• Tidak ada hasil yang ditemukan

Tasavvuf Kitabı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Membagikan "Tasavvuf Kitabı"

Copied!
132
0
0

Teks penuh

(1)

Tasavvuf

Kitabı

* * *

Derleme ve Şerh:

http://jonasclean.blogspot.com

* * *

(2)

* * *

Ve onlar ki,

“Ey Rabbimiz!”

diye niyaz ederler,

“Bize göz nuru olacak eşler ve çocuklar bahşet;

bizi

Sana karşı sorumluluk bilinci taşıyan kimseler için

örnek ve öncü yap!”

{Furkan 74}

* * *

(Nuh’un (a.s.) oğlu)

“Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım” dedi.

(3)

(Nuh (a.s.), ona)

“Bugün Allah'ın emrinden kurtaracak hiçbir güç yoktur, sadece O'nun esirgedikleri kurtulabilir”

dedi.

Ve öylece

ikisinin arasına dalgalar girdi de boğulanlardan oldu.

{Hud 43}

* * *

Allah’dan korkun da yetimlere mallarını verin ve temizi murdara (helâli harama) değişmeyin, onların mallarını kendi mallarınıza katıb yemeyin

çünkü o büyük bir vebal bulunuyor.

{Nisa 2}

(4)

Eğer yetimlere karşı adil davranamamaktan korkuyorsanız, o zaman,

size helal olan (diğer) kadınlardan biri ile evlenin (hatta) ikisi, üçü veya dördü (ile);

ama

onlara adil bir tarafsızlıkla muamele edemeyeceğinizden

korkarsanız,

o zaman (sadece) bir tane ile

yahut meşru şekilde sahip olduklarınız (Odalık/Cariye) ile (evlenin). Bu, doğru yoldan sapmamanız (Adaletten ayrılıp Zulmeden olmamanız) için

daha uygundur.

{Nisa 3}

* * *

“Kadınlar arasında adâletle muâmele etmeyi ne kadar isteseniz, bu hususa ne kadar düşseniz imkân yok,

yapamazsınız,

adâletle muâmele edemezsiniz…”

(5)

* * *

Allah sizden hafifletmek ister.

Zira

insan zâif olarak yaratılmışdır.

{Nisa 28}

* * *

Bir kötülüğün cezası yine onun gibi bir kötülüktür, ama kim affeder,

bağışlarsa

onun mükafatı Allah'a aittir.

Şüphesiz ki Allah, zalimleri sevmez.

{Şura 40}

(6)

“Sen af yolunu tut, ve

iyilikle emret…”

{Araf 199}

* * *

Sûfiler âhirete nisbetle akıllı, dünyâya nisbetle delidirler.

Kalp açısından akıllı, nefis açısından delidirler.

Onları hakir görmeyin. Onlara eziyet etmeyin. Onlara zulmetmeyin.

Onlara yardım eden

onlardandır.

Mü'minin zaferi geç gelir.

Mü'min, kendisine zulmedeni yere sermedikçe, ona karşı zafer kazanmadıkça,

onun cenâzesini, malının talan edildiğini, mevkîsinin düşmanlarının eline geçtigini, yasaklarının câiz olduğunu görmedikçe

(7)

Hz. Peygamber'den şöyle rivâyet edilmiştir:

“Allâhü Teâlâ' dan başka yardımcısı olmayan kişiye zulmedildiğinde Allâhü Teâlâ şöyle buyurur:

“Đzzetim ve celâlim hakkı için, daha sonra da olsa, sana mutlakâ yardım edeceğim.”

Hakk'ı bulursan eşyâyı ondan görürsün.

Ne düşmanın kalır, ne üzerinde hakkın olan biri.

Hakkını aramada Allâhü Teâlâ'ya sığınırsan,

kalbin cevher olur, sırrın da safa bulur.

Allâhü Teâlâ için amel, O'na itâat ve O'nu hakîkî tevhîd eden kimseyi

O,

amelde sebeplere sanlmaktan ve sebeplerle ilgilenmekten kurtarır,

Bütün ahvâlinde hayırdan başka bir şeyle karşılaşmaz. Allâh'ım! işlerimizi üstlen!

Bizi ne nefsimize,

(8)

“Bize dünyâda da, âhirette de güzellik ver ve cehennem azâbından bizi koru.”

{Abdülkâdir Geylanî (r.a.)}

* * *

“…O size öğüt veriyor, umulur ki böylece düşünüp tutarsınız.”

{Nahl 90}

* * *

Biz, bu ilahi vahyi kullarımızdan seçtiklerimize miras olarak bahşettik. Onlardan bazısı kendilerine zulmeder, bazısı ara yolu tercih eder,

bir kısmı da Allah'ın izniyle iyilikte başı çekenlerden olur. Bu en büyük fazilettir.

{Fatır 32}

(9)

Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:

“Resulullah aleyhissalatu vesselam'a bir adam geldi ve: “Ey Allah'ın Resulü, helak oldum!” dedi.

Aleyhissalatu vesselam:

“Seni helak eden şey nedir?” diye sorunca: “Oruçlu iken hanımıma temas ettim” dedi.

Bunun üzerine Resulullah'la aralarında şu konuşma geçti: “Azad edecek bir köle bulabilir misin?”

“Hayır!”

“Üst üste iki ay oruç tutabilir misin?” “Hayır!”

“Altmış fakiri doyurabilir misin?” “Hayır!”

“Öyleyse otur!”

Biz bu minval üzere beklerken, Aleyhissalatu vesselam'a

içerisinde hurma bulunan bir büyük sepet getirildi. “Soru sahibi nerede?” diyerek adamı aradı.

Adam:

(10)

“Şu sepeti al, tasadduk (Sadaka olarak dağıt) et!” dedi.

Adam:

“Benden fakirine mi? Allah'a yemin ediyorum, Medine'nin şu iki kayalığı arasında benden fakiri yok!”

cevabını verdi.

Bunun üzerine Resulullah güldüler ve:

“Öyleyse bunu ehline yedir!” buyurdular."

* * *

Allah sizden hafifletmek ister. Zira insan zâif olarak yaratılmışdır.

{Nisa 28}

(11)

“Đnsanlardan öylesi de vardır ki,

Allah’ın rızasını kazanmak için kendini feda eder…”

{Bakara 207}

* * *

Sizler üç sınıfa ayrılmış olacaksınız.

{Vakıa 7}

Kiminiz doğruyu bulmuşlardan olacak.

Ah! ne (mutlu) kimselerdir doğruyu bulmuş olanlar! {Vakıa 8}

Ve kiminiz kötülüğe batmışlardan olacak.

Ah! ne (mutsuz) kimselerdir kötülüğe batmış olanlar! {Vakıa 9}

Önde olanlar ise, öne çıkanlar olacak.

{Vakıa 10}

Đşte onlar,

Allah’a yaklaştırılmış olanlardır.

(12)

Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz.

Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık. Biz ona yolu gösterdik;

ya şükredici olur ya da nankör.

{Đnsan Suresi 2-3}

* * *

“Biz senden evvel de peygamberleri başka türlü göndermedik. Şüphesiz onlar hem yemek yiyorlar, hem çarşılarda geziyorlardı.

Sizin bir kısmınızı bir kısmınıza imtihan vesilesi kıldık…”

{Furkan 20}

* * *

“Hani bir zaman meleklere,

Âdem'e secde edin (saygıyla eğilin) demiştik…” {Đsra 61}

(13)

Ben cinleri de, insanları da (başka bir hikmete değil)

ancak bana kulluk etsinler diye yaratdım. {Zariyat 56}

* * *

“…Đblis (Şeytan) cinlerdendi…” {Kehf 50}

* * *

Ve Firavun,

halkına bir çağrıda bulunarak “Ey kavmim!” dedi,

“Mısır'ın hakimiyeti bana ait değil mi?

Bütün bu nehirler benim ayaklarımın altında akmıyor mu? (Sizin en büyük efendiniz olduğumu)

görmüyor musunuz?” {Zuhruf 51}

(14)

Firavun Musa'ya:

“Biz seni çocukken yanımıza alıp büyütmedik mi? Hayatının birçok yıllarını aramızda geçirmedin mi? Sonunda yapacağını da yaptın (bir adam öldürdün).

Sen (min el kâfirîne) kafirsin!

(hakikati örten/nankör).

dedi.

{Şuara 19}

* * *

Musa,

“Ben, dedi, o işi o anda yaptım ki şaşkınlardandım.” “Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım.

Sonra Rabbim bana hikmet bahşetti ve beni peygamberlerden kıldı.” “Başıma kaktığın iyilik de,

Đsrail oğullarını köleleştirmen yüzündendir!”

{Şuara 20/21/22}

(15)

Firavun şöyle dedi:

“Âlemlerin Rabbi dediğin de nedir?”

{Şuara 23}

* * *

Derken (Đbrahim) yıldızlara bir baktı da

“Ben gerçekten hastayım.” dedi.

{Saffat 88/89}

(16)

Biz sana Kur'ân’ı sıkıntıya düşesin diye indirmedik.

{Taha 2}

* * *

Ey Đman edenler!

Allah yolunda sefere çıktığınız zaman,

mümini kâfirden ayırmak için iyice araştırın.

Size selam veren kimseye,

dünya hayatının menfaatini gözeterek, “Sen mümin değilsin”

demeyin.

Allah katında çok ganimetler var.

Đslâm'a ilk önce girdiğiniz zaman siz de öyle idiniz. Sonra Allah size lütufta bulundu.

Onun için, iyice araştırın.

Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. {Nisa 94}

* * *

Muhammed, adamlarınızdan hiç birinin babası değildir. Fakat Allahın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur.

Allah her şey'i hakkıyle bilendir. {Ahzab 40}

(17)

“…Henüz ergenlik çağına girmemiştim.

Aşk deryasına daldım mı otuz kırk gün hiçbir şey yiyemezdim; istekten kesilirdim.

Günlerce açlığa susuzluğa katlanırdım. Bir gün babam bana çıkıştı :

“‘Oğlum”, dedi

“ben senin bu halinden bir şey anlamıyorum. Bunun sonu nereye varacak?”

ben ona şu cevabı verdim:

“Baba, seninle benim babalık ve evlatlık ilişkimiz neye benzer bilir misin? Bir tavuğun altına tavuk yumurtalarıyla bir de kaz yumurtası koymuşlar. Vakti gelip de civcivler çıktığı zaman, bunlar hep birlikte analarının ardına düşerler, bir göl kenarına gelirler. Kaz yumurtasından çıkan civciv hemen kendini suya atar, bunu gören ana tavuk, eyvah yavrum boğulacak der.

Çırpınmaya başlar. Halbuki kaz yavrusu, neşe içinde suda yüzmektedir. Đşte, seninle benim aramdaki fark da böyledir…”

{Şems-i Tebrizi (r.a.)}

(18)

“Ey Rabbimiz,

ben çocuklarımdan bir kısmını

senin hürmetli beytinin yanında,

ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim.

Onları birtakım ürünlerden rızıklandır.

Umulur ki şükrederler.”

{Đbrahim 37}

* * *

“Keşke cennetine (bağına) girdiğinde

‘MaşâAllah {Allah dilemesinin meydana getirdiğidir}; la kuvvete illâ billah {bende açığa çıktığı görülen} kuvvet

sadece Allah'a aittir’, deseydin... Gerçi sen beni, zenginlik ve evlatça

kendinden düşük de görüyorsun.” {Kehf 39}

(19)

Bunun üzerine Firavun:

“Soylular!” dedi,

“Ben sizin için benden başka bir ilah bilmiyorum!

Bunun içindir ki, sen ey Haman, benim için (tuğla) ocağını tutuştur, balçığı pişir ve

bana öyle yüksek bir kule yap ki,

çıkıp Musa'nın şu tanrısını bir göreyim!

Çünkü ben o'nun şu onmaz yalancılardan biri olduğunu sanıyorum!”

{Kasas 38}

* * *

“…Gezer daldan dala yorulur ahmak…”

{Aşık Veysel (k.s.)}

* * *

Eğer yeryüzünde (yaşamakta) olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allahın yolundan saptırırlar:

onlar ancak (başkalarının) zanlarına tabi olurlar ve kendileri hiçbir şey yapmayıp

sadece tahmin yürütürler.

(20)

* * *

Hani, o gençler mağaraya sığındıkları zaman, “Ey Rabbimiz!” demişlerdi,

“Bize katından(min ledun-ke) bir rahmet bahşet; ve içinde bulunduğumuz şartlar ne olursa olsun

irşad et

(doğrulukda başarılı kıl).” {Kehf 10}

* * *

“…ve bize ibadetimizin yollarını göster,

tevbemize (sana yönelişlerimize) rahmetle bakıver. Hiç şüphesiz Tevvâb sensin,

Rahîm sensin.”

{Bakara 128}

(21)

“(Đbrahim:)…

Onlara, içlerinden senin âyetlerini kendilerine okuyacak, onlara (Allah’ın ilminin toplandığı) kitap ve hikmeti öğretecek,

onları temizleyecek

bir peygamber gönder. Çünkü üstün gelen,

her şeyi yerli yerince yapan yalnız sensin.”

{Bakara 129}

* * *

“Ey Ümmeti Ashabım!..

Siz ilmin çok, soranın az bulunduğu bir devirdesiniz.. Şimdi, sizin âmel etmeniz

ilim yapmanızdan efdaldir.

Ancak öyle bir zaman gelecek ki,

o zaman ilim yapanlar az, soru soranlar ve cahil hatipler çok olacak.. Đşte o vakit; sizin ilim yapmanız

amel etmenizden efdaldir (daha faydalıdır).”

(22)

* * *

Allah tanıklık etti muhakkak ki o, ilâh yoktur O’ndan başka.

Ve Melekler şehadette bulundu, ve (kendilerine Allah tarafından ilim verilen)

Đlim sahipleri de

adaletle (sıdk)

şahitlik ettiler.

Đlah yoktur, O Aziz (mutlak galip)

ve Hakim’ (tam hüküm ve hikmet sahibi) den başka.

{Ali Đmran 18}

* * *

Böylece biz Đbrâhîm’e

göklerin ve yerin hükümranlığını gösteriyorduk ki

yakîn hâsıl edenlerden olsun.

{Enam 75}

(23)

Đşte, gerçek egemen olan Allah yücedir.

Vahy daha tamamlanmadan ona acele ederek, (kelimeleri kaçırmıyayım diye)

dilini onunla depretme; ve de ki:

“Rabbim ilmimi arttır.” {Kıyame 16}

* * *

Yemin olsun ki,

Yûsuf ve kardeşlerinde

istek ve arayış içinde olanlar için

ayetler

(ibretler/deliller/işaretler) vardır.

{Yusuf 7}

(24)

Öteden bir kafile gelmiş, sucularını göndermişlerdi, vardı koğasını saldı,

â... müjde bu bir gulâm dedi

ve tuttular onu ticaret için gizlediler,

Allah ise

biliyordu

ne yapacaklar.

Değersiz bir baha ile onu bir kaç dirheme sattılar,

hakkında rağbetsiz bulunuyorlardı

Mısırdan onu satın alan ise haremine dedi ki:

“Buna güzel bak, umulur ki bize faidesi olacaktır, yâhud evlâd ediniriz”,

bu suretle

Yusuf’u orada yerleştirdik;

hem de ona hâdisatın mealini istihraca dair ilimler öğretelim diye,

öyle ya

Allah, emrine galibdir,

velâkin

insanların ekserisi

(25)

Vaktâ ki kıvamına irdi

(ergenlik çağını aştı)

biz ana bir huküm ve bir ilim bahşettik

ve işte muhsinlere böyle karşılık veririz.

{Yusuf 19/20/21/22}

* * *

Đlim ilim bilmektir

Đlim kendin bilmektir

Sen kendini bilmezsin

Ya nice okumaktır

{Yunus Emre (k.s.)}

(26)

Yavrum! Dedi:

“Ru'yanı biraderlerine anlatma.

Sonra sana bir tuzak kurarlar,

çünkü Şeytan

insana

belli bir düşmandır

{Yusuf 5}

* * *

“...ne ilan et, ne de gizle;

ikisinin arasında bir yol tut.”

{Đsra 110}

(27)

“…Aziz dostum! Sen yüzünü Hakk'a çevir

halkı bırak, ne derlerse desinler.

Allah, kulundan hoşnud olduktan sonra halk senden ister memnun kalsın ister kalmasın.

Bunun ne ehemmiyeti var?...”

...Bir kimse halvete çekilip kendi aleminde insan arasına karışmadan yaşasa

onun için:

“Bu iki yüzlünün birisidir. Numara yapıyor...

Đnsandan sanki şeytandan kaçarmış gibi kaçıyor!” derler.

Güzel yüzlü ve sıcak kanlı ise,

o zaman da onu namus ve takva sahiblerinden saymayıp “iffetsizdir”

derler.

Zengini çekiştirerek derisini yüzerler : “Eğer bu alemde bir firavun varsa işte budur”,

derler.

Şayet biri de fakir ise ve zaruretten sızlanıp kıvranıyorsa onun için de: “Uğursuz sefil”, derler. Ve ilave ederler:

“Bu hal onun beceriksizliğindendir. Kabahat kendisinindir...” Varlıklı bir adam, insanlık hali düşecek olsa sevinerek ve bunu fırsat

bilerek derler ki, “Oh olsun! Allah ne güzel yaptı...

(28)

Bir fakirin işi yoluna girer, hali vakti iyileşirse, zehirli dişlerini gıcırdatarak: “Alçak felek böyle alçakların elinden tutar” derler.

Đşinle meşgul görürler:

“Aman ne kadar haris adam. Gözü bir türlü doymuyor. Para delisi...”derler.

Biraz tembellik etsen:

“Dilenci huylu, lüpçü, bedavacı..” adlarını takarlar.

Güzel konuşsan: “Hezeyanla dolu davul”, güzel konuşmayı beceremiyorsan: “Cahil”,derler.

Tahammülü olanlara:”Korkusundan sesini çıkaramıyor”, derler. Yiğit ve şecaatli olandan “Herif keçileri kaçırmış!”,diye kaçarlar. Az yiyen için: “Mirasçılarına saklıyor”, helalinden yeyip içene: “Pisboğaz,

mideci”,derler.

Biri zengin olduğu halde basit ve sade mi giyiniyor?: “Akılsız,kendi parasını kendisinden esirgiyor”, diye kılıç gibi dil uzatırlar.

Fakat adam,mesela bir köşk yaptırıp kemerini nakışlatsa veya güzel süslü giyinse, bu sefer de: “Şeddad gibi binalar yaptırıyor;kadın gibi

süsleniyor”,diye onu canından bezdirirler.

Seyahate çıkmamış olanları, seyahat edenler adam yerine koymayıp: “Karının koynundan çıkmayan adamda hiç ilim, hüner ve marifet olur mu?”,derler. Bir seyyah görseler, bu sefer de:”Avare serseri! Đyi bir şey

olsa zaten şehirden şehire sürünüp durmazdı...”diye adamın derisini yüzerler.

“Bunlardan yatıp kalktıkları yer bile incinir”,diye bekarları kınarlar. Evlenirse de: “Gönlü yüzünden eşek gibi boynuna kadar çamura

(29)

Öfkeli ve asabi olan için: “Daha nefsine hakim olamıyor!”.derler. Sabırlı, halim, selim olanlardan ise, “Haysiyetsiz,izzeti nefissiz”, diye

bahsederler.

Bir adam cömert ise: “Ayol! Ne diye saçıp savuruyorsun? Yarın namahrem yerini örtecek bez parçası bile bulamayacaksın. Bir elinle

önünü, öbür elinle arkanı kapatmak zorunda kalacaksın!”,diye onu ayıplarlar.

Birisi kanaatkar ise tutumluluğuna laf ederek:

“Bu alçak da babası gibi olacak. O da bunun gibi yemedi, içmedi, yığdı, biriktirdi ve sonunda hasret gitti”, derler.

Çirkine çirkindir, güzele güzeldir diye dil uzatırlar, cefa ederler. Selamet köşesinde kim rahat oturabilir ve başı dinç kalabilir? Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) bile kötülerin

dillerinden kurtulamadı.

Eşi; ortağı, zevcesi ve oğlu olmayan Allahu Teala için bile Hıristiyanların neler söylediklerini işitmedin mi?

Hulasa insanların elinden kurtulmaya imkan yoktur. Dile düşen için bir tek çare vardır; o da sabretmek...

“…Halkın kötülüğünü düşünenler, Hakk Teala'dan habersizdirler.

Çünkü onlar halkla uğraşmaktan Hakk'ı düşünmeye vakit bulamazlar…”

{Şeyh Sadi-i Şirazi (r.a.)}

(30)

“…Ey evlat, önce nefsine öğüt ver,

onu yola getir, sonra da başkalarını...

Senin henüz ıslaha muhtaç hallerin var, bunu sen de biliyorsun.

Bunu bildiğin halde başkalarının islâhı ile uğraşma yolunda nasıl başarılı olabilirsin?

Gözlerin bir adım öteyi görmüyorken körleri neyle yola getirme sevdasındasın...”

{Abdulkadir Geylani (r.a.)}

* * *

“…Dünyada yarım ekmeği olanın, oturmak için bir de yuvası bulunanın iyi bir hali vardir.

O, kimseyi dilemez, istemez. Kimse de onu istemez, dilemez.

Böyle bir kişiye: “Neşe ile yaşa!” de!

Çünkü, o isteklerden, arzulardan kurtulmuş, mutlu olmuştur. Onun kendine göre hoş bir alemi vardır…”

(31)

* * *

Đnsan, hayret edilecek şekilde bir varlıktır. Hilâfete liyakat peydan eylemiş; emanet ağırlığını dahi yüklenmiştir.

Sana anlatılacak olan, insanın duyulmamış hususiyetlerini dinle... Đnsan muamelesi, o mertebeye ulaşmıştır ki;

onun için, mücerred ehadiyet aynalığı hasıl olmuştur. Böylece de, Zat-ı Ehadiyete bir zuhur mahalli oluyor.

Hem de, sıfatların ve şüunatın iktiranı olmadan...

Halbuki Hazreti Zat, bütün vakitlerde sıfatları ve şüunatı özünde toplamaktadır. Asla aralarında ayrılmak yoktur. Hem de vakitlerin

hiçbirinde...

Üstte anlatılan cümlenin daha açık manası şöyledir:

Đnsan-ı kâmil, Yüce Mukaddes Hazret-i Zat'tan gayrının esaretinden halâs olduğu zaman;

onun için Zat-ı hadiyet ile alâka meydana gelir.

Bu durumda; sıfatlardan, şüundan hiçbir şeyin mülâhazası, nazara alınması,

maksud ve matlub olması onun için yoktur. “Đnsan sevdiği ile beraberdir.”

(32)

“Nefsimi temize de çıkarmıyorum, çünkü nefis kötülüğü emreder

(tabiatı budur);

meğer Rabbim rahmetiyle bağışlaya, çünkü Rabbim çok bağışlayan,

çok merhamet edendir.” {Yusuf 53}

* * *

“…Allah, her zaman beni kutlayın, beni kutlayın! da demez. Çünkü bunlar hayret ve taaccub ifade eden sözlerdir.

Hak nasıl olur da hayret ve taaccub beyan eder?

Eğer kuluna ait bir ilgi dolayısıyle

taaccüp ifade eden subhan kelimesini kullanırsa doğru olabilir…”

{Şems-i Tebrizi (r.a.)}

* * *

“…ve de ki :

“Umarım ki Rabbim beni doğru olma yönünden

daha isabetli davranışa muvaffak kılar”

(33)

* * *

Musa ona dedi: “Öğretildiğin şeyden,

doğruya daha yakın olmam için

bana da öğretir misin,

sana tabi olayım?”

(Hızır)Dedi ki:

“Doğrusu sen benimle birlikteyken sabretmeye güç yetiremezsin.”

Tecrübe halinde kavrayamayacaklarına

nasıl sabredeceksin.

{Kehf 66/67/68}

* * *

Hani, o gençler mağaraya sığındıkları zaman, “Ey Rabbimiz!” demişlerdi,

“Bize katından bir rahmet bahşet;

ve içinde bulunduğumuz şartlar ne olursa olsun irşad et

(doğrulukda başarılı kıl).” {Kehf 10}

(34)

* * *

(Musa)

”Đnşaallah, beni sabırlı bulacaksın. Hiçbir işte de sana karşı gelmeyeceğim” dedi.

{Kehf 69}

* * *

(Hızır)

“O halde eğer bana tabi olacaksan;

ben sana sırrını anlatana kadar,

hiçbir şey hakkında bana soru sorma!”

{Kehf 70}

(35)

Manevi bir hal içinde bulunduğun zaman başkasını isteme.

Đster daha altını, ister daha üstünü.. Hiçbir makam arzu etme...

Padişahın kapısına geldiğinde, hemen içeri girmeği isteme..

Zorla içeri alınıncaya kadar bekle.. Kendi isteğinle değil, zorla içeri alınmalısın.

Tekrar, tekrar istemelisin..

Pek nazlı da olma...

Đçeri girmek için mücerret (belirsiz/soyut) izinle de yetinme.. Seni tecrübe için olabilir..

belki de padişah tarafından deneniyorsundur...

Koşma; bekle.

Ta ki seni zorla içeri alsınlar.

Bu şekilde içeri alınman senin için bir fazilet olur.

Saraya bu şekilde girdikten sonra, seni kimse tekdir etmez. Tekdir ancak yapacağın kusurdan sonra gelir…

(36)

O,

seni bizzat içeri aldıktan sonra,

korku da olmaz..

Padişahın yaptığından mes’ul olmazsın.

Ancak kendi isteğinle yaptığın şey sonunda mes’ul duruma

düşersin..

Yaptığın hareket neticesi, sana taarruz vaki olur.

Bu makamda senin için iyi olmayan şey kendi arzunla hareket etmendir...

Sabrın azlığı, edebe riayetsizliğin,

bulunduğun hale rıza göstermemen senin için hiç de iyi olmayan hareketlerdir...

Saraya girmek sana nasib olunca;

başını önüne eğ, gözlerini etrafta gezdirmekten sakın. Edepli terbiyeli olarak,

verilen her hizmet ve vazifeyi yapmağa çalış. Daha fazla yükselmeği isteme...

(37)

Ayet: “Onlara verdiğimiz dünyalıklara gözlerini çevirme, onları tecrübe etmek için, dünya süsü olarak kadın verdik.

Rabbın sana verdiği rızık, hem hayırlı hem de devamlıdır...”

Allah-ü Teala, bu ayetle seçkin Peygamberine edep öğretiyor,

dolayısıyla

bize...

“Halini muhafaza et, verilene razı ol...” Buyrulmasındaki Murad: “Sana verdiğim pek çok hayır,

peygamberlik, ilim, kanaat,

sabır,

islam dini üzerindeki saltanat ve o yoldaki mücadele senin için en büyük nimettir...

(38)

Bütün hayır haddi bilmekte ve ona razı olmaktadır.

Bununla beraber başkalarının hiçbir şeyine göz dikmemektedir.

Başka bir şeye iltifat etmemektedir.

Çünkü o baktığın ve arzu ettiğin şey üç kısma ayrılır.

Birincisi, senin nasibin olmasıdır. Đkincisi başkasının nasibi olma ihtimali.

Üçüncüsü,

ne senin ne de başkasınındır.

Đhtimal ki; Allah’ü Teala, onu bir tecrübe vasıtası olarak yaratmıştır...

Baktığın şey her ne ise...

Eğer o, sana nasip olmuşsa

ihtirasa düşüp ardından koşsan da gelir

(39)

Đstesen de gelir,

istemesen de..

Bu hale göre, mutlaka onu elde etmek için çırpınman ve edebe

uymayan bazı hareketler yapman sana yakışmaz.

Bu hal, ilim ve akıl ölçüsüne vurulursa hiç de sevilen bir şey olarak meydana çıkmaz.

Eğer o şey, başkasının nasibi ise....

çırpınman niçin?..

Çünkü o şey sana hiçbir zaman gelmez.

Yine o şey, ihtimal ki hiç kimsenin nasibi değildir, fitne ve tecrübe için yaratılmıştır.

Böyle olduğuna göre, akıllı olan kimse nasıl nefsi için, böyle bir fitneyi ister. Ve kendine celb etmeği arzu eder?..

Bu izahlardan anlaşılıyor ki;

bütün selamet ve iyilik, manevi hali muhafazada ve haddi tecavüz etmemededir...

(40)

her ikisi de sana göre musavi olmalı...

Ve yukarıda anlattığımız halini ve edebini muhafaza etmeğe çalışmalısın.

Başını önüne eğ. Çok edepli ol...

Daha da üstün vazife görmeğe çalış.

Çünkü padişaha en çok sen yakınsın,

senin kabahatin de çabuk görülür. Bu sebepten senin için tehlike daha fazladır.

Bulunduğun halin daha üstüne ve daha aşağısına geçmeği isteme. Orada sabit kalmayı, baki olmayı arzu etme.

Bulunduğun vazifenin şeklini değiştirmeğe yeltenme... Böyle bir şey yapmağa senin bir selahiyetin yoktur.

Böyle bir şey yaparsan nimetleri inkar yolunu tutmuş olursun; bu ise, dünya ahirette sahibini utandırır...

Sonuna kadar, anlattığımız şeyleri yapmağa çalış...

Neticede öyle bir hale gelirsin ki,

o halde senin için bir makam verilir.

(41)

Sen de onun, Allah tarafından bir vergi olduğunu anlarsın.

Böyle oluşun delili ve beyanı meydandadır, bunu bilir ve o halin devamına çalışırsın...

Veliler için haller vardır. Ebdal için makamlar vardır.

Ve sana hidayeti Allah nasip edecektir...

{Abdulkadir Geylani (r.a.)}

* * *

“… “Biz Allah’ı aşikâre görmedikçe senin sözünle asla inanmıyacağız”…” {Bakara 55}

* * *

“…akıllarını kullanmazlar…” {Ankebut 63}

* * *

(42)

“…kördürler…” {Bakara 18}

* * *

(Đbrahim:)

“Bu işi, belli ki, şu yapmıştır, putların en irisi yani.

Ama en iyisi, siz kendiniz onlara sorun; tabii, eğer konuşmasını biliyorlarsa!” Bunun üzerine birbirlerine dönüp, içlerindeki sese kulak verdiler:

“Doğrusu, asıl zalim olan sizlermişsiniz!”.

Ama çok geçmeden

yine eski düşünce tarzlarına döndüler ve (Đbrahim'e:)

(43)

“Bunların konuşamadıklarını kendin de pekala biliyorsun!” dediler. {Enbiya 63/64/65}

* * *

“…sağırdırlar…” {Bakara 18}

* * *

Ve Allah sizi analarınızın karınlarından öyle bir halde çıkardı ki hiç bir şey bilmiyordunuz,

öyle iken size, işitme, gözler, gönüller verdi ki şükredesiniz {Nahl 78}

* * *

Her halde hem benim rabbım hem sizin rabbınız olan Allaha dayanmışım,

hiç yerde bir debelenen yoktur ki perçemini O tutmuş olmasın,

(44)

* * *

“…Ey evlat!

Gücün yettiği kadar duyduğun mânevi zevki sakla; güçlü olursan bunu yap.

Duygulara alt olursan mazur sayılırsın. Sevgi,

perde ve örtüleri harap eder, haya duvarını yıkar, vücut yapısını bozar, halkı görmeyi yok eder.

Halk sevgisi kalpten zorla çıkarılmalıdır. Hak sevgisini kalbine yerleştiren,

o sevginin mağlûbudur.

O sevgi ayağından çıkan tozu sürme yap, gözüne çek.

Bu sayede her gördüğün şeye,

içinden kopup gelen her duyguya:

“Bu nefisten geliyor, bu kalpten geliyor, bu halktan geliyor ve

bu da Hak'tan geliyor” diyebilirsin…”

(45)

* * *

Bir beşer için Allah'ın kendisiyle konuşması (karşılıklı/yüzyüze;herhangi olan gibi)

olacak şey değildir. Meğer ki bir vahy ile

veya

perde arkasından,

yahut bir elçi gönderip de izni ile dilediğini vahyetmesi başka. Muhakkak ki O;

çok yüce,

hikmet ve hüküm sahibi. {Şura 51}

* * *

“Allah, kulunun dili ile “Semiailahü limen ham'ıdeh

(Allah, kulunun hamdını işitti)”

buyurur.”

(46)

* * *

“...Dağların da üstündeki yüce zirvelere olan teceliyat-ı ilâhiyeye bir bak!. Bil ki!..

O görenlerin, daima nazarları o zirvelerdeki tecelliyata olur. Alçalmada yücelik olmasaydı,

yüzlerimiz,

görüneni gözler ile aramakla alçalmazdı...

Đşte bundan dolayı Allah bize, secde etmemizi emr etti...”

{Muhyiddin Đbn Arabi (r.a.)}

* * *

“...El parmaklarını rükû’de açmak ve secdede birbirlerine yapışdırmak sünnetdir.

Bunlara da dikkat etmelidir.

Parmakları açık yâhud bitişik bulundurmak sebebsiz,

boş şeyler değildir...” {Đmam-ı Rabbani (k.s.)}

(47)

Allah tanıklık etti muhakkak ki o, ilâh yoktur O’ndan başka.

Ve Melekler şehadette bulundu, ve (kendilerine Allah tarafından ilim verilen)

Đlim sahipleri de

adaletle (sıdk) şahitlik ettiler.

Đlah yoktur, O Aziz (mutlak galip)

ve Hakim’ (tam hüküm ve hikmet sahibi) den başka.

{Ali Đmran 18}

* * *

Ey Aziz!.

Cenab-ı Hak, Rasûlüne ilmi sıfatının dışındaki sıfatlar hakkında böyle bir talebi emretmemiştir.

(de ki: “Rabbim ilmimi arttır.”)

Bu da bize ilmin Allah katındaki şerefini izah etmektedir. Đlim hakkında niye bu kadar çok beyanatta bulunduk.

(48)

Zira, ilmin makamı hakkında kendilerinde cehaletin gâlib geldiği ve heva-ı nefsin kendileriyle oyun oynadığı adedleri sayılmayacak kadar kimseler

bu zamanda türemeye başladılar.

Hattâ onlar;

ilmin perde olduğunu söylerler.

And olsun!.. Onlar, söylemiş oldukları bu şeye inanıyorlarsa farkında olmadan doğru söylemişlerdir.

Evet!.

Đlim, kalbi gafletten, cehaletten ve ilmin zıttı şeylerden engelleyen büyük bir perdedir.

Öyle ise, ilim hakikâte ulaşmaya kesinlikle engel değildir. Ancak, Đlimle gururlanılmadığı müddetçe.

Đlim ne şerefli bir sıfattır ki;

Allah Subhanehû bizlere, ondan lezzet ve hâz almakla ihsanda bulundu. Nasıl olur da insan ilimden ötürü sevinmez.

Đlim, öyle bir sıfattır ki onu elde etmek için her şey terk edilebilir. Đlim için iki yüce şeref vardır.

Şöyle ki:

1- Allah Tealâ, kendi Zâtını ilimle vasıflamıştır.

(49)

Dolayısıyla Ulemâ, Enbiyâ'nın varisleridir.

Ey Aziz!. Allah Tealâ, bizleri ilimde Enbiyâya varis kılmakla bize en büyük nimetle ihsandan bulunmuştur.

Bu ihsana nail olmamızı da Allah Rasûlü Aleyhisselâtu Vesselam şöyle beyân etmiştir:

“ Enbiyâ ne bir dinar, ne de bir dirhem miras bırakmışlardır. Onların bıraktığı miras, ancak ilimdir.

Kim ilme nail olursa

büyük bir nasibe,

yüksek bir dereceye ulaşır.” (Tirmizi)

{Muhyiddin Đbn Arabi (r.a.)}

* * *

“…Ey cemaat! Size Hâlık'ı anlatıyorum. O'nu iyi bilin. O'nun huzurunda

edepli olun.

Kalbiniz, O'ndan uzak kaldığı müddet edepli ve terbiyeli olun…”

(50)

De ki:

“Đşte benim meslekim bu,

basiret üzere Allaha da'vet ederim ben

ve bana tabi olanlar,

ve Allah’ı tesbih ile tenzih eylerim ve ben müşriklerden değilim.

{Yusuf 108}

* * *

“…Bunlar “Kalp” le olur,

dil gürültüsüne getirip söze boğmakla olmaz. Sonra mihenk taşına vurulunca utanırsın.

Kuru davaya kimse inanmaz.

Halk arasında söylediğin sözleri yalnız kaldığında söylüyor musun?… Aynı duyguları tek başına kaldığın zaman da duyman mümkün oluyor

mu?…

Đşte bunları yapabiliyorsan mesele yok…”

{Abdulkadir Geylani (r.a.)}

(51)

“…Madem ki gayretle aradın dikkatle baktın,

bu işe adamakıllı sarıldın.

Elbette bulursun.

Bir işe ciddi bir suretle sarılan yanılmaz demişler. Ey iyi bahtlı, ansızın atlı gelir, seni sımsıkı kucaklar.

Sen kendinden geçer, dostlarından ayrılırsın. Bu işten haberi olmayan da

“Đşte sana riyakar, işte sana münafık!” der…” {Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.)}

* * *

“Bir de gömleğinin üzerinde yalan bir kan getirdiler,…”

{Yusuf 19}

(52)

Bir bahçeye giremezsen

durup seyran eyleme,

bir gönülü yapamazsan

yıkıp viran eyleme.

{Yunus Emre (r.a.)}

* * *

“...Abdülkadir Geylani hazretlerini Kabe'nin hareminde gördüm. Yüzünü çakıl taşları üzerine koymuş, muttasıl böyle diyordu:

“Đlahi! Beni affet.

Eğer azaba düçar olacaksam, kıyamet günü beni kör olarak dirilt,

mezardan beni gözüm görmez olarak çıkar

da, iyilerin karşısında mahcup olmayayım.”...”

{Sad-i Şirazi (r.a.)}

(53)

Ve onlar ki

Rablarının azâbından korkarlar.

{Mearic 27}

* * *

Muhakkak ki Rablerinin azabından emin olunmaz. {Mearic 28}

* * *

“… şüphe yok ki ben, tevbe eden,

iman edip sâlih amel işleyen,

sonra da Hakk yolunda ölünceye kadar sebat edenleri elbette çok bağışlayıcıyım.”

{Taha 82}

(54)

“…rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır…”

{Araf 156}

* * *

Sen benim gönlümde oldukça, Yemen'de de olsan benim yanımdasın.

Eğer sen benim gönlümde değilsen, yanımda da olsan Yemen'de sayılırsın.

{Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.)}

(55)

“…Yolda çocuklar oyun oynarken yanlarından geçti.

Bir kaç çocuk, Ahmed Rufâî (r.a.) hazretlerinin heybetinden korkup kaçtı. Arkalarından koştu ve:

“Hakkınızı helal edin, sizi korkuttum.

Gelin oyununuza devam edin” diye onlardan özür dilemişti…”

* * *

“Size Yemenliler geldi. Onlar,

ince ruhlu ve yufka yürekli insanlardır. Đman Yemenlidir,

hikmet de Yemenlidir. Küfrün başı şark cihetindedir.

Böbürlenme ve kibirlenme deve besleyenlerdedir. Sükûnet ve vakar

Koyun (besleyenler)dedir.”

(56)

“…ne zaman niyaz elimi sırları bilen Cenab-ı Hakk’ın dergahına kaldırsam o (başından geçen bir olaydaki) süslü put aklıma gelir

ve kibrimin üzerine toprak serpilir.

Anlarım ki niyaz (dua/sesleniş) elimi kendi kuvvetimle kaldırmıyorum. Demek ki gönül adamları ellerini kendi iradeleriyle kaldırmıyorlar.

Gaybden ipin ucunu bir çeken vardır.

Kaza ve kaderin anahtarı kimsenin elinde değildir. Kadir-i Mutlak ancak Allah’tır.

Doğru yolu tutmuş gidiyorum diye gururlanma. Çünkü elinden tutarak doğru yola seni O sevk etti...”

{Sad-i Şirazi (r.a.)}

* * *

“…O size öğüt veriyor,

umulur ki böylece düşünüp tutarsınız.”

{Nahl 90}

(57)

“… Đsrailoğullarının çölünde (Paran Çölü, et-Tih) bulunuyordum. Hacca gitmek istiyordum.

Yolda, henüz sakalları bile çıkmamış bir gencin, Beyt-i Atîk’e doğru, azıksız ve bineksiz bir biçimde yürüdüğünü gördüm.

Yanımdaki arkadaşıma dedim ki:

“Đnnâ lillah! Eğer bu çocuk yakîne ermişse iyi fakat değilse helak olur.”

Ve onun yanına vardım, şöyle dedim:

“Ey delikanlı!” Şöyle cevap verdi: “Hizmetindeyim (lebbeyke).”

Şöyle sordum:

“Böyle bir yerde, bu vakitte, azıksız ve bineksiz olunur mu?” Bana bir nazar etti

ve şöyle dedi:

“Ya Şeyh!

(58)

Acaba O’ndan başkasını görecek misin?”

Ben de ona şöyle dedim:

“Sevgili dostum!

Dilediğin yere git!” …”

{Muhyiddin Đbn Arabi (k.s.)}

* * *

“…

Bekle dost kapısın sadık dost isen

Gönüller tamir et ehli dil isen

Sevda Sahrasında Mecnun değilsen

(59)

ne çölü incit

…”

{Aşık Hüdai (k.s.)}

* * *

Rabbinin hükmüne sabret.

Gerçekten de sen gözlerimizin önündesin;

ve her ne zaman ayağa kalkarsan

Rabbinin sınırsız şanını hamd ile yücelt!

{Tur 48}

* * *

“... Şunu bil ki,

üveysiler denilen bir zümre vardır. Bunların şeyhe ihtiyacı yoktur. Zira başka bir aracıya hacet kalmadan

(60)

Gerçi o zahiren Peygamberler Efendisini görmemişti.

Ama onun tarafından terbiye ve irşat edilmişti. (Risalet ocağında) nübüvvetten terbiye görmüş

ve hakikatle dost olmuştu. Bu makam o kadar ulu ve yücedir ki, kolay kolay kimseyi oraya ulaştırmazlar.

Bu devlet kime yüz gösterir ki?

“…Bu Allah'ın dilediğine bahşettiği bir lütufdur…”

{Maide 54}

{Feridüddin Attar (k.s.)}

* * *

(Đbrahim'in karısı:) “Olacak şey değil!

Ben bir kocakarı, bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım?

(61)

(Melekler)

“Allah'ın dilediğini gerçekleştirmesini mi yadırgıyorsun?” dediler…”

{Hud 72/73}

* * *

DÖRDÜNCÜSÜ:

En yüksek derece buna verilmiş ve melekut aleminde kendisine:

- “AZÎM” Adı verilmiştir.

Đşte Hazter-i Nebi (SAV) bu büyük zatın şanını tarif ederken şöyle buyurmuştur:

- “Bir kimse öğrenir öğretirse… Ayrıca bildiği, öğrettiği ile amil olursa melekut aleminde ona, AZÎM ismi verilir.”

Bu zat, alim-i billah’tır.

Mertebeler ölçülürse en yüksek derece onun olduğu ortaya çıkar. Dinin hikmet yönünü en iyi bilen odur.

Allah-ü Teala (CC) birçok bilinmeyen ilimleri onun kalbine yerleştirmiştir. Hiç kimsenin erişemiyeceği sırları ona sezdirmiştir.

Bu saf ve temiz kul, Allah (CC) tarafından seçilmiş, sevilmiş ve Hakk’a (CC) cezbedilmiştir.

Đlâhi hikmetleri çözüldüğü kapıya yalnız bu insan yetişmiştir. Hidayet yolları buna açıktır. Bunda istidat çok büyüktür. Ve bütün sırları

anlamak kabiliyeti vardır. Bunda bilgi sonsuz, hikmet ölçüsüzdür. Bu zat, Allah (CC) yolunda bir şahtır. Hak yola o çağırır, kötülükleri onlara

o gösterir, kıyamet günü şefaatçi, dünyada temiz, Allah (CC) indinde herşeyi makbul ve merguptur.

(62)

Đşte son had buraya kadar…

Đnsanoğlunun son durağı bu makama varır.

Buradan öte Peygamberlik başlar. Sana bu insan lazım. Bunu ara, bulunca muhalefet etme, sözlerine darılma, uzak kalmaktan hoşlanma. Onu sev ve sözlerine bağlan, her

nereye varsan böyle birini ara ve zihninde onu gezdir. Şunu bil ki: O ne söylerse selamet ondadır.

Helak, bataklık başkadadır.

Allah’tan (CC) onu iste, yol bundan başkaya varmaz. Himmet başkalarında yoktur.

Yolunu bu ülkeye vardırmayan kurtulamaz.

Ama Allah (c.c.) başka türlü emretmiş ise

bir şey denemez.

Allah’ın (c.c.) doğru yolu gösterdiği kimselere kimse şaşmaz…”

{Abdulkadir Geylani (r.a.)}

* * *

“… De ki: “ Bütün Hamd yalnız Allah'a mahsustur!” Fakat (Hayır,) onların çoğu bilmez…”

{Lokman 25}

(63)

“…Şeyh Ebubekr'in (Sellebâf) de hırka vermek âdeti yoktu. Onun kendi şeyhini de göremedim ki, onda var mı yok mu anlayayım. Ancak ben de,

bu istekle Tebriz'den çıktım ama bulamadım. Gerçi âlem boş değil, belki bir şeyh vardır. Hatta derler ki, filân şeyh hırka verdiği müridinin haberi

olmadan ona hırka bağışladı; mal, mülk verdi ve öldü. Ben şeyhimi görmedim, ancak şu kadar öğrendim ki, kendisinden bir söz nakledene gücenirmiş. En çok incindiği kimseler, kendisinden söz nakledenlermiş. Böyle bir kimseyi de görmedim ki, o makamda olsun da kendisinde bu sıfat bulunsun. Sonra şeyhin kendisi için yüz bin yıllık yol olan bir kimseye

de rastlayamadım. Ancak Mevlânâ'yı bu sıfatta buldum. Şimdi Halep'ten tekrar dönüşümde de, o yine bu sıfatta idi. Bana deselerdi ki: ‘Baban seni

çok özlemiş, mezarından kalkmış Telbaşir köyüne bir adımlık yerde seni görmek için bekliyor. Seni görüp tekrar mezarına dönecek. Gel! Artık babanı görmeye gel!’ ‘Hayır, olsun! Ne yapayım,’ derdim. Halep'ten bir

adım bile dışarı çıkmazdım. Ben ancak Mevlânâ için geldim… …Onu niçin bu kadar yükseltiyorlar? Ben şundan korkuyorum ki, bu saatte sen ayrılık eleminden gafil, şefkat gölgesinde hoşça uyumaktasın.

Öyle bir hareket yapıyorsun ki, şefkat sona ersin. Sonra da bu hali rüyada görüyorsun, ama Şeyhi görmüyorsun. Çünkü Şeyhi görmek onun

isteği olmadan mümkün değildir; ne rüyada, ne de uyanıkken onu göremezsin…

…O (bir) Şeyh diyordu ki: “Filan şeyhin güzel kokusu, Allah kokusundan da üstündür.” Dedim ki: “Bu koku belki senin karından ve onun oynaşından geliyor.” Bu ne eşektir ki, eşekliği yönünden söylemiştir…

Ey kara yüzlü! Himmetin ne olduğunu sen ne bilirsin? Git abdest al, namaz kıl tövbe et! De ki: “Kâfir idim imana geldim. Küfürden vaz

geçtim.” Git otur yerinde. Pamuğunu eğirmeye bak! Sen kim oluyorsun?…

…Bana yaraşan, zahirde bizim hayatımızdaki dostluk ve kardeşlik hangi yolda ise onu korumaktır. Yoksa şeyhlik müridlik gibi ilişkiler hoşuma gitmez. Hani, üstatlığı da şakirtliği de yere batsın, derler. Bize bir söz söylemek isteyen kimse de bizim gibi olmalıdır. Böyle açık söylemelidir.

Bizim veliliğimiz bahsinde bundan incinirler. Onlara, eşek, diyen zavallı taklitçi eşektir. Şimdi bana kendinden bir fazilet, bir üstünlük veriyorsun.

(64)

Halbuki ben buraya bir şeyler öğretmeye geldim…”

{Şems-i Tebrizi (r.a.)}

* * *

“…Nihayet sana bir çift söz söyleyeyim: Bu halk nifak yolu ile konuşmaktan, ikiyüzlülükten hoşlanırlar. Doğru sözden sıkılırlar. Birine desem ki: ‘Sen çağımızın tek büyük adamı, biricik şerefli insanısın,’ şüphe

yok ki hoşuna gider, ellerimi yakalayarak, ‘Sizi çok özlemiştim, kusurum çoktur,’ gibi iltifatlarda bulunur. Halbuki geçen sene onunla

dosdoğru konuşmuştum, bana düşman oldu. Bu şaşılacak bir şey

değildir.

Çünkü halk ile ikiyüzlülük yönünden geçinmek ister. Tâ ki, onlarla birlikte hoşlukla vakit geçiresin. Ama böylece doğruluk yolunu tuttun mu

dağlara, kırlara kaçmak gerektir. Eğer o sözü kabul edersen, sana o gün bir acıma hali gelir;

sana bir çok devlet ve saadetler yüz gösterir.

Çünkü O’nu ulular, niyaz ve yalvarma yolu ile dinlersen, bu meclis hoşuna gider.

Dervişin hayalinde bu dernek hoş görünür; her vakit O’nu hatırlar, gönlü O’na yönelir ve o meclisten ürkmez, gönül rahatlığına kavuşur…”

(65)

Sen (o zaman), sırf Allah'ın rahmetiyle onlara karşı yumuşak davrandın.

Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi.

Artık onları sen bağışla, onlar için Allah'dan mağfiret dile. (Yapacağın) işlerde onlara da danış,

bir kere de azmettin mi,

artık Allah'a dayan.

Muhakkak ki Allah kendine dayanıp güvenenleri sever. {Ali Đmran 159}

* * *

Allah onların kalplerinde ne var, ne yok pek iyi biliyor; onun için sen onlara aldırma,

kendilerine öğüt ver ve onlara kendileri hakkında beliğ, açık, tesirli, güzel söz söyle.

{Nisa 63}

(66)

“Allah, sizi şunlara iyilik etmekten ve adaletli davranmaktan men etmez: Size dinde zorlamada bulunmayanlar,

sizi yurdunuzdan çıkarmayanlar. Çünkü Allah adaletli olanları sever.

Allah sizi yalnız şunlara dostluk etmekten yasaklar: Sizi dinde zorlayanlar,

sizi yurdunuzdan çıkaranlar ve çıkarılmanıza yardım edenler.

Her kim bunlara dostluk ederse işte o takdirde zalimler

onlardır.”

{Mümtehine 8/9}

* * *

Onlar bollukta ve darlıkta Allah için verirler ve kızdıklarında öfkelerini yutanlar

ve insanların kusurlarını affedenlerdir. Ve Allah güzel düşünüp güzel davrananları sever.

{Ali Đmran 134}

(67)

Oku,

O,

cömertliğinin sonu olmayan

Rabbindir!

{Alak 3}

* * *

Bir kötülüğün cezası yine onun gibi bir kötülüktür, ama kim affeder, bağışlarsa

onun mükafatı Allah'a aittir.

Şüphesiz ki Allah, zalimleri sevmez.

{Şura 40}

(68)

“…Affetsinler, hoş görsünler. Allah'ın sizi/sizin için/size mağfiret buyurmasını sevmez

(arzu etmez) misiniz?

Allah gerçekten gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur).

{Nur 22}

* * *

“Sen af yolunu tut, ve iyilikle emret…”

{Araf 199}

(69)

Ana ve babasını tahtının üstüne çıkartıp oturttu

ve hepsi onun için (ona kavuştukları için) secdeye kapandılar. (Yusuf) dedi ki:

“Ey babacığım!

Đşte bu, daha önce (gördüğüm) rüyanın tevilidir. Rabbim onu hakk olarak gerçekleştirdi.

Doğrusu, Rabbim bana (çok şey) ihsanda bulundu… Beni zindandan çıkardı

ve şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra sizi çölden getirdi.

Şüphesiz ki Rabbim dilediğine lütfedicidir. Kuşkusuz O her şeyi çok iyi bilen “Aliym”dir,

hikmet sahibi “Hakiym”dir.”

{Yusuf 100}

* * *

“…sarfı nazar eyle…” {Araf 199}

(70)

Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın.

Allah’ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de,

O, kalplerinizi birleştirdi.

O'nun nimeti sayesinde kardeşler oldunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken

oradan da sizi O kurtardı.

Đşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki, doğru yola eresiniz.

{Ali Đmran 103}

* * *

Ey benim zindan arkadaşlarım, farklı farklı Rabler mi daha hayırlı,

yoksa bir ve tek

her şeye hakim olan Allah mı? {Yusuf 39}

(71)

O:

“Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin” diye

dinden Nuh'a vasiyet ettiğini

ve sana vahyettiğimizi,

Đbrahim'e, Musa'ya

ve Đsa'ya vasiyet ettiğimizi

sizin için de teşri etti (bir şeriat kıldı).

Senin kendilerini çağırdığın şey, müşriklere ağır geldi.

Allah, dilediğini buna seçer

ve içten Kendisi'ne yöneleni hidayete erdirir.

(72)

* * *

De ki: “Ey Kitab Ehli!

Sizinle bizim aramızda aynı olan bir kelimeye geliniz.

Allah'tan başkasına kul olmayalım ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve bir kısmımız, bir kısmımızı,

Allah'tan başka Rab'ler edinmesinler.” Bundan sonra eğer dönerlerse, o zaman; “Bizim müslüman olduğumuza şahit olun”

deyiniz.

{Ali Đmran 64}

* * *

Göklerde ve yerde istisna olmamak üzere herkes, ancak kul olarak Rahmana gelecektir.

{Meryem 93}

(73)

“…Sözgelişi bir insanın “eğer ona şunu demeseydim, şu olurdu.” “eğer ben olmasaydım, çoluk çocuk helak olurdu.” demesi

bu türden bir iddiadır ve bu,

uluhiyet mertebesinin en aşağısıdır. Hatta bu tarikattaki bir Şeyh şöyle demiştir:

“Eğer benim himmetim falancaya eşlik etmeseydi, mutlaka helak olurdu.” Bu sözlerin tümü uluhiyet sırrı hastalığından kaynaklanan illetler

ve marazlardır.

Bu sözleri söyleyenlerin, bu iddiada bulunanların her biri iddiasının oranında ceza görecektir.

Ya en büyük cezaya çarptırılır, ya da nasip eksilmesine uğrar.

Ama mutlaka ceza görür.

Bu yüzden bize göre fena (yokluk) anlayışı üzere kalmak en yücedir. Bizden önceki kuşaktan arkadaşlarımız bu hakikatin farkına varamadılar.

Ey dostum! Sen bunu bil!...”

{Muhyiddin Đbn Arabi (k.s.)}

(74)

“Ey insanlar!

Sizler Allah'a muhtaç fakirlersiniz, Allah ise ihtiyacı olmayan zengin.

O her türlü övgüye

hakkıyla layık olandır”

{Fatır 15}

* * *

Sizden cehenneme uğramayacak yoktur.

Bu, Rabbinin yapmayı üzerine aldığı kesinleşmiş bir hükümdür.

{Meryem 71}

* * *

Bir kere daha (hatırlatalım ki):

Biz, Bize karşı sorumluluk bilinci taşıyanları (cehennemden) kurtaracağız; ama zalimleri

onun içinde diz üstü bırakacağız.

{Meryem 72}

(75)

Bizim elçilerimiz (melekler) Đbrahim'e bir müjde ile geldikleri zaman, dediler ki:

“Gerçek şu ki, biz bu ülkenin halkını yıkıma uğratacağız. Çünkü onun halkı zalim oldular.”

Dedi ki:

“Onun içinde Lut da vardır.” Dediler ki:

“Onun içinde kimin olduğunu biz daha iyi biliriz.

Kendi karısı dışında, onu ve ailesini muhakkak kurtaracağız. O (karısı) arkada kalacak olanlardandır.”

{Ankebut Suresi 31/32}

* * *

Đbrahim'den korku gittiği ve ona müjde geldiği zaman,

Lut kavmi konusunda Bizimle çekişip-tartışmalara giriyor(du).

Doğrusu Đbrahim, yumuşak huylu, duygulu

(76)

“Ey Đbrahim,

bundan vazgeç.

Çünkü, Rabbinin emri gelmiştir ve gerçekten onlara geri çevrilmeyecek bir azab gelmiştir.”

{Hud Suresi 74/75/76}

* * *

Allah, kardeşim Yusuf’a rahmet etsin, eğer

“beni efendinin yanında an” demeseydi,

zindanda birkaç yıl daha kalmayacaktı.

(s.a.v.)

(77)

Resulullah (sav) buyurdular ki: “Hz. Đbrahim (a.s.)’ in şu sözleriyle ifade ettiği şüpheyi yaşamaya biz ondan daha layıkız: “Ey Rabbim ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster” demiş, (Allah: “Buna) inanmadın mı yoksa” demiş, o da: “Đnandım, fakat kalbimin, (gözümle görerek) yatışması için (istedim, diye) söylemiştir (Bakara, 260). Allah, Lut (a.s.)’ a rahmetini bol

kılsın, aslında o çok muhkem bir kaleye sığınmıştı. Eğer, Hz. Yusuf (a.s.)’ un kaldığı müddetçe hapiste ben kalsaydım, davete icabet ederdim.”

(s.a.v.)

{Ravi: Ebu Hüreyre}

* * *

Tirmizi`nin bir rivayetinde Hz. Yusuf’la ilgili olarak Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Kerim oğlu Kerim oğlu Kerim oğlu Kerim; Đbrahimoğlu

Đshakoğlu Yakuboğlu Yusuf’tur.” Ve ilave etti: “Şayet, hapiste onun yerine ben yatmış olsaydım da, sonunda bana elçi gelseydi, çıkma hususunda hemen cevap verirdim.” Resulullah (sav) arkadan şu ayeti

okudu: “Kendisine elçi gelince, “Efendine dön de ellerini kesen o kadınların zoru neydi kendisine sor” dedi. Resulullah (sav) devamla şunu

söyledi: “Allah Teala’ nın rahmeti Lut’ a olsun, o aslında çok sağlam bir kaleye sığınmışta Allah ondan sonra, her peygamberi kavminden

kalabalık bir cemaat içinde gönderdi.”

* * *

Resulullah (sav)’ın hastalığı şiddetlenince, kendisine cemaate namazı kimin kıldıracağı soruldu. “Ebu Bekr’e söyleyin, halka namazı o kıldırsın”

buyurdular. Hz. Aişe (ra): “Ebu Bekr yufka yürekli bir kimsedir, senin yerinde namaza duracak olsa (dayanamayıp ağlar ve ağlamaktan halka

kıraati duyuramaz, (namaz kıldırma işini) Ömer’e emretseniz!” dedi. Aleyhissalatu vesselam yine: “Ebu Bekr’e söyleyin, namazı kıldırsın” buyurdular. Hz. Aişe önceki sözünü tekrar etti. Aleyhissalatu vesselam:

“Ona (Ebu Bekr`e) emredin, namazı kıldırsın” dedi ve: “Siz (kadınlar) kendi kafanıza göre düzende Hz. Yusuf’un kadın arkadaşları gibisiniz!”

diye söylendi. (s.a.v.)

(78)

* * *

“…herkes, şarap, çalgı gibi şeylere düşer de kendi aklından bir an olsun kurtulmaya çalışır.

Herkes bilir ki bu varlık tuzaktır.

Đnsanın kendi ihtiyarı ile bir şeyi düşünmesi, bir şeyi anması cehennemdir âdeta.

Onun için herkes varlığından, kendiliğinden geçme âlemine,

yahut sarhoşluğa kaçar,

yahut da bir işe koyulup kendini unutur.

Fakat yine bu âlemden kendini çeker, varlık âlemine gelirsin. Çünkü o kendini unutma âlemine

Tanrı fermanı olmadan gitmiştik…”

{Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.)}

* * *

“…Allah, Kuran’ı azim diye nitelediği gibi,

Hz Peygamber'in yaratılışını da azamet özelliğiyle nitelemiş, bu nedenle Kuran Hz peygamber'in ahlakı olmuştur.

(79)

onu görmek isteyenler, Kuran'a bakmalıdır.

Bir insan Kuran'ı Kerim'e bakarsa, ona bakmakla Peygambere bakmak arasında hiçbir fark yoktur.

Böylece Kuran-ı Kerim adeta bir beden suretinde inşa edilmiş de ona Abdulmuttalib oğlu Abdullah'ın oğlu Muhammed denmiştir.

Kuran-ı Kerim, Allah'ın kelamı, kelam ise O'nun niteliğidir. Böylece Muhammed (a.s.) de

Allah'ın sıfatı olmuştur…”

{Muhyiddin Đbn Arabi (k.s.)}

* * *

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ederler. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) buyurdular ki: “- Nübüvvetten sonra baki kalacak ancak mübeşşirattır.”

Sahabiler sordular:

- Mübeşşirat nedir, ey Allah'ın Resulü? Buyurdular ki:

(80)

Yine Kâinatın Nuru ve Allah'ın Sevgilisi buyuruyorlar:

“- Beni rüyada gören kimse, uyanık iken de görecektir veya görmüş gibidir. Zira şeytan benim suretime giremez.”

* * *

Avf Đbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki: “Rüya üç kısımdır:

“Birkısmı; âdemoğlunu üzmek için şeytandan olan korkulardır; birkısmı, kişinin uyanıkken kafasını meşgul ettiği şeylerdendir;

bunları uykusunda görür; birkısım rüyalar da var ki,

onlar peygamberliğin kırkaltı cüzünden birini teşkil eder.”

Râvi Müslim Đbnu Mişkem der ki: “Ben, Avf Đbnu Mâlik radıyallahu anh: “Sen, bu hadisi Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'dan bizzat işittin mi?”

dedim.

Avf, (iki sefer tekrarla): “Evet! Ben bunu Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'dan işittim.

Ben bunu Resülullah aleyhissalâtu vesselam'dan işittim” dedi.”

(81)

“Đyi rüya Allah’tandır. Kötü rüya şeytandandır.

Bir kimse hoşlanmadığı bir rüya görürse sol tarafına üç defa tükürsün ve şeytandan Allah’a sığınsın. Böylece o rüya zarar vermez.”

(s.a.v.)

* * *

“Sizden birinizin rüyada gördüğü şeylerin en hayırlısı, o kimsenin Allah'ını,

peygamberini

veya müslüman ana babasını görmesidir.”

Sahabiler Allah'ın sevgilisine (s.a.v.) sordular:

- Ey Allah'ın Resulü, bir insan rüyasında Rabbini görür mü, (bu mümkün mü?).

Buyurdular ki:

(82)

* * *

“Mümin bir kulun müjdesi, sâlih rüyalardır.”

(s.a.v.)

* * *

Mübeşşirat: “Hayırlı alamet “ (bir şeyin olduğuna veya olacağına dair belirti)

* * *

En iyisi; insanın teslim olması,

Hakka teslim olmayı dilemesi ve sırf nefsiyle meşgul olması, onu bulunduğu mertebeden daha iyi bir mertebeye yükseltmeye çalışmasıdır. Đşte varlığın hakikatlerine ulaşmış said/mutlu insan budur. Bu sırları lafızlara dökme-yip gizleyenler, yabancılar farkına varmasın diye

onları saklayanlar, himmet neticesinde bir takım eserlerin meydana geldiğini söyleyenler, her zaman bu metotlarını devam ettirirler. Tâ ki fehvanı (anlamsal) makamlardan yakınlığa erişmişlerin mertebesindeki yüce ruhaniler kendi elleriyle parlak alametleri onlara gösterinceye kadar.

Bu makamda ise yazılı kutsal kitablar vardır. Böylece bu sırların sahipleri bildikleri hakikatlere dair gerçek şahidler görmüş olurlar. Bu vasıftan

(83)

düğümün çözülmesidir. Kilidinin açılması, bağının çözülmesidir. Böylece bu diğerinin himmetleri de aynı noktada birleşir. Çünkü teklik hakikatini görmüştür. Her ikisi tekten başka bir şey görmezler. Bütün etkiler ve eserler hakikate dayanır böylece. Bazen döndürmek şeklinde tezahür

ederken, bazen de bu himmetler doğrudan O'ndan gelmiş gibi belirginleşir. Çünkü hakikate bütün yönleriyle yönelmiştir, bilmese de. Her himmeti istemiştir, bizzat ulaşmasa da. Telaffuz edemese de bütün lisânlarla konuşmuştur.Bu ne dehşetli bir hayret ve ne çetin bir hasrettir!

Perde açıldığı zaman, gözle bütünleştiği zaman. Ay ve güneş bir araya geldiği, eser sahibi eserde zuhur ettiği ve de çıplak gözle görüldüğü zaman! Onlara suretlerde belirdiği, tuzağı kuran tuzağa düştüğü, iman edenin kazandığı, inkar edenin de kaybettiği zaman! Đlâhî hitap, en kutsal

lisânla ve ihlâs diye ifade edilen bir ibareyle yönelmiştir. Dolayısıyla alacağı ödül için değil, ibadetini ihlâsla sunan, her türlü sapıklıktan uzak

hanîf yolunu izleyen, ilâhî yakınlık mezhebine intisab eden kimse, emri yerine getirme sorumluluğunu gerçekleştirmiş olur. Böyle bir kimse nur

alemine mensub olur, ücret alemine değil. “Allahu nuru'ssemavati ve'l ardi / Allah göklerin ve yerin nurudur.” (Nûr, 35) “Lehum ecruhum ve nuruhum /Onların ücretleri ve nurları verilir.” (Hadid, 19) “Nuruhum yes'a

beyne eydihim / Onların önlerinden nurları gider.” (Tahrirn, 8) Nur, “Ben sizin rabbinizim”,der, onlar da Ona tabi olurlar.

Muhyiddin ibn arabi (k.s.)

* * *

“…Allah'ı tanıma bahsi derindir. Ey ahmak derin sensin!

Derin olan bir şey varsa, o sensin! Sen nasıl bir dostsun ki, damarlarının içine kadar girmiş olan sevgilinin sırrını el ayası gibi açık bilemiyorsun!

Sen nasıl Allah kulusun ki, onun sırlarını ve iç yüzünü bilmiyorsun! Seninle konuştuğum bu sözleri senin şeyhinle konuşmadım. Onu kahır

içinde bıraktım gittim…” {Şems-i Tebrizi (k.s.)}

(84)

* * *

Kim, Allah'a kavuşmak isterse, Allah da ona kavuşmak ister. Kim de Allah ile karşılaşmak istemezse, Allah da onunla karşılaşmak istemez.

(s.a.v.)

* * *

Ey o bütün iyman edenler! Seslerinizi Peygamberin sesinden üstün kaldırmayın ve ona birbirinize bağırır gibi iri söylemeyin!

Haberiniz olmadan amelleriniz hiçe iniverir.

{Hucurat/2}

* * *

“Ey inananlar! Peygamber'in evlerine, yemeğe çağırılmaksızın vakitli vakitsiz girmeyin; fakat davet edilseniz girin ve yemeği yiyince, dağılın. Sohbet etmek için de girip oturmayın. Bu haliniz Peygamber'i

üzüyor, o da size bir şey söylemeye utanıyordu.

Allah gerçeği söylemekten çekinmez…”

(85)

“... gerçeği söyler ve doğru yola iletir.” {Ahzab 4}

* * *

“Allah'ın ahlakı ile ahlaklanınız.” (s.a.v.)

* * *

Sonra acı bile olsa sana gerçeği söyleyen, Allahın dostlarında

bulunmasını hoş görmediğin şeylerde sana az müsaade eden kişileri seç, onların gözleri seni gerçeğe götürür, haksızlıktan geri kor. Takva ehliyle

gerçek kişilerle dost ol. Onların seni fazla övmene sebep olmalarına müsaade etme, çünkü fazla övülme insanı kibre götürür, faziletten

düşürür. Hz Ali k.v.

* * *

Ben seni çeşitli bilgisizliklerden dolayı, kendini alim bilmemen için daha önceden kınadım ki, bildiğin bir şeyle karşılaştığında onu büyük saymayasın. Çünkü alim bir kimse bildiğini, bilmedikleri şeyler karşısında pek az görür. Bu yüzden kendisini cahil bilip, neticede ilim tahsil etmede daha çok çaba gösterir; daima onu ister, ona ilgi duyar, onu arar durur. Đlim ehlinin karşısında mütevazı olup ona yönelir. Susmaya sarılıp, hata yapmaktan çekinir, ondan utanır. Bilmediği bir meseleyle karşılaştığında da onu inkâr etmez; çünkü önceden nefsi kendi cehaletine ikrar etmiştir.

(86)

muhalefet edenleri, hata ettin diyerek dışlar; bilmediği her şeyi sapıklık sayar; bilmediği bir meseleyle karşılaştığında onu inkâr ve tekzip eder;

cehaleti yüzünden: Ben onu böyle bilmiyorum, böyle olduğuna inanmıyorum, böyle olduğunu sanmıyorum, bu söz de nereden çıktı? der

durur. (Bu sözlerle onun batıl olduğunu söylemek ister.) Bütün bunlar kendi görüşüne (yersiz olarak) itimat ettiğinden ve kendi cehaletini pek az tanıdığından ileri gelir. Böylece, bilmediği konularda yanılgıya düştüğü için, sürekli cahilliklerle başbaşa kalır ve (yeni) cahillikler arar; hakkı inkâr

edip, cehalet içinde şaşırıp kalır; ilim talep etmekten böbürlenerek kaçınır.

Hz Ali k.v.

* * *

Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor:

“Resulullah aleyhissalatu vesselam'a gelmiştim. Kapıyı çaldım. “Kim o?” buyurdular. “Benim!” dedim. (Beni almak üzere) çıktı ama: “Ben! Ben!” diye söyleniyordu. (Belliydi ki kendimi tanıtma tarzımı) beğenmemişti.”

* * *

“Boyuna Allah aşıklarını ara, her ne söyleyeceksen, onlardan rivayet et, onların sözlerini söyle. Aşkın, aşıkların yüzünden artar, onlarla eş-dost

oldun mu, ölçülü düzenli bir hale gelirsin. A kardeş, cinsinden başkalarıyla oturup kalkma da din konağına yol al.”

{Hz. Sultan VELED ( k.s. )}

(87)

“...Onların anılmasıyla inen rahmet ise iliklerde müşahede edilir ve etkileri de dışarılardan zuhur eder. Bu rahmet, onların ailelerinden ve

memleketlerinden ayrılmaları; sahillerde, çöllerde, yollarda ve vadi içlerinde, dağlarda ve tepelerde yaşamaları; dünya ve dünya ile ilgili haberlerle ilişkilerini kesmeleri sebebiyle; onlar anıldıklarında, haberleri

aktarıldığında; Allah ile olan halleri, söyleşmeleriyle, ünsiyetleriyle ve halvetleriyle kanıtlandığında; insanın içinde hissettiği incelik ve gönül kırıklığıdır. Đşte bu anma esnasında, dinleyenlerin gönüllerinde Rablerine karşı bir hasret duyulur, üns yaygısında, O’nunla söyleşmenin ve O’nunla

tek kalmanın lezzeti hissedilir. Allah’ın onlar için seçmiş olduğu güzel hallere ulaşma arzusuyla; ağlamaktan gözleri yaşarır ve bu kutsal ve eşsiz özelliklerin kalplerinde tecelli etmesine sevinirler. Đşte bunların

hepsi, onlar anıldıklarında Allah katından gönüllere indirilmiş olan rahmettir…”

{Muhyiddin ibn Arabi (r.a.)}

* * *

Onlar tek başına kaldıklarında, ağlayanlardandırlar. Kendileriyle ilişki kurulduğunda ise, son derece utangaç oldukları görülür. Öğrenildiklerinde

(konuştuklarında), hikmet ehli oldukları anlaşılır. Kendilerine bir şey sorulduğunda, ilim ehli oldukları fark edilir. Cehaletle

küçümsendiklerinde, tepkileri hilim erbabınınki gibidir.

Onları fark ettiğinde, sanki utancından içeri kaçan bakirelermiş gibi olduklarını sanırsın. Onların gönüllerindeki mahabbet, üzerlerinde nurun parıldadığı suretlerin güzelliği ile harekete geçmektedir. Kalplerinin üzeri açıldığında, onların kalplerinin yumuşak ve kırık, zikirle nurlu, sevgili ile

söyleşmekle mamur olduğunu görürsün. Kalplerini O’ndan gayrısıyla meşgul etmezler. O’ndan başkasının etrafında da dolaşmazlar. Allah mahabbeti, sadırlarını doldurduğundan, O’ndan başkalarının ve üns ehli

Referensi

Dokumen terkait

•• Data mining: penemuan Data mining: penemuan pola menarik pola menarik dari dari data set yang data set yang besar. besar secara secara semi semi otomatis

Manfaat dari penelitian ini adalah diharapkan melalui analisis persamaan latar belakang kehidupan Seicho Matsumoto dengan karakter polisi yang diciptakannya, kita dapat

Apabila menggunakan cara yang baru (dengan menggunakan metoda feedback coaching), memiliki kelebihan, hasil akan lebih efektif karena hasil solusi dan pengembangan

2. INDIKATOR PELAYANAN RUMAH SAKIT ... JUMLAH SARANA PELAYANAN MENURUT KEPEMILIKAN... SARANA PELAYANAN KESEHATAN SWASTA ... UPAYA KESEHATAN BERSUMBERDAYA MASYARAKAT ... TENAGA

Sebagai penunjukan bahwaNizamiyah adalah salah satu madrasah yang,menjadi model bagi madrasah-madrasah lain di seluruh daerah kekuasaan Islam dengan corak Syafi'i dapat dilihat

Keterampilan yang perlu diajarkan pada pendidik adalah sebagai berikut: (1) Pendidik memiliki keterampilan mengevaluasi diri dan berefleksi merencanakan peningkatan kualitas

-- Pola nutrisi : tanyakan bagaimana diet klien sebelum dan Pola nutrisi : tanyakan bagaimana diet klien sebelum dan sesudah sakit, tanyakan pola diet, frekuensi makan, mual dan

I Marilah Berdoa: Allah Bapa kami yang maha mulia, kami mengimani bahwa Kristus telah bersatu dengan Dikau dalam kemuliaan dan bahwa Dialah Penyelamat umat