, Kur'-andan'bir şey tefsir etmezdi»[106].

Bu hadisin isnadı hakkında cereyan etmiş olan . münakaşaların ve sahih olmak kaydı ile mânasını tevcihe dair fikirlerin hülasasını belirtmemiz gerekiyor.

Et-Taberi hadisin senedindeki Ca'fer b. Muham-med ez-Zübeyrî'nin hadis ve asar ehli arasında bulunmadiğini söyler[107]. îbn Kesir (Ö. 774/1373) : «Bu hadis münkerdir ve garibdir. İsnaddaki Ca'fer b. Muham-med hakkında el-Buhârî: «Hadisinde müta-beat edilmez». Hafız Ebû'1-Feth el-Ezdî de : munkeru'l hadis olduğunu söyler»[108] Ahmed Muhammed Şâkir ise, uzun tahkiki neticesinde, cerh ve tadil ulemasının ek-serisinin bu şahsı sika saydıklarını belirterek, tevsik edilmesini tercih eder.[109]

Et-Taberi, !Âişe hadisini rivayet ettikten sonra hülasa olarak şu mütalaayı serd eder: «Bu hadis bizim iddiamızı takviye eder. Zira biz, Kur'anın bir kısmı ancak Hz. Peygamber (A.S.M.)'in beyanı ile anlaşılabilir, diyoruz. Emir ve nehye, helal ve hara-ma, hadlere ve farzlara dair mücmel ayetlerin tafsil edilmesi, tenzilin zahirinde müc-mel olan sair maânî-i şeriatın açıklanması bu cümledendir. Bunların tafsilat ve hükmü resulün lisanı üzere, 'Allah indinden varid olmadıkça bilinmez. Cenab-ı Hak bunları yine vahiy tarikiyle, Cibril yahut dilediği bir başka elçisi ile, resulüne bildirir, îşte Cib-ril'in talimi ile, Hz. Peygamber (A.S.M.)' in ashabına beyan ettiği ayetler bunlardır. Ve şüphesiz ki, bunlar sayılabilecek kadardır.

Mezkûr Âişe hadisinden murad, bazı gabilerin vehm ettiği gibi, Resûlullahm hiç denecek kadar az tefsirde bulunduğu olsaydı, kendisine indirilen Kur'an sanki kendi-sinin açıklaması için değil de, mânasını ve izahını başkasına bırakması için nazil olmuş olurdu. Cenab-ı Hak, Resulüne* kendisine inzal ettiğini, insanlara tebliğ ve tebyin et-mesini emr etmiştir. Resûlullahm da bu emri yerine getirdiği sabittir.

Abdullah b. Mes'ûd'un hadisinde, Peygamberin Kur'anı, mânaları vo amel edilecek hükümleriyle anıkladığı sahih olarak rivayet edilmiştir. Bütün bunlar, mezkûr iddianın cehalete dayandığını gösterir. Diğer taraftan hadisin senedi, Ca'fer b. Muhammed sebebiyle illetlidir. Tâbiûndan tefsirden ictinab edenler, fetvadan kaçınanlar gibidir.

(11)

Onlar Genab-ı Hakkın Resulü ile dinini ikmâl ettiğini, her hadisede nass ile yahut delâletle bir hükmü bulunduğunu ikrar ediyorlardı. Kaçınmaları o mevzularda Cenab-ı Hakkın hükmü olduğunu inkâr etmekten değildi, tçtihadlarmın, ulemaya yüklenen dereceye ulaşamamasından korkuyorlardı. Tefsirden ictinab edenler de, te'vilin ule-maya kapalı olmasından değil, sözlerinde isabet edememe endişesinden idi»[110]

Kitâbu'l-Mebânî sahibi Âişe hadisini şöyle değerlendirir :

«Hz. Peygamber (A.S.M.)'in, Cibril'den öğrenmeye muhtaç olduğu ayetler vardı. Zira o, Resûlullahm müşahade etmediği ahvali müşahade ediyordu. Bize göre Resûlullah, kendi indinden çok az tefsir etmiştir». Bu zat daha sonra ashabın, vahyin nüzulünü müşahade ettiklerini ve lisana vakıf olduklarını zikr ederek, bu sebeple on-ların çok az ayetin tefsirine muhtaç oldukon-larını, bunon-ların da şer'i ahkâmın icmal edil-diği vo izahı Peygamberin beyanına mütevakkıf olan ayetler olduğunu söyler.[111]

îbn Atiyye (Ö. 542/1147) : «Bu hadisin mânası; Kur'anm mugayyebatı, mücmelinin tefsiri ve emsali gibi Allah bildirmedikçe ıttılaına yol olmayan hususlardadır.» diyerek, Resûlullahın az tefsir etmesini, bu sahalara tahsis eder.[112]

îbn Kesir de et-Taberi gibi, Âişe hadisinde geçen «az ayetlerin», ancak Allah'ın tev-fikiyle malûm olacak ayetler olduğunu kabul eder ve : «Şayet hadis sahih ise,' sahih mânası budur» der[113]

Böylece anlaşılıyor ki Peygamber (A.S.M.Timizin Kur'anı izahı; Cibril'in getirdikleri-ne münhasır değildir. Tâbiundan Hassan b. Atiyye'den el-Evza'i şu sözü nakl etmek-tedir: «Cibril Kur'anı getirdiği gibi, Kur'anı tefsir edecek sünneti de Peygambere geti-riyordu».[114] îbn Abdi'1-Berr (Ö. 463/1070) gibi sünnetin kâfi derecede Kur'anı izah ettiğini söyleyen ve re'yle tefsirin hududunu daraltan bazı âlimlerin delillerinden biri de bu sözdür.[115] Bu hüküm'Âişe hadisine tamamen muhaliftir. Fakat bu iki söz şöyle uzlaştırılabilir: Sünneti gayr-ı metlüvv vahiy sayan âlimlere göre Cibril'in tefsirini bil-dirdiği ayetler çok fazladır. Bu kanaatta olmayanlara göre ise İzahı Cibril tarafından bildirilmiş olan ayetler çok azdır. Hadis rivayetlerinde Hz. Peygamberin Cibril'den sorduğu nadiren tasrih edildiğinden, bu iki anlayış da muteber olabilir.

Peygamber (A.S.M.Timizin Cibril'den öğrendiğini tasrih ettiği hadis rivayetlerini toplamaya çalıştık. Bunlardan birkaçını misal olarak arz edip diğerlerine işaret edece-ğiz.

Birinci misal: *Allaha ve Resulüne (mü'minlere) (ıarb açanların, yeryüzünde (yol kesmek suretiyle} fesâdcılığa koşanların cezası, ancak öldürülmeleri, ya asılmaları, yahud (sağ) elleriyle (sol) ayaklarının çaprazvari kesilmesi, yahud da (bulundukları) yerden sürülmeleridir»[116] ayetinin tefsiriyle ilgili olarak şu hadis rivayet edilmiştir:

Buna göre Peygamber (S.A.V.)'imiz, ayette zikr edilen harb açanlardan maksadı ve onlar hakkındaki hükmün tafsilatını istemiş, Cibril de «hırsızlık yapan ve yol kesen hakkında, çalması sebebiyle elini kes, yol kesmesi sebebiyle de ayağını kes. Adam öldüreni, sen de öldür. Katil, yol kesme ve namahremin ırzına tecavüz suçlarını ir-tikâb edeni de as.» diyerek tafsilat getirmiş oluyor.[117]

İkinci misal: *Sen bağışlama yolunu tut. îyiliği emr.et ve cahillerden yüz çevir.»[118] ayeti inince Peygamberimiz bunun mânasını Cibril'den sormuştu. Cibril de: «Cenâb-ı Allah, sana zulmedeni bağışlamanı, seni mahrum bırakana vermeni, seni terkedeni ziyaret etmeni emrediyor»[119] demişti.

Üçüncü misal: «... İşte onlar işlediklerinin en güzellerini kabul edeceğimiz, günah-larından geçeceğimiz kimselerdir,..»[120] ayeti hakkında şöyle bir rivayet gelmiştir.

«İbn Âbbâs'dan : Hz. Peygamber (A.S.M.) Rûhü'l-Emîn'den şöyle nakl etti: «Kulun sevapları ve günahları (kıyamet günü) getirilir, birbirleriyle kısas ve mukabele edilir. Bir tek hasenesi' kalsa bile, Allah Teâlâ o kulu cennetinde ihsanına mazhar kılar».[121] Bu rivayetten, Peygamberimiz sormadan, Cibril'in bu haberi getirdiği anlaşılmaktadır. Az önce işaret etmiş olduğumuz gibi, Cibril'in tavassutunun tasrih edildiği haberler Cok azdır ve bu haberler yaygın değildir.[122]

Hz. Peygamber (A.S.M.)'in Cibril'e sorduğuna dair gelen rivayetler incelendiğinde şu hususlar dikkati çeker:

(12)

1- Kütüb-i sitte, el-Muvatta ve Ahmed b. Han-bel'in Müsnedi gibi birinci derecede

nazar-ı itibara alınan hadis kitaplarında, bu nevi rivayetlere tesadüf edilmemekte-dir.[123]

2- Bahis mevzuu sualler itikadî meselelere, yahut amelî hayata taalluk

etmemek-tedir.

3- Hz. Peygamber (A.S.M.)'in, «sadece Cibril'in öğrettiği ayetlerin tefsirini

yaptığı-na dair* olan rivayet sahih ise, herhalde Hz. Âişe'inin bundan kasdı, Cib-' ril'den riva-yetin tasrih edildiği, Tasladığımız az sayıdaki bu rivayetler değildir. Bundan şu netice çıkarılabilir : Cibril t.alinvettiği halde, ekseriyetle onun tavassutu zikr edilmiyordu.

4- Hz. Âişe hadisini ve mevcut rivayetleri ha-zar-i itibara alırsak, buna bir de

eski-den «Tefsiru Cibril» şeklinde yazılmış" bir mecmuanın[124] mevcûdiyetini ilave eder-sek, ttz. Peygamber -(A.S.M.)'in bazı ayetlerin izahını Cibril'den sorduğu hakkında bir ka-naata sahip oluruz. Resûlullahın müşahade etmediği bazı ahvali, Cibril'in müşahe-de etmesi sebebiyle, bazı ayetlerin tefsirini bilmek hususunda, Peygamberin Cib-ril'den sorması makul bir keyfiyettir[125]

b) Hz. Peygamber (A.S.M.)'in çok az tefsir ettiğini iddia edenler:

Bunlar el-Gazzali (Ö. 505/1111),[126] es-Suyûtî (Ö. 911/1505)[127] ile son asır bilgin-lerinden Ahmed. Emîn ile[128] Kasım el-Kaysî[129] gibi âlimlerdir. Hz. Peygamber (A.S.M.)'in Kur'andan çok az bir kısmı tefsir ettiğini ileri süren bu âlimlerin dayandık-ları başlıca deliller şunlardır:

1- Hz. 'Âişe'nin sözü ki,[130] bu rivayetin tahlilini ve ne şekilde anlaşılması lâzım geldiğini az önce bahis mevzuu etmiştik.

2- Bazı ayetlerin tefsirinde sahabe ve müfessir-ler ihtilaf etmişlerdir. -Burada çok

kaviller vardır.» demişlerdir. Aynı ;mesele hakkında, cem ve tevfik edilmesi mümkin pİmayan kaviller çoktur. Bu kavillerin hepsinin de Resûlullahdan işitilmiş olması ise muhaldir. Biri işitilmiş ise, diğerleri reddedilmelidir. Şu halde kafi olarak anlaşılıyor ki, her müfessir istinbatı île kendisine inkişaf eden mânayı söylemiştir.

Bu delile göre şöyle denilebilir: Sahabe arasında bazı ayetleri tefsir etmek husu-sunda ihtilaf yok değildi. Fakat ihtilaf büyütülecek kadar fazla değildir. Aralarında ihti-lafın en az olduğu nesil sahabe neslidir. Ayrıca aralarındaki ihtilaf, ekseriyetle tezat ihtilafı değil, tenevvü ihtilafıdır. Bu tenevvü ihtilafı da iki kısımdır :

Aynı maksadı, farklı zâtlar değişik tabirlerle ifade Edebilir veya aynı şeyin farklı yönlerine işaret edebi-

lirler. Mesela, için biri «Kur'an'a ittiba», diğeri de «İslâm» demiştir. Her iki kavil de müttefiktir. İkisi de aynı şeye işaret etmiş, lakin her biri sıfatlarından biriyle vasf et-miştir. İkincisi onlardan her birinin, umumi bir mefhûmun bazı özelliklerini, misal ka-bilinden zikretmesidir. Bu durumda onların maksadı muhatabın dikkatini nev'e çek-mektir, yoksa umûm ve hususuyla tam tamına bir lahdid ve tayin değildir. Mesela:

*...îşte onlardan kimi nefsine zulmedendir, onların bazısı mu'tedildir, onlardan bir kısmı da Allahın izniyle hayrat (ve hasenat yarışların) da öncü ol (up kazan) an-dır...».[131]

farzları yapmayan, haramları işleyen kimseyi, farzları yapan ve haramları terk eden kimseyi ise ileri geçen ve farzları yapmakla birlikte başka hasenat da işleyen kimseyi ifade eder. îmdi onlardan her biri bu umumî mefhûmu, taat nevilerinden biri hakkında zikr eder .Biri şöyle der: vaktin evvelinde, vakit içerisinde namazım kılandır. İse ikindi namazını, ısfırar vaktine kadar tehir edendir».

Diğeri de şöyle der: «Sabık, zekâtını vermekle beraber sadaka ile de ihsanda bulu-nandır. Muktasıd, yalnız farz zekâtı verendir. Zalim ise zekâtı vermeyendir, işte bu iki nevi, selef tefsirinde, ihtilaflı zannedilen tefsirin ekseriyetinin durumunu ifade eder.

Selef arasındaki ihtilafın-bir kısmı da, lafzın iki tarafa da muhtemü olması .sebebiyledir. Bu da ya lafzın lügatte «müşterek» bir kelime olmasından (mesela, ge-cenin hem başlaması hem de geçmesi manasına gelir, yahut her ikisine de muvafık olduğu halde, murad o iki neviden yahut iki şahıstan biri olmasından ileri gelir. Mese-la sonra yakMese-laşti, derken sarkdı[132] ayetindeki zamirler gibi. Selef hakkında bazılarının

(13)

ihtilaf saydığı hallerden biri de onların, mânaları, birbirine yakın lafızlarla ifade et-meleridir.[133]

ebeden muhtelif tefsirlerin rivayet edilmesinin sebeplerinden biri de, onların ba-zan aynı ayeti earklı kıraatlere göre tefsir etmiş olmalarıdır. Halbuki bu durumda, bir ayet hakkında onlardan iki ayrı tefsirin varid olması ihtilafa delâlet etmez. Her tefsir göredir. Nitekim selef buna işaret etmiştir. et-Taberî «Gözlerimiz döndürülmüş-tür»[134] ayeti hakkında îbn Abbas ve diğerlerinden kapatıldı, görmesine mani oIundu ayrıca döndürüldü, büyülendi» manasını tahric etmiştir. Katâde (Ö. 118/736) bu iki tefsiri şöyle tevfik eder : Teşdidle okuyan muhaffef okuyan ise mânasını kasd etmiş-tir. Keza[135] ayetinde kıraati cima mânasına, ise el ile temas manasınadır. İhtilaf yok-tur.[136]

Selef arasındaki tefsir ihtilaflarında son olarak, sahabeye nisbet edilen rivayetlerin sahih olup olmadığının iyice.araştırılması gerektiği belirtilmelidir.

3- Hz. Peygamber (A.S.M.)'in Kur'anın bütün mânalarını beyan etmiş olması

mü-teazzirdir. Bu an: cak«az ayetler için mümkündür. Binaenaleyh ayetlerden murad-ı ilahî, emareler ve delillerle istinbat edilir. Kullarının iyice düşünmeleri gayesiyle Allah, Kitabındaki her ayetin, kat'î muradını bildirmesini Resulüne emir etmemiştir[137]

Bu iddiaya şöylo itiraz edilebilir: Aklî cihetten bu sözün doğruluğu teslim edilemez. Zira Resûlullah bütün ayetleri de tefsir, edebilirdi. Bunda bir imkânsızlık yoktu. Böyle bir umumi hükümle, Peygamber (A.S.M.) imizin çok az tefsir ettiğine istidlal oluna-maz.

4- Resûlullah bütün ayetlerin mânasını açıklasaydı

- Allahım, onu dinde fakih eyle ve ona te'vili öğret» duasına, îbn Abbas'ı tahsis etmesinin mânası kalmazdı.[138] Bu takdirde, tefsir de tenzil gibi sadece nakl edilen bir şey olmak gerekirdi. Sahabenin de anlayış bakımından müsavi olmaları iktiza ederdi.

Bundan Peygamber (A.S.M.) 'imizin, Kur'amn bütün mânalarını izah etmediği çıka-rılabilir. Lâkin iddia edildiği gibi sadece çok azını açıkladığına delil olamaz.

5- Allah Teâlâ «Halbuki onu Resule veya aralarında yetki sahibi kimselere

götür-melerdi, onlardan istinbat edebilenler onun ne olduğunu bilirlerdi»[139]

buyurmak suretiyle ilim ehli için istinbatı (delillerden içtihad ederek hüküm çı-karmayı) kabul etmiştir. Malûmdur ki istinbat sema'nm (işitmenin ve naklin) zıddı-dır.[140]

Bu delil de müddeayı isbata kâfi değildir. Peygamberimizin Kur’anın ekserisini be-yan etmesiyle, içtihada meydan kalması birbirine münafi değildir.

6- Kur'amn yalnız bir kısım ayetleri için Hz. Peygamber (A.S.M.)'e merfû ve

müs-ned tefsir rivayetlerine tesadüf edilir[141]

7- Ahmed b. Hanbel (Ö. 241/855) gibi rivayete ehemmiyet veren bir zat bile «üç

şeyin aslı yoktur: Meğâzî, melahim ve tefsir.» demiştir. Onun gibi bazı âlimler, bu babdan gelen'rivayetlerin sıhhatini kafi olarak inkâr etmişlerdir. Müfessirlerin bu sa-hada va-rid olan rivayetlere güvenmediğinin bir delili de, onların rivayet edilenlerle bağlı kalmayıp, içtin adlarıyla ilaveler yapmış olmalarıdır. Şayet bu rivayetler onların nezdinde sahih olsaydı, nassm hududunda dururlardı.[142]

İbn Teymiyye'ye göre İmam Ahmed'in bu sözünden murad; tefsire dair rivayetle-rin ekseriyet itibariyle mürsel haberlere dayandığıdır.[143] Yine İmam Ahmed'in mez-hebinde olan muhakkikler: «Bu sözden muradı, çoğunun muttasıl sahih senetleri yok-tur.» demektir. Yoksa tefsir hususunda sahih rivayetler çokyok-tur.»[144] demişlerdir. Ay-rıca Ahmed b. Hanbel, AH b. Ebi Talha'mn (Ö. 143/760), İbn Abbas'dan mervi tefsiri hakkında «Mısır'da tefsire aid bir sahife vardır. Bu sahifeyi Ali b. Ebî Talha rivayet et-miştir. Bir kimse bu sahife için Mısır'a sefer etse, seyahati boşa gitmez.» deet-miştir.[145] Ayrıca kendisi Müsned'inde tefsire dair birçok hadis rivayet etmiştir. Mevzulara göre Müsned'i tertib eden el-Fethu'r-Rabbânî isimli eserin XVIII., cildinin (Ç5-354.) sahife-leri arasında, onun tefsire dair rivayetsahife-leri toplanmıştır. İbnu'n-Nedim el-Fihrist adlı kitabında Ahmed b. Hanbel'in müstakil bir tefsir kiteibı olduğunu bildirir.[146] îbn Teymiyye de onun bu tefsirini zikr eder.[147]

(14)

Şu h^lde Ahmed b. Hanbel'in «tefsirin aslı yoktur» demekten kasdı, sahih tefsir ri-vayetlerini nefy etmek değil, zihinleri ikaz ve tenbih etmektir. Fecru'l-İslam yakarı, Ahmed b. Hanbel'in bir sözünün zahirine istinaden sathî bir hükümle, onun sahih ve merfû tefsiri mutlak surette nefy ettiğini ileri sürmesi ve bunu tefsirijcı bu nevini inkâr sadedinde sevk etmesi, bu mevzuda, tafsilat vermemize sebep olmuştur.

Es-Suyûtî, ez-Zerkeşî (Ö. 794/1392) nin, merfû sa-hîh tefsirin çok olduğuna dair sözünü nakl ettikten sonra: «Ben derim ki, bu kısımdan sahih olan çok azdır. Hattâ, hakiki olarak merfû olan, son derece azdır. Bunların cümlesini kitabımızın sonunda serd edeceğim.»[148] diyor. Es-Suyûtî aynı eserinde tasrih ettiği gibi, kitabında, merfû rivayetler arasından yalnız sahihlerini değil, mürsel ve zaif hadisleri de riakl etmiş-tir.[149] Aynı müellif ed-Durru'UMensur eserinde ise, yüzlerce merfû rivayet nakleder. Bu tezat şundan ileri gelmiştir: Bir talebesine, kendi hattıyla,, el-İtkan'ı rivayet izni verdiği icazetname 883 tarihini taşımaktadır.[150] Halbuki ed-Durru'1-Mensur'u, 898'de bitirdiğini, eserin sonunda kaydeder. Demek ki aradan geçen 15 senede, bilgi-sini artırmış ve bu konuda fikrini değiştirdiğini belirtmiştir.[151]

Ancak es-Suyûtî, el-îtkânda merfû rivayetleri sıraladıktan sonra şu sözlerle kitabı-na nihayet verir: «îbn Teymiyye kitabı-nakl ettiğimiz sözlerinde ve başka yerlerde Hz. Pey-gamberin, ashabına Kur'anih tamamını yahut tamamına yakın ekseriyetini tefsir ekti-ğini sarahaten söylemektedir. Ahmed ve İbn Mâce'riin Ömer'den rivayet ettikleri" haber de bu kavli te'yid etmektedir.[152] el-Bezzâr'm Âişe'den tahriç ettiği hadis İbn Kesîr'in dediği gibi münker bir hadistir, İbn Cerir ve diğerleri bu hadisi şöyle te'vil ederler: Habisteki az ayetler, Resûlullah (A.S.M.)'m anlamakta müşküat çektiği ve, Cenabı Haktan ilmini taleb ettiği, Cenab-ı Hakkın'da Cibril lisanıyla indirdiği müşkil ayetlere işarettir.[153] Bu sözleri ile es-Suyûti; az önce nakl ettiğimiz iddiasındaki aşırı-lığı[154] hafifletmiş oluyor.

Netice olarak diyebiliriz ki, Hz. Peygamber (A.S. M.)'in Kur'andan çok az ayeti tef-sir ettiğini, bunun haricinde! beyanda bulunmadığını ileri süren zevatın delilleri, müddealarım isbata kâfi gelmemektedir. Daha çok uıtıumi prensiplerden ve bir takım ip uçlarından hareket ederek dâvalarını isbata çalışmışlardır.

c) Hz. Peygamber (A.S.M.)'in Kur'anın tamamını açıkladığını iddia edenler:

Bu icfçliayı ortaya atanların başında îbn Teymiyye (Ö. 7J28/1328) gelir. Fikirlerini tefsir usulüne dair yazdığı [Mukaddime fi Usûli't-Tefsir adlı eserinde açıklar.[155] Delil-lerini şöyle sıralayabiliriz:

1- Allah Teâlâ Resulüne hitaben : «Biz sana da Kur'âm indirdik. Ta ki insanlara,

kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasm.» buyurmuştur. Ayetteki «beyan»,; Kur'a-nın bütün mânalarını içine alır. Resû-lullah Kur'ânm lafızlarını olduğu gibi, mânalarını da beyan ermeseydi, Allah'ın kendisine yüklediği açıklama işinde kusurlu olurdu.

Bu iddiaya şöyle itiraz edilebilir : Müddea için ayetin umubıiyeti ile istidlal etmek sahih bir istidlal değildir. Resûlullah beyan ile mükellef olmak hasebiyle, insanların fikir ve içtihatlarıyla vasıl olamayacakları meselelere, onların anlamakta müşkilat çek-tikleri ve kendisine sordukları ayetleri açıklardı. Anlayabildikleri ayetleri açıklamasına lüzum yoktu. Cenab-ı Allah ayetlerinin tedebbür edilmesini, ibret alınmasını mü-teaddid yerlerde emr etmektedir. Tedebbür, meseleyi iyice düşünüp varacağı akibeti anlamaktır. Allah insanlara «anlayamayacağınız şu ayetleri düşünülp ibret alınız» diyerek abes iş yapmaktan münezzehtir. Halbuki ,ashabın birçoğu Kur'anı mücerred -dinlemekle, Resû-lullah kendilerine açıklam aks izin, anlamışlar ve müteessir olarak müslümanhğı kabul etmişlerdi.

2- Osman b. "Affân ve Abdullah b. Ivjes'ûd gibi ashabın, Resûlullahdan on ayet

öğ-renince, onlardaki ilim ve ameli öğrenmeden diğerlerine geçmlediklerino dair Ebû Abdirrahmân es-Sülemı rivayeti, Hz. Peygamberin, onlara bütün ayetlerin mânasını öğrettiğini gösterir. Keza Abdullah b. Ömer'in, el-Bakara sûresini öğrenmek gayesiyle sekiz sene meşgul plması da buna delâlet eder. Allah Teâlâ ayetlerinin iyice düşü-nülmesini emr ediyor. Sahabe bu emre imtisalen, Kur'-ân ayetleri üzerinde çokça gu-rurlardı. Mânasını anlamadan kelâmın tedebbür edilmesi mümkün değildir, îşte bun-lar, sahabenin Kur'anın lafızlarını olduğu gibi, mânalarını da Hz. Peygamber (A.S.M.)'den öğrenmiş olduklarına deliî teşkil eder.

(15)

Kur'anın onar onar ayetler halinde öğre bilmesine dair-rivayet, müddeayı isbata kâfi gelmez. Bu sözden maksat şu olmalıdır: Hz. Peygamber (A.SM.) Kitabullahm sathî bir nazarla okunup geçilmesini istemiyor, ashabı tezekküre sevk ediyor, ayetlerin müştemil olduğu mânaları, hükümleri ve ibretleri iyice anlamalarını istiyordu. Müşkiî gelen yerleri izah pdiyordu. Yahut imal-i fikr etmeleriyle mânalar kendilerine inkişâf ediyordu. On ayetin ihtiva ettiği belli paslı mânaları akıllarına ve kalplerine nakş edin-ce, diğerlerine geçiyorlardı. Böylece Peygamber (A.S.M.)'imiz onların Kur'ânı, onar onar ayetler halinde öğrenmelerini temin ediyordu. Yoksa bu rivayetten Peygamber (A.S.M.) 'imizin, programlı bir takrir suretinde her on ayeti okuyup sonra onları teker teker açıkladığı mânası çıkarılmamalıdır.

3- Herhangi bir topluluk tıp, matematik gibi bir ilim dalına ait bir kitabı okuduğu

halde, onun izahını istememeleri âdeten mümkin değildir. Kendilerine dünya ve ahi-ret saadetini tekeffül eden Allah'ın kitabı ise, buna daha. çok layıktır.

Bununla, sahabenin Kur'anı, anlamış olmaları lazım geldiği kasd ediliyor. Sahabe Kur'anla nasıl amel edeceklerini biliyorlardı. Kur'anın mânalarını umumiyetle en iyi anlayan insanlardı. Fakat bu, Kur'anın her ayetinin mânasını Hz. Peygamber (A.S.M.)'den öğrenmiş oldukları mânasına gelmez.

4- Ömer b. el-Hattâb'ın, ribanm Hz. Peygamber (A'.S.M.) . tarafından tefsir

edil-mediğine dair sözü. Ömer: «Kur'andan en son nazil olan, riba ayetidir. Be-sûlullah riba ayetini tefsir etmeden irtihal etti. Binaenaleyh ribayı da, riba şüphesi olanı da bırakınız»[156] Bu söz fehvası ile delâlet eder ki, Hz. Peygamber (Â.S.M.) nazil olan her şeyi açıklıyordu. Vefatına yakın olduğundan, bu ayeti açıklamamıştı. Eğer böyle olrri-asaydı, Ömer'in tahsisen bu ayetin tefsir edilmediğini ' zikr etmesinin mânası olmaz-dı.

Bu sözden sahabenin, riba ayetini anlamakta müş-kilat çektiği çıkarılır. Nitekim hükmünü iyice bilmedikleri başka ayetler de vardı. Lâkin bundan, her ayetin mânasını ayrı ayrı Peygamber (A.S.M)'imizin bildirdiği mânası çıkarılamaz.[157]

Görülüyor ki bu iddianın kifayetsizliğine başka deliller olmasa bile, bizzat iddia sa-hiplerinin ileri sürdükleri deliller dahi, tenkide tahammül edemiyecek kadar zayıf ve müddeayı isbattan uzaktır. «Kur'anm tamamının mânasını Resulullah ashabına bil-dirmişti." şeklinde verilen hüküm, acele ile verilmiş bir hükme benzemektedir. Ancak bu noktada şöyle bir sual zihinlerde beli-rebilir: *Hz. Peygamber (A.S.M.) Kur'anırç tamamım açıkladığı halde, bu izahlar bize intikal etmemiş olamaz mı?* Böyle bir sual, mezkûr tezi müdafaa edenlerin iddiasını takviye edebilir. Şimdi zikredeceğimiz riva-yet, böyle bir ihtimali hatıra getirebilir: Abdur-rezzak'm Ebû Hureyre'den rivayetine göre (o şöyle demiştir : Ömer halife olunca «amel edilenle^ müstesna olmak şartı ile, Resûlullalıtan az rivayet ediniz.» dedi.[158] Ed-Dârimî de bunu uzun bir hadhs içerisin-de Kuraza b. Kâ'b'içerisin-den rivayet ettikten sonra içerisin-der ki : «Bize göre bu nehiy, Resûluîlah zamanında vaki olan hâ-disat, (oyyâm-j Eesûlillâhl hakkındadır. Yoltsa farz ve sünnet-ler hakkında değildi.[159] Belki dejbu ve emsali tedbirler, ahkâm ayetlerinin haricinde îîalan ayetlerin tefsirine dair oîan haberlerin rivayetini azaltmış olabilir. Fakat bu ted-birin Ömer devrinde ;ne derece câri olduğunu ve onun vefatından sonra ashabın bu-na ne kadar riayet edip etmediğini bilmiyoruz.

Osman, Talha, ez-Zubeyr gibi yakın sahâbilerin çok az hadis rivayet ettikleri de bu-rada hatıra gelebilir. Meselâ ez-Zubeyr, Resûlulîahdan. rivayet edilmiş bazı sözleri işittiğinde, bunları kendisinin de bildiğini, fakat rivayet etmediğini söylemiştir.

Keza sahabenin bazı ayetler hakkında ancak soruldukları zaman, Peygamberimizin izahını naklettiklerine dair rivayetler de az değildir. Bundan, rivayet etmediklerinin de bulunduğu düşünülebilir. Fakat on-lann bu davranışları kasda makrun da olmayabilir. Sonra bazı sahâbilerin az hadis rivayet ettiğine dair, haberler, olsa olsa onlardan, mâlımı olan bir kısmının davranışlarını ve mizaç hususiyetlerini belirtir. Umumuna teşmil edilemez. Burada sahabenin ancak sorulduğu zaman söylediklerine ait birkaç misal vereceğiz.

Umeyye, Âişe'den el-Bakara sûresinin 284. ayetiy-le eri-Nisâ sûresinin 123. ayeti-nin tefsirini sordu. Hz. 'Âişe: «Ben bu ayetleri Resûlulîahdan soralı beri, hiç kimse onu

(16)

benden sormadı.» dedi. Sonra Peygamberimizin bu ayetler hakkındaki izahım zikr etti.[160]

Mısırlı bir adam Ebû'd-Derdâ'ya: «Dünya hayatında da, âhîretde de onlar için müjde vardır».[161] ayeti hakkında ne dersin? Diye sormuştu. Ebu'd-Der-dâ cevaben dedi ki:

«Sen öyle bir şey sordun ki, onu Resûlullahdan sormuş olan bir adamdan sonra, onu soranı işitmedim. Dünya hayatındaki müjdeleri sadık rü,ya görmektir».[162]

Bazı rivayetlerden anlaşıldığına göre, Hz. Peygamber, amel ve ibadete ait olma-yan, bazı ayetleri, kendisinden sorulmadan önce izah etmiyordu. Ancak sorulduğun-da, Cenab-ı Hakkın kendisine bildirdiğini söylüyordu:

Hz. Âişe Peygamberimizden (A.S.M.), «yer başka bir yere değiştiği gün» insanların nerede olacağını sorunca Hz. Peygamber (A.S.M.) : Sen bana öyle bir şey sordun ki, onu daha önce ümmetimden hiç kimse sormamıştı. Bu, insanların Cehennem köprü-sü üzerinde (başka rivayetlerde: Sırat üzerinde) olduğu sıradadır.» demişti.[163]

Hz. Osman - «Göklerin ve yerin anahtarı onundur...» (Zümer, 63) ayetinin izahını Peygamberimizden sorunca Peygamberimiz mezkûr «anahtarlar» hakkında : «Bunu senden önce hiç bir kimse sormadı onun tefsiri şudur:

«'Allah'dan başka tanrı yoktur. Büyük Allah'dır. her noksandan münezzehtir ve hamd O'nadır.

Allah'dan mağfiret dilerim. Allah'ın yardımı olmaksızın kuvvet yoktur. Evvel ve Âhir, Zahir ve Batın O'dur. Hayır O'nun elindedir. Öldüren ve hayat veren O'dur. Ve O her şeye kadirdir». Ey Osman, kim her sabah on kere bunları söylerse, kendisine altı haslet verilir. Birincisi : İblisten ve askerlerinden korunur. İkincisi: Kendisine bir kmtar ecir verilir. Üçüncüsü: Cennetteki mertebesi bir derece daha yükseltilir. Dördüncüsü .-Kendisine huriler eş kılınır. Beşincisi: Yanma on iki melek gelir. Altıncısı: Kur'an'ı, Tevrat'ı, İncil'i ve Zebur'u okuyanın sevabına nail olur. Aynca ey Osman, makbul bir

hac ve makbul bir umre yapmanın sevabı ona verilir ve o gün vefat ederse şehid sayı-lır».[164]

Hz. Peygamberin (A.S.M.), Kur'ânın tamamını tefsir ettiğine dair iddianın tahlilini bitirirken, müs-takiîlen Peygamberimize (A.S.M.) isnad edilen bir tefsire de kısaca temas etmemiz gerekmektedir. Es-Sa'-lebi (Ö. 427/1035) tefsirinin mukaddimesinde, kaynaklarını sıralarken diyor ki: «... Tefsîru Cebrâ'il ki tamamını müellifine okudum. Tefsîru'n-Nebî ki bir kısmını musanmfmdan dinledim, kalanı için de bana icazet verdi. Tefsîru's-Sahâbe ki tamamını musannıfma okudum. Bunların hepsini de fakih Ebû'l-Hasan Mu-hammed b. el-Kâsım tasnif etmiştir»[165]

Yâkût el-Hamavî, el-Vâhidî'nin (Ö. 468/1075) eserleri arasında Tefsîro'n-Nebî isim-li bir eserin bulunduğunu yazar.[166]

Bunlardan anlaşılıyor ki, bazı âlimler, Peygamberimizden (A.S.M.) nakl edilen tef-sir rivayetlerini bir araya toplamaya çalışmışlardı. Her halde bu mecmualar Kur’ânın bütün ayetlerine dair tefsir rivayetlerini ihtiva etmemek gerekir. Zira Peygamberi-mizden (A.S.M.) izahı rivayet edilmeyen ayetler çoktur, hatta ekseriyettedir. Başta Peygamberinize (A.S.M.) ait olmak üzere me'sûr tefsiri toplamayı istihdaf eden baş-lıca rivayet tefsirlerinden Abdurrezzâk (Ö. 211/820), Yahya b. Sellâm (Ö. 200/815), et-Taberî, İbn Ebî Hatim (Ö. 327/939), İbn Kesîr, (Ö. 774/1372) gibi âlimlerin tefsirle-riyle, bütün bu eserlerden ve ayrıca rivayete dayanan yüzlerce eserden, me'sûr tefsi-re dair her türlü rivayeti toplamaya çalışmış olan es-Süyûtînin ed-Durru'1-Mensûr isimli tefsiri gözden geçirilirse bu neticeye varılır. Ancak ayetlerle herhangi bir yön-den ilgisi bulunan hadisi şerifleri, ilgili ayetin tefsirinde nakl etmek suretiyle hareket edilirse, o takdirde, «Tef-sîru'n-Nebî» adı verilen bir mecmuanın hacmi tabia-tiyle çok büyük ve tefsiri yapılan ayetlerin de Kur'a-nın tamamına yakın bir ekseriyetini teşkil edeceği düşünülebilir. Rivayetlerin hayli kabarık bir yekûn teş'kil ettiği ve riva-yetlerin geniş çapta toplanmasına ehemmiyet verildiği hicri dördüncü ve beşinci asır-larda, hayli zaif rivayetlerle şişirilmiş hacimli bir «Tef-sîru'n-Nebî» derlenmiş olması da, büsbütün uzak bir, ihtimal değildir.

Referensi

Dokumen terkait

Disampaikan dengan harmat, Kami Pengurus Masjid Al-Anwar Asy-Syuhada Cikalamas Lebak Karikil Mangkubumi Kata Tasikmalaya Jawa Barat mengajukan Permahanan

unblock trx, sedangkan untuk software Huawei hanya orang ahli dalam BTS yang dapat mengakses data base dari BTS hanya orang yang sudah berpengalaman didalam software Huawei,

Kartu tanda peserta dibagikan pada saat

 Pelayanan penunjang medis merupakan peralatan yang dimiliki Rumah Sakit dimana harus memenuhi standar sesuai dengan ketentuan peraturan perundang-undangan  Pedoman sesuai

Leukimia adalah keganasan pada organ pembuat sel darah, berupa proliferasi patologis sel hemapoetik muda yang ditandai oleh adanya kegagalan sum-sum tulang dalam

Jika penghitungan fisik persediaan dilaksanakan pada suatu tanggal selain tanggal laporan keuangan, auditor harus, sebagai tambahan prosedur yang diharuskan oleh paragraf 4,

Pada leukosit, digunakan larutan Turk, karena larutan ini terdiri atas asam asetat 2 % berfungsi untuk melisiskan trombosit dan eritrosit, sehingga hanya leukosit yang bisa