• Tidak ada hasil yang ditemukan

jacqueslacanvecinsellik

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Membagikan "jacqueslacanvecinsellik"

Copied!
12
0
0

Teks penuh

(1)

Jacques Lacan ve Cinsellik

Özgür Öğütcen

“B ütün yaşayan ve bir hüküm oluşturabilen şeyler arasında

Biz kadınlar yaratılanların en bedbahtlarıyız.”1 (Medea, Euripides)

I.

Asgari türler olarak kadın ve erkek cinsiyetleri arasında birbirini tamamlayan, telafi eden bir ilişki yoktur (« Erkekler Mars’tan, kadınlar Venüs’ten » tarzı New Age neo-Jungcu mistifikasyonlar olanaksızdır). Ünlü Fransız psikanalist Jacques Lacan'ın (1901-1981) herkesin bildiği özdeyişi "Cinsel ilişki yoktur" yukarıda sözü edilen kaçınılmaz ilişkisizliğin bir boyutunu vurgulamaktadır. Önümüzde felsefi bir sorun olarak yer alan ve iki cinsiyetin kendilikleri içinde 'mutlak form'larmış gibi yerleşmelerini sağlayan işlem nedir? İdeolojik bir işlem olarak görülebilecek ikili türlendirme şeklindeki bu simgesel işlem Freud'un da dikkatini çekmiştir: Çocukların Cinsel Kuramları Üzerine adlı makalesinde, Freud, dünyanın dışından bir bakış –uzaylılar, Tanrı ya da Öteki’nin bakışı mesela- dünyamızı gözlemlese, üzerinde yaşayan canlıların erkek ve kadın diye iki alt türe bölünmüş olduklarını görerek şaşıracaklarını öyle sıradan bir söz gibi belirtip geçmiştir :

1 Euripides, Medea, trans. Rex Warner, in Euripides I, ed. David Grene and Richmond Lattimore (Chicago: University of

Chicago Press, 1955), 66–67’den alıntılayan J.A. Miller, Sexuation içinde, ed. R. Salecl (Duke University Press, Durham and London, 2000), sayfa 18. Aynı eserin, yani Euripides’in Medea’sının Mitos-Boyut Yayınları tarafından 2006 yılında yayımlanmış bir çevirisi (çev. M.Balay) bulunmaktadır. Bu sözü geçen çeviride yukarıda alıntıladığım bölüm şöyle çevrilmiştir: “Yaşayan ve bir irade sahibi olan yaratıklar içinde biz kadınlar/ Kuşkusuz en zavallılarıyız.” Bu çeviri yerine yukarıda kendi yaptığım İngilizceden çeviriyi kullanmayı yeğledim, hangisinin daha doğru olduğuna kuşkusuz okur karar verecektir.

(2)

« Eğer kendimizi bedensel var oluşumuzdan sıyırabilsek ve bu dünyanın işlerini saf düşüncenin başladığı bir gözle, örneğin başka bir gezegenden görebilseydik başka bakımlardan bu denli benzeşen insanlarda aralarındaki farkı bu denli açık dış belirtilerle vurgulayan iki cinsiyet bulunması kadar hiçbir şey dikkatimizi şiddetle çekmezdi. »2

Ama başka bir söz cinselliğin ve cinsiyetlerin gerçeğini bu kadar kesin, ilk karşılaşma anındaki şaşkınlık kadar iyi vurgulayamazdı. Bu şaşkınlık Freud'un şöyle bir değinip geçiverdiği, bilinçdışı olarak bildiği bir savdan öteye geçmemiştir. Sonrasında, Freud, yine biyolojik açıklamarla psikanalitik açıklamalar arasında belirli bir gerilimi taşıyan kendi diyalektik tarzına geri dönecektir. Freud'un kadın ve erkek cinsellikleri arasındaki sorunsalı biyolojik bir organa -penise- sahip olup olmama tarafından belirlenen bir değişkene taşıması eş zamanlı olarak bu tartışmanın biyolojik olanın mutlak belirleyiciliği tartışmasını da beraberinde getirmiştir. Bu ileri doğru atılmış bir adımdır. Bu adımın devamında Freud, cinsiyetlerin kurulduğunu, bir oluşturucu sürecin sonucunda bu biçimlerin görünür hale geldiğini söyleyerek bir adım daha atmıştır. Sözü geçen tartışmanın arka planında bilimsel bilginin ne olduğuyla, kapsamıyla, ikitidarıyla ilgili bir tartışma vardır. Freud karmaşık akıl yürütmelerinde, polemikçi tarzında ve takıntılı argümantasyonunda sorunun önce bir tarafını sonra diğer tarafını sunar ve eleştirir; tartışmasını şu veya bu öğenin kesin hakimiyetini vurgulayacak şekilde sonlandırmaz. Bilinçdışı cinsiyet seçiminde de, libidonun erkek veya kadın nesneleri seçmesinde, en başta kadının ve erkeğin bilinçdışı temsillerinin olmayışının gölgesi bu karmaşaya düşer. İkincisi, Freud'un belirttiği üzere, libido ilk günden son güne değin kadın veya erkek yönünde farklılaşmakta verili bir seçim, kesin bir eğilim içinde değildir; bu ya da diğer tarafı seçmesi öznenin tarihinin olumsal koşullarıyla sürekli sürekli gözden geçirilir.

Ernest Jones’un 1955’te aktardığına göre Freud, ünlü kadın psikanalist Marie Bonaparte’a şöyle demiştir : « Hiçbir zaman yanıtlanmamış ve dişi ruhu üzerine otuz yıllık araştırmalarıma karşın benim de henüz yanıtlayamadığım büyük soru ‘Bir kadın ne 2Freud S, Çocukların Cinsel Kuramları Üzerine (Cinsellik Üzerine içinde), 2006, Çev.: E. Kapkın, Payel,

(3)

ister ?’ sorusudur. » Bu soru Freud için kadın cinselliğinin derinliğini ve karanlığını belirleyen cevapsız bir muamma olarak kalmıştır.3 Freud bu metinde psikanalizin, uzun

bir başlangıç dönemi boyunca, araştırma nesnesi olarak küçük erkek çocuklarını almasının bir eksiklik olduğunu saptar. Bu yaklaşımın sonucu olarak kız çocuklarda olup bitenlerin erkeklerdekinin bir yansıması, bir benzeri olduğu varsayımı savunulagelmiştir. Ancak Freud ilerleyen klinik deneyimi sonucunda kadınlarda ve kız çocuklarında hep başka bir şeylerin, artı bir şeylerin, ötede bir şeylerin olduğunu sezmiştir.

Freud psikoseksüel gelişimde birbirini izleyen üç evre tanımlamıştır : oral, anal ve fallik evreler. Fallik evreye ulaşılana kadar kız ve erkek çocuklar için iki cinsiyet yoktur, cinsiyetler ayrışmamıştır, sadece tek bir cinsiyet vardır. Bu dönüşüm süreci aynı zamanda cinsel dürtünün dönüşümüdür. Freud, cinselliğin oral ve anal dürtüler gibi pek çok kısmi dürtüden oluştuğunu ve her birinin farklı bir kaynaktan özelleştiğini (farklı bir erotojenik bölgeden) iddia etmiştir. Freud’a göre en başta bu dürtü bileşenleri karmaşık ve bağımsız bir şekilde iş görürler, bu çocuksu polimorf-çokbiçimli sapkınlığın kaynağıdır, ama ergenlikle birlikte genital organların önderliğinde tümü organize hale gelirler ve bütünleşirler.

Freud, bir kez kadın ve erkek cinsiyetlerin bilinçdışında doğrudan bir temsillerinin olmadığı fikrini kabul ettikten sonra önüne çıkan soru bilinçdışında bu yapıların nasıl dolaylı da olsa temsil edilebileceğidir. Böylece psikanalitik kuramın başka pek çok uygulamasında da önümüze çıkan temsil kavramı Freud tarafından öne sürülecektir. Temsil kavramı sayesinde farklı düzeylerde yer alan kavramlar yeni bir bağlantının ışığı altında ilişkilendirilebileceklerdir. Freud, kadın ve erkek bilinçdışı dolaylı temsillerinin

etken ve edilgen yönelimler çerçevesinde ele alınabileceğini söylemiştir. Bu iki yönelim –

yani etken ve edilgen yönelimler- doğrudan biyolojik bir cinsiyetin temellük edebileceği şeyler değillerdir. Örneğin Oidipus kompleksi içinde bir erkek çocuk babasının aşk nesnesi olarak annesinin yerini almak ister, bu dişil edilgen bir tutumdur Freud’a göre. Freud aynı zamanda etken ve edilgen formların hepimizin ruhsallığında yer alan

çiftcinsellik (hermafroditizm) ile de ilişkili olduğunu söyler. Peki niye çiftcinsiyetliyiz ?

3 Freud S, Cinsler Arasındaki Anatomik Farkın Bazı Ruhsal Sonuçları, Cinsellik Üzerine içinde, Çev.

(4)

Freud, bütün insan yavrularının hem ilk nesne olarak anneyle hem de sonradan gelen babayla belirli özdeşleşmeleri olduğunu ve bunların sonucunda –eğer buna ilişkin genetik bir verililik yoksa- çiftcinsiyetli, yani etken ve edilgen tarafları belirli oranlarda içinde barındıran, özneler olduğumuzu söyler.

Oidipus kompleksinin çözülmesinde kızlar erkek çocuklara göre ekstra bir zorlukla karşı karşıyadırlar : her iki cinsiyet içinde yatırım yapılan ilk nesne annedir, erkek çocuk Oidipus sırasında anneyi yatırım yapılacak karşıt cinsten ebeveyn olarak korur, nesne değiştirmez. Oysa kız çocuk Oidipus’ta ilk nesnesi olan annesinden vazgeçmek ve karşıt cinsten ebeveyn olarak babasına yatırım yapmak zorundadır. Bu dolambaçlı ve uzun bir yoldur. Yine aynı dönemlerde küçük kız bir akrabasının, bir komşusunun erkek çocuğunda ya da doğrudan kendi erkek kardeşinde onun penisiyle karşılaşınca şu soruyu realize eder : « Benimkine ne oldu ? » Bu soruyu bir yadsıma dalgası, bir kez erkek cinsel organının farklı olduğunun anlaşılmasının inkarı izler. Ama ona sahip olmak ister der Freud ve penis haseti (Almanca orijinali Penisneid) buradan doğar. Erkek çocuk ise kendisinin penisinin babası tarafında tehdit edildiğini, bu zavallı küçük organın bir bıçağın gölgesinde olduğunu realize eder. Çocuk iki jilet görür derler : biriyle babası sakallarını keser, diğeriyle annesi bacaklarının kıllarını ama bu jilet erkek çocuğun penisini de kesebilir ! Freud’a göre küçük erkek çocukta böylece kastrasyon anksiyetesi (kastrasyon korkusu, iğdiş edilme korkusu ve hadım edilme korkusu da denilmektedir) başgösterir. Lacan’a göre ise kastrasyon evrenseldir ve konuşan özneler için kastrasyonun pençesinden –erkekler için bir istisnayla- kaçış yoktur. İşte Freud, kızlardaki bir gün penise sahip olunabileceği umudunu erilliğin bir tezahürü olarak görür, dişillik bu iddiadan vazgeçmekle olacaktır. Ancak burada sahip olma umudunun bilinçdışı etkinliği mi temsil ettiği yoksa sadece erillikten vazgeçmenin doğrudan mı dişillik yönünde bir gelişime yol açtığı pek açık değildir.

Freud, kız çocuklardaki penis hasetinin izlerinin erişkinlik yaşamında da çeşitli şekillerde sürebileceğini belirtir. Örneğin kıskançlığın gündelik formu buradan doğabilir, kadınlardaki aşağılık duygusu bu hasetle ilişkili olabilir, kızın annesiyle sevgi ilişkisinin gevşemesine neden olabilir. Ama Freud, bunları görecelileştirir ve tümünün erkek

(5)

çocuklarda da belirli ölçülerde varolabileceğini, aralarında olsa olsa bir şiddet farkı olabileceğini ekler. Kız çocuk bu sürecin devamında penis sahibi olma umudu(nu) iç dünyasında penisi çocukla eşitleyerek çocuk sahibi olma isteğiyle değiş(tir)ir. Tabi ki bu süreçlerin hemen hiçbiri öznenin bilinç düzeyinde gerçekleşmez : hemen hiçbir kız çocuk babasından bebek sahibi olmak istediğini söylemez, hemen hiçbir erkek çocuk annesine aşık olduğunu ifade etmez; bu konuşmalar öteki türden konuşmalardır.

Freud kızlardaki ve erkeklerdeki kastrasyon kompleksine ilişkin kendi akıl yürütmesinin sonuçlarını şöyle özetler :

« ...Kızlarda Oidipus kompleksi ikincil bir oluşumdur. Kastrasyon kompleksinin işleyişleri ondan önce gelir ve onu hazırlar. Oidipus ve kastrasyon kompleksleri arasındaki ilişki bakımından iki cins arasında kökten bir karşıtlık bulunur. Oğlanlarda Oidipus kompleksi kastrasyon kompleksi tarafından yıkılırken kızlarda kastrasyon kompleksi tarafından olası kılınmakta ve onun tarafından yönlendirilmektedir. Bu çelişki, kastrasyon kompleksinin her zaman temasında ima edilen anlamda çalıştığını düşünecek olursak açıklığa kavuşur : erilliğe ket vurup onu kısıtlar ve dişilliği yüreklendirir. Erkeklerle kadınlar arasında sözünü ettiğimiz dönemdeki cinsel gelişim farkı cinsel organları arasındaki anatomik ve onunla ilgili ruhsal konum farkının akla yakın bir sonucudur ; gerçekleştirilmiş bir

kastrasyon ile yalnızca kastrasyon tehdidi arasındaki farka denk düşer... »4

Freud, bütün yaşamı boyunca tekrar tekrar kadın ve erkek cinsiyetleri arasındaki farkın doğasının ne olduğu sorusuyla yüz yüze gelmiştir. Bu soruya verdiği nihai bir cevap yoktur ; bununla birlikte Freud’un anatominin ruhsal yapı üzerindeki etkilerine, çitcinsiyetliliğe ve libidonun nesne tercihindeki salınımına yaptığı vurgulara bakarak sonuçsuz kalan cevabının ne olduğunu anlayabiliriz. Bir Kadın Eşcinsellik Olgusunun

Ruhsal Kaynakları’nda5 cinsel kimliği oluşturan üç temel etkenden bahseder : bunlar

sırasıyla fiziksel cinsel özellikler (fiziksel hermafroditizm), zihinsel cinsel özellikler (eril 4 Freud S, Cinsler Arasındaki Anatomik Farkın Bazı Ruhsal Sonuçları, Cinsellik Üzerine içinde, Çev.

E.Kapkın, Payel Yayınları, İstanbul, 2006, sayfa 330-331. Bu çevirideki ‘iğdiş edilme karmaşası”nı daha yaygın kabul gören ‘kastrasyon kompleksi’ olarak değiştirdim.

5 Freud S, Bir Kadın Eşcinsellik Olgusunun Ruhsal Kaynakları, Olgu Öyküleri II. cilt içinde, Çev. A.

(6)

ya da dişil tutum) ve nesne seçiminin türü. Freud, yukarıda sayılan üç etkeni eşcinsel nesne seçimini anlamada belirleyici olması için sunsa da aslında bu etkenler aynı zamanda bütün bireylerin sonuçta ortaya çıkan cinsel kimliğini anlamakta da ileri sürülebilir. Freud’a göre her birimizde nesne seçimini çoktan yapmış, zaman içinde değişmeyen, sabit bir libidinal yatırım yoktur. Kastrasyon tehdidinin gölgesi altındaki bütün insanlar için iki seçenek vardır ; ya kastrasyonu kabul etmek ve anatomik gerçekliğin devamında bir seçim yapmak ya da kastrasyonu reddetmek ve yasayı tersine çevirmeye çalışmak. Sonuç olarak psikanaliz için cinsiyet farklılığı anatomik bir sorun değildir, anatomik gerçeklik önemlidir ama sadece ruhsal sonuçları açısından.

II.

Lacan’ın kuramında anatominin ağırlığı iyice azalmıştır. Penise sahip olup olmamak, Lacan açısından, ruhsal yapının oluşumunda göz önünde bulundurulan bir tartışma değildir. Lacan için iki bağlam önem taşımaktadır jouissance6 bağlamı ve dil bağlamı.

Lacan, cinsiyet farklılığını anatomik terimlerin hemen tamamen uzağında dilbilim terimleriyle anlamaya çalışacaktır ve jouissance öznelerin zevkini örgütlemede vazgeçilmez bir dayanak noktası oluşturacaktır.

Lacan hiçbir zaman doğrudan doğruya cinsiyet farklılığından ya da cinsel kimliklerin oluşumundan bahsetmemiştir ancak Seminer XX’de (bilinen adıyla ‘Encore’) eril ve dişil cinsiyetlerin oluşumunun çeşitli bağlamlarını ele almaktadır. Bu seminerin İngilizce’ye çevrilmiş versiyonunun alt başlığı “Kadın Cinselliği Üzerine, Sevgi ve Bilginin

6 Lacancı psikanalize özgü olan jouissance sözcüğü Lacan’ın başka dillere çevrilmeden kalmasını istediği

Fransızca bir sözcüktür. Lacan’ın metinleri başka dillere çevrilirken bu kelimenin çevrilmeden bırakılmasına büyük bir özen gösterilmektedir. Fransızca orijinali ‘jouir’ fiilinden türetilmiştir. Ancak Lacan bu kelimeye ek anlamlar yükleyerek ‘acıdaki zevk, acıdaki keyif’ olarak çevirebileceğimiz ek bir anlam yüklemiştir. Bu terim Lacancı klinik pratikte hasta görürken, psikanaliz sırasında klinik yönelimin önemli bir kısmını teşkil etmektedir. Diğer büyük psikanaliz ekollerinde (örneğin nesne ilişkileri, ortodoks Freudcular ya da ego psikolojisi gibi) jouissance terimi ya da ona yakın bir şey psikanaliz pratiklerinde kullanılmamaktadır.

(7)

Sınırları”7dır. Kitapta Lacan pek çok mevzuya değinir: jouissance’tan dilbilimci

Jakobson’a, Aristoteles’ten simgesel mantığa, söylem düzenlerinden hakikate, Borromean düğümünden llangue’a kadar.

Lacan’ın tartıştığımız sorunsalla alakalı bu metinde ortaya koyduğu temel kavram Türkçe’ye ‘cinsiyetlenme’ olarak çevrilebilecek ‘sexuation’dır/dur. Sexuation denklemlerinde, Lacan, sadece nasıl erkek veya kadın olunduğunu göstermez –ya da bunu hiç göstermezde diyebiliriz- daha çok konuşan özneler olarak fantaziyle ilişkimizin eril ve dişil formlarının temel koordinatlarını ortaya koyar. Sexuation üç zamansal düzene sahip bir mantık tarafından inşa edilir: birincisi cinsiyetler arasındaki doğal farklılıklardır; ikincisi cinsel söylemdir ve sonuncusu da öznenin uygun bir cinsiyeti seçtiği düzendir. “Lacan’a gore cinsiyet farklılığı sabit simgesel karşıtlıklar ve kapsamalar ya da dışlamalar (heteroseksüel normativite, eşcinselliği ve diğer “sapkınlıklar”ı bir takım ikincil rollere indirgemez) değildir; cinsiyet farklılığı bir çıkmazın, bir travmanın, açık bir sorunun adıdır, kısaca söylersek bütün simgeselleştirme çabalarına direnen şeydir. Cinsiyet farklılığını bir grup simgesel karşıtlığa dönüştürmeye çalışan her tercüme başarısız olmaya mahkumdur. Bu imkansızlık cinsiyet farklılığının ne anlama geleceğinin belirlendiği hegemonik mücadelenin alanını açar. Bu yüzden Lacancı psikanalizde cinsiyet farklılığı iddiası biyolojiye bir dönüş değildir, daha çok en başta simgesel düzen içindeki belirli bir köktenci ve özsel bir çıkmazın adıdır. Lacan’ın sexuation denklemleri bu çıkmazın mantıksal matriksini sağlamaktadır.”8 Bu çıkmaz ne biyolojiktir ne de özgün

kültürel bir formasyona aittir. Bu çıkmazın telaffuz edilmesi insan varlığı ve simgesel düzen arasındaki en temel ilişkiyle alakalıdır.

Aynı zamanda Seminer XX, Freud’un külliyatının patriyarkal boyutlarının ve neo Freudcu revizyonizmin kadın cinselliği üzerine olan basitleştirmelerinin ötesine geçme çabasıdır. Bu seminer Lacan’ın felsefe ve bilim karşısındaki temel pozisyonunu belirlediği kurucu metindir. Adı geçen seminer uzun süreler boyunca –özellikle Anglosakson dünyada- sadece kadın(sı) cinsellik üzerine bir metin gibi alımlanmıştır, 7 Lacan J, The Seminar of Jacques Lacan, Book XX Encore 1972-1973, On feminine sexuality, The limits of love and knowledge. Trans.: B. Fink. Ed.: JA Miller. WW Norton, NY & London, 1999.

(8)

oysa Lacan’ın bu metni post-Kartezyen öznenin kuruluşundan Aydınlanma geleneğinin eleştirisine, bilimin statüsünden bilginin konumuna, söylem düzenlerinden toplumsal fantazinin işleyişine kadar pek çok alanı içeren tartışmalar barındırmaktadır. Bu geniş etki alanı Lacancı psikanalizin niye pek çok disiplini (felsefe, ideoloji, cinsiyet tartışmaları, film eleştirisi, edebiyat kuramı vesair) etkilediğini anlamamızı da olanaklı kılmaktadır. Lacan kadar, belki Freud’dan bile daha fazla, başka disiplinleri ve düşünce dünyasını etkilemiş bir psikanalist bulmak zordur.

Türkiye’de de Lacan’ın orijinal metinlerinin çevirilerinin artmasıyla birlikte bazı terimlerin, kavramların ve neolojizmlerin nasıl çevirileceği sorusu etrafında Lacancı kuramın yerleşeceği Öteki’nin ne olacağıyla ilgili söylemsel mücadele hızlanacaktır. ABD ve İngiltere’ye kısmen benzer şekilde, Türkiye’de de ilk önce entelektüeller (feminist yazarlar, film eleştirmenleri, kültürel çalışmacılar9 vb.) psikanalistlerden görece

daha erken bir zamanda Lacancı kurama ilgi göstermeye başlamışlardır; bu durum Lacancı psikanalistlerin ortaya çıkmalarıyla ve klinik pratiklerini bu kuram çerçevesinde sürdürmeleriyle muhtemelen önümüzdeki on yıl içinde şekil değiştirecektir.

Lacancı metinlerin alımlanışı kuşkusuz bir disiplinden diğerine keskin farklılıklar gösterecektir; Lacan bir başvuru metnidir, bir referans metindir ve bu yüzden dünyanın hiçbir yerinde Lacan ilk elden doğrudan Lacan okuyarak öğrenilmez. Bir Lacancı psikanalist için tanısal yapılar (obsesyon, histeri, psikoz ve sapkınlıklar) çok önemliyken bir feminist için fallusun konumu daha fazla önem taşıyacaktır.

9 Burada özellikle iki ismi zikretmek önem arzetmektedir: Bülent Somay ve Slavoj Žizek. Bülent Somay bir

Lacancı kültürel çalışmacı olarak Slavoj Žizek gibi bu alanda dünya çapında önemli olan bir düşünürün kitaplarının Türkçe’ye çevirilmesine ön ayak olmuştur. Bu sayede Lacancı kuramın mükemmel bir uygulamasını sunan Žizek’in geniş ilgileri Türkiye’de bir yankı bulmuştur. Şu anda Žizek’in Metis, Encore ve Epos yayınevleri başta olmak üzere pek çok yayınevi tarafından hemen bütün kitapları çevrilmiştir ve çevrilmeye devam etmektedir. Bu nedenle Türkiye’de Lacan denilince Žizek’ten bağımsız, onun yarattığı kültürel etkilerden bağımsız bir düşünüş mümkün görünmemektedir ve Žizek deyince de politik olan ve teorinin jouissance’ı ilk akla gelen ek çağrışımlardır.

(9)

Yukarıdaki sexuation denklemlerinde görülen cinsellik ve cinsiyet tartışması en başta eril ve dişil öznelerin kastrasyonla ilişkilerini simgeselleştirmenin iki yolunu temsil etmektedir. Bu ilişki çelişkili, bütünleştirici olmayan bir tarzda olduğundan cinsel ilişki de imkansız hale gelmektedir. Kısaca söylersek bu cinsiyetin Gerçek’idir.

Bu formüle baktığımızda üstte dört adet önerme görmekteyiz. Üsttekiler birer olumlama ve olumsuzlama (istisna) içermektedir. Altta ise $, a, S(A), La ve Φ’yi görmekteyiz. Bu nesneler “gerçeklik” olarak deneyimlediğimiz şeyin koordinatlarını sağlamaktadır (dolayısıyla Gerçek, gerçeklik ve hakikat farklı kavramlardır). Φ nesneleri fallik keyif ve semptomun ya da sinthomun engelleyici etkileriyle ilişkilidirler; S(A) nesneleri “Gerçek’in küçük parçaları” olabilirler ve dişil keyif ile ilişki kurarlar; ve a bulunması zor olan fantazi nesnelerinin, arzu nesnelerinin ve dürtü nesnelerinin işaretleyicisidir. Nesnelerin belirli bir düzenlenmesi “gerçeklik” etkisinin,

jouissanceımızın arka planına karşı çıkan Simgesel, İmgesel ve Gerçek düzenler

arasındaki bir grup yaklaşım tarafından nasıl oluşturulduğunu anlatmaktadır. Encore’da Lacan bu “gerçeklik”e cinsel bir perspektiften bakmakta ve özne konumlarını belirleyenlerin de bu nesneler olduğunu söylemektedir. Kısaca, Lacan burada, öznelliğin cinsiyet farklılığı tarafından nasıl parçalandığını ve fantaziler, semptomlar ve jouissance ile olan sorunsal ilişkiye nasıl bağlandığını göstermektedir.

(10)

Elimizde tutmamız gereken önemli bir çıkarsama şudur: Cinsiyet farklılığının bütünsel bir açıklaması kesinlikle olamaz, çünkü dilin, hepimizin razı olacağı bir bütün haline gelmesine engel olan şey odur.

Denklemin alt tarafında, eril öznenin “kadın” ile fantazi ilişkisi ($ ve a’yı birleştiren çizgi) görülmektedir. Kadının erkeğin semptomu olduğu fikri, La (Fransızca’da dişil kelimeleri belirten ön ek, eril olanı ‘Le’) ve fallik nesne Φ arasındaki bağ ve şeklin eril tarafındaki $ ve Φ’nin dolaylı eşleşmesi ile ifade edilir. Böylece erkeğin fantazisi yerine semptomu olan kadın, erkeğin hem (büyük) Öteki’ne mesajı hem de keyifle olan imgesel ilişkisidir. Bu, erkeğin simgesel varoluşuyla iletişimi ve varlığının gerçeği ile ilişkisini sadece kadın sayesinde kurabileceği anlamına gelirken, bunun tersi geçerli değildir: Kadın, erkekten tamamen bağımsız olarak var olur. “Kadının erkeğin semptomu olması”, erkeğin sadece semptomu olan kadın aracılığıyla var olabileceği anlamına gelir, tüm ontolojik tutarlılığı semptoma bağlanır, semptomu yüzünden ertelenir, onun içinde ‘dışsallaşır’.

Şekilde Lacan, dişil konumu $’ye benzer şekilde üzeri çizili olarak gösterir. O, S(A) ve Φ arasında bölünmüştür. İkisi arasındaki eksen üzeri çizili bir La’dır. La’nın silinmesi, “dilin, kadının belirli bir kategorisini tanımlayamayacağı” ya da Žizek’in deyişiyle “kadının düşüncede inşa edilemeyeceği” anlamında “kadının var olmadığını” ifade eder. İşte bu yüzden kadının ne olduğunun dil içinde telaffuz edilememesi onun doğasından kaynaklanmaktdır. Miller “kadın yoktur” mottosuyla ilgili olarak “kadın yoktur” denildiği zaman kadının yeri varolamaz denmediğini söylemektedir, ama bu yer özsel olarak boş olmalıdır denmektedir. Miller, bu yer boş kalmalıdır dendiğinde de orada bir şey bulamayız denmediğini eklemektedir. Ama orada bulacağımız şey sadece maskelerdir, hiçliğin maskeleridir. Bu da kadınlar ve suretlerinin (benzerlerinin) arasındaki bağlantıyı doğrulamaya yeterlidir.

Yukarıdaki denklemlerde, kadının simgesel düzende yeterince anlatılamaz oluşunun iki nesne-artık ürettiği görülmektedir. Bunlardan ilki, eril öznelere “kastrasyonun” tersine

(11)

çevrilmesini temsil etme ve imgesel fallik tatmini ortaya çıkarma kapasitesi olan fallik gösteren Φ’dir. İkincisi onun karşıtı S(A), imgesel fallus sadece imgesel olduğu için simgesel düzende ortaya çıkan eksiğin gösterenidir. Dişil özne fallik gösteren tarafından aldatılamaz. Penisleri etrafında dönen fantazilerin köleleri olan erkeklerin aksine o, ne kastrasyon miti tarafından ikna edilir ne de simgesel düzendeki eksiğin bir fallus tarafından doldurulabileceğine inanır. İşte bu kastrasyonun sapağına girmeden dürtünün gerçeğine bir ilişki kurma yolu bulabilen ve jouissance feminine’i oluşturan ve S(A) ile temsil edilen “fallusun ötesindeki” keyfe ulaşabilme kapasitesidir. S(A), kaçınılmaz biçimde Oedipal düzene tabi olurken bu düzenin yetersizliklerinin ve onun sonradan uydurulmuş karakterinin farkında olan gerçek ile kurulan dişil bir ilişkiyi belirtir. Bunu başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, S(A) olarak “kadın”, simgesel düzenin yetersizliğine “gerçeğin cevabı”dır.

Görüldüğü üzere ne eril özne dişil ile, ne de dişil özne eril ile doğrudan bir ilişki kuramaz. Bunun yerine ikisi de sadece, diğer öznelerle, fantazi ya da semptom formunda dolaylı olarak ilişkili olan nesnelerle bağlantı kurarlar; bu yüzden de “cinsel ilişki yoktur”.

(12)

Referensi

Dokumen terkait

Khususnya juga di Indonesia, penelitian semacam ini yang secara spesifik mengkaji gratitude pada siswa yang mengenyam pendidikan di sekolah inklusi relatif masih

Telah dilakukan penelitian tentang Studi Perbandingan Analisis Vitamin E Minyak Sawit Merah Tersaponifikasi Antara Metode Spektrofotometri UV-Vis Dan KCKT. Penelitian

Involusi uterus pada ibu post partum primigravida pada kelompok kontrol tidak mengalami perubahan yang bermakna, tetapi perubahan penurunan TFU terjadi secara

bahwa unhrk melaksanakan sebagaimana dimaksud huruf a diatas, perlu diatur Peraturan Daerah Tentang Retribusi Hasil Perkebunan Yang Diangkut Keluar masuk daerah

Dari beberapa pengertian di atas dapat disimpulkan bahwa perngertian dari Recruite!t adalah Suatu proses atau tindakan yang dilakukan oleh organisasi dimana untuk

DIREKTORAT JENDERAL PENDIDIKAN DASAR DIREKTORAT JENDERAL PENDIDIKAN DASAR DIREKTORAT PEMBINAAN SEKOLAH DASAR DIREKTORAT PEMBINAAN

Kondisi ini harus segera dilaporkan kepada pihak keamanan untuk dilakukan pencarian atau dicarikan jalur lain yang dapat diakssesTINDAK KEJAHATAN/KRIMINAL 1. Petugas keamanan

Sifat dan kimia lapisan tanah ini juga menentukan kualitas airtanah terutama pada lapisan airtanah bebas dan akuifer tumpang (Laws, 1981). Zona ini bermula dari permukaan