GÜZELLİK VE ESTETİK DÜŞÜNCENİN DOĞUŞU
“Estetik” kelimesi Yunanca “aisthesis” veya aisthanesthai” kelimelerinden gelir. Duyum, duyular, algı, duygu ile algılamak gibi anlamlar taşır. Bu kelimelerden çıkarılabilecek olan, estetiğin, duygusallığın sağladığı bilgilerin bilimi olmasıdır. Eski Yunanistan’dan önce sanat ve güzellik üzerinde sistemli bir düşünüşe rastlanmaz.
Estetiğin kurucusu Alexander G.Baumgarten’dır (1714-1762). Ona göre mantık, düşünce ve zihne bağlı bilgilerin doğruluğunu inceleyen bir bilimdi. Estetik de duyu ve duygulara bağlı bilgilerin doğruluğunu inceleyecekti. Yani estetik mantığın ikiz kardeşi veya duyulara dayalı bilgilerin mantığı olarak ortaya konmuştu.
Felsefenin içinde üç temel normatif bilim1
- Doğruluk temeli üzerine kurulmuş Mantık, vardır. Bunlar - İyilik temeli üzerine kurulmuş Ahlak,
- Güzellik temeli üzerine kurulmuş Estetiktir.
Estetiğe bazıları “Sanat felsefesi” demesine rağmen “güzellik felsefesi” diyenler de çoktur. Dolayısıyla bugün estetiğin en temel kavramı, güzelliktir. Güzellik, çağdan çağa, toplumdan topluma ve insandan insana, hattâ insanın yaşına, mesleğine, içinde bulunduğu sosyal ve psikolojik duruma göre değişen bir değerdir. Zaten insan gerçek bir dünyada kendi koyduğu, yaygın kabul gören değerleriyle yaşar. Bilgilerimizi düzenleyen doğruluk değerleri, ahlâkımızı düzenleyen iyilik değerleri, ekonomimizi ve pratik hayatımızı düzenleyen yararlılık değerleri ve estetik hayatımızı düzenleyen güzellik değerleri vardır. Bu değerleri ortaya koyan, bir şeyi iyi, güzel yapan insandır.
Güzellik ve estetik ile ilgilenen düşünürlerden ilki olan Pythagoras (M.Ö. 580-497), bir sanatçı gibi yaşamış, müritlerini felsefi ve mistik olduğu kadar estetik heyecanlara alıştırmıştır. Her şeyde bir evrensel ahenk görmüş olan bu filozof, güzelin de ancak ahenkte belirebileceğini savunmuş ve ilk kez kadın ve erkek güzellikleri arasındaki farkı ayırdetmiştir. Ona göre erkek güzelliği güçlü, kadın güzelliği ise sakin ve ahenklidir. Müzik ise bütün doğal ahenkleri kendisinde topladığı için, işlerin ve sanatların en yücesidir.
Sokrates (M.Ö. 470-399) güzelin soyut özü üzerine düşünmeyi gereksiz bulmuş, yüz ve beden güzelliği ile ruh güzelliği arasında bir ilişki olamayacağını düşünmüş, daha çok karakter ve ruh güzelliğini tercih etmiştir. Bu itibarla, Sokrates’e göre güzel, iyinin duyulur bir şekil almasından başka bir şey değildir. Eski Yunan’da güzele tapma, ahlaksal ve dinsel bir nitelik taşırdı ve güzellik bütün şekilleriyle Olympos’da egemendi. Bütün heykel yontucularıyla mimarlar da bu konuda şairler ve rahiplerden geri kalmazlardı. Ancak Sokrates, kendi felsefesinin pratik bir sonucu olarak en yetkin adamın iyi ve güzel olduğunu savunmuştu.
Yunan felsefesinde kavram olarak güzeli ele alıp onu temellendirmek isteyen, onu iyi kavramı ile karşılaştıran, henüz pek yavan ve basit bir şekilde de olsa, Xenophon (M.Ö. 430-355) olmuştur diyebiliriz. Xenophon “Sokrates’in Hatıraları” adlı eserindeki sözlerinden şu sonuçlar ortaya çıkmıştır: Güzel, ilkin bir kavramdır ve bir kavram olarak da belli bir tanımda anlamını ifade eder. İkinci olarak: Güzel ve iyi derin bir bağla birbirine bağlıdır, hatta ikisi aynı şeydir. Güzel ve iyinin bu varlıksal bağlılığı, Platon’dan da geçerek bütün Yunan felsefesinde etkili olacak bir düşünceyi gösterir: Kalokagathia (güzel-iyi).
Yunan felsefesi doruk çizgisine Platon (M.Ö. 427-347) metafiziğinde ulaşır ve Platon felsefesiyle Yunan metafizik çağı da başlamış olur. Platon öncesi felsefesinin temel konusu önce doğa, sonra da insan olmuştur. Oysa, Platon ile birlikte felsefenin ana ilgisi genel olarak varlığa yönelir. İlk filozoflar, doğada mutlak ve değişmez olanı aramışlar, Platon ise hem doğada, hem de ahlâk ve toplum yaşamında mutlak ve değişmez olanın peşinden koşmuştur. Platon, varlık problemini bir idealar felsefesi yönünde geliştirerek, bir idealar metafiziğine ulaşır. Felsefenin konusu artık ne yalnız doğadır, ne de yalnız insandır; ama felsefe, varlığın kendisini araştıran bir temel bilim haline yükselir. Platon’un tüm düşünsel yapısını, beş önemli kuram içersinde toplamak mümkündür. Bunlar, “bilgi”, “idealar”, “ruhun ölümsüzlüğü”, “evrendoğum” (Kozmogoni - Evren'in oluşumunu inceleyen bilim dalı) ve “devlet” ile ilgili kuramlarıdır. Platon felsefesinin incelenmesi açısından en akılcı yol, bu değişim ve gelişmeyi takip ederek, öğretinin geçirdiği evreleri anlamaya çalışmaktır.
1- Sokratesçi dönem:
"Gençlik diyalogları" veya "Sokratik Diyaloglar"ın kaleme alındığı dönemdir. Bu çalışmalarda Platon, hocasının öğretisini, gerçeğe en uygun şekilde vermeye çalışan, katıksız bir Sokrates'çidir. Bilgi ve erdem sorunlarının irdelendiği bu diyaloglarda Platon, henüz felsefeyi ileriye götürme çabalarına girişmemiştir. “Güzel nedir?” sorusunu kendine araştırma konusu olarak alan ve güzeli bir kavram halinde tanımlama denemesine girişen ilk eser “Büyük Hippias”dır. Bu diyalog güzellik bakımından belirli bir sonuca varamasa da, bir düaliteyi yani ikiliği belirlemiştir. Bu ikilik, “kendiliğinden güzel” ve “tek tek güzel şeylerin” gösterdiği ikiliktir. Bir yanda bir güzel ideası, kavramı, diğer yanda tek tek güzel olan şeyler vardır. Dikkat edilecek başka bir nokta ise Platon’un güzel ve iyi kavramları arasında bulduğu aynılıktır.
2- Geçiş Dönemi ve Olgunluk dönemi :
Bu dönemde Platon, Sokrates'in "bilgi erdemdir" tezini daha bir derinlemesine irdeledikten sonra, iki tür bilmenin söz konusu olabileceği görüşünü öne sürer Platon. Doğru sanı (doğru algılama) ile bilgi, iki ayrı dünya yaratmıştır. Bir yanda meydana gelen ve yok olan, doğru sanının, göreceli gerçekliklerin dünyası, diğer yanda, sağlam ve sürekli, asıl gerçekliğin, "idealar"ın dünyası.
a) Bilgi bir algıdır; (hattâ aslında bilgi, bir algılama yargısıdır.); b) İnsan her şeyin ölçüsüdür;
c) Her şey akış hâlindedir
şeklinde özetlenebilecek kuramın, algılanan nesneler için doğru, gerçek bilgi açısından yanlış olduğu sonucuna varmıştır.
Ünlü "idealar kuramı", işte bu bilgi (episteme) anlayışından doğmuştur. Gerçek bilginin temeli, ancak idealar dünyasında bulunabilir. İdea birliktir. Bölünemez, değişmez, öncesiz ve sonrasız olarak, kendi kendine eşit, hep aynı kalan bilgidir. Doğru sanılar yolu ile duyumlanan nesneler ise, hiç durmaksızın oluşur, değişir ve yok olurlar.
Platon olgunluk çağında güzeli daha derinden kavramaya çalışır. Platon özellikle “Şölen” diyaloğunda güzelliği araştırır. Ancak, şölen diyaloğunda sadece güzellikten söz açmaz. Şölen’de güzelliği kavrama yolu olarak eros’u (sevgi) öne sürer. “Güzel nedir?” sorusu için zorunlu olarak eros ele alınır, çünkü güzellik eros’un yardımıyla kavranabilir. Eros, güzel olana kavuşmak, onda doğurmaya, yaratmaya varabilmektir. Güzel olanda yaratmaya ulaşabilmek isteği aynı zamanda ölümsüzlüğe karşı duyulan derin varolma isteğiyle aynı şeydir. Tanrılar ölümsüzdür ancak insanı ölümsüzlüğe götüren eros’tur. İnsan için iki çeşitli ölümsüzlük vardır. Biri beden yoluyla güzel olana kavuşmak, onda doğurmaya, yaratmaya varabilmek. Bu istek kadınlara yönelir ve güzel olanda yaratma gerçekleşince, çocuklar halinde amaca ulaşmış olur. Eros, güzelde yaratmaya varmanın sonunda meydana gelen çocuklarda ölümsüzlüğe ulaşır.
Beden yoluyla ölümsüzlüğe ulaşmanın yanı sıra bir yol daha vardır: ruh yolundan ölümsüzlüğe ulaşmak. Burada eros, gençlere, delikanlılara yönelir ve onların yetiştirilmesi, eğitilmesi amacını taşır. Delikanlı ruhlarında doğurtulacak şey ise erdem’dir, üstün yetilerdir (melekeler).
Güzel ise eros’un kendine yöneldiği, çirkin ise eros’un kendisinden kaçtığı şeydir. Çeşitli güzellikler vardır. Bu güzellikler arasında bir hiyerarşi vardır. Eros’un yöneldiği ilk güzel, güzel bedendir. Ama daima mükemmelliğe ulaşmak isteyen bir ruh için bu yeterli değildir. Olgunluğa ve yetkinliğe erişmiş olan kimse ruh (can) güzelliğini sevecektir. Eros’un böyle yücelttiği bir kişi, artık tek tek güzellikle ilgilenmez. O, güzelliğin kendine yönelir, artık onu arar, çünkü göreceli güzellikleri artık küçümseyecek, bütün güzelliklerin üstünde güzel olan şeye karşı özlem duyacaktır. Bu tümel ve öz güzelliğine götüren yol, güzel bedenlerden kalkıyor, buradan güzel bir hayat yaşamaya, ruh ve erdem güzelliğine yükseliyor, oradan da güzel bilgiye geçerek sonunda kendi başına güzelliğe, öz güzelliğine, mutlak güzelliğe erişiyor. Mutlak güzel veya öz güzelliği bütün güzelliklerin tepe noktasında bulunur. O yalnız güzel değil, aynı zamanda hakiki varlıktır. Bütün varlığın odak noktasında bulunur ve bütün varlığı aydınlatır; çünkü varlığın amacı güzel olmaktır. Bütün tek tek güzel olanlar, bu öz güzelden, bu mutlak güzelden doğarlar. Bu mutlak güzellik ya da öz güzelliği, uzay ve zaman sınırlamasının ötesinde bulunduğuna göre, onun bir cevher olması lazım gelir. Salt
güzellik, hakikatte cevherden başka bir şey değildir. O, bütün yetkinlikleri kuşatır ve erosun en son amacıdır. Böyle bir güzellik, ancak tanrısal bir güzellik olabilir. Tanrılık ise, güzel, bilge, iyi olan ve bu değerlere benzer daha ne varsa kendinde bulunan şeydir. Eros’un amacı olan bu salt, mutlak güzellik, aynı zamanda hayatın da amacıdır; çünkü, bu salt güzelliğe erişmiş olan kişi ölümsüzlüğü ve mutluluğa da erişmiş olur.
3- Yaşlılık dönemi :
Platon’un felsefesindeki son devir ise yaşlılık devridir. Bu devirde Platon, idealar teorisini tehlikeye düşürecek şekilde Pythagorasçılık etkisi altına girer. Pythagorasçılığın etkisi, Timaiaos dialoğunda tepe noktasına ulaşır. Platon bu diyalogda pythagorasçılığın etkisi altında bir kozmoloji geliştirir. Bu kozmolojinin temel çizgileri şöyledir. Başlangıçta ateş, su, toprak ve hava bir kaos halinde vardı. İşte Tanrı, Demiurgos, bir mimar gibi, bu şekilsiz elemanlardan yani kaostan bir düzenli dünya, bir kozmos meydana getirdi. Bu kurucu güç yeryüzüne egemen tanrıların gücünden ayrıdır. Demiurgos bu dünyadaki tanrısal ruhtur, her şeyi düzenler ve yönetir. Demiurgos’u bu bu etkinlikle yöneten düşünce, düzen düşüncesidir. Demiurgos bu evreni, neoetik yani düşünülen bir evren olarak kurmuştur. Bu evren görülebilir, kavranabilir olmalıdır. Bunun için Tanrı ateş ve toprağı kullanır; bunları birbirlerine bağlayan eleman olarak da suyu ve havayı. Evrenin mümkün görünebilir evrenlerin en güzeli olabilmesi için de bu elemanların gelişigüzel değil ama orantılı olarak birleşmesi gerekir. Bir canlının da güzel olabilmesi için de o canlının tam orantı içinde bulunması gerekmektedir.
Platon’un öğrencisi olan Aristo (M.Ö. 384-322) Duyumlar dünyasını küçümsememektedir. Metafizik ve Poetika adlı eserinde; önemli olan içinde bulunduğumuz dünyadır demektedir. Gerçeklik ondadır diye açıklamaktadır. Aristo’ya göre güzelliği başlıca alametleri üçtür, bunlar da:
1- Düzen
2- Simetri ve orantı 3- Belli sınır’dır
Aristo’ya göre eğer güzel olan şeyin tipik ve esaslı özellikleri bunlardır, o halde güzelliğin karakterlerini incelemek için miktarlarla ve oranlarla uğraşan bilimlere başvurabiliriz.
Aristo, düzen, simetri ve belli sınırı her tarafta, hem doğada hem de toplumda bulur. Doğada düzensiz hiçbir şey yoktur, doğanın kendisi düzenin nedenidir. Düzenli hareket doğaya uygun olduğu için bize düzenli olmayan hareketlerden daha uygun gelir. Yasalar toplumdaki düzendir ve iyi bir yasa iyi bir düzendir. Aristo simetriyle tam, uygun bir oran kasteder. Simetri tam ortadır. Aristo, bedendeki simetri eksikliğinin bir hastalık, bir zayıflık ve bir çirkinlik olduğunu iddia eder. Aksine ahenk sağlıktır, kuvvettir, güzelliktir. Aristo’ya göre sağlık, soğukla sıcağın simetrisindedir ve güzelin kuvvet ve erdem ile karşılıklı oranlarda bulunduğunu belirtmektedir. Aristo, düzen, simetri ve belli sınırdan
başka, güzelin şartı olarak bazen büyüklüğü ileri sürmektedir. Güzel Aristo’ya göre ne çok büyük ne de algılanamayacak derecede çok küçük olamaz.
Plotinos (M.S. 206-270) güzelliği psikolojik ve metafizik yönden incelemektedir. Akımına yeni Platonculuk akımı denilmektedir. Alemi bir akış olarak görmektedir. Bir’den derece derece yayılış sonunda Bir’e dönerek, onda erimektedir. Her varlık bir madde ve suretten oluşmaktadır. Tanrı bir surettir madde sürekli değişen bir’in karşıtıdır. Plotinos en üstün varlık Tanrıdır diyor. Onun varolduğu dahi söylenemez çünkü Tanrı bütün varlıkların üstündedir. Evren her şeyi var eden ama hiçbir şeyle var olmayan Bir’in yani Tanrı’nın eseridir. Tanrı ne gereklilikten ne de duyduğu eksiklikten dolayı yaratmaz sadece yaratması “Hür” olmasıyla açıklanabilir. Tanrının bozulmayan kemalinden (südur) fışkırma yoluyla ilk tecelli eden zekadır. Yaratıldığı andan itibaren zeka feyz ve südur yoluyla kendinden çok az farklaşan ruhu yaratmaktadır. Güzel, maddeye geçen ve ona kendi benliğini veren surettir. Güzel, ruhun bedende, zekanın ruhta, Bir’in zekada görülmesidir. Güzel bu tenasüpte2
Gördüğümüz üzere güzellik kavramı hakkında filozoflar farklı yorumlarda bulunmuşlar ve tarih boyunca da sanatçılar bu kavram üzerinde uzun uzun tartışmışlardır. Her birimizin duyu organlarımız aynı olmasına rağmen her birimiz aynı kavramları farklı şekilde algılarız. Kimilerimiz bazı sanat ürünlerini güzel olarak nitelendirirken kimilerimiz onları aynı güzellikte bulmayız hatta güzel olarak bile nitelendirmeyiz.
parıldayan şeydir. En üstte bulunan güzelin ilkesi “İyi” (Hayr-ı Ala) yani Bir dir. Tenasüp ve ahenkte “Çoklukta Birliği” bulma gerçekleşmektedir. Plotinos’un metafiziği Pantheisme (Vahdet-i vucut) inanışına dayanmaktadır. Bütün varlık vahdette yani birliktedir. Hayr’ı (iyiyi) ve güzeli ayrı ayrı düşünmek yanlıştır. Olan husus Hakikat-ı Mutlaka’yı, Hayr-ı Mahz (Mutlak Hayır, Hayrın ta kendisi) olarak kabul edebilmektir.
Hepimiz, arkadaşlarımızın, yakınlarımızın ve komşularımızın örnek olarak gösterecekleri “güzel bir hayat” oluşturmak için çalışmaktayız. Bu güzellik, bencilliğin tamamen reddedilmesi ile olur. Güzellik yolunda ilerleyen kişi, kendinden önce başkalarını düşünür ve onlara elini uzattığı zaman bilinir ki o el, sahibine çıkar sağlamak için değil, ihtiyaç duyanlara yardım etmek ve destek olmak için uzanmıştır.
Aykan CANDEMİR-2003