• Tidak ada hasil yang ditemukan

Ramazan Kurtoglu PDF 18032013

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Membagikan "Ramazan Kurtoglu PDF 18032013"

Copied!
30
0
0

Teks penuh

(1)
(2)
(3)

Özet: Kapitalizm neoliberalizm ile kendi içinde dönüşerek 20. yüzyılın son çeyreğinde finansallaşmıştır. Chicago Ekonomi Okulu’nun teorik alt yapısını oluşturduğu neoliberalizm küresel ekonomide “paraizm” hastalığına sebep olmuş-tur. 1970-Eylül 2008 döneminde Waterloo Savaşı’nın (1813-1815) “kazananları” küresel sermayenin elitleri olarak daha çok “paralanmışlar”dır. Buna mukabil de-vasa kitleleri “hiksoslaştırma” yönünde bir ekonomik sonuç ortaya çıkmıştır. Bu durum gerek ekonomik gerek askeri anlamda bir “şok ve dehşet” projesinin ürü-nüdür.

Anahtar Kelimeler: Neoliberalizm, Finansman, Judeo-Hıristiyan, Elitizm, Yeni Dünya Düzeni, Hiksoslar.

Abstract: Capitalism with its new version neoliberalism is financialized in the last quarter of 20 th century by transforming within itself. Chicago Economy School formed the base of neoliberalism and it caused “money” sickness. The “gainers” of the Waterloo War (1813 – 1815) were gaining wealth as the elites of the global fund between 1970 – 2008, September. According to these, an econo-mic result arised which hykosizes the crowds. This situation is a result of a “shock and fear” project both in economy and military wise.

Keywords: Neoliberalism, Finance, Judeo-Christian, Elitism, New World Order, Hyksoses.

GİRİŞ

21. yüzyıla girerken kapitalizmin 19. ve 20. Yüzyıldaki dişli rakipleri olan sos-yalizm ve komünizm artık yoktu. Buna mukabil kapitalizm kendi içinde

dönüşe-Küreselleşme ve Neoliberalizm

Dr. Ramazan KURTOĞLU

Yrd. Doç. Dr., İktisatçı, Uluslararası Finansman ve Dinler Tarihi Uzmanı, İstanbul Aydın Üniversitesi Öğretim Üyesi.

(4)

rek finansallaşma1sürecinin doruklarını her geçen gün daha da yukarı itiyordu. Üretim ve ticaret kapitalizmi liderliği finans kapitalizmine bırakmıştı. Eh “kapi-talizm kelimesi kapitalden türemiş”2olduğuna göre sermaye aslına rücu etmişti ve kendisini kontrolsüzce büyütebilirdi. Diğer taraftan Ekim 1917 Bolşevik İhti-lali’nden beri yeryüzündeki uygulamaları göstermiştir ki, komünizm bir ütopyadır. Sosyalizm ise bir tür Judeo-Hıristiyan dini eskatolojilerinin –öteki dünya bilimi-başka bir adla yeryüzünde tartışılmasıdır. Tarihsel bir perspektif değil vahşi kapi-talizme karşı “mitolojidir”.3

Nitekim Küresel Finans Sisteminde “top left” (sol üst köşe-zirvedeki) statü-sünde olanlar ile “thombstone” (kredi alan zor durumdaki ülkelere/şirketlere ve-rilen isim) statüsünde olanlar vardır. Ancak küresel finans sistemi içinde yer alan “top left”ler finansal türev ürünlerde öyle bir çetrefilli ürünler piyasaya sürüyorlardı ki, “şeytanın bile aklına gelmeyen” yöntemlerdi. Hele hele “Hedge Fund”ların “eke”leri her daim “No problem, what so ever” (hiçbir mesele yok) diyorlardı.

Bu gruptan bir örnek; “LTCM(Long Term Capital Management), tahvil iş-lemlerinin zirvesinde bulunan Salomon Brothers’da “Master of Universe” (Evrenin Hâkimi) diye lakap takılan efsanevi simsar John Meriwether’in Şubat 1994’te kur-duğu, Nobel ödülü sahibi iki ekonomist Profesör Myron S. Scholes ve Robert C. Merton ve Salomon Brothers’ın yıldız oyuncularını ortak ve işlem takımında bir araya getiren Hedge Found dünyasının elit topluluğuydu. Bilgisayarlarla hesapla-nan karmaşık matematik-fihesapla-nans modelini devreye sokarak her yıl yüksek gelirler elde ediyorlardı. Özellikle 1995 ve 1996’da önce % 42.8 sonra da % 40.8 gibi muazzam geri dönüş rakamlarına ulaşmışlardı. En düşük yatırım rakamı 10 mil-yon dolar, yatırım sonrasında üç yıl boyunca sözleşme fesih yasağı gibi zorlu katı-lım şartlarına rağmen yabancı ülkelerin hükümetleri, yatırım bankaları, kurumsal yatırımcılar hep birlikte sermayelerini bu “rüya takım”ın ellerine teslim etmişlerdi. Fakat Ağustos 1997’deki bahane “bulaşıcı Rusya etkisi”nin yayılmasıyla birlikte LTCM an be an uçuruma doğru sürüklendi. “Kredi Yatak İşlemcisi” LTCM elbette bu alana çok para bağlamıştı.”4

LTCM yatırımcılardan topladığı dört milyar doları ipotek ederek, borçlanma ve finansal türev ürünlerle yaptığı çetrefilli işlemlerle malvarlığı büyüklüğünü, 125 milyar dolar ve toplamda 1.3 trilyon dolara ulaşan pozisyonları5gibi, bütün man-tıklı hesapları alt üst ederek, şişirmişti. “Kredi yatağı işlemleri başta olmak üzere neredeyse hepsini kumara aktarmıştı. Finansal türev ürünlere, yatırım yaptığı bono

1 Costas Lapavitsas, “Finansallaşma ve Kapitalizmin Krizi”, Yordam Kitap, Türkçesi Tuncel Öncel, İstanbul,

2009.

2 Immanuel Wallerstein, “Tarihsel Kapitalizm”, Metis Yayınları, İstanbul, Mayıs 2006, s. 11.

3 Immanuel Wallerstein, a.g.e, s. 94.

4 Ryo Kuroki, “Top Left-Wall Street Kartalını Vurun”, Türkçesi: H. Can Erkin, Bizim Kitaplar, İstanbul 2010,

s. 275.

5 Richard L. Peterson, “Aklın Para Üzerindeki Gücü-Karar Anı”, Türkçesi: Canan Feyyat, Scala Yayıncılık,

(5)

türlerini ipotek olarak göstermişti. Ama bono değerleri düşmeye başlayınca ilave “reel ipotek” isteğiyle karşı karşıya kalmıştı.”6

Açıkçası “saadet zinciri” bir başka anlatımla “ponzi oyunu” artık “it is over” (oyun bitti) moduna gelmişti. 17 Ağustos 1997’den 2 Eylül tarihine kadar yatı-rımcıların 4 milyar doları 2.3 milyar dolara inmişti. Durum John Meriwether’in mektubuyla yatırımcılara duyurulmuştu. Gün geçtikçe durum daha da kötüleşmiş LTCM sermayesini tüketmeye başlamıştı.

Açıkçası olanlar neoliberalizmin “rasyonel insanı” John Meriwether’i büyük bir hırsla kişisel çıkarlarının peşinde koşan herhangi biri kadar soylu kılıyordu. O “Yalancının Pokeri”ndeki finans oyuncularından biriydi.7Hırs ve açgözlülük, diğer taraftan Eylül 2008’in habercilerinden olan, finansal açıdan LTCM’nin iflası likit olmayan pozisyonlardaki aşırı kaldıraç, kibir, azamet ve nihayet psikolojik sebepler erken ve hızlı ölümü getirmişti.8

Başta New York eyaletinin Merkez Bankası olan New York Federal Reserve Bank’ın Başkan yardımcısı (Executive Vice President) Peter Fisher ve bazı Wall Street bankasının üst düzey yetkilileri birlikte LTCM’nin Connecticut eyaleti Gre-enwich şehrinde bulunan merkezini ziyaret edip işlem kayıtlarını inceleyince Fis-her’in beti benzi atmıştı. Küresel finans sistemini toptan havaya uçuracak güçte bir saatli bomba gözlerinin önündeydi. Menkul kıymetli finansal türev ürünler (equity derivative) toplam getirilerin takası (total return swap) endeksli opsiyonları (indexs option), şirket alımlarıyla ilgili finansal türev ürünler gibi işlemlerin toplam hacmi bir trilyon dolar gibi astronomik bir meblağa ulaşmıştı. Şayet LTCM bu finansal türev ürünler işlemlerini yerine getiremeyecek duruma düşerse, bu bir “kelebek etkisi”, şok dalgası şeklinde küresel finans sistemine sirayet edecek, bütün piyasaları ve finans sistemini çökertecekti. Bir meteor tam tepelerine düşmek üze-reydi… New York Federal Reserve önderliğinde Wall Street’in “eke”leri bir kur-tarma operasyonu başlatmışlardı.

15 bankanın başkanları 3.75 milyar doları LTCM ‘ye yatırmak konusunda an-laşmışlardı. Küresel finans sistemi kurtulmuştu. Ancak daha sonraki süreçte LTCM sisteme zarar vermeyecek tarzda tasfiye edildi. Bu süreçte İsviçre’nin en büyük bankası olan UBS’nin başkanı Mathis Cabiallavetta ilk kurban oldu. Çünkü LTCM’ye 950 milyon İsviçre frangı gibi devasa bir yatırım yapmıştı. Sırada LTCM’ye 250 milyon dolar yatırım yapan İtalyan Merkez Bankası Başkanı Anto-nio Faggio’nu vardı. Merrill Lynch yıldırım hızıyla 3400 kişiyi işten attı ve diğer yatırım bankaları buna ayak uydurdu.9

Hikâyenin devamı Eylül 2008’de Wall Street merkezli Bear Stearns ve Lehman

6 Ryo Kuroki, a.g.e, s. 276.

7 Michael Lewis, “Liars’s Poker”, Penguin, New York 1990, s. 15.

8 Richard L. Peterson, a.g.e, s. 29.

(6)

Brothers’ın “aniden” çöküşü ile dünya kamuoyuna mal oldu. İki dev ABD yatırım bankası Eylül 2008’de trilyon dolarlık yükümlülükle battı. Amerikan basınında yer alan haberlerden bir paragraf şöyleydi: “Bear Stearns and Lehman Brothers, both investment banks have collapsed, Merrill Lynch was acquired by Bank of America last weekend, and Goldman Sachs and Morgan Stanley have changed their status to bank holding campanies.”10

UYGULAMADA NEOLİBERAL EKONOMİ: PARAİZM - BÜYÜME VE PAYLAŞIM

Dünya ekonomisi 1960’lı yıllarda enflasyondan arındırılmış olarak ortalama yılda % 5 büyüme sağlamıştı.111970’lerde dünya ekonomisindeki büyüme senelik ortalama % 3.6’ya, 1980’lerde yılda % 2.8’e düştü. 1990’ların ortalarında ise dünya ekonomisindeki ortalama yıllık büyüme % 2’ye düşmüştü.12 1973’ten 1994’e kadar bütün Avrupa’da bir tek net yeni iş bile sağlanamadı.13Açıkçası ka-pitalizm, 20 yıl içinde, büyüme hızının % 60’ını kaybetmişti.14 1968 yılında, İkinci Dünya Harbinden sonraki dönemde, uzun zamandır yerinden kımıldama-yan Kuzey Kutbu buzulları misali, ekonomik eşitsizlik iyice kendini göstermeye başladı.15Bu tarihten 20 yıl sonraki dönem boyunca gelir dağılımındaki eşitsizlik öylesine hızlı genişleyip yoğunlaştı ki, 1990’lı yılların başlarında gelir dağılımındaki eşitsizlik hem sosyal gruplar arasında hem de bu gruplar içinde olmak üzere, bütün meslek, eğitim, sanayi, demografi (yaş, cinsiyet, ırk) ve coğrafi bölgelerde yük-seldi.

1980’li ve takip eden 90’lı yıllarda erkeklerin kazancındaki bütün getiriler iş-gücü toplamının zirvesinde yer alan % 20’ye gitti ve % 64 gibi devasa bir oranda en tepedeki % 1’de gerçekleşti.16Öte yandan kazançlardan ziyade gelirler incelen-diğinde en tepedeki % 1’in daha da fazlasını elde ettiğini, yani toplam gelirlerin % 90’ını elde ettiği görülecektir.17ABD’de nüfusun zirvedeki % 1’inin sahip ol-duğu servet payı % 40’tan daha çoktu ve 1990’lı yılların başında, 1970’lerin or-tasındakinden iki kat fazlaydı.18Bu durumu Demokrat Parti senatörü Jim Webb

10 Times Online, September 22, 2008.

11 IMF-International Monetary Fund-International Financial Statistics, Washington, D.C, Çeşitli Yıllara Ait Veriler; Stuart Holland, Toward a New Bretton Woods, Russel Press, Nottingham, İngiltere, 1994, s. 10. 12 Council of Economic Advisers, Economic Report of the President 1995, Washington D.C; U.S. Goverment

Printing Office, s. 403.

13 Robert Solow, “Is All That European Unemployment Necessary?” The World Economic Laboratory, MIT Working Paper, No. 94-06.

14 Prof. Dr. Lester C. Thurow, “The Future of Capitalism”, 1996.

15 Claudia Goldin and Robert A. Margo, “The Great Compression: The Wage Structure of the U.S at Mid-Century”, The Quarterly Journal of Economics, Şubat 1994, s.4.

16 Daniel R. Feenberg and James M. Poterba, “Income Inequality and the Incomes of Very High Income Tax-payers”, NBER Working Paper Num: 4229, Aralık 1992, s. 31.

17 Daniel R. Feenberg and James M. Poterba, a.g.e, s. 5.

(7)

şu sözlerle değerlendirmişti: “ABD 19.yüzyıldan bu yana benzeri görülmedik tür-den sınıf temelli bir sisteme doğru kaymış bulunuyor.”1916 Eylül 2010 tarihinde ABD’de 2009 yılı için geçerli fakirlik göstergeleri yayımlandı. Birleşik Devletler’de 2009 yılında yoksulluk yüzdesi % 14.3 oranına ulaşarak 43.6 milyon Amerikalıyı kapsadı. Nüfus bürosunun 1959 yılından beri yaptığı araştırmalara göre bu oran 1959-2009 döneminin en yükseği. Yoksulluk nispetinin 2010 verilerinde daha da yüksek çıkacağı tahmin ediliyor. ABD resmi kriterlerine göre yoksulluk tanımı dört kişilik bir ailenin yıllık gelirinin 22.050 doların ve tek kişinin gelirinin 10.830 doların altına düşmesiyle başlıyor.

Brookings Institute tarafından yapılan araştırmalara göre, yoksulluk oranları Afrikan-Amerikan dedikleri zencilerde % 25.8; Latino-Amerikalılarda % 25.3; Asyalılarda % 12.5 ve beyaz Amerikalılarda % 9.4. Diğer bir çarpıcı sonuç ise Amerikalıların % 6.3, yani 19 milyonu 2009 yılında aşırı yoksul kategorisinde olup, dört kişilik bir ailenin yıllık geliri 11.000 doların altında. Bu oran 1957 se-nesinde % 3.7 ve 7.7 milyon Amerikalıyı kapsamaktaydı. Bu ülkede sağlık sigortası olmayanların toplamı 50.7 milyona yükselmiş durumda. Bu rakam Amerikalıların % 16.7’sinin sağlık sigortası olmadığını göstermekte olup, Başkan Obama’nın sağ-lık reformu bütünüyle uygulandığında bile en az 23 milyon Amerikalı sağsağ-lık si-gortasından mahrum olacak. Rutgers Üniversitesi İşgücü Gelişim Merkezi tarafından yayınlanan bir çalışmaya göre, çalışanların yaklaşık dörtte üçü ya ken-dileri veya bir akrabaları veyahut da yakın bir arkadaşları işini kaybetmiş durumda. Anket sonuçlarına bakılırsa, deneklerin üçte ikisi 2011-2012 yılında ekonominin düşüşe devam edeceği kanaatinde. “Çoğu insanın hayalini süsleyen Amerika’yı içinden tanıyınca, uzaktan dev, yenilmez güç gibi gözüken bu ülkenin aslında ya-ralı ve can çekişmeye başlamış bir organizma olduğunu görüyorsunuz. Doğrusu ben Amerika’dayken işsizlik korkusuyla neredeyse paralize olmuş insanların ko-nuşmalarını duyunca gerçekten üzüldüm ve gelecekten umudunu kesmiş bu in-sanların ne yapacaklarını çok merak ettim.”20 Zizek’in dediği gibi küresel kapitalizm bir “apokaliptik” (kıyamet) sıfır noktasına doğru hızla gidiyor olabilir.21 Görüldüğü gibi olanlar meşhur Türk atasözüne benzemekteydi: “Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar.” Hâlbuki neoliberalizmin sebep olduğu, ortaya çıkan netice “biri yer bini bakar”a uymaktadır. “Dünya nüfusunun küçük bir azınlığınca bu denli büyük servet birikimi sağlanması barışçı bir süreç şeklinde gerçekleşmişti, gördüğümüz gibi genellikle meşru da değildi.”22Açıkçası, “serbest piyasa” için pi-yasaları bütün kısıtlamalardan temizleme yönündeki milletlerarası hareketin ön cephelerinde yer alan insanların çoğunun bugün, tarihi Latin Amerika’daki ilk la-boratuardan, Afganistan ve Irak’ın işgaline ve Eylül 2008’de patlayan Wall Street merkezli krize kadar uzanan şaşırtıcı bir skandallar kargaşası ve suç işleme süreçleri

19 Jim Webb, Wall Street Journal, 15 Kasım 2006.

20 Dr. Serdar Turgut, “Dışarıdan Bakınca”, Haber Türk, 5 Ekim 2010. 21 Serdar Turgut, a.g.m, 5 Ekim 2010.

22 Naomi Klein, “Şok Doktrini-Felaket Kapitalizminin Yükselişi”, Türkçesi, Selim Özgül, Agora Kitaplığı, İs-tanbul Mayıs 2010, s. 632.

(8)

içinde yer almalarıydı.23“Arap baharı” adına GOP (Genişletilmiş Ortadoğu Pro-jesi) bölgesinde olan ve olacaklar ise vahim işaretlerle dolu. Çoğunluğu “muhafa-zakâr” cenahtan olan siyasi liderler ve ideologların yanında “sosyal demokrat” cenahtan siyasi lider ve ideologlarda neoliberalizme 35 yıl boyunca hizmet ettiler. Her halükarda ABD’de bile neoliberalizmin temel prensipleri, özelleştirme, deregülasyon ve kamu hizmetlerinde kesintilere gidilmesi, onun bizatihi çöküşüne zemin hazırlamıştı. Washington Mutabakatı ile kusursuz bir uyum içinde işleyen bir ekonomik düzen kurulması bir yana zaten zengin olanları süper zenginler, ör-gütlü işçi kesimi başta olmak üzere toplumun bütün kesimlerini istedikleri gibi kullanabilecekleri yoksul kitleler, potansiyel “Hiksoslar”24haline dönüştürmeye çalışıyorlardı. 1970’te nüfus içindeki en zengin %10’unun fakirlerden 12 kat daha fazla kazanç elde ettiği Arjantin’de 2002 yılına gelindiğinde, yaklaşık 30 yılda zen-ginler 43 kat fazla kazanıyorlardı.25ABD’nin önde gelen üniversitelerinin eko-nomi-işletme-siyaset bilimi yüksek lisans ve doktora programlarında en çok tartışılan hususlarından biri “gelecek 30 yılda ABD-Çin arasında mutlaka sıcak bir çatışma çıkacağı” varsayımıdır. İlginçtir, Çin’e en çok yatırım yapanlar da kü-resel sermayeyi kontrol eden “seçilmişler”dir. Çin’de şaşırtıcı derecede ekonomik gelişmelere rağmen, şehirde yaşayan Çinlilerin gelirleriyle kırsal kesimlerde yaşayan 800 milyon fakir insan arasındaki uçurum son 20 yılda ikiye katlanmış bulunuyor.26

Birleşmiş Milletler’in Aralık 2006’da yaptığı bir araştırmaya göre “yeryüzündeki yetişkinlerin en zengin %2’sinin küresel zenginliğin % 50’sinden daha fazlasını kazandığını ortaya koymuştur. Bu gelişme 1980-2006 yılları arasındaki neoliberal, deregülasyon ekonomi politikalarının bir neticesidir.27

Şaibeli bir suikastla öldürülen Başkan John F. Kennedy: “Sular yükseldiğinde, bütün tekneler de yükselir” demişti. Ancak bu söz 1970’li yılların başından itibaren geçerli değildi.

23 Naoni Klein, a.g.e, s. 632.

24 Gezegen x= M.Ö. 1649’da son yörünge geçişini yaptığına inanılan, modern astronomların 1930’lardan beri “Gezegen x” kod adıyla araştırdıkları, 3661 yılda bir dünyamızın yakınından geçen Sümerlerin “Nibiru”, Babillilerin “Marduk” adını verdiği dev gök cismi. Bir dizi tabii afete yol açtığına inanılan, “Mısır’dan Çıkış”ın da (Tevrat-Exodus) arasında bulunduğu çeşitli mitlere esin kaynağı oluşturmuş, Eski Mısır’ın “ezo-terik” metinleri içindeki İsis-Osiris-Sets-Horus mitleri, Eski ve Yeni Ahit’teki “Muammalara-kehanetlere” kaynaklık eden, başta Orta ve Yakındoğu olmak üzere yeryüzünde siyasi, sosyal ekonomik dengeleri alt üst eden ve Maya kozmolojisine göre “beşinci güneş”in bitiş tarihi 2012 yılında dünyamıza çok yakın geçecek olan Marduk, Yeni Dünya Düzeni kurma iddiasındaki küresel egemenler için pagan bir sembol. “Büyük kaos” Yeni Dünya Düzeni için başlangıç teşkil edecek. Marduk büyük kaosa sebep olacak. Milyonlarca insan aç sefil duruma düşecek ve bu durum “egemenlerin” saltanatı için “baş ağrısı” oluşturacak. İşte bu devasa kitleler “potansiyel hiksoslar”ı oluşturacak olup, “seçilmişlerin medeniyeti”ni tehdit edebilir. Öyleyse önceden tedbirler alınmalı, “potansiyel hiksoslar” tasfiye edilmelidir.

25 Larry Rohter, “A Widening Gap Erodes Argentina’s Egalitarian Image”, New York Times, 25 Aralık 2006. 26 Geoffrey York, “Beijing to Target Rural Poverty”, Globe and Mail-Toronto, 6 Mart 2006.

27 World Institute for Development Economic Research “Pioneering Study Shows Richest Two Percent Own Half World Wealth”, 5 Aralık 2006, www.wider.unu.edu.

(9)

Ekonomi yükselme gösteriyor, ancak bu arada pek çok tekne de batıyordu. ABD’de kişi başına düşen reel GSYİH 1973-1994 döneminde % 33 artmıştı. Buna mukabil sıradan işçilerin reel ücretleri % 14 ve reel haftalık ücretleri ise % 19 düşmüştü. Bir başka söyleyişle reel ücretler 1994 yılının sonunda 1950’li yılların sonlarındaki seviyeye geri gitmişti. Böyle bir durum ABD’de daha önce hiç söz konusu olmamıştı.28

Başkan Clinton ABD ekonomisinin vatandaşlarının büyük bir kesimine ihtiyaç duymadığını şu sözlerle dile getirmişti: “… 1980’lerde yaşanan gelişmelerden dış-lanmış, bir kenara atılmış ve şimdi başka bir dünyada yaşayan insanlar… oy kul-lanmıyorlar, işsizler, suç ihbarlarında bulunmuyorlar, çocuklarını okula göndermiyorlar ve hatta iletişim kurabilecekleri bir telefonu olmayanlar bile var. Bir boşlukta yaşıyorlar.”29

“1970’li yıllarda başlayan bugünkü bunalımın kapitalizmi tehdit ettiğini kimse inkâr etmeyecektir. Bu bunalım 1929’dakinden daha farklı bir vahamet içermek-tedir ve en büyük şirketler muhtemelen içine yuvarlanacaklardır.”30Braudel aynı eserinde “İzleyen denklemler istenen yönde yazılabilir” diyerek şu denklemleri ve-riyor: “Ekonomi= siyaset+kültür+toplum veya kültür= ekonomi+siyaset+toplum veyahut da belli bir toplumda siyasetin ekonomiyi yönettiği veya tersi kabul edi-lebilir.”31

Sonuç olarak “bir ihtilal ya da daha sonra kalıcı olan bir askeri darbe yaşamayan hiçbir ülkede eşitsizlik, şu son 20 yıldır ABD’de söz konusu olduğu kadar hızlı ve yaygın bir şekilde artmamıştır. Şimdiye kadar Amerikalılar, kişi başına düşen milli gelir artarken, reel ücretlerin azaldığına hiç şahit olmamışlardır.”32

İşte 1978 Dünya Bankası Raporu33, 24 Ocak 1980 Kararları ve 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’yle Türkiye’de uygulamaya konulan neoliberal ekonomi politika-larıyla olanlar da bunların daha beteridir. ABD esas itibariyle 1870-1970 dönemini kapsayan 100 yıllık devrede regülasyon34ekonomisi uygulamıştır. 1970’lerde uy-gulamaya koyduğu deregülasyon ekonomisine geçiş sürecinde kişi başına milli ge-liri 25.000 dolar mertebesindeydi. Türkiye ise 24 Ocak 1980 Kararları sonrasında ve kişi başına milli geliri 1539 dolar35iken ekonomide deregülasyon politikasına

28 Council of Economic Advisers, “Economic Report of the President 1995”, Washington D.C, U.S Gover-ment Printing Office, s. 276, 311, 326.

29 Peter S. Canellos, “The Outer Class”, Boston Globe, Şubat 6, 1994.

30 F. Braudel, “Maddi Uygarlık III. Ekonomi ve Kapitalizm XV-XVIII. Yüzyıllar”, Gece Yayınları, Ankara 1993, s. 543.

31 F. Braudel, a.g.e, s. 534.

32 Prof. Dr. Lester C. Thurow, “Kapitalizmin Geleceği – Bugünün Ekonomik Güçleri Yarının Dünyasını Nasıl Şekillendiriyor”, Sabah Kitapları, İstanbul Mayıs 1997, s. 35.

33 Word Bank 1978, “The Foreign Exchange GAP Growth and Industrial Strategy in Turkey 1973-1983”, Washington D.C. 1978, Hazırlayanlar: Kemal Derviş-Sherman Robinson ve Jaime de Mello.

34 W. Kip Viscusi; Joseph E. Harrington, Jr, John Mitcham Vernon, “Economics of Regulation and Antiturs”, MIT Press, 1995, p. 311-342.

(10)

“yönlendirilmiştir”. Türkiye’nin 1923-1979 yıllarını kapsayan 57 yıllık döneminin ortalama yıllık büyümesi % 5.2’dir.36Neoliberal ekonomi politikalarının uygu-landığı 1980-2008 döneminde GSMH büyümesi ortalaması ise yıllık % 4.1 olup37 bu oran 1998-2009 devresinde % 3.7 civarındadır. Türkiye’nin 1980’de toplam GSMH’si 76.6 milyar dolar, toplam iç ve dış borcu ise 13.4 milyar dolardır. Buna mukabil 2009 yılı sonunda ülkemizin GSMH’si yaklaşık 400 milyar dolar -2006’da yapılan milli gelir hesaplama yöntemi değişikliği hariç- iç ve dış borç top-lamı 521 milyar dolardır.38Öte yandan 1980 yılında ülkemizdeki resmi işsizlik oranı % 8.3 iken392009 sonunda bu oran % 14 dolayındadır.40Diğer taraftan Türkiye’de sanayi sektöründe istihdam artışı 1973-1977 döneminde ortalama % 3.6, katma değer artışı % 9.3 iken aynı oranlar sırasıyla 2000-2006 döneminde % 2.5 ve % 5.2’dir.41Her halükarda 1980’den itibaren uygulanan neoliberal eko-nomi politikası ile Türkiye’nin iç ve dış borç stoku çok hızlı bir artış göstermiş, büyüme düşmüş, işsizlik giderek artmıştır. İthalat adeta patlarken sanayileşme, katma değer sağlayan ihracat potansiyeli kaybedilmiştir. Özellikle 1989’da çıkarılan 32 sayılı kanun hükmünde kararname ile Türk sermaye piyasasının tam anlamıyla “invisible hand”in insafına terk edilmesiyle, “1989 sonrası Türkiye, insana ve tek-nolojiye yatırım yaparak 21.yüzyıldaki konumunu güçlendireceğine yanlış siyaset uygulamalarıyla ortaya çıkan krizlerle uğraşmaktadır…”42Netice olarak 1980-2010 “Türkiye ekonomisinin kayıp yılları”dır.43

Türkiye’deki dolar milyarderinin sayısı 2002 yılında altı iken, 2009 sonunda 33 olup, yeni dolar milyarderlerinin kazanç kaynağı esas itibariyle finansal ens-trümanlardır.44Daha da vahim olan Türkiye borç batağına battıkça, yurt dışından gelen sıcak paraya -2010 yılında bile- % 40’lara varan dolar bazında kazanç sağ-ladıkça durumun iyiye gittiğini sanmasıdır. Bugün Türkiye ekonomisi hızla ya-bancıların eline geçmektedir. Türkiye çevresinde oluşan ve kendisi için tehdit oluşturabilecek siyasi gelişmeler karşısında sesini çıkarmamak mecburiyetinde kal-makta, doğan fırsatlardan ise faydalanamamaktadır. Oysa Türkiye’nin yeni oluş-turulmakta olan dünya düzeninde kendi inisiyatifleriyle kendi menfaatleri doğrultusunda kararlar alabilmesi gerekmektedir. Türkiye dost kabul ettiği ülke-lerin oyununa gelmiştir. Bu oyun Osmanlı devleti için yazılmış olan senaryonun aynısıdır. Kanımızca Türkiye’nin zaman kaybetmeden borç sarmalından

kurtul-36 Memduh Yaşa ve Diğerleri, “Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi 1923-1978”, Akbank Kültür Yayını, İstanbul 1980, s. 630.

37 Korkut Boratav, “Bir Krizin Kısa Hikâyesi”, Arkadaş yayınları, Ankara 2009, s. 54.

38 Ramazan Kurtoğlu, “İthal İkamesinden Liberal Ekonomiye Geçiş Sonrasında Büyüme ve İşsizlik”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi, Doktora Tezi, s. 673 ve devamı.

39 DPT, Ekonomik ve Sosyal Göstergeler 1950-1992, DPT Yayınları, Ankara 1993 ve DİE İstatistikî Göster-geler 1923-1992, DİE Yayınları, Yayın Num: 1682, Haziran 1994,Ankara, s. 1-33.

40 Ramazan Kurtoğlu, a.g. doltora tezi, s.624.

41 DPT, Yıllık Programlar, http://ekutup.dpt.gov.tr/program/2008/hedef/pdf

42 Özer Ertuna, “Türkiye Ekonomisinin Kayıp Yılları 1989-2005”, Avcıol Basım Yayın, İstanbul 2005, s. 5. 43 Özer Ertuna, a.g.e, s.6.

(11)

mak, borç batağından çıkmak için ekonomik bir seferberlik başlatması gerekmek-tedir.45Zira 1989-2010 döneminde Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası döviz rezervlerini idare eden bir “döviz kuruluşu”, devlet bütçesi bir faiz ödeme planı haline dönüşmüştür.46Cumhuriyet Türkiye’si bu durumun vahametini görmemesi çok şaşırtıcıdır. Günümüzde yaşanan şartlar ile 1838 Baltalimanı Serbest Ticaret Antlaşması sonrasında Osmanlı Türkiye’sinin yaşadığı borç macerası arasında çok net benzerlikler bulunmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomik çöküşüyle sonuçlanan gelişmelerle bugün Cumhuriyet Türkiye’si karşı karşıyadır.47

William Greider “Küresel Seçkinleri Uyandırmak” başlıklı yazısında şöyle der: “Önemli toplumsal değişimlerin hemen hemen her zaman ikiyüzlülükle başladığı temel bir gerçektir. Güçlü olanlar önce uygun kelimeleri kullanmaya, daha yüce değerlere bağlı kalacaklarına dair taahhütte bulunurlar… Daha sonra bir on yıl geçer… Esasen bu dönem bir nevi hazırlık safhası olarak anlaşılabilir.”48Bugün gelinen durum, giderek daha çok insan ACİZLİK KÜLTÜRÜNÜ VE TESLİMİ-YETİ yıkmaya, neoliberalizmin küreselleşme denen “liberal faşizm”ini sorgula-maya yönelmektedir. Ancak acil olarak cevaplanması gereken soru şudur: Küresel finans kapitalizminin tabii tamahkârlığının sebep olduğu yıkımdan biyosferi ve “hiksoslaştırılmış” yüz milyonlarca insanı koruyabilecek kadar yakın bir gelecekte hedefe ulaşılabilecek mi?”

Türkiye 1923-1979 döneminde, bilhassa Atatürk dönemi ile 1961-1979 planlı kalkınma döneminde bölge ve yöreler arası dengesizlikleri azaltmak için birçok politika uygulamış ve kamu sektörü –eksikliklerine rağmen- üstüne düşen görevi büyük ölçüde yerine getirmiştir. Ancak 1923-1979 dönemindeki milli ekonomi politikaları 24 Ocak 1980 sonrası uygulamaya konulan neoliberal politikalarla et-kisini giderek yitirmiştir. Üstelik son yıllarda AB üyeliği gerçekleşmemesine rağ-men, bir de AB tarafından dayatılan BÖLGE KALKINMA AJANSLARI ortaya çıkmıştır. Uygulanan iktisat politikalarında ciddi devletlerin hesaba kattığı milli ve iktisadi bağımsızlık, kamu yararı gibi hususların göz ardı edilmesi, dış dayat-malarla özelleştirme ve serbest piyasa yöntemlerinin öne çıkarılması, dengesizlikleri azaltıcı değil, daha da artırıcı olmaktadır. Bugüne kadar sekiz bölgeye ayrılan Tür-kiye’de 26 kalkınma ajansının kurulduğu ve ülkeyi eyaletlere ayırarak federal rüz-gârların esmesine yardımcı olacak bir projeyle karşı karşıyayız.49

Küresel kapitalizme daha fazla eklemlenmeden başka bir işe yaramayacak olan bu ajanslardan, işsizliğin ve yoksullaşmanın arttığı günümüzde çare beklemek an-laşılır gibi değildir. Ankara’yı devre dışı bırakarak her bir ajansın kalkınma

kuru-45 Özer Ertuna, a.g.e, 212.

46 Erinç Yeldan, “2000-2003 Petroliş”, Türkiye Petrol Kimya Lastik İşçileri Sendikası, Yayın 85, Eylül 2003, s. 105-114.

47 Eşref Bakır, “Yamalı Bohça: Osmanlı ve Türkiye’de Borçlanma”, http://genet.steminet.com/ 48 William Greider, “Waking up the Global Elite”, The Nation, Ekim 2, 2000.

49 Prof. Dr. Mustafa E. Erkal, “Bölgesel Azgelişmişlik ve Kalkınma Ajansları”, Türkiye’de Yeniçağ, 16 Mayıs 2010.

(12)

lunu yabancı ülkelerle doğrudan temasa sokabilecek ve kamu denetimini, merkezi bütçeyi dışlayacak bir model; bölgesel kalkınmaya değil, proje veren çok uluslu şirketlere yarayabilirler. Bunları görmemek kısaca “liberal körlüktür”.50

Türk ekonomisi 24 Ocak 1980 Kararlarıyla başlatılan bir süreçte, 2011 yılı so-nuna geldiğimizde vahşi bir dönüştürme süreci yaşamış ve “paraizm” hastalığına tutulmuştur. Neticede Türkiye ekonomisi bugün “uluslararası sermaye girişleri art-tığında büyüyen; sermaye girişleri yavaşladığında ise durgunluğa sürüklenen ve hatta krize giren, edilgen bir konumdadır. Türkiye ekonomisinin dış sermayeye aşırı bağımlı ve dış borçlanmayı özendirici bu kırılgan yapısı son 20 yıldır izlenen denetimsiz finansallaşma ve çarpık küreselleşme politikalarının sonucudur.”51Eh daha 1971’de, 1978 Washington Konsensusundan önce, Newsweek dergisi şöyle bir tespitte bulunmuştu: “Para ile siyaset arasında o kadar organik bir bağ var ki, bir reform beklemek, bir cerrahtan kendisine açık kalp ameliyatı yapmasını iste-mek gibi bir şeydir.”52Zira “bazı borç krizleri, ülkelerin reytinglerinin yükseldiği, OECD’ye katıldığı (örneğin; Meksika, Kore, Türkiye) ve genel olarak uluslararası topluluğun öne çıkan çocuğu olmasının (Örneğin; 2001 sonundaki çözülmesi ön-cesinde 1990’lar sonundaki Arjantin) hemen ardından meydana geldi… Sermaye akışı ve borç ödeyememe durumlarının görüldüğü döngüler, bu bölgelerde en azından 1800 yılından beri görülmekteydi.”53Nitekim Türkiye 1838-1914 libe-ralizmi döneminde 1854’ten itibaren trajik borç ödeyememe durumu ile karşılaş-mıştı. Benzer durumları 1946’dan itibaren ancak hassaten 24 Ocak 1980’den günümüze neoliberalizmin Ortodoks uygulamaları ile aynı meddi cezirleri yaşa-maktadır. Neoliberalizmin 30 yıllık uygulaması sonucunda “Türkiye ekonomisini 50 şirket yönlendirmektedir.”54Gerçekten de TÜİK verilerine göre, 2010 yılında 185 milyar dolar ithalat, 113 milyar dolar ihracat gerçekleştirilen Türkiye’de itha-latın 89 milyar dolarını (% 49), ihracatın ise 45 milyar dolarını (% 40) 50 şirket yapmıştır. İhracatın ithalatı karşılama oranı 2010 yılı sonunda % 61 seviyesine düşmüş olup, geçmişte Türkiye’nin yaşadığı mali krizlerin temel göstergelerinden biri de ihracatın ithalatı karşılama oranının bu seviyelere düşmüş olmasıdır. Öte yandan kurumlar vergisinin % 52’sini 50 şirket ödemiş. İlk 20 şirketin ödediği kurumlar vergisi oranı ise % 45. Daha 2011 yılı resmi sonuçları “resmen” açık-lanmadı ama genel ekonomik veriler yine aynı. İhracatın ithalatı karşılama oranı daha da düşerek % 56 seviyesine inmiş durumda. Ocak-Ağustos 2011 döneminde dış ticaret açığı, bir önceki yılın aynı dönemine göre % 70 dolayında artarak 71 milyar dolara çıktı. Bu durumda 2011 sonunda dış ticaret açığı 100, cari açığın da 70 milyar dolar olacağı tahmin ediliyordu. Ancak cari açık cumhuriyet tarihinin rekorunu kırarak 2011 yılı sonunda 77 milyar dolar olarak gerçekleşti.

50 Mustafa E. Erkal, a.g. makale, 16 Mayıs 2010.

51 Erinç Yeldan, “Dünya Ekonomisi İçerisinde Türkiye”, Cumhuriyet, 5 Ekim 2011. 52 Newsweek, Counterpunch, 10 Aralık 1971.

53 Carmen M. Reinhart ve Kenneth S. Rogoff, “Bu Defa Farklı-Finansal Çılgınlığın 800 Yıllık Tarihi”, NTV Yayınları, Türkçesi: Levent Konyar, İstanbul Kasım 2010, s. 352-353.

(13)

IMF’nin Eylül 2011’de yayımladığı “Dünyada Ekonomik Görünüm Raporu: Büyümede Yavaşlama, Riskte Yükselme, Eylül 2011” raporunda Türkiye krize en yakın ülke. Türkiye kritik eşik olan “3”ü katlayarak “7.6” derecesi ile birinci sırada. IMF raporuna göre Türkiye 2011 yılında % 6.6, 2012 yılında ise % 2.2 büyüye-cek. IMF raporuna göre G-20 ülkeleri içinde Türkiye krize en yakın ülke.

IMF, 1970-2010 yılları arasında 74 ülkede meydana gelen 62 krizi analiz et-tikten sonra şöyle bir sonuca varmış: “”Bir ülkenin net dış yükümlülükleri, ülke milli gelirinin % 40’ını aşmışsa alarm zilleri çalıyor.” Türkiye’nin Merkez Bankası, 2010 yılsonu için net dış yükümlülüğünü 378 milyar dolar, milli gelirin % 49’u olarak açıkladı.

Bir diğer önemli gösterge, dış borç stoku. Ülkelerin dış borç stoklarının milli gelire oranı büyüyorsa tehlike yaklaşıyor demektir. 2008 sonundan 2011 ortasına Türkiye’nin dış borç stoku 30 milyar dolar artarak 310 milyar dolarla milli gelirin % 40 kritik eşiğini aşmış durumda. Türkiye’nin Merkez Bankası rezervlerinin kısa vadeli dış borçlarına oranı 2002 sonunda % 163 iken, 2010 yılı sonunda % 102’ye indi. Yani zayıfladı.

Cari açığın milli gelire oranı 2010 sonunda % 6.6 iken 2011 ortalaması % 10 düzeyinde. Mutlak rakam ile 77 milyar dolar gibi devasa bir rakam olarak karşı-mıza çıkıyor.

Bu arada küresel finans oligarşisinin ve kapitalizmin kalesi ABD’de Bank of North Dakota (BND) adlı tek kamu bankasının başarısı ve şöhreti her geçen gün artarak büyüyor. 1919’da kurulan ABD’nin ilk ve tek kamu bankası BND, ABD’nin içine düştüğü son mali krizdeki performansı ile yıldızı Amerikan halkı nezdinde iyice parlamış durumda. Bankanın CEO’su Eric Hardmeyer, özellikle son finansal krizden sonra BND’nin bankacılık modeline diğer eyaletlerin büyük ilgi gösterdiğini belirtiyor. Hardmeyer; “Bizim motivasyonumuz, Wall Street ban-kaları gibi patronların kârlarını maksimize etmek değil, bizim misyonumuz, Nort Dakota’daki tarımsal ve ticari işletmeler ile bireylere hizmet vererek ekonominin kalkınmasına yardımcı olacak yeni finansal fırsatlar meydana getirmek” diyor. Hardmeyer, BND’nin özel bankaların kredi riskini azaltan yöntemiyle, KOBİ ve çiftçilere ucuz kredi imkânı sağladığını da belirtti. İşsizliğin % 9.5 olduğu ABD ortalamasına karşın North Dakota’da bu oranın % 4.9’da kaldığına da dikkat çe-kiyor. BND’nin 25 yıllık memuru ve 10 yıllık CEO’su Hardmeyer. 2009 sonu itibariyle 4 milyar dolar toplam varlığı olan BND’nin toplam kredi portföyü 2.67 milyar dolar, 2009 net kârı ise 58.1 milyon dolar. Son on yılda eyalet bütçesine aktarılan kâr 350 milyon dolar ve BND’nin mevduatı ABD’nin TMSF’si olan FDIC tarafından sigortalı değil.55

“No Logo” kitabıyla dünya çapında tanınan Kanadalı araştırmacı-yazar Naomi Klein’a göre, küresel ölçekte serbest piyasanın, yani neoliberalizmin zafere

(14)

kratik yöntem ve araçlarla ulaşacağı/ulaştığı düşüncesi sadece bir safsatadan ibaret. Dahası, “şok terapisi” doktrinine uygun şokların uygulanmasının hemen arkasın-dan, toplumların hızla büyük çok uluslu şirketlerin –ki bu şirketler çok uluslu ol-mayıp çok farklı ülkelerde faaliyette bulunan nesebi sahih birkaç düzine elitin kontrolündeki ulus ötesi kuruluşlardır. RK- çıkarları doğrultusunda sil baştan dü-zenlenmesini gerektiren felaket kapitalizmi macerası gerçekte 11 Eylül 2001’den önce başlamıştır. Klein’e göre felaket kapitalizmi politikalarının başlangıcı çok ge-rilerde olup 50 yıl önce Chicago Okulu iktisat ekolünün görüşleri doğrultusunda, ekonomi politikaları ve “ŞOK ve DEHŞET” salan savaşlar ile 1950’lerde CIA’nın finanse ettiği örtülü elektroşok ve duygusal yoksunlaştırma deneyleri arasında doğ-rudan bir bağ vardır ve bu bağ günümüzde Guantanamo Körfezi’ndeki “hukuk dışı” hapishanelere kadar devam ettirilmiştir. Naomi Klein’e göre, Şili’deki 1973 Pinochet darbesinden, Çin’de 1989’daki Tiananmen Meydanı katliamına ve 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasına kadar dünyadaki siyasi ve ekonomik de-ğişikliklere sebep olan olaylarda “ŞOK DOKTRİNİ” yöntemi başarıyla uygulan-makta “küresel sermayenin çıkarlarını” kollayan yeni kapitalizm modeli dünya milletlerinin çoğunluğu için yıkım ve yoksulluğa yol açmaktadır.56

Naomi Klein şu tespiti yapıyor: “Ben serbest piyasanın şok gücüne bağlılığını araştırmaya 2003 yılında, Irak işgalinin ilk günlerinde başladım. Bağdat’tan gelen Washington’ın “şok ve dehşeti” şok terapisiyle takip etme konusundaki başarısız girişimleriyle ilgili haberlerin ardından, 2004’teki tsunami felaketinden birkaç ay sonra Sri Lanka’ya gittim ve orada aynı manevranın bir başka versiyonuna tanık oldum: Yabancı yatırımcılar ve milletlerarası kredi kuruluşlarının temsilcileri bu panik atmosferinden, bütün tropikal sahilleri, balıkçılıkla geçinen yüz binlerce in-sanın su kıyısındaki köylerini yeniden kurmalarına engel olarak, kocaman sayfiye yerleri yapan girişimcilere sunmak için faydalanmak üzere bir araya gelmişlerdi.57 “Kaderin acımasız bir darbesiyle tabiat, Sri Lanka’ya eşsiz bir fırsat sunmuştur ve bu büyük trajediden dünya çapında birinci sınıf bir turizm alanı doğacaktır” diye açıklama yapıyordu Sri Lanka hükümeti.58Anlaşılıyor ki terörizm, savaş, tabii afet-ler ve mali kriz “Yeni Dünya Düzeni Tarikatı”59elitleri tarafından Mike Battles’ın değerlendirmesiyle: “Korku ve kargaşa gerçek bir vaat olarak sunulmuştur.”60 Irak’ın işgalinden sonra ortaya çıkan kaos ortamının, eski bir CIA görevlisine göre kendisinin daha önce hiç bilmediği ve tecrübe sahibi olmadığı özel güvenlik ala-nında kurduğu şirketi Custer Battles’in ABD federal hükümetinden 100 milyon dolar para almasına nasıl sebep olduğunu anlatıyordu.61“Bu CIA görevlisinin

söz-56 Naomi Klein, “Şok Doktrini-Felaket Kapitalizmin Yükselişi”, Türkçesi: Selim Özgül, Agorakitaplığı, İstanbul Mayıs 2010.

57 Naomi Klein, a.g.e, s. 8.

58 Alison Rice, “Post-Tsunami Tourism and Reconstruction: A Second Disaster? Tourism Concern, Londra Ekim 2005.

59 Alev Alatlı, “Scrödinger’in Kedisi-Kabus” Everest Yayınları, İstanbul 16. Basım, Mayıs 2005, s. 19. 60 Neil King Jr. Ve Yochi J. Dreazen, “Amid Chaos in Iraq, Tiny Security, Firm Found Opportunity, Wall

Street Journal, 13 Ağustos 2004.

(15)

leri çağdaş kapitalizmin sloganı -korku ve düzensizlik, ileriye doğru atılan her yeni adımın katalizörüdür- olarak işlev görebilir… Süper kârlar ile büyük çaplı felaket-ler arasında kesişme söz konusudur… 11 Eylül 2001 ABD’ye, diğer ülkefelaket-lere “ser-best ticaret ve demokrasinin ABD versiyonunu isteyip istemediklerini sormaktan vazgeçme ve ŞOK ve DEHŞET’le askeri güç dayatmaya başlama konusunda yeşil ışık yakmış gözükmektedir. Serbest piyasa, yani neoliberalizmin dünyaya yayılma tarihinin köklerini kazırken, krizleri ve felaketleri kullanma düşüncesinin ta ba-şından beri Milton Friedman’ın hareketinin çalışma şekli olduğunu fark ettim; kapitalizmin bu fundamentalist biçimi yol almak için daima felaketlere ihtiyaç duymuştur… Daha ziyade, krizlerden yararlanma konusundaki bu geniş deneyler, şok doktrinine sıkı sıkıya bağlılıkla geçirilen 30 yılın birikimini oluşturmaktaydı.”62 14 Eylül 2008’de ABD’de patlayarak dünyaya yayılan mali kriz 11 Eylül 2001 “zayıf ihtimaller üzerinden küresel şok”63politikasının finans versiyonundan başka bir şey değildir.

Yani “yaşanan bu en kötü günler temel ekonomik reformun zaruretini anla-yanlara (elitlere) en iyi fırsatları sağlamaktadır.”64 Aslında “Yeni Dünya Düzeni Tarikatı” insanlığa şunu söylüyordu: “Sıkıp içinizi boşaltacağız, sonra da kendi-mizle dolduracağız.”65Yaşanan neoliberal süreci Hemingway’ın 1961’de söylediği şu sözü çok güzel ifade ediyor: “Kafamı yiyip bitiren, her şeyim olan belleğimi silen ve beni işimden alıkoyan bu duygu nereden kaynaklanıyor? Harika bir tedavi uygulanıyordu ama hastayı kaybettik.”66 Mesela 2001’deki mali kriz ile ortaya çıkan “Arjantin’deki imha hareketi kendiliğinden ortaya çıkmamış, tesadüfen ge-lişmemiştir ve hiçbir mantığı olmayan bir olay da değildir: Arjantin milli toplu-luğunun parça parça ve sistemli bir şekilde yok edilmesidir; bu sıfatla, Arjantin milli topluluğunu dönüşüme uğratmayı, oluşum şeklini, toplumsal düzeni, kade-rini, geleceğini yeniden tayin etmeyi hedeflemektedir.”67Hindistan’ın kurucusu Gandhi daha 1926 yılında şu sözleri ile bugünkü finansal dehşete işaret ediyordu: “Millerler arasında süren silahlı çatışma bizi dehşete düşürmektedir. Fakat ekono-mik savaş silahlı bir çatışmadan daha evla değildir. Cerrahi bir müdahaleye ben-zemektedir bu. Ekonomik savaş uzun süreli işkence demektir. Bu savaşın sebep olduğu tahribatlar, yerinde bir nitelemeyle, savaş literatüründe anlatılanlardan daha az değildir. Sadece öldürücü sonuçlarına alıştığımız için ötekinin üzerine fazla kafa yormuyoruz.”68

62 Naomi Klein, a.g.e, s. 9-11.

63 Ramazan Kurtoğlu, “İthal İkamesinden Liberal Ekonomiye Geçiş Sonrasında Büyüme ve İşsizlik”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi, Doktora Tezi, s. 670-683.

64 Stephan Haggard ve John Williamson, “The Political Economy of Policy Reform” 1994. 65 George Orwell, 1984.

66 A. E. Hotchner, “Papa Hemingway”, Carrol and Graf, New York 1990, s. 280-Ernest Hemingway’in elek-troşok üzerine intihar etmeden önce 1961 yılında söylediği söz.

67 Sosyolog Daniel Feierstein ve Guillermo Levy, “Hasta que la muerte nos separe: procticas sociales genocidas en America Latina” Buenos Aires, 2004, s. 76.

(16)

Komünizm zulmünü yaşadıktan sonra bir anda neoliberalizmin bataklığına yuvarlanan Rusya’nın durumunu Rus yazar Grigory Gorin şöyle değerlendiriyor: “Yabancılara tuhaf görünse bile, canlı bir şehrin parçaları yerli/milli geleneklerin mevcudiyeti hesaba katılmadan haraç mezat satılamaz… Fakat bunlar bizim gele-neklerimiz ve bizim şehrimizdir. Uzun zamandır komünistlerin diktatörlüğü al-tında yaşadık, ancak şimdi de iş dünyasındaki insanların diktatörlüğü alal-tındaki hayatın daha iyi olmadığını gördük. İçinde yaşadıkları ülkenin ne halde olduğu bu insanların umurlarında bile değil.”69

Michael Ledeen, 2002 yılında yayımlanan “The War Against the Terror Mas-ters” adlı kitabında şöyle diyor: “Yaratıcı yıkım bizim hem kendi topluluğumuz içinde hem de dışarıdaki göbek adımızdır. Her gün iş dünyasından bilime, edebi-yata, sanata, mimariye ve sinemadan politikaya ve hukuka…” Nitekim Yeni Dünya Düzeni’nin hararetli savunucularından Richard Cohen Irak’ın işgali üzerine şu düşüncelerini yazıya döküyor: “Ben 11 Eylül 2001 sonrası dünyada şiddetin ölçülü bir şekilde kullanılmasının tedavi edici bir etki yaptığı kanısındayım.”70

Yeni Dünya Düzeni din, siyaset felsefesi ve ekonomi temelinde yürütülen bir elitizm/seçkinler projesidir. Dini söylemler Batı dünyasının insanlarını iknaya yö-nelik olup, Judeo-Hıristiyan teolojiyi esas almaktadır. Siyaset felsefesinin esasları ise Kabala, Tevrat ve İncil tefsirlerine dayandırılıyor. Ekonomide ise Waterloo Sa-vaşı’ndan (1813-1815) Eylül 2008 küresel mali krize kadar temel enstrüman kü-resel finans ve bu gücü elinde bulunduran birkaç yüz kişilik elitler oligarşisi.

Stephen Kinzer ABD’de Musevi gazetesi olarak tanımlanan New York Times’in eski muhabirlerinden biri. 2006 yılında yayımlanan “Overthrow” adlı kitabında, ABD’li politikacıları ülke dışındaki askeri müdahalelere yönlendiren üç motivas-yon unsurunun olduğunu belirtiyor. Kinzer ABD’nin 1983’te Haiti’den 2003’te Irak’a kadar rejim değişikliği operasyonları içinde yer almasının üç aşamalı oldu-ğunu ve bunlardan birincisinin ABD merkezli çok uluslu şirketlerden gelen talep olduğunu ifade ediyor.71

“Tanrı’nın gözünde yeryüzü bozulmuş ve şiddet doluydu artık. Ve Tanrı yer-yüzünün bozulduğunu gördü; çünkü dünyadaki bütün insanlar yoldan çıkmıştı. Ve Tanrı Nuh’a ‘İnsanların varlığına son vermeye karar verdim; çünkü dünya onlar yüzünden şiddetle dolu; şimdi yeryüzünü onlarla birlikte yok edeceğim’ dedi”72

“Ve tahta oturan şunları söyledi: “Bakın, her şeyi yeniliyorum”, Şunu da ilave etti: Yazın bunu, çünkü bunlar güvenilir ve gerçektir.”73

69 Boris Kagarlitsky, “Square Wheels: How Russian Democracy Got Derailed”, İngilizce çeviri: A. Auberbach ve diğerleri, Monthly Review Press, New York, 1994, s. 191.

70 Richard Cohen, “The Lingo of Vietnam”, Washington Post, 21 Kasım 2006. 71 Stephen Kinzer’la yapılan mülakat, 21 Nisan 2006, www.democracy.org 72 Eski Ahid-Yaratılış 6: 11.

(17)

ABD devlet politikasının temel taşları kurucu elitlerin/ataların Amerikan kim-liğine yükledikleri kurucu efsanelerinin köklerinde gizlidir. Bunlar a) Vahşi Batı b) Sınır c) Tepedeki ev d) Belirlenmiş Kader’dir ve ABD’nin hem içeride hem dünya ile siyasi-iktisadi- askeri ilişkilerinin politik çerçevesini belirler. Yukarıdaki dört unsurda Kabala, Tevrat ve İncil kökenlidir.74

ABD’nin Irak’ı işgalinde kullandığı askeri doktrinin adı ilginç bir şekilde İncil kökenli ve Evanjelist Hıristiyan (Siyonist Hıristiyanlar olarak da anılırlar) siyasi/dini söylemlerine uygun olarak “şok ve dehşet” ismini taşımaktadır: “Şok ve dehşet, genelde tehditle işleyen toplumun belirli unsurlarına/kesimlerine, ge-nelde insanlara ya da yönetim kademelerine anlaşılmaz gelen korkular, tehlikeler ve yıkıma yol açan olgulardır. İçinde yaşadığımız ve fırtınalar, kasırgalar, depremler, sel baskınları, kontrol altına alınamayan yangınlar, açlık ve hastalıkla şekillenen tabiat, şok ve dehşet doğurabilmektedir.”75Ancak asıl tehlikeye, daha yıkıcı tehli-keye ABD Başkanı Eisenhower (1953-1961) küresel finans oligarşisinin hegemon-yasına karşı şu tarihi ikazı yapmıştı: “Hükümet konseylerinde askeri-endüstriyel yapılanmaların isteyerek ya da istemeyerek haksız güç kazanmalarına karşı kendi-mizi savunmalıyız. Yanlış ellerdeki gücün yıkıcılığının ihtimali mevcuttur ve devam edecektir. Bunun hürriyetimize ve demokratik süreçlere zarar vermesine izin ver-memeliyiz…”76

Meşhur İngiliz iktisatçı ve Capital Economist dergisinin yöneticisi Roger Bo-otle, Kasım 2010’da İş Portföy’ün 10.yıl kutlamaları için geldiği İstanbul Çırağan Sarayı’nda bir konuşma yaptı.

Roger Bootle diyor ki: “Ekonomi tam manası ile bir dine dönüştü ve çok çok aşırı noktalara çekildi. Neoliberal ekonomi kuralları mutlak ve tartışılmaz olarak kabul edildi. Böyle bakıldığı içindir ki kimse “piyasalar”ın yanıldığına, yanılabile-ceğine inanmadı ve malum finansal/ ekonomik kriz patladı… ABD, Japonya ve Batı Avrupa’nın gelişmiş ekonomilerine sahip ülkeler çok büyük borç yükü altın-dalar. Borçlar sadece kamu borcu değil, özel borçlar da var. Bundan sonrası için ekonomiye çeki düzen vermek gayesiyle ellerinde kullanabilecekleri araçlar da yok. Bilançolar kıpkırmızı borç gösterirken tahvil alımıyla ekonomiyi düzelteceğini sanmak ‘saflık’tan öteye gidemez.”

Ekonomist Bootle şu sözlerle devam ediyor: “Ekonomide korumacılık koşar adımlarla geliyor. Önce ABD, Çin’e karşı korumacılık kalkanını çekecek, sonra da Çin ABD’ye karşı. Çünkü Çin, ABD’deki istihdam imkânlarını yok ediyor. Bir başka ifade ile neoliberalizmin kalesi ABD’de Amerikalıların işlerini çalıyor… Bu durum ABD-Çin ticaret savaşını tetikleyebilir ki, bunun anlamı 1930’ların hort-lamasıdır. Bilindiği gibi 1930’lardan sonra İkinci Dünya Savaşı patlamıştı.”

74 Ramazan Kağan Kurt, “Türkler ve Mesihusa”, Truva Yayınları, İstanbul 2007, s. 108-109

75 Harlan K. Ullman and James P. Wade, “Shock and Awe:Achieving Rapid Dominance”, Washington D.C: NDU Press Book, 1996, s. 110.

(18)

“The Trouble with Markets” kitabının yazarı ve küresel ekonomiye ait isabetli öngörüleriyle tanınan Roger Bootle, krizin en başından beri parasal gevşeme po-litikalarının işe yaramayacağına inandığını söyledikten sonra şöyle devam ediyor: “Bunun en iyi ispatı 1990’lardaki Japonya örneğidir. Zincirdeki hiçbir halka artık çalışmıyor. Merkez bankalarının parasal genişleme politikaları tamamen psikolojik güveni tesis etmeye yönelik. Bu kararlar da işe yaramayacağı bilinerek güveni sağ-lamak adına alınıyor. Parasal gevşeme politikalarının iki yan etkisi olacak. Birincisi enflasyon. Ama asıl büyük tehlike ikincisi, alımlarla yeni varlık balonları oluşacak ve şişecek… Kapitalist sistem artık Batı’da hem çok sorgulanır hem de oldukça kırılgan bir hale geldi. Kapitalizm siyasi olarak da tehdit altında. Çünkü artık sı-radan insanların finans ve bankacılık sistemi ile bütün sisteme ilişkin bir nefret ve güvensizlik durumu oluştu. Önümüzde ciddi bir ticaret savaşı var. 1930’larda da dünya benzer bir ticaret savaşına girmiş ve ABD yine bu savaşın başını çekmişti.”77 Bu arada “tatlı cadı” olarak tanınan ve 2007’de Citibank hakkındaki raporu ile Lehman Brothers batmadan, Merrill Lynch zora düşmeden önceki ikazları ile küresel sermaye “eke”lerinin öfkesini üzerine çeken mali analist Meredith Whitney uyarıyor: “ABD’de yeni meseleler eyaletlerde patlayabilir. Eyalet tahvillerinin geri ödemesinde ciddi problemler çıkabilir.” Forbes tarafından “en iyi analist” seçilen Whitney, ABD “iş dünyasının en güçlü 50 kadını” arasında gösteriliyor.

Eylül 2008’den itibaren 2011 yılının sonuna gelindiğinde görünen uluslararası ilişkilerde havanın giderek sertleşeceğidir.78Bugün Amerika’daki işsizlik konusunda suçlu aranınca gözler dışarıya, dikkatler 1978’den beri Washington Konsensüsü ile uygulamaya konulan neo- liberalizmin sebep olduğu yıkımın dışına çekilmeye çalışılıyor. Mesela bugün dikkatler ABD’de, Çin’le olan 278 milyar dolarlık ticaret açığına çekiliyor.79Bu açığın ise bir hesaplamaya göre ABD ekonomisine 2001-2010 arasında 2.8 milyon, bir diğer hesaplamaya göre 1990-2007 arasında yaklaşık bir milyon iş kaybına sebep olduğu iddiasına yer veriliyor.80

Bu iddialarda; Eylül 2008 mali krizden itibaren günümüze, üç yılda 8.5 milyon Amerikalının işini kaybettiği göz ardı edilerek ABD ekonomisini Çin’e karşı ko-rumak gerektiği öne çıkarılıyor. Bu arada Obama liderliğindeki ABD’de Amerikan Senatosu Çin’e yönelik korumacı uygulamalara izin verecek, hatta bunları mecburi kılacak bir kanun tasarısını oylamaya başlıyordu. Üstelik bu korumacılığın Çin’den ithal edilen, esas olarak düşük gelirli Amerikalıların kullandığı tüketim mallarının fiyatlarını artırarak fakirleşmeyi daha da artıracağını bile bile yoksul Amerikalıların dertlerini azaltacağı iddiasıyla seçilen “ABD’nin ilk Yahudi başkanı”.81Obama ta-rafından bir ticaret savaşları eksenine oturtuluyor. Hâlbuki Eylül 2008 mali

krizi-77 Sıla Özçelik, “Yeni Balonlar Şişiriliyor”, Radikal, 6 Kasım 2010.

78 Ergin Yıldızoğlu, “Dünya Ekonomisine Bakış-Bu Havada Malını Satamazsan Firmanı Satarsın”, Cumhuriyet, 11 Ekim 2011.

79 Wall Street Journal, 7 Ekim 2011. 80 Washington Post, 6 Ekim 2011.

(19)

nin, dolayısıyla işsizlik başta, topyekûn ekonomik, sosyal ve siyasal krizin müseb-bipleri bir avuç seçkin grubun, bankerlerin açgözlülüğünün sonucu olduğu başta Amerikalılar olmak üzere artık dünya kamuoyu tarafından biliniyor. Üstelik krizin müsebbipleri Obama iktidarları ile birlikte terfi ederek siyasi mekanizmanın da başına geçiyor.822008 yılındaki küresel finansal krizde yüz milyonlarca insan biri-kimlerini, işlerini ve evlerini kaybettiler.83Bu nasıl mı oldu?84Hesaplı kitaplı, din-siyaset felsefesi-ekonomi formatlı, elitist bir Yeni Dünya Düzeni projesiyle.

Eylül 2008’den bu yana ekonomik kriz “ticaret savaşlarının” ve “kur savaşları-nın”85sınırlarını aşan bir mecraya doğru itiliyor. Çin’e karşı korumacılık tartışma-ları, Çin’in serbest ticaret sistemine, daha açık ifadeyle ABD merkezli neoliberal ekonomik modele yönelik bir tehdit oluşturduğu86ve Çin’in artan jeopolitik et-kilerinin, askeri kapasitelerinin tartışmasına ve Çin’in stratejik düşman konumuna oturtulmasına sebep oluyor.87İngiltere Merkez Bankası Başkanı Mervyn King “Dünya bütün zamanların, en azından 1930’lardan bu yana, en kötü mali krizini yaşıyor” dedikten sonra ekonomiye 75 milyar sterlin basılacağını söylüyordu.88

Bu sırada ABD’de uzun yıllardan bu tarafa ilk kez toplumsal muhalefet yükse-lerek yayılmaktaydı. 17 Eylül 2011’de Wall Street’te genel olarak bankalara, finans kurumlarına, özel olarak yoksullaşmaya, işsizliğe karşı başlayan protesto hareketi, hızla ABD’nin 100 şehrine yayılmıştı. Böylece “Wisconsin uvertürü”nden sonra “Wall Street işgal hareketi” Amerikan toplumunun farklı katmanlarından büyük destek görüyor.

Üç ailenin kontrolü altındaki Amerikan ana grup medyasının önceleri pek gör-mek istemediği protestoculardan 700 eylemci Zucotti Park’tan yürüyüşe geçen ka-labalığa polisin sert müdahalesi ile tutuklandığı gün JP Morgan Chase, New York polis teşkilatına 4.6 milyon dolar bağışta bulunuyordu.

Çalışma eski Bakanı Robert Reich’e göre Amerikan toplumunun tepedeki % 5 içindeki en yüksek gelirli Amerikalılar toplam tüketimin % 37’sini yapıyorlar. En zengin % 1’in toplam varlığı alttaki % 90’ınkinden daha yüksek. İşte bu du-rumdaki Amerika’da ve Arap ülkelerindeki nesildaşları gibi ekonomik krizin üçüncü yılında, kurumsal ABD’ye karşı % 99 hareketi, lidersiz bir başkaldırıyı “Wall Street’i işgal et” sloganıyla başlattılar.

Gönüllüler ve internet üzerinden başlayan hareket, ABD’nin her bir köşesinde çığ gibi büyüyor. “% 1 her şeye sahip, bizim hiçbir şeyimiz yok. Biz % 99’uz”

82 İnside Job, Yönetmen Charles Ferguson, DVD Film Sony Pictures 2010 83 Hırs/ Freefall, BBC, DVD film 2010.

84 Borsa-Para Asla Uyumaz, Yönetmen Oliver Stone, DVD film 2010.

85 James Rickards, “Currency War-The Making of The Next Global Crisis”, Portfolio-Penguin, New York, 2011.

86 Tom Danilon, Wall Street Journal, 5 Ekim 2011. 87 Boston Globe, 24 Eylül 2011.

(20)

diyen Wall Street işgalcilerinin başlıca sloganları: “Bu düzen devam edemez, zen-ginler zenginleşiyor, fakirler fakirleşiyor” gibi ve organizasyon modelleri ise nere-deyse mükemmel.

ABD sistemi bu tür protestolarda dile getirilen öfkeleri kendi alanı içinde et-kisizleştirmede bir hayli mahirdir. Zira ırk ayrılığından ahlaki değerler üzerinden yapılan kavgalara kadar bir dizi yöntem toplumsal muhalefetin sistemin özüne yö-nelmesini engeller. Kültürel kod farkları, ortak maddi çıkarları olanların birlikte hareket etmesine izin vermez.89Öyle ki bu sebeple toplumun en fakir unsurları kendilerini daha da ezecek politikaları isteyenlere oy verir. Thomas Frank “What’s the Matter with Kansas/Kansas’ın Derdi Ne?” adlı kitabında bu çelişkiyi alaycı bir dille anlatır. Paçasını bir türlü 2008 ekonomik krizinden kurtaramayan Amerikan toplumunda Wall Street ve genel anlamda neoliberal kapitalizmin aksaklıklarına yönelik öfke her geçen gün daha da popüler hale geliyor. Mesela 36 yaşındaki Chi-cago’lu işsiz Raven: “Sisteme başkaldırmak için buradayız. Ülkemizi şirketlerden geri almak istiyoruz. Ve evet, bu tabii ki bir devrim” diyor. Maryland’den 2008’de işini kaybeden Erin ise “Artık orta sınıf yok. Üst ve alt sınıflar var. Ve aşağıdaki herkes üst sınıfı zengin etmek için çalışıyor” diye konuşmasını sürdürüyor.90 ABD’de önce New York’ta başlayan ve sonra giderek yayılmakta olan gösteriler, halkın geniş bir kesiminin mevcut düzene karşı olduğunu ortaya koyuyor. Şimdi bütün dünya “Amerikan Sonbaharı”nın nasıl gelişeceğini ve ne gibi sonuçlar mey-dana getireceğini merakla bekliyor.91

Eylül 2008’den beri küresel ekonomik kriz yeni çehreleriyle derinleştikçe dün-yanın dört bir dün-yanında protesto hareketleri ve direnişler yaygınlaşıyor. Bunların en anlamlısı kapitalizmin hegemonik merkezinde gerçekleşen, 17 Eylül’den bu yana New York’ta Wall Street yakınlarındaki Zuccotti Park’ta kamp kurmuş olan eylemcilerin “Occupy Wall Street/ Wall Street’i işgal edin” sloganıyla kendiliğinden harekete geçen, şiddet içermeyen eylemcilerin direnişi oldu. Çarpıcı haberler pa-zarlayarak daha çok tıklanma peşinde koşan piyasa basın organlarının “Wall Street’i işgal edin” çağrısını şu ana kadar sessizce geçiştirme uğraşında olduğu görülüyor.92 “Amerikan sonbaharı” başlamış durumda. Kitlesel eylemlerin çok kolay olma-dığı ve zaten pek de rastlanmaolma-dığı ABD’de insanlar, 1930’lardaki işçi hareketleri ve 1960’lardaki insan hakları protestolarından bu tarafa en büyük kitle hareketleri içinde. Artık eylemciler sadece “Wall Street’i işgal edin” demiyor, “Hep birlikte her yeri işgal edelim” ve “Biz % 99’uz, onlar azınlık” sloganıyla 15 Ekim 2011 günü bütün insanları elitlere ve onların vahşi finansal kapitalizmine direnişe çağı-rıyor.93

89 Soli Özel, ABD’deki Toplumsal Dalga, Haber Türk, 5 Ekim 2011. 90 Aslı Aydıntaşbaş, Dünya Nasıl Değişir, Milliyet, 10 Ekim 2011. 91 Sami Kohen, Milliyet, 11 Ekim 2011.

92 Erinç Yeldan, “15 Ekim: Küresel Direniş Günü”, Cumhuriyet, 12 Ekim 2011. 93 Erinç Yeldan, a.g.m.

(21)

Elitlere karşı yürütülen hareketle ilgili aşağıdaki sitelerden bilgi edinmek müm-kündür:

a. Wall Street eylemcilerinin bilgilendirme sitesi: http://occupywallst.org/ b. New York’taki eylemi yürütenlerin kamp hayatı hakkında bilgi edinme

si-tesi: http://www.vimeo.com/30081785

c. ABD düzeyindeki eylemler ve programlarla ilgili bilgi edinme sitesi: http://www.occupytogether.org/

d. 15 Ekim küresel direniş çağrısı hakkında bilgi edinme sitesi: http://15october.net/tr

www.youtube.com/watchv=PLGIHWrDbhu@feature=youtu.be

“Evet, Amerikan nüfusunun % 99’u zengin % 1’in kararları altında eziliyor. Adaletin, demokrasinin kutsallığını savunan bir ülkede adaletsizlik konuşuluyor. Hukuk ülkesinde hukuksuzluk yaşanıyor… Dünyamız, geri dönülmez bir akşamın ufkunda görünüyor. Zor olacak ama bu sistem değişecek. Çünkü fena halde ko-kuşmuş durumda.94Protestoculara katılarak destek veren aktör Mark Ruffalo The Guardian gazetesinde şunları yazıyor: “Mesaj çok net ve basit. Siyasi süreçten pa-rayı çekin, vergilendirmede eşitliği hedefleyin; ırk, sosyal statü, cinsiyet, cinsel ter-cih gözetmeden eşit haklara saygı gösterin. Yemeğimizi, havamızı, suyumuzu sırf şirketlerin hırsı için zehirlemeye son verin. Wall Street’tekiler ve bankacılık endüs-trisi ekonomimizi mahvettiği için sorgulanmalı, insanların birikimlerini çaldıkları için yargı önüne getirilmeli.”

Bush yönetiminin son günlerinde, Ocak 2009’da, Başkan Yardımcısı “Neo-Con” Dick Cheney, Assosiated Press ajansına bir mülakat verdi. Kendisine 1929 Büyük Buhran’dan bu tarafa görülen en büyük finansal krizi, yönetimin nasıl olup da öngöremediği sorulmuştu. Cheney’in cevabı; “Hiçbir yerde hiç kimse ne ol-duğunu anlayacak kadar akıllı değildi. Hiç kimsenin gelen krizi görebildiğini san-mıyorum. Finansal kriz 11 Eylül saldırılarına benziyordu. Felaket gibiydi ama öngörülmesi neredeyse imkansızdı” şeklindeydi. “Bu doğru değildir… Son krizin zamanlaması sadece bir güven kaybı mıydı? John Maynard Keynes’in dediği gibi kapitalizmin “hayvani ruhu”nun solması mıydı?”95

SONUÇ

Esasen Waterloo Savaşı’ndan (1813-1815) beri ama hasseten “Washington Konsensusu”ndan (1978) bugüne insanlığa saygı duymayan, tek gayesi ezoterik “Tanrı İmparatorluğu” kurmak için dünyanın tamamına hükmetmek isteyen

kü-94 Mehveş Evin, “Amerikan Sonbaharı”, Milliyet, 4 Ekim 2011.

95 Nouriel Roubini ve Stephen Mıhm, “Kriz Ekonomisi-Dünya Ekonomisinin Çöküşü ve Geleceği”, Pegasus Yayınları, Türkçesi: Işıl Tezcan, İstanbul Şubat 2012, s. 9-13.

(22)

resel finans elitlerinin liberal/neoliberal iktisadi-siyasi dayatmaları ile insanlık gi-derek daha çok yoksullaştırılmakta, “hiksoslaştırılmaktadır”.

Amaca vasıl olmak için milletlerin maddi ve manevi varlıklarını ortadan kaldırarak onları açlık üzerinden toklukla kolayca terbiye etmek, bütün şeref ve haysiyetlerini ayaklar altına alarak bir aileye, bir millete mensubiyet şuurlarını kırarak sürüleştirmek istiyorlar. Nitekim bir filmde bu husus oldukça etkileyici bir şekilde anlatılıyor.96

“Beni şeref ve haysiyetime verdiğim değerden dolayı, mezarıma, dikine, ayak-larımın üzerine gömsünler” düsturunu tarihi boyunca benimsemiş olan Türk mil-leti bu saldırılara en çok maruz kalan millettir. Öyle ki neoliberalizmin son yıllarda “Anadolu’da Türkler azınlıktır”, “Dünyada Türk diye bir millet yoktur”, “Türk milleti uyduruk bir tanımdır” propagandası tesadüfi olmadığı gibi marjinal grup-ların da projesi değildir.

Soğuk savaş süresince geliştirilen yeni psikolojik harp metotları ve bu maksatla kurulup, finanse edilen NGO’lar (Non Government Organization) artık neolibe-ral Yeni Dünya Düzeni’nin öncü karakolları niteliğindedir. Sözde çok uluslu, ulus ötesi şirketler ve onların kontrolündeki finans, yazılı basın, televizyon, radyo, si-nema ve kültür unsurları birer “teknopoli”97 silahlarına dönüşmüştür. Eylül 2008’de patlak veren Wall Street merkezli küresel mali ve ekonomik kriz ile birlikte neoliberal “paraizm”in elitleri güçlerinin hem zirvesinde hem de daha saldırgan bir tutum sergilemektedir. Ama en zor olanı mevcut durumu koruyabilmek ve zirvede kalabilmektir.

Endülüslü Kabalist Tevrat tefsircisi İbn Meymun (Meymonides-13. yüzyıl) ve Alman Musevisi Amerikalı siyaset felsefesi Profesörü Leo Strauss’un (Ö. 1973) fi-kirlerinden hareketle Judeo-Hıristiyan teoloji ve siyaset felsefesine dayandırılan ve “kutsal gaye” olarak sunulan, neoliberalizm uygun ortam yaratılarak ülkeleri askeri müdahaleler ile “demokratikleştirmek” gibi bir misyonu kendisine biçmiş durumda. “Piyasa her şeyi çözer” denilerek tanrısal bir misyon biçilen bu yaklaşımı Eric Hoffer (ABD 1902- ) 1949 yılında “Kesin İnançlılar” adlı meşhur eserinde şu şe-kilde değerlendiriyor: “Eğer bir gün özel teşebbüsçülük aldatıcı bir kutsal gaye du-rumuna gelirse, bu onun artık faydalı ve pratik bir sistem olduğundan şüphe edilmeye başlandığına bir işarettir. Gerek aldatma gayreti, gerekse dünya egemen-liği gayreti, esasta bazı ciddi bozukluklar olduğunun bir işaretidir.”98

Neoliberal “paraizm” kontrol altında tuttuğu televizyonlar, radyolar, gazeteler, internet ağları, sinema filmleri, bir kısım akademisyen ve bürokratlar ile hedef ül-kelerdeki iktidarları doğrudan müdahalelerle veya dolaylı entrikalarla, finansal baskı unsurlarını kullanarak kontrol altında tutmaktadırlar. Öte yandan muhalif

96 9 Tenths / 9 Ay On Gün, DVD film – Bob Degus filmi.

97 Neil Postman, “Yeni Dünya Düzeni-Teknopoli”, Türkçesi: Mustafa Emre Yılmaz, Gelenek Yayınları, İstanbul Eylül 2004.

(23)

hareketleri de genellikle kontrol altına alarak hedef ülkelerde ileriki yıllarda işbaşına getirecekleri insanları yetiştirmek için okullar kurmaktadırlar.

Gelişmekte olan ülkelerde, genel olarak her ülkede kendi gayretleri veya ülkede milli ekonomi oluşturmak gayesiyle sağlanan devlet destekleriyle piyasaya ulaşmış bir elit tabaka vardır. Bu tabakanın Japonya ve Almanya örneğinde olduğu gibi milli burjuva olanı vardır. Bir de Türkiye örneğinde olduğu gibi millilik/yerlilik kimliği ve iddiası taşımayan kozmopolit burjuva olanı vardır. Yine bu sınıfı temsil eden siyasi oluşumlar yanında Türkiye’de olduğu gibi “duruma göre” hareket eden yapılar da mevcuttur. Buna mukabil toplumun % 99’unda solcu, sağcı, milliyetçi, dindar, dinci ve/veya mezhepçi-etnisiteci oluşumlar kurgulanır. Bunlar birbirleriyle sert çatışmalara sokulur. Bu arada neoliberalizmin elitlerinin kontrolü altındaki basın-yayın organları ve NGO’lar halkı “görmesi gerektiği kadarı” ile sınırlı bilgi-lendirilerek “obskürantizm”i sistematikleştirirler.

Halkın tepkisi bütün hesapları bozacak noktaya doğru gidiyorsa, kontrol al-tında tuttukları uygun siyasi muhalifleri kısa süreliğine iktidara taşırlar. Bilerek veya bilmeyerek onlar da aynı merkeze hizmet eder. Şayet muhalif siyasi oluşum yeterince kontrol altına alınamıyorsa, devletin temel kurumlarındaki sivil-asker bürokratlardan devşirilmiş ve/veya devşirilenler hizmette kullanılır. Bu sistem “dö-nüşümlü iktidarları” ya da “paralel hükümetleri” işbaşına getirir

Şayet büyük halk kitleleri siyasi oluşumlara olan güvenini tamamen yitirmiş ise, ya da “toplum mühendisliği” yoluyla dış ve iç mihraklarca bu noktaya getiril-mişse. Bu durumda her ülkede görevi ülkeyi dış düşmanlara karşı korumak olan milli ordular devreye sokulur. Hiyerarşik bir ast-üst yapıya sahip olan ordular siyasi yapılanmalara göre daha kolay kontrol altına alınabilirler. Çaresiz kalan halk, kendi içinden çıkardığı güçlerin siyasi iktidara müdahalesine sıcak bakar. Fakat sonuç tam bir ironidir, paradokstur. Sonuç yine çoğunluğun, halkın ve ülkenin aleyhine çıkar. Türkiye’de 12 Eylül 1980 askeri darbesi bunun tipik bir örneğidir.

Sisteme dışarıdan müdahale eden askerlere de güveni kalmayınca, eğer halk kendisi teşkilatlanarak bir çıkış yolu bulamaz ise psikolojik çöküntü yaşar ve top-lumun bütün kesimlerinde “epistemik çöküş”ün tezahürleri görülmeye başlanır. Artık büyük halk yığınlarının hedefi; karnını doyurmak, başını sokacağı bir yer edinmek ve sekstir. Milli ve manevi değerler her geçen gün azalır. Aile kavramı, ahlak, hak, hukuk ve başkasına yardım, kitleler nezdinde önemini kaybeder. Neo-liberal elitizmin “Tanrı İmparatorluğu” projesinin bir önceki varmak istediği nokta budur. Artık toplum, göklerinde dalgalanan bayrağa aldırmaz. “Aç hür ile tok esir” olmak arasında tercihini tok esir olmaktan yana kullanır.

Böyle bir “Yeni Dünya Düzeni”nde ülkeler, ülke sınırları, milli bayrak, milli marşlar ve nihayetinde milli ordu gereksizdir. Silahlı güçler kendi insanını yaşadığı yerde tutmakla görevli küresel sistemin jandarmasına dönüşür.99

(24)

Yukarıdaki hususlar hayata geçirilirken, bir taraftan da hedef ülkenin/ülkelerin varlıkları, yeraltı-yerüstü zenginlikleri, toprakları neoliberalizmin elitleri ve/veya taşeronları tarafından satın alınır. Köyünde “ağa” olan insanlar, büyük şehirlerin varoşlarında gettolaşarak “ilerideki”/yan mahalledeki apartmanın kapıcısı olunca kendini şanslı görürler.

Gelişmenin ileri safhası “şehir devletleri”dir. Her şehrin “halk tarafından seçi-len” (!) belediye başkanı artık “kentlerin seçilmiş kralları”ndan biridir ve neolibe-ralizmin para babaları ile kenti adına özel anlaşmalar yapabilirler. Merkezi hükümetin yanında mahalli idarelerin de kamu borç batağına saplanması sağlanır. Kendi kendine dönemez hale gelirler. Varlıklarını mecburen elden çıkarırlar. İn-sanlar köyündeki su pınarlarının, yeraltı sularının “özelleştirme” ile ulus ötesi şir-ketlere satılmasıyla artık köyünün/ kasabasının suyunu para ile satın alır.100Artık kentin halkı neoliberalizmin vahşi girdabındadır. Zaten Tanrı İmparatorluğu için gerçekleştirilmek istenen de budur. Bir tek “Pax Roma” diğerleri “Atina modeli” şehir devletçikleri.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında teorik temeli oluşturulmaya başlayan ve 1970’li yıllarda olgunlaştırılan ekonomide elitist Judeo-Hıristiyan bir modelleme olan neoliberalizm başta gelişmekte olan ülkeler ve Türkiye olmak üzere ABD, Batı Av-rupa, Güney Amerika ülkeleri ve pek çok Asya ülkesinde 1978 “Washington Kon-sensusu”ndan sonra kademeli olarak uygulanmıştır. Ancak 14 Eylül 2008 Wall Street merkezli başlayan finansal krizle birlikte hem teorik anlamda hem de uy-gulamada çökmüştür. Arkada bıraktığı ise tam manasıyla ekonomik ve toplumsal bir trajedidir. Artık dünya tarihinde hiç görülmediği kadar muazzam büyüklükte bir servet eşitsizliği insanlığın, milletlerin, ülkelerin tepesinde sallanan bir “göktaşı” niteliğindedir.. Açıkçası Milton Friedman (Ö. 2006) ve onun Chicago okulu eko-lünün “elitist Chicago boys”ları ekonomik bir mecburiyetin değil, geçici siyasal bir başarının, diktatörlüğün “serbest piyasa” kuralları için tasarlayıcıları, “ekonomik tetikçileri” olarak anılacaklardır. Eylül 2008’den itibaren FED merkezli olarak bütün dünyaya pompalanan 20 trilyon dolar yeni krizlerin habercisidir. 2000-2007 yılları arasındaki dönemde dünya GSMH’si % 3 dolayında artarken, dün-yadaki ABD merkezli para arzı % 15 artmıştır. Bunun manası dünya ekonomisindeki para arzı ile dünya GSMH’si arasındaki ilişkide ciddi bir kopuş yaşanmıştır. Bu kopukluluk Eylül 2008’den itibaren artarak devam etmektedir. Krizden çıkış için basılan devasa büyüklükteki para aradaki makası daha da aç-mıştır. Bol para ile oluşturulan balon kısa vadeli saadet getiriyormuş gibi görünse de orta ve uzun vadede yeni ve daha büyük krizleri tetikleyecektir. Pierre Bour-dieu’nun tanımıyla: “Neoliberalizm bir fetih silahıdır. Öylesine güçlü bir ekono-mik kadercilik ortaya koyar ki karşısındaki bütün direnişler manasız gibi görünür. Neoliberalizm AIDS’le aynı şeydir. O da kurbanlarının bağışıklık sistemini yok eder.”101

100 DVD film, Yağmuru Bile (Even the Rain), Bir Film.

Referensi

Dokumen terkait

Köprülü gibi tarihi, sosyal gerçekler çerçevesi içinde bir tüm olarak görmek isteyen ve bu bakımdan Türk tarih bilimi açısından önemli bir adım atmış

Moleküler asimetriler nedeniyle optikçe aktif olan, yapıları aynı olan fakat konfigürasyonları farklı maddelerdeki izomeridir.. Bir molekülün uzaysal yapısını ayna

Nova Atlantis'te, Yunan­ lılarda (Aiskhilos'un günümüze yalnızca bir bölümü kalmış olan triolojisinde Zeus'un zincire vurdurduğu ve akbabaların didikledi- ği bir titan

Hiç bir şey olmayan, zerre kadar değeri bulunmayan bir şeyin üstüne düşen, ondan yüz de­ rece daha aşağıdır elbette.. Dünya

İkinci bölümde Kırım Hanlığı’ndaki dört büyük kabileden birisi olan Mangıtların ünlü lideri Kantemir’in Bucak Tatarları’nın lideri olarak

Kahire’ye hâkim bir tepe olan Kal‘atülcebel üstünde yükselen bu heybetli yapı, ana kubbesi dört yarım kubbe ile desteklenen klasik Osmanlı camilerinin geç bir

Halbuki biz ya kendi kendimizde ya da zorunlu olarak var olan başka bir varlıkta varız; çünkü (aksiyom 1) var olan her şey ya kendi başına ya da bir başkasıyla vardır ve

Şöyle ki, temiz olan mai mutlaka, temiz bir şey karışarak ve meselâ, temiz bir yaprak düşerek, (kemali imtizaç hâsıl olduğu) yâni, düşen ve temiz olan şey, suyun içinde