• Tidak ada hasil yang ditemukan

İbrahim Kafesoğlu - Eski Türk Dini

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Membagikan "İbrahim Kafesoğlu - Eski Türk Dini"

Copied!
69
0
0

Teks penuh

(1)
(2)

ESKİ TÜRK DİNİ

Kültür Bakanlığı BB^SB Türk Kültürü

Yayınları : 3Ç7 Kaynak Eserleri Serisi : 12 ANKARA — 1980

(3)
(4)

Kültür Bakanlığının 7.8.1980 tarih ve 831. 0—1366 sayılı emirleri ile ikinci defa olarak 30.000 adet basılmıştır.

(5)

millî kültürlerin temel unsuriarmdan birisi millî terbi­ yedir. Milletimizin bugün yaşadığı buhranın temelinde, hiç şüphesiz millî kültür ve terbiyenin ihmâl edilmiş olması vakıası yatmaktadır.

Nitekim büyük Atatürk bu hakikati zamanında gör­ müş ve gerekli tedbirlerin alınması hususunda, «Yeti­ şecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tah­ silin hududu ne olursa olsun, en evvel ve her şeyden evvel Türkiye'nin istikbâline, kendi benliğine ve an' anât-ı milliyesine düşman olan anâsırla mücâdele et­ mek lüzumu öğretilmelidir. Beynelmilel vaziyet-i cihâ­ na göre, böyle bir cidalin istilzam eylediği anâsır-ı ru­

hiye lie mücehhez olmayan fertlere ve bu mâhiyette fertlerden mürekkep cemiyetlere hayat ve istiklâl yok­ tur» îkazını yapmıştır.

Atatürk'ün bu çok yerinde ikazının, onun ölümün­ den sonra, eğitim ve kültür hayatımızda maalesef dik­ katlerden kaçmış olmasının acı neticelerini bugün mil­ letçe çekiyoruz.

Mîllî birlik ve beraberliği temin için, ortak kültür değerleriyle beslenerek yetişmenin lüzumunu, ataları­ mız çok iyi kavramışlar ve bunu binlerce yıl gelenek hâlinde devam ettirmişlerdir.

(6)

ği, okuduğu bâzı mühim eserler vardı: Kur'an-ı Kerim ve Hadis kitapları yanında, Süleyman Çelebi'nin Mev-lid'i, Derviş Yunus ilâhileri. İVÎevlâna Celâleddin-i Ru­ mî'nin Mesnevi'si, Battal Gazi Destanı, Dede Korkut Kitabı v.s. bunların başmda gelirdi. Atalarımız Türk-İslâm ahlâk ve an'anesini bu eserler vâsıtasiyle yaşı­ yor, yaşatıyor v e kendilerinden sonra gelenlere intikal ettiriyorlardı. Bunun tabiî neticesi olarak, ayni değer­ lere inanarak yetişen millet fertlerini «millî şuur ve ülküler etrafında toplamak» için, ayrıca bir gayret sar-fedilmesine ihtiyaç bile kalmıyordu.

Nitekim bugün de, miHetimiz, her türlü ihmâle rağmen, millî kültür v e irfandan nasîbini almış olan geniş kitlemiz sayesinde ayakta durabilmektedir.

İşte Kültür Bakanlığı olarak, biz başından beri me­ seleye bu gerçeklerin ışığı altında bakarak, Türk kül­ türünün ölmez eserlerini her yaştan Türk insanına ulaş­ tırmayı siâr edinmiş bulunuyoruz.

Yayın faaliyetlerimizde, yeni yetişen nesillerde miHiyetçilik şuurunun uyandırılması v e geliştirilmesi ana hedefimizdir.

Bilindiği üzere, Türk milletinin çağdaş millî kültür değerleri, Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı, İstik­ lâl Savaşı ve Atatürk Devri'nde en kuvvetli şekilde id­ râk edilmiş ve ifâdesini bulmuştur. Bu devirde yetiş miş olan şâir ve yazarlarımız, millî varlık ve benliği­ mizi, Atatürk'ü, onun milliyetçilik anlayışını, kurduğu Cumhuriyet'in mânâ ve ehemmiyetini doğrudan

(7)

doğ-bir edebiyat ve külliyât meydana getirmişlerdir. 100 Teme! Eser serisi, esas Ttibariyle bütün mil­ letimize malolmuş eski eserlerle bu son devirler eser lerinden meydana gelmektedir.

Büyük milletimizin haklı rağbetine mazhar olmuş, başta 1000 Temel Eser serisi olmak üzere, Kültür Eser­ leri, Araş^Tma ve İnceıleme Eserleri, Türk Dünyasını Tanıtıcı Eserler, Dünya Edebiyatından Tercümeler, Dünya Tiyatro Eserlerinden Tercümeler, Türk Tiyatro Eserleri, Dünya İlim Eserlerinden Tercümeler, Türk Halk Kültürü Eserleri, Halk Kitapları, Çocuk Kitapları, Türk Musikîsi Eserleri, Ziya Gökalp, Türk Kültürü Kay­ nak Eserleri serileri yanında. Çağdaş Eserler, Sosyal Eserler serilerinde, günün meselelerine ışık tutacak, çözüm getirecek yayınlara ehemmiyet verilmektedir.

Kültür ve san'at değerlerimizi, yurt içinde olduğu kadar, yurt dışında da tanıtan san'at yayınlarımız, San' at, Millî Kültür ve Dünya Edebiyatından Seçmeler der­ gilerimiz, târihî tablolarımız ve yurt dışındaki işçi ço­ cuklarımızın ihtiyaçlarını da gözönünde bulundurarak baskı sayısını yüksek tuttuğumuz kitaplarımızla zengin bir yayın faaliyetini gerçekleştirmek yolundayız.

Çocuklarımızın İlkokul çağından îtibaren öz değer­ lerine bağlı vatan evlâtları olarak yetiştirilmeleri için çocuk kitaplarına ilâveten bir çocuk ansiklopedisi de kurmuş bulunuyoruz.

(8)

Bütün yayın faaliyetlerimizde, Türk gençliğine öz değerlerimizi sevdirmek, miilî duygularımızı kuvvet­ lendirmek, târihinden, övünülecek zengin kültüründen aldığı ilhamla içinde yaşadığı zamanı en iyi şekilde değerlendirip millî istikbâle güvenle bakmalarını sağ­ lamak ana hedefimizdir.

Tevfik Kora İtan KÜLTÜR BAKANİ

(9)

Din bir inançtır, fakat h e r inanç din değildir. İkisinin a r a s ı n d a k i fark kutsallık k a v r a m ı n d a beli­ rir. Dinî inançlarda varlıklar h a k k ı n d a k u t s a l olan ve olmayan (meselâ İslâmlıkta h a r a m , helâl) diye ayırım yapılmıştır. Kutsal o l a n l a r a d o k u n m a k , karşı gelmek yasaklanmıştır. Tazim etmek saygılı davran­ m a k suretiyle onları m e m n u n etmeğe çalışmak lâ­ zımdır. Din dışı s u ç l a n n t ü r l ü c e z a l a n vardır. Dinî yasaklara riayet etmeyen ise günah işlemiş olur ki, cezası d a h a çok vicdan azabı çekmek ve çevre tara­ fından a y ı p l a n m a k t ı r .

Kutsallık anlayışına d a y a n a n b i r inancın t a m î m a n sistemi hâlini alabilmesi için ü ç şart tesbit edil­ miştir :

a — I t i k a d ( î m a n m esasları)

b — Amel ( t a p ı n m a l a r , özel törenler vb.) c — Cemaat (îtikad ve amel'in b i r kütle tarafın­ d a n kabul ve i c r a s ı ) .

Bu ş a r t l a n gerçekleştiren din sistemleri biri ip­ tidaî (veya h a l k d i n l e r i ) , diğeri yüksek (veya semavî dinler) o l m a k üzere ikiye a y r ı l m a k t a d ı r , İ p t i d a î din­ lerle 3aiksek dinler a r a s ı n d a en m ü h i m fark «Tanrı»

(10)

lik gibi semavî dinlerde kaadir-i m u t l a k , yaratıcı, tek T a n r ı i m a n ı n merkezî n o k t a s ı d ı r . Totemcilik ve­ ya çok tanrılı b ü t ü n diğer i n a n ç l a r halk dinleri sa­ yılırlar'.

T ü r k l e r târihleri boyunca dinî mîihiyette t ü r l ü inançlara b a ğ l a n m ı ş l a r d ı r . B u n l a r m içinde «iptidaî» leri oîduğu gibi, yüksek (semavî) olanlar d a v a r d ı r . B u yazımızda T ü r k l e r i n din t â r i h i b a h i s k o n u s u edü-miyecek, fakat doğrudan doğruya aslî T ü r k dininin ne olduğu açıklanmağa çalışılacaktır.

1 T o p l u bilgi için bk. M. T a p l a m a c ı o ğ l u , M n S o s y o -l o j U i (İ-lahiyat Fak. Y a y ı n ı ) , Ankara, 1961.

(11)

Sosyolojide din k o n u s u n d a k i a r a ş t ı r m a l a r ı n cid­ diyet kazandığı yüzyılımızm b a ş l a n n d a ve ihtimal zEimanımızda bile, Avustralya kabileleri, Amerika yerlileri ve Melanezya toplulukları a r a s m d a görülen totemcilik, en iptidaî cemiyet tipi olarak k a b u l edi­ len «klan»m dinî k a d r o s u n u teşkil eder. B ı m a göre, bir h a y v a n veya b i r bitki b i r cisim k l a n ' m atası d u r u m u n d a olup, k u t s a l sayılır ve a d ı n a «totem» de­ n i r (kelime kuzey Amerika'da y a ş a y a n b i r kızdderili kabilesi dilinden a i m m ı ş t ı r ) . B ü t ü n k l a n m e n s u p l a r ı o t o t e m d e n türedikleri keuıaatrndedirler. Totemin t a ş t a n veya t a h t a p a r ç a l a r ı n d a n sembolleri yapılır ki, b u n a «Şuringa» a d ı verilir. K u r t , tavşan vb.; her­ hangi bir bitki ve meselâ bir t a ş parçası; yağmur, deniz v b . t o t e m olabilir. O n u a t a sayanlar kendileri­ ni birbirleri ile a k r a b a bilirler, t o t e m e âit klan'ın a d m ı taşırlar, o t o t e m e m a h s u s t ö r e n l e r e katılırlar; başka totem sahibi k l a n ' l a n n dinî törenlerine gire­ mezler. Bir klan'm üyeleri arasmda evlenme yasak­ tır, zira aynı t o t e m e t a p t ı k l a n n d a n b i r b i r l e r i n e kar­ şı « m a h r e m » d i r l e r ve aynı kutsallığı taşırlar. Halbu­ ki diğer totemler, kendilerince, k u t s a l olmadığı için b a ş k a k l a n m e n s u p l a r ı ile evlenmeleri m ü m k ü n d ü r . Bir görüşe göre «exogamie» ( d ı ş a r d a n evlenme)nin sebebi b u d u r .

(12)

2 Bk. L m IVIan-Tsai, D i e c b i n e s i s c h e n Nachılctaten zur Gesclıichte d e r Ost- T ü r k e n ( T u - k ü e ) I. Wies-baden, 1958, s. 5 vd.

3 Meselâ, Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, 1923, İstanbul, s. 33 v d d . ( B ü t ü n dinlerin e s a s ı n ı t o t e m . c ü i ğ e b a ğ l a y a n E . D u r k h e i m ' i n tesiri ile o l s a ge­ r e k ) . A s y a H u n l a n için: W. E b e r h a r d , Çinin Şi­ m a l K o m ş u l a r ı , 1942 ( T T K ) Ankara, s. 118.; Gy. N^meth, A. h o n f o g l a l o m a g y a r s a g klalakulasa, 1930, B u d a p e s t , s. 68 ( B e l k i eski bir t o t e m c i l i ğ i n zayıf i z l e r i . . . ) . 4 B u k e l i m e T ü r k ç e d e «asd, kök, m e n ş e » m â n a s m a g e l m e k t e d i r . (Bk. A. Caferoğlu, E s k i U y g u r Türk-çesi S ö z l ü p , i T D K ) , 1968, İ s t a n b u l , s. 250). Eski T ü r k örf ve gelenekleri a r a s ı n d a totemci­ liğin kısaca açıkladığımız özelliklerine uygun görü­ nen bazı inanış ve davranışlar dikkati çekmektedir : T ü r k ailesinde exogamie esastır. T ü r k l e r kurt'u ata tanımışlardır. Bu n o k t a Gök-Türklerin menşei bah­ sinde Çin k a y n a k l a n n d a kesinlikle belirtilmiştir^. Ayrıca geçen yüzyılın ikinci y a n s m d a Asya T ü r k zümrelerinden Altaylılar ve Y a k u t l a r d a tesbit edi­ len, b a b a ve anayı temsil eder mâhiyetteki sembol­ ler (put, idol) totemcilikteki ş u r i n g a ' l a n hatırlatır. B ü t ü n b u n l a r b i r kısım araştırıcıyı Eski Türklerin bu klan dini ile ilgileri olabileceği düşüncesine gö­ t ü r m ü ş olmalıdır'.

Gerçekten Orta Asya Türkleri a r a s ı n d a görülen ve bazıları keçeden, p a ç a v r a d a n , kayın ağacı kabu­ ğundan, bazıları d a hayvan derilerinden yapılan bu put-fetişlere Altayh'lar tös ( t ö z ) ^ Y a k u t l a r Tangara

(13)

5 A. İ n a n , Tarihte ve B u g ü n Ş a m a n i z m , 1954 (TTK) Ankara, s. 42.

diyorlardı. B u n l a r d u v a r l a r a asılır veya t o r b a l a r d a saklanır, m ü h i m b i r yolculuğa veya ava çıkarken üzerlerine saçı saçılır, ağızlarına yağ s ü r ü l ü r d ü ^

Asya Türklerindeki dinî inançlar h a k k ı n d a et-noğrafik a r a ş t ı r m a l a r y a p m ı ş olan Abdülkadir İnan bu k o n u ile ilgili olarak şu izahatı v e r m e k t e d i r : «Türk ırkına m e n s u p ş a m a n i s t l e r d e çok yaygm olan töz'1er, tilek, kozan ( t a v ş a n ) , aba ( a y ı ) , b ü r k ü t (kar­ t a l ) , tiyin ( s i n c a p ) , as ( k a k ı m ) ve b u n l a r a benzer adlar taşıyan p u t l a r d ı r . Ayrıca b ü y ü k k a m l a r (şa­ m a n l a r ) , k a h r a m a n l a r , iyi ve k ö t ü r u h l a r n a m m a yapılan p u t l a r da v a r d ı r . . . Bu m e ş h u r tözlerden, Televüt b o y u n u n koyucusu olan Tilek tözüne ş a m a n d u a l a r ı n d a h i t a p edilir. Bu töz insan şeklindedir. Kozan töz ( b u n a Urtınhalar Ak-eren, Buretler Sa-yan-Ongon diyorlar) aslında Tuba-kaç b o y u n a mah­ sus olup boylar a r a s ı n d a evlenme neticesinde yayıl­ mıştır. Aba tös şamanistlerin en çok saydıkları put­ l a r d a n biridir, ayı tasviridir. Şor avcıları Sanğır de­ nilen p u t u sayarlar, b u da insan şeklindedir, üzeri­ ne av hayvanlarının derilerinden p a r ç a l a r asarlar. İ n a n ç l a r ı n a göre, kendisini m e m n u n eden avcılara bol av verir; d a n h r s a o r m a n l a r ı yakar, avcüarı has­ ta eder... Kuş gibi tasvir edilen r u h l a r d a h a ziyade Yakutlarla k o m ş u l a r ı Dolganlarda b u l u n u r . Yakut­ larda en çok sayılan k u ş , k a r t a l d ı r . İ l k b a h a r ve güz mevsimleri, k a r t a l ı n temsil ettiği r u h u n iradesine

(14)

6 M. 921-922 yıllarında Bağdat'dan î t ü ( V o l g a ) Bul­ garları ü l k e s i n e g i d e n t b n Fadlan'a g ö r e «Başkurt­ lar a r a s ı n d a 12 ilâh'a inananlar vardır. B u ilâhlar ş u n l a r d ı r : Kış-yaz, y a ğ m u r , riizgâr, ağaç, insan, h a y v a n , s u , gece-gündüz, ö l ü m lıayat, yer, gök. Gök ilâhı b t m l a n n e n b ü y ü ğ ü k a b u l edilir» İ b n Fadlan S e y a h a t n a m e s i ( T ü r k ç e t e r e ) , İlahiyat Fakül­ tesi Dergisi, 1954, M I , s. 67.

7 A, İnan, Tarihte v e B u g ü n Ş a m a n i z m , s. 42-47. B u belirtUerin t o t e m c i l i k devri h a t ı r a l a n n d a n o l d u ğ u bir ç o k etnograf tarafından ileri s ü r ü l m ü ş t ü r (Ay-ra e s e r s. 45).

bağlıdır. K a r t a l k a n a t l a r ı n ı b i r defa sallarsa buzlar erimeğe başlar, ikinci defa sallarsa i l k b a h a r gelir. K a r t a l k ü l t ü ile ilgili geleneklerden anlaşıldıgma gö­ re, eski z a m a n l a r d a b u k u ş güneş ve Gök-Tanrı'mn sembolü sayılmıştır... K a r t a l geleneği son zaman­ lara k a d a r B a ş k u r t l a r a r a s m d a d a yaşamıştır. Kar­ tal ile ağaç k ü l t ü a r a s ı n d a m ü n a s e b e t v a r d ı r . Baş-k u r t l a r d a esBaş-ki z a m a n d a t a n ı m a d ı Baş-k b i r a d a m a rast­ landığı zaman, k u ş u n u n ve ağacının ne olduğu so-r u l u so-r m u ş . Bu so-rivayetteki «1.2 kabile» ve «12 kuş» hikâyesi İ b n Fadlan'ın h a b e r verdiği «12 Tanrı» ve bazı k u ş l a r a t a p a n B a ş k u r t l a n * hatırlatmaktadır^...». B u r a d a b a h i s konusu edilen 10, yüzyıl Başkurt-l a n n d a oBaşkurt-lduğu gibi, tarihî T ü r k topBaşkurt-luBaşkurt-lukBaşkurt-larına âit bazı k a y ı t l a r d a da y u k a r ı d a k i inançları a n d ı r a n be­ lirtilere tesadüf edilmektedir. Meşhur t a r i h ç i Reşîd' üd-din (ölm. 1318) Câmi'üt-tevârih'inde 24 oğuz bo­ yunu .sıralarken, h e r 4 boy için b i r kuşu «ongon»

(15)

8 «Ongon» s ö z ü , Türklerin tös'üne karşılık olaraK Moğolların kullandığı, Moğolca b i r tâbirdir (A. İnan, aynı eser, s. 44). Fakat diğer b i r fikre göre, tâbir Türkçe o n g ( s a ğ , u ğ u r ) m â n a s i y l e , totem'ı ifade e t m i ş t i r . (Gy. N e m e t h , ayın eser, s. 68 v d . ) . 9 Bk. F. S ü m e r , Oğuzlar ( T ü r k m e n l e r ) . 1967, Anka­

ra, s. 208'e e k l e n e n liste.

10 W, Eberhard, Çinin Ş i m a l K o m ş u l a r ı , s. ft7. 11 A. İ n a n , a y m e s e r , s. 2. A y n c a bk. D e Groot. D l c

H u n n e n d e r v o r c h r i s t l i c h e n Zeît I. Berlin - Leip-zig, 1921, s. 120.

12 Vıl. Eberhard, aynı eser, s. 77.

olarak göstermiştir^ Bu suretle şaıhin, k a r t a l , tav­ şancıl, sungur, ü ç k u ş ve çakır kuşları oğuzların «totem »leri a r a s ı n d a görünmektedir".

Çin k a y n a k l a r ı Gök-Türklerin T a n n ' l a n n ı keçe­ den keserek içyağı ile yağladıklarını ve t o r b a l a r için­ de s a k l a d ı k l a r ı m veya s ı n k üzerine diktiklerini, onun için yılın 4 «çağında» kurban, kestiklerini habeı- ve­ riyorlar'". B i r H u n p r e n s i n e âit b i r altın heykel ( p u t ) b u l u n m u ş t u " . Rivayete göre, Asya H u n h ü k ü m d a r ı Mo-tun'un soyu «ejder» idi ve d a h a çok e r k e n de­ virlerde ejder etrafında b i r kült teşekkül e t m i ş ol­ ması m u h t e m e l d i " .

B ü t ü n b u n l a r ı eski T ü r k l e r d e gerçekten, hakikî bir totemcilik dininin varlığına delil saymak müm­ kün m ü d ü r ? Y u k a r ı d a n beri sıraladığımız vesikala­ rın, totemciliğin mevcudiyetini telkine elverişli du-r u m l a n n a du-rağmen, b u n o k t a fazla inandıdu-rıcı gödu-rün­ m e m e k t e d i r . Çünkü t o t e m dini yalnız b i r hayvanın ata t a n ı n m a s ı n d a n , o n a âit bazı tasvirler

(16)

yapılmasm-13 Tafsilen bk. Z.F. Fındıkoğlu, Türk Aile S o s y o l o j i s i , H u k u k Fak. Dergisi, 1946, s. 254 vdd.; M. Tapla­ m a c ı o ğ l u , aynı eser, s. 63-69.

14 B u h u s u s l a r d a bk, î . K a f e s o g l u , Türk Millî Kültü­ rü, 1977, indeks.

dan ibaret değildir. Totemci t o p l u l u ğ u n b u dinî an­ layışa paralel olarak teessüs etmiş olan aile kurulu­ şu, aile h u k u k u , ekonomi v b . b a k ı m l a r m d a n b a ş k a cepheleri d e v a r d ı r " ki, a n c a k b u n l a r m hepsinin b i r a r a d a m e y d a n a çıkması hâli, eski T ü r k dinî inancı­ nın totemcilik olduğunu k a b u l e bizi sevk edebilir.

Totemci ailede a n a h u k u k u câridir. T ü r k ailesi i s e «pederî» k a r a k t e r taşımıştır. K l a n ' d a akrabalık totem bağı üzerine d a y a n m a k t a iken, T ü r k l e r d e k a n akrabalığı temel teşkil eder. K l a n ' d a mülkiyet ortak­ lığı j T İ r ü r l ü k t e olduğu hâlde, T ü r k ailesinde ferdî mülkiyet büsTİk rol oynar**. Totemli k l a n d a ekonomi «parîîzit» vasıf taşır, yâni devşirmeye ve avcılığa da­ yanır. H a l b u k i Türk ekonomisi d a h a ziyade hayvan yetiştirme ve t a r ı m üzerine k u r u l u d u r . Totemciliğin özelliklerinden biri de h e r k l a n m b i r t o t e m e sahip olmasıdır, yâni totemsiz «klan» mevcut değildir. T ü r k l e r d e ise «ata» kabul edilen ha5rvan sayısı tek­ tir: K u r t . Eski çağlarda T ü r k âiIe ve soylarının ayrı ayrı t o t e m - a t a l a n m n b u l u n d u ğ u n a dair b i r ize tesa­ düf edilmemiştir. K u r t efsanesinin T ü r k l e r d e b i r um.umîlik göstermesinin, k u r t ' u n totem olmasından ziyade, bozkırların k o r k u l u b i r hayvanı olarak, bil­ hassa hayvan sürüleri için büjöik tehlike teşkil et­ mesi dolayısıyla, o n a k a r ş ı duyulan k o r k u i l e karışık b i r saygı hissinden ileri geldiği anlaşılıyor. Diğer

(17)

ta-15 Geçe» yüzyılın sonlarına doğru tesbit edildiğine göre Kazak-Kırgızlarda, Kızıl-Kurt, Ak-böri, Tana-boğa vb., T ü r k m eni erde Teke, Öküz, Özbeklerde Kulan (Yabani a t ) ; Uygurlarda Boğa-sığu- vb. gibi topluluk a d l a n y a ş ı y o r d u . B u n l a r d a kuvvetli bir Moğol tesiri a r a m a k y e r i n d e o l m a k l a beraber,

Türk târihinin m a z i s i n e d o ğ r u gittikçe azalmakta olan bu tür isimler, Gy, N e m e t h ' e göre, t o t e m

cilikle ilgili değildir, zira eski Türk ad v e r m e usu­ l ü n d e t o t e m c i hatıralara h e m e n h i ç r a s t l a n m a , m a k t a d ı r . (Gy. N e m e t h , A. h o n f o g l a l o . . . , s. 70 vd). 16 Bk. W. Eberhard, Çinin Ş i m a l K o m ş u l a n , s.

8Q-86 vd.

raftan, k u r t efsanesinin T ü r k kütleleri için toplayıcı vasfa sahip oluşu, klan'ları Ijirbirinden ayıran, bir­ biri ile k a r ş ı karşıya b ı r a k a n t o t e m ' i n fonksiyonuna aykırı d ü ş m e k t e d i r ' ^ Totemci klan'da herkes aynı ad­

la -totemin adı ile- anıldığı h â l d e , T ü r k l e r çok kere k u r t ' u n asıl ismini bile söylemezler. T ü r k ç e d e k u r t ' un gerçek adı «böri»dir. T ü r k l e r b u n u n yerine, kü­ ç ü k b i r h a ş e r e olan «kurt»u kullanmışlardır. Bu da h e r h a l d e «böri»ye k a r ş ı duyulan saygı-korku hissin­ den ileri gelmektedir. Tekrar edelim ki, b u d u r u m adı anılmayan hayvana «dinî» b i r mahiyet izafe et­ mek demek değildir. T ü r k l e r d e k u r t pek aziz, saygı değer b i r m a h l u k sayılmış ise de, kendine tapılma-mıştır. Tabgaçlardaki (M. 3-6. yüzyıllar) kurtla alâ­ kalı m a ğ a r a k ü l t ü Gök-Türklerde «atanın yaşadığı yer»in ziyaret edilmesi ve o r a d a törenler yapılması'^ k u r t ' u n v ü c u d u ile değil, fakat mazinin karanlıkları­ na karışmış felâketli günlerin, k u r t ' a saygı duygusu

(18)

17 B e n z e r gelenekler eski R o m a ' d a da vardı. Bilin­ diği gibi R o m a ' n m k u r u l u ş ı m d a rol o y n a y a n dişi kurt'un m a ğ a r a s ı ö n ü n d e h e r yıl t ö r e n l e r yapılır­ dı (Lupercale ş e n l i k l e r i ) .

18 Türklerde t o t e m c i l i ğ i n varlığını d ü ş ü n e n Ziya Gö­ kalp b u «mana» ile Türk «kut» k a v r a m ı n ı birbiri­ ne k a r ı ş m ı ş t ı r . Bk. Türk Medeniyeti Târihî, s.

33). E s k i Türklerde «kut» kavramı için bk. î . Ka­ fesoglu, K u t a d g u B i l i g ve K ü l t ü r Tarihimizdeki yeri, Târih E n s t i t ü s ü Dergisi, sayı 1 (1970) s. 20-27. 19 B u n o k t a A. î n a n tarafından da b e l i r t i l m i ş t i r (Tâ­

rihte v e B u g ü n Ş a m a n i z m , s. 42 v d ) . Y u k a r ı d a ba­ h i s k o n u s u edilen altın put, H u n l a n n dinî ile Ugiîi o l m a y ı p , Çin s a r a y ı n d a n getirilmişti (K. Shirato-ri, On t h e Territory.. T o y o B u n k o , 1930 ş. 61). H u n hükümdai- s o y ı m u n d a «ejder»le b i r alâkası y o k t u ( D e Groot, ayn. e s e r . s. 59, 103).

ile ö r ü l m ü ş h a t ı r a l a r ı ile ilgilidir". Nihayet, yalmz t o t e m d e değil, t o t e m e bağlı b ü t ü n insanlarda, b ü t ü n varlıklarda b u l r m d u ğ u n a inanılan ve d o k u n d u ğ u her-şeyi k u t s a l l a ş t ı n c ı «mana» adlı (kelime Melanezya dilinden a h n m ı ş t ı r ) gizli b i r kuvvet t a s a v v u r u n u ih­ tiva eden totemcilikte", r u h u n ölmezliği, a t a l a r ruh­ ları, o b i r dünya düşünceleri olmadığı hâlde, eski T ü r k l e r d e , b i r «mana» telâkkisi hiç yer almadığı gi­ bi, aşağıda göreceğimiz üzere, k â i n a t r u h l a r dünyası olarak t a n ı n m a k t a , a t a r u h l a r ı için a d a k l a r sunul­ m a k t a , k u r b a n l a r kesilmektedir. Tös denilen p u t ' l a r da t o t e m «Şuringa»Ian değil, d a h a ziyade a t a ruhla­ rının timsalleridir".

İlâve edelim ki, herhangi bir t o p l u l u k t a bazı jıayvanlara «saygı» duyulması, o topluluğun totemci «klan» dan ibaret olduğuna delil sayılinamaktadır.

(19)

20 Bk. A S c h i m m e l . Dinler Tarihine giri.ş, 1958, An­ kara, s. 50 vd.; E. Peterich, K ü ç ü k Yunan Mitolog-yası (Türk. tere.) 1959, Ankara, s. 55.

21 Şimdilik bk. Gy. N e m e t h , A h o n f o g l a l o . . . , s. 299-315; V. Minorsky, Hudûd'ül-Âlem, 1937, s. 318 vd. Nitekim Zerdüşt dininde inek ve köpek kutsaldır. Bazı H i n d u dinlerinde hayvan ö l d ü r m e k yasaktır. Eski Mısır dini ha5^ana t a p m a şeklinde idi: m e ş h u r Apis öküzü herkesçe m a l û m d u r . Mısır'da t i m s a h ve kartal'a da tapılırdı. Aşağı Mısırda köpek aynı du­ r u m d a idi. Bu «tanrı» hayvanları ö l d ü r m e k , idamı gerektirirdi. Eski Yunan inancına göre «yer-altı» nı üç başlı bir köpek ( K e r b e r o s ) beklerdi^".

F a k a t B a ş k ı r t l a r d a , Oğuzlarda görülen, bilhassa avcı kuşlarla ilgili «ongun» meselesi nasıl açıklana­ caktır?

Türklerde totemci dinin varlığını kabul güçlüğü karşısında, gerçek bir totemciliğin izleri sayılabile­ cek olan b u h u s u s u h e r h a l d e k o m ş u kavimlerin te­ sirinde a r a m a k icap edecektir. B a ş k ı r t l a r d a k i durum­ da «Ural»lı toplulukların tesirleri düşünülebilir. Al-taylıların en batısında o t u r a n ve y u r t l a n Urallı (Fin-ugor) kavimlerinkine en yakın b u l u n a n Başkırt-ların, özellikle, aslî kısmını Fin-ugor kütlelerinin m e y d a n a getirdiği Macarlarla, h a t t â ihtimal etnik yönden, sıkı alâkası m e v c u t t u r . Bu itibarla Başkırt-ların menşe b a k ı m ı n d a n Altaylı ( T ü r k ) m ı veya Ural­ lı m ı oldukları henüz açıklığa kavuşmamıştır^'.

(20)

22 B.Y. Vladimirtsov, Moğolların İ ç t i m a i Teşkilât?, (Türk. t e r e , TTK) 1944, Ankara, s. 84.

23 Gy. N e m e t h , A h o n f o g l a l o . . . , s. 68 vd. 24 B.Y, Vladimirtsov, aynı eser, s. 80 vd.

Oğuzlara gelince, b u n l a r d a k i totemcilik izlerinin Moğollarla ilgili b u l u n d u ğ u d a h a s a r i h görünmekte­ dir. Moğollar h a k k ı n d a k i a r a ş t ı r m a l a r ı ile t a m n m ı ş B.Y. Vladimirtsov'un: «Eski MoğoUarda t o t e m i z m e ve t a b u y a dâir m a l û m a t yok gibidir. B u n u n l a bera­ b e r Gizli Tarih'e göre Cengiz'in m e n s u p olduğu ka­ bilenin k ö k ü börte-çino ( B o z k u r t ) ve Goai Maral

(güzel Maral) idi. F a k a t bu m a l û m a t eski Moğol­ ların totemleri h a k k ı n d a söz söylemek için kâfi de­ ğildir»" demesine rağmen, Moğollarda totemciliğin mevcudiyeti h u s u s u n d a k a n a a t u y a n d ı r a n b a ş k a de­ liller de vardır. Moğol aile tipinin ana h u k u k u n d a ol­ ması, aslında bir o r m a n kavmi olan bu topluluğun iktisadiyatı esasının parazit ekonomiye dayanması ve mülkiyette ortaklık b u fikri desteklediği gibi, «on­ gon» ( t o t e m ) telâkkisi^ de b u n u gösterir. Bizzat Vla-dimirtsov, Moğol devri tarihçisi Reşîd'üd-din'den naklen, Cengiz Han'ın, Ba'arin kabilesinden b i r şahsı (tıpkı at ve digeı hayvanların ongon o l a r a k b a ş ı b o ş bırakılm.ası gibi) ongon diye âzat ettiğini, hiç kimse­ nin ona dokunamadığını kaydetmektediı-**. B u r a d a kullanılan «ongon» tâbiri meselenin çözülmesi bakı­ m ı n d a n m ü h i m d i r . Kelime, y u k a r ı d a da zikredildiği üzere, ihtimal Türkçe ong (sağ, doğru, u ğ u r )

(21)

kökün-25 Bk. DLT, (neşr. B. Atalay), I. s. 41-3.5; A.V. Ga-bain, Alttürkische Granunatik, Leipsig, 1950, Glos-sar.

26 Moğol Buryat'Iarda hâlâ k u l l a n ı l m a k t a olan o n g o n tâbiri (A. î n a n , Ş a m a n i z m , s. 46), Türkçe değil, Moğolcadır (bk. G. Doerfer, D i e t ü r k i s c h e u n d m o n g o l i s c h e e l e m e n t e i m N e u p e r s i s c h e n , Weis-b a d e n , I I , 1965, s. 390.

27 Bk. DLT. I, s. 55-58.

28 Bk. F S ü m e r , Oğuzlar, s. 268 deki liste v e ayrıca, Şecere-i T e r â k i m e , tıpkı basım' ( T D K ) , 1937) s.

24b-25b.

29 İbn Fadlan S e y a h a t n a m e s i , s. 62 vd.

d e n " t ü r e m i ş t i r . Fakat «totem» m â n a s m ı ifade eden terim o l a r a k yalnız Moğolcada yaşamış olup, Türk dillerinde m e v c u t değildir. Bu t â b i r e n e Gök-Türk metinlerinde, n e Uygurcada, ne de DLT'de rastlan­ m a m a k t a d ı r " . Oğuz b o y l a r m a «ongen» o l a r a k göste­ rilen «kuş» 1ar d a DLT'deki Oğuz b o y l a n listesinde yer a l m a m ı ş , yalnız boy a d l a n ile d a m g a l a r ı kayde­ dilmiştir". Oğuzlara âit totem-kuşlar, ilk defa, Mo­ ğol devrinde 14. yüzyıl başlarında, Reşîd'üd^din'in Câmi'üt-tevarih'inde karşımıza çıkar. Osmanlı padi­ şahı II. M u r a d çağı müelliflerinden Yazıcı-zâde'nin Târih-i âl-i Selçuk'u ile, eserini 17. j'-üzjnim 2. yarı­ sında yazmış olan-Ebû'l -Gazi B a h â d u r H a n ' ı n Sece re-i Terâkime'sinde b u «ongon»lar belirtilmiş ise de--bu iki eserin Câmi'üt-tevârih'ten faydalandığı bilin­ mektedir. Diğer taraftan koyu b i r Müslüman olan î b n Fadlan da 10. yüzyıl Oğuzlarının ne «kutsal» kuş­ larından, ne de totemciliği h a t ı r l a t a n herhangi bir âdetlerinden b a h s e t m e m i ş t i r ^ . Oğuz d e s t a n m d a da

(22)

30 Oğuz K a ğ a n Destanı, (neşr. W. B a n g • R.R. Arat) İ s t a n b u l , 1935, str. 31-33.

31 B. Ögel, İ s l â m î y e t t e n Ö n c e Türk-Kültür Târihi, ( T T K ) , 1962, s. 17.

32 B. Ögel, aynı eser, s. 38, 262, 280, 287.

33 L. Jisi, Kül-Tegin Anıtında Arkeoloji Ara^tırmalan. B e l l e t e n , sayı 107, 1963, s. 408, r e s i m II.

34 A. İnan, Ş a m a n i z m , s. 55, 82, 136, 142.

bu m â a a d a bir işarete r a s t l a n m a z . D e s t a a d a zikredi­ len a l t m tavuk - g ü m ü ş tavuk, ak ko5Tin - k a r a koyun sözleri^, eski T ü r k ekonomisinde çobanlık ve çiftçi­ liği sembolize e t m e k t e olup, kutsallık ve t a p ı n m a ile ilgili b u l u n d u ğ u n a dair h e r h a n g i b i r belirti y o k t u r .

Bunların yanında -totemcilikle ilgilendirilmemek üzere- k a r t a l i n a n c m m m ü h i m yer t u t t u ğ u görülmek­ tedir. Altaylarda, M.ö. 3. bin s o n l a n o l a r a k tarihl»-nen K u r o t k u r g a n ı içinde b i r k a r t a l pençesi bulım-m u ş t u r " . Yine Altaylarda M.ö. 4-3 yüzyıldan k a l bulım-m a B a ş a d a r k u r g a n ı n d a b i r k a r t a l işareti ele geçmiş, ay­ n c a T u n a Bulgarları k a b a r t m a l a r ı n d a (7.-8. yüzyıl­ lar) çift başlı k a r t a l tasvirine ve Peçeneklere âit (10. yüzyıl b a ş l a r ı ) a l t m k a p l a r üzerinde k a r t a l motifine r a s t l a n m ı ş t ı r ' ' . 1958 yılında O r h u n kitabeleri bölge­ sinde yapılan arkeolojik kazıda b u l u n m u ş olan Kül Tegin'in n i e r m e r b ü s t ü n d e s e r p u ş u n ö n tarafını kap­ layan, k a n a t l a n açık k a r t a l tasviri d i k k a t çekicidir^. K a r t a l ı n Yakutlarda da «saygı dujrulan» k u ş l a r d a n olduğunu y u k a n d a g ö r m ü ş t ü k . Abakan ki5alannda o t u r a n Beltirlerde bir t ö r e n için k a r t a l ö l d ü r ü l ü r ki, b u k a r t a l r u h l a r tarafından gönderilmiştir. Kazak-Kırgızlarda da benzer telâkkiler vardır'*. H e r h a l d e

(23)

35 M. Eliade, Le c h a m a n i s m e et l e s t e c h n i g u e s

arc-lıaigu«s de rextaM, Paris, 1951, s. 78 vd; A. tnaa,

Ş a m a n j z m , s. 46.

Türklerde çok eski b i r k a r t a l k ü l t ü n ü n mevcut ol­ duğu anlaşılıyor. Araştırıcılara göre, k a r t a l güneş ( d a h a ziyade Gök) t a m ı n ı n s e m b o l ü sayılmış olma­ lıdır''. Yuvasmı s a r p vadilerde yalçm kayalar üzerine yapan ve çok yükseklerde uçabilen k a r t a l ı n böyle te­ lâkki edilmesi kuvvetle ihtimal içindedir ve b u te­ lâkki eski T ü r k bozkır h a y a t ı n d a şüphesiz b i r yeri olan avcılık dolayisiyle derece derece öteki bazı avcı k u ş l a r a d a t«şmil edilmiş olabiür.

(24)

Eski Türkler Şaman mı idiler?

Bozkırlar sahasındaki dinî i n a n ç l a n n samanlığa bağlanması â d e t hâline gelmiş gibidir. B u n a göre, eski T ü r k dininin a n a vasfını da samanlık teşkil eder. Bu k a n a a t geçen yüzyılın ikinci y a r ı s m d a n itibaren Orta Asya Türkleri (başlıca Altayhlar ve Y a k u t l a r ) arasında, özellikle W. Radloff, AV. Seraşevskiy ve V. Verbitski, A. Anohin vb. gibi Rus a r a ş t ı n c d a r m yaptıkları tesbitleı^ s o n u c u n d a hasıl o l m u ş t u r .

Bu ş a m a n Türklerin kozmogonisine göre, esas itibariyle, t a n n l a n n en yükseği, insan-oğullarmın atası olan Tengere K a y r a H a n (veya Bay Ülgen) «kişi»yi ve bvmun aracdığı ile de yeryüzünü, d a ğ l a n , vadileri yzuatmış, kişi'nin kendisi ile mücadeleye gi­ rişmesi üzerine, ona Erlik a d ı m vererek ışık diya­ r ı n d a n yeraltına atmış ve y e r d e n dokuz daUı b i r ağaç büyüterek, h e r dalında b i r cins insan yaratmıştı!^. Samanlık inancına göre, k â i n a t üst-üste k a t l a r d a n k u r u l u d u r . K a t l a r muayyen şeylerle b i r b i r i n d e n ay­ rılmıştır. B u n d a n dolayı ş a m a n «san'atım icra eder­ ken» b i r k a t t a n diğerine geçmek için b ü y ü k kuvvet sarfına m e c b u r k a l m a k t a d ı r . Y u k a n d a 17 kat v a r d ı r ki, ışık âlemini teşkil eder. Aşağıda 7 veya 9 kat da 36 Tafsilen bk. W. Radloff, Sibirya'dan (Türk. tere.)

(25)

37 Bk. not, 36. Türklerin «ilk b a b a s ı » n m yaratıbşı h a k k m d a Mısırlı Türk asıllı tarihçi Aybeg oğlu E b u b e k i r ( Ö l m . 1331)'in rivayeti için bk. A. İnan, aynı e s e r , s. 21.

38 B u yabancı rivayet ve isimler için bk. A. İnan, aynı eser, s. 22, 25.

karanlıklar dünyasıdır. İ n s a n l a r b u iki â l e m arasm-daki yeryüzünde o t u r u r l a r . K o r u y u c u b ü t ü n iyi ruh­ lar, k a h r a m a n l a r ve t a n r ı l a r ışık d ü n y a s m d a , zararlı r u h l a r ve kötiUük t a n r ı l a r ı k a r a n l ı k l a r d a yaşarlar. Gök'ün en ü s t k a t ı n d a b i r a l t m t a h t üzerinde o t u r a n Bay Ülgen'in 9 kızı ve 9 oğlu vardır*^ v b . . .

F a k a t b u nakledilenleri T ü r k l e r i n asıl inançları s a y m a k t a acele edilm'emeüdir. Çünkü önce, R a d l o f f un da belirttiği gibi, b u h u s u s l a r d a anlatılanlar o ka­ d a r çeşitlidir ki, b u n l a r d a n gerçek inanışa yakın ola­ nını bile tesbit etmek son derecede güçtür. İkincisi, d ü n y a n m ve insanın yaratılışı ile ilgili bu rivayetle­ rin hemeîı hiçbirisi orijinal, yâni ş a m a n Türklerin kendi düşüncelerinin m a h s u l ü değildir. Bunlar, çe­ şitli dinlerden gelen tesirlerin birbirleri ile karma­ karışık şekilde ö r ü l m e s i n d e n m e y d a n a gelmiş b i r ta­ savvurlar k a o s u n d a n ibarettir. Rivayetlerde geçen özel isimler ( b i r k a ç ı m ü s t e s n a ) , meselâ, kuday, kur-b u s t a n , k ö r m ö s , m a y t e r e , m a n g d a ş i r e , m a t m a n v kur-b . . . yabancıdırlar, Âdem-Havvâ ve yasak meyve hikâye­ sini a n d ı r a n motiflerle bazı t e r i m l e r (meselâ, t a m u : c e h e n n e m ) de böyledir. B u n l a r a «kıyamet» ve «Tu­ fan» rivayetlerini de ilâve e t m e k lâzımdır^'. Müte-h a s s ı s l a n n c a belirtildiği üzere, b u Orta Asya riva­ yetleri, H i n d , I r a n , Yunan, Yahudi efsaneleri ile

(26)

39 Krş. A. î n a n , aynı eser, s. 13, 21, 25.

40 Mircea Eliade, Le c h a m a n i s m e e t l e s t e c h n i q u e s arclılques d e r e x t a s e , Paris ( P a y o t ) , 1951. -belki eski T ü r k telâkki ve menkıbelerinden bazı kı­ rıntıların d a katıldığı- ve Moğol devrinde peydahla­ n a n b i r t a k ı m hikâyelerin k a n ş m a s ı n d a n d o ğ m u ş ol­ d u k l a r ı için", b u n l a r d a n Altaylı ve Yakut şamanlı-ğ m d a k i hakikî tasavvuru, yâni ş a m a n T ü r k ' ü n kendi «dinî» düşüncesini b u l u p ç ı k a r m a k h e m e n h e m e n im­ kânsız g ö r ü n m e k t e d i r .

Bu b a k ı m d a n en ciddî teşebbüse, dünya saman­ lığının kudretli araştırıcılarından biri olan M. Elia-de'nin eserinde rastlamaktayız*. Büyük eserinde Orta -ve kuzey Asya toplulukları sihri- dinî hayatının da­ h a ziyade «şaman» etrafında merkezîleştiğini kayde­ den müellif, ancak b u n u n b ü t ü n dinî feıaliyetler icra­ cısının ş a m a n olduğu m â n a s ı n a gelmediğini, birçok yerlerde t a n r ı l a r a k u r b a n s u n u c u l a r ı n ş a m a n olma­ dığını, h a t t â aile reislerinin bile bu işi yapabildikle­ rini, ayrıca, sihrî-dinî hayat s a m a n l ı k t a n i b a r e t bu-lunmadığındam, h e r sihirbazın «şaman» sayılmadığı­ nı ve, s a m a n l ı k t a h a s t a l a r a şifa vericilik esas unsur­ l a r d a n o l m a k l a b e r a b e r , h e r şifa s u n u c u (medicine-m a n ) n u n da şa(medicine-man'lıkla vasıflandınla(medicine-mayacağı(medicine-m be­ lirttikten sonra, samanlığı kısaca «vecd ve istiğrak

(extase) tekniği» diye tarif eder. B u n u n l a b e r a b e r dinler t a r i h i n d e ve din etnolojisinde görülen çeşitli «vecd» hallerinin hepsi de vecdin ş a m a n i k tekniğine dahil edilmiyor. Eliade'ye göre, ş a m a n , herşeyden önce, kendi özel usulleri sayesinde ulaştığı «estase»

(27)

41 Tafsilen bk. M. Eliade, İBdex.

hâli içinde r u h u n u n , göklere yükselmek, yeraltına inmek ve o r a l a r d a dolaşmak üzere, bedeninden ay­ rıldığım hisseden bir aşkın ( t r a n s e ) ustasıdır. Bu esnada b i r âlet d u r u m u n a d ü ş m e k t e n uzak, ve tersi­ ne olarak, kendisi r u h l a n h ü k m ü altına a l a r a k , ölü­ lerle, tabiat r u h l a n (cinler, periler) ile ve şeytanlar­ la bağlantı k u r m a ğ a muvaffak olur. Ateş üzerinde hâkimiyet k u r m a s ı , h a s t a l a n a n ( r u h u ç a l m a n ) k i m selere şifa vermesi, ölülerin a r z u l a r m ı yerine getire­ rek z a r a r l a r m ı önlemesi, dertli i n s a n l a n n şikâyet ve dileklerini arzetmek üzere, gökteki ve yeraltındaki tanrıların yanına giderek aracılık yapabilmesi böy­ lece m ü m k ü n o l m a k t a d ı r . Bu özellikleri ü e topluluk üzerinde k o r k u ve saygı uyandıran ve «dinî» otorite k u r a n şaman, vasfını ve kaderini bildiği insan ru­ h u n u n mütehassısı olarak, topluluk maneviyatının düzenleyicisi d u r u m u n d a d ı r . F a k a t fonksiyonu umu­ mî sihrî-dinî i n a n ç l a r d a k i temsilcilerin ölçüsünde şü­ mullü değildir. R u h u n vasıtasız olarak m ü d a h a l e et­ mediği, h a s t a h k ( r u h u n kaybolması) veya ö l ü m veya bir talihsizlik bahis k o n u s u olmadığı, y a h u t b i r kur­ ban s u n m a töreninde h e r h a n g i b i r «extase» tekniği­ nin (gök'e veya yeraltına seyahat) yer almadığı hâl­ lerde şaman için yapılacak iş y o k t u r . Hayat şaman'ın müdahalesi olmaksızın devam eder*'.

H a l b u k i Asya bozkırları ssıhasında ysışayan top­ lulukların t ü r l ü dinî inançları vardı. Meselâ Gök-Türkler ateş'in kutsallığma i n a m r l a r d ı . 568 yılmda Bizans elçisi Z e m a r k h o s , Orta Asya'da Batı Gök-Türk

(28)

42 Menandros'taB n a k l e n : A m a g y a r o k elödeiröl e s a hoDİoglalasrol, B u d a p e ş t , 1958, s. 44 v d . Gök-Türk­

lerin ateş'e tazim ettikleri: T h . S i m o k a t l e s ' d e u n a k l e n (R. Grousset, L ' E m p i r e d e s s t e p p e s , 1941, Paris, s. 129). S o n z a m a n l a r d a Türklerdeki a t e ş ve o c a k kültü h a k k m d a b k : A. İnan, a y n ı eserler; s. 66-71. Ancak daha ö n c e k i devirlerde Türklerde b a h i s k o n u s u e d i l m e y i p ilk defa Gök-Türklerde o r t a y a ç ı k a n a t e ş k ü l t ü n ü n t r a n i bir d i n o l a n Mazdeizm'in t e s i r i n d e n d o ğ d u ğ u v e h a t t â a y m çağ­ larda D o ğ u Gök-Türklerince bile b U i n m e d i ğ i ha­ tırlatılmaktadır. ( B k . R. Giraud, L'Empire d e s T u r c s c â e s t e s , 1960, Paris, s. 101 v d . ) .

43 Aslen Türk o l m a y ı p , s o n r a d a n H i n d - I r a n îtika-d m îtika-d a n intikal e îtika-d e n ve a s h « H ü m â » o l a n U m a y için g e n i ş bilgi: A. İ n a n , aynı eser, s. 35.39. sınırına vardığı zaman, T ü r k l e r o n u ve a r k a d a ş l a r ı n ı ateş alevleri üzerinden a t l a t m a k suretiyle, kötü ruh­ l a r d a n temizlemişlerdi*^. Aynca ocağa tazim, bir kült hâlinde gelişen «ata»lara saygı; yeryüzündeki tabiat p a r ç a l a r ı n d a n herbirinin b i r «ruh»a sahip olduğu düşüncesinden dolayı dağ, tepe, kaya, vâdi, ı r m a k , su kaynağı, ağaç, o r m a n , demir, kılıç vb. r u h l a r ı n a i n a m ş (Yer-su'lar); güneş, ay, yıldız," y ı l d ı n m , gök gürültüsü, şimşek gibi tabiat-üstü güçler tasavvuru bozkır Türklerinin inançları a r a s ı n d a idi. R u h l a r iyi-k ö t ü (iyUiiyi-k seven ve iyi-kötülüiyi-k y a p a n ) o l m a iyi-k üzere iki grupa ayrıldığı gibi, «Umay» adı verilen a y n b i r «kutsal güç» vardı'".

O r h u n kitabelerinde Türklerin faydasına çalışan manevî kuvvetler olarak Yer-su'lar tâbiri oldukça sık geçer ki, b u da Gök-Türk çağında Türk topluluğunun

(29)

44 Bk. A İ n a n , aynı e s e r , s. 48-71.

45 Çin kaynağı Yuan-Shi'den naklen, B. Ögel, Sino-Turcia, 1964, Taipei, s. 11 vd; Daha bk. Cuveynî, T â r i h i Cihanguşa I. ( G M S , 1912). s. 45.

46 Kül-Tegin Kitabesi, d o ğ u , str. 23.

47 W, Eberbard, Çinin Ş i m a l K o m ş u l a r ı , s 80. «kutsal» (kitabelerde: i d u q ) saydığı yeryüzü avarı­ zını da ayrı birer «ruh» u n varlığını kabul ederek onların yardımcı, iyilik sever kuvvetler olduğuna ina-mldıgım ispat eder. B u n l a r a r a s ı n d a en m ü h i m l e r i : dağ, o r m a n ve ağaç, ateş ve ocak kültleri idi'". Uy-gurlardaki «Kutlu Dağ» efsanesi*' ile Gök-Türklerde başkent bölgesi «Ötüken»in kutsal yer olduğu telâk­ kisi** b u n u n tipik örneklerini teşkil eder.

Asya H u n l a n i l k b a h a r d a (Mayıs o r t a l a r ı n d a ) Lung-ç'eng bölgesinde yer-su'lara k u r b a n s u n a r l a r d ı . Tan-hu ( H u n h ü k ü m d a r ı ) gündüz güneşe, gece do­ lun aya tazim ederdi. Hunlar, Gök-Türkler, Uygur­ lar yapacakları işte b a s a n şansını ayın, yıldızlann hareketleri ile kontrol ederlerdi. Tabgaçlar da, Hun­ lar gibi, ilkbahar ve s o n b a h a r d a a t a l a r a k u r b a n ke­ derlerdi ve t a p m a k yeri olan bir «taş-ev» içinde sun­ dukları k u r b a n d a n sonra, civara kayın ağacı diker­ lerdi ki, b m ı l a r d a n k u t l u o r m a n m e y d a n a gehrdi*'. Gök-Türkler 5. ayın 2. yarısında Gök-Tann'ya ve ata­ lara, kurt-ata m a ğ a r a s ı n ı n ö n ü n d e t a n r ı l a r a kurban­ lar t a k d i m ederlerdi. Ölüm hâlinde yas törenleri ya­ pılırdı, m a t e m s ı r a s m d a saç-baş dağıtılır, yüz ve ku­ laklar bıçakla çizilerek k a n akıtılırdı. B u n d a n sonra yemek vermek âdet hâlinde idi. H u n l a r d a ,

(30)

Gök-Türk-48 E b e r h a r d , Çinin Ş i m a l K o m ş u l a n , s. 77, 87 vd; H.N. Orhun, E s k i Türk Y a a t l a n I, 1935, s. 52, 70; Menadros'da «dokhia» ( y o ğ ) , bk. A. magyıırok elödeiröL. s. 50. Atilla için y a p ı l a n Y o ğ (Yorda-n c s ' d c (Yorda-n (Yorda-n a k l e (Yorda-n : B . Szasz, A H u (Yorda-n o k t ö r t ^ (Yorda-n e t e . . . , B u d a p c ş d . 1943, ». 363 vd.; A l t h e i m , Atilla e t l e s H u n s , Paris, 1952, s. 192 v d . ) ; F. S ü m e r , Oğuzlar, s. 404 vd.

49 Balbal d i k m e âdeti Türklerden Çin'e d e g e ç m i ş t i . T'ang i m p a r a t o r u Tai-tsung'un m e z a n b a s m a diki-' len balballar için b k A.D. Graç, Tuva'da E s M Türk HeykeUeri ( t a m t m a ) , Türk K ü l t ü r ü , sayı 47 (1966), s. Î.47. 50 BalbaUar, taşnene'ler v e Türk h e y k e l l e r i h a k k m d a t o p l u bilgi: B . Ögel, t s l â m i y e t t » ı ö n c e T ü r k K ü ^ tür Tarihi, s. 131, 136, 146, 166, 169. 196, 201 vd, 263, 296, vd. vb.

lerde, Uygurlarda ve Oğuzlarda ölünün hâtırasına tertiplenen b u törenlere «Yoğ» denirdi*'.

T ü r k h ü k ü m d a r l a r ı ve k a h r a m a n l a r ı öldükleri z a m a n kabirlerinin b a s m a , h a y a t t a iken savaşıp öl­ d ü r d ü k l e r i t a n m m ı ş kimselerin sayısı k a d a r , insan biçiminde y o n t u l m u ş taş ( b a l b a l ) dikilirdi*. Ayrıca, Orta Asya'dan T u n a kıyılarma k a d a r u z a n a n bozkır­ l a r d a yaygm şekilde görüldüğü üzere, taşnene'ler (gö­ bek h i z a s m d a t u t u l a n sağ elde and kadehi taşıyan k a b a taş heykeller) vardı^.

Zikrettiğimiz b u inançlar, «semavî» dinler sis­ temlerine girmeden önceki h e m e n b ü t ü n T ü r k top­ luluklarında u m u m î d i r ve görüldüğü gibi, geçen yüz yılın sonlarına kadar, h a t t â zamanımızda bile, s t mavî veya «yüksek» dinlerin çerçevesi dışında kaV

(31)

/niş, başka büyük T ü r k ve dünya k ü l t ü r cersyanla-rının tesirinden uzak düşen kuzey-doğu Asya bölge­ sindeki Yakutlarla, Altay dağlarının kuytuluklarında o t u r a n Türk zümreleri a r a s ı n d a varlıklarını muha­ faza etmiştir. Ancak b u dinî mahiyetteki inanışlar­ dan hiçbiri ş a m a n i z m e dahil değildir. Y u k a r ı d a be­ lirtildiği gibi, b i r inancın ş a m a n i k k a r a k t e r taşıması için, gayesi tanrılarla bağlantı k u r m a k olan ruhî «mîraç»m temel p r e n s i p teşkil etmesi ve yine saman­ lığa m a h s u s «extase» ın t a t b i k yeri b u l m a s ı lâzımdır.

S a m a n l ı k t a r u h u n uçuşu (göklere 5aikselmesi, yeraltlarma inmesi) ile '<extase», b i r a r a d a ve aynı za­ m a n d a vâki olan bir faaliyet belirtisidir. Ş a m a n , ev­ lerin etrafından ayrılmadıkları, öfkeli anlarında, ha­ yattaki a k r a b a l a r ı n a z a r a r verebileceği sanılan ölü­ lerin ruhlarını uzaklaştırır, b a z ı l a n m yeraltı katları-ne k a d a r kovalar, k u r b a n l a r ı yüksek t a n r ı l a r a sun­ m a k üzere k a t , k a t göklere çıkar. Gerek s e m a d a Bay Ülgen, gerek k a r a n l ı k l a r d ü n y a s ı n d a Erlik gibi tan­ rılarla dostluk k u r a r , onliarı görür ve onlarla konu­ şur. Hastanın b e d e n i n d e n çıkıp gitmiş olan r u h u n u arar, b u l u r , getirir, yerine koyar (hastalığı iyi e d e r ) . Böylece, insanların r u h l a r ı ile de sıkı t e m a s halinde­ dir. Ş a m a n törenleri de, b u suretle, t a n r ı l a r ve ruh­ lar ( e s p r i t s ) la kendisi a r a s m d a bağlantı k u r m a ğ a kabiliyetli ş a m a n ı n vecdi hareketlerinden ibarettir. Ş a m a n l a r , b u n u n için, h e r p a r ç a s ı üzerine takılan her m a d d e veya yapılan h e r tasvir veya şekil ayrı bir m â n a îFade eden veya ayrı bir varlığın sembolü olan garip elbiseler, külahlar giyer, m a s k e takar, yine tür­ lü m a d d e l e r takılı ve tasvirlerle özel tarzda

(32)

hazırlan-51 Asya Türkleri ve diğer Asyalı k a v i m l e r a r a s ı n d a y a ş a y a n s a m a n l ı ğ ı n b u y ö n l e r d e n tasvirleri için

bk. A. i n a n aynı eser, s. 72-119; A y n c a , S. Buluç ÎA (1968) madde; Şaman, Samanlık.

mış davulunu veya defini çalar. Bu esnada kendin­ den geçinceye -yâni tanrılar ve r u h l a r l a t e m a s sağla-yıncaya- k a d a r zıplar, sıçrar, acaip sesler çıkarır, yal­ varır, söylenir, yerlerde s ü r ü n ü r , bazan d a bayılır, düşer. Böylece m a k s a d ı n a u l a ş m ı ş olur^'.

Şamanın, diğer insanlar üzerinde garip tesirler u y a n d ı r a n b u d a v r a m ş ı n d a , b a ş a r ı temin eden bazı ş a r t l a r a ihtiyaç olduğu aşikârdır. Bu ş a r t l a r ş a m a n olma k o n u s u n d a kendini g ö s t e r m e k t e d i r : Tesbit edil­ diğine göre, ş a m a n olabilmenin y o l l a n n d a n biri, bir ş a m a n ailesinden gelmek ( v e r a s e t ) , öteki de şahsî kabiliyet sayesinde «hidayete ermek» dir. Bu ikin­ cisi d o ğ r u d a n doğruya irade m a h s u l ü , y a h u t toplu­ luk veya klan tarafından «seçilme» yoludur. Kendi iradeleri ile veya «seçilme» yolu olafi ş a m a n olanlara umumiyetle az r a s t l a n m a k t a d ı r . Bunlar, mesleğini a t a d a n t e v a r ü s eden veya t a n r ı l a r ı n ve ruhların «da­ vet» i ile icra eden s a m a n l a r d a n d a h a zayıf sayılır ve fazla i t i b a r görmezler. Daha m ü h i m olan ve çeşitli g r u p l a r a göre, verasetle geçtiği veya d o ğ r u d a n doğ­ ruya t a n r ı n ı n , gök'ün bağışı k a b u l edilen birinci yol samanlığının o r t a k belirtisi, ş a m a n ı n , e t r a f m d a k i in­ s a n l a r d a n farklı b i r ruh hâli göstermesi, yalnızlıktan hoşlanması, bedenî bir arıza ile malûl olması, sinir hastalığı arazı ortaya koyması, sar'a nöbetlerine tu­ tulması gibi hâllerdir. H e r h a n g i b i r ş a m a n şu iki hu­ susu kesinlikle ivi bilmek d u r u m u n d a d ı r •.

(33)

a — Extase'ın gerektirdiği mânevî-ruhî tutarlılık, b — îlgili topluluğa m a h s u s gelenek ve teknik­ ler, yâni, t a n n l a r m , «esprit» ( p e r i , cin) lerin adları, alışkanlıkları, neler yaptıkları, g ö r ü n m e z kuvvetlerin birbirleri ile münasebetleri ve gizli dil. Ş a m a n ' m tek­ nik ve gelenekler b a k ı m ı n d a n m u t l a k a yaşlı, tecrü­ beli bir ş a m a n tarafından yetiştirilmesi icap eder.

Kendini ş a m a n olmağa hazırlayan kişi, rüyasın­ da veya b i r hastalığı a n ı n d a veya «extase» başlzmgı-cında, b i r a t a r u h u , b i r y a n - t a n n varlık, bir^ha5^van perisi ile karşılaşır ki, b u ilk t e m a s ona, mesleğinde kesin rol oynayan r u h l a n görmesine, onlarla «mah­ remiyet» kul-masına sebep o l u r ve b u n u meslekdaş-ları olan ölü ş a m a n r u h l a r ı t a m a m l a r . Kendini bü­ tün diğer r u h l a r l a t e m a s a getiren, gökyüzüne yük­ selten veya yeraltına indiren ölü ş a m a n r u h l a n saye­ sinde ş a m a n adayı, yalnız ölüler tarafından bilinme­ si m ü m k ü n gerçekleri öğrenmek i k t i d a r ı n a kavuşur. Ruhları görmek, onların mânevi «tabiat» l a n n a işti­ r a k etmek m â n a s ı n a gelir. Bu suretle r u h l a r ve tan­ rılar dünyası ile d o ğ r u d a n doğruya ve «muşalıha.s» şekilde m ü n a s e b e t e girişen ş a m a n b i r s ü r ü «ruh»lara sahip olur ki, bunlîirdan b i r kısmı ş a m a m korumak­ la, b i r kısmı da «mahremiyet» içinde ona y a r d ı m et­ mekle vazifeli b u l u n u r l a r . Bu r u h ( e s p r i t ) 1ar büyük çoğunlukla hayvan biçimindedirler. Bunlar Sibirya kavimlerinde ve Altaylılarda : Ayı. k u r t , geyik tav şan ve çeşitli kuşlar, özellikle k a r t a l , baykuş, karga suretinde görünebilirler; ayrıca, b ü y ü k böcek, ağaç, t o p r a k , ateş hâlinde de tecellî edebilirler. Kendini

(34)

diğer d ü a y a l a r a (gök'e, yeraltına) taşıyan ve OHa sır­ l a n ifşa eden ata r u h l a r ı n d a n b a ş k a , ş a m a n , vecdî se­ yahati sırasında, başını k o r u y a n «baş perisi», yeral­ tına inerken yanında b u l u n a n «ayı perisi» ve üzerine binerek gökyüzüne çıktığı at r u h u t a r a f l a n n d a n hi­ maye edilir ve y a r d ı m görür, i h t i y a ç a n ı n d a şaman b ü t ü n yardımcı r u h l a n , h e m de dünyanın h e r köşe­ sinden, davet edebilir, onlar da birbiri arkasından gelerek işe girişirler. Bu daveti ş a m a n davulunu veya defini çalarak yapar. Törenin başlangıcında, yâni göklere veya yeraltına seyahat hazırlığında bu yar­ dımcıların rolü b ü y ü k t ü r . O n l a n n geldikleri ve yar­ dıma giriştikleri, şamanın o hayvanların seslerini, bağırış ve ötüşlerini aynen t a k h d e ve onlar gibi ha­ reket etmeğe başlaması ile anlaşılır. Meselâ, Tunguz şamanı, baş yardımcılarından biri yılan olduğu için, yerlerde s ü r ü n m e ğ e çalışır. E s k i m o ş a m a n ı k u r t gibi ulur. J a p o n ş a m a n ı ren geyiği olmağa gayret eder. Veya birçok yerlerde ş a m a n l a r kuşlar gibi ötmeğe, uçuşmağa girişirler. Ş a m a n l a r yüzlerine bazan mah­ rem ve yardımcı hayvanı tasvir eden maskeler tak­ mak suretiyle aynı sonuca ulaşırlar. Şaman, davet ettiği hayvanlarla k o n u ş m a k için, öğrendiği o n l a n n «gizli» dillerini kullanır. Bu daha ziyade, u l u m a , bö­ ğürme, meleme vb. şeklindedir. Başta kuşlar olmak üzere, hayvanların «gizli dillerini» bilen ş a m a n dün­ yadaki b ü t ü n tabiat sırlarını t a n ı m a imkânını b u l u r , ç ü n k ü tanrıların dış görünüşlerinden ibaret olan bu hayvanlar ona b ü t ü n gizlilikleri açıklarlar ki, b u da ş a m a n a gelecekten h a b e r verme yetkisini kazandırır. Artık şaman için, h e r ruh, peri, cin ile, h e r cins tanrı

(35)

ile k o n u ş m a k , arzu ve istekleri o n l a r a a k t a r m a k , ke­ silen k u r b a n l a r m r u h u n u t a k d i m etmek, ricada, şe-faatta b u l u n m a k ve b u m a k s a t l a r l a k â i n a t m 3 koz­ mik bölgesinde (yei-yüzü, gök, yeraltı) serbestçe ve r a h a t ç a gezip dolaşmak, \'e ölüleri diriltmek dahil, h e r türlü s ı r r a vakıf olmak i m k â n ı n ı engelleyen hiç­ bir şey k a l m a m ı ş t ı r .

Davulunu çalarak cinleri, perileri toplayan şa­ m a n ı n elindeki ip veya asâ b i r kozmik bölgeyi diğe­ rine bağlayan «yol» dur. Esasen aşağı-yukan h e r var­ lığı, h e r gözle görünen ve g ö r ü n m e y e n kuvveti e m r i altında t u t a n ş a m a n için m i s t i k seyahatlerinde kul­ lanacağı birçok a r a ç l a r v a r d ı r : Kayın ağacı dalından yaptığı dokuz basamaklı, m e r d i v e n taklidi kertikli veya, k u r b a n edilmiş atın derisinin asıldığı sırık, ş a m a n m gezi sırasında yürüyeceği «yol»lardır. Gök­ kuşağı gökyüzü ile y e r a l t m ı b i r b i r i n e bağlayan köp­ r ü d ü r . «Dünya ağacı» d a b u n l a r d a n bîridir. Ş a m a n , elindeki merdiveni vasıtasıyla, yüksek dalları gök' ün 17. k a t ı n d a k i Bay Ülgen'in sarayına d o k u n a n «dünya ağacı»nın tepesine çıkar. «Hayat ağacı» ise b u n u n b a ş k a şekli olup, k o z m i k bölgeleri birbirine bağlaı. Bazı yerlerde 7 katlı gösterilen ve k u t u p yıl­ dızı ile ilgili «kâinat dağı» ve d ü n y a m n merkezin­ den geçen «kâinat mihveri» veya «dünyanın direği» de aynı vazifeyi g ö r m e k suretiyle, ş a m a n tarafından kullanılır v b . . .

Görülüyor ki, s a m a n l ı k b i r dinden ziyade, temel prensibi r u h l a r a , cinlere, perilere e m i r ve k u m a n d a etmek, gelecekten h a b e r v e r m e k düşüncesi olan b i r

(36)

sihirdir. Yalnız, E s k i - v e Orta çağlarda çok yaygın b u l u n a n m a l u m sihirden farkı, b u n u n ferdî ve şahsî olmasına karşılık, ŞEimanlıgm orta-ve kuzey Asya top­ luluklarında ve d ü n y a n m b i r ç o k yerlerinde az veya çok kalabalık «cemaat» lere sahip olmasıdır. Ger­ çekten, belirtelim ki, b u r a d a kısaca t a n ı t m a ğ a çalış­ tığımız özellikleri ile samanlık, zannedildiği gibi, yalnız Asyalı T ü r k t o p l u l u k l a r ı n a m a h s u s değildir. Başta M. Eliade olmak üzere, birçok araştırıcıların tesbit ettiklerine göre, hiç olmazsa b u tesbitlerin ya­ pıldığı son y a n m yüzyıl içinde Tunguzlarda, Moğol-larda, M a n ç u l a r d a , LaponMoğol-larda, E s k i m o l a r d a , Vogul, Ostiyak ve Samoyetlerde, Kafkaslarda, H i n d i s t a n ' d a , Çin'de, İndonezya'da, Malezya'da, Melanezya'da, Poli-nezya'da, .4vusturalya'da, Büyük Okyanus'un öteki adalarında, Alaska'da. Groenland ve İzlanda'da, Ku­ zey Amerika'da, Güyan'da, Amazon bölgesinde ve Af-rika'nııl b i r ç o k yerlerinde h a y v a n cinslerinin değiş­ mesi r u h , cin, peri, telâkkileri, t ö r e n l e r i n icrası ba­ k ı m l a r ı n d a n ufak-tefek ayrılıklar yanında- temel prensipler değişmemek şartıyla samanlık yaşamıştır. T e k r a r a h a c e t y o k t u r ki, gerçek samanlığın ta­ rihî T ü r k t o p l u l u k l a r ı n d a göınilen yer-su inançları ile b i r ilgisi mevcut değildir. Ancak şaşırtıcı b i r uygun­ luk göze ç a r p a r . Esasen samanlığın en d i k k a t e değer b i r özelliği de girdiği bölgelerdeki h a l k ı n maneviya­ tına, r u h dünyasına b ü r ü n m e kabiliyetidir. Ş a m a n i k «extase», r u h u n seyahati ve t a n r ı l a r l a bağlantı kur­ m a s ı konusunda^ eski T ü r k t o p l u l u ğ u n u n t a b i a t t a

(37)

52 S a m a n l ı k t e l â k k i l e r i n d e n ç o ğ u Müslüman-Tiiırk t o p l u l u k l a r ı arasında z a m a n ı m ı z a k a d a r y a ş a m a ­ ğa d e v a m e t m i ş t i r (Bk. A. i n a n , M ü s l ü m a n Türk­ l e r d e Ş a m a n i z m Kalıntıları, i l a h i y a t Fak. Dergisi,

IV, Ankara, 1952).

var kabul ©ttigi esrarlı kuvvetleri iyiden iyiye istis­ m a r etmiştir. Bu, özellikle, a t a l a r k ü l t ü n ü n , k a r t a l inancının, demirciliğin ve a t k u r b a n m m ş a m a n i k vasıf k a z a n m a s ı n d a g ö r ü n ü r . Böylece samanlık eski T ü r k inanç sistemini yavaş yavaş işleyerek, b ü t ü n maneviyat âlemini belirli b i r k a d r o içine a l m a ğ a mu­ vaffak olarak kendini â d e t a b i r «din» sağlamlığına ulaştırmıştır'^.

Hemen belirtelim ki, dinî i n a n ç l a r a dış tesirler yalnız bizde görülen b i r d u r u m değildir. Din tarih­ çilerine göre, b ü t ü n dinlerde böyle yeni u n s u r l a r l a birleşmeler, yenileşmeler o l m u ş t u r ve o l m a k t a d ı r . Dünya t a r i h i n d e , belki en eski taş-devri'nden önceki zamanlar dahil, hiçbir yerde «aslî» ve «saf» b i r di­ nin b u l u n a m a y a c a ğ ı m , hiçbir dinin t a m a m ı y l a «yeni» olmasının imkânsızlığım ve «tarüıin, dinî inançları ve telâkkileri, mitolojik y a r a t m a l a r ı değişikliklere u ğ r a t a r a k , usullere ve t ö r e n l e r e b a ş k a şekiller vere­ rek, onları zenginleştirerek veya fakirleştirerek akıp gittiğini» söyleyen araştırıcılar h e r dinin içinde sa­ m a n l ı k izlerinin bulunacağını, Orta-ve Kuzey Asya samanlığının d a esasen «orijinal» k a r a k t e r taşıma­ dığını, o r a l a r d a k i ş a m a n ı n d ü ş ü n c e ve «extase» tek­ niğinin o bölgeler halkı t a r a f ı n d a n ilk defa o r t a y a k o n a n şeyler olmadığım, samanlığın o r t a - v e kuzey

(38)

53 M. Eliade'den ö n c e de, s a m a n l ı ğ ı n a s l ı n d a Orta Asya m e n ş e l i o l m a y ı p , s o n r a d a n T ü r k l e r a r a s ı n d a yayıldığını ileri sürenler d e vardı. M e s e l â , W. Sclımidt, R a s s e n u n d völker., I I , Luzern, 1946 ( b k . DTCF Dergisi, V, 3, 1947, s. 348). W. E b e r b a r d d a d a h a o z a m a n A/V. S c h m i d t ' i n b u k a n a a t i n e katıl­ d ı ğ ı m s ö y l e m i ş t i (göst., y r . ) .

Asya sahasının gerçek dini sayılamayacağını belirt­ mişlerdir''.

O h a l d e samanlık n e r e d e doğmuş ve bizim ülke­ lere nasıl gelmiştir?

Samanlığın menşei h a k k ı n d a başlıca iki teori yârdır. (Bazı samanlık törenlerinin «âşıkane» sah­ nelerinden dolayı, samanlığı, cinsî heyecanları tat­ m i n d u y g u s u n a bağlayan üçüncü b i r fikir, i t i b a r gör­ m e m i ş t i r . )

Bu teorilerden ilki A. O h i m a r k s ' a aittir. Ona göre samanlığın k ö k ü n d e d a h a ziyade «arctique» bölgede k e n d i n i gösteren b i r çeşit asabî hastalık y a t m a k t a d ı r . Kuzey k u t b u n a yakın veya biraz d a h a güney bölgeler ( s u b a r ı t i q u e ) d e k i şiddetli soğuklar, u z u n geceler, tenhalık, inziva, v i t a m i n eklikliği gibi hâller bölgede yaşayan insanların sinir sistemleri üzerinde bazı tesirler u y a n d ı r m a k t a ve onları özel b i r asabî rahatsızlığın (hysterie a r c t i q u e ) pençesine d ü ş ü r m e k t e d i r . Samanların sık sık s a r ' a n ö b e t i n e t u t u l m a l a r ı b u n d a n d ı r ; hakikî s a r a l ı d a n farkları da ' kendi iradeleri ile aşkın ( t r a n s e ) ı gerçekleştirebil­

meleridir. Ş a m a n l ı ğ m b u açıklanmasını takviye eden d a h a bazı m ü ş a h e d e ve kayıtlar da vardır.

(39)

Büyücü-lerin ve h a s t a l a r ı iyi eden sihirbazların çoğunlukla aynı rahatsızlığa t u t u l m u ş oldukları g ö r ü l m ü ş t ü r . B u n a göre samanlığın k u t u p bölgesinden güneye doğru yayılmış olması gerekir.

F a k a t u m u m i y e t l e s a m a n l a r d a tesbit edildiği söylenen ruhî, zihnî rahatsızlıklara d ü n y a n m h e r ye­ rinde r a s t l a n m a k t a d ı r . Üstelik belirtilmiştir ki, şa­ m a n l a r , kendileri h a s t a o l m a k t a n ziyade «hastaları tedaviye kabiliyetli» kimselerdir. Kendi rahatsızlık­ larını bizzat tedavi eden ş a m a n b a ş k a l a r m ı d a has-: talik ve h u z u r s u z l u k t a n k u r t a r ı r . B u itibarla çoğun­ lukla t a m b i r sıhhate sahiptirler. H a t t â t o p l u l u k için­ de zihin sağlamlığı b a k ı m ı n d a n en ileri d u r u m d a ­ dırlar. Orta Asya kavimlerinden B u r y a t l a r d a şaman­ lar zengin şifahî d e s t a n edebiyatının k o r u y u c u l a n olmuşlardır. Yakut ş a m a n ı m n söz hazînesi 12 bin kelimeyi b u l d u ğ u halde, halkın k o n u ş t u ğ u kelime sayısı 4 bini geçmez. Kazak-Kırgız ş a m a n ( b a k s ı ) l a n , şarkıcı, şâir, müzisyen, k â h i n , h e k i m , ve halk gelenek ve menkıbelerinin y a ş a t ı c ı l a n d ı r l a r .

B u n d a n dolayı, b a ş t a M. Eliade o l m a k üzere, ikinci teori taraftarlarınca, samanlığın menşeini gü­ neyde, sıcak bölgelerde a r a m a k lâzımdır. Gerçekten dünyanın çeşitli yerlerindeki şekil ve belirtileri ara­ sında yapılan a r a ş t ı r m a l a r b u g ö r ü ş ü n d o ğ r u l u ğ u n u ortaya k o y m a k t a d ı r .

Ş a m a n o l m a n m , y u k a n d a söylediğimiz, iki ş a r t ı Güney - Afrika, Güney-Sûdan, Malezya, S u m a t r a , Gü-yan, Amazon t o p l u l u k l a r ı n d a b ü y ü c ü ve sihirbazın

(40)

ş a r t l a n d ı r . Bazı O r t a Asya t o p l u l u k l a r ı n d a «Ak şa­ m a n » , « K a r a ş a m a n » ayırımındaki ikilikde İ r a n te­ sirini g ö r m e k m ü m k ü n d ü r . Y a k u t l a r d a k i «hayvan ana», «semavî zevce» t a s a v v u r l a n , a n a h u k u k u n a dayalı aile telâkkisinin h a t ı r a l a r m d a n d ı r . Yine Ya­ k u t l a r d a , a d m a i l k b a h a r d a ve yazın şenlikler tertip-lenen, b e r e k e t ve d o ğ u m tanrıçası Ayzıt d a öyle. Al­ taylı s a m a n l a r ı n e n u l u t a n r ı saydıkları Bay Ülgen'* in d u r u m u d a b u n u n l a karşılaştırılabilir. Çünkü 9 erkek, 9 kız evlâdı olduğuna i n a m l a n b u t a n r ı d a h a ziyade b e r e k e t t a n n s ı olup ü r ü n ü n bolluğu ve iyi va­ sıflı olması ile ilgilenmektedir ki, t o p r a ğ a bağlı gü­ ney k ü l t ü r l e r i n t a s a v v u r l a r ı n d a n d ı r . Ölülerin r u h l a r ı ile m ü n a s e b e t l e r Kuzey Amerika'da, E s k i m o l a r d a , Avusturalya'da, h a t t â eski K e k l e r d e görülür. Altay-lılarda u y u ş t u r u c u m a d d e (özellikle genevir t o h u m u ) k u l l a n m a n ı n kaynağı eski İranlılardır. Üç kozmik bölge ile b u n l a r ı b i r b i r i n e bağlayan «mihver» (dün­ yanın direği) telâkkisi eski Germenlerde, H i n d ' d e ,

Mısır'da, eski Y u n a n i s t a n ' d a , Bâbil'de m e v c u t t u . «Dünyanın merkezi», «kozmik dağ» açıkça H i n d te­ siri; «dünya ağacı» Hind-Iran; ağaç-kuş terkibi, eski Germen; «hayat ağacı», «akıbet kitabı», «canlanan kemik», İ r a n , H i n d , İ b r a n î , Mezopotamya; 7 ve 9 sayıları vb., güney tesirleridir. Ş a m a n ı n k u t s a l cüb-besinin temsil ettiği h u s u s l a r Eskiçağ h ü k ü m d a r l a ­ rının ve din a d a m l a r ı n ı n elbiselerinde görülür. Şa­ m a n aynası d a güney menşeli olduğu gibi, ş a m a n ı n m e ş h u r davulu da.. Budizm yolu ile, H i n d i s t a n ' d a n gelmiştir. Samanlık, «sihirli uçuş»u ve diğer

(41)

özel-54 Samanlığın menşei teorileri için bk. S. B u l u ç , ÎX mad. Samanlık. B u bahis ile samanlığın yayıldığı yerler, bozkırlar bölgesine tesirleri vb. için. M. E l i a d e ayn. e s e r , indeks.

55 M. EKade, aynı eser, s. 430 vd.

İlkleri ile b ü t ü n eski H i n d ' d e ve Hind-Avrupalılarda, eski Çin'de mevcut olmuştur**.

Ş a m a n kelimesi d e b u sihri i n a n c m menşeinin güney o l d u ğ u n u göstermektedir. Ş a m a n t e r i m i Tun-guzcadan -Rusça yolu ile- Batı ilim d ü n y a s m a geç­ miş ise de, aslen Sanskritçenin kollanndzm bir dile b a ğ l a n m a k t a d ı r . B u n d a n 60 yı] k a d a r önce «şaman» kelimesi ile b u n u n T ü r k ç e karşılığı kabul edilen «kam» sözünün, fonetik b a k ı m d a n , b i r b i r i n i n aynı olduğu ileri s ü r ü l m ü ş t ü . Daha sonra b u iddianın ye­ tersizliği gösterilirken, Hind-Avrupa dillerinden To-h a r c a d a ( S a m a n e = Budist r a To-h i p ) ve Sogdçada ( s m n = s a m a n ) kelimelerinin keşfedilmesi, teri­ m i n Hind menşei olduğu düşüncesini destekledi ve b u h u s u s t a r i h î ve etnografik vesikalarla b ü s b ü t ü n kuvvet kazandı''. Ş a m a n kelimesi Tunguzcaya yaban­ cı g ö r ü n ü y o r d u ve samanlığın güneyden kuzeye doğ­ r u yayılışında Budizm ( l a m a i z m ) tesiri sezilmekte idi. Budizm 4. yüzyûda Kore'ye, s o n r a l a r ı Uygurlar

arasına, 13. yüzyılda Moğollara, 15. yüzyılda Amur nehri bölgesine nüfuz etmişti. Mançular a r a s m d a ise Budizm 9. yüzyılda g ö r ü n m ü ş , fakat Ming sülâ­ lesi z a m a n ı n d a (14-17. yüzyıllar) yayılmıştı. «Ruh» a d l a r ı n d a n b i r kısmı Moğol ve Mançu dillerinden alınmış ise de, «ruh» l a n n ı n çoğunluğu B u d i s t m e r şeli olan ve ş a m a n cübbesinin üzerindeki tasvirle.

(42)

56 Bk. W. R u b e n , B u d d h i s t l i k v e S a m a n l ı k , 1939, An­ kara, s. 97-107.

57 Gy. N e i m e t h , AtUa ûs H u n j a î , 1940, B u d a p e s t , s. 224; Ayrıca B. Szasz, A H u n o k tört^ncte., s. 515. 58 Bk, Szasz, aynı eser, s. 515,

rin B u d i s t raJıipleri k o s t ü m l e r i n i n taklidi b u l u n a n Tunguzlar nihayet, k o m ş u l a n olan Y a k u t l a r a tesir etmişlerdi. Şüphesiz «mîrâc» gibi bazı ş a m a n i k un-s u r l a n ihtiva e t m e k l e b e r a b e r Budizm^, un-samanlık d e m e k değildir. Fzdcat b u güney k ü l t ü r l e r i mahsulü­ n ü n Orta ve Kuzey Asya'ya nüfuzunda başlıca aracı r o l ü n ü o y n a m ı ş t ı r .

Gerçekten eski Türk t o p l u l u k l a r ı n d a samanlığa benzer b i r inancın varlığına i h t i m a l verdirecek hiç­ b i r kayıt m e v c u t değildir. Altay Türkleri tarafından b u g ü n «şaman» m â n a s ı n d a kullanılan K a m sözü, Gy. N e m e t h ' i n a r a ş t ı r m a l a r ı n a göre, hiç olmazsa 5. yüz­ yıldan b e r i y a ş a m a k t a d ı r . Avrupa H u n l a n t a r i h i n d e Atakam ve E ş k a m a d l a r ı n d a iki «şef» den bahsedil­ m i ş t i r " . B u r a d a k i «kam» hecesi «din adamı»nı an­ l a t a n b i r t â b i r ise, bu, «şaman»ı değil, fakat eski T ü r k dininin temsilcisi m â n a s ı n ı ifade etmiş olma­ lıdır. Çünkü H u n l a r ı n örf ve âdetleri h a k k ı n d a ol­ d u k ç a geniş bilgi veren Lâtin (meselâ, A. Marcelli-n u s , 4. yüzyıl s o n l a n ) ve G e r m e n (meselâ, J o r d a n e s ,

6. 5rüzyıl o r t a l a n ) yazarların « H u n l a r ı n dinî tören­ leri yoktur» diyecek yerde", garip ye ilgi uyandırıcı ş a m a n âyinleri ve ş a m a n i k telâkkilerden h a b e r ver­ meleri beklenirdi. H ü k ü m d a r ailesinin Budizmle ya­ k ı n ilgisine r a ğ m e n Tabgaçlarda (5. yüzyıl) saman­ lığı h a t ı r l a t a n b i r şey y o k t u r . Uygurlarda (8-11.

Referensi

Dokumen terkait

Penjalaran infeksi odontogen akibat dari gigi yang gangren dapat menyebabkan abses, abses ini dibagi dua yaitu penjalaran tidak berat (yang memberikan prognosis baik) dan

Anggota Komite Pemantau Risiko terdiri dari 3 (tiga) orang, yang diketuai oleh seorang komisaris independen dan 2 (dua) orang anggota dimana 1 (satu) orang

Howard dan Shet (1967) menjelaskan bahwa teori perilaku konsumen dapat dilihat dari proses, yaitu input yang berupa rangsangan pemasaran dan lingkungannya yang akan

8 Dianne Amor Kusuma, “Dampak Penerapan Pembelajaran Daring terhadap Kemandirian Belajar (Self-Regulated Learning) Mahasiswa pada Mata Kuliah Geometri selama Pembelajaran

Salah satu metode yang digunakan untuk menentukan calon penerima beasiswa adalah profile matching karena mampu menyeleksi alternatif terbaik dari sejumlah

Karakteristik individu individu, meliputi : kebutuhan - kebutuhan individu, nilai-nilai yang dianut individu ( values ), dan ciri-ciri kepribadian.

Dibandingkan dengan harga k d pada proses tipe lumpur aktif dari penelitian lain (Tabel.3) harga k d yang diperoleh pada penelitian ini cukup besar. Harga yang tinggi ini

Adapun yang dimaksud dengan serat kasar ialah sisa bahan makanan yang telah mengalami proses pemanasan.. Serat kasar adalah senyawa yang biasa dianalisa