İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ
AÇIK ve UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ
Tüm yayın ve kullanımhakları İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesine aittir. Hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. Ancak kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Ders notlarının içeriğinden yazarları sorumludur.
BÖLÜM: TARİH
DÖNEM (GÜZ / BAHAR): GÜZ
EĞİTİM ÖĞRETİM YILI: 2013-2014
DERSİN ADI: DOĞU AVRUPA TÜRK TARİHİ I
DERS NOTU YAZARININ
ADI-SOYADI: DOÇ. DR. İSMAİL MANGALTEPE
CANLI DERS ÖĞRETİM
4. HAFTA DERS NOTU
İÇİNDEKİLER
I. TÜRKLERİN DOĞU AVRUPA VE BALKANLARA GELMELERİ VE
HUNLAR
A. Doğu Avrupa’ya Türk Göçlerinin Sebepleri 1. Doğal Afetler
2. Nüfus artışı ve otlak yetersizliği 3. Siyasi anlaşmazlıklar
4. Ağır dış baskılar
5. Cihan Hâkimiyeti Düşüncesi
ÖZET (TÜRKÇE)
4. Haftada Türklerin Türkistan’dan Doğu Avrupa’ya göçleri ayrıntılı bir biçimde incelenecek ve Doğu Avrupa’da kurulan ilk Türk devleti olan Avrupa Hunları hakkında bilgi verilecektir.
I. TÜRKLERİN DOĞU AVRUPA VE BALKANLARA GELMELERİ VE HUNLAR
Türklerin batıya göçleri Milattan Önceki devirlere kadar uzanmaktadır. Ancak belgelerle tespit edilebilen göçler milattan sonraki dönemlere aittir. IV. yüzyıldan itibaren Türkler Türkistan bölgesinden göç etmek durumunda kalmışlardır. Doğal afetler, nüfus artışı, otlak yetersizliği, siyâsi anlaşmazlıklar, ağır dış baskılar ve cihan hâkimiyeti düşüncesi göçün nedenleri olarak sıralanabilir. Göç eden Türk kavimleri uzun bir dönem Hazar Denizi, Kafkaslar ve Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlarda hâkimiyet kurmuşlardır.
Özellikle Hunların bölgeye gelmesiyle pek çok kavim yurtlarını terk etmek durumunda kalarak “Büyük Kavimler Göçüne” sebep olmuşlardır. IV.-VII. yüzyıllar arasında Karpatlar ve Tuna Havzasını da içine alan geniş coğrafyada Hunlar, Sabirler, Ogur toplulukları, Avarlar ve Bulgarlar büyük devletler kurmuşlardır. Türkler Doğu Avrupa topraklarındaki hâkimiyetlerini uzun süre devam ettirmişler ve bölgenin sosyo-kültürel yapısının değişmesinde önemli katkılarda bulunmuşlardır.
Tarih ve mekân ilişkisi birbirinden ayrılamayacak iki önemli olgudur. Kavimlerin yaşadıkları coğrafyalar ve diğer çevre faktörleri, toplumun hayatını derinden etkilemekte ve büyük oranda da şekillenmesinde etkin rol oynamaktadır. Türkistan bozkırlarının uçsuz bucaksız düzlük arazilerinin, mekân – birey ilişkisinin ferdin hayatına müspet veya menfi yönde istikamet kazandırdığı gibi, Türk kavimlerinin siyasi, sosyal, iktisadi ve de askeri tarihi üzerindeki tesiri mutlak surette görülebilmektedir. Asya steplerinin zorlu hayat şartları bozkır insanında mücadele ruhunu, dayanıklılığı, fedakârlığı, dayanışmayı, hasbiliği, bir arada barış ve huzur içinde yaşamayı, stratejiyi, teşkilatlanmayı, temeli insan ve adalet olan devletler kurabilme yeteneğini kazandırmıştır.
A. Doğu Avrupa’ya Türk Göçlerinin Sebepleri
Yaygın kanaat Türklerin bıkmadan usanmadan sürekli göç eden, durağan hayatı sevmeyen ve hareketliliği bir yaşam biçimi olarak kabul eden bir kavim oldukları şeklindedir. Ancak her ne olursa olsun Türklerin de sonuçta tarih sahnesine çıktıkları, zamanla büyüyerek ve gelişerek güçlü bir toplum olarak siyasi arenada varlık gösterdikleri bir coğrafi mekânın olması gerekir.
Nitekim vatan düşüncesi bu kadar güçlü olan milletin, bir toprak parçasını kutsal olarak görmemesi o mekânla duygusal bir bağ kurmaması düşünülemez. Yapılan son araştırmalar neticesinde tarihçiler Türklerin anavatanını Altay ve Sayan dağları çevresi, sanat tarihçileri Tanrı dağları ve çevresi, kültür tarihçileri İrtiş-Urallar arasını anayurt olarak kabul etmişlerdir. Sonuçta daha da somutlaştırmak gerekirse; Issık Göl, Aral Denizi, Baykal ve Balkaş Gölleri, Altay Dağları ile Tanrı Dağları ve son olarak Ötüken ormanlarının bulundukları coğrafyanın kesiştiği bölgeleri Türklerin anayurdu olarak kabul etmek gerekir.
Kavimler sebep olmaksızın sonunun nasıl biteceği belli olmayan bir göç hareketine kalkışmazlar. Zorlayıcı sebepler yüzünden Türk kavimleri anayurtlarını terk etmişlerdir. Anavatan Türkistan coğrafyasında yaşayan Türk kavimlerinin bir kısmı beş başlık altında toplayabileceğimiz nedenlerden dolayı farklı kıtalara göç etmek durumunda kalmışlardır.
1. Doğal Afetler:
Anayurdun kuzey kesimlerini Tayga ormanları oluşturmaktadır. Devamında bozkır kuşağı ve sonrasında da kumlu bozkırlar ve çöl anayurdun fiziki görüntüsünü yansıtır. Karasal ve sert bir iklimin hâkim olduğu anayurtta yağışların yetersizliği tarım yapılmasını engellemektedir. Çevre ve iklim şartlarının hayvancılığa ve tarıma elverişsiz olması, kuraklık ve çekirge baskınları ve bunların kıtlıklara yol açması hayatı zorlaştırmaktadır. 627 yılında Gök Türk ülkesindeki yoğun kar yağışı koyun sürülerini ve atları telef etmiştir. Bununla beraber soğuklar ve salgın hayvan hastalıklarının kitleler halinde hayvan kırımlarına sebep olması ve bunların neticesinde de Türklerin ekonomik varlıklarını yitirmeleri, perişan olmaları ve güç durumda kalmaları bir müddet sonra göç etmelerine sebep olmuştur.
2. Nüfus artışı ve otlak yetersizliği:
Bozkırlarda insan sayısı ve gücüne olan ihtiyaç, nüfusun hızla artmasına sebep olmuştur. Nüfus artışı ile toprakların geçim bakımından yetersiz kalması, otlakların artan sürülere yetmemesi, bu yüzden boylar arasında silahlı çatışmalar meydana gelmesi, sonuçta da mücadeleyi kaybeden boyun kendisine yeni yurt ve otlak aramak üzer göç etmesi kaçınılmazdı.
3. Siyasi anlaşmazlıklar:
Türk tarihinde sık sık görülen ülke içindeki kargaşanın ve kavgaların temelini siyasi anlaşmazlıklar oluşturmaktadır. Bir boyun diğer boya üstünlük sağlama hevesi, veraset
hukukundan yoksunluk neticesinde kardeşler arasındaki taht kavgaları ve yönetim anlayışındaki farklılıklar ülkenin zayıf düşmesine hatta parçalanmasına kadar uzanıyordu. M.Ö. 58 yılında Hun Tanhusu Ho-han-yeh’in Çin’in hâkimiyetine girmek istemesine Çi-Çi ve taraftarları karşı çıkmışlar, bunu utanç vesilesi olarak görmüşlerdir. Giriştikleri mücadeleyi kaybeden Çi-Çi ve arkadaşları mecburen ülkeyi terk durumunda kalarak Batı Türkistan’da yeni devlet kurmuşlardır. Aynı şekilde 558 yılında Gök Türk hâkimiyetini tanımayan Avarlar 20.000 kişilik bir toplulukla Kafkaslara oradan da Doğu Avrupa’ya göç etmişlerdir. Sonuçta mücadeleyi kaybeden taraf egemenlik altına girmektense yerini terk edip, yeni yerlere göç etmeyi tercih ediyordu.
4. Ağır dış baskılar:
Türklerin henüz yaşadıkları sahalarda güçlü siyasi devlet kuramamaları, komşu devletlerin baskılarına maruz kalmalarına sebep olmuştur. Bağımsızlıkları konusunda taviz vermeyen Türkler, esaret söz konusu olduğuna yurtlarını terk etmekten geri durmamışlardır. Kısaca Türkler, istiklallerini değil, yurtlarını feda ediyorlardı. Türk kavimleri bazen de birbirlerinin baskılarına maruz kalarak, yurtlarından göç etmişlerdir. Özellikle Doğu Avrupa ve Balkanlara doğru yapılan göçler bir Türk boyunun diğer Türk boyunu tehdit etmesi ve yerinden yurdundan çıkmaya zorlaması sonucu gerçekleşmiştir.
5. Cihan Hâkimiyeti Düşüncesi:
Türkler dünya hâkimiyetinin kendilerine Tanrı tarafından bağışlandığını düşünüyorlardı. Hakanlar Tanrının kendilerini Kut ile yani siyasi hâkimiyet ile donatarak tahta çıkartmasını bir lütuf gibi görerek bunun karşılığında yeryüzünde adaleti, huzuru ve barışı sağlamaya yönelik teşebbüslerde bulunuyorlardı. Nitekim bu girişimlerin izlerini Abidelerde görmek mümkündür. Şöyle ki: “Üstte bir gök altta yağız yer yaratılmış; gök ile yer arasında insanoğlu yaratılmış. Bütün insanlığa ecdat Hakan olmuş…”. Hakan Tanrı’nın kendine verdiği bu vazifeyi düşünerek “…Bana göre faydalı gördüğüm bütün insanlığın yararına kabul ettiğim Türk töresini hâkim kılmak…” ifadesiyle cihan hâkimiyetine olan inancını yansıtmaktadır. Yine Oğuz Kağan Destanı’nda, Oğuz Kağan’ın hükümdar ilan edildikten sonra dile getirdiği “Güneş bayrağımız, gökyüzü otağımızdır” sözü bu amacın tezahürüdür.
Türklerin at sayesinde çok hızlı ve etkili bir biçimde fetih ve göç hareketlerinde bulunabilmeleri, yeni ülkelerfethetme arzusu ve bunun tabii sonucu olarak yeni vatanlar
kurma düşüncesi, bütün dünyaya hâkim olma isteği, her yere Türk idaresi, adaleti ve barışının götürülmek istenmesi de göçlerin bir nedeni olarak görülmektedir.
Türk göçleri genellikle iki istikamette yani güneye ve batıya doğru cereyan etmiştir ve sayısı 13’tür. Güneye inen Türkler Kuzey Çin’de çeşitli adlar altında, Tabgaç Devleti (338-557) gibi, devletler kurmuşlardır. Batı’ya göç eden Türk kavimleri de başlıca iki kola ayrılarak yollarına devam etmişlerdir. Bunlardan bir kısmı Hazar Denizi’nin ve Karadeniz’in üstünden kuzey yolunu takip etmişlerdir. Bir kısmı ise Orta Avrupa ve Balkanlar’a doğru ilerleyerek burada güçlü devletler kurmuşlardır. Karadeniz kuzeyinden Doğu Avrupa’ya göç eden Türk kavimleri Hunlar, Sabirler, Ogur toplulukları, Avarlar, Peçenekler, Kumanlar-Kıpçaklar ve Oğuzlardır.
Yüzyıllardır batı’da “Türkleri anavatanları olan Orta Asya’ya göndermek” üzere plan ve projeler hazırlanmaktadır. Dünya medeniyetleri içerisinde köklü bir maziye sahip olan Türklerin göç ettikleri her coğrafyada kalıcı olmayı arzuladıkları, bunun için çabaladıkları, imar faaliyetlerinde bulundukları ve mukim topluluklarla kendi prensipleri doğrultusunda anlaşarak birlikte yaşadıkları kaynaklarda vurgulanmaktadır.
XX. yüzyıl başlarından itibaren hızla mesafe kat eden arkeolojik çalışmalar, Türklerin göç yolları, göç ettikleri coğrafyalar ve yerleşim sahaları konusunda bizlere önemli ipuçları sunmaktadırlar. Güçlü siyasi devletler kuran Hunların, Avarların ve Bulgarların tarihi yerleşim sahalarını arkeoloji malzemeler sayesinde tespit edebiliyor, izini sürebiliyoruz. Türklerin göç ettikleri her coğrafyada kalıcı olmayı arzuladıkları, bunun için çabaladıkları, imar faaliyetlerine giriştikleri ve yerel topluluklarla kendi prensipleri doğrultusunda anlaşarak birlikte yaşadıkları bilinmektedir.
Bilindiği üzere bir toprak parçasını yurt tutunabilmenin, orada devlet olabilmenin temel öğeleri vardır. Öncelikle işlenebilir verimli tarım arazileri, bu arazilerde tarım yaparak temel gıda gereksinimlerini karşılayacak ve devletin ihtiyaç duyduğu mali desteği vergi olarak verecek bir kitlenin olması gerekir. Tabii ki bütün bunları muhafaza edecek güçlü bir ordu da siyasi iradenin ayakta kalmasını sağlayacak temel faktörlerdendir. Tarihte kurulan yüz on yedi Türk Devleti, bozkırlı kavimlerin devlete, teşkilatlanmaya ve hukukun tesis edilmesine ne kadar çok önem verdiğinin bir göstergesidir.
Türk tarihi uzmanı bazı müellifler M.Ö. yüzyıllarda Doğu Avrupa ve Balkanlara gelen bazı Türk gruplarının olduğunu belirtirler. Yapılan çalışmalarda İtalya’da var olduğu bilinen
Etrüsklerin Türklüğü meselesi de hala tartışılan bir konudur. Bu devlet içerisinde Türk grupların olabileceği dil, yazı, kültür ve iktisadi faaliyetleriyle yapılan mukayeselerden anlaşılmaktadır. Ancak Balkanlara veya Avrupa’ya ilk gelen Türk devleti olarak görmek doğru olmaz. Bu gruplar arasında en çok dikkat çeken İskitlerdir. Milattan önceki yüzyıllarda Doğu Avrupa ve kısmen de Balkan coğrafyasında görülen İskitlerin Türk olup olmadığı konusu da henüz netleşmemiştir.
Bazı müellifler arkeolojik veriler, dil ve sanat alanındaki benzerliklerden dolayı Türk olduklarını iddia etmektedirler. Diğer görüşteki ilim adamları ise İskitlerin Orta Asya ve bir bozkır kavmi olduğunu kabul etmekle beraber, ırki özellikler, davranış biçimleri ve devletin siyasi teşkilatlanma yapısındaki farklılıklar nedeniyle Türk olamayacağını belirtmektedirler. Bununla beraber İskit devleti içinde büyük bir Türk nüfusu olduğu muhakkaktır. Yapılan çalışmalar bu kanıyı güçlendirmektedir. Böylelikle İskit kavmini Türk kabul edersek zikredilen bölgelere öncelikle İskitlerin geldiğini söyleyebiliriz. Ancak İskitlerin Türk olduğu konusunda hala yeterli deliller ortaya konulamadığı düşünülecek olursa bunların Türk olmadığı ve bölgeye ilk gelen Türk kökenli kavmin Hunlar olduğunu vurgulayabiliriz.
II. AVRUPA HUNLARI
Bahsedilen konu çerçevesinde Doğu Avrupa genelinde kendisini gösteren ilk topluluk Hunlardır. Türk olan Hunlar, 375 yılından itibaren Avrupa Hunları ile Avrupa’nın siyasi coğrafyasında var olmuşlar ve hâkimiyetlerini hissettirerek, batıyı tehdit eder hale gelmişlerdir. Marcellinus’un kayıtlarında yer alan Hunlar yabani, vahşi, şekilsiz canavar insanlar olarak tasvir edilmiştir. Bizans kaynağının verdiği bu bilgi, ilk kez karşılaşılan, korkulan bir düşmanı tasvir etmektedir ki abartılı ve kasıtlı olduğu aşikârdır. Aslında Hunların bölgede bulundukları süre bir asır dahi değildir. Yaklaşık olarak 80-90 yıl bölgenin kudretli devleti olan Hunların, Bizans’ın hatta Batı’nın idareci ve aydın kesimi üzerindeki derin tesirlerinin yansıması günümüze kadar gelmiştir.
Türk olduklarında hiçbir şüphe olmayan Hunlar, 375 yılından itibaren Avrupa Hunları ile Avrupa’nın siyasi coğrafyasında var olmuşlar ve hâkimiyetlerini hissettirerek, batıyı tehdit eder hale gelmişlerdir. Yaklaşık olarak 80-90 yıl bölgenin kudretli devleti olan Hunların, Bizans’ın hatta Batı’nın idareci ve aydın kesimi üzerindeki derin tesirlerinin yansıması günümüze kadar gelmiştir.
Hunlar IV. yüzyılda Volga kıyılarına geldiklerinde bölgede bir Germen kavmi olan Gotlar bulunuyordu. Don-Dnyeper nehirleri arasında Doğu Gotları (Ostrogot) ve onun batısında da Batı Gotları (Vizigotlar) bulunuyordu. Daha batıda Transilvanya ve Galiçya’da Gepidler, bugünkü Macaristan coğrafyasında ise Vandallar yerleşik bir hayat sürdürmekteydiler. Hunlar öncelikle Alanları sonrasında sırayla Doğu Got’larını ve Batı Got’larını mağlup ederek Karadeniz’in kuzeyini oluşturan geniş sahaların tek hâkimi olmayı başarmışlardır.
Bu başarılar, Hunların batıya doğru hızla ilerlemelerine vesile olmuş ve asıl rakipleri olan Roma İmparatorluğuna ait Tuna’daki eyaletlere saldırmışlardır. Hunların önünden kaçan Gotlar Trakya ve Balkanlarda bir süre savrulmuşlar, topraklarını yağmaladıkları Bizans’ın düşmanlığını kazanmışlar ve 377 yılında bütün Trakya’yı tahrip etmişlerdir. 378 yılına gelindiğinde Hunların da katkı yaptığı Edirne muhasarası sonrasında Balkanlarda bir yıllığına Hun-Got-Alan üçlüsünün hâkimiyeti söz konusudur. 379’da Roma imparatoru seçilen I. Thedosios bir yıl boyunca bu kavimlerle mücadele ederek dağılmalarını sağlamıştır.
Bu olayların cereyan ettiği dönemde Hunların bir kısmı Panonya bölgesine yerleştirilmişlerdir. 400’lü yıllarda Hunlar Karpat havzasını ele geçirmek suretiyle varlıklarını Tuna ile Tisa Nehirleri arasında hissettirmişlerdir. Fakat bu dönemde Hun Devletinin merkezi hala Hazar Denizi dolaylarında bulunuyordu. Perslerle 420 yılındaki mücadelelerinde başarısız olan Hunlar, Bizans-Pers mücadelesinden istifade ederek Trakya’ya girdiler Orta Tuna ve Batı Karpatlarda hâkimiyet kurdular. 425 yılında Hun devlet merkezi Körös ve Maros ırmaklarının yer aldığı bölgede bulunuyordu. Bu tarihten sonra Attila’nın amcası Rua hakan olmuştur. 430 yılında ise Hunların büyük karargâhı Aşağı Tuna civarında konumlanmıştır.
433 yılında Rua’nın Aethius’a yaptığı yardımlar ve kurulan iyi ilişkilere karşılık olarak Aethius, Hunlara Panonya’nın Panonya Secunda olarak anılan kısmını vermiştir. Bu Hunlar açısından önemli bir diplomatik zafer idi. Çünkü burası göçebe olarak yaşayan Hunlara kalıcı bir ev olmuştur. Aynı zamanda kültürlerine ve yaşam tarzlarına da önemli etkilerde bulunan bir yer idi. Görüldüğü gibi geniş sahalara yayılan topluluklar sayesinde Hun Devleti’nin Batı kanadını oluşturan toprakların sınırları güneyde Tuna ırmağına, batıda ise Transilvanya’ya kadar ulaşmıştır. Hun Devleti en geniş sınırlarına Oktar (öl.434) ve Rua (öl.435) zamanında erişmiş, Attila ve kardeşi Bleda ise bu mirası devralmışlardır. Daha Uldın döneminde yani V. asrın ilk yıllarından itibaren genişleyen Hun sahasının ana merkezi bugünkü Ukrayna toprakları olarak gösterilmektedir.
438 yılında Vizigotlara karşı savaşan Gallia’lı Litorius’u destekleyen Hunlar bu ordu ile beraber Toulouse kentini kuşatmışlardır fakat alamadan ordu dağılmıştır. 441 yılında Attila, balkanlarda güneydoğu Avrupa’yı Trakya’ya kadar ele geçirmiş, devletin sınırlarını Ren ve Vistül Nehri’ne kadar genişletmiştir. 445 yılında Attila, kardeşi Bleda’nın ölümü üzerine tek başına hükümdar olmuştur.
I. Balkan Seferi (441) sırasında Singidunum (Belgrad), Sirmium (Sermska Mitrovica), Panonya Secunda ve Naissus (Niş)’u hâkimiyetine almıştır. Attila’nın Panonia’yı aldıktan sonra Tuna bölgesinde kendine güçlü surları olan bir ikamet yaptırdığı ve bu yere Macarca’da Budavár ve Almanca’da da Etzelburg dendiği kaynaklarda geçmektedir. II. Balkan Seferinde (447) ise Ratiaria, günümüzdeki Bulgaristan sınırları içinde yapılan mücadeleler sonrasında Serdica (Sofya), Philippopolis (Filibe), Durostorum (Silistre), Marcianapolis (Preslav), Arcadiapolis (Lüleburgaz), Kallipolis (Gelibolu) ve Sestos (Akbas Limanı) şehirlerini ele geçirmiştir.
Attila çıktığı Roma Seferi (451) sırasında da önemli kale ve şehirleri hâkimiyeti altına almıştır. Bunlar arasında Aquileia Altinum kentlerini zikredebiliriz. Ayrıca Padua yahut Concordia gibi şehirleri de harabeye çevirmiştir. Akabinde Vicentia (Vicenza), Verona, Brexia (Brescia), Pergamo ve Mediolanum (Milona) üzerinden Ticinum (Pavia)’a kadar uzanmıştır. Hun ordusunun bu ilerleyişi Galya’yı korkutmuş, hatta İmparator Valentinianus çareyi Ravenna’daki sarayından kaçmakta bulmuştur. Fakat Po ve Mincio ırmaklarının kesiştiği yerde bulunan Attila belki de büyük bir zaferin ve gücün arifesinde kendisine gelen Romalı elçilerle görüşmüştür. Bu toplantı da elçiler, büyük bir başarı elde ederek Attila’nın geri dönmesini sağlamışlardır.
Attila’nın Galya bölgesindeki fetihlerinden sadece Paris ve Troyes kentleri etkilenmemiştir. Bir rivayete göre genç bir kızın duaları üzerine Paris kurtulmuştur. Galya bölgesinde güçlü bir kaleye sahip Metz kalesini kuşatan Attila, 7 Nisan 451 günü Ren Nehrini geçerek kenti fethetmiştir. Grégoire de Tours kroniğinde Metz’e gelen Hunların Panonya’yı terk ettikten sonra, Paskalya bayramından bir akşam önce Metz’e gelerek, şehri tahrip ettikleri ifade edilmektedir.
Ordusuyla yürüyüşüne hız veren Attila Reims’e geldiğinde, burada yaşayanların korkudan evlerini terk ederek kaçtıklarını anlamış böylece hiçbir karşı koyma olmadan şehri zabt etmiştir. Akabinde güneybatıda Loire Irmağı kenarındaki Orleans’ı muhasara etmiş, fakat
müstahkem bir kale ve stratejik öneme haiz bu şehri alamamıştır. 14 Nisan 451’de kuşatmayı kaldırarak Catalaunum ovasına doğru hareket ederek bir meydan muharebesi için zemin oluşturmaya çalışmıştır. Bu bölge Seine nehrinin kıyısında, Champagne ovasının yakınlarında ve Troyes kentine kısa bir mesafede bulunmaktadır. Burada yapılan savaşta ne Roma-Vizigot ittifakı ne de Attila’nın ordusu galip gelememiştir.
Attila 452 yılında İtalya’nın Venetia eyaletine taarruz ederek surlarla çevrili Aquileia şehrine ele geçirmiş ve yağmalamıştır. Sonrasında Altinum, Padova, Brescia, Pergamon ve Milano’ya kadar ilerlemiştir. Fakat Bizans, Hunların Macaristan ovasındaki merkezini tehdit etmeye başlayınca geri dönmek zorunda kalmıştır. Attila Sasanilere karşı büyük bir sefer hazırlığı yaptığı sırada, zifaf gecesinde çadırında, ağzından ve burnundan kan boşalması ile 453 yılı ilkbaharında hayatını kaybetmiştir.
Attila’dan sonra devletin diğer yabancı unsurları isyan ederek Hun birliğinden ayrılmışlar ve Hun devleti ağır baskılar ve saldırılar sonrasında dağılmıştır. Attila’nın büyük oğlu Dengizik bu mücadelelerde katledilmiş, bunun üzerine geriye kalan Hun bakiyeleri Attila’nın küçük oğlu İrnek’in komutasında 80 yıl önce geldikleri bölgelere çekilmek zorunda kalmışlardır. Attila zamanında Bizans ile ticari münasebetler çok gelişmiş, Silezya’nın Morava vadisi ile Tuna havzasındaki Viminakion kenti önemli ticari merkezleri olmuştur. Rua’nın ölümünden sonra Hakan her ne kadar Bleda olsa da Hun devletini fiili olarak idare eden Attila’nın ordugâhı, günümüzde Romanya sınırları içinde yer alan Bükreş ile Ploesti arasındaki bu mevkide bulunuyordu.
Ülkenin sınırları batıda Alp Dağlarına, kuzeyde Baltık Denizi’ne kadar uzanıyordu. 433–471 yıllarını kapsayan dönem Attila’nın hükümdarlığının ve Hun Devleti’nin en parlak çağıdır. Bu yıllar içinde devletin sınırları en geniş halini almıştır.
Hunların bölgeye hâkim olmaya başlamaları ile beraber diğer toplulukların ve bağlı kavimlerin Panonya’ya yerleşmeleri ivme kazanmıştır. Öncelikle Tisa’nın sağ sahiline sonrasında da Banat’a yerleşmişlerdir. Hunların tarihi ile ilgili kaynakların ve yapılan çalışmaların yetersizliği nedeniyle Attila’nın başındaki Hun Devletinin başkentinin neresi olduğu tam olarak tespit edilememektedir.
Yukarıda da kısmen değinildiği gibi, müelliflerin ortak görüşü merkezin Macaristan sınırları içerisinde yer alan Tisa ile Körös Nehirleri arasında yer alan sahada konumlandırılması gerektiğidir. Arkeolojik veriler ışığında Rua, Bleda veya Attila’nın karargâhının Orta Tisa
bölgesinde, Körös Irmağı’nın doğu kıyısının güneyi ile Maros’un kuzeyinde bulunması gerektiği iddia edilmiştir. Ancak şurası kesindir ki Hunların ana karargâh merkezi Orta Tuna bölgesindedir. Bu dönemde Tuna’nın batısında yer alan Panonya da Ostrogotlar, Tuna’nın doğusunda ise Gepidler bulunmaktaydı. İmparatorluğun batı kanadında yer alan Thüring ve Saksonlar ile Frank olarak bilinen Alaman, Burgund ve Ripuarlar Hun hâkimiyetine alınmış, böylece devletin siyasi hâkimiyet alanı Ren Nehrine kadar uzanmıştır. 454-464 tarihleri arasında Hun ordusunun bugünkü Bükreş-Ploieşti arasında kalan sahalarda ve Buzau Nehri boyunca yerleştiği bilinmektedir.
Hunların Avrupa kıtası içindeki ilk yurtları muhtemelen Özü Nehri boylarında yer almaktadır. Hunların Doğu Avrupa’da yerleştikleri ilk bölge M.S. 270 yılından beri Vizigotların yaşadıkları günümüzdeki Romanya, Moldavya ve Erdel (Transilvanya) olmuştur. Bu bölgenin bu tarihten sonra yüzyıllar boyunca farklı Türk topluluklarına ev sahipliği yaptığı görülmektedir.
Bölgenin Türkleşmesinde ve de bu izlerin devam etmesinde Karpatlar-Transilvanya-Tuna havzasının önemli etken olduğu vurgulanabilir. Çünkü bu bölgeler öncelikle göç yolları üzerinde bulunmaktadırlar. Ayrıca verimli ve geniş ovalarla süslenmiş sahalar ile geniş ve uzun ırmakları bulunmaktadır. Bu özellikleri nedeniyle Türk kavimlerinin ilgisine mazhar olmuş, bir beşik gibi yüzyıllarca Türklerin bölgede, Avrupa ile Kafkaslar arasında mekik dokumasına sebep olmuştur.
ÇALIŞMA SORULARI
1- Türklerin Doğu Avrupa’ya göç etme sebepleri nelerdir? 2- Cihan hâkimiyeti düşüncesi hakkında bilgi veriniz.
3- Avrupa Hunlarının tarih sahnesine çıkışları nasıl olmuştur? 4- Attila’nın hâkimiyeti ve faaliyetleri hakkında bilgi veriniz. 5- Hangisi I. Balkan Seferi’nin tarihidir?
a- 445 b- 441 c- 446 d- 444 e- 447
KAYNAKÇA
A.A. Vasiliev; Histoire De L’EmpireByzantin, Trad: P.Brodin-A.Bourguina, Tome I, A.Picard, Paris, 1932.
Ahmetbeyoğlu A. , Grek Seyyahı Priskos (V.Asır)’a Göre Avrupa Hunları, TDAV, İstanbul 1995.
Ahmetbeyoğlu, A. , Avrupa Hun İmparatorluğu, TTK, Ankara 2001.
AugusteBailly; Bizans Tarihi, Çev:H. Şaman, Tercüman 1001 Temel Eser 46, Bas. T. ve y. yok.
Chavannes, E.,Çin Kaynaklarına Göre Batı Türkleri, çev. M. Koç, Selenge Yayınları, İstanbul 2007.
GérardChaliand; Les Empires Nomades De La MongolieAuDanube, Librairie Perin, France, 1998.
Gyula Moravcsık; Byzantinoturcica I, Die Byzantinischen Quellen Der Geschichte Der Türkvölker, Akademie-Verlag, Berlin, 1958.
Gyula Moravcsık; Türk Tarihinin Bizans Kaynakları, Çev.: H.N. Orkun, Sümer Basımevi, Ankara, 1938.
Kafesoğlu, İbrahim, Türk Millî Kültürü, Ötüken Yayınları, 24. Basım, İstanbul 2004. Ögel, Bahaeddin, İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, TTK Yay., Ankara 1991.