• Tidak ada hasil yang ditemukan

Abdulbaki Gölpınarlı-Hz Ali Tasavvuru Kaynakları Ve Etkiler.pdf

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Membagikan "Abdulbaki Gölpınarlı-Hz Ali Tasavvuru Kaynakları Ve Etkiler.pdf"

Copied!
148
0
0

Teks penuh

(1)

T.C.

MARMARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İLAHİYAT ANABİLİM DALI

İSLAM MEZHEPLERİ TARİHİ BİLİM DALI

ABDÜLBAKİ GÖLPINARLI’NIN ESERLERİNDE HZ. ALİ TASAVVURU: KAYNAKLARI VE ETKİLERİ

Yüksek Lisans Tezi

LEYLA İLKAY ÖZSÜER

(2)

İçindekiler

Giriş ... 1

1. Konunun Mahiyeti, Önemi ve Ele Alınış Yöntemi... 1

2. Abdulbaki Gölpınarlı; Hayatı, Kişiliği, Eserleri ... 2

2.1. Hayatı... 2

2.2. Kişiliği... 4

2.3. Eserleri... 5

2.3.1. Çeviriler ... 5

2.3.2. Telifler... 7

2.3.2.1. Tasavvufa ve Edebiyata Dair Eserleri... 7

2.3.2.2. İslamiyet ve Mezhepler Tarihi Hakkındaki Eserleri ... 8

Birinci Bölüm: Hz. Peygamber Döneminde Hz. Ali ...10

1. Hicretten Önce Hz. Ali ...10

1.1. Hz. Ali’nin Ailesi ...10

1.2. Hz. Ali’nin Doğumu ve Çocukluğu...14

1.3. Hz. Muhammed’in Ali’yi Yanına Alması...15

1.4. Hz. Ali’nin Müslüman Oluşu...16

1.5. Hz. Ali’nin Vezirliği, Vekilliği ...17

2. Hicrette Hz. Ali ...18

3. Medine Döneminde Hz. Ali...21

3.1. Hz. Muhammed’in Hz. Ali’ye İkinci Kez Kardeş olması ...21

3.2. Bedir Savaşında Hz. Ali ...24

3.3. Hz. Fâtımatü’z-Zehra ile Olan Evliliği ...26

3.4. Uhud Savaşında Hz. Ali ...30

3.5. Hendek Savaşı ...30

3.6. Hudeybiye Barışı...32

3.7. Hayber’in Fethi...32

3.8. Zâtü’s-Selâsil Savaşı ...33

3.9. Mekke’nin Fethi ...34

3.10. Halid b. Velid’in Yaptıkları ve Ali’nin Tavrı...36

3.11. Huneyn Savaşı...37

(3)

4. Hz. Ali’nin Velayetine Dair Bazı Deliller...38

4.1. Ali’nin, Ebû Bekir’in Ardından Yollanması ...38

4.2. Mübahale Ayeti ...39

4.3. Meveddet Ayeti ...40

4.4. Tebük Seferi ve Menzile Hadisi...41

4.5. Yemen Seferi ve Hz. Ali Hakkındaki Şikayetler ...45

4.6. Vedâ Haccı ve Sakaleyn Hadisi ...47

4.7. Gadir-i Hum...50

4.8. Şia’nın Gadir-i Hum’a Bakışı ...58

4.9. Mevla Kelimesinin Anlamı ...61

İkinci Bölüm: Hz. Peygamber’in Vefatından Sonra Hz. Ali ...63

1. Hz. Peygamberin Vefatı ve Sonrasında Olan Gelişmeler...63

1.1. Kırtas Olayı...63

1.2. Hz. Peygamber’in Vefatı ...66

1.3. Beni Saide Sakıyfe’sinde Halife Seçimi...67

1.4. Hz. Ebûbekir’in Halife Seçilmesi Karşısında Hz. Ali ve Haşimoğullarının Tutumu ...69

1.5. Fedek...76

1.6. Kur’an’ın Toplanmasıyla İlgili Rivayetler ...78

1.7. Hz. Ali ve Kur’an-ı Kerim ...80

1.8. Kur’an’ın Toplanması...81

1.9. Sahife, Câmia, Cefr, Fatma Mushafı...82

1.10. Hz. Fatma’nın Vefatı ...83

2. İlk Üç Halife Döneminde Hz Ali...85

2.1. Hz. Ebû Bekir Döneminde Hz. Ali...85

2.2. Hz. Ömer Döneminde Hz. Ali...87

2.3. Hz. Ömer’in Vefatı ve Şura ...90

2.4. Hz. Osman’ın Hilafeti Döneminde Hz. Ali ...92

2.5. Hz. Osman Döneminin Parlayan Yıldızı Muaviye b. Ebû Süfyan...96

3. Kendi Hilafeti Döneminde Hz. Ali’nin...99

3.1. Halife Seçilmesi...99

3.2. Sahabe Arasında Huzursuzluk ...103

3.3. İlk Ayrılıklar ve Cemel Topluluğunun Biraraya Gelmesi...107

3.4. Cemel Savaşı ...112

3.5. Cemel’den Sonra...117

(4)

3.7. Muaviye’nin Mısır Valisi Kays’ın Azline Neden Olması...120

3.8. Sıffın Savaşı...121

3.9. Hz. Ali’nin Ordusunda ki Karışıklıklar ve Hakemlerin Belirlenmesi...126

3.10. İlk Hariciler...128

3.11. Hakemlerin Kararı ...129

3.12. Hz. Ali’nin İktidarının Gerileme ve Çöküş Dönemi ...130

3.12.1. Haricilerle Mücadele ...130

3.12.2. Nehrevan Savaşı ...131

3.12.3. Muaviye’nin Hz. Ali’nin Hakimiyet Bölgelerine Yaptığı Saldırılar...132

3.12.4. Hz. Ali’nin Şehadeti...134 4. Hz. Ali’nin Özellikleri ...137 4.1. Fiziki Özellikleri...137 4.2. Aile Hayatı ...137 5. Önemli İcraatları ...137 Sonuç ...140

(5)

Kısaltmalar

a.e. : Aynı eser a.g.e. : Adı geçen eser b. : bin, ibn bkz. : bakınız c. : cilt çev. : çeviren

DEUİFD. : Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi h. : hicri

DİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi ktp. : Kütüphanesi krş. : karşılaştırınız m. : miladi nşr. : neşreden ö. : ölümü s. : sayfa

terc. : tercüme eden thk. : tahkik eden ts. : tarihsiz v. : vefat vb. : ve benzeri vd. : ve devamı

(6)

Giriş

1.

Konunun Mahiyeti, Önemi ve Ele Alınış Yöntemi

Hz. Ali yüzyıllardır müslümanlara ilham kaynağı olan çok önemli bir kişidir. Ancak aynı Hz. Ali ihtilafların ve ayrılıkların odak noktasında yer almıştır. Müslümanlar Hz. Ali ve soyuna olan bakış açılarına göre guruplaşmışlardır.

Bu ihtilafların ilk çıkışı hilafet meselesindedir. Kendilerini sünneti takip edenler olarak gören müslüman çoğunluk Hz. Peygamber’in yerine kimseyi halef bırakmadığını savunurken, Ehl-i Beyt taraftarları olarak isimlendirebileceğimiz topluluklar hilafetin Hz. Ali ve soyuna ait olduğunu, onlara bu görevin yani velayetin Allah tarafından verildiğini savunur.

Hz. Peygamber’in vefatından hemen sonraki dönem bugün anladığımız manada mezhepleşmeden uzaktır. Günümüzdeki ihtilafların çıkışı sahabe devrine dayansa da, o dönem müslümanlarının görünümü çeşitli sahabelere taraftarlık biçimindedir. Ancak bu taraftarlıklar zaman içinde guruplaşmalara ve ardından mezhepleşmeye dönüşmüştür. Mezheplerin sistematiği ve inanç esasları oluşmuş, ayrılığın merkezinede hilafet müessesesi konulmuştur.

O günden bugüne ayrılıklar azalacağına daha da artmış, olaylar müslümanların birbirini tekfir etmesine kadar gitmiştir.

İşte tam bu noktada biz ülkemizin yetiştirdiği Caferi alimlerden Abdulbaki Gölpınarlı’nın görüşlerine yer vererek müslümanların birbirlerini daha iyi tanımalarına bir nebze de olsa katkıda bulunmak istedik.

Gölpınarlı ılımlı bir Şii’dir. O’nun Hz. Ali hakkındaki görüşleri Şii doktirinini özetler niteliktedir. O’nun kaleminde İslam tarihi farklı bir hal almış ve Hz. Ali’nin başrolde olduğu bir bakış açısıyla sunulmuştur. O, Hz. Ali’yi anlatmaya ta doğumundan başlamış, O’nun Kâbe’nin içinde doğmasını, Hz. Peygamber’in evindeki hayatını, müslüman oluşunu, Hicret esnasında yaptıklarını ayrıntılarıyla bizlere aktarmıştır.

Gene Gölpınarlı’ya göre hilafet insanların takdirine bırakılamayacak kadar önemli bir meseledir. Hilafet dinin temelidir. Halifelerse hüccettir. Allah’ın bizi Kur’an’ın zahirini ve batınını bilen imamlardan mahrum bırakmaması O’nun adaletinin sonucudur. Halife yani vasi günahlardan korunmuştur, masumdur.

(7)

Yüklendikleri göreve velayet denir. Velayet Hz. Ali’ye ve O’nun Hz. Fatma’dan gelen soyuna aittir. Bu seçilmiş olan imamlar 12 kişidir ve 12.leri olan Mehdi hala hayattadır ve saklanmaktadır. Birgün geri dönecek ve dünyayı adaletle dolduracaktır. Bu 12 imamın dışında kalan tüm yöneticiler gasıbdır. İmamın görevleri o gelene kadar din alimlerince yürütülür.

Bu şekilde özetleyebileceğimiz görüşler Gölpınarlı tarafından kimi ayet, hadis ve rivayetlere dayandırılır. Bizim konumuz Hz. Ali olduğu için sadece onunla ilgili görüşlerine yer verdik. Bu görüşler Hz. Peygamber’in birçok defa Hz. Ali’nin onun halefi ve vasisi olduğunu söylemesi, Tebük seferi sırasında söylediği “menzile hadisi”, “sakaleyn hadisi”, Hayber’in fethi, mubaheale olayı, yazılamayan vasiyet vb. birçok konu etrafında şekillenmiştir. Gene Hz. Ali’nin Hz. Fatma ile olan evliliği, Ehl-i Beyt’ten olması, Rasûlullah’ın soyunun onunla devam etmesi hep Hz. Ali’nin velayetinin delilleridir.

Ancak asıl üstünde durulan konu Gadir-i Hum ve Maide sûresinin 3. ve 67. ayetlerinin Hz. Ali’nin velayeti ile ilgili olduğu iddalarıdır. Ahzab sûresindeki Ehl-i Beyt’in temizlenmesi ile ilgili ayet ve Şura sûresindeki sevilmesi istenenin Hz. Ali ve ailesi olduğuna dair görüşler de Gölpınarlı’nın konuyla ilgili iddaları arasındadır.

Tezimizde Gölpınarlı’nın Hz. Ali ile ilgili tüm görüşlerine yer vermeye çalıştık, farklı görüşlere de olabildiğince değindik.

Çalışmamız esnasında Gölpınarlı’nın konuyla ilgili tüm eserlerini ve çevirilerini inceledik. Gene konumuzla ilgili yazılmış özellikle son dönem eserlerden ve çevirilerden gücümüz yettiğince faydalandık.

Hz. Ali gibi biri hakkında objektif olabilmek son derece güç olsa da Gölpınarlı’nın görüşlerini elimizden geldiğince yansıtmaya çalıştık. Bunda ne derece başarılı olabildik bilemiyorum.

2.

Abdulbaki Gölpınarlı; Hayatı, Kişiliği, Eserleri

2.1. Hayatı

Abdulbaki Gölpınarlı, hicri 1317 yılı Ramazan ayının onuncu gecesinde (12 Ocak 1900) Sultanahmet civarında Kâtip Sinan Mahallesi’nde doğdu.1

(8)

Ailesinin kökeni Azerbaycan’dan gelmekteydi Gence’nin Gölbulağ köyüne mensup olduğu için, köyüne nispetle, Gölpınarlı soyadını aldı. Ailesi Rus savaşından önce Bursa’ya oradan da İstanbul’a göçmüştü. Babası Ahmet Âgâh Efendi “Tercümân-ı Hakikat” gazetesinde çalışmaktaydı. Başarılı çalışma hayatından dolayı insanlar ona “Şeyhü’l Muharrirîn” ve “baba” gibi unvanlar vermişlerdir. Annesi gene Kafkas göçmen olan Aliye Şöhret hanımdır.2

İlk öğrenimini Babıâili yokuşundaki Yusuf Efendi Mektebi’nde (Şimdiki BasınYayın Derleme Müdürlüğü), orta öğremini özel Menbaulirfan İdadisi’nde bitirdi. Lise tahsilini Gelenbevi İdadisi’nde gördü ancak son sınıftayken babası vefat etti ve okulu burakmak zorunda kaldı.

Bundan sonra kendi okuduğu ortaokulda üç yıl Türkçe, Farsça ve komposizyon dersleri verdi. Bir ara ticarete atıldı ve kendine Vezneciler’de bir kırtasiye dükkanı açtı fakat işi yürütemedi. Mütareke yıllarında annesiyle Çorum’a giderek ilkokul öğretmenliği ve müdürlüğü yaptı. Dört yıl Çorum’da kaldıktan sonra İstanbul’a döndü. Evlerine yerleşenler olmuştu. Kumkapı’da sahip oldukları mülkleri satarak elde ettiği paranın bir kısmı ile yarım bıraktığı eğitimine geri döndü.3

Gölpınarlı Edebiyat Fakültesi’ne girmek istiyordu ancak lise eğitimini tamamlamamıştı. Bunun için Yüksek Muallim Mektebi’ne girdi Okulun süresinin uzatılmasından dolayı çeşitli zorluklarla karşılaştı. Bu zor günlerinde bir çok kişiden yardım gördü fakat bunların en önemlileri kendisi gibi Mevlevi olan Hasan Ali Yücel ve Galip Ata ( Nurullah Ataç’ın ağabeyi)’dir.

Bu yardımlarla Bitlis Milli Eğitim Müdürlüğü’ne çıkan tayinini İstanbul’a Mahmudiye İlkokulu’na aldı. Tüm dersleri tek günde toplandı. Böylelikle Gölpınarlı’ya üniveriste kapıları açılmış oldu. 1930 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni bitirdi. Hemen ardından Konya Lisesi’ne edebiyat öğretmeni olarak atandı. Bunu sırasıyla Kayseri, Kastamonu ve Balkesir’de yaptığı öğretmenlik izledi. 1937 yılında Yunus Emre’nin Hayatı adlı teziyle doktora imtihanını verdi. Daha sonra Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde doçent oldu. Burada Türk Edebiyat Tarihi ve Metin Şerhi derslerini okuttu. 1940’ta sağlık problemleri nedeniyle İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne tayin oldu. Burada Türk Tasavvuf Tarihi ve Edebiyatı dersleri verdi. Emekli oluncaya kadar burada çalıştı.4

2 Alparslan, Ali, Abdulbaki Gölpınarlı Biyografi, Türkiye Kültür Bakanlığı, Türk Büyükleri Serisi, s.

3, 4.

3 a.g.e., s. 4,5. 4 a.g.e., s.5.

(9)

1945 yılında İleri Gençler Derneği’ne üye olduğu iddiasıyla kovuşturmaya uğradı, tutuklandı, kominizm suçlamasıyla askeri mahkemeye sevk edildi. On ay süren davanın sonucunda beraat etti.5

Ankara’dan İstanbul’a taşınınca önce Nakkaştepe’de, sonra da vefatına dek yaşadığı Üsküdar’da ki iki katlı ahşap bir evde oturdu.

Asıl ilmi kariyerini İstanbul Üniversitesi’nde çalışmaya başladıktan sonra yaptı. Çok iyi derecede Arapça, Farsça ve okuduğunu anlayacak kadar Fransızca bilmekteydi. Kültürel zenginliğe sahip bir aile ortamında büyümüştü. Şiir, tasavvuf, edebiyat, islami ilimler ve çeviri dallarında bir çok eser kaleme aldı.

1949 yılında kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. 25 Nisan 1982’de kısa süreli bir hastalıktan sonra vefat etti. Gölpınarlı’nın kabri Üsküdar Seyidahmet deresinde ki Şii mezarlığındadır.

2.2. Kişiliği

Gölpınarlı’nın birçok ilim dalında başarılı olmasının kökenleri şüphesiz çocukluğunda aranmalı. Daha küçüklüğünde Mevlevi muhibbi olan babasıyla Kulekapısı ve Eyüp’te ki Bahariye Mevlevihanesi’nde ayinlere katılmaya başladı. Böylece tasavvuf bilgisini hem yaşayarak hem okuyarak öğrendi. Tarikat âdâbını ve semaî eğitimini mürşidinin görevlendirdiği Zuhûrî Dede’den öğrendi. Mevlevî anlayışına göre çile çıkardı. Farsça öğrendi, Fahreddin Razi’nin felsefesi hakkında bilgi edindi. Mevlevi Ali Celal Çelebi’den hilafet-name aldı. Böylece Mevlevi tarikatının en yüksek derecesi olan halifeliğe yükseldi.6

Hayatının bir döneminde bir aile dostlarının ısrarıyla Bektaşi dergahına intisap etti. Ancak burada aradığı mutluluğu bulamadı. Mevleviliğe geri döndü. Gölpınarlı bu durumu şöyle anlatmıştır: “Bazı Mevleviler Bektaşi olmuşlardı. Fakat buna rağmen onlardaki Mevlevilik ön plandadır. Hiçbir Mevleviyi Bektaşilik tam surette tatmin edemez. Musikisiyle, semaıyla, safâsıyla, vecd ve şiiriyle, bilgisiyle Mevlevilik, Mevlevinin ruhuna öyle bir yerleşmiştir ki, Bektaşilik bu estetik unsurlara ancak bir damla neşe katabilir. Ben onlarda aradığımı bulamadım ve bir sabah kalktığımda “ Al külahını Eyvallah içinde” sözünü yazdım, külahımı üstüne kapayıp tekkeden ayrıldım, ayrılış o ayrılış.”7

5 a.g.e., s.6. 6 a.g.e., s. 8. 7 a.g.e., s. 8.

(10)

Biz onun bir dönem Bektaşiliği denemesinde ahbaplarının ısrarından çok Şiiliğinin rolü olduğunu düşünüyoruz çünkü Mevlevilik Sünnî bir tarikattır. Mevlana’nın Hz. Ebubekir’in soyundan geldiği inancı Mevlevilerin tasavvufi hareketlerin çoğunluğu gibi kendilerini Hz. Ali’ye ve ehl-i beyt’e bağlamalarına engel olmuştur. Oysaki Bektaşilik teoride İmamiye mezhebine bağlıdır. Ne var ki, Gölpınarlı mezhebinden önce Kur’an’a bağlıydı ve Türkiye’deki Şii kökenli tarikatların şeriatın uygulanması konusundaki vurdumduymazlıkları, ibadeti geri plana alıp yerel ve menkıbevî bir İslam anlayışı benimsemeleri bizce Gölpınarlı’nın Bektaşi iken mutlu olmasının önünü kapamıştır. Bu yüzden şeriata sıkıca bağlı olan Mevleviliğe geri dönmüştür.

Gölpınarlı’nın sert mizaçlı, çabuk sinirlenen, sözünü sakınmayan bir kişi olduğu söylenir. Melami tabiatlıydı. Zekiydi, kuvvetli bir hafızaya sahipti. Kur’an’ın çoğunu ezbere bilirdi. Hitabeti kuvvetli idi, insanları etkilerdi.

Tezat gibi görünen davranışları kendi içinde uyumlu idi. Nitekim onun “Tasavvuf” adlı eserini okuyan bir kişi onun Caferi değil Vahhabî olduğunu sanabilirdi. Oysa Gölpınarlı neredeyse tüm klasik tasavvuf eserlerini dilimize kazandırmıştı. Bir çok değerli alimden dersler almış ve kendisini Fuad Köprülü ekolünden kabul etmişti.

Gene onun kominizm suçuyla yargılanması bizce yadırganmamalıdır. Çünkü o Ebu Zerr’in, Ammar’ın takipçisidir. Yani her şeyin önüne sosyal adaleti ve paylaşımcılığı koymaktadır. Türkiye açısından bakınca çok tuhaf görünen bu durum yıllarca İslam coğrafyasının çeşitli bölgelerinde etkili olmuştur.

2.3. Eserleri

Gölpınarlı’yı tanımanın en iyi yolu onun eserlerini tanımaktır. Bu yüzden onun eserlerine kısaca değinmek istiyoruz. Gölpınarlının büyük küçük 140 telifi ve çevirisi, çeşitli ansiklopedi, dergi ve gazetelerde yayınlanmış 400 kadar da makalesi vardır. Biz onun belli başlı eserlerini çeviriler ve telifler ana başlıklarıyla tanıtmak istiyoruz.

2.3.1. Çeviriler

1. Tıp İlmi ve Meşhur Hekimlerin Mahareti,Farsçadan çeviri, İstanbul, 1936. 17’nci asırda İran Selçukluları zamanında yaşayan Semerkandlı Nizamî Ârûzi’nin “Çehâr Makale” adlı eserinin tıpla alakalı dördüncü makalesinin tercümesidir.

(11)

2. Sıhhat ve Maraz, Farsçadan çeviri, İstanbul, 1940.

16’ncı asır şairlerimizden Fuzûli’nin Farsça olarak kaleme aldığı bu küçük eserde, insan vücudunun teşrihi ve fizyolojik tetkiki, zamanın tıp bilginlerinin bedenle alâkalı piskolojik yönleri ele alınmaktadır.

3. Mesnevi, Farsçadan çeviri, İstanbul, 1943-46.

Altı cilt halindedir. Cumhuriyet Türkiye’sinde Mesnevi’nin ilk çeviri ve şerhidir. 4. Hafız Divanı, Farsçadan çeviri, İstanbul, 1944.

14’ncü yüzyılda dünyaca ünlü İran’lı şair Hafız’ın dîvânının tercümesidir. 5. Mantık Al-Tayr, Arapçadan çeviri.

İran’lı şair Attârın tasavvufî manzum eserinin tercümesidir. Sûfînin manevi yolculuğunu anlatmaktadır.

6. İlahi-nâme, Farsçadan çeviri, İstanbul, 1945.

17’nci yüzyılda yaşamışAttârın tasavvufî hikayelerinden meydana gelir.

7. Hayyam-Rubailer ve Silsilet’tüt Tertip, İbn-i Sina’nın Temcid tercümesi, İstanbul, 1953.

İran’lı ünlü bilgin ve şair Ömer Hayyam’ın hayatı, rûbâîlerinin tercümesi ve adı geçen diğer iki eserin tercümelerini içerir.

8. Yediler Meclisi, çeviri, Konya, 1965.

Mevlânâ’nın tasavvufî hayata başlamadan önce verdiği vaazlardan ibarettir. 9. Caferi Mezhebi ve Esasları, çeviri, İstanbul, 1966.

ÂluKâşifil-Gıtânın eserinin tercümesidir. Şii mezhebi hakkında gerekli bilgileri vermektedir.

10. Caferiler Kimlerdir? , çeviri, İstanbul, 1969. Şirâzî’nin 22 sayfalık kitabının tercümesidir.

11. Nehc’ül-Belaga Tercümesi, İstanbul, 1972.

Dördüncü halife Ali’den nakledilen hutbe, mektup, emir ve vecizlerden ibarettir. 12. Abdullah b. Sebâ, Bir Yalancını Düzmeleri, çeviri,İstanbul, 1974.

(12)

Mûrteza el-Askeri’nin yazdığı eserin tercümesidir. Yüzyıllar boyunca Şiiliğin kurucusu zannedilen, Yahudi asıllı bu Sebâ adlı kimsenin aslında olmadığını ortaya koyar.

2.3.2. Telifler

2.3.2.1.Tasavvufa ve Edebiyata Dair Eserleri 1. Melamilik ve Melamiler, İstanbul 1931.

Gölpınarlı’nın ilk önemli eseridir. Fakülteyi bitirme tezidir. 2. Bâkî, İstanbul, 1932.

16’ncı yüzyıl şairlerinden Bâkî’nin hayatı ve divânından seçilmiş şiirlerinden meydana gelmiştir.

3. Fuzulî, İstanbul, 1932.

16’ncı yüzyıl şairlerinden Fuzulî’nin şiirlerinden seçmeleri ihtiva eden bu eser tanıtma mahiyetindedir.

4. Kaygusuz Vizeli Alaaddin, Hayatı ve Şiirleri, İstanbul, 1933.

Melâmi – Hamzavî halk edebiyatının ileri gelen şairlerinden Kaygusuz’un şiirleri ve hayatını içerir.

5. Yunus Emre, Hayatı, İstanbul, 1936.

Geniş bir şekilde Yunus’un hayatını ve edebi yönünü anlatır.

6. Yunus Emre ve Aşık Paşa ve Yunus’un Batiniliği,İstanbul,1941. 13’üncü yüzyılda Anadolu’da yaşayan iki sufinin batiniliği üzerinedir.

7. Yunus Emre Divanı, İstanbul, 1943-48.

Eser iki cilt halinde olup, ikinci cilt birinciyi tamamlamaktadır. 8. Gülşen-i Râz, İstanbul.1944.

13’üncü yüzyıl Moğol devrinde İran’ın tanınmış sufilerinden Şeyh Mahmud Şebusteri’nin kendine sorulan tasavvufi sorulara verdiği cevaplardır.

9. Nesimi, Usuli,Ruhi, İstanbul,1953. 10. Şeyh Galip, İstanbul,1953.

(13)

12. Divan Şiiri, XV. yy’dan XX. yy’ya kadar.

Varlık yayın evinin çıkardığı küçük boydaki bu kitaplar kısa fakat faydalı bilgi ve örnekler kapsamaktadır.

13. Nasreddin Hoca, Akşehir, 1963. 14. Alevi Bektaşi Nefesleri, İstanbul,1963.

Alevi-Bektâşi edebiyatının karakteri, inançları, giyim ve kuşamları, insanı görüşlerini aksettiren çok önemli bir eserdir.

15. Sımavna Kadısı oğlu Şeyh Bedrettin, İstanbul, 1966Pir Sultan Abdâl, İstanbul, 1991.

Meşhur Türk mutasavvıfının hayatını içerir. 16. 100 Soruda Tasavvuf, İstanbul, 1969.

Soru cevap şeklindebir tasavvuf tarihidir, konsunda ki her konuya cevap vermektedir.

17. Tasavvuftan Dilimize geçen Deyimler ve Atasözleri, İstanbul, 1972. Sahasında çok önemli bir eserdir.

18. Pir Sultan Abdal, İstanbul, 2001

2.3.2.2.İslamiyet ve Mezhepler Tarihi Hakkındaki Eserleri 1. Kur’an-ı Kerim Meali, İstanbul,1955.

İki cilt halindedir. Remzi kitapevinden yayınlanmıştır. 2. Hz. Muhammed ve Hadisler, İstanbul, 1957.

3. Kur’an- Kerim Hakkında Tartışmalar Munasebetiyle, İstanbul,1958.

1955’te yaptığı Kur’an tercümesi dolayısıyla yapılan tenkitlere verilen cevaplardan meydana gelmiştir.

4. İmam Ali Buyruğu, Ankara, 1958.

Hz. Ali’ye ait 54 hutbe, 17 mektup, 44 hikmet ve vecize ile 48 şiirin tercümesinden ibarettir.

5. Oniki İmam, Ankara, 1959.

Şii mezhebinin kabul ettiği 12 imamın haytını anlatmaktadır. 6. Sosyal Açıdan İslam Tarihi, İstanbul, 1969.

(14)

7. Müminlerin Emiri Hz. Ali, İstanbul, 1978. Dördüncü halife Hz. Ali’nin hayatını anlatmaktadır.

8. Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik, İstanbul, 1979. İslam mezhepleri bilhassa Şiilik üzerine geniş bilgi veren bir eserdir.

(15)

Birinci Bölüm: Hz. Peygamber Döneminde Hz. Ali

1.

Hicretten Önce Hz. Ali

Abdulbâki Gölpınarlı’nın eserlerindeki Hz. Ali tasavvurunu iyi anlayabilmek için Hz. Ali’nin doğumu, bu esnada görülen mucizeîi8 olaylar ve ailesinin faziletiyle ilgili bilgiler ayrıntılı biçimde ele alınmalıdır.

Hayatlarının merkezine peygamberi ve onun ev halkı ile övünmeyi koyan Müslümanlar için aile kavramı kişilere duyulan sevgi ve saygının dayanağıdır. Kişiler yaptıkları yanında mensup oldukları aile ve çevre ile de itibar görmektedirler. Bu yüzden Hz. Ali’yi hilafete daha layık bulanlar ve halifeliği Kureyş’ten olmak şartıyla herhangi bir kişinin üstlenebileceği bir görev olarak görenler arasında yüzyıllardır bir tartışma söz konusu olmuştur. Bununla beraber en önemli sorun Ali ya da Muaviye arasında yapılması gereken seçimdir. Çünkü her iki kesimde haklılıklarını ispatlamak için ailelerinin faziletiyle ilgili bir yarışa girmişlerdir.

Bu yüzden konumuza Hz. Ali’nin ailesi, doğumu ve yetiştiği şartlardan başlamayı uygun gördük.

1.1. Hz. Ali’nin Ailesi

Babası Ebû Talib, Hz. Muhammed’in amcası olup Haşimoğullarından Abdulmuttâlib’in oğludur. Hz. Ali’nin annesi ise Esed kızı Fatma’dır. Fatma, Haşimoğullarından olup kendi boyundan biriyle evlenen ilk kadındır. Hz. Peygamber onu çok sever, ana derdi. Vefat ettiği zaman kendi gömleğiyle sardırmış ve kabre bizzat kendi indirmiştir.

Ebû Tâlib’in Talib, Akîl, Cafer ve Ali adlı dört oğlu, Ümmühânî adlı bir de kızı vardı. Her oğlunun arasında onar yaş fark bulunuyordu. Buna göre en büyük oğlu olan Tâlib, Ali’den otuz yaş büyüktür. Hepsinin de anneleri Esed kızı Fatma’dır.

Tâlib, müşrikler tarafından Bedir Savaşı’na katılmaya zorlanmış, fakat kabul etmeyip şehirden çıkmış, bir daha ondan haber alınamamıştır. Ebû Talib’in soyu diğer çocuklarından yürümüştür. Akîl, Araplarca çok önemli olan soy boy bilgisinde çok ileriydi.

(16)

Cafer ise İslam’dan sonra Habeş diyarına hicret etmiş, Hayber’in fethi günü gelip Hz. Peygamber’e katılmış ve hicretin sekizinci yılında yapılmış olan Mu’te Savaşında şehit düşmüştür. Şehadetinden önce savaşta elleri kesilmiş, Resulullah ona cennette meleklerle birlikte kanatları olan manasına “Tayyâr” lakabını vermiştir.

Dedesi Abdulmuttalib ölünce, Hz. Muhammed’i amcası Ebû Tâlib yanına almıştır ve vefatına dek onu korumuştur. Kureyş, Müslümanlara sosyal boykot uygulayıp, onlarla görüşmemeyi, alış verişte bulunmamayı, evlenmemeyi kararlaştırdıkları zaman Müslümanları kendi mahallesine alıp, onlara destek olmuştur. Müslümanlar’ın tecrit edildiği o yıllarda Ebû Tâlib, geceleri elinde kılıç sokakta gezer, Râsul-i Ekrem’e bir kötülük yapılmaması için evin ve mahallenin çevresinde dolaşırdı. Bazı geceler Ali’yi, Rasul’ün yatağına yatırır, ona yapılacak bir kötülüğe karşı Ali’yi fedâ ederdi. Hz. Muhammed Ali ile namaz kılarken Cafer’e: “Sen de amcanın oğluyla namaz kıl, O’na uy” demiş Cafer’de babasını dinlemiştir.

Buraya kadar anlattıklarımızda herkes hemfikirdir. Ancak Sünnîlerin çoğu Ebu Talib’in kafir olarak öldüğüne inanırken, Şiiler onun Müslüman olduğuna, İslam’ını inşad ettiği şiirlerle açıkladığına inanırlar.

Bazı müfessirler göre:

“Şüphe yok ki, sen sevdiğini doğru yola sevk edemezsin, fakat Allah, dilediğini doğru yola sevk eder ve O’dur hidayete erecekleri daha iyi bilen.”9 ayeti Ebû Talib ölüm döşeğindeyken Peygamberimizin çok üzülüp dua etmesi üzerine inmiştir.

Gölpınarlı ise bu ayetin Abdimenaf oğlu Numan’ın oğlu Hars hakkında indiğini ve Medine’de nazil olduğunu, hâlbuki Ebû Talib’in Mekke’de öldüğünü ileri sürmekte, bu hususta Şii literatüründen örnekler ve kaynaklar vermektedir.10

O, Ebû Talib’in Müslümanlığını ispat etmek içinde irşad ettiği şu şiiri örnek verir:11

Gerçekten de bildim ki Muhammed’in dini, Yeryüzünde, halk arasında dinlerin en hayırlısıdır.

Şunu söylemeliyiz ki, Ebû Tâlib’in varlığı ve Peygamber’i himaye edişi İslâm’ın yayılması için çok faydalı olmuştur. Ebû Talib, Peygamber’i ve O’na

9 Kasas Sûresi 20/56. Ayet.

10 Caferi Mezhebi ve Esasları, Âlü Kaşifi’l-Gıta’nın eserine Abdulbaki Gölpınarlı’nın önsözü,

İstanbul 2004, s. 24-25.

(17)

uyanları elinden geldiğince korumuştur. Tüm bu çabalar ve Peygamber’in mucizelerine tanık olması göz önüne alındığında Ebû Tâlib’in müşrik olarak ölmesi ne derece mantıklıdır bilemiyoruz?

Ebû Tâlib, Peygamber’in halkı dâvete başlamasının onuncu yılında, ramazan ayının yedinci günü, Hz. Hatice’nin vefatından üç gün önce vefat etmiştir. Hz. Ali, babasının vefatını Rasul’e bildirince, Hz. Muhammed, babasını yıkamasını söylemiş, cenazesini teşyi etmiş, bizzat kabre koymuş: “Yakınlığını ispat ettin amca, beni, küçükken büyüttün, büyüyünce de bana yardım ettin, beni korudun.” buyurmuşlardır.12

Tüm bu verdiğimiz bilgilerin ışığında ben Ebû Talib’in iman etmiş olduğuna ancak Müslümanları daha iyi koruyabilmek adına inancını açıklamadığına, müşriklerle anlaşma yoluna gittiğine inanıyorum. Bu korumacı tutumun sadece akrabalık bağlarına dayandığını idda etmek Ebu Leheb ve Abbas’ın Müslüman olmadan önceki tutumları göz önüne alındığında pek inandırıcı görünmüyor.

Gölpınarlı bazılarının Ebu Talib’in kafir olarak öldüğünü savunurken, İslam’ın azılı düşmanı olan, Müslümanları yok etmek için maddi manevi her şeyini ortaya koyan Ebû Süfyan ve karısı Hind’in, Mekke’nin fethinde Müslüman olmaları sebebiyle imanlı saymalarını rencide edici bulur.

Ali’nin annesi Esed kızı Fatma, Peygamber’e analık etmiştir. Peygamber O’nun için, “Bu beni doğuran anamdan sonra anamdır.” buyurmuştur. Hz. Muhammed’in Medine’ye Hicretinden sonra Ali ile hicret eden Fatma’lardan biridir. İslam’ı kabul eden kadınların onbirincisi, Hz. Muhammed’e bey’at eden kadınların da ilkiydi. Hz. Ali, annesinin ölümünü ağlaya ağlaya Peygamber’e söyleyince kendisi, “Benim anam vefat etti” buyurmuşlardır. Zeyd, Eyyûb el-Ensârî ve Amr’ı gönderip kabrini hazırlatmış, gaslinden sonra gömleklerini gönderip kefen olarak sardırmış, namazlarını kılıp, bizzat kabre indirmişlerdir.

Gölpınarlı’nın eserlerinde şöyle bir iddia yer almaktadır:

Hz. Muhammed, Fatma’yı kabre indirince bir müddet kabirde kalıp, “Oğlun, oğlun, oğlun. Cafer’de değil, Akîl’de değil oğlun oğlun, Ali b. Ebû Tâlib” buyurmuşlar ve kabirden çıkmışlardır. Bu sözlerle ne demek istediği sorulunca,

(18)

“Sorgu melekleri Rabbini, Peygamberi’ni sorunca cevap verdi, velin ve imamın kim sorusuna oğlum demekten utandı. Onun için söyledim” buyurmuşlardır.13

Verdiğimiz bu rivayet Caferiler için imametin ne derece önemli olduğu, kabirde sorgu melekleri tarafından bile sorulduğu, Ali’nin imametinin Allah tarafından önceden emrolunduğu ve nassla tayin edildiği gibi konuları açıklar mahiyette bulunduğundan önemli bir rivayettir.

Bu kısa bilgilerden sonra Hz. Muhammed’in, Ebû Tâlib ve Fatma’nın evinde geçirdiği çocukluğu, gençliği ve evlenmesi konularına da kısaca değinmek istiyorum. Resul’ün dedesi Abdulmuttalib, o sekiz yaşındayken öldü. Oğlu Ebû Tâlib’e vasiyet olarak Hz. Muhammed’i korumasını ve kollamasını söyledi.

Amcası Ebû Tâlib, Hz. Peygamber’i oğullarından fazla severdi, O’nu yanında yatırırdı. Bir rivayete göre Şakk-ı Sadr, Resulullah, Ebû Tâlib’in yanındayken olmuştur.14

Hz. Muhammed’in çocukluğunda bir yıl yağmur yağmamıştı. Kıtlık baş göstermişti. Halk Lât, Uzza gibi putlara dua edelim diyordu. İçlerinden yaşlı bir kimse, “Hz. İbrahim’in soyu içimizdeyken putlardan mı yardım isteyeceğiz?” deyip, Ebû Tâlib’e baş vurdu. Ebû Tâlib, Hz. Muhammed’i de yanına alıp Kâbe’ye gitti. Ellerini Kâbe’nin duvarına koyup dua etti. Hz. Muhammed, göğe doğru parmaklarını kaldırdı. Ortada hiçbir bulut yokken tüm Mekke’yi bulutlar kapladı, yağmur yağdı, seller aktı. Bunun üzerine Ebû Tâlib Hz. Muhammed’i öven bir şiir söyledi.15

Gene Resul, on yaşlarındayken ticaret maksadıyla Suriye’ye yola çıkan amcasına eşlik etti. Busra denen kasabadaki rahip, Hz. Muhammed’de Peygamberlik alametleri gördü. Arkalarında bulunan Mühr-i Nübüvvet’e yüzünü gözünü sürdü. Ebû Tâlib’e Şam’a gitmemesini, orada başlarına kötü şeyler gelebileceğini söyledi. Ebû Tâlib’de alışverişini o kasabada yaptı.

Gene yakın tarihlerde haram olan aylarda yapıldığı için “Ficar” diye anılan savaşlar oldu. Bu savaşlar Kays ve Kureyş boyları arasındaydı. Savaşlarda Hz. Muhammed, yere düşen okları toplar, amcasına verirdi. Dört kere olan Ficâr Savaşları’nın sonuncusunda Hz. Peygamber’in ondört ya da yirmi yaşlarında olduğu rivayet edilir.

13 Gölpınarlı, Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik, s. 340.

14 Gölpınarlı, Sosyal Açıdan İslam Tarihi, Hz. Muhammed ve İslam’ın İlk Devri, s. 38. 15 a.g.e., s. 38.

(19)

Hz. Muhammed’in Hz. Hatice ile evlenmesinde amcası Ebû Tâlib’in büyük rolü olmuş. Hz. Hatice’yi istemeye Ebû Tâlib gitmiştir.

1.2. Hz. Ali’nin Doğumu ve Çocukluğu

Hz. Ali (R.A) Fil yılının otuzuncu senesi Receb’inin onüçüncü Cuma günü Mekke’de, bir çok tarihçinin rivayetine göre Kâbe’nin içinde doğmuştur (29 Temmuz 599). Kâ’beyi Muazzama’nın içinde doğan tek kişi kendileridir.16 Hz. Ali doğunca annesi ona babasının adı olan ve aslan anlamına gelen “Esed”, bir rivayete göre de “Haydar” adını verdi.Hz. Muhammed, Ali’nin doğumunu duyunca amcasının evine geldi. Ali’yi kucağına aldı, dilini ağzına verip emzirdi. Adını sordu. Fatma “Esed koymak istiyorum” deyince, “Hayır” dedi, “O’nun adı Ali’dir”. Fatma Araplar’da olmayan bu adı daha önce duymuştu. Ali koydular.

Hz. Ali’nin birçok lakabı vardır. Bunlardan bazıları “arslan” manasına gelen “Haydar”, Allah’ın üstün arslanı demek olan “Esedullahi’l-Gâlib”, Allah’ın rızasını kazanmış demek olan “Murtaza”dır.

Künyeleri ilk oğullarına nisbetle Ebû’l-Hasan’dır. Ayrıca Peygamber ona toprak babası anlamına gelen Ebû’t-Turab künyesini vermişti. O yüzden bu künyeyi çok severlerdi.17

Buhârî’nin tahric ettiği bir hadise göre peygamber bir gün kızı Fatma’nın evine gelmiş, Ali’yi göremeyince nerede olduğunu sormuş, Fatma “Birbirimize biraz kızdık, oda gitti” demiş, bunun üzerine Hz. Muhammed Ali’yi aratmış, onu mescitte ridâsı sırtından düşmüş, vücudu toza toprağa bulanmış halde uyurken bulmuş, bunun üzerine, “Kalk ya Ebâ Turab” buyurmuşlar, bu künye bu yüzden kalmış.18

Bu olayın Hz. Ali’nin Fatma’nın üstüne evleneceğini sanan Peygamber’in, Ali’ye sinirlenmesi, “Kızlarımı verirken üzerlerine evlenmeyeceğinize dair söz aldım. Eğer evleneceksen kızımı boşa ve bana gönder” buyurup Ali’yi azarlaması, Ali’nin kesinlikle böyle bir niyeti olmadığını söylemesi üzerine vukû bulduğunu söyleyenler varsa da, Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde, Taberî’nin Tarih’inde, Halebî’nin Siyer’inde, Tarihü’l-Hamis ve Riyazu’n-Nadıra’da, Hz. Muhammed, hicretin ikinci yılında Useyre Savaşı dönüşünde Ali’yi toprağa uzanmış, tozlara

16 Gölpınalı, Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik, İstanbul 2003, s. 338. 17 Gölpınarlı, Müminlerin Emiri Hz. Ali, İstanbul, 2004, s. 12.

(20)

bulanmış yatıyor görünce, “Kalk otur ya Ebâ Turâb” buyurmuştur. Bu hadis Ammar b. Yasir’den rivayet edilmiştir.19

Dikkat çekici bir nokta Gölpınarlı’nın bir kitabında Fatma’nın Ali’nin üzerine evleneceğini sanması sebebiyle eşiyle kavga edip durumu babasına bildirmesi yüzünden geliştiğini söylerken, başka bir eserinde bu olayın tamamen uydurma olduğunu söylemesidir. Ayrıca Gölpınarlı “madem ki çok evlilik şeriatın kabul ettiği bir şey Fatma’nın kocasına kızması ve buna karşı durması düşünülemez” diyor.20

Oysa her ailede ufak tefek kavgalar olur. O devrin şartları düşünüldüğünde herkesin kızını Hz. Ali’ye vermeye çalıştığına hiç şüphe yok. Aşırı ısrarlar karşısında Ali böyle bir işe meyletmiş, ya da hiç niyeti olmamasına karşın suskun kalarak böyle bir intibaya sebeb olmuş olabilir. Ayrıca çok evliliğin dinen caiz olması, Peygamberin kızlarının üzerine evlenilmesine izin vermemesine mâni değildir. Nitekim dul kalan kadının evlenmesi caizken, Peygamber’in hanımlarının O’nun ölümünden sonra evlenmesi yasaktır. Hz. Ali’yi asla hata yapmaz ve evliliğinde hiçbir sorun çıkmaz göstermek için harcanan bu çabaları çok anlamsız buluyorum. Kusursuzluk Allah’a mahsustur. Hz. Ali’nin faziletleri, Fatma ile evlenmesinin Allah’ın ve elçisinin takdiri olduğu, birbirlerini ne kadar sevdikleri ortadayken sürekli bir savunma içinde olmak çok yersiz. Hiç tartışılmayan ev mi olur? Peygamber’imizin bile hanımlarıyla bazı sorunları olmuştur, Ali ile Fatma’nın neden olmasın?

1.3.Hz. Muhammed’in Ali’yi Yanına Alması

Bir kıtlık yılında Rasulullah, diğer amcası Abbas’a “Gidelim de Ebû Tâlib’in yükünü hafifletelim”, buyurmuş, beraberce gidip oğullarından birer taneyi almayı teklif etmişler. Ebû Tâlib, oğullarından Akîl’i çok severmiş, “O’nu bana bırakın da ne yaparsanız yapın” demiş, bunun üzerine Abbas Cafer’i, Hamza Talib’i, Hz. Muhammed’de Ali’yi almış. Cafer, Müslüman oluncaya dek Abbas’ın evinde kalmış, Ali ise hicrete kadar Peygamber’in evinden ayrılmamış. Böylece Hz. Ali, beş yaşında geldiği evde on sekiz yıl kalmış, Hz. Peygamber’in terbiyesi altında yetişmiştir.

Hz. Ali o günleri şöyle anlatıyor:

“Çocuktum henüz, o beni bağrına basardı, yatağına alırdı, vücudunu bana sürer beni koklardı. Lokmayı çiğner, ağzıma verir, yedirirdi. Ne bir yalan söylediğimi görmüş, ne bir kötülük ettiğimi duymuştur. O sütten kesildiği andan

19 a.g.e., s. 13.

(21)

itibaren Allah, meleklerinden pek büyük bir meleği ona eş etmiştir. O melek gece gündüz Peygamber’e yücelikler yolunu gösterirdi, âlem ehlinin en güzel huylarını belletirdi. Ben de her an, devenin yavrusu nasıl anasının ardından giderse onun ardından giderdim. Her yıl Hirâ dağına çekilir, kulluğa koyulurdu. Onu benden başkası göremezdi. O gün (İslam’ın ilk tebliğ edildiği gün) İslam, Allah’ın salatı onun ve soyunun üstüne olsun, Resulallah’la Hatice’den başkasının evinde yoktu ve ben de onların üçüncüsüydüm. Vahy ve Peygamberlik nurunu görürdüm, kokusunu duyardım. Ona vahiy gelirken bir feryad duydum da, “Ya Resulallah, bu feryad nedir?” diye sordum. “Bu feryad eden şeytandır, kendisine halkın kulluk etmesinden ümidi kesti artık. Sen benim duyduğumu duymadasın, gördüğümü görmedesin, ancak sen Peygamber değilsin, fakat vezirsin ve hayra karşısın, ona ulaşmışsın” buyurdu.21

Gene İbn Ebi’l-Hadîd, Fazl b. Abbas’tan rivayet eder. “Babama, Hz. Rasul erkeklerden en çok kimi severdi?” diye sordum, “Ebû Tâlib oğlu Ali’yi hepsinden fazla severdi” dedi. Ben oğulları sordum deyince, “Ebû Tâlib oğlu Ali’yi herkesten çok severdi, oğullarından fazla O’na muhabbeti vardı. Biz Rasulullah’ın Ali’ye olan muhabbeti derecesinde oğlunu seven bir baba görmediğimiz gibi Ali’nin Hz. Resul’e itaatinden daha fazla itaat eden bir oğulda görmedik” dedi.22

1.4.Hz. Ali’nin Müslüman Oluşu

Hz. Muhammed halkı davete başlar başlamaz erkeklerden ilk olarak Hz. Ali, kadınlardan Hz. Hatice Müslüman olmuş, Peygamber’e inanmış, iman etmiştir. Bu konuda Tirmizi, Hâkim’in Müstedrek’i, Ahmed b. Hanbel’in, Müsned’i, Kenzü’l-Ummal gibi hadis kitaplarıyla El-İsabe, Usdü’l-Gabe gibi sahabenin hal tercümelerini bildiren kitaplar ve tarihler müttefiktir.

İbn İshak ise Ali’nin Müslüman olmasıyla ilgili şöyle bir rivayet anlatır; Ali, Hz. Muhammed ve Hatice’yi namaz kılarken görmüş, ne yaptıklarını sormuş. O zaman Peygamber, Ali’ye tebliğde bulunmuş, Ali de Müslüman olduğunun babasına söylenmemesini rica ederek Müslüman olmuştur.23

21 İbn Ebî Hadîd, Nehcü’l-Belâga Tercümesi, çev. Abdulbaki Gölpınarlı, Der Yayınları İst. H.

1390, s. 133)

22 Gölpınarlı, Sosyal Açıdan İslam Tarihi, s. 192.

23 Günal, Mustafa, Hz. Ali Döneminde İç Karışıklıklar, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler

(22)

1.5.Hz. Ali’nin Vezirliği, Vekilliği

Hz. Muhammed’e “En yakın hısımlarını korkut, inananlardan sana uyanlara karşı kanadını indir, mütevazı ol. Sana isyan ederlerse de ki: Şüphe yok ki ben sizin yaptıklarınızdan uzağım” şeklinde ki Şuara Suresi’nin 214, 216. ayetleri inince halkı açıkça davete başladı. İlk önce soy ve boy bakımından kendine en yakın olanları davete memur olmuştu.

Hz. Muhammed, hanımına yemek hazırlamasını söyledi. Hz. Ali’yi de Haşimoğullarını çağırması için yolladı.

“Gelenler 40 kişi kadardı. İçlerinde Hz. Muhammed’in amcaları Ebû Tâlib, Ebû Leheb ve Hamza da vardı. Ancak bize gelen kimi rivayetler İslam’ın ve Hz. Muhammed’in elçilik görevinin gizliden gizliye halk arasında bilindiği, bu bilginin kadınlar arasında özellikle Haşimoğulları’nın kadınları arasında paylaşıldığı ve yemek davetinden çok önce Peygamber’in kadın akrabalarından bir kısmının Müslüman olduğunu biliyoruz.

Hz. Muhammed açıkça tebliğe başlaması emredilince bir ay kadar dışarı çıkamadı. Halaları O’nu hasta zannedip ziyarete geldi. Hz. Muhammed durumu halalarına anlatınca, halaları toplantıya Ebu Leheb’i çağırmamasını söyledi. Peygamber gene de yemeğe Ebû Leheb’i çağırdı. Ebû Leheb’in, İslam’a davet edilince yaptığı sert konuşmadan sonra kız kardeşi Safiye bint Abdulmuttalib, Hz. Muhammed’i destekler mahiyette bir konuşma yaptı, iki kardeş tartıştı.24

Gölpınarlının anlatımına dönersek birinci gün gelen 40 kişi sofraya onar onar oturdu, yenildi, içildi.Hz. Muhammed söze başlarken Ebû Leheb, “arkadaşınız sizi büyüledi.” gibi sözlerle Hz. Muhammed’in sözünü kesti. Gelenler dağıldı. Ertesi gün Haşimoğulları gene çağrıldı ama Peygamber gene konuşamadı. Üçüncü gün Resulallah, “Ey Abdü’l-Müttalib oğulları, bana itaat edin, yeryüzüne hâkim olun. İçinizde kim bana yardım eder, bu işte beni kuvvetlendirirse kardeşimi vâsim, vezirim, varisim ve benden sonra halifem olur” buyurdu. İçlerinden hiçbiri cevap vermedi. En küçükleri olan Ali, ayağa kalkıp “Ey Allah’ın elçisi bu işte ben sana yardım edeceğim” dedi. Peygamber “Otur” buyurdu ve sözünü bir kere daha tekrarladı. Gene Ali’den başka kimse bu işe talib olmadı. Üçüncü defasında da Resul,

(23)

Ali’ye “otur” buyurdu. Artık kardeşim, vâsim, vezirim, varisim ve benden sonra halifem sensin”.25

Misafirler dönüşte Ebû Tâlib’le “yeğeninin dinine girersen oğlun sana emir olacak” diye alay ettiler. İmanını halkın içinde ilk açıklayan Ali’dir. Hz. Muhammed pazartesi halkı davete başlamış, Ali ise salı günü imanını açıklamıştır.

İbnü Abdü’l-Birr, el-İstiâb’da, Afifu’l-Kindî’den şöyle bir olayı rivayet eder. Kindî, “Ben ticaretle uğraşırdım. Bazı şeyler almak için Abdulmuttalib oğlu Abbas’ın yanına gittim. Birisi çıktı namaza durdu, geldiği taraftan bir kadın geldi arkasına geçti. Derken aynı taraftan genç bir çocuk geldi, Oda yanlarında namaza durdu. Abbas’a; bu nedir, ne yapıyorlar” diye sordum. Abbas, “Bu benim yeğenimdir, namaz kılıyor, Peygamber olduğunu sanıyor. Peygamber olduğunu kabul eden de ancak hanımı ve amcasının oğludur” şeklinde cevab verdiğini rivayet etmiştir.26

Buraya kadar Hz. Ali’nin ailesi, doğumu, çocukluğuyla ilgili bilgileri Gölpınarlı’nın eserlerini temel alarak anlatmaya çalıştık. Çoğunluğu hem Sünnî hem Şii kaynaklarda da bulunan bilgilerin farklılık gösterenlerini de elimizden geldiğince belirttik. Bu bilgileri yeterli buluyor, konumuza “Hicret”le devam etmek istiyoruz.

2.

Hicrette Hz. Ali

Arapça’da bir yerden göçmek bir yeri terk etmek anlamına gelen hicret, Kur’an-ı Kerim’de on sûrede yirmi kere anılır. İnançları yüzünden yurtlarından çıkan, çıkartılan, eziyet çeken kişiler, canlarıyla mallarıyla Allah yolunda savaşan ilk muhacirler ve onlara yardım edenlerle sonradan inançta onlara uyanlar övülür.

Peygamber âshabı her türlü işkenceye uğramış, fakirler-köleler dövülmüş, öldürülmüş, onlarla alış veriş edilmez, selam verilmez olmuştu, kimse onlarla konuşmuyor, evlenmiyordu. Ebû Tâlib mahallesinde toplanmak zorunda kalmışlardı, adeta toplumdan tecrit edilmişlerdi.

25 Gölpınarlı, Oniki İmam (A.S.), İstanbul 1989, s. 21-23; Sosyal Açıdan İslam Tarihi, İstanbul

1991, s. 52; Müminlerin Emiri Hz. Ali, İstanbul 2004, s. 14-15; Tarih Boyunca İslam Mezhebi ve Şiilik, İstanbul 2003, s. 341-342.

(24)

Hz. Muhammed’in açıkça davete başlamasının onuncu yılında Müslümanların durumu buydu. Ve gene bu yıl Hz. Muhammed üç gün arayla amcası Ebû Tâlib ve eşi Hz. Hatice’yi kaybetti. Bu seneye hüzün yılı anlamında “Senetü’l-Hüzn” dendi.

Müslümanların çektiği eziyetler dayanılmaz hale gelmişti. Hz. Muhammed Müslümanların bir kısmını Ca’fer b. Ebû Tâlib eşliğinde adil hristiyan bir hükümdarın yönettiği Habeşistan’a yolladı. Kendisi Mekke’de çok yalnız kaldı.

Ancak bu yalnızlık duygusu onun görevlerini yapmasına engel olmadı. Daha önce Taif’e tebliğ için gitmiş, halkın hakaretlerine, çocukların taşlı saldırısına uğramıştı.

Her yıl Hac mevsiminde Mekke’nin dışına çıkar, gelenleri İslam’a davet ederdi. Onbirinci yılda Akabe yakınlarında Medineli Hazrec boyundan kimselerle buluştu. İslam’ı tebliğ etti. Tüm bu insanlar Müslüman oldular ve dinlerini Medine’de yaydılar.

Onikinci yılda daha fazla Medineli, Hz. Muhammed’in dinine girdi. İslam’ın hükümlerine uydu. Öyle bir ortam oluştu ki Evs ve Hazrec boyları arasında yıllardır süregelen düşmanlık İslam kardeşliğinin etkisiyle yumuşadı.

İslam’ın doğuşunun onüçüncü yılında Medineliler, Hz. Peygamber’i canlarıyla mallarıyla koruyacaklarına söz verdiler. Allah, da Haşr suresinin 9. ayetinde “Medine’nin bir iman yurdu haline geldiğini buyurdu. Allah Rasul’u, Müslümanların Medine’ye göçmelerine izin verdi, onlar da birer ikişer göçmeye başladı.

Dâru’n-Nedve’de Ebû Cehl liderliğinde toplanan müşrikler Müslümanlığı yok etmek için neler yapabileceklerini tartışmış, Hz. Muhammed’i öldürmekten başka bir çare bulamamıştı. Kan davasına sebep olmamak için Haşimoğullarından bir kişi de dahil olmak üzere her boydan bir kişinin bulunacağı bir gurubun Hz. Muhammed’i öldürmesi üzerinde anlaşmaya varıldı. Diyetin kaç para olacağı önemli değildi, müşrikler ödemeye razıydı. Ebû Tâlib’in ölümü onları cesaretlendirmişti.

O gece hicret sırası Allah Elçisi’ne gelmişti. Ali’yi yanına çağırdı. Hicrete izin verildiğini söyledi. Ali’nin Mekke’de kalmasını, borçlarını ödemesini, kendisinde bulunan ve verilmesi icabeden emanetlerin verilmesini, sonrada Mekke’de bulunanlarla kendisine katılmasını istedi.

Hz. Muhammed, Ali’ye şöyle buyurdu: Yatağıma yat, hırkamla örtün, Sana haber vereyim ki Ali, ulu Allah dostlarını imanları derecesinde sınar. İnsanlar içinde uğradıkları belaler en çetin olanlar Peygamberlerdir, sonra onların vasiyleri, sonra

(25)

onlara uyanlar ve uyanlara benziyenler derde uğrar. Ey amcamın oğlu, Allah İbrahim Peygamber’i nasıl İsmail’i kesmeye memur ederek sınadıysa, beni de seninle sınamakta. Sabret, Sabret, çünkü şüphe yok ki Allah’ın rahmeti iyilik edenlere pek yakındır.

Hz. Muhammed, Ali’yi kucakladı, göğsüne bastı, ağlamaya başladı. Hz. Ali de Peygamber’den ayrılacağı için ağlıyordu.27 Başka insanların Peygamber’e yapılacak suikasti bilirken korkacağı, hatta kabul etmeyeceği bu teklifi Hz. Ali büyük bir sevinçle karşıladı. Derhal kabul etti ve gözyaşları içinde şükür secdesine kapandı.28 Ümmet içinde ilk şükür secdesi Ali’ninkidir.

Yatsı namazını kıldıktan sonra Hz. Muhammed evden çıktı. O sırada düşmanlar evi sarmıştı. Rasul, Ya Sin Suresinin 9. ayetini okudu, “Onların önlerine bir sed çektik, arkalarına bir sed, bu yüzden göremezler.”

Yerden bir avuç toprak aldı, geceleyin bekleşen o topluluğun üzerine serpti. Yürüyüp gitti, kimse onun çıktığını anlamadı.

Hz. Muhammed sözleştikleri yerde Ebû Bekir ve üvey oğlu Hind Ebu Hale’yle buluştu. Tarih risaletin onüçüncü yılı, Rebîulevvel ayının başlarıydı. Yola çıktılar. Hz. Muhammed ve Hz. Ebu Bekir “Gâr-ı Sevr”e girdi, Hind ise Mekke’ye geri döndü.

Üstlerine toprak serpilmiş olan müşrikler gece yarısından sonra kendilerine geldiler. Eve saldırdılar. Saldırganların başında Halid b. Velid vardı. Halid yatağa kılıçla saldırınca, Ali kalkıp elini tuttu, büküp kılıcı aldı ve önüne katıp evden çıkardı.

Müşrikler saldırdıklarının Ali olduğunu görünce çok şaşırdılar. Peygamber’i sordular, Ali’den cevap alamayınca onu hapsettiler. Sonra Hz. Muhammed’i bulma kaygısıyla Ali’yi bıraktılar.

Ali, Hz. Muhammed’in borçlarını ödedi, emanetlerini teslim etti ve Peygamber’den gelecek haberi beklemeye başladı.

Ebû Bekir ile mağarada üç gün saklanan Resul, Medine yolunda Kubâ’da konakladı. Ebû Vâkıdü’l-Leysi ile Ali’ye mektup yolladı.

Ali mektubu alınca hazırlandı. Peygamber’in ona emanet ettiği biricik kızı Fatma’yı, kendi annesi Esed Kızı Fatma’yı, Abdulmuttalib oğlu Zübeyr kızı

27 Gölpınarlı, Müminlerin Emiri Hz. Ali, İstanbul 2004, s. 20. 28 Gölpınarlı, Sosyal Açıdan İslam Tarihi, İstanbul 1991, s. 70.

(26)

Fatma’yı alıp yola çıktı. Yolda Ümmü Eymen oğlu Eymenle, Ali’ye mektubu getiren Ebû Vakidü’l-Leysi onlara katıldı.

Decnan denen yerde yüzleri örtülü 8 kişi onlara saldırdı, dönmeleri için tehdit ettiler. Ali dönmeyeceğini söyleyince, Ümeyye oğlu Harb’in kölesi kılıçla Ali’ye saldırdı. Ali ona öyle bir kılıç vurdu ki adamın başına inen kılıç, atının eğerine kadar işledi. Diğerleri korkup dağıldı. Ali ve yanındakiler yollarına devam ettiler. Bir gün konakladılar ve Mekke’den gelen fakir Müslümanları beklediler. Bu Müslümanların arasında Peygamber’in cariyesi Ümmü Eymen de vardı.29

Hz. Ebu Bekir’in hayatlarının tehlikede olduğunu, bir an önce Medine’ye gitmeleri yönündeki tüm ısrarlarına rağmen Hz. Muhammed, Kûba’da, Ali ve yanındakileri tam on gün bekledi. Onlarsız Medine’ye giremiyeceğini söylüyordu. Beklenen kâfile gelince yola koyuldular. Hz. Muhammed, Ali ve Zeyd’le ortaklaşa bir deveye biniyordu.

Gölpınarlı’nın eserlerinde bir çok ayetin nüzul sebebinin Hz. Ali olduğu vurgulanır. Vereceğimiz çeviriler, Gölpınarlı’nın Kur’an-ı Kerim mealinden alınmıştır.

1. Bakara 207: “İnsanlardan öyleleri vardır ki Allah rızâsına nâil olmak için varlığını, canını satar da Allah rızasını alır. Allah kullarını pek esirger.

Gölpınarlı’ya göre bu ayet hicret esnasında Peygamber’in yerine Ali’nin geçmesi, Ali’nin de Allah ve Peygamber’i uğrunda canını seve seve vermeye râzı olması ile ilgili olarak inmiştir.

2. Al-i İmran 190: “Onlar Allah’ı ayakta, otururken ve yan üstü yatarken anarlar ve göklerle yeryüzünün yaratılışını düşünürler de Rabbimiz derler, bunları boş yere yaratmadın. Sen noksan sıfatlardan arısın. Sen bizi ateşin azabından koru.” Gölpınarlı, bu ayette anlatılan kişilerin Hz. Ali ve O’nunla hicret edenler olduğunu, onların yolda düşmana karşı koyuşlarını anlattığını iddia eder.

3.

Medine Döneminde Hz. Ali

3.1.Hz. Muhammed’in Hz. Ali’ye İkinci Kez Kardeş olması

İslâmî literatürde yerini yurdunu, malını, mülkünü inançları uğruna bırakıp Medine’ye göçenlere “Muhacirun” (göçmenler), Medine’de onları bağırlarına basan,

(27)

onlara yardım edenlere “Ensar” (yardımcılar) denir. Bu terimler Kur’an’da geçer (Bkz. Tevbe Sûresi 100, 117).

Hz. Muhammed, ashabı olan bu iki gurubun daha da kaynaşmaları, birbirlerini daha da çok sevmelerini sağlamak için bir göçmeni bir yardımcıya kardeş etmeyi kararlaştırdı. Hicretin beşinci ayında soy-boy, ırk-köken ayrımına göre değil, inanç temeline dayanan bu kardeşliği sahabe arasında düzenledi.30

Bu sırada Hz. Muhammed’in kendisi ve Ali hariç herkesi birbirine kardeş ettiği, yalnız ikisinin kaldığı, Ali’nin Hz. Muhammed’e, “Ya Resulallah herkesi birbirine kardeş ettin beni ise yalnız bıraktın” dediği, Hz. Muhammed’in ise Ali’ye, “Sen, Musa’ya Harun ne menzildeyse bana o menzildesin, ancak benden sonra peygamber yok. Sen, dünyada da benim kardeşimsin, ahirette de” buyurduğudur. Rivayetlerin çoğunluğu bizim anlattığımız şekilde olsa da, İbn Sa’d, Tabakat’ında Ali’nin o gün Sehl b. Huzeyf’le kardeş olduğunu kaydeder.

Menzile hadisi diye meşhur olan ve Şiiler’in Hz. Ali’nin hilafetinin nasla sabit olduğuna dair iddalarının önemli delillerinden biri sayılan bu hadis, Müsned, Kenzü’l-Ummal, Siyer-i Halebi, İstiab, Tirmizi, Müstedrek, er-Riyadu’n-Nadıra, Savaik vs. gibi hem Sünni hem Şiilerin muteber kabul ettiği hadis, siyer, tarih kitapları vasıtasıyla bize ulaşmıştır.

Medine’de, tüm ashabın önünde aldığı bu güzel iltifat karşısında Ali, sevincinden ağlamaya başladı ve şöyle söyledi: “Ben Allah’ın kuluyum, Resulallah’ın kardeşiyim, Sıddıykü-l-Ekber’im.”

Gölpınarlı, Hz. Ali’nin hilafeti söz konusu olduğunda diğer Şiî alimler gibi Menzile hadisini önemli bir delil sayıyor.

Gölpınarlı’ya göre Hz. Peygamber buna benzer sözleri hem Mekke hem Medine’de birçok defalar söylemiştir.

Objektif bir inceleme yapıldığında Resul-i Ekrem’in Ali’ye bu ve benzeri sözleri birçok defa söylediği şüphe götürmez. Ancak Sünnîler bu hadisin söylendiği yer ve söylenme amacı hakkında farklı fikirlere sahip bulunmaktadırlar. Kimi rivayetler Menzile hadisinin söylenme sebebinin Tebük Gazvesi’ne giderken Hz. Ali’yi Medine’de ailesine bakmak için bırakan Hz. Muhammed’in Ali’nin üzülmesi üzerine söylediği yönündedir. Bazı kaynaklar ise Hz. Ali’nin Medine’ye vekil olarak

(28)

bırakıldığını anlatırken31, iddia edildiği dönemde vekil olarak bırakılan kişinin Muhammed b. Mesleme’ olduğunu kaydetmektedir.32

Ali’nin Medine’de kalması, münafıkların onun gözden düştüğüne dair dedikodular çıkarmasına neden olmuş33; ayrıca Hz. Ali savaşa katılamadığı için çok üzülmüştü. Peygamber’e, “Ey Allah’ın Resûlü! Beni kadın ve çocuklarla geride mi bırakıyorsun?” diye sordu. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) Hz. Ali’ye, “Sen, bana karşı Harun’un Musa’ya olan mertebesi gibi olmak istemez misin? Ancak benden sonra peygamber yok.” buyurdu.34

Kurtûbî’ye göre bu hadiste hilafet kastedilmiyor. Çünkü Hz. Harun, Musa’dan önce ölmüştür. Hz. Musa’nın halefi Yuşa b. Nûn’dur. Peygamber’in amacı Ali’nin hilafetini vurgulamak olsa, “Senin bana karşı olan durumun, Yuşa’nın Musa’ya karşı olan durumu gibidir.” buyururdu. Oysa Resulallah nasıl ki Harun Musa’nın yaşarken halefliğini yapıyorsa, Rabbi’yle konuşmaya gittiği zaman, İsrailoğullarına başkanlık ediyorsa, Ali de yokluğunda Peygamber’in halifesidir. Ölümünden sonra değil. Kurtûbî, Hz. Peygamber’in buna benzeri sözler diğer halifeler için de söylediğini kaydediyor, ancak bu iddalarını destekleyecek hiçbir örnek veya kaynak sunmuyor.

Bu hadis Sünni kaynaklarda bazı küçük farklarla çeşitli şekillerde geçmektedir. Genel kanı bu hadisin Tebûk Seferi öncesinde söylendiğidir. Tabatabâi ve Kazvinî gibi Şii müellifler benzeri sözlerin birçok defa Peygamber tarafından Ali hakkında söylendiğini idda etmişlerdir.

Son olarak Menzile hadisinin çeşitli kaynaklarda aldığı biçimleri örneklerle anlatmak istiyorum.35

1. “Senin bana yakınlık (ve bağlılığın), Harun’un Musa’ya bağlılığı mesabesindedir. Şu farkla ki benden sonra peygamber yok.”

Bu hadis Buhari, “Fedailü Ashabi’n-Nebi”, Tirmizî, “Menakıb”, İbn Mâce, “Mukaddime”.

2. “Harun’un Musa’ya durumu gibi kardeşim olmayı, benim de senin kardeşin olmamı istemez misin? Bilmiş olun ki benden sonra nebî yoktur. Eğer benden sonra

31 Demircan, Gadir-i Hum Olayı, Beyan Yayınları, İstanbul 1996, s. 80-81. 32 a.g.e., s. 80-81.

33 Demircan, a.g.e., s. 81. 34 a.g.e., s. 33.

35 Geniş bilgi için, Ateş, Ali Osman, Ehl-i Sünnet ve Şia’nın Delil olarak Aldığı Bazı Hadisler,

Beyan, İstanbul, 1996, s. 136-139; Demircan, Adnan, Hz. Ali’nin Hilafet Hakkı Meselesinde Gâdir-i Hum Olayı, Beyan, İstanbul 1996, s. 80-83.

(29)

nebî olsaydı, bunun sen olduğunu söylerdim. Sen ümmetimde halifemsin, sen benim dünyada da ahirette de vezirim ve kardeşimsin”. Kummi, I, 293.

Şu kadarını söylemeliyiz ki bu hadisin Tebûk Seferiyle ilgili olduğunu, hilafeti ya da Peygamberin Ali’ye duyduğu özel bir sevgiyi anlatmadığını idda eden kimi kişiler, Peygamberin daha önce Haşimoğulları’na İslam’ı tebliğ ettiği sırada kendisine yardım ve desteği kabul eden tek kişi olan Ali’ye benzer sözler söylediğini ayrıca Medine’de Ali’yi kendine kardeş edindiği gibi tarihi gerçekleri göz ardı edemezler. Peygamber ölümünden sonraki hilafeti kasdetmiyorsa da Ali’yi çok sevdiği, ona ettiği iltifatları başka hiçbir sahabiye söylemediği tartışmasız bir gerçektir. Peygamber ilk 3 halife ve diğer sahabeleri hakkındada birçok güzel söz söylemiştir, ancak görünen o ki, ençok iltifata layık görülen kişi hep Ali olmuştur.

3.2.Bedir Savaşında Hz. Ali

Hz. Muhammed ve muhacirler Medine’ye yerleşmişler yardımcılar bulmuşlardı. Fakat Kureyşliler onları rahat bırakmıyordu. Sünen-i Ebû Dâvud’da anlatıldığı gibi Kureyşli müşrikler, Medineli münafıkların reisi olan ve hükümdarlığa aday gösterilen Ubeyy oğlu Abdullah’ı Peygamberi öldürmesi, aksi takdirde şehirdeki erkekleri öldürüp, kadınları esir alacakları yönünde tehdit etmişlerdi.

Peygamber, Medine’de yaşayan Museviler’den hakaret görüyor, yürüdüğü yolun toz olduğu gibi saçma iddalarla ona sataşılıyordu.

Resulallah’ın hayatı tehlike altındaydı. Geceleri insanlar kapısında nöbet tutuyordu. Paraya düşkünlükleriyle tanınan müşriklerle Müslümanlar ile Mekke kervanlarının güvenliğine karşılık zoraki bir barış sürdürüyorlardı. Derken savaşın görünen sebebi ortaya çıktı. Peygamber’in halasının oğlu Abdullah b. Cahş, Kureyş kervanlarını gözlemek için gittiği Nahl yolunda Amr İbni’l-Hadramiyi öldürüp mallarını aldı. Bu olay Peygamber’i çok üzdü, Müslümanlarda Abdullah’ı bu saldırıyı haram aylarda yaptığı için kınadılar. Allah Bakara Sûresi’nin 217. ayetiyle Abdullah’ın yaptığının suç olduğunu ancak bu suçun müşriklerin suçlarının yanında hafif kaldığını bildirdi.

Amr’ın ölümü Kureyşlileri şok etti. Çılgına dönen müşrikler hemen savaş hazırlıklarına başladılar. Peygamber ashabını topladı, savaş konusunda ne düşündüklerini sordu. Başta Mıkdad ve Sa’d b. Muaz olmak üzere sahabenin çoğu Allah Resulüne hak yolunda ölmeye hazır olduklarını söylediler. Savaş hazırlıkları başladı.

(30)

Müslümanların ordusu sekseni kılıçlı, altısı atlı, üçyüz onüç kişiden oluşuyordu. Bunların yetmişyedisi muhacirden, ikiyüzaltısı ensardandı. Ordunun yetmiş devesi, iki de atı vardı. Peygamber’in sancağı Ali’de, ensarın sancağı Sa’d b. Ubade’deydi.

Müşrik ordusu ise dörtyüzü atlı olmak üzere bin kişi civarındaydı. İki ordu Mekke’ye seksen mil mesafedeki Bedir’de karşılaştı.

Kuyular daha önce gelen müşrikler tarafından tutulmuştu. İslam ordusu kalan son kuyunun yanına yerleşti, ancak bu su yeterli gelmedi. Müslümanlara su getirme işini Ali üstlendi. Düşmanların yanındaki kuyulardan su alıp Müslümanlara ulaştırdı.36

Müşriklerden ilk olarak öne çıkan Velid b. Şeybe, Utbe b. Rabia ve Velid b. Utbe karşılarına çıkan kişileri beğenmediler. Bu sefer karşılarına Ali, Hamzâ ve Haris b. Ubeyde çıktı. Hamza, Utbe’yi öldürdü, Ali Velid’i, Ubeyde ise Şeybe’yi yaraladı ancak kendi de yaralandı. Ali ve Hamza, Ubeyde’nin yerine Şeybe’yi öldürdüler. Ubeyde, Peygamber’e şehit olup olmayacağını sorduktan sonra Medine yolunda şehit düştü.

Bedir’de yetmiş kişi öldürüldü, yetmiş kişi de esir alındı. Müşriklerin otuzbeşini, bir rivayete göre otuzaltısını Ali öldürdü. Ali’nin öldürdükleri arasında müşriklerin ileri gelenlerinden As b. Said b. Ümeyye, Tuayme b. Adiy, Nevfel b. Huveylid, Hanzala b. Ebu Sufyan da vardı. Bu aileler Hz. Ali’nin kendine ve soyuna olan düşmanlıklarını hep sürdürdüler.37

Gölpınarlı’nın eserlerinde verdiği değişik rakamlara karşılık Vakıdi (Megazi’nin I/69) bu sayıyı onyedi olarak vermiştir. Ayrıca bazı kaynaklar Hz. Peygamber’in Ali’ye Zülfikar adlı kılıcı bugün ödünç verdiğini sonra da hediye ettiğini anlatır. Oysa Gölpınarlı bu olayın Uhud’da olduğunu söyler.

Bedir Savaşı’yla ilgili belirtmek istediğim birkaç husus var. Bunlardan birincisi Hz. Peygamber’in amcası Abbas, bu savaşta müşriklerin yanında yer almış ve savaşta esir düşmüştü. Bu olay Peygamber’i çok üzdü. İnanç uğruna kardeşin kardeşi öldürdüğü bu savaşta Abbas, fidye için istenen paranın kendisinde olmadığını

36 Gölpınarlı, Müminlerin Emiri Hz. Ali, s. 24. (Gölpınarlının naklettiğine göre Ali bu sırada

meleklerin sesini duymuştur.)

37 Gölpınarlı, Müminlerin Emiri Hz. Ali adlı eserinde bu bilgileri verirken, Sosyal Açıdan İslam

(31)

söylemiş, Hz. Muhammed’in Abbas’a sakladığı paranın yerini ve miktarını söylemesi üzerine Müslüman olmuştu.

Diğer bir üzücü olay da Hz. Peygamber’in damadı, kızları Zeyneb’in eşi Ebu’l-As’ın da müşriklerden olup esir düşmesiydi. Ebu’l-Ebu’l-As’ın fidyeyi ödeyecek parası yoktu. Zeyneb, ana babasının düğünde kendisine taktığı gerdanlığı yolladı. Bu olay Peygamber’i sarstı. Ebû’l-As’ı müslüman olmadığı takdirde Zeyneb’i boşayıp Medine’ye göndermesi şartıyla serbest bıraktı.

3.3.Hz. Fâtımatü’z-Zehra ile Olan Evliliği

Her ne kadar bir takım Şii fırkalar Muhammed b. Hanefiyye’nin imametini ortaya atarak Ali soyunun öneminin Peygamber’le olan damatlık ilişkisinden değil Ali’nin kendi kanından olduğu gibi bir inancı savunsalar da, Şiilerin ezici çoğunluğu Hz. Ali’nin soyunun öneminin çocuklarının taşıdığı Peygamber kanından olduğuna inanır.

Gölpınarlı’ya göre Hz. Peygamber’in soyunu yürüten öz kızı olan Fatma’dır. Hz. Muhammed, “Gerçekten de Allah, her peygamberin soyunu o peygamberden yürüttü. Benim soyumuysa Ali b. Ebû Tâlib’den ızhar etti.” buyurmuşlardır.38

Fatma’nın kelime anlamı sütten kesilmiştir. Bazı hadis kitaplarına göre Allah, Fatma’yı ve Fatma’yı sevenleri cehennemden ayırdığı, onları azabdan azad ettiği için kendilerine bu ad verilmiştir.39

İmam Ali er-Rıza, da Hz. Muhammed’in “Kızım Fatma’ya bu adı verdim, çünkü üstün ve ulu Allah O’nu ve O’nu sevenleri cehennemden ayırmış, azad etmiştir.” buyurduklarını rivayet eder.40

Doğdukları zamana ait çeşitli rivayetler vardır. Ehl-i Beytten gelen rivayet dâvetin beşinci yılı Cumâd’el âhırasının yirminci Cuması doğduklarıdır. İbn Abbas, Hz. Muhammed’in dâvete başladıklarında kırk, Hz. Hatice’nin kırküç yaşında olduklarını, Fatma’yı doğurduklarındaysa 48 yaşında olduklarını söylüyor.41

Allah Elçisi, kızına öyle düşkündü, ona o kadar çok değer verirdi ki, bu tavrı değil o günün Arap toplumunda günümüzde bile kız çocuklarının ulaşabildikleri bir konum değildir. Peygamber kızı her geldiğinde onu ayağa kalkıp karşılar, öper, halini hatırını sorar, yanına oturturdu. Aynı sevgi ve saygıyı Fatma da babasına

38 Gölpınarlı, Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik, s. 357 . 39 a.g.e., s.357.

40 a.g.e, s. 357. 41 a.g.e., s. 358.

(32)

gösterirdi. Ümmü Seleme, “Yüzü Resulallah’a en fazla benzeyen Fatma’ydı.” buyurmuştur.

Hadis kitaplarında Hz. Fatma’yla ilgili tahric edilmiş birçok hadis vardır. Buhari Sahih’inde, Nesaî Hasaîs’de, “Fatma bendendir. Onu kızdıran beni kızdırmıştır” buyurduklarını, tahric eder. Müslim de, “O benim kızımdır, vücudumdan bir parçadır. onu inciten beni incitmiştir.” hadisini tahric etmiştir ki bu hadis İsâbe’de de mevcuttur. Hâkim, Müstedrek adlı eserinde, Hz. Peygamber’in bir seferden bir savaştan dönüşte önce mescide uğrayıp iki rekat namaz kıldıklarını, sonra Fatma’yı ziyaret ettiklerini, ondan sonra eşlerine gittiklerini, bir yere gidecekleri zaman da en son Fatma’nın yanına girip en uzun vedâyı onunla yaptıklarını anlatır. İstiab’da Hz. Ayşe’nin Rasul en çok kimi severdi sorusuna “Fatma”yı cevabını verdiği, erkeklerden sorusuna ise “O’nun zevcini” dediği anlatılır.42

Hz. Fatma daha küçücük bir çocukken babasını her hususta korumaya başlamışlardı. Bir gün Hz. Muhammed namazda secdedeyken Kureyş’ten birileri sırtına pislik koymuş, beş altı yaşlarında olan Fatma bunu duyunca koşup pislikleri atmış babasının sırtını temizlemiştir. Bu koruyucu tavrı yüzünden Hz. Fatma’ya babası “Ümmü Ebiha, babasının anası” demişlerdir.

Uhud savaşında Hz. Peygamber yaralanınca Fatma bulduğu bir hasır parçasını yakıp, kanayan yaraya bastırmış kanamayı durdurmuştur.

Hz. Fatma evlilik yaşına gelince herkes bu şerefe ulaşabilmek için O’nu istedi. O’nu isteyenler arasında Hz. Ebu Bekir ve Ömer de vardı. Hz. Muhammed her gelene Allah’ın emrini beklediklerini söylüyordu. Hz. Ali de Fatma’yla evlenmek istiyordu. Fakat bunu bir türlü Allah Elçisi’ne açamıyordu. Derken bir gün Ali Sahabeden bazı kişilerin de cesaretlendirmesiyle Fatma’yı istedi. Hz. Muhammed, bu isteği Allah’ın emrine uygun bulup Fatma’ya sordu. Fatma utançlarından hiçbir söz söyleyemediler. Hz. Muhammed bu suskunluğun kabul anlamına geldiğini anladı ve onu Ali’ye verdi.

Hz. Muhammed, “Kızımı sana verdim, bir şeyin var mı” buyurdu. Ali “Bir zırhım ve bir atım var” deyince, “At sana lazım, zırhını sat parasını getir” buyurdular. Hz. Ali’nin şöyle dediği rivayet edilir, “Zırhı dörtyüz seksen dirheme sattım, parayı Rasul-i Ekrem’in kucağına koydum. İçinden bir kabze aldı, Bilal

Referensi

Dokumen terkait

Dengan berlakunya peraturan daerah ini maka peraturan daerah Kabupaten Sidoarjo Nomor 15 Tahun 2000 tentang kedudukan keuangan Kepala Desa dan Perangkat Desa

Perancangan adalah suatu proses yang bertujuan untuk menganalisis, menilai, memperbaiki, dan menyusun suatu sistem, baik sistem fisik maupun non fisik yang optimum untuk

Pada kotak dialog yang baru muncul ini, tekan tombol “Change filename” yang terdapat di sebelah kanan frame “Output BLN file” untuk menentukan nama output file dalam format

Hasil penelitian menunjukkan bahwa pertama, terdapat 68 dimensi soft skills yang diklasifikasi ke dalam lima dimensi utama, yakni jujur dan dapat dipercaya, tanggung jawab, disiplin,

 jelas yang yang menimbulkan menimbulkan volume volume sirkulasi sirkulasi yang yang tidak tidak efektif efektif dan dan terjadi terjadi sinkop, sinkop, syok

Penambahan alat myelogram pada CT-Scan diharapkan memberikan gambaran yang lebih baik lagi. Terutama pada adanya suatu kompresi dari korda spinalis dan juga

2. INDIKATOR PELAYANAN RUMAH SAKIT ... JUMLAH SARANA PELAYANAN MENURUT KEPEMILIKAN... SARANA PELAYANAN KESEHATAN SWASTA ... UPAYA KESEHATAN BERSUMBERDAYA MASYARAKAT ... TENAGA

atau karyawan Perseroan bertindak sebagai kuasa dari pemegang saham Perseroan sebagaimana dimaksud Pasal 24 ayat 7 Anggaran Dasar Perseroan dalam Pasal 85 ayat (4)