• Tidak ada hasil yang ditemukan

V.v.barthold Orta Asya Tarihi Dersleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Membagikan "V.v.barthold Orta Asya Tarihi Dersleri"

Copied!
114
0
0

Teks penuh

(1)
(2)

Çağlar Yayınları: 1 Tarih: 1

O rijinal İsm i

O rta A s y a Türk Tarihi H akkında D ersler 1927

O sm an lıcad an H azırlayan: H ü sey in D ağ K apak v e İçdüzen: A nkara D iz g i E vi

B a sk ı, K apak B ask ı, Cilt: Y ıld ızla r M atbaacılık B irin ci Basım : Şubat 2 0 0 4

IS B N 9 7 5 -9 8 9 9 4 -0 -X

Çağlar Yayınları

B ayın d ır 1. Sk. 2 7 /9 K ız ıla y /A n k a r a T el/F aks: 0 3 1 2 4 3 5 2 6 62

ORTA ASYA TURK TARİHİ

-Dersleri-Prof. Dr. V. V. B arthold Yayına Hazırlayan H üseyin Dağ Ç ağlar Y ayınları A nkara 2004

(3)

B iR lN ci De r s... 9 İk in c i D e r s ...2 3 Üç ü n c ü D e r s ...3 9 Dö r d ü n c ü De r s ...5 5 Be şIn cI De r s...7 3 Al t in c i De r s...91 Y e d I n c İ De r s...1 0 7 SE K iziN ci De r s...12 3 Do k u z u n c u De r s... 141 On u n c u De r s ...1 5 7 On bİrİn cI De r s...1 7 3 ON iK iN ci De r s...191 D İ Z İ N ... :... 211

(4)

Prof. Dr. B arth old

V asili V ila d im iro v iç Barthold 15 K a sım 1 8 6 9 ’d a P etersb u rg’da d ü n y a y a g e lm iştir. 1 8 9 1 ’d e P etersburg Ü n iv e r site si D o ğ u D ille r i F a k ü ltesin i b itirm iş, 1 8 9 1 -1 8 9 2 ’d e A lm a n y a ’d a H a lle ’d e p ro fesö r O g u st M ü lle r ’in v e S tarzb urg’ta P ro fesö r N ö ld e k e ’nin derslerin e d ev a m etm iştir. 1 8 9 3 -1 8 9 4 ’te T ü rk istan ’a İl­ m î bir se y a h a t y a p m ış, sonra bu seyahatların ı birkaç d efa daha tekrar e tm iş v e so n olarak 1 9 2 5 ’te oralarda bulunm uştur. 1 8 9 6 ’ta P etersburg Ü n iv e r site sin d e p ro fesö r n am zeti sıfa tıy la “D o ğ u tarihine ait” d ersler verm iştir. 1 9 0 0 ’d e te z olarak h azırlad ığı “M o ğ o l İstilası E sn asın d a T ürkistan” adlı eseri ile d ok tor Un­ vanını almıştır. 1901 se n e sin d e Ü n iv e r site sin e p ro fesö r olarak a tanm ış v e 1 9 1 0 se n e sin d e R u s İlim ler A k a d e m isin e m uhabir ü y e olarak se ç ilm iş v e 1 9 1 3 ’te A k a d e m in in tabii ü y e si olm uştur. S o n se n e lerd e M o sk o v a , T aşk en t v e B a k ü şeh irlerin d e ç e ş itli d ersler v e k on feran slar v erm ek iç in d a v et ed ilm iştir. 1 9 2 6 ’da İstanbul D aru ’l-fü n û n ’u T ürkiyat E nstitüsü tarafından d a v et ed ilerek “Orta A s y a Türk Tarihi” hak k ın d a bir d izi d ersler verm iştir ki bu k itap işte o d erslerd en m ey d a n a gelm iştir. O rta A s y a Türk tarihinin en büyük m ü teh a ssısı sıfa tıy la ilim d ü n yasın d a b ü yü k bir şöhret sah ib i ola n bu k ıy m e tli a lim , b u gü n P eter sb u rg ’ta ç e şitli D o ğ u ok u llarınd a D o ğ u tarihi konularında d ersler v er m e k ­ te v e İlm î yay ın la rıy la Türkiyat (T ü rk oloji) sah asın ı aydınlatm aktadır.. 19 A ğ u sto s 1 9 3 0 ’d a L enin grad ’da öldü.

B a ş lıc a E serleri

1- O rta A s y a ’daki H ristiyanlar H ak k ınd a R u s A r k eo lo ji C e m iy e ti’nin Şark Ş u b e si n eşriyatın d an V II.; sonra A lm a n c a olarak Zur G e sc h ic h te d e s C h risten - tum s in M ittela sien a d ıy la y a y ın la n m ış, A lm a n c a ’dan da T ü rk çe’y e ç e v r ilm iş­ tir. (T ürkiyat M e c m u a sı, C ilt 1).

2 - 1 8 9 3 -1 8 9 4 S en elerin d e Orta A s y a ’ya İcra E d ilen İlm î S ey a h a t H a k k ın ­ da R apor, Petersburg 1895 | B ilim le r A k a d em isin in yazıları) R usça.

3- L en -P o l İslam S ü la le le r i, S en Petersburg, 1899. Tashih v e bir ç o k ila v e ­ lerle tercü m e (R u sça).

4 - M o ğ o l İstilası Sırasında Türkistan I v e II, S en Petersburg 1 8 9 8 -1 8 9 0 . B u g ü n lerd e İn g iliz c e olarak yen i b ask ısı yayınlanm aktadır. |G ib b M em orial S eries).

5 - A ral D e n iz i Ve A m u -d e r y a ’nın (C ey h u n ) D e n iz e D ö k ü ld ü ğ ü Y er H a k ­ k ın da B ilg ile r , T aşk en t, 1 902. 1 9 1 0 se n e sin d e A lm a n c a tercü m esi çıkm ıştır: [N a ch rich te n über d en A r a l-S e e und d en unteren L a u f d e s A m u -D arja).

(5)

6- İran’a Tarihî v e C o ğ ra fî B ir N azar, S en Petersburg, 1903 (R u sça ).

7 - M in u çeh r M e sc id in in D u varında A c e m c e B ir L e v h a , [A n ni S ery i-N u m - ro 51 (R u sça ).

8 - A vrupa v a R u sy a ’da Ş ark ’ı ( D o ğ u ’y u ) Ö ğren m e T arihi” , S e n P eter s­ burg, 1911 (R u sça ). Bunun ilk kısım ları M illi T etebbular M e c m u a sı’nda y a y ın ­ lanm ıştır. 1 9 1 3 ’te d e b a zı d e ğ işik lik le r le A lm a n c a tercü m esi, ik in ci d e fa 1925 se n e sin d e R u sça m etni yayım lanm ıştır.

9 - H a life v e S ultan, M ir İslam a (İslam D ü n y a sı), R usça.

10- U lu ğ B e y v e Z am an ı, S en P etersburg, 1 9 1 8 , B ilim le r A k a d e m isi y a y ın ­ larından, R u sça.

11- İsla m , S en P etersburg, R usça.

12- İslam M e d e n iy e ti, S en P etersburg, 1 9 1 8 , R u sça. C em a led d in V elid i ta­ rafından Tatarca’ya tercü m e ed ilm iştir.

13- İslam D ü n y a sı, S en Petersburg, 19 2 2 [T etkikata G iriş, K ayn ak lar v e - sair Yardım cı Vasıtaların T en k id i], R usça.

14- İslam Tarihinde H azar D e n iz i Etrafındaki Y erlerin M e v k ii, B akü, 1 9 2 5 , (B a k ü ’d e v e r ilm iş k on feranslard an ). T ü r k ç e ’y e tercü m e e d ilm iş olu p T ürkiyat Enstitüsü tarafından yayınlanacaktır.

B arth old ’un bir ço k m akaleleri R us şarkiyatçılarının b a şlıca y a y ın organı olan “ R us A r k eo lo ji C em iy etin in Şark Ş u b esi N eşriy a tı (Z ap isk aları)” k ü lliy a - tındadır. B u m akale altın cı ciltten başlayarak 2 5 . e ilte kadar d ev a m etm iştir. (Ş im d i bu k ü lliyatın y erin e “ B ilim le r A k a d e m is i’nin A sy a M ü zesi N e z d in d e - ki Ş ark iyatçılar H eyetin in N eşriy a tı” çıkm aktadır). “Barok H a v ez v e Y efron A ıısik lo p e d is i”nde R a d lo ff’un “Orhun A b id e le r i” kitabında “ Baron R o zen T a leb elerin in M ak aleleri M e c m u a s ın d a “ K a v efm a n M ecm u a sı” nda, R us A k a d e m is in in B u lle tin ’lerin d e, “M ad d î M e d e n iy e t Tarihi H aberleri”n d e, “O r­ ta v e Ş a rk î A s y a ’y ı Ö ğ r e n m e k İçin R u s C e m iy e tin in H a b e r le r i” n d e, M ir o lu b o v ’ un “A y lık M e c m u a sı”n d a, “ Z e itsc h r ift der D e u tsc h e n M or- g e n l.G e se llsc h a ft” , “ M itteilu n g en d es S em inars für O rien ta lisch e Sprachen; d er Islam ” , “ B u lletin o f the S c h o o l o f Stu d ies; O rien ta lisch e S tu d ie n ” , “Z e itsch rift für A s s y r io lo g ie ” ( N ö ld e k e ’y e ith a f e d ilm iş olan nüshada) v s. yer­ lerde çeşitli yazıları vardır..

B iR iN ci D

ers

V erilecek derslerden m aksat, sizlere T ürk kavim lerinin tarihi h ak ­ kında R us ve A vrupa ilim lerinin elde ettiği neticeleri - b a n a verilen ders saatlarının m üsaadesi n isb e tin d e - tanıtm aktır. Lâkin bu neticelerin pek zengin olm adığım ve buna ilişkin b ir çok m eselelerin henüz tam a­ m en hallolunam adığım göreceksiniz. B unun sebebi T ürk tarihini ilk kaynaklardan öğrenebilm enin zorluğu ve b ir şahısta birarada b u lu n m a­ sı m üşkül olan çeşitli ilim dallarım ve lisanları bilm enin gerekliliğidir. M alum dur ki bir kavm in tarihini anlam ak, m edenî hayatını ö ğren­ m ek için öncelikle o kavm in kendi lisanını bilm ek icap eder. H albuki T ürk tarihini öğrenebilm ek için en gerekli olan ilk kaynakların ekseri­ si Türkçe dışında diğer lisanlarla yazılm ıştır. B undan dolayı Türk tari­ hini öğrenen b ir m ütehassıs, R us veya Batı A vrupa kavim lerinden b iri­ sinin tarih alanındaki m ütehassıslarından tam am en ayrı bir vaziyette bulunuyor. Ç ünkü Türklerin hal-i bedeviyette (göçebe olarak) yaşadık­ ları zam anki tarihlerini de ekseriya m edenî kom şularının hikayelerin­ den öğrenebilm ek zaruretinde kalıyoruz. Ve hatta T ürkler fethettikleri m edenî m em leketlerde bizzat kendileri bedeviyetten hadariyet (yerle­ şik hayata) ve m edeniyete geçerek kendi sülalelerinin idaresi altında m edenî m em leketler teşkil ettikleri du ru m d a bile m ağlup olan yerli halkın m edenî alandaki tesiriyle edebî dilde ve bilhassa m ensur ed eb i­ yat lisanında (düzyazıda) bu m ağlup m edenî kavim lerin lisanını ku llan ­ mışlardır. D oğu A sy a ’da ve özellikle M oğ o listan ’da yaşayan T ürklerin ahvalini (T ürkler M oğolistan’dan m iladî X. asırda hicret etm iş olm alı­ lar) tam am en denilebilecek derecede Ç in kaynaklarından öğrenebiliyo­ ruz. O rta A sy a ’nın batı kısm ına hicret ederek M üslüm an m edeniyetin tesirinde kalan Türklerin durum larına ait bilgileri ise Arap ve daha zi­ yade Fars kaynaklarından öğrenm ekteyiz.

O rta zam anlarda Türkistan dahilinde tarihe ait eserler yazılm am ış veyahut yazılm ış o lsalar bile kaybolm uştur. M esela O rta A sya M oğol hanlarının, T im ur, çocuk ve torunlarının tarihlerini de pek az istisna ile

(6)

10 PROF. DR. V. V. BARTHOLD

ancak İran hudutları dahilinde te lif olunan eserlerden öğrenebiliyoruz. G erçekten de T ü rk ista n ’ın dahilinde vücuda getirilen tarihî eserler an­ cak X V I. asırdan başlayarak asıl Ö zbekler devrinde çoğalm ıştır. T ü r­ k ista n ’da teşekkül eden üç Ö zbek hanlığından birisi olan B uhara Han- lığı’nda son zam ana kadar resm î m alum at ve edebiyat lisanı (bazı istis­ n alar bir tarafa bırakılırsa) A cem ce/F arsça olm uştur. İkincisi olan H ive H an lığ fn d a ise O ıta Asya T ürkçesi kullanılm ıştır. Ü çünciisü H okant H anlığı’nda da bazen T ürkçe fakat ekseriya A cem ce kullanılm ıştı. B ü ­ tün T ürk devletleri içinde ancak ilk dönem Osm anlı Devleti tarihini hassaten T ürkçe yazılan kaynaklardan öğrenm ek m üm kündür. Fakat O sm anlı tarihçilerinin lisanı da T ü rk ç e ’ye nazaran daha ziyade A rapça ve F arsça kelim elerle dolu olduğundan Türk kavm inin ekseriyeti ta ra­ fından anlaşılm az b ir derecede ve b ir T ürkoloji m ütehassısını az alaka­ dar eder bir halde kalm ıştır. H alis ve sa f T ürkçe lisanıyla yazılan tarihî eserler ise tam am en yok d enilse yeridir. Bu cihettendir ki bir İran m ü­ tehassısı İran tarihçisi olam adığı gibi (m alum dur ki M oğol devrine ka- darki İran tarihini A cem ce değil A rapça ve Y unanca kaynaklardan ö ğ ­ renm ek zorundayız), T ürkologun da T ürk tarihçisi olm ası pek nadirdir. H er halde, T ürk tarihini öğrenm ek için yalnız T ürkolog olm ak kafi g e l­ m iyor. B elki T ürk tarihi devrelerinin hangisini seçerseniz ona göre ya Sinolog yahut A rabiyatçı veyahut İraniyatçı (İran uzm anı) olm ak m ec­ buriyetindesiniz.

T ürkolog için de tarihçi için de aynı derecede m ühim olan âbideler­ den birisi de Türk lisanının en eski (VIII. asra ait) kalıntıları olup XIX. asrın ikinci yarısında keşfolunarak tetkik olunan tarihî O rhun âbid ele­ ridir. B unlar T ürklerin tarihlerine ait yazılm ış ve dikilm iş ilk T ürk âbi­ deleridir. Bu âbidelerin m ensup olduğu kavim , tarihte ilk olarak k en d i­ sinden T ürk ism iyle bahsetm iştir. B u VI. asırda ortaya çıkarak Çin hu ­ dutlarından İran ve B izans’a kadarki bütün sahayı pek kısa b ir zam an­ d a istila eden b ir kavim dir. İşte bu sebepten biz, T ürkler h ak k ın d a k en ­ dilerinden evvelki d iğer göçebe hüküm etlerden daha çok, çeşitli k a y ­ naklardan m alum at alabiliyoruz. H albuki bunlardan evvelki göçebe hüküm etlerini yalnız Ç inliler biliyordu. VI. asırda devlet teşkil eden bu kavm in T ürk olduğu ise O rhun yazılarının çözüldüğü (okunduğu) za­ m andan evvel de m alum idi. N itekim Çin kaynaklarından T u-küe k eli­ m esinin “T ü rk ”ten m uharref (bozulm uş) olm ası hakkm daki y orum lar bazı tartışm alara neden olm uşsa da B izans kaynaklarındaki T urkoi k e ­ lim esi tartışm asız “T ü rk ” olarak kabul edilm işti.

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 11

VI. asır T ürk hüküm etinin d iğer göçebe m em leketlerin ekseriy etin ­

den farkı şu idi ki bu rad a ülke, devletin daha ilk o luşum undan b aşla­ yarak yalnız bir şahsın değil bir sülalenin idaresi altında bulunm uştur. B undan dolayı batıdaki yarısında hüküm darlık eden hanlar, d ev let te ş­ kilinin başlangıcından itibaren tam am en bağım sız idiler. H atta son M o­ g ollar devrinde A ltınordu hanlarından birincileri dış ilişkileri Doğu M o ğ o listan ’daki b aşh ak an a m üracaat etm eksizin b ir tü rlü h alled em e­ dikleri halde Batı T u-küe Hanları yabancı elçileri doğrudan doğruya kabul ederler, yabancı devletlerle anlaşm alar yapar ve bu hususta do ­ ğudaki hakana hiç m üracaat etm ezlerdi. Batı T u-küe devleti son d ev ir­ lerdeki M oğol devleti derecesinde değilse de m uhtelif kavim ler ile m e­ denî m ünasebette bulunm uş ve U zak Doğu m edeniyetiyle B atı A sya m edeniyeti arasında bir derece aracılık etm iştir. Bu cih etten d ir ki Av­ ru p a ’nın büyük sinologları bile ekseriya Batı T ürk devleti tarihine ilgi gösterm işlerdir. N itekim Fransız sinologu C h a v an n e s’ın XX. asır b a­ şında Rus A kadem yası yayınları arasında çıkan eseri Batı T ürklerine (Tu-küe Tere) aittir. B u eserde Ç inlilerin B atı T ürklerine ait verdikleri haberleri B izans, E rm eni ve İslam kaynaklarındaki m alu m atla k arşılaş­ tırmıştır. Batı Türkleri ise kendileri hakkında hiçbir m alum at bırakm a­ mışlardır. A ncak m alum olduğu üzere bu güne kadar bunlardan yalnız bazı küçük m ezar kitabeleri kalm ıştır.

O rhun âbideleri, başlıca D oğu T ürklerinin m iladi 630-680 seneleri arasında yarım asır kadar Ç in ’e tabi olarak kaldıkları devirden ve bun­ dan sonra yeni hanlar kum andası altında istiklal kazanarak k ısa b ir za­ m an zarfında B atıdaki kardeşlerini de kendilerine bağladıklarından bahsediyor. D anim arkalI bilgin T hom sen tarafından bu âbidelerin okunduğu zam andan şim diye kadar aradan otuz sene geçtiği halde üzerlerindeki yazıların çözüm ü ve tetkiki henüz tam am lanam am ıştır. Bazı yerlerinin çözüm ü ise bu zam ana kadar araştırm a ve tartışm a ko ­ nusu o lm akta devam ediyor. B unun için asıl T ü rk çe m etni okuyup an ­ lam ayanlar yalnız m evcut tercüm elerden istifade ederken bunlardan ta ­ rihî b ir netice çıkarm ak h ususunda şüphesiz son derece ihtiyatlı b u lu n ­ m ak m ecburiyetindedirler. Â bidelerin yazılarını anlayabilm ek h usu­ sunda büyük yardım ları dokunan eserler, R adloff ve T h o m se n ’in tercü ­ m eleridir. Thom sen ilk tercüm esinin yayınlanm asından sonra bu âbide­ lerle tekrar m eşgul olm ayacağını açıklam ıştı. H albuki m em nuniyetle görüyoruz ki bu zat kendi niyetine sadık kalam am ış ve bu âbid eler h a k ­ kında birkaç tetkik daha yapm ıştır. B unlara ait tercüm e çalışm alarının

(7)

en sonuncusu 1924-1925 senesi A lm an Şark M ecm u ası’n da (Z eitsch­ rift der D eutschen M orgenlandischen G esellschaft) yayınlanm ıştır. B u­ nunla b eraber yeni tercüm e çalışm alarında da önceki tercüm elerine ait dikkatli ve başarılı düzeltm elerle beraber okuyucuları yanlış yola sev- kedecek son derece tehlikeli faraziyelere de te sad ü f olunur. B unlardan biri, H an ’ın biraderi K ü lte g in ’in askerî seferlerinden birisinin anlatım ı sırasında düşm anların K ültegin’e yüzden fazla ok attıklarından ve o k ­ ların isabet ettiğinden bahsolunur. O rada bir de “ Y angında ayalm asın- da” kelim eleri vardır. T hom sen bunu “ Seine R üstung undseinen M ond- d iam anten-S chm uck” yani “ K oşum una ve elindeki elm as ay a” diye tercüm e ediyor. Ve m etindeki “ yalm asında” kelim esinin “ A y-almasın- d a” okunm asını tek lif ediyor. Bu suretle K ü lte g in ’in başındaki m iğfer­ de hilal şeklinde elm astan b ir süs bulunduğunu da farzediyor. E ğer böyle olm uş olsaydı tarihçiler için pek dikkati çekici olurdu. M alesef m etinden bu şekilde b ir m ana çıkarm ak çok zordur.

T ürk dilcisi olm adığım dan m uhtelif kelim elerin tartışm a konusu olacak yorum ve tercüm eleri veyahut tercüm enin tartışm a konusu olan kabul edildikleri şekiller hakkında fazla söz söyleyem em . Lâkin T h o m se n ’in son tercüm esinde fikrim e göre noksan gördüğüm noktalar hakkında şu kad ar diyeceğim ki asıl m etinde bir şekilde yazılm ış olan kelim eler bazen çeşitli yerlerde farklı şekilde oku n u y o r ve farklı m a­ nad a tercüm e ediliyor. B ana göre böyle bir usul ancak çok zorunlu, k a­ çınılm az b ir d urum da tercih edilm elidir. H albuki T h o m se n ’in m etinde aynı şekilde yazılan kelim eleri her yerde aynı m anada alm ası daha uy­ gun iken bunlara farklı m analar veriyor. M esela âbidelerde “ ölm ek: ve­ fat etm ek” kelim esi b ir çok yerde vardır. Bazen bütün b ir kavim hak­ kında kullanılıyor. Ş üphesiz burada b ir kavm in tam am en -k e lim e n in hakiki m anasıyla- ölm esi değil, belki geçici olarak düşüşü /m ağ lu b iy e­ ti k astedilm iştir ki bu taktirde o kavim b ir m üddet sonra yeniden k u v ­ vet kazanarak m eydana çıkabilir. T hom sen de bu ibareleri öyle anlıyor. “ M ahv u perişan olm ak: Z ugrunde gehen” suretinde tercüm e ediyor. Fakat bazen bu “ölm ek ” kelim esini “ ülm ek” diy e okuyor. Ve buna gö ­ re “ G eteilt w erden” sözleriyle yani “bölünm ek, düşm ek/zafiyete u ğ ra­ m ak” m anasında tercüm e ediyor. H albuki bu gibi yerlerde “ ölm ek ” d i­ ye okuyarak “Z ugrende gehen: helak olm ak” suretinde tercüm ede bu ­ lunm ak daha uygun geliyor. Ö zellikle burada “ Yanılıp ölm ek” yani h a ­ ta ve günah işleyerek helak/yok olm ak gibi ibareler d ik k at çekiyor. Ya­ ni ibarede helak o lm a hata ve günahın tabii ve dolaysız b ir sonucu ola­

rak gösteriliyor. T hom sen ise bu ibareyi “ los w arst w ie du geteilt w ur­ dest, als du treu: nasıl sadakattan ayrılınca bölünm eye uğradığı” diye tercüm e ediyor. B ana göre bu şekilde tercüm e kesinlikle hatalıdır. H al­ buki R ad lo ff’un eski tercüm esinde buralar doğru tercüm e olunm uştu. T h o m se n ’in son tercüm esi önce D anim arka lisanında yayınlanm ış son­ ra da kendi rızasıyla, tarafından düzeltm eler ilavesiyle A lm anca olarak yayınlanm ıştır. M akaleyi A lm an ca’ya çeviren, T h o m se n ’in bu son te r­ cüm esini o k adar m ükem m el görüyor ki bundan sonra R a d lo ff’un te r­ cüm elerinin tam am en eskim iş bir halde “ antquiert völlig” kalacağını iddia ediyor. H albuki gösterdiğim iz m isallerde ispat edilm iş olduğu üzere asıl m etinlerin bazı yerlerinin okunm ası ve tercüm esi hususu d a­ ha hallolunm am ış/çözülm em iş olm asına rağm en R a d lo ff’un te rc ü m e­ sinde T h o m se n ’dekinden daha doğru yo ru m lara rastlanabilir.

A bide m etinlerinin tam am ı göçebe b ir kavim ve devletin hayatını çok açık olarak tasvir ediyor. G öçebe b ir devletin oluşum ve çöküşü, AvrupalIların anlayabildiği devlet hayatından ne k ad a r farklı olduğunu R ad lo ff dah a önce A us Sibirien adlı eserinde ve K utadgu B ilig baskısı­ nın girişinde (ki bu giriş daha sonra “ U y gur M eselesine A it” diye R us­ ça tercüm esiyle de yayınlanm ıştır) açık olarak tasvir etm işti. T h o m ­ se n ’in itiraf ettiği üzere R a d lo ff’un görüşleri O rhun âbideleri ile ta m a­ m en güçlenm iştir. N orm al hayat tabii şartları içinde sürdüğü m üddet­ çe göçebe k avim siyasi birliğe ihtiyaç duym uyor. B öylece kavm in her ferdi kendisinin tam güvenliğini sağlayacak idareyi aşiret usulü şartla­ rında görüyor. Yani cem iyet oluşum unun bu d evresinde kam u d ü ze n i­ nin sağlanm asını ve sürm esini h ed e f edinen zor k u llanm a ve belirli k a­ nunlara sahip b ir hakim kuvvetine ihtiyaç gö rm ü y o r ve belirli b ir y ö ­ netim tarzı oluşturm ayarak, andlaşm alar yap m ay arak sadece aşiretler arasında geçerli olan ilişkilerin b elirlediği örfe göre k endini yönetiyor. D evlet kuvvetinin tem silcileri olan h an lar bazen im kan bulundukça bütün kavm i veyahut b irkaç kavm i b ir y önetim altında b irleştirebili­ yordu. F akat bu birkaç kavm i b ir yönetim altında b irleştirm e yalnız olağanüstü şartlarda olabiliyordu. B öyle zam an lard a hanlar, hüküm eti kendiliklerinden ellerine alıyorlardı. B unlar hiç kim se tarafından tayin edilm edikleri gibi h iç b ir kim se tarafından d a seçilm iyorlardı. K avim veya k av im ler bu em r-i vakiyi direnm eden kab u l ed iy o r veyahut ek se­ riya uzun m üddet karşı çıktıktan sonra kabule m ecbur kalıyordu. H atta hanın kendi idaresinde kendi kavm inin birliğe de uzun süren kanlı m

(8)

u-14 PROF. DR. V. V. BARTHOLD

h arebeler neticesinde m eydana gelebiliyordu. H albuki hanın idaresi a l­ tında bu gibi kabilelerin birlikte zirai ve m edeni ülkelere yaptıkları hü ­ cum larda d ah a az kan dökülüyordu. B u hücum ve savaş neticesinde ele geçen harp ganim etleri bu yeni oluşan hanlığın hakim kuvvetiyle h al­ kın arasım ısındırm akta esas oluyordu.

O rhun yazıtları d a böyle bir m anzara arzediyor. H anlar “T ürk-O - ğ u z”lardan veyahut “ D okuz O ğuz” lardan neşet ediyorlar ve aynı za­ m anda kendi kabileleri olan O ğuzlar ve diğer T ürk kabileleri ile uzun süren h arpler ediyorlardı. A bidelerde Çin ve d iğer m edeni k o m şu lar ile olan harplere nisbeten bu iç savaşlar hakkında daha çok ayrıntı v erili­ yor. B urada görülüyor ki han lar ve pek tabi ki onun halkı hariçteki m e­ denî m illetlerle olan harplere, aç halka yiyecek ve çıplak halka giyecek bulm ak için pek tabii bir vasıta gibi bakıyorlar. Ayrıca bu âbideler y e­ ni b ir göçebe devletinin m eydana gelişi tarihinde R a d lo ff’un dikkat edem ediği noktalardan yalnız biri hakkında yeni bilgiler de verm iştir: Ü lkenin oluşum unda etken olan olağanüstü durum lardan biri zen g in ­ lerle fukara, beylerle halk arasında cereyan eden sın ıf m ücadelelerinin şiddetlenm esi olabilir. G öçebe cem iyetlerde m ülkiyet ve sın ıf farkının bu gibi gerginliklere sebep olacak derecede şiddetlenm esi pek m ü m ­ kündür. A bideler gösteriy o r ki T ürk yurdunda Ç inliler hakim olduğu vakit - m edeni m em leketlerde olduğu gibi- T ürklerin aristokrasisi k en ­ di sınıf ayrıcalığının korunm asını ileri sürerek başka b ir m illetin elinde esarete daha çabuk alışm ışlar, m illî âdet ve ananelere sadakatsizlik gösterm işler ve h iyanet etm işlerdir. Fakat m illetin halk kısm ı (avam sı­ nıfı) başka bir toplum un esareti altına girm eye çabuk alışam am ış ve ananelerine sadık kalm ıştır. (N itekim Leh hakim iyeti devrinde Batı Rus eyaletlerinde de böyle olm uştur). B eylerin Ç in âdet ve ahlâkını kabul etm esi avam ın onlara karşı düşm anlığını artırmıştır. B undan yararlan a­ rak han sülalesini tem sil edenler, halkı Çin hakim iyetine karşı ayaklan­ dırdılar ve T ürk devletinin istiklalini canlandırdılar.

O rta A sya göçebe kavim lerinin tarihinde iç sın ıf m ücadeleleri neti­ cesinde bir m illetin siyasi birliğinin ve bir ülkenin/devletin m eydana gelişinin d iğer b ir örneği dah a vardı. O da C engiz Han devletinin o lu ­ şum u/k u ru lu şu d u r ki “ M oğol” devleti denir. F ak at b u rad a devletin k u ­ ruluşu aristokrasinin galip gelm esi sonucu oluşm uştur. C engiz Han V III. asrın T ürk hakanı gibi halkın yararına çalıştığından bahsetm iyor. B ilakis aristokrat arkadaşları için ifa ettiği hizm etleri anıyor. G erçek­

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 15

ten de bu galibiyetleri sonucunda aristokrasiye, beyler sınıfına kendi vatanlarında güvenli ve düzenli bir hayat ve savaşlarda zengin gan i­ m etler verebilm işlerdir.

Bu sınıf m ücadelesi hakkındaki m alum at ise, yalnız M oğolların des- tanî rivayetlerinde kalm ıştır. Çeşitli Çin, E rm eni ve A vrupa kaynakla­ rında b una dair m alum at yoktur. Aynı şekilde ne Çin ve ne de diğer kaynaklarda T ü rk ler arasındaki sınıf m ücadeleleri hakkında hiçbir şey yoktur. E ğer göçebe kavm in kendi hakkında tesbit ettiği o laylar daha fazla olsaydı, ihtim al diğer göçebe devletlerin teşekkülünde de sınıf m ücadelesinin önem li b ir yer tuttuğu daha açık olarak görülürdü.

O rhun k itabeleri T ürk devletinin iç yapısı hakkında epeyce m alu­ m at veriyor. Ç eşitli ünvan isim lerini vs. sayıyor. Bu m akam ve ünvan isim lerinin tam am ı doğru okunm am ış olabilir. Ş im diye kad ar okunabi­ lenlerden ise açıkça anlaşılıyor ki, bu ünvan isim leri T ürklere dışarıdan gelm iş isim lerdir. H an sülalesinin ayrı kabileler başın d a bulunan üye­ sinin lakabı olan “ Ş ad” galiba aslen İra n ’dan gelm e b ir kelim e olup “ Ş ah” kelim esiyle b ir asıldan çıkmıştır. Yine bazı unvan isim lerinin so­ nunda M oğolca çoğul kipi alâm eti olan (t) harfinin bulunm ası da d ik ­ kati çekm ektedir. P rofesör Pelliot 1925 senesi sonbaharında L en in g ­ ra d ’da verdiği konferanslarda A varların yani Ç in kaynaklarında b ahse­ dilen C ücenlerin M oğol neslinden olduğu hakkında b ir görüş ortaya koym uş ve (t) harfiyle biten ünvan isim lerinin T u-küe T ürklerine M o- ğollardan m iras kaldığı fikrini ileri sürm üştü. P ro fesö r P ellio t’nun fik ­ rine göre T ü rk ler devlet teşkilatı usulünü hep A varlardan ö ğ ren m işler­ dir. Bu m esele bir taraftan T ürklerin um um iyetle B atıdaki m edenî ka- vim lerle, d iğer taraftan da A vrupa ve A sy a ’da k endilerinden önceki göçebe k avim lerle olan m ünasebetleriyle ilgilidir.

Son günlere k ad a r hakim olan b ir fikir olarak, U zak D oğu m edeni­ yetinin B atı m edeniyeti tesiri altına hem en hiç d üşm ediği ve M oğolis­ ta n ’da yaşayan kavim lerin de yalnız Çin m edeniyeti tesiri altında k a l­ dığı düşünülüyordu. H atta E. B lochet 1910 senesinde “ R e şid ü d d in ’in M oğol T arihine G iriş” ism iyle yayınladığı eserinde O rhun k itabelerin­ de a fen T ürkçe olm am ası ihtim ali olan şeylerin tam am ın ın Ç in ’den gelm e olduğunu ve M oğolların pek eski devirlerde bile Ç in m edeniye­ tini tanıdıkları halde, İslâm m edeniyetiyle tem aslarının yalnız m illî d ev ­ let teşkil edip İslam ülkelerinde fetihler yaptıktan so n ra m eydana gel­

(9)

diğini kabul ediyor. H albuki buna karşı en kuvvetli delil gerek VIII. asır T ürklerinde ve gerekse X III. asır M oğollarında Batı A sy a’dan gel­ m e alfabelerin olm asıdır.

O rhun kitabeleri daha X V III. asırda bilinen Yukarı Yenisey âbide­ lerinin yazıldığı dilde yazılm ıştır. Bu Yenisey yazılarındaki bazı harfle­ rin A vrupa alfabelerine b enzer olduğuna d ah a o zam an d ikkat eden o l­ m uştur. B u harflerin oluşum larına bakılırsa O rhun âbidelerinde kulla­ nılan harflere nazaran daha eski oldukları görülür. B unlar belkide VII. asra ait olabilirler. B unların tarihini daha doğru olarak belirlem ek m üm kün değildir. A ncak dikkate şâyândır ki bu yazıların hiç birinde, hiç olm azsa O rhun T ürkleri tarafından kullanılan “O niki hay v an ” ta k ­ vim iyle olsun hiçb ir tarih konm am ıştır. H albuki Ç in ve İslam kaynak­ larına göre o zam an Yukarı Y enisey’de Kırgızlar oturuyordu. Bu itibar­ la bu yazılar K ırgızların da olabilir. B u K ırgızların oniki senelik takvi­ mi kullandıklarına dair kaynaklarda kayıtlar vardır. H atta bazı bilginler bu takvim in esasen K ırgızlar tarafından icat edildiği görüşünde idiler.

O rhun ve Yenisey yazılarının kaynağı m eselesini ayrıntılı olarak tet­ k ik eden kişi FinlandiyalI bilgin D onner’dir. D onner, anılan harflerin daha çok İra n ’da M .Ö III. asır ile M .S III. asır arasında hakim olan Ar- şak S ülalesinin sikkelerindeki harflere benzediğini söylüyordu. O z a ­ m andan beri D oğu T ürkistan ve Batı Ç in ’in ortak hudutları olan bölg e­ lerinde çalışan İlm î heyetler D oğu İran lisanında bir çok vesikalar elde ettiler. Bu D oğu İran lisanını Sogd D ili diye isim lendiriyorlardı. (Sogd, Z erefşan havzasında S em erkant’la B uhara arasındaki yerin ism idir). Bu elde edilen vesikalar M .S I. asra aittir. Sogd eserleriyle en çok ilgilenen G authiot Yenisey O rhun yazıtlarının esasen Sogd harflerinden doğup geliştiğini ve S o g d ca’nın da M.S I. asırda yazılan şeklinden daha eski olan b ir şeklinden doğduğunu iddia ediyordu. H albuki şim diye kadar bulunan T ürkçe kitabeler M .S VII. asırdan daha gerilere götürülem iyor. B undan dolayı, yazıları asıl Sogdça örneğine daha yakın bir eski T ürk âbidesi bulunm adıkça en eski T ürk alfabesinin ortaya çıkış ve gelişm e­ sini ilm î olarak ispat etm ek ve belirlem ek m üm kün değildir.

Türkler, anlaşılan yalnız dışarıdan alfabe alm akla yetinm eyip buna bazı yeni işaretler de ilave etm işlerdir. M esela oq ve uq seslerini y az­ m ak için kullandıkları (tjr) işareti gibi... Bu işaret T ürkçe “ O k”u göste­ riyor. A yrıca alfabenin ses ile ifadesine (fonetik/vokal özelliklerine) ve özellikle sesli uyum u kuralına uygun hale getirm işlerdir.

B undan dolayı T ürklerin o zam an kullandıkları en eski alfabe so n ­ raki zam anlarda kullandıklarından çok daha gelişm iştir. B u alfabe ile yalnız âbideleri değil başka bir çok şeyleri de yazdıklarını düşünm ek m üm kündür. S onra kağanlık soyundan birisi tarafından han adına d ik i­ len âbidenin yazısı, aynı sülaleden üç hana h izm et eden T ürk devlet adam larından V ezir T onyukuk adına dikilen âbidenin yazısına nisbeten dah a gelişm iş ve düzgündür.

 bidelerin y a z ım uslûbu ve ibareleri bunlardaki m edeniyet sev iy e­ sinin -alelâde göçebe hayatı yaşayanlarda bekleneceği gibi- aşağı o l­ m adığını düşündürüyor. H atta han bütün T ürk kavim lerini, kendisinin yazıp bıraktığı âbideleri okuyarak anlam aya ve bundan kendi hanlarının başarısını ve halkın hana karşı isyanı sonucu başlarına gelen zorlukları bilm eğe d av et ediyor. H alk arasında okum anın ve yazm anın bu kad ar yayıldığını düşünm ek elbette zordur. F akat k itabelerdeki bu sözler, devleti idare eden kişinin yani hanın kendi vazifelerini, C h a v an n e s’ın “H anlar bu heykellerinde yalnız kendilerinin vahşî şöhretlerini (R eve de gloire brutale) anlatm ışlardır.” sözleriyle anlatm ak istediğinden d a ­ ha kapsam lı olarak anladığını gösteriyor. B u âbidelerde T ü rk lerin ta lih ­ siz, kötü günlerinde kanlarının sular gibi aktığından bahsediliyor. F akat galibiyet günlerinde d iğer kavim lerin dökülen kanından b ah sed ilm i­ yor. Ö ldürülen düşm anların m iktarı söylenm iyor. M uharebe ânında gösterdikleri vahşice hunh arlık larla iftihar edilm iyor. H albuki b unlar m e şh u r  suri H üküm darlarının âbidelerinde iftiharla anılır. H alkın ru ­ hi durum unu anlam ak için dinî inançlarının bilinm esi çok önem lidir.  bidelerde b unlara ait hiçbir bilgi verilm iyor. Yalnız gök ve y er in an ç­ larından bahsediliyor. B u m ünasebetle bazen “T ürk göğü, T ü rk yersu- y u ” gibi ifadeler kullanılıyor. “T engri” kelim esi bizim bild iğ im iz “ se­ m a” ve “ ulûhî sem a” m anasında kullanılıyor. Yersu (yersub) hakkında söz geçen yerlerde, “ yersu” tabiriyle y er ruhlarının tam am ı değil b e l­ ki de b ir ilâhe (tanrıça) kast olunduğu anlaşılıyor. T h o m se n ’in son te r­ cüm esinde (die türkischen heilliggen Yer Sub) T ürk m ukaddes yersu- ları diye çoğul olarak gösterm esi bu n oktada b ir m üphem iyet m ey d an a getirm ektedir. D iğer ilahlardan yalnız m em edeki çocukların hâm isi olan U m ay zikrolunuyor. H an kendi anasını U m ay dediği ilâheye b e n ­ zetiyor. B u ilâhe şam an, T ürklerin A lta y ’daki o soydan gelenlerinde bu güne kad ar m ahfuz kalm ıştır. Ş üphesiz T u-küe T ürkleri şam an id i­ ler. B ununla berab er genellikle T ürk lisanında şam an kelim esine m u ­

(10)

18 PROF. DR. V. V. BARTHOLD

kabil kullanılan kam kelim esi âbidelerde hiç kullanılm am ıştır. Yenisey yazılarında ise tengri kelim esiyle berab er b ir de bel k elim esine te sad ü f ediliyor. Ş üphesiz bu da şam anların saygı duydukları ruhlardan biri o l­ m alı. Fakat O rhun yazılarında bu kelim e yoktur. M edenî dinlerin T ürk- ler arasında yayılm ası Ç in kaynaklarında söz konusu olduğu h ald e O r­ hun âbideleri bu hususta b ir şeyden bahsetm iyor. Ç inlilerin b ild ird iğ i­ ne göre han kendi payitahtında (başkentinde) bir B udist tapınağı y ap ­ m ak istem iş, fakat m üşaviri T onyukuk “ B udist m ezhep ve ö ğretisi gö ­ çebe T ürklerin askerî kabiliyetlerine zarar verir” diyerek hü k ü m d arı­ nın fikrini değiştirm iştir. B atıdan gelen dinî propoganda hak k ın d a ise m alum at daha azdır. Eskiden Finike alfabesinin yayılm ası gibi T ürkler arasında İran alfabesinin yayılm ası öncelikle sırf ticarî m ünasebetlerin kuvvetlenm esi neticesi olup hiçb ir dinî propaganda ile ilgili değildi. İra n ’ın m illî dini olan Z erdüştlük uluslarası dinî propaganda ile ilgilen­ m edi.

M akedonyalI İskender’in fetihlerinden sonra D oğu İran vilayetleri birçok zam an B atı vilayetlerinden ayrı kalarak H int m ed eniyetiyle B u ­ dist dininin etkisinde kaldılar. B uda dinini yaym aya çalışanlar (dâileri, tebliğcileri) İranîler ve T ü rk ler arasındaki faaliyetleri esnasında bazen H int alfabesinden de istifade ediyorlardı. D oğu T ü rk ista n ’da AvrupalI­ lar tarafından yapılan eski eser araştırm aları neticesinde biz şim di H int harfleriyle yazılan T ürkçe B udist yazılarını elde etm iş bulunuyoruz. L âkin B udistler pek az b ir zam anda Sogd m illî alfabesini kabul ettiler. S onra bu harfler, ileride göreceğim iz üzere T ürkler arasında da yayıldı. O rta A sy a ’da yaklaşık olarak M .S III. asırdan başlayarak yayılm aya b aşlay an M anihailik (M ani m ezhebi) ve H ıristiyanlık da k endileriyle b era b er alfabelerini getirdiler. M anilik H ıristiyanlıktan sonra, Z erdüşt d inini H ıristiyanlık ve B udistlikle uyum lu hale getirm ek fikriyle m e y ­ d an a gelm iştir. B ununla b eraber M anihau (M ani) dini O rta A sy a ’da H ıristiyanlıktan daha önce yayılm ış olsa gerektir. Bu sırada dinle alfa­ be arasında bir irtibat m eydana gelm eğe başlıyor. M anihailer kendi a l­ fabelerini, H ıristiyanlar ise “ Süryani alfabesi” adıyla d iğer b ir alfabeyi kabul ediyorlar. H atta H ıristiyanlığın O rta A sy a ’da y ayılan çeşitli m ez­ hepleri arasında da aynı Süryani yazılarının kullanıldığı görülüyor. M a- nihailiği veya H ıristiyanlığı kabul eden T ürkler veya İran iler uzun m üddet M anihai veya Süryani yazılarını kullanm ışlardır. B ununla b e ra ­ b er m illî Sogd yazısıyla yazılan bazı M anihai ve H ıristiyan m etinlerine de te sad ü f olunuyor. Bazen M anihai T ürk m etnin her iki alfabe ile y a ­

ORTA ASYA TÜRK TARÎHÎ 19

zılanları da bulunuyor. B unların biri M anihai ve diğeri “ M illi Sogd- ça”dır.

O ğuz T ürkleri devletinin yıkılm asından pek az zam an sonra, g ele­ cek derste bahsedeceğim iz üzere M anihai dini T ürklerin arasında b ü ­ yük ölçüde yayılm aya başlam ıştır. F akat V I.-V III. asır T ü rk devleti za­ m anında Sogd ticaretinin senelerce (bozkırlarda) yayılm asına paralel olarak dinî propagandada başarılı olunup olunm adığını bilem iyoruz. T abiidir ki S ogd tüccar ve m isyonerlerinin esas faa liy et sahası Çin d a­ h iline giden ticaret yolu olm uştur. Bu yolda L o b -n o r’a k ad a r S ogd k o ­ lonileri kurulm uştu. P e llio t’nun araştırm aları sayesinde b iz V II. asırda L o b -n o r’d a b ir Sogd k o lo nisinin kurulduğunu ve o ndan sonraki yüz sene zarfında b unların hâlâ b ir nevi m uhtariyetleri (ö zerklikleri) b u lu n ­ duğunu biliyoruz. F akat aynı zam anda Sogd tüccarları, T ü rk b ozkırla­ rında ve bilhassa H an ordularında kendi m a lla n için iyi ihraç yerleri buluyorlardı. Bu şekilde orada Sogd kolonileri o rtaya çıkıyordu. Çinli B udist rahibi (hacısı) H sûan-tsang 630 senelerinde O rta A s y a ’dan g eç­ m iştir. O nun rivayetinden anlıyoruz ki Sogd ticaret şehirleri ta o zam an b ile B atı T ürk m em leketlerinden Ç u N ehri sa h ala n n a k ad a r m evcuttu. Isıkgöl’ün güney sahilinden geçm iş ise de oralarda şeh irlerin b u lu n d u ­ ğundan bahsetm iyor. H albuki Tang S ülalesi tarih in d e b u rala rd a da şe­ hirlerin varlığından bahsolunm aktadır. O rta A sya hakkındaki m alum at M .S IX. asrın ilk senelerine ait olaylarla sona eriyor. Ş am an inançları b ilh a ssa T ürklerin cenaze ve defin m erasim inde görülm üştür. Ç in k a y ­ naklarından anlaşılıyor ki T ü rk ler askerlerin kabirleri üzerine bunların öldürdükleri d üşm anların h eykelini dikerlerm iş. O rhun âbideleri Ç in ­ lilerin verdikleri bu haberleri tam am en destekleri. B u âbidelerden ö ğ ­ rendiğim ize göre bu nevi heykellere “ B albal” d enilirm iş. B u k elim e­ nin m enşeinin Çin o lduğu söyleniyor. Bu heykellerin dikilm esi esn a­ sında m erasim yapılıp yapılm adığı hakkında O rhun âbideleri bir m alu ­ m at verm iyor. F akat B izans kaynaklarından anlaşıldığına göre Türk hanlarının kabri yanında bazan T ürk elinde esir kalan d ü şm anların b a ş­ buğları öldürülürm üş. Ş üphesiz bu âdetin esası d iğer şam anî kavim ler- de olduğu gibi öldürülm üş adam ın kıyam et gününde k endisini öldüren veya nâm ına öldürm üş o lduğu kim seye hizm et ed eceğ in e dair olan inançtı. Bu inanç ilkel v e m edeni dinler arasındaki esas farkı teşkil ed i­ yor. Ş am anîlik gibi ilkel insanların dinleri bir takım ahlakî m efkûreler- le alâkadar değildi. B unlarda kıyam ete im an, ahirette b ir nevi hesaba çekilm e ve uhrevî b ir sorum luluk olduğuna inanm ayı gerektirm iyor.

(11)

Yani insan b ir kim seyi öldürdüğü için kıyam ette ceza görm ekten k o rk ­ m uyor. B ilakis ne kadar çok öldürürse o nispette itibar göreceğini d ü ­ şünüyor.

A bidelerin yazıları ve o âbidelerle beraber bulunan d iğer heykeller, o güne kad ar yazm a tarihî eserlerde bulunan m alum atın b ir çoğunu doğrulayan ve yanlışlığını savunan fikirleri geçersiz hale getirdi. Ve görüldü ki V III. asırdaki T ürk balbalları zahirî şekilleri itibariyle G ü ­ ney R us bozkırlarından başlayarak devam eden uzun m esafelerde b u ­ lunan ve R uslar tarafından Taş B a b a “ K am ennaya b o b a” diye tesm iye olunan heykellerin aynıdır. T ürklerin kabirler üzerine böyle balbal heykelleri dikm e âdetleri h akkında Ç in kaynaklarındaki bilgilerden başka, M .S X III. asrın ortasında K atolik m isyoneri R u b ru q u is’un da ayrıca b ir rivayeti vardır. O na göre yüzü D o ğ u ’ya yönelm iş bu gibi h eykelleri o zam anda G üney R u sy a ovalarında oturan b ir T ü rk kavm i olan K u m an lar d a (Rus vakayipâm elerinde Polovets) dikiyorlardı. Çin kaynaklarının rivayetleriyle o kaynaklardan tam am en bağım sız olan A vrupa kaynaklarındaki rivayetlerin birbirine uygun olm asına rağm en R adloff, A us Sibirien adlı kitabında hem Ç in tarihçilerinin ve hem de R u b ru q iu s’un h ata ettiklerini ve bu çeşit heykellerin R u sy a ’da T ü rk le­ rin o rtaya çıkm asından ve istilasından çok önce geçm iş asırlarda dik il­ m iş olduklarını iddia etm işti. B öyle b ir görüş ancak Yenisey âbideleri üzerindeki yazıların anahtarının daha bulunm adığı bir devirde m ü m ­ kündü. Bazı O rhun balballarında olduğu gibi bir çok Y enisey b alb alla­ rının üzerinde de bir nevi yazılar vardı. Şim di O rhun yazılarının anahta­ rı bulunduktan sonra o yazılar d a okunabilm iş ve T ürkçe oldukları an ­ laşılm ıştır. B ugün R usça “ Taş b ab a” denilen o heykellerin m enşeinin T ü rk olduğundan zerre k ad a r şüphe yoktur.

R a d lo ff aynı zam anda Ç inlilerin T ürkler hakkındaki m alum atların­ dan b azılarına da itiraz etm işti. M esela T ürklerin devlet kurm alarından önce bile dem ircilikle m eşgul oldukları hakkında Ç in kaynaklarının verdiği m alum atı gerçeğe uygun bulm uyor, m adencilik işleriyle b ed e­ vi hayatı birbirleriyle uygunluğu m üm kün olm ayan b irer durum olarak anlıyordu. Bu hususta O rhun yazıtları, Ç in kaynaklı bilgilerin doğruluk veya yanlışlığına dair h içbir yeni bilgi verm iyor. H albuki göçebe h ay a­ tında bile dem ir silahlar kullanıldığı hakkında T ürk ve M oğol h alk riva­ yetleri tanıklık etm ektedir. Çin kaynaklarında T ürklerin bazen cen aze­ yi yıkam ak âdetleri de olduğu söylendiği halde R ad lo ff bazı kabirler

üzerinde yaptığı araştırm alarda böyle b ir işaret g örem em iş ve bunu da yazm a tarihi eserlerin bilgileriyle m addî m edeniyet k alıntılarından alı­ n acak bilg iler arasındaki çelişki olarak izah etm iştir. O rhun yazıtların­ dan ancak şu kadarı m alum o luyor ki T ürk halkının in ancına g öre insa­ nın ruhu, öldükten so n ra k u ş v eyahut böcek suretine ten asü h ederm iş (dönüşürm üş). Vefat eden hakkında “ uçtu” deniliyor. M a lu m d u r ki G arbî T ürklerde h atta İslâm iyeti kabulden sonra “ ö ld ü ” y erin e “ şonkar b oldu” yani “ şahin o ld u ” deyim i kullanılıyordu. B undan anlaşıldığına göre insanın cesedini m u h afaza etm eğe galiba eh em m iy et v erm e m iş­ lerdir. F ak at b ir h ab ere göre T ürklerin A raplarla savaşları esnasında T ürk kum andanının cesedi A rapların elinde kalm ış ve b u hadise k u ­ m andanın vefatından dah a ağır b ir felaket olarak görülm üştür. F akat bu durum dinî m ahiyette olm ayan b ir nam us m eselesi o la ra k d eğ e rlen ­ dirildiğinden kaynaklanm ış olabilir. G erçekte bunlarda, kadınların harpte düşm an eline geçm esi büyük b ir zül (aşağılayıcı b ir felaket) o la­ rak telakki olunduğu gibi b ir kum andanın cesedinin de düşm an eline geçm esi aynı şekilde telakki olunurdu. T ürklerde defin ve cen aze m e­ rasim i hakkındaki ayrıntılı m alum atı âbidelerden ziyade hanların gö­ m üldükleri yerlerde yapılan kazılar verebilirdi. B u k azıları R a d ­ loff, m eslektaşları ve onlardan sonra 1925’te P rofesör V lad im irtso ff yaptılar. A ncak bugüne k ad a r bu kazılar neticesinde b ir m e za r ortaya çıkm adı. O labilir ki d iğ e r b ir çok kavim lerde olduğu gibi T ü rk ler de h a n lan n defni esnasında b irkaç çukur kazarlar, d üşm anların eline g eç­ m esinden ve aşağılanm aya uğram asından korum ak am acıy la cesedi ve­ ya külünü o çukurlardan belirsiz b ir şekilde yerine koyarlardı. V ladi- m irtso ff’un yaptığı kazıların en çok göze çarpan neticesi, b ir T ürk as­ kerinin kabri içinde b u lu n m u ş ve gayet iyi olarak ko ru n m u ş olan h ey ­ kelidir. B u heykelde T ü rk ırkı örneğinin (prototip) b ütün çizgileri (özellikleri) görülm üştür. B u nev i hey k eller d ah a ö n ce y erü stü n d e de bulunuyordu. A ncak başları bulunm azdı. B unların başlarını kırm ak M oğolların işidir. O n lar eski ad a m la n n resim lerinin h ayattaki insanla­ ra zarar vereceği inancında idiler. A nlaşılıyor ki heykellerin başlarını kırm ak İslam lığın yayılm adığı yerlerde de âdet idi. H albuki bu güne ka­ d ar b u hadiseyi sırf İslâm taassubu neticesi olarak te fsir ediyorlardı ki doğru değildir. G elecekte yapılacak kazılar ihtim al dah a b ir ço k yeni bilg iler verebilir... O zam an a kad ar T ürklerin cesetleri y ak m a âdetleri hakkındaki Ç in haberlerini reddetm ek herhalde esassız olur. Ç ünkü R a d lo ff’un kazılarından sonra bozkırlardaki bazı kabirlerde cesetlerin

(12)

22 PROF. DR. V. V. BARTHOLD

etrafında kalıntılara rast gelinm iştir. Ç inliler Tiirklerin göm m e m erasi­ m ini birçok defalar yakından görebiliyorlardı. Bazı T ürk hanları düş­ m anlarının sıkıştırm asıyla vatanlarından kaçıp Ç in ’e gelerek orada ve­ fat ettikleri zam an ahalinin gözü önünde kendi âdetlerine göre defin olunuyorlardı. Bu cihetle Çin kaynaklarının verdikleri bilgilerin hatalı olm ası ihtim ali kalm ıyor dem ek m üm kündür.

B u dersten m aksadım tarihte ilk defa olarak kendisini T ürk adıyla isim lendiren b ir kavim den kalan yazılar, âbideler ve heykelleri ö ğ ren ­ m ek neticesinde elde edilen esas fikirleri izah etm ek idi. Şim di bu ne­ ticelerin önceden yaşayan kavim lerden hangisinin bu T ürklere yakın veya uzak kardeşlik m ünasebetinde bulunduklarını öğrenm ek ve M .S V I.-V III. asır T ürk devlet hayatının olayları, Türk kavm inin bundan sonra geçen asırlardaki hayatını izah etm ek için ne derece yardım ed e­ bileceği gibi m eseleler kalıyor ki, g elecek derslerim iz de bu m ev zu la­ ra ait olacaktır.

İkİn c î D e r s

T ürklerin ve um um iyetle O rta A sya kavim lerinin tarih in i öğrenm e yolundaki engellerin birinci derste bahsedilenlerden b aşk a b ir diğeri daha vardır. O da çeşitli d evirlerin pek düzensiz b ir surette g österilm iş olm asıydı. B ir kavim veyahut b ir ülkenin tarihinin belirli b ir devri h ak ­ kında oldukça ayrıntılı bilgilere sahip olduğum uz halde, aynı kavim v e­ ya ülkenin o belirli devirden önce veya sonra nasıl b ir h ay at geçirdiği h akkında ekseriya herhangi bir kaynakta m evcut birkaç kelim e ile y e­ tinm ek m ecburiyetindeyiz. H albuki b ir kavim veya ülkenin aşam a aşa­ m a oluşan tarihî olaylarını layıkıyla öğrenm ek için o kavm in tarih in d e­ ki her safhayı iyice görm ek im kânına sahip olm alıyız. İstenilen bilg ile­ rin kaynaklarda bulunm ayışı bu d evirler h akkında çeşitli g ö rü şler o rta­ ya atılm asına ve sübjektif fikirler ortaya konm asına m eydan veriyor. B undan dolayı m eselenin İlm î b ir sıhhat ve k atiyet d ahilinde tetkiki im ­ kansız oluyor.

M oğol devrine k adar Ç in ’le aynı hudutları paylaşan göçebe d ev let­ ler tarihinde O rhun âbideleri - e v v e lk i derste görüldüğü ü z e r e - ta m a ­ m en istisnai b ir y er teşkil ediyor. M .S V I.-V II. asır T ü rk devletinden önce steplerde ortaya çıkan ve oluşan göçebe devletler h akkında yalnız Ç in kaynaklarındaki c ü z ’i b ilgilerle yetinm ek m ecburiyetindeyiz. Bu kavim ler ise tarih sahnesinden -k o n u ştu k la rı lisanlarından b irk aç k eli­ m e bile bırakm ayarak- çekilip gitm işlerdir.

B ir kavm in hangi lisan la k o nuştuğu m eselesini h alletm ek için b u ­ güne k ad a r esas kabul edilen kaynak, Çin tarihlerinde Ç in h iy e ro g lifiy ­ le yazılm ış olan sınırlı sayıda kelim eler, bilhassa b ir takım isim ler, Un­ van ve lakaplardı. Çin hiyeroglifleriyle telaffuz kurallarına göre bu k e­ lim elerin şu ya da b u türlü telaffuz olunduğuna hükm ediliyordu.

(13)

Orhun yazıtları eski alim lerin lisan hakkındaki bu çeşit çıkarım larını ve ulaştıkları neticeleri kontrole yol açtı. K ontrolün neticeleri ise bahsi geçen alim lere pek tatm in edici veriler sağlayan bir m ahiyette değildir. H atta T ürk olduklarında şüphe olm ayan kavim lerden kalan T ürkçe k e­ lim eleri tetkik edenlerin görüşleri, bu tetkikatı yapan k işiler T ürk lisa­ nının en büyük alimleri oldukları halde bile hatalı çıkmıştır. Orhun yazıt­ ları d ah a bulunm adan az önce R adloff birkaç eserinde, m esela bunlar­ dan biri olan “ K utadgu B ilig” baskısının önsözünde T ürk hüküm darla­ rının Çin kaynaklarında Çin hiyeroglifiyle yazılan Unvanlarını (isim leri­ ni) tetkik ve tesbit çalışm asında bulunm uştu. O rhun yazıtları, R ad ­ l o f f un görüşlerinden (teorilerinden) birçoğunun esassız olduğunu m ey­ dana çıkardı. M esela Çin hiyeroglifiyle yazılan bir kelim eyi R adloff “ bek” diye okuyordu. H albuki “b ek ” değil “bilge” im iş. D iğ er b ir k eli­ m eyi “aydınlık” diye okum uştu, halbuki “ aytengri” diye okum ak lazım im iş. Ç ünkü o zam anki T ü rk lisanında “ aydın” kelim esi yo k im iş vs.

O rhun yazıtlarından anlaşılıyor ki Ç inlilerin bazan kendilerince bi­ linen kavim lere, bu kavim lerin k endilerine verdikleri isim den b ü sbü­ tün başka b ir isim verirlerm iş. M esela Ç in k ay n ak ların d a “ Kıyat” kav- m iyle birlikte daim a bir “ H i” kavm i zikrolunuyor. O rhun kitabelerinde ise “K ıta y ” larla birlikte b ulunan b u k avm in y erinde “T atabı” ism i anıl­ m aktadır. İşte bu iki isim arasında hiçbir benzerlik olm adığı halde Çin k aynaklarındaki “H i” ism iyle O rhun kitabelerindeki “T atabı” ism inin aynı kavm in iki ism i olduğunda A vrupa bilginleri görüş birliği içinde­ dirler. Ç in hiyerogliflerinin m u h te lif göçebe d evletlerin devirlerine m ukabil gelen m u h te lif zam anlarda ne şekilde telaffuz edildiklerini si- n o îo g la r dah a doğru olarak tesbit edem em işlerdir. İşte bu m esele de g ö çeb e T ü rk kavim lerinin tarihini tetkik eden âlim lere çeşitli zorluklar çıkarm aktadır: O rta A sy a’d a yaşayan şu veya bu kavm in lisanını Çin h iyeroglifleriyle yazılan kelim elerle belirlem ek hususunda yapılan ç a ­ lışm alar birkaç defa tekrar edilm iştir. B u çalışm alar ilk olarak bu k a­ vim lerin en eskisi olan H unlar hakkında yapılmıştır. M alum dur ki H un- la r M .Ö II. asırda Çin hududunda kuvvetli b ir devlet kurdular. S onra A v ru p a ’ya k ad a r gelerek M .S V. asırda tanındılar. H unları T ürk sayıyor­ lar. Ç inliler de M .S VI. asır T ürklerini H u n lan n halefleri olarak y azı­ yorlar. Ç in kaynaklarında H unlara nispet edilen kelim elerin aslının T ürkçe olup olm adığını tetkik için yapılan karşılaştırm alı çalışm aların e n bilin en i Jap o n D oğu tarihçisi S h ira to ri’nindir. Bu çalışm aların ne k a d a r b aşarısız olduğunu şundan anlayabiliriz ki Prof. S hiratu.i bizzat

k endi fikrinden döndü ve tam am en H un lara nispet edilen k elim elerin T unguz lisanıyla daha güzel izah edilebileceği neticesine vardı. H un- lardan sonra D oğu M o ğ o listan ’da h üküm et süren göçebe k avm in m en- şeinin T unguz olduğu dah a az şüpheli kab u l ediliyordu. B u kav m in is­ m ini yalnız Ç in ce’den S ien-pi şeklinde yazılan hiyerogliften ö ğ ren e b i­ liyoruz. B unlar H unlann D oğu kom şuları ve dü şm an lan sıfatıyla anılı­ yorlar. B u sıfatla M .S I. asır sonunda M oğ o listan ’d a H u n la n n y erini iş­ gal ederek tıpkı H unlar gibi asıl Çin ülkesinin kuzeyinde birkaç sülale teşkil etm işlerdir. H u n lan n ak sin e b ugüne k adar S ien -p iler hakkında yazı yazan tarihçilerden hiçbiri bu k avm i T ü rk diye d eğ erlen d irm em iş­ ti. Bunları yalnız T unguz zannetm işlerdi. Prof. P ellio t L en in g ra d ’da verdiği konferanslarında bildirdiğine göre Ç in eserleri arasında Sien- p ilerin b ir lügat kitabı b u lunm uş v e b u k itap te tk ik o lu n d u ğ u n d a g ö rü l­ m üştür ki tam T ürk lisanıdır. İşte bu sebepten S ien-pilerin T ürk o ld u k ­ larında hiç şüphe kalm ıyor. Prof. P e llio t’nun bildirdiği bu h u su s gayet ehem m iyetlidir. B u gösteriyor ki Ç in k aynaklarında g öçebe k o m şu la ­ rın lisanı hakkında bugüne k ad a r tahm in olunan m iktardan dah a fazla belirli ve açık bilgiler alabilm ek m üm künm üş. Ç ünkü S ien-pi lügatinin bulunm ası m ünferit b ir v ak ıa değildir. D aha ö n ce P rof. P ellio t y ay ın ­ lanm ış b ir m akalesinde O rhun k itabelerinde bahsedilen b ir kavm in y a ­ ni “ K ıtay”ların da Ç in eserleri arasında korunm uş b ir halde k alm ış bir lügat kitabının varlığından h ab e r verm işti. B u lügattan anlaşıldığına g ö ­ re şim diye k adar T unguz sayılan K ıtaylar hakikatta M oğol diliyle k o ­ nuşuyorlarm ış.

P ellio t’nun geçen derste söylediğim fikirleri ban a p ek açık g ö rü n ­ m üyor. Söktürklerden önce hü k ü m et süren T ürk lerin k i k a d a r geniş o l­ m asa d a (M .S V. asır ile VI. asrın ilk yarısında) O rta A sy a’nın bütün d o ­ ğu kısım larını idare eden A varları hiç şüphe etm eyerek M o ğ o l n eslin ­ den sayıyor. Bu fikrinde hangi esasa dayanıyor, bunu bilem iyorum . Ç inlilerin bu k avm e verdikleri ism in, b u kavm in hak ik i ism iyle hiçb ir ilgisi yoktur. Ç inliler b u n lara Z u-zen yahut Z uan-zuan diye u ydurm a b ir isim veriyorlar. Ç in c e ’de bu kelim e nadir b ir tü r “k u r f ’a isim o la ­ rak verilirm iş. Şüphesiz Ç in liler b u k elim e ile g öçebe k av im lere karşı az çok besledikleri nefreti ve onları küçüm sediklerini gösterm iş o lu ­ yorlar.

“ Avar” kelim esine Ç in k aynaklarında rastlanm ıyor. O rhun âb id ele­ rinde b u kelim enin b u lunup b u lunm adığı hususu sorulabilir. O rhun y a ­

(14)

26 PROF. DR. V. V. BARTHOLD

zıtlarındaki Par-purum yahut apar-apurum şeklindeki bilm ece tarzın d a­ ki' kavim isim leri bu âbidelerin birbirinde ve aynı zam anda kitabeleri yazan kişinin kendi zam anı değil, geçm işteki hayatı bildiren b ir yerin ­ de anılıyor. T hom sen son tercüm esinde bu kelim eyi apar-apurum diye iki kelim e ve iki m üstakil kavm in ism i olm ak üzere izah etm iştir. A n­ cak her ikisine de soru işareti koyarak kesin olm adığını bildirm iştir. A var kelim esine ise Bizans ve B atı A vrupa ve R us k aynaklarında çeşit­ li şekillerde (Rus vakâyinâm esinde “ ob ry ” diye) te sad ü f olunur. B i­ zanslIlar ise, hakiki A vadarla sahte A v ad an ayırarak hakiki A varlann D oğuda yok olduğunu söyleyip Batı A vrupa’ya bu isim le gelen kavm i de yalnız hakiki A varlann isim lerini kendilerine nisbet eden b ir kavim o larak gösteriyorlar. Fakat anlaşılan BizanslIların bu şekilde iki kısm a ayırdıkları kavim , bir tek kavim veya herhalde birbirine pek yakın olan iki kavim olsa gerek...

Prof. P ellio t’nun söylediklerini destekleyen bazı duru m lar d a var­ dır. B unlardan birisi Tuna B ulgarlarının eski aristokrasi hakim iyeti devrine ait Slav vakâyinâm esinde te sad ü f olunan doğrudan doğruya B ulg arca kabul edilen sözlerdir. M alum dur ki B ulgarlar esasen Slav da değildiler. H atta kendilerinin Slav özelliği olm ayan kıyafetlerinden b a ­ zı alâm etlerini bugüne kadar korum uşlardır. V akâyinâm edeki bu b il­ m ece tarzındaki kelim elerin .Slavca ile b ir alâkası olm adığı kesin oldu­ ğundan bunları T ürkçe veyahut T ü rk ç e’ye yakın lisanlarla izah etm ek üzere çalışm alar yapılm ıştır. Bu hususta en çok tercih edilen fikir F in ­ landiyalI Prof. M ikkola’nın fikridir. B u zat sözkonusu kelim elerin h ep ­ sinin “oniki h ayvan” ism iyle olan takvim deki isim lerden ibaret o ld u ­ ğunu ileri sürm üştür. B unun içerisinde “y ılk ı” (at) senesinin bu ta k ­ vim de T ürkçe değil belki M oğolca olarak “m orin” kelim esiyle y az ıl­ m ış olduğu görülm üştür.

A varlann M oğol olm ası görüşü (teorisi) ortaya atılm adan önce bö y ­ le bir takvim de M oğolca bir kelim eye te sad ü f olunm ası pek garip g ö ­ rülürdü. E ğer A varlann M oğol o ld u ğ u kesinleşirse, bu kelim en in Bul- garlara D oğudan A varlar tarafından getirilm iş olduğu anlaşılacaktır. Ben yalnız bu m isalle yetineceğim , yoksa tarihi M oğolların o rtaya ç ı­ kışından çok önceleri için B atı taraflarında M oğolca kelim eler a ran m a­ sı yolunda bazı bilginler daha birçok zay ıf karşılaştırm alı çalışm alar yapm ışlardır. H atta bu yolda en büyük bilginler b ile büyük b ir cesaret­ le faraziy eler o rtaya koym aya k ad a r işi götürm üşlerdir. B unlardan b i­

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ 27

risi olan M arquait yukarı A m u-derya (C eyhun) h avzasında b ir vilayet ism i olan Ç eğanyan kelim esini M oğ o lca tesağ an (bey az)la k arşılaştır­ m a çalışm asında bulunm uştur. Ç ağanyan kelim esinin M oğolca olup olm am ası tartışm a konusu olm asına rağm en M arq u ait b u kelim eyi ta­ rihte M oğolca olduğu kesin (M it S icherheit B elegt) ilk k elim e diye k a ­ bul ediyor.

D iğ er taraftan P ellio t’nun fik rin e karşı da birço k k u v v etli itirazlar o rtay a konabilir. V âkıa Jujen/C ücen veya A varlann hakim iyeti daha M .S V. asırda Batı tarafına doğru iyice uzak yerlere, D oğu T ü rk is­ ta n ’daki K a ra şe h ir’e k ad a r gelm işti. Ve bu h are k et d iğ e r b ir kavm in, so n ra da T ü rk ler tarafından m em leketleri fethedilen H aytal veya A k- hunların B atıya, A m u-derya (C eyhun) havzasına göç etm elerini gerek ­ tirm işti. F akat C ücenlerin hareketi bu k ad a r m ühim o lduğu halde eğer b u n la r M oğol kavm i olsa idi, neden son zam an lard a O rta A sy a ’d a y a­ pılan eski eser kazıları ve tetkikatı neticesinde C engiz H an devrinden önce yazılm ış b ir tane M oğol m etni bulunm adı? M am afih Prof. P elli­ o t’nun fikrini destekleyecek b ir ihtim al vardır, o da - d ah a M .S V. asır­ d a İra n -S o g d tüccarlarının A vrupa’y a göç etm iş olan H u n larla Ç in h u ­ dutların d a oturan küçük H un devleti arasında m ü nasebette bu lu n d u k la­ rını bilm em ize rağm en - Avarlar zam anında Sogd ve Batı tüccarlarının O rta A sya göçebe kavim leriyle m ünasebetleri sonradan T ü rk - Tu- küe/T u-kiu hüküm eti devrinde görülen derecede gelişm em iş olacağını tahm in etm ektir. H erhalde Prof. P e llio t’nun verdiği bu m alum attan an ­ laşılıyor ki O rta A sy a’daki tarihî göçebe kavim lerinin asılları m eselesi­ ni h alletm ek hususunda sinologlardan, bugüne k adar m e y d an a çık arı­ lan m uam m alara (m üphem , bilm ece gibi bilgilere) nispetle dah a k ıy ­ m etli b ilg iler bekleyebiliriz. D iğ er taraftan son zam an lard a dilbilim alanında elde edilen gelişm elerden de tarih için kıym etli n eticeler v e­ yah u t hiç olm azsa bu âna kad ar yapılan hataları düzeltebilecek bilg iler elde edilebileceğini bek lem ek m üm kündür. O zam an d ilcilerin k esin ­ likle İlm î olm ayan usullerle bugüne kad ar yaptıkları tahm inlere im kan kalm az. M esela bugüne k ad a r H unlara veya d iğ e r b ir eski g öçebe kav- m e ait b ir kelim eyi bugün m evcut T ürk lehçeleriyle izaha k alk ışıy o r­ lardı. F akat bugünkü lehçede m evcut olan o kelim enin aynı şekilde o zam anda da m evcut olup olm ayacağını dikkate alm ıyorlardı. M esela Prof. Şhiratori M .Ö yaşayan b ir kavm in hüküm darlarının lakabını b u ­ günkü O rta A sya T ürk lehçelerinden b irinde kullanılan “ b i” k elim e siy ­ le izah etm ek istem iştir. H albuki “b i” kelim esi T ü rk ç e ’de “b e g ”

(15)

keli-m eşinin yeni şeklidir ki buna M.S XV. asırdan önce tesadüf olu n keli-m u ­ yor. M arquait, O rhun yazıtlarında b ir kelim eyi bugün de nehir m ana­ sında kullanılan “ etil” kelim esiyle izah etm ek istemiştir. H albuki bu kelim e Ç uvaş lisanından alınm ış olup buna Tatarlardan yani Volga T ürklerinden b aşka hiçbir T ürk kavm inde te sad ü f olunm am aktadır.

 bidelerdeki yazılarla eski Türk dinî edebiyatı kalıntılarından O rta A sy a ’da k e şf olunanlar, Türk lisanının kelim e ve söyleyiş tarzının n a­ sıl tedricen geliştiğini, şu veya bu kelim enin hangi yerdeki Türk lehçe­ lerinden hangisine m ensup olduğunu İlm î b ir zem inde çözm e im kânını kolaylaştırır. E ğer M oğol lisanının eski âbideleri bulunm uş olsaydı o zam an belki T ürk M oğol lehçelerini k arşılaştırm a m eselesi de tetkik usulleri hususunda H int-A vrupaî ve Sam i dil çalışm aları derecesine g e­ lebilirdi. H albuki M oğ o lca’nın M .S X III. asırdan önceki âbideleri m ev­ cut olm adığı için b unlar bulununcaya k adar M oğol lisanı tarihi T ürk li- sanınınkinden daha m üphem ve karanlık kalacaktır.

L isanların tarihini öğrenm ek hususunda eski lisandan kalm a hafıza­ dan hafızaya aktarılan bilgilerden başka bugün m evcut lehçeler de yar­ dım edebilir. Lisanların hepsi çoğunlukla edebî lisanda çoktan beri k u l­ lanılm ayan en eski kelim elerin konuşm a lisanında korunduğunu g öste­ riyor. T ürk veya M oğol dilbilim cileri işte bu cihetten H int-A vrupa ve­ ya Sam i lisanların uzm anlarına nispeten epeyce zor durum dadırlar. E li­ m izdeki bilgilere göre M oğol lehçeleri birbirine o kadar yakın im işler ki bunların karşılaştırm aları herhangi bir tarihî çıkarım için uygun bir m alzem e verem iyor. T ürklerse M oğollara nispetle daha geniş b ir saha­ ya yayıldıklarından lehçeler arasındaki farkın fazla olm ası gerekiyordu. B ununla berab er birbirine yakın olan T ürk lehçelerinin büyük b ir k ıs­ mı karşısında Türk dilcisi de ancak iki aykırı lehçeye sahip bulunuyor ki biri “ Y akut” diğeri de “Ç u v a ş” lehçeleridir. İşte bu iki lisanı d iğer T ürk lehçeleriyle karşılaştırm ak Türk lisanının ve bu vasıta ile T ürk kavm inin tarihini izah eden tem el unsurları verebilir.

“Y akut” lisanıyla konuşan kavim pek eskiden T ürk kavim lerinden ayrılarak k uzeye çekilm iş ve sonra bütün T ürklerin tarihî hayatına işti­ rak etm em iş b ir kavim dir. “Ç uvaş” lisanı ise İdil (Volga) nehrinin orta yatağı b oylarında kullanılm ış ve O rta A sy a’dan göç eden T ürk kavim - lerinin takip ettiği yol üzerine te sad ü f etm iş olduğu halde yine m evcut kalmıştır. M uhtem elen bu lisan orta asırlarda bugünküne güney naza­

ran daha geniş b ir sahada kullanılıyorm uş. A rap coğrafyacıları K uzey R u sy a ’daki P eçeneklerden başlayarak doğuda Çin h u d uduna k ad a r ç e ­ şitli T ürk kavim lerinin lisanlarının birbirine benzediğini kaydediyorlar, yalnız Volga havzasındaki “ B ulgar” ve “ H azar” ların lisanlarının diğer Türklerce anlaşılm adığını, bu lisanın Fin kavim leri lisanlarından da farklı olduğunu ilave ediyorlar. B ugünkü Ç uvaş lehçesi de aynı v azi­ yettedir; Fin lehçelerine nazaran T ü rk ç e ’ye daha yakın olduğu halde bu lehçeyi T ü rk ve F inlerin hiçbiri anlam ıyor. G erek B ulgar ve gerek H azarlar V olga nehrine “E til” diyorlardı. (Bu kelim e Ç uvaşça “ nehir” m anasındadır). B unlara dayanarak T ürkologlar Ç uvaş lisanının eski Bulgarların ve ihtim al H azarların lisanının kalıntısını teşkil ettiği netice­ sine gelm işlerdir.

Ç uvaş lisanının ayırıcı vasıflan hakkında bir zam anlar araştırm alar yapılmıştır. R a dloff o vakit bu lisanı T ürk lisanıyla Fin lehçelerinin k a ­ rışm asının sonucu olarak görüyordu. D aha sonra diğer bilg in ler T ürk lisanının d iğer lehçelerinin kaybettikleri en eski şekillerinin Ç uvaş li­ sanında korunm uş olduğunu ispata çalışm ışlardır. Bu m eseleyi tetkik edenlerin en sonuncusu P o p p e olup “R us A kadem i H aber\eri” n d e y a ­ yınladığı m akalelerinde aynı neticeye varmıştır. Bu zâtın fikrine göre Ç uvaş lisanı da T ürk-M oğol lehçelerinin m ensup olduğu guruba d ah il­ dir. F akat ne T ürkçe ve ne de M oğ o lca’ya bağlı olm ayıp m üstakil ü çün­ cü b ir kolu teşkil ediyor. F akat bu m eseleye dair L eningrad A k ad e m i­ sinde cereyan eden m ünakaşalar neticesinde Poppe, Ç u v a şç a ’nın T ürkçe olduğunu kabul etm iş, ancak Türk lisanının en eski b ir kolu olup, M oğol lisanının T ü rk ç e’den ayrılm ış olduğu b ir zam anda esas kütleden ayrılm ış ve bugünkü T ürkçe yazı ve konuşm a lehçelerinde görülen şekilleri dahî alm am ış olduğunu ileri sürm üştür.

E ğ er b u netice ilim âlem i tarafından kesin b ir şekilde kabul ed ilir­ se, tarihçiler için büyük b ir önem e sahip olacaktır. N itekim B ulgarlar ve H azarlardan M .S V I. asırdan önce bahsedilm iyor. F akat bu kavim - lerin Volga havzasına M .S VI. asır ortasında T ürk (Tu-küe) devletinin kurulm asından daha önceki devirde geldikleri şüphesizdir. Bunların H un ism iyle ilgili olan m eşh u r göç devrinde buraya geldikleri şü p h e­ siz kabul edilebilir. H atta M .S II. asırda B atlam yus (Ptolem eus) za m a­ nında H u n lar V olga’ya yakın b ir m esafede oturuyorlardı. V olga n eh ri­ nin Ç uvaşça ve bilahare um um en T ürkçe ism i olarak “ E til” o zam an henüz zikredilm iyor. F akat “ Yayık” nehri daha o zam an şim diki T ü rk ­

Referensi

Dokumen terkait

Realisasi Pendapatan Transfer sampai dengan Triwulan I Tahun 2019 telah mencapai 24 persen dari target Rp31,55 triliun yaitu Rp7,53 triliun, yang bersumber dari transfer

Dalam kegiatan inti baik siklus 1 maupun siklus 2, dari 16 aktivitas tindakan menggunakan model Discovery Learning , seluruhnya telah terlaksanakan, sedangkan

Dapat dilihat dengan gerakan silang aspek yang terjadi peningkatan adalah perabaan, kinestetik, dan koordinasi mata kiri dan kanan ketika anak melakukan keterampilan

Puji dan syukur penulis panjatkan kehadirat Allah SWT atas rahmat dan karunia yang dilimpahkanNya sehingga penulis dapat menyelesaikan penulisan skripsi yang

Pada channel Foodstore, penurunan pendapatan sebesar 2 miliar rupiah dibandingkan dengan yang dianggarkan disebabkan oleh karena menurunnya harga jual rata-rata

Karena F hitung lebih besar dari pada F tabel, maka dapat disimpulkan bahwa terjadi hubungan antara kekuatan otot lengan, tinggi badan, dan power tungkai terhadap hasil lay up

Temuan penelitian ini juga mengkonfirmasi dan memperluas pendapat DeLone dan McLean (1992) bahwa kualitas sistem ( system quality ) dan kualitas informasi ( information

Penelitian observasional analitik rancangan potong lintang dengan data yang diambil secara konsekutif. Subjek penelitian adalah anak yang didiagnosis DD, DBD, dan