• Tidak ada hasil yang ditemukan

Bryan Magee - K. Popper'in Bilim Felsefesi Ve Siyaset Kuramı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Membagikan "Bryan Magee - K. Popper'in Bilim Felsefesi Ve Siyaset Kuramı"

Copied!
151
0
0

Teks penuh

(1)

Bryan Magee

..

Karl Popper'in

Bilim Felsefesi

ve Siyaset

Kuramı

Çeviren

:

Mete Tunçay

(2)

1930'da Londra'da doğan Bryanı Magee, önce Christ's Hospital'da, deniz aşırı ülkelerde yaptığı askerlik hizmetinden sonra da Oxford'un Keble Kolejinde öğrenim görmüş; buradan, biri Çağdaş Tarih, öteki Fel-sefe, Siyaset ve İktisat üstüne iki diploma almış ve Öğrenci Derneği Baş­ kanı olmuştur. İsve<;'te bir yıl felsefe okutmuş, Yale'de Felsefe Fellow'u olarak bulunmuş, sonra 1956'da yazarlık, eleştirnıenlik ve yayıncılık yapmak üzere akademik yaşamdan ayrılmıştır. Kendisi sık sık radyo ve televizyon programiarına çıkmaktadır. Critics Circle'ın (Eleştirmenler Çevresi'nin) müzik ve tiyatro kesimlerine üyedir. 1970'te Oxford'un Bal-liol Kolejinde Felsefe Okuımanlığına atanarak yeniden üniversiteye

dön-müştür. 1974'te ise, Leyton'dan İşçi Partisi milletvekili olarak Parlamen-to'ya girmiştir. On iki dile çcvrilen on iki kitabından kimileri şunlardır:

(1958) (1962) (1964) (1965) (1966) (1968) (1971) (1978)

Go West, Young Man The New Radicalism The Democratic Revolution Towards 2000

One in Twenty Aspects of W agner Modern British Philosophy Men of Ideas

(3)

Bryan Magee

Karl Popper'in

Biliın

Felsefesi

ve Siyaset

Kuramı

Çeviren: Mete Tunçoy

Kitabın sonuna, Popper'in iki makalesinin Türkçeleri eklenmiştir.: - Toplum Bilimlerinde Öndeyi ve Kehanet (Çev. Şahin Alpay) - Diyalektik Nedir? (Çev. Mete Tunçay)

Rem%i KitafJevi

(4)

TEMEL DiZi: 23

ikinci Basım: 1990

ISBN 975-14-0157-7

Remzi Kitabevi A.Ş.

Selvili Mescit S. 3 Cağaloğlu-istanbul Tel: 522 05 83- 522 72 48

Dizgi ve Baskı: Evrim Matbaacılık Ltd. Şti.

(5)

llu kitap, kısa olmakla birlikte, daha önce

hazırladığım bir taslak üslünde

Lord Boyle, Bay Tyrrell Burgess, Prof. Ernest Geliner, Sir Ernst Gombrich, Bay David Miller, Prof. John Watkins, Prof. Bemard Williams ve

Sir Karl Popper'in yapbkları eleştirilerden .ölçülemeyecek kadar çok yararlanmıştır.

(6)
(7)

İÇİNDEKİLER

1. Giriş . . . 9 2. Bilim. Yöntemi- Geleneksel Görüş ve Popper'in Görüşü . 17 3. Bilim Olanla Olmayan Arasında Sınır Çizme Ayracı . 33 4. Popper'in Evrini.ciliği ve Dünya 3 Kuramı 51

5. Nesnel Bilgi . . . 59

6. Açık Toplum . . . 67

7. Açık Toplumun Düşmanları 79

Son Söz 97

Kaynakça . . . 99

Diyalektik Nedir? , . . . 101

(8)

İnsan dilde, müzikte, şiirde ve bilirnde yeni dünyalar yaratmıştır; bunlann en önemlisi, eşitlik, özgürlük ve zayıflara yardım yolundaki ahlak istemlerinin dünyasıdır.

Açık Toplum ve Düşmanları, Cilt I, s. 6~

(9)

GİRİŞ

Karl Popper, en azından henüz, sıradan aydınlar arasında pek bildik bir ad değil; bu durum bir açıklama gerektirmektedir. Çünkü Isaiah Berlin'in Karl Marx biyografisinde (3. bas., 1963) yazdığı gibi, Popper'in The Open Society and /ts Enemies (Açık Toplum ve Düş· manları) kitabı «Marxizmin yaşa:Yan bir yazar tarafından yapılmış en titiz ve amansız eleştirisi»ni içinde taşımaktadır ve eğer bu yargı

doğruya birazcık yakınsa (nüfusunun üçte biri, kendilerine Marxist deyen yönetimler altında yaşayan bir dünyada) Popper dünya ölçü-sünde önemli bir kişi demektir. Bu bir yana, Popper birçoklarınca, yaşayan en büyük bilim felsefecisi sayılmaktadır - hatta, Nobel Tıp ödülü alanlardan Sir Peter Medawar 28 temmuz 1972'de BBC radyosunun 3. Programında «Popper'i geçmiş bilim felsefeci!erinin, başkalarıyla karşılaştırılamayacak kadar en büyüğü sayıyorum» de-miştir. Nobel ödülü kazanan öteki bilim adamları arasında, kendi yapıtları üstünde Popper'in etkisini kamuoyuna ·açıklayanlardan biri Jacques Monod, bir başkası da Sir John Eccles'tir. Eccles Facing Reality (Gerçeklik Karşısında, 1970) adlı kitabında şunları yazmıştır: « ... benim bilim yaşamım, 1945 yılında, Popper'in bilim-sel araştırmanın yürütülmesi hakkındaki öğretisine bağlanınama çok şeyler borçludur ... Nörobiyolojiyle ilgili temel sorunların orta-ya konulmasında ve araştırılmasında Popper'i izlemeye çalıştım.» Eccles'in öteki bilginiere öğüdü, <<Popper'in bilim felsefesi üstüne yazılarını okuyup düşünmek ve onları, bilimsel yaşamlannın işlem­ sel temeli olarak benimsemek>>tir. Bu görüşü paylaşanlar yalnız de-ney bilimcileri sanılmamalı. Ünlü matematikçi ve kuramsal astro-nom Sir Hermann Bondi, <<Bilim, bilim yönteminden; bilim yönte-mi de, Popper'in söylediklerinden fazla bir şey değildir»

(10)

demekte-KARL POPPER'iN BiLiM FELSEFESi VE SiYASET KURAMI

dir. Popper'in, bugün yaşayan ba~ka herhangi bir İngilizce konu-şan filozofun yaklaşamadığı düşünsel etki yaygınlığı, hükümet üye-lerinden sanat tarihçilerine değin uzanıyor. Kenneth- Clark'ın <<Örrı­ rümde okuduğum sanat eleştirisi kitaplarının en parlaklarından biri» diye nitclendirdiği Art and Illusion'ın (Sanat ve Hayal) Ön-söz'ünde, Sir Ernst Gombrich <<Kitabımın her yerinde, Prof. Popper' in etkisi sezilirse, bundan gurur duyarım» demektedir. Büyük İn­ giliz siyasal partilerinin her ikisinden de Anthony Crosland ve Sir Edward Boyle gibi ilerici bakanlar, siyaset hakkındaki görüşlerin­ de Popper'den etkilenmişlerdir.

Bu örnekler, Popper'in yapıtının olağanüstü uygulama kapsa-mından lıa~ka, doğrudan doğruya önemli birtakım şeyler de göster-mektedir. Çoğu çağdaş felsefecilerin tersine, Popper'in düşüncesi ondan etkilenen insanlar üstünde belirgin bir kı.lgıl (pratik) etki yaratmaktadır; kendi işlerini yapma biçimlerini, böylelikle .ve bas-ka yollardan yaşamlarını değiştirmektedir. Kısacası, bu bir eylem felsefesidir. Üstelik, bu felsefenin, alanlarında kendileri en yüksek düze:vdc olan birçok kişiler üstünele böyle bir etkisi olmuştur. Do-layısıyla, Popper'in görmezlikten gelindiği ya da azımsandığı söyle-nemez. Bu durum, daha az önemli birçok düşünür daha çok ün ka-zanmış olduğu halde, onun daha iyi tanınmayışı olgusunun şaşırtı­ cılığını daha da vurgulamaktadır. Bu, bir ölçüde rastlantıdan, b'ir· ölçüde de yönteminin, onu okumayanlarca yanlış aniaşılmasını ko-laylaştıran bir özelliğinden ileri gelmektedir.

Karl Popper Viyana'da 1902'de doğmuştur. On beş ynşlarında Marxist, sonra da coşkun bir Sosyal Demokrat olmuştur. Bilim ve felsefe çalışmalarının yanısıra, yalnızca sol siyasetle ilgilenmekle kaln amış, çocukları korumayı amaçlayan, Adlcr'in gözetimi altın­ daki toplumsal çalışma etkinliklerine katılmış, ayrıca da Schoen-berg'in kurduğu Özel Dinietiler Derneğine devam etmiştir. O döne-min Viyanası, başka birçokları için olduğu gibi Popper için de, genç olarak yaşanılması pek heyecan verici bir yerdi. Öğrencilik günle-rinden sonra, Popper bir orta okul matematik ve fizik öğretmeni olarak yaşamını kazanmaya başlamıştır; fakat başlıca, toplumsal çalışma, sol siyaset, müzik ve elbette felsefeyle ilgilenmeyi

sürdür-müştür. Felsefe alan~nda, o zamandan beri yapageldiği üzere, ken-disini orada, o sıra egemen olan görüşle, Viyana Çevresi'nin man-tıkçı pozitivizmiyle anlaşmazlık halinde bulmuştur. Bu çevrenin üyelerinden Otto Neurath, Popper'e «Resmi Muhalif» adını tak-mıştı. Bu, onun dışlanması anlamına gelmiştir. Popper ilk

(11)

yapıt-GİRİŞ

!arını, yazdığı halleriyle yayımlatamamıştır. İlk kitabı ha.la yayım­

lanamadan durmaktadır; yayımlanan ilk yapıtı Logik der For-schung (Araştırma Mantığı; 1934 güzünde 1935 tarihiyle çıkmıştır) ise, iki kat uzunlukta bir kitaptan adamakıllı makaslanarak ortaya konulmuştur. Popper'in sonraki felsefi gelişmesinin tohumlarını içinde taşıyan bu yapıtta, mantıkçı pozitivizme karşı o zamandan beri genellikle benimsenen kanıtların başlıcaları yer almıştır.

Viyana'da 1930'larda siyaset sahnesinin şiddet eylemleriyle kaplı yüzeyinin altında, solun faşizme karşı koyuşu çöküyordu. Sonraları,Açık Toplum ve Düşmanları'nda (cilt II, s. 170-71), Popper o zamanki köktenci Marxİst görüşü şöyle anlatacaktır: <<Devrimin gelmesi nasılsa zorunlu olduğuna göre, faşizm olsa olsa bunu ger-çekleştirmenin yollarından biri olabilirdi; devrimin vakti besbelli çoktan gelmiş olduğu için de, bu haydi haydi böyle idi. Geri ekono-mik koşullarına karşın, Rusya ona kavuşmuştu bile. Daha ileri ül-kelerde onu geciktiren, yalnızca demokrasinin yarattığı boş umut-lardı. Bundan dolayı, demokrasinin faşistler tarafından yıkılması, ancak işçilerin demokratik yöntemlere bütün güvenlerini yitirme-leri sonucunu doğurmakla, devrime yardımcı olabilirdi. Marxizmin köktenci kanadı, bununla, faşizmin 'öz'ünü ve 'gerçek tarihi gö-rev'ini kavradığı kanısındaydı. Faşizm, özünde, burjuvazinin son kalesi idi. Bunun için, faşistler iktidarı ellerine geçirirken, Komü-nistler onlara karşı sav~şmadılar. (Sosyal Demokratların savaşma­ larını zaten hiç kimse beklemiyordu.) Çünkü Komünistler proletar-ya devriminin çoktan zamanı gelmiş olduğuna ve onu çabuklaştır­ mak için zorunlu olan faşizm döneminin birkaç aydan fazla süre-rneyeceğine emindiler. Bundan ötürü, Komünistlerin herhangi bir eyleme girişmeleri gerekmiyordu. Onlar zararsızdılar. Faşistlerin

ik-tidarı feihetmesine karşı, hiçbir zaman bir 'komünist tehlikesi' ol-mamıştır>>.

Aktarılan bu parçanın gerisindeki toplumsal gerçeklikte, siya-sal strateji ve ahlak hakkında, Popper'in de karıştığı acılı tartışma­ lar yer alıyordu; bunlar, onun daha sonraki siyasal yazılarının to-humlarının serpildiği toprak oidu. Giderek, iç karartıcı bir keskin-likle, Avusturya'nın Nazi Almanyasınca ilhak edileceğini, bunun ar-dından da kendi ülkesinin yanlış tarafta yer alacağı bir Avrupa sa-vaşı çıkacağını önceden kestirdi ve bu olmadan önce vatanından ayrılmaya karar verdi. (Bu karar, canını kurtarmıştır; çünkü

ana-sıyla babası vaftiz olmuş, kendisi de çocukluğunda Protestan olarak yetiştirilmiş bulunmakla birlikte, Hitler onu Yahudi sayacaktı.)

(12)

KARL POPPER'İN Bİ LİM FELSEFESi VE SİY ASET KURAMI 1937-45 yılları arasında Yeni Zelanda Üniversitesinde felsefe akut-tu. Bu dönemin başlarında, Yunanlı filozofları, özellikle de Platon'u ilk elden inceleyebilmek için, hemen hemen kendi kendine Yunan-ca öğrendi. Yeni Zelanda'da geçirdiği yılların ortalarında, İngilizce

olarak, Isaiab Berlin'in yukanda alıntı yapılan kitabında dediği gi-bi, «olağanüstü özgünlük ve güçte bir yapıt» olan Açık Toplum ve Düşmanları'nı yazdı. Popper bunu kendisinin savaş ödevi sayıyor­ du. Bu kitabı yazmak konusundaki kesin kararını, uzun zamandan beri dehşetlc beklediği, Hitler'in Avusturya'yı istila ettiği haberini aldığı gün vermişti. Bu olgu ve kitabın tamamlandığı 1943 yılında

İkinci Dünya Savaşı'nın sonucunu~ hala belirsiz kalışı, özgürlüğü savunan ve -ayrıca gelişimini" ve çekiciliğini de açıklamaya çalış­

tığı- totaliterliğe saldıran yapıtın tutkusal derinliğini arttırmıştır. Bu kitap 1945 yılında iki cilt olarak yayımianmış ve Popper'e,İngi­ lizce konuşulan dünyada ilk gerçek ününü sağlamıştır.

1946'da İngiltere'ye giden Popper, o zamandan beri orada

ya-şamaktadır. Gittiğinde İngiltere'deki başat felsefe akımının, s-avaş­

lan önce Viyana'da gerisinde bıraktığı mantıkçı pozivizm olduğunu

görmüştür. Bu akımı İngiltere'ye A.J. Ayer'in 1936 ocağında yayım­

lanan Language, Truth and Logic (Dil, Doğruluk ve Mantık) adlı

kitabı taşımıştı. Popper'in kendi Logik der Forschung'u (hala İngi­

lizceye çevrilmemişti) hemen hemen hiç bilinmiyordu; hatta, hak-kında bir şeyler bilindiği ölçüde de, içeriği genellikle yanlış

anla-şılmaktaydı. İngilizcesi ancak, ilk yayımlanışından çeyrek yüzyıl

sonra, 1959 güzünde Logic of Scientific Discoveı-y (Bilimsel Bulgu Mantığı) adıyla çıktı. Bu çeviride, Popper'in (o sıralar) yeni yeni moda olmaya başlayan dilci felsefeden kendisini ayıran özel bir ön-sözü de vardı; fakat dilci felsefenin başlıca yayın organı olan Mind dergisinde, kitabı doğru dürüst anlamadan ve bu önsöze değinme­ den kaleme. alınmış bir tanıtma ve ele_ştiri yazısı yayımlan dı.· Pop-per gençliğinde Avusturya'da olduğu gibi, orta yaşlarında da İngil­

tere'de yine dışlanan adam olmuştu. Böyle olmakla birlikte, yapa-yalnız bir düşünür olarak, çoktan gelişmeye başlayan uluslararası iinü yayılmaya devam etti; İngiltere'de de toplumca resmen tanın­

maya başladı (1965'te şövalye yapılarak Sir ünvanı verildi.) Fakat Oxford da, Cambridge de onu profesör olarak istemediler. Ama üni-versiter uğraşının son 23 yılını, Mantık ve Bilimsel Yöntem Pro-fesörlüğüne atandığı London School of Economics'te geçirdi.

Popper daha sonraki iki kitabını bu. yıllarda çıkarmıştır; bun-ların her ikisi de, çoğu daha önce çeşitli dergilerde yayımianmış

(13)

ma-GİRİŞ

kalelerinin toplamalarıydı. The Poverty of Historicism (Tarihsici-liğin Yoksulluğu) 1957 yılında basıldığı zaman, Arthur Koestler Tlıe Sımda_v Times'ta «bu yıl yayımlanan kitaplar arasında, herhal-de bir tek bu, yüzyılımızdan sonraya da kalacaktır» diye yazmıştı. (Kit;:ıbı oluşturan yazı dizisi Mind t'!.rafından geri çevrilmişti.) The Poı•erty of Historicism, Açık Toplum ve Düşmanları'nın bir eki sa-yılabilir. Aynı şekilde, 1963'te yayımlanan Conjectures and Refuta-tions: The Grovvth of Scientific Knowledge (Oranlamalar ve Yadsı­ malar !Tahminler ve Reddetmeler]: Bilimsel Bilginin Büyümesi) de Bilimsel Bulgu Mantığı'nın bir ek,i gibi görülebilir. Popper 1969' da emekliye ayrılmasından bu yana, yine bir denemeler derlernesi olan bir kitap daha yayımlanmıştır: 1972'de çıkan Objective Know-ledge: An Evolutionary Approach (Nesnel Bilgi: Evrimci Bir

Yak-laşım). Büyük bir olasılıkla, Popper'in böyle birtakı~ kitapları da-ha yayımlanacaktır; çünkü basılmamış kitaplarının elyazmaları ha-zırdir; akademik dergilerde çıkmış olan sayısı lOO'ü aşkın makale-lerinden başka, daha da büyük bir sayıda hiç basılmamış yazılan ve ders notlan vardır. Ömrü boyunca, Popper yapıtlarını baskıya

vermekte aşırı çekingen davranmıştır; her zarnan birkaç düzeltme daha yapmaya, birkaç noktayı daha geliştirmeye yer -ve Yakit-olduğuna inanır.

FelSefi uğraşının başlarında, mantıkçı' pozitivistler onu, özün-de, kendilerinin ilgilendikleri sorunların aynıyla ilgilenen biri diye görmüşler, yapıtını da bu varsayımın ışığında yorumlamışlardır. Sonraları, dil felsefecileri de aynı şeyi yapmışlardır. Bu nedenledir ki, her iki akım da Popper'in çalışmalarının kendilerininkilerden onun ısrar ettiği kadar farklı olmadığına içtenlikle inanmışlar ve ıs­ rarını cansıkıcı bulmuşlardır. ileride yeri gelince, bu yanlış anla-rnalara etraflıca değineceğim. Burada söylemek istediğim şudur: Popper'in yapıtlarında, doğru anlaşıldığı zaman kaçınılmaz olan bir özellik vardır -bu özellik, onunla bu yapıtları okuyabilecek kişiler

arasında bir çeşit engel oluşturmaktadır- Popper'i okuyabilecek, <ıma henüz okumamış kişiler bunu aniayabilecek durumda değiller; dir. İleride daha tam olarak açıklayacağımız bir anlamda, Popper bilimin ancak eleştiri yoluyla ilerleyebileceğine inanır. Bu inanışı, onun en önemli düşüncel)rinden çoğunu, başkalarının düşünceleri­ ni eleştirirken ileri sürmesine yol açmıştır: Örneğin, Açık Toplum

ve Diişmanları'ndaki kanıtlarının çoğu, Platon- ve Marx'ın eleştirisi içinde ortaya konulmuştur. Bu durumun bir sonucu, birçok öğren­ ci kuşaklarının kitabı bütün olarak okumaksızın bu eleştirileri

(14)

KARL POPPER'İN BİLİM FELSEFESi VE SiYASET KURAMI

ayıklamak üzere yapıtı yer yer didiklerneleri olmuştur. Bu kitap hakkında, yaygın- olarak, Platon'un ve Marx'ın bir eleştirisinden ibaret olduğu gibi bir kanı bile doğmuştur, dolayısıyla, ondan söz edildiğini duymuş, ama onu okumamış olan birçokları Açık Toplum ve Düşmanları üstüne yanlış bir fikre sahiptirler. Hatta kimileri, Marx'a saldırıyar diye, bunun sağcı eğilimli bir yapıt olduğunu da varsaymaktadırlar. Yol açtığı akademik. tartışma,. Popper'in kendi önerdiği .düşünceler üstünde değil, başka filozoflar hakkındaki gö· rüşlerinin geçerli olup olmadığı üstünde odaklaşmıştır. Bu noktay-la ilgili onoktay-larak, Ronald B. Levinsan'un In Defense of Plato'su Pla-ton'u Savunma Yolunda) ve Maurice Cornforth'un The Open: Philo-sophy and the Open Society'si (Açık Felsefe ve Açık Toplum) gibi koca koca kitaplar yazılmıştır. Popper'in şu ya da bu Yunanca

par-çayı çevirişinin Phıton'un kastettiği anlama. sadık olup olmadığı ko-nusunda akademik dergilerde tartışmalar dallanıp budaklanmıştır. Bu akademik dikkatin küçük bir kırıntısı bile, kitaptaki demokra-si savunusuna yöneltilmemiştir. Oysa, gerek Platon'un gerekse Marx'ın Popper'ce yanlış yorumlandığı gösterilebilseydi bile, onun demokrasiden yana kanıtları, yine de, dile getirilmiş en güçlü savu-nu olarak kalırdı. Açık Toplum ve Düşmanları'nın düşünsel açıdan her ciddi eleştirisi, dayandığı bilginlik temelinden çok, içinde taşı­ dığı kanıtların değerlendirilmesine yönelmek gerekir- kaldı ki, bu bilginliğin de saygıdeğer olduğunu ileride göstermeye çalışacağım.

Popper'le olası okuyucuları arasında, buna _bağlı olarak, çok daha küçük bir engel de vardır. Popper felsefenin zorunlu bir et-kinlik olduğuna inanır; çünkü hepimiz bir sürü şeyi veri kabul ede-riz ve bu varsayımların birçoğu felsefi niteliktedir; özel yaşayışta, siyasette, işimizde ve yaşamımızın başka her alanında bunlara da-yanarak hareket ederiz. Ancak bu varsayımların kimileri hiç kuş­ kusuz doğru olmakla birlikte, daha çoğunun yanlış, kimilerinin de zararlı olması olasıdır. Bu nedenle, felsefi bir etkinlik olan - var-sayımlarımızın (!leştirici bir gözle incelenmesi, ahlakça olduğu ka-dar düşünsel olarak da önemlidir. Bu, felsefenin akademik bir t;t-kinlik ya da bir uzmanlık olmadığını, başlıca, profesyonel felsefeci-lerin yazılarını incelemekle de sınırlı kalmayıp, yaşanan ve hepimiz için önem taşıyari bir şey olduğunu savunan bir görüştür. Böyle ol-makla birlikte, Popper'in çalışmalarının çoğunun kurarnların eleş­ tirici bir gözle incelenmesinde~ oluşmasını

Ve

dolayısıyla, <<İZffi»ler üstüne bir sürü tartışmaya girişınesini ve özellikle M.la Alman aka-demik geleneğinin etkisi altında bulunduğu sıralar yazdığı ilk

(15)

İn-GİRİŞ

gilizce yapıtlarında geçmiş düşünüdere birçok göndermeler yapiha-sını da gerektirmiştir.

Öte yandan, anlatmaya çalıştıklarının açık olması için onun kadar çaba gösteren filozof az bulunur, Popper'in yazısı, derinliği­ ni gizleyecek denli açıktır; hatta bazı okuyucular, yanlış olarak, onun söylediklerinin hayli yalın, belki biraz da kendiliğinden-belli şeyler olduğunu bile sanmışlardır. Bunlar, o yazılardan duyulacak

aydınlanma sevincini ve heyecanı kaçırmaktadirlar. Popper'in düz-yazısı, yoğunlukla seçkindir: Marx'ın yazışını anımsatan, düşünsel ve duygusal baskının bir bileşimiyJe hoşgörülü ve insancıl bir özel-lik taşır - savlarında aynı zorlayıcılık, aynı sürükleme ve iğnele­ me, aynı büyüklük, ve kendine güven vardır, üstelik daha <;la sıkı bir mantıksal güç göstermektedir. Okuyucu bir kez onun termino-lojisinc alışınca, canlandırıcı ve bağlayıcı kuvvetini görür. Hepsinin üstünde, kanıtları bakımından olağanüstü zengindir ve bu, Popper' in bütün yapıtlarının çarpıcı bir özelliğidir.

Popper'inki, alanın· büyük geleneğine uygun olarak, sistematik bir felsefedir. Fakat öğrencileri arasında, ancak en titizce çalışkan ve en geniş ufuklu olanlannın, onun bu felsefeyi türlü türlü diller-de, dergilerdiller-de, ülkelerde ve dönemlerde sunduğu bütün konferans ve yayınlarını okumuş olması beklenebilir - üstelik, bütün bun-ları tüm insan deneyimini kapsayan tek bir açıklayıcı çerçevenin birbirleriyle ilişkili parçalan olarak görmek gerekmektedir. Bir tek örnek vereyim: Popper fizikte de siyasette de belirlenmezcidir (en-determinist). Tarihin gelecekteki akışını bilimsel olarak önceden kestirmenin mantıkça olanaksızlığını, ilkin The British Journal for the Plıilosoplıy of Science'ta (İngiliz Bilim felsefesi Dergisi) çıkan

"Indeterminism in Quantum Physics and in Classical Physics» (Ku-van tum Fiziğinde ve Klasik Fizikte Belirlenmczcilik) başlıklı bir ya-zısında ileri sürmüştür. Bu görüşünün bir yöndeki gelişimi, .siya-sal özt,>iirlüğü savunmasının ve Marxizmi eleştirmesinin bir bölü-münü oluşturmuştur; bir başka yöndeki gelişimiyse, onu olasılığın eğilirnci bir kuramı (propensity theory) üstünde çalışmaya götür-müştür - bu kuram, kuvantum fiziğine uygulanınca, madde kura-mının bir yanda Ejnstein, de Broglie ve Schrödinger ile öte yanda Hcisenberg, Niels Bohr ve Max Bom'un yer aldığı tarihsel ayrılma­ ya ilişkin kimi sorunlarına bir çözüm getirmektedir. Ancak, tüm zamanını bu konulara vermiş ve gerekli teknik bilgi donanıını olan çok az sayıda öğrenci, bu ilişkileri izleyebilmiş ve birbirine bağla­ mış olabilir.

(16)

KARL POPPER'İN BİLİM FJ;lLSEFESİ VE SiYASET KURAMI Benim bu kitapta yapmaya çalıştığım şey, Popper'in düşünce­ sinin sistematik birliğini gösteren kalın çizgileriyle açık bir özetini verme.ktir. İleride daha iyi anlaşılacak nedenlerden ötürü, bu giri-şim bilgi kuramı ve bilim felsefesiyle işe başlamayı gerektiriyor.

q

alanlarla ilgilenmediklerini düşünen ve bu kitabı toplumsal ve siyasal kurarnlara ilgi duyduklan için ellerine alan okuyucuların bu bölümleri atlamamalarını dilerim; çünkü Popper aslında doğa bilimlerinde geliştirilen birtakım fikirleri toplum bilimlerine uygu-lamıştır ve berikilerin daha derinliğine anlaşılabilmesi için,

bunla-rın bilinmesi kaçınılmazlık taşımaktadır. Üstelik, ben bu ikisinin nasıl hem doğa hem insan dünyalarını kapsayan tek bir felsefenin bölümleri olduğunu göstermeye çalışacağım. Ayrıca, bu felsefenin özel etkinliğinin nedenini ve bu kadar kısa bir kitapta özgül çatış­ malara eğilrnek olanağı bulunmamakla birlikte, genel çizgileriyle olsun, niçin öteki çağdaş felsefelerle anlaşmazlık halinde olduğunu açıklayabilmeyi de umuyorum. Fiziğin, olasılık kuramının ya da mantığın daha teknik yanlarına girmem de olanaksız; onun için, Popper'in genel savlarına bu alanlardan getirdiği ayrıntılı destek-leri incelemeye kalkışmayacağım. İlgim, genel savlarıyla sınırlı ka-lacak.

(17)

2

BiLiM YÖNTEMİ - GELENEKSEL GÖRÜŞ

VE. POPPER'İN GÖRÜŞÜ

«Yasa» sözcüğü birden Çok anlama gelir ve doğal ya da bilim-sel bir yasanın «çiğnendiği>>nden söz eden bir kimse, bu sözcüğün

başlıca iki kullanımını karıştınyar demektir. Bir toplum yasası, neyi yapabileceğimizi ve neyi yapmamamız gerektiğini öğütler. Böy-le bir yasa çiğnenebilir - zaten, çiğnenemeseydi, ona gereksinim olmazdı; toplum, bir yurttaşın aym anda iki ayrı yerde olmasını yasakl-amaya kalkmaz. Bir doğa yasası ise, öğütleyici değil, betim-leyicidir. Bize, ne olduğunu - örneğin, suyun 100 santigrad derece

ısıya ulaşınca kaynarlığını söyler. Böyle olmakla, bir ~iktar su bu-lunması ve bunun ısıtilması gibi belli birtakım başlangıç koşulları verildiğinde ne olduğunu dile getiren bir önermeden öte bir şey

de-ğildir. Doğru ya da yanlış olabilir, aİna bir buyruk olmadığı için «çiğncnemez>>. Suyun 100 santigrad derecesinde kaynaması

emre-dilmemiştir. Bunun (bir tanrı tarafından) emredilmiş olduğu yolun-daki bilim-öncesi inanış, yasa sözcüğünün hayıflanılası anlam be-lirsizliğinin nedenidir; doğa yasaları, bir zamanlar, tanrıların buy-rukları diye düşünülmüştür. Ama bugün artık, bunların «uyulacak» ya da «itaat edilecek>> yahut «çiğnenecek» öğütlerneler olmayıp, ol-gusallık savı taşıyan genel nitelikli açıklayıcı önermeler oldukları­ na, dolayısıyla da geçersizlikleri görülürse, içlerinde değişiklik ya-pılmak ya da bir yana atılmak gerektiklerine hiç kimse karşı çık­ maz.

Doğal yasalari aramak, çoktandır -en azından Newton'dan beri- bilimin esas görevi olarak görülmüştür. Fakat bilginierin bu yolda nasıl hareket etmeleri gerektiğini, sistemli bir biçimde ilkin Francis Bacon anlatmıştır. Bacon'ın bu süreci formülleştirişi, onun

(18)

KARL POPPER'İN BiLiM FELSEFESi VE SiYASET KU RAM I

zamanından bu yana bir hayli değişikliklere uğratılmış, iucetilmiş ve karmaşıklaştırılmış olmakla birlikte, onun öncülük ettiği çizgi-de bir Öetimleme, on. yedinci yüzyıldan yirminci yüzyıla hemen he-men bütün bilimsel kafalı insanlar tarafından kabul edilmiştir. Bu,

şöyle bir şeydir. Bilim adamı, bilgimizle bilgisizliğimizin sınırı üs-tündeki bir noktada, dikkatle denetlenmiş ve titizlikle ölçümlenmiş

gözlemler yapmayı amaçlayan deneyieric işe başlar. Bulgularını sis-temli bir biçimde yazımlar, belki de yayımlar ve zamanla, o bilim

adamı ve aynı alanda çalışan başkaları, bir sürü paylaşılan ve güveni-len bilgiler biriktirmiş olurlar. Bu birikim büyüdükçe genel nitelikler ortaya çıkmaya başlar, bireyler de genel varsayımlar kur111aya

giri-şider - bunlar, bilinen bütün olaylara uyan ve aralarındaki neden-sellik bağlarını açıklayan yasa benzeri önerınelerdir. Bir bilgin, varsayımını onu destekleyecek tanıtlar bularak doğrulamaya çalı­ şır. Doğrulamayı başarırsa, doğanın gizlerini daha da açacak bir

başka bilim yasası bulmuş demektir. Ondan sonra, bu yeni dam~r işletilir -yani, yeni keşif, taze bilgi üretebileceği düşünülen her ye-re uygulanır. Böylelikle, varolan bilimsel bilgi kümesine yenileri eklenir ve bilgisizlfğimizin sınırı geriye itilir. Yeni sınır üstünde, aynı süreç yeniden başlar.

Genel önermeleri böyle özgül durumların biriktirilmiş gözlem-lerine dayandırma yöntemine tümevarım (endüksiyon) denir ve bu, bilimin ayıncı bir işareti olarak görülür. Bir başka deyişle, tüme-varım yönteminin kullanılması, bilimle bilim-olmayan arasındaki sı­ nır çizgisinin ayracı sayılır. Bilimsel önermeler, gözlemsel ve de-neysel tanıtlara -kısacası, olgulara- dayanmakla, ister yetkeye, is-ter duyguya, geleneğe, kurguya, önyargıya, alışkanlığa, ister başka hethangi bir temele dayanan bütün öteki türlerdeki önermelerden, kesin ve güvenilir bilgiyi (bir onlar) sağlamakla ayrılırlar. Bilim, işte böyle bilgilerin toplamıdır; bilimin büyümesi de, varolan ke-sinliklere yenilerini ekleme yolundaki sonsuz süreçten oluşur.

Bu anlayışa karşı, Hume rahatsız edici birtakım sorular ortaya atmıştır. Tekil gözlemle.rin, sayıları ne denli çok olursa olsun, man-tıkça, koşulsuz (sınırsız) bir genel önermeye varamayacağına işaret etmiştir. Ben bir keresinde A olayıyla birlikte B olayının da mey-dana geldiğini gözlemlersem, bundan onun her keresinde böyle ola-cağı, mantıkça, çıkmaz. Bu sonuca 'iki gözlemden de, yirmi gözlem-den de, iki bin gözlemgözlem-den de varılamaz. Hume, bu yeterince sık olursa, demektedir, bundan sonraki ilk A'yla birlikte B'nin de ge-leceğini ummaya başlayabilirim; fakat bu mantıksal değil,

(19)

psikolo-Bİ LİM YÖNTEMİ-GELENEKSEL GÖRÜŞ VE POPPER'İN GÖRÜŞÜ jik bir olgudur. Bilebildiğimiz her geçmiş günden sonra güneş ye-niden doğmuş olabilir, fakat bu yarın da doğacağı anl~mına gel-mez. Eğer biri kalkıp da «Ah evet, ama biz gerçekte, fiziğin kanıt­ lanmış yasalarının şu anda varolan koşullara uygulanmasından gü-neşin yarın tam saat kaçta doğacağını önceden kestirebiliyoruz» -derse, ona iki karşılık verebiliriz. Birincisi, fizik yasalarının geçmişte

geçerli olduklarının anlaşılmış bulunması, mantıkça, gelecekte de geçerli olmaya devam edecekleri anlamına gelmez. İkincisi, fizik yasalarının kendileri dayandırıldıkları, ne denli çok sayıda olursa olsun gözlerolenmiş durumların mantıkça gerektiremeyecekleri ge-nel önermelerdir. Dolayısıyla, bu tümevarımın geçerliğini kanıtla­ ma girişimi, tümevarımın geçerliğini baştan kabul etmeyi gerektir-mektedir. Bilimimizin tümü doğanın düzenliliğini -geleceğin, do-ğa yasalarının işlediği düşünülen bütün bakımlardan tıpkı geçmiş gibi olaçağı nı-· varsayma ktadır, oysa bu varsayımı doğrulamanın herhangi bir yolu yoktur. Gözlerole kanıtlanamaz, çünkü gelecek olayları gözlemleyemeyiz. Mantıkla akıl yürüterek de kanıtlanamaz, çünkü bütün geçmiş geleceklerin geçmiş geçmişiere

benzediklerin-den, bütün gelecek geleceklerin gelecek geçmişiere benzeyecekleri sonucu çıkartılamaz. Hume'un kendisinin vardığı sonuç, tümeva-nınsal süreçlerin geçerliğini tanıdamanın herhangi bir yolu bulun-mamakla birlikte, psikolojik yapımız öyle kurulmuştur ki onlar-sız düşünemeyiz, demek, yolunda olmuştu. Uygulamada işler görün--düklerine göre, onlarla hareket ediyoruz. Ama bu, bilimsel yasala-rın mantıkta olsun deneyde olsun ussal olarak güvenli bir temel-leri bulunmaması demektir; her bilimsel yasa, koşulsuz olarak ge-nel olduğuna göre, mantığın da deneyin de ötesine gitmektedir.

«Hume'un sorunu» denilen türnevarım sorunu, onun zamanın­ dan bugüne değin filozofları şaşkın bırakmıştır. C.D. Broad, bu so-runun felsefe dolabındaki iskelet olduğunu söyler. Bertrand Russell da History of Western Philosophy (Batı Felsefesinin Tarihi) adlı ki-tabında (s. 699-700) şöyle yazar: «Hume salt deneyeiliğin bilim için yeterli bir temel olmadığını kanıtlamıştır. Fakat bir tek bu ilke [tü-mevarım] kabul edilirse, başka her şey, bütün bilgimizin deneye dayandığı kuramma uygun olarak ortaya konulabilir. Bunun salt deneycilikten ciddi bir ayrılma olduğunu ve deneyci olmayanların, bir ayrılmaya izin veriliyorsa, başka ayrılmaların niÇin yasaklana-cağını sorabileceklerini teslim etmek gerekir.' Ama bunlar, doğru­ -dan doğruya Hume'un kanıtlarının yol açtığı sorunlar değildir. Hu-me'un söyledikleri şunu kanıtlamaktadır ki -bu kanıtın tersine

(20)

KARL POPPER'İN BiLiM FELSEFESi VE SiYASET KURAMI

çevrilebileceğini sanmıyorum- türnevarım deneyden ya da öteki

mantık ilkelerinden çıkarsanamayacak bağımsız bir mantık ilkesi-dir ve bu ilke olmadan bilim olanaksızdır».

Çeşitli bilgi türleri arasında özellikle bütün bilimin, geçerliği­ nin tanıdanması olanaksız temellere dayanmak zorunda olması, son derece can sıkıcı bulunmuştur. Bu tedirginlik, birçok deneyci filo-zofu kuşkuculuğa ya da usdışıcılığa yahut gizemciliğe yöneltmiş, ki-milerini de dine döndürmüştür. Hemen herkes, aslında, şöyle bir şeyler söylemek zorunluluğunu duymuştur: «Pekin konuşmak gere-kirse, bilimsel yasalann kanıtlanamayacağını, bu nedenle de kesin

olmadıklarını teslim etmek zorundayız. Bununla birlikte, her doğ­ rulayıcı örnek, olasılık derecelerini yükseltmektedir; bilinen tüm geçmişin üstüne üstlük, dünyanın devamlılığının her anı milyarlar-ca doğrulayıcı örnek sağlamakta, ama bir tek karşı örnek getirme-mektedir. Dolayısıykı, kesin olmasalar hile, bunlar düşünülebilecek en yükse·k düzeyde olasıdırlar ve kuramca değilse de, uygulamada bunu kesinlikten ayırmak olanaksızdır.» Yaptıkları işin mantıksal temellerini düşündükleri ölçüde, hemen hemen bütün bilim

adam-ları aşağı yukarı bu tutumu paylaşmışlardır. Onlar için çok daha önemli olanı, bilimin birtakım ürünler sunmasıdır - bilim işie­ rnekte ve sonu gelmeyen bjr yararlı sonuçlar ırmağı i.irctmektedir; besbelli ki çözümü olmayan bir mantık sorununun tuğla duvarına kafalarını çarpmaktansa, bilimle uğraşmaya ve daha çok sonuç el-de etmeye devamı yeğlemişlerdir. Yine de, aralarındaki daha fel-sefi düşüneeli olanları, derinliğine bir tedirginlik duymuşlardır. Ge-rek onlar, geGe-rekse genellikle filozoflar için, tüınevanm insan bilgi-sinin ta temelinde çözülmemiş bir sorun olarak kalmıştır; çözi.ilün-ceye kadar da, tüm bilimin, içsel olarak ne denli tutarlı, dışsal ola-rak da ne denli faydalı olursa olsun, sağlam toprağa basmadan ha-valarda uçuşan bir' şey olduğu itiraf edilmelidir.

Popper'in daha ileri bulgulara gebe başarısı, tümevanın soru-nuna ka9ul edilebilir bir çözüm getirmek olmuştur. Bunu yapar-ken, bu bölümde şimdiye değin özetlenen bilimsel yöntem üstüne

alışılmış görüşü yadsımış ve· onun yerine bir başka görüş önermiş­ tir. Kitabımızın ilk sayfaJannda Medawar, Eeclos ve Bondi'den ak-tarılan alıntıların gerisinde yatan da, tabiatıyla, budur. Böylesine temel bir başarıdan beklenebileceği üzere, Popper'in bilimsel yön-tem görüşü, ortaya çıkmasına yol açan sorunun sınırlarının ötesin-de ·ötesin-de verimli olmuş ve başka önemli birtakım sorunların da çözül-mesine yol açmıştır.

(21)

Bİ LİM YÖNTEMİ-GELENEKSEL GÖRÜŞ VE POPPER'İN GÖRÜŞÜ Popper'in çözümü, doğrulama ile yanlışlama arasında mantık­ ça bir bakışıks~zlık (asimetri) olduğuna işaret etmekle başlar. Bu-nu önermeler mantığıyla şöyle söyleyebiliriz: Beyaz kuğuların göz-lemlendiği yolundaki gözlem önermeleri ne denli çok sayıda olur-sa olsun, bunlardan mantıkça «Bütün kuğular beyazdır» tümel' önermesini çıkarmamız olanağı yoktur; ama kara bir kuğ'unun tek bir gözkınini anlatan tek bir gözlem önermesi, mantıkça «Bazı

ku-ğular beyaz değildir» önermesini çıkarmamıza izin verir. Bu önemli mantıksal anlamda, deneysel genellemeler, doğrulanamaz, ama yan-lışlanabilirler. Bu ise, bilimsel yasaların kanıtlanabilir olmasalar da, sınanabilir olmalan demektir; onları yadsıma yolunda sistemli girişimieric sınanabilirler.

Başından itibaren, Popper bu durumun mantığı ile içerilcn me-todoloji arasındaki ayrımı gpzetmiştir. Mantık son derece basittir: tek bir kara.kuğu gözlemlenmişse, o zaman.bütün kuğiılann beyaz olduğu doğru olamaz. Bundan ötürü, mantıkta ~yani önermelerin aralanndaki ilişkilere bakarsak.-: bilimsel bir yasa kesinlikle doğ­

rulanabilir olmamakla birlikte, kesinlikle yanlışlanabilir. Metodo-lojik bakımdansa, başka bir durumla karşı karşıya bulunuyoruz; çünkü her zaman bir önermeden kuşkulanmak olanaklıdır: akta-rılan gözlernde bir yanlışlık olabilir; söz k~nusu su kuşu belki yan-lış tanımlanmıştır ya da biz, kara olduğu için, onu kuğu diye sınıf­

landırmamaya ve ona başka bir ad takmaya karar verebiliriz.

Do-layısıyla, bizim için, kendi kendimi~le çelişkiye düşmeden, bir göz-lem önermesinin geçerliğini yadsımak her zaman olanaklıdır. Boy-lece, bütün yanlışlayıcı deneyleri reddedebiliriz. Fakat kesin yanlış­ lama metodolojik düzeyde erişilemez olduğu için, bunu isternek

hatadır. Hem ister, hem de bir yandan, tanıdan önermelerimizle uygunluklarını sürdürecek biçimde yeniden yorumlamaya devam edersek, yaklaşımımız saçma bir biçimde bilime aykırı 1 düşer.

Onun içindir ki, Popper ad hoc varsayımlar ya da ad hoc tanımlar getire-rek olsun, işimize gelmeyen deneysel sonuçlann geçerliliğini kabuf etmekten hep yan çizerek olsun, yahut böyle herhangi bir başka yolla sistematik bir biçimde yalanlamaktan kaçınmamamızı bir yön-tem ilkesi olarak önermektedir; buna göre, kuramlanmızı yanlış­ lanmaya olabildiğince açık birakabi)mek için, onları elimizden gel-diği kildar çok anlamlılıktan uzak bir biçimde formülleştirmeliyiz. Öte yandan, kuramlarımızı kolaycacık terk edivermememizi de öğüt­ lemektedir; çünkü o zaman da sınamalara karşı fazlasıyla eleştirellik­ ten yoksun bir tutumumuz olurdu, buysa kurarnların gereğince sıkı

(22)

KARL POPPER'İN.BİLİM FELSEFESi VE. SiYASET KURAMI

bir biçimde sınanamaması anlamına gelirdi. Dolayısıyla, Popper'e her ne kadar mantık düzeyinde safdil bir yanlışlamacı denilebilirse -de, metodoloji düzeyinde Popper son derece eleştirel bir yanlışla­

nabilircidir. Onun yapıtlarıyla ilgili birçok yanlış anlamalar, bu ay-rımı görememekten ileri gelmektedir.

Şimdi, pratik bir örneğe bakalım. Diyelim ki, çoğumuza okul--da öğretildiği gibi, suyun 100 santigrat derecesinde kaynadığının bilimsel bir yasa olduğuna inanınakla işe başlıyoruz. Doğrulayıcı durumlar ne denli çok olursa olsun, bunu kanıtlamaya yetmez; <ı.ma _geçerli olmadığı durumları arayarak, bunu sınayabiliriz. Yalnızca bu yolla, bildiğimiz kadarı başka hiç kimsenin farketmediği şey­ leri düşünmeye zorlanabiliriz. Hayal gücümüzü yeterince işletirsek, çok geçmeden, suyun kapalı kaplarda iOO santigrat derecesinde kay-namarlığını keşfederiz. Böylelikle, bilimsel bir yasa sandığımız şe. yin öyle olmadığı anlaşılır. Şimdi, bu n_oktada yanlış bir yola sapa-bilir, baştaki önermemizi, deneyci içeriğini şöylece daraltarak kur-tarmaya çalışabiliriz: «Su açık kaplarda 100 santigrat derecesinde kaynar.» Ondan sonra, bu ikinci önermemizin sistemli bir biçimde yanlışlanmasının koşullarını aramaya çalışabiliriz. Hayal gücümüzü -daha da çok işletirsek, bu yanlışlanmayı yüksek yerlerde

bulabili-riz; böylelikle, ikinci önermemizi kurtarabilmemiz için deneyci içe-riğini daha da daraltmamız gerekir: «Su açık kaplarda, deniz yüze-yindeki atmosfer basıncında 100 sahtigrat derecesinde kaynar.»

Bundan sonra, üçüncü önermemizi yalanlama yolunda sistemli bir girişime başlayabiliriz. Ve bu böylece sürüp gider. Bu yolun, suyun kaynama noktası hakkındaki bilgimizi gitgide pekinleştirdiğimizi -düşünebiliriz. Fakat, deneysel içeriği giderek •azalan bir önermeler ·dizisini izİemek, durumun en önemli özelliğini gözden kaçırmak

-demek olur. Çünkü suyun kapalı kaplarda 100 santigrat derecesin-de kaynamadığını keşfettiğimiz zaman, en önemli türden bir keş­ fin, yani yeni bir sorunu keşfetmenin eşiğine kadar gelmiştik: «Ni-·çfn öyle olmuyor?» Bunu sorunca, baştaki yalın önermenıizden tü-müyle daha zengin bir varsayım ortaya koymaya zorlanmış oluyo-ruz: hem suyun açık kaplarda niçin 100 santigrat derecesinde kay-nadığını, hem de kapalı kaplarda niçin 100 santigrat derecesinde kaynamadığını açıklayan bir ~arsayım - ve bu. varsayım ne kadar zengin olursa, iki durum arasındaki ilişkiye dair bize o kadar da-ha çok bilgi verecek ve farklı kaynama noktalarını ,daha pekinlikle hesaplamamızı olanaklı kılacaktır. Bir başka deyişle, şimdi elimiz--de deneysel içeriği ilkinden daha az değil, pek daha çok olan ikinci

(23)

BiLiM YÖNTEMİ-GELENEKSEL GÖRÜŞ VE POPPER'İN GÖRÜŞÜ bir formülleştirme bulunmaktadır_ Ondan sonra, bunun yanlışlan­

masını sistemli bir biçimde ıı:ramaya girişmemiz gerekir_ Ve diye-lim, deniz yüzeyindeki atmosfer basıncında gerek açık gerekse ka-palı kaplarda sonuçlar verdiği halde, ·bu formül yüksek yerlerde tökezliyorsa, daha da zengin üçüncü bir varsayım aramaya başla­

malıyız; bu, ilk iki varsayımımızın her birinin işlemeye devam et-tiği noktaya değ·in niçin işlendiğini, ama sonra o noktada işlemez olduğunu açıklamalı ve yeni durumla da hesaplaşmamızı olanakir kılmalıdır_ Ondan sonra, bunu sınamamız gerekir. Arada formülleş­ tirmelerimizin her birinden varolan kanıtların ötesine giden vargı­ lar çıkacaktır: kuramımız ister doğru olsun, ister yanlış, bize her zaman dünya hakkında o ana değin bildiğimizden daha çok şeyler söyleyecektir. Onu sınama yollarımızdan biri de, bundan çıkan var-gılarla yeni gözlemlenebilir deneyler arasında karşılaştırmalar ·ya-pılmasİnı sağlamaktır; eğer kuramımızın bize söylediği şeylerden kimileri gerçeğe uymuyorsa, bu da yeni bir keşif olur: bilgimizi art-tırır ve daha iyi bir kurarn aray!şımızı yeniden başlatır.

Bu, çok özet olarak, Popper'in bilginin iledeyişi hakkındaki

gö-rüşüdür. Burada vurgulanacak çeşitli şeyler vardır. Suyun lÖO san-tigrat derecesinde kaynadığı yolundaki ilk önermemizi, destekleyici örnekler biriktirerek <<dQ~rulama»ya kalkışsaydık, dilediğimiz ka-darı milyarlarca ve milyarlarca destekleyici "örnek biriktirmektc hiçbir güçlük çekmezdik, Fakat bu durum, önermenin doğruluğu­ nu kanıtlamaya yetmezdi, doğru olmak olasılığını da arttırmazdı (bu son noktayı kavramak, çok şaşırtıcı olabilir.) Hepsinden kötü-sü, durmadan destekleyici örnekler biriktirmemiz kendi kendine, ilk önermeyi bir başkasıyla değiŞtirmek şöyle dursun, ondan kuş­ kulanmak için bile bize bir sebep göstermczdi, böylelikle hiçbir za-man ondan öteye ilerleyemezdik. Bilgimiz geliştiği gibi gelişemez­ di - meğer ki, destekleyici örnekler arayışımızda, rastlantıyla bir karşıt-örneğe tanık olalım. Böyle bir rastlantı başımıza gelebilecek en iyi şey olurdu. (Bilimdeki birçok ünlü bulgunun <<rastlantısal>> olması bu anfamdadır.) Çünkü bilgimizin gelişmesi karşımıza sorunlar çık­ ması ve bizim onları çözme girişimlerimizle olur. Bu girişimler, ola-naklı çözümler getirebileceklerse varolan bilgimizin ötesine geçmek zorunda olan, bunun için de bir hayal gücü sıçrayışı yapılmasını is-teyen kurarnların öne sürülmesini gerektirirler. Kurarn ne denli ce-sur olursa, bize o denli çok şey söyler, hayal gücü de o ·denli atılgan olur. (Ama aynı zamanda, kuramın bize söylediği şeyin y;:mlış olma olasılığı da o denli büyük olur; bunun için de, -yanlış olup

(24)

KARL POPPER'İN BİLİM FELSEFESi VE SiYASET KURAMI nı ortaya koyacak sıkı sınamalar yapmamız gerekir.) Bilimdeki bü-yük devrimlerden çoğu, yalnızca yaratıcı hayal gücü bakımından değil, içindeki sezgi derinliği ve gerektirdiği zihin bağımsızlığı ve düşüncenin güvencesiz maceracılığı yönlerinden de nefes kesici bir yüreklilik gösteren kuramlarla olmuştur.

Şimdi artık, Popper'in görüşünde, insan bilgisi dediğimiz şeyin, doğası gereği, niçin geçici olduğunu ve her zaman da geçici 'kalaca-ğını görebilecek durumdayız. Hiçbir evrede, bizim o anda «bildiği­ miz»in doğru olduğunu kanıtlayamayız ve' her zaman yanlışlığının ortaya çıkması olanaklıdır. Gerçekten, insanlığın düşünsel tarihinin şaşmaz bir olgusu, şu ya da bu zamanda «bilinen»lerin çoğunun za-manla doğru olmadığının anlaşılmış buluflmasıdır. Dolayısıyla, bil-ginierin ve filozofların her zaman yapmaya çalıştıkları şeyi, yani bir kuramın doğruluğunu kanıtlamaya ya da bizim bir kurama inanı­ şımızı haklı kılmaya çalışmak, büyük bir hatadır, çünkü bu,

man-tıkça olanaksız bir şeye kalkışmak demektir. Oysa, yapabileceğimiz şey -ve bu, olabilecek en büyük önemi taşımaktadır-bir kuramı bir başkasına yeğleyişimizi temellendirhıektir. Suyun kaynaması hakkındaki ardarda örneklerimizde, hiçbir zaman o andaki kura-mımızın doğru olduğunu gösterebilecek durumda bulunmadık; ama her aşamada, onun bir önceki kuramımıza yeğlenebilir olduğunu gösterebildik. Herhangi bir bilimin herhangi bir andaki karakteris-tik konumu, budur. Bilimlerin doğrulukları tanıtlanmış olgu küme-leri oldukları yolundaki yaygın anlayış tümüyle yanlıştır. Bilirnde hiçbir şey sürekli olarak tanıdanmış ve değişmez değildir ve apa-çıktır ki, bilim durmaksızın değişmektedir, ama bu bilime yeni ke-sinlikler eklenmesiyle olmamaktadır. Aklımızı kullanırsak, karar ve beklentilerimizi, günlük dildeki dcyişin pek güzel anlattığı gibi, «bilebildiğimiz kadarı>>na dayandırır ve kılgıl amaçlar için, o bilgi-nin «doğru» olduğunu geçici olarak kabul ederiz, çünkü o anda varolan en az güvensiz temel budur; ama herhangi bir anda deneyin bunun yanlışlığını gösterebileceğini ve bizim onu değiştirmemizi gerektirebileceğini de hiçbir zaman gözden uzak tutamayız.

Bu görüş içinde, bir önermenin -Popper'in (Tarski'yi izleye-rek) olgulara uygunluğu diye anladığı- doğruluğu, düzenleyici bir fikirdir. <<Kesinlik» kavramıyla bir benzerlik kurmak, bunun ne de-mek olduğunu açıklığa kavuşturacaktır. İster zamanın ister uzarnın

bütün ölçümlemeleri, ancak belli bir kesinlik derecesinde olabilir. Kendinize 6 milimetre boyunca bir çelik parçası ısmarlarsanız, bu-nu en iyi araçların sağlayabilecekleri hassaslık payı içinde

(25)

yaptıra-Bİ LİM YÖNTEMİ-GELENEKSEL' GÖRÜŞ VE POPPER'İN GÖRÜŞÜ bilirsiniz - ki, şimdilerde söz konusu aralık bir milimetrenin mil-yanda birinin kesirierine kadar inmiştir. Fakat, bu hassaslık payı içinde 6 milimetrenin tam hangi noktada bittiği, eşyanın doğası ge-reği, bilmediğimiz bir şeydir. Belki sizin çelik parçanız kesinlikle 6 milimetre boyundadır, ama bunu da bilemezsiniz. Bütün bildiği­ niz, çeliğinizin boyunun bir milimetrenin falan kesrine kadar kesin olduğu ve istenilen boya, ölçülebilecek kadar daha uzun ya da ölçü-lebilecek kadar daha başka kısa herhangi bir şeyden daha yakın

bulunduğudur. Makine araçlarında bir düzeltim daha gerçekleşin­ ee, kesinliği daha da küçük bir hassaslık aralığına inecek bir çelik parçası edinebilirsiniz. Fakat, «tam 6 mm.» kavramı ya da başka herhangi bir kesin ölçü, deneyle karşılanabilecek bir şey değildir. Metafizik bir kavramdır. Ama, bundan, insanlığın ölçmeyi değerli ve yararlı bir biçimde kullanamayacağı sonucu· çıkmaz; ölçme ke-sinliğinin, buna mutlak olarak erişmek olanağı yok diye, önemli bir şey olmadığı sonucu da çıkmaz; gitgide daha yüksek kesiniilc derecelerine vararak ilerleyemeyeceğimiz sonucu da çıkmaz.

Popper'in «doğru» anlayışı, buna çok benzemektedir: bilgi ara-yışında amacımız doğruya gitgide daha çok yaklaşmaktır, hatta bu yönde ilerlediğimi~i de bilebiliriz, fakat hedefimize erişip erişmedi­ ğimizi hiçbir zaman bilemeyiz. «Bilimi doğruyla özdeş tutamayız, çünkü hem Newton'un hem Einstein'ın kurarnlarını bilim sayıyo­ ruz, 'ama ikisi birden doğru olamaz, üstelik her ikisi de pekala yan-lış olabilir.» (1) 'Popper'in en sevdiği alıntılard~n biri, Sokrates-ön-cesi filozoflardan Ksenophanes'in, kendisinin şöylece çevirdiği di-zeleridir:

Tanrılar açmadılar, başından, Her şeyi bizlere; ama zamanla

Arayarak bir şeyleri öğrenebilir ve d~ha iyi bilebiliriz. Fakat tam doğru bilgiyi hiç kimse edinememiştir, Edinemeyecektir de, isterse tanrılar hakkında olsun, Sözünü ettiğim bütün şeyler hakkında olsun isterse, Çünkü rastlantıyla söyleyiverecek bile olsa, insan Sonu! gerçeği, kendisi bilemezdi;

Bilgimizin tümü, örülmüş bir oranlamaHır ağından başka bir şey değil de, ondan.

(!) {Der. Bryan Magee) Modem British Philosophy, s. 78'de Popper.

(26)

KARL POPPER'İN Bİ LİM FELSEFESi VE SİY ASET KURAMI

Popper'in bilim görüşü, bilimin tarihine tıpatıp uymaktadır. Fakat bilimsel bilginin her zaman için oranlamaya dayanan bir do-ğal yapıda olduğunu ona kavratan olay, Einstein'ın Newton'a karşı

çıkişıdır. Newton fiziği, ileri sürülüp benimsenen gelmiş geçmiş en başarılı ve önemli bilim kuramıydı. Gözlemlenebilen dünyada her şey onu doğruluyor gibiydi: iki yüzyıldan ı.izun bir süre boyunca New-ton ~iziğinin yasaları yalnızca gözlemlerle değil, yaratıcı kullanırola da doğrulanmıştı; çünkü bu yasalar, Batı bilim ve teknolojisinin temelini oluşturarak, yeni gezegenlerin 'varoluşundan gelgitlerin de-vinmelerine ve makinelerin işleyişine değin her şeyin şaşırtıcı bir kesinlikle önceden kestirilmesine hizmet etmişti. Bilgi diye bir şey varsa, buydu; insanın kendi maddi çevresi hakkında eriştiği gelmiş geçmiş en güvenilir ve kesin bilgi. Herhangi bir yasa, tümevanın yoluyla Doğa Yasası diye doğrulanmış idiyse! bunları milyarlarca gözlem ve deney doğrulamıştır. Ardarda kuşaklar boyunca Batı in-sanına, bunlar kesin, değişmez olgular diye öğretilmişti. Yine. de bütün bunlardan sonra, yüzyılımızın başında Einstein Newton'un-kinden değişik bir kurarn ileri sürmüştür. Einstein'ın kuramının doğruluğu üstüne görüşler türlü türlüydü, ama ciddi bir ilgiye la-yık olduğu da, uygulama kapsamının Newton'un kuramını geçtiği

savı da yadsınamıyordu. İşte asıl önemli olan, bu noktanın kendisi-dir. Newton'un kuramma uyan bütün gözlemsel tanıtlar (ayrıca, Newton'un kuramının haklarında herhangi bir şey söylemediğr da-ha başkaları) Einstein'ınkine de uymaktaydı. (Gerçekte, herhangi bir sınırlı sayıdaki gözlemin, sayılamayacak kadar ,çok sayıda

de-ğişik açıklamalarla uzlaştırılabileceği mantıkça kanıtlanabilir -uzun yıllar önce 'L~ibniz tarafından kanıtlanmıştır da.) Dünya bü-tün o sayısız tanıtların Newton'un kuramını kanıtladığına inanmak-la düpedüz yanılmıştı. Ama, bÜtün bir uygarlık dönemi, eşi görül-medik bir maddi başarıyla, ona dayanmıştı. Böylesine çok sayıda

doğrulama ve tümevarımsal destek bir. k_uramın doğruluğunu ka-nıtlayamadıysa başka ne kanıtlayabilirdi ki? Ve Popper hiçbir şeyin kanıtlanamayacağını kavramıştır. Hiçbir kurama sonul gerçek (doğ­ ru) diye güvenilemeyeceğini anlamıştır. Bir kurarn hakkında en çok şunu söyleyebiliriz: şimdiye değin bütün gözlemlerce desteklenmiş­ tir ve bilinen herhangi bir almaşığından daha çok sayıda ve daha kesin öndeyilere olanak vermektedir. Yine de her zaman daha iyi bir kurama yerini bırakabilir.

Newton'un kuramı dünyada içkin biı, doğru bilgiler bütünü

değilse ve insan tarafından .gerçekliğin gözlemlenmesinden

çıkarı!-26

(27)

Bİ LİM YÖNTEMİ-GELENEKSEL GÖRÜŞ VE POPPER'İN GÖRÜŞÜ mamışsa nereden gelmiştir? Yanıt Newton'dan geldiğidir (2). Bu, o. zamana değin bilinen bütün olgulara uygun, insan yapısı bir

var-sayımdı; fizikçiler de, bu yüzden katlanamayacakları güçlüklerle

karşılaşıncaya dek, o varsayımdan sonuçlar çıkarsayıp onlara

da-yanmaktaydılar-gerçekte, yeni kuram· daha bu noktaya vanlma-dan ortaya çıkmaya başlamıştı ve eski kuramda hep birtakım

ku-raldışılıklar vardı. Euklides geometrisi veya Aristoteles mantığı gi· bi bir kuram, 2.000 yıldan uzun bir süre nesnel bilgi diye kabul

edil-diği v.e bu süre boyunca son derece verimli ve yararlı olduğu halde,. sonunda, önceden kestirilemeyen bir bakımdan kusurlu bulunup,. giderek onun yerine daha iyi bir kurarn konulabiliyor. Şimdi eli-mizde, çoğu fizikçilerin Newton'un kuramma yeğlenmeye değer say-dıkları bir almaşık var. Fakat bu da hala sonul gerçek değildir. Einstein'ın kendisi kuramının kusurlu olduğunu düşünmüş ve öm-rünün ikinci yarısını daha iyi bir kurarn bulmaya çalışarak geçir-miş_tir. Bir gün, nasıl Einstein'ın kuramı Newton'unkini içerir ve açıklarsa, tıpkı onun gibi Einstein'ın kuramını içerecek ve açıkla­ yacak bir kuramın ileri sürülmesini bekleyebiliriz.

Bu gibi kurarnların dünya hakkında kişilerden bağımsız olgu kümeleri değil, insan zihninin ürünleri olması, onların şaşırtıcı bir düzey~en kişisel başarılar sayılmasını gerektirmektedir. Bilimser

yaratış, sanatsal yaratıŞın özgür olduğu anlamda özgür değildir,

çünkü deneyle ayrıntılı bir karşılaştırmadan sonra ayakta kahıbil­ mek zorundadır; yine de, dünyayı anlama girişimi; kuralları olma-yan bir iştir ve Galileo, Newton ve Einstein, yaratıcı dahiler olarak Michelangelo, Shakespeare ve Beethoven'le aynı sırada yer alırlar. Bunun bilinci ve hayranlığı Popper'in yapıtını baştanbaşa sarmak-tadır. Bu bakımdan, Popper'in kuramının .bilginlerin .psikolojilerini değil, bilim mantığı ve tarihini açıkladığı noktasında çok dikkatli olunması daha da önem kazanıyor, Popper, bilim adamlarının ge-nellikle kendisinin betimlediği biçimde iş gördüklerini düşündükle­ ri kanısında değildir - hiç kimse de böyle bii kanıya varamaz. Ancak, önemli olan, ister bunun bilincinde ·olsunlar ister olmasın­

lar, yaptıklarının mantığının (rationale) öu olduğu ve bunun, insan bilgisinin nasıl geliştiğini açıklamasıdlr. Bir bilginin kafasından ne-ler olup bittiği, o bilginin kendisini ve tanıyanlarını ilgilendirir ya

(2) Daha doğrusu, ileride ·Bölüm 4'te açıklayacağımız kuramiarına göre, «New-ton'la Dünya 3'ün etkileşiminden.» Sırası gelinceye değin, bunun anlamını

belirleye-~~ .

.

(28)

KARL POPPER'İN BİLİM FELSEFESi VE SiYASET KURAMI

da onun yaşam öyküsünü yazanları yahut belli birtakım yanlarınl

inceleyenleri; fakat bunların, o bilginin yapıtının nasıl yargılana­ cağıyla bir ilgisi yoktur. Ben bir bilim adamı olsam ve bilimsel bir kurarn yayınlasam, dünya bana, benim öznelliğim hakkında değil, nesnel kuramını üstüne sorular sorar. Bu kurarn ne anlatmaktadır?

İç tutarlılığı var mıdır? Varsa, salıiden deneysel mi yoksa eşsözsel

(totolojik) midir? Daha önce iyice denenmiş öteki kuramlarla kar-şılaştırılınca ne sonuç vermektedir? Bize onlardan daha çok şey söylemektc midir? Bunu nasıl denemek gerekir? Vb. İnsanlar (ben de olabilirim, başkaları da), bu kuramı belirli koşullara uygulaya-caklar ve tümdengelim süreçleriyle bundan gözlem ve deneyle sına­ nabilecek tekil önermeler biçiminde mantıksal sonuçlar çıkartacak­ lardır. Bu sınamalardan ve öteki kuramlarla karşılaştırmalardan ne denli iyi çıkarsa, söz konusu kuramı, o ölçüde iyi desteklenmiş

sa-varız.

Bir bütün olarak bu süreç hakkında vurgulanacak üç nokta vardır. Birincisi, bu kurama benim nasıl vardığımın, onun bilimsel 'ya da mantıksal konumuyla hiçbir ilgisi yoktur. İkincisi, söz ko-nusu gözlemler ve deneyler, kuramı oluşturmak şöyle dursun, bir· ölçüde ondan çıkarılmış ve onu sınamak amacıyla düzenlenmişler­ dir. Üçüncüsü, türnevarım hiçbir noktada işin içine girmemektedir. Bizim nasıl düşündüğümüz ve bilimsel yöntemin ne tür bir şey ol-duğu hakkındaki geleneksel görüş türnevarım sorununu doğurmak­

taydı; fakat geleneksel görüş kökten yanlıştır ve buradaki gi,bi, için-de türnevarım sorununun çıkmadığı daha doğru bir görüş onun yerine konulabilir. Böylelikle, Popper tümevarımın vazgeçilebilir bir kavram, bfr efsane olduğunu söylemektedir. Tümevaiım diye bir

şey yoktur.

Bir eleştirmen çıkıp, Popper'in tümevarımın içinde geçtiği sü-recin kendisini, yani kuram-oluşturma· sürecini göz önüne almadığı­ na itiraz edebilir~ Eleştirmenimiz diyebilir ki, tekil gözlemlerden genel b~r kurama varılamayacağmı teslim ediyorum, ama bu göz-lemler, özellikle sezgi ve hayal gücü olan bir bilim adamının aklı­ na böyle bir kurarn getirebilir; o halde, gerçekte, gözlemlenen du-rumlardan genelierne yoluyla kurarnlara erişilebilir ve zaten ·böyle

erişilmektedir ve sözünü şöyle sürdürebilir: tekilden genele her za-man bir «sıçrama~> olduğunu kabul ediyorum; fakat bu süreç büs-bütün rastlantısal ya da usdışı değildir ki: içinde bir tür mantık vardır ve bizim türnevarım dediğimiz de, işte budur. ·

Popper böyle bir eleştiriye şu karşılığı vermektedir. Bir

kura-28

(29)

BİLİM YÖNTEMİ-GELENEKSEL GÖRÜŞ VE POPPER'İN GÖRÜŞÜ ma nasıl erişildiğinin herhangi bir bilimsel ya da mantıksal anlamı

olmadığı gerçeğinden hiçbir yolun yasa dışı olmadığı sonucu çıkar;

onun için de, cleştiricinin betimlediği yoldan pekala yetkin kuram-lara erişilebilir. Böyle olmakla birlikte, bu, mantıksal bir sürecin değil, psikolojik bir sürecin bctimidir. Gerçekten de, bütün tüme-varım sorunu mantıksal süreçlerle psikolojik süreçleri ayrımlaya­ mamaktan kaynaklanmaktadır. Bilginler kuramiarına nasıl eriştik­ leri hc.kkıncb türlü türlü öyküler anlatmaktadırlar: düşlerde ya da düşi.imsü durumlarda, csinlenmc anlarında, hatta yanlış anlamalar ve yanılgılar sonucu olarak. Bu nokta daha ileriye götürülürse, bi-lim tarihinin incelenmesi, çoğu kurarnlara bu anılan yollardan her-hangi biriyle, değil, deneysel gözlemlerden genellerneyle de değil, varolan kurarnlarda değişiklikler yapılarak erişildiği konusunda hiç .şüpheye yer bırakmamaktadır. Bir yaratma mantığı, güzel sanat-larda ne kadar olanaksızsa, bilimlerde de o kadar olanaksızdır. «Ki-tabımdaki kanıtlamalar (The Logic of Scientific Discovery, s. 32), aslında bu sorundan tümüyle bağımsızdır. Böyle olmakla birlikte, değeri her neyse, bu sorun hakkındaki görüşüm, yeni fikirlere ulaş­ manın mantıksal bir yöntemi ya da bu sürecin mantıksal bir mo-deli diye bir şey olmadığı yolundadır. Benim görüşüm, her bulgu-nun 'usdışı bir öğe'yi ya· da Bergsoncu anlamda 'yaratıcı bir sez-gi'yi içinde taşıdığını söylemekle dile getirilebilir.» Benzer bir biçim-de, Einstein da, «Kendilerinden salt tümdengelimle dünyanın bir betimlemesinin elde edilebileceği... yüksek derecede evrensel yasa-lar»ı arayışın sözünü ederken, «Bu yasalara götüren mantıksııl bir. yol yoktur» demektedir, «Bunlara deney konularına duyulan zihin-sel sevgi (Einfiihlung) gibi bir şeye dayanan sezgiyle erişilebilir.>> Logik der Forschımg'un İngilizce çevirisine ek olarak basılan, Pop-per'c yazdığı bir mektubunda, Einstein «kuramın gözlem sonuçla-rından imal edilemeyeceği, ancak icat edilebileceği» konusunda Popper'le aynı fikirde olduğunu apaçık söylemektedir ..

Şu da var ki, doğrudan doğruya gözlem doğrudan doğruya ku-ramdan önce gelemez, çünkü her gözlernde bir parça kuramın bu-lunması gerekir. Popper'in görüşünce, bunun anlaşılmamış olması, deneyci geleneğin temelierindeki büyük hatadır. «Bilimin gözisın­ den kurama doğru ileriediği inancı hala öyle yaygındır ve öylesine sımsıkı tutulmaktadır ki, benim bunu yadsıyışım çoğu kez, insan-lara inanılmaz geliyor ... Fakat gerçekte, kurarn niteliğinde herhangi bir şey olmaksızın, yalnızca salt gözlemleric işe başl<iyabileceğimiz

inancı saçmadır; ömrünü doğa bilimine adayan ve gözlemlediği her 29

(30)

KARL POPPER'İN BiLiM FELSEFESi VE SlY ASET KURA MI

şeyi yazımlayarak, topladığı paha biçilmez bilgileri tümevarımsal tanıt olarak kullanılmak üzere Krallık Derneği'ne bırakan adamın öyküsü bunu açıkça örneklendirmektedir .... Ben yirmi beş yıl ön-ce, Viyana'da bir grup fizik öğrencisine, derse başlarken şu yöner-geyi vererek anlatmaya çalışmıştım: 'Kalem-kağıt çıkarın; dikkatle gözlemleyin ve gözlemlediğinizi yazın!' Tabiatıyla, onlardan neyi gözlemlemelerini istediğimi sordular. Besbelli ki, 'Gözlemleyin!' yönergesi saçmadır. . .. Gözlemlerne her zaman seçicidir. Seçilmiş bir nesneyi, belirli bir ödevi, bir ilgiyi, bir görüş açısını, bir soru-nu gerektirir. Betimlenmesi de, özgülük sözcükleri [property words] olan betimleyici bir dilin varlığını, benzerlik ve sınıflandırmanın varlığını gerektirir; bunların kendileriyse yine, ilgileri, görüş açıla­ rını ve sorunları gerektirirler» (3). Bu, şu demektir: «Gözlemler, özellikle de gözlem önermeleri ve deneysel sonuÇların önermeleri, her zaman gözlemlenen olguların yorumlarıdır; bunlar, kurarnların ışığında yorıımlamalardır» (4).

Öyleyse, her düzeyde, bilgimiz ancak kuramlarımızdan oluşa­

bilir. Kuramlarımız da zihinleriınİzin ürünleridir. ·Locke ve Hume' dan günümüze dek deneycilerin inandıklarının tersine, düşünüşü­ müzün kavramları bile, bize dışardan, yaşadığımız ortamın nesnel düzenliliklerince «verilmiş» olmayıp, bizim tarafımızdan sorunları­ mıza, ilgilerimize ve bakış açılanınıza karşılık olarak geliştirilmiş­ lerdir: bilgimiz gibi, onlar da bulunmamış, yapılmışlardır. Fakat, bir kurarn için sorulabileceği gibi bir kavramın doğru mu yanlış mı olduğu sorulamaz; kavramlar hakkında «nedir?» sorular-ının sorul-ması. da (<<yaşam nedir?>> ... <<Zihin nedir?») kısır çözümlernelere ve salt sözselliğe (verbalizme) götürür (gelecek bölümde, bunun üstün-de daha çok duracağız). Bu nedenden ötürü, kurarnların sınanması için, önce kavramları aydınlatmakla uğraşmamalıyız. «'Hangisi ön-ce gelir, Varsayım mı Gözlem mi?' sorusu ise, tıpkı 'Tavuk mu ön-ce gelir, yumurta mı?' sorusu gibi çözülebilir. İkinci sorunun

ya-nıtı 'Önceki bir tür yumurta'dır, ilkinin yanıtı da 'Önceki bir tür varsayııp.' Seçeceğimiz herhangi belirli bir varsayımdan önce göz- . lemlerin geldiği pek doğrudur, örneğin o varsayımın açıklamaya çalıştığı gözlemlerin. Fakat bu gözlemlerin kendileri de, daha önce bir ilişki çerçevesinin benimsenmesini gerektirirler: bir beklentiler-çerçevesinin, bir kurarnlar çerçevesinin. Eğer o gözlemİer

anlam-(3) Co,njectures and Refutations, s. 46.

(31)

Bİ LİM YÖNTEMİ-GELENEKSEL GÖRÜŞ VE POPPER'İN GöRÜŞÜ lıysa, bir açıklama yapmak gereksinimini yaratıyorlarsa, giderek bir varsayım icadına yol açıyorlarsa, bu, eski kuramsal çerçevenin, eski beklentiler ufkunun içinde açıklanamadıklarından ötürüdür. Burada sonsuz gerileme tehlikesi de yoktur. Gitgide daha geriye, daha daha ilkel kurarn ve efsanelere bakarsak, sonunda bilinçsiz, içten doğma beklentilere varırız» (S).

Bu noktada Popper'in bilgi kuramının bir evrim kuramıyla bir-leştiği görülmektedir. Bu ili~kiyi, gelecek bölümden sonra, Bölüm 4'te yeniden ele alacağız.

(5) Conjeotures and Rejutations, s. 47.

(32)
(33)

3

Bİ LİM OLANLA OLMA YAN ARASINDA SINIR ÇiZME A YRACI

Geleneksel goruş dediğim şey0 göre, bilimle bilim olmayanı ayıran, türnevarım yöntemini kullanmak ya da kullanmamaktır. Fa-kat, türnevarım diye bir şey yoksa, sınır çizme ayracı bu olamaz. Öyleyse nedir? Popper'in bu soruya verdiği yanıtı ortaya koymanın bir yolu, geleneksel görüşün yerine geçirdiği onun karşı görüşünü izlemektedir.

, Geleneksel tümevarımcı görüşe göre, bilim adamları, dünya hakkında tanıtlama koşuluyla en yüksek olasılık derecesinde öner-meler aramaktadırlar. Popper bunu yadsımaktadır. Herhangi bir ahmağın, olasılığı hemen hemen l'e eşit, sayısız öndeyiler yapabi-leceğine işaret etmektedir -«Yağmur yağ~cak» gibi önermeler, ne-redeyse ister istemez doğru olmak zorundadırlar ve yanlış olduk-ları asla kanıdanamaz - asla kanıtlanamaz, çünkü tek bir damla yağmur yağmadan milyonlarca yıl geçse bile, ileride bir gün yağ­ mur yağacağı için, önerme yine de doğru olarak kalabilir. Bu gibi önermelerin olasılığı en yüksek ölçüdedir, çünkü bilgi verici içeriği en aşağı düzeydedir. Gerçekten, olasılıkları l'e eşit, bilgi verici içe-riğiyse sıfır olan doğru önermeler vardır: durum ne olursa olsun zorunlulukla doğru oldukları için, eşsözler (totolojiler) bize dünya

hakkında hiçbir şey söylemezler. ·

Yukarıda örnek verdiğimiz önermeyi sonlu bir zaman dilimiyle sınıriayarak yanlışlanabilir hale getirirsek, -örneğin, «gelecek yıl bir ara yağmur yağacak»- artık yanlışlığı kanıtlanabilir olsa bile, yine de edinıli olarak doğru çıkması kaçınılmaz, dolayısıyla, hala yararsızdır. Diyelim, bunu belli bir bölgeye ilişkilendirerek

(34)

KARL POPPER'İN BiLiM FELSEFESi VE SiYASET KURAMI ne bir şeyler daha katarsak -örneğin, «gelecek yıl bir ara İngilte­ re'ye yağmur yağacak»-nihayet bir şeyler söylemeye başlamış olu-ruz; çünkü yeryüzünde gelecek yıl yağmur yağmayacak bir sürü yer-ler vardır. Şimdi, ilk kez, önemsenmeye değecek bir bilgi aktarıl­

maktadır. Önermemizi ne denli özgülleştirirsek -<<İngiltere'ye ge-lecek hafta yağmur yqğacab diye daraltabiliriz, «Londra'ya gele-. cek hafta yağmur yağacab diye daha da daraltabiliriz vb.-yanlış

çıkma olasılığı o denli artacak, fakat aynı zamanda o ölçüde de bil-gi verici ve (doğru çıkma koşuluyla) yararlı hale gelecektir - so-nunda, «Londra'nın merkezine bugün öğleden sonra yağmur yağa­ cab gibi, (bulutsuz bir yaz öğleninde) besbelli olmaktan uzak ve gerçek kılgıl yarar taşıyan önermelere kadar gidebiliriz.

Öyleyse, bizim ilgilendiğimiz, yüksek bilgi verici içeriği olan bildirimİerdir; bu da, onlardan çıkarsanabilecek, eşsözsel olmayan bütün önermeler demektir. F~kat, bilgi verici içerik ne kadar yük-sek olursa, olasılık hesabına göre, olasılık o kadar düşük olacak-tır; çünkü bir önerme ne kadar çok bilgi vericiyse, yanlışlığının ortaya çıkabileceği yollar o kadar çoktur. Nasıl herhangi bir ah-mak, bize hemen hemen hiçbir şey söylemeyen, çok yüksek bir ola-sılık derecesinde önermeler ortaya koyabilirse; onun gibi, herhangi bir ahmak da, yanlış olmalarına aldırmazsa, bilgi verici içeriği çok yüksek önermeler ortaya koyabilir. Bizim istediğimiz, bilgi verici içeriği yüksek ve bundan ötürü, olasılığı düşük, ama yine de doğ­ ruya yaklaşan önermelerdir. Bilim adamları, işte tam böyle öner-melerle ilgilenmektedirler. Yüksek derecede yanlışlanabilir olma-ları, bunları aynı zamanda yüksek derecede sınanabilir kılmakta­ dır: olasılıkla ters orantılı olan bilgi verici içerik, sınanabilirlikle doğru orantılıdır. Olabilecek en yüksek bilgi verici içeriği içinde ta-şıyan doğru önerme, dünyanın tam, özgür ve kesin bir betimleme-sidir; olanaklı her gözlem ve deney, onun için bir sınama, gizil bir yalanlama oluşturur; bunun doğru olma olasılığı ise, sıfıra düşü­ nülemeyecek kadar yakındır, çünkü şeylerin başka türlü olabileceği yolların sayısı da, olabilecek en yüksek düzeydedir. «Bilimin ortaya koydukları, apaçıklıklar (truisms= bedahatler) değildir. Bilimin bü-yüklük ve güzelliği, bir ölçüde, dünyanın bizim sanageldiğimizden bambaşka olduğunu kendi eleştirel araştırmalarımız sayesinde öğ­ renebilmemizdendir - bunları öğrenmeınİzin sonucunda, daha ön-ceki kuramlarımızın reddedilmesiyle hayal gücümüz ateşlenir» (1).

Referensi

Dokumen terkait

Kelembaban tanah permukaan dapat dikorelasikan dengan nilai spektral citra penginderaan jauh, sifat pantulan tersebut dipengaruhi oleh kondisi kelembaban tanah

Seperti yang diperkatakan tadi bahawa Islam adalah agama Allah yang diturunkan kepada manusia sebagai suatu amanah, yang tidak disanggupi oleh semua makhluk, kecuali manusia;

Khususnya juga di Indonesia, penelitian semacam ini yang secara spesifik mengkaji gratitude pada siswa yang mengenyam pendidikan di sekolah inklusi relatif masih

Adalah suatu cara pengumpulan data dengan mengamati, mendengarkan, mencatat dan melihat secara langsung kegiatan atau aktifitas yang dilakukan oleh team pegawai pos

Tumbuhan obat modern merupakan spesies tumbuhan obat yang secara ilmiah telah dibuktikan mengandung senyawa atau bahan bioaktif yang berkhasiat obat dan penggunaannya

Penelitian ini bertujuan untuk mengetahui apakah pilihan investasi dalam kondisi Saliansi Mortalitas tinggi akan berbeda dibandingkan dengan kondisi MS rendah,

Berdasarkan skor tingkat kesiapan dari delapan kategori ELR tersebut didapat skor total E-learning Readiness untuk SMA di Kota Yogyakarta sebesar 103,76 atau

RUANG RAWAT INAP RUANG RAWAT INAP PEMORSIAN MAKANAN PEMORSIAN MAKANAN PELAYANAN PELAYANAN MAKAN PASIEN MAKAN PASIEN PENENTUAN PENENTUAN DIAGNOSIS GIZI DIAGNOSIS GIZI INTERVENSI GIZI