TURAN DURSUN
Kutsal Kitapların
Kaynaklan
2
IA
IIS
V8
Bu k itab ın yayın hakları
A naliz B asım Y ayın T asarım U ygulam a Ltd. Şti.nindir. B irinci B asım : K asım 1995
İkinci B asım : Ş ubat 1996 D izgi: K aynak D izgi Servisi
B askı: K u şak O fset
K apak: G iovanni B attista P ittoni (1687-1767) ISB N : 975-343-103-1 (Tk. N o.)
975-343-105-8 (2. Cilt) K A Y N A K Y A Y IN L A R I: 173
A N A L İZ B A S IM Y A Y IN T A S A R IM U Y G U L A M A LTD. ŞTİ. İstiklal Cad. 184/4 80070 B eyoğlu/İstanbul
T el/Faks: (0212) 252 21 56 - 252 21 99 KAYNAK
TURAN DURSUN
Kutsal Kitapların
Kaynakları 2
İÇ İN D E K İL E R
P E Y G A M B E R L İK N E D İR ? 7 B İR A R A C IL IK K U R U M U O L A R A K P E Y G A M B E R L İK 8 "D in"-"G iz" A ra cılığ ın d a M addi Ç ıkar 9 "D in"-"G iz" A ra cılığ ın d a "Sivrilm e",
"Ö ne G eçm e" T utkusu 33 "M uham m ed'in Ö vünm elerinin A nlam ı" ve
"S ivrilm e Tutkusu" 43 K A B İLE P E Y G A M B E R İ M U H A M M E D 46 "Y A L N IZ C A M E K K E V E Ç E V R E S İN İN P E Y G A M B E R İ" 56
"D in"-"G iz" A ra cılığ ın d a A k ım a S ürüklenm e 57 "V A H İY " V E "P E Y G A M B E R L İK " T Ü R L E R İ 59 İslam S avunurlarına G öre "V ahiy" 59 FELSEFEC İLER E G Ö R E P EY G A M B E R L İĞ İN Ü Ç K O ŞU LU 75 Y A H U D İL İK S A V U N U R L A R IN A G Ö R E V A H İY V E P E Y G A M B E R L İK T Ü R L E R İ 77 H IR İS T İY A N L IK S A V U N U R L A R IN A G Ö R E V A H İY V E P E Y G A M B E R L İK T Ü R L E R İ 82 A R A C IL A R IN S A H İPM İŞ G İB İ G Ö R Ü N D Ü K L E R İ " G İZ 'L İ "B İL G İ'L E R 91 "B ilgiç"ler E liyle P azarlanan
"Giz" D olu "B ilgi"m sili U ygunluk: "H ikm et" 91 "H ikm et" H ırsızlığı, E sk ilerin M asalları ve L o k m an 101 "L okm an ve Ö ğütleri" 107
K ur'an'm H ikm etli A dam ı L okm an-A surlu A hikâr-E ski Y unan'dan M asalcı A
isopos-Y ahudilerin (Tevrat'taki) "B al'am "ı 110 "Yedi K artallı Lokm an" 114 L okm an'dan A k tan lan B ir "H ikm et" 116 "İm a n lıla ştırılan H ikm etler" 123 "İm a n lıla ştırılm ış H ik m e tin A nayurdu" 127 "V eda'lar"daki "G izli B ilgi" (H ikm et) ve
M uham m ed'in P azarlam ası 133 K ur'an'm P azarladıkları A ra sın d a B uda H ikm etleri,
B udizm ve İslam G izem ciliği 148 K uı'an 'd a B uda'dan B ir P eygam ber O larak mı Söz E diliyor? 153 K U R A N V E İSL A M 'D A P A Z A R L A N A N E SK İ Y U N A N
H İK M E T 'L E R İ (FE L S E F E L E R İ) 163 K ur'an’da Ö vülerek A nlatılan "İki B oynuzlu" K im ?
B üyük İskender m i? 165 K U R 'A N V E İSL A M 'D A 'H E L E N İZ M 'D E N İZ L E R 181 F E L S E F E -D İN Ç İF T L E Ş M E Sİ VE
K U TS A L K İT A PLA R D A Y E R A L A N Ç O C U K L A R I 193 A hiret İnancı ve B una İlişkin "H ikm et"ler
N ereden Sokulm a 196 PEY G A M BERLİĞ İN G EREKÇESİ
P eygam berliğin, S av unurlarına G öre G erekçesi P eygam berlik G erekçesine K arşı, G erçek
209 209 219
P E Y G A M B E R L İK N E D İR ?
"Peygamber" anlam ında Kur'an'da kullanılan iki sözcük göze çarpar: "Resul" ve "Nebî". İkincisi Arapça değildir, "Arami"-"Süryani"' ve "İb rani" dillerinden alınm adır.2 İslam öncesinde yalnızca ikinci sözcük "Pey gam ber" anlam ında kullanılırdı. Birincisi, yani "Resul" sözcüğüyse "din sel" anlam da kullanılm azdı ve "elçi" anlam ına gelirdi yalnızca. Yani "Peygamber" anlam ıyla ilgisi yoktu.3 Bu anlam ı da içermesi, Kur'an dönem ine rastlar.
"R esulu'llah" deyim ini bilirsiniz. K ur'an'd a da geçer.4 "A llah'ın E lçisi" anlam ında. B u an lam a gelen bir deyim de, Süryatıilerde kul la n ılm a k ta y d ı.5
"A llah'ın E lçisi"nin o labileceğini düşü n eb iliy o r m usunuz?! "U lular ulusu A llah", "elçi"lerle iş görüyor. "B uyruk"larım "k u l larına iletsinler" diy e g önderiyor o n la rı!!!
Çünkü kendisi, çok çok "yüksek"lerde, "gök"te, bir "Kral" ("M elik") olarak özel "saray"ındaki "taht"ında! K u ra n daki özel sözcükleriyle "A r/'ın d a , "K ürsî"sindeü! Oradan "görev"lendiriyor "elçi"lerini. Ç ünkü Secde Suresi'nin 5. ayetindeki "açıklama"yla:
"işleri g ö k te n y e re d o ğ ru y ö n e tir
Bu "Kral TanrTnın "gök"te olduğunu ve "işler'i oradan yönettiğini anlatan daha nice "ayet"ler var Kur'an'da.6
Ayrıca Kral Tanrı, "giz" ("sır") dolu "bilgi"leri, seçtiği özel " e lç ile rinden başka kim e güvenebilir?!
T üm bunlar da, Kral T an rı'y la "yeryüzü"ndeki "kullar"ı arasında kullandığı "elçi"leri "vazgeçilm ez" kılm aya yşter!
Hey, "akıllı yaratık" insanoğlu, "aklın" nerede?! H ey, "Kur'an" inanırları! H ey, bu saçm alıkların Kur'an'dan önceki kaynaklarından
Incil, T evrat inanırları!!! H ey tüm inanırlar! B iraz "düşünsenize"!!!
BİR A R A C IL IK K U R U M U O L A R A K P E Y G A M B E R L İK "G üçsüzlük" ortam ında, "korku"ya, "um ut"a y aslanarak yaratılan ve öylece yaşatılan "Tanrı" d ü şü n c esin d e ne olur?
K uşkusuz, "giz"ler ve "gizlilik"ler olur en başta. "Kaygı"lar olur. "Giz" kaynağı aranır. "Bilgi" sağlam aya çalışılır. "Sığınak" aranır, "kur tarıcı" aranır. Y ardım sağlam aya çalışılır. O rtam bu olunca, "aracı" önem kazanır. "Giz"lerin, kaygıların ve um utların durum una göre vaz geçilm ez olur "aracı".
V e işte tam böyle bir o rtam da, ilgi çe ke b ile n birin in kalk ıp şöyle dediğini düşünün:
"Gelin bana. Aradığınız bende. Ben istediğinizi sağlayabilirim. O görünmeyen Yüce Varlık'la ilgili bilgi mi almak istiyorsunuz? Bende var. Görünm eyen tehlikelere karşı güvence mi istiyorsunuz? Bende var. U m ut larınıza kavuşm a olanağı mı istiyorsunuz? Bende var. D aha neler, neler var benim elimde. Tüm sorunlarınıza çözüm, tüm düşlerinizi gerçekleştir me olanağı yanında, sizin hiç düşleyem eyecekleriniz bile var. Elverir ki, siz bana güvenin, bana uyun ve benim dediklerimi eksiksiz yerine getirin.
"A m m a bunun tersine yö n elirsen iz, başınıza geleceklerden sizi kim se kurtaram az. D üşünün, taşın ın ve ay ağ ın ızı d en k alın. Ben u y a rıyorum sizi."
"D in" aracıları, kitlelerin ö n ü n e hep böyle çıkm ışlardır.
O rtam ı göz ö nüne g etirerek d eğerlendirin şim di: Bu "aracı"lar "ilgi" toplam azlar m ı? H ele biraz "kitleleri çekm e" özellikleri varsa. H ele bir de "güçlü" ve etkili k esim den "destek" g ö rü y o rla rsa ...
Düşünün ki, "Yüce V arlık"la "bağlantı kurulabildiği" savı ortaya atılıyor. B unun tersi nasıl kanıtlanabilir? Ben Y üce V arlık'la ilişki içindeyim, bağım -bağlantım var!" diyen kim seye "yalan söylüyorsun!" dem ekle iş biter mi? K esinlikle "yalan". A m a bu yalanı nasıl kesin biçimde ortaya koyabilirsiniz? ' Yüce Varlık" ya da "Ulu Tann" dediği ve 8
"var" gösterdiği "güç", "görünen" türden değil. "Gözlem"e, "deney"e gir miyor. "Var olsaydı görülürdü!" deseniz; "Bu, senin bildiğin 'var'lardan değil. Bu, görünmeyen varlıklardan. H erkese görünm ez O. O nu görmek, özellik ister. Sende o özellik yok!" deyip çıkacaktır. "Elle tutulur" yanı yok ki, "yalan"ını, som ut biçim de ortaya koyabilesiniz. N e deseniz, "Benim , O 'nunla ilişkim var!" diyen kimse, bir karşılık verecektir size. H ele biraz da "söz" ustasıysa, "yalan" ustasıysa... Sizin akla, gerçeğe da yanan sözleriniz onu susturamaz. Hele inanm aya hazır kitleler ö n ü n d e... N e denli "cahil" de olsa; bu kitlelerce, "çok bilgili", üstelik "gizli-gizemli bilgilerle donatılmış" olarak görülür. Kafalar, "görünm eyen güç"e takı lıdır çünkü. Ortam karanlık bir ortamdır. A yrıca güçsüzlük ortam ıdır, korkular, um utlar ortam ıdır. "İnanma"nın koşulları alabildiğine var. İna nacaklar hazır. Biraz "num ara", biraz yalan becerisi yeter inandırmak için. Bir de bu becerinin çok ileri götürüldüğünü, "uzmanlık" derecesine ulaştırıldığını düşünün. "G eçim kapısı" yapıldığını, "m eslek" durum una getirildiğini düşünün. V e birçok çıkarın da halka halka, zincirlem esine buna bağlı olduğunu, bağlı olduğu için de önem kazandığını, güçlülerce destek gördüğünü düşünün. O zaman geçerli olm az mı, o "din ara c ı s ın ın savlan? Saçm alıkları "hikmet" diye kabul edilm ez mi?
D in "-"G iz" A racılığın d a M ad d i Ç ık ar
H er tür aracılık gibi, dinsel aracılık da, şu ya d a bu ölçüde "m addi çık ar"a dayanır. B urada hem "aracı ’nın, hem de onu d estekleyip k u l lanan güçlülerin çıkarı olur.
Tem el neden bu. A m a kim inde arka p la n d a tutulur. P erdelenir, saklanır, yokm uş gibi gösterilir. Ö zellikle "kutsal", çok "m üteâl" (y ü ce) konularda...
Plan; kimi zaman aracının kendi eliyle oluşturulur. Yani aracı, neyi sağlayacağını "hesap ederek" işe girişir. Kimi zam an da, "plan"ı başkala rıyla birlikte düşünüp oluşturur. B aşka türlü de olur: H er şey önceden planlanıp hazırlanmıştır. "Tezgâh" hazırdır. A racı sonradan itilmiş, ge tirilip bu tezgâhın bir yerine, ya da görünürde başına konulmuştur.
A ncak; "M uham m ed" için bunun böyle olm adığını söylerler. O nun "m addi çıkar"la ilgisi, ilintisi olm adığını ileri sürerler. Y alnızca "yüce bir am aca gönül v erdiğini", b aşka bir şey d üşünm ediğini o r taya atıp savunurlar.
K im ler savunur?
M uham m ed'i başlangıçta yaratanların sonraki "temsilci"leri! M u h am m edi ve İslam 'ı savunm akta çıkarları olanlar. İnsanlığın aldatıcıları.
A m a kuşkunuz olmasın ki, "çıkar düşüncesi", M uham m ed'de de vardı. "G a n im e t'ie rd e k endisine düşen payı düşünün bir kez. E nfâl S u resi'nin şu ayeti hiçbir şey an latm az m ı?
"Bilesiniz ki, ele geçirdiğiniz ganimetin (çapulun) beşte biri; A l lah'ın, P eygam berin, onun yakınlarının, öksüzlerin, düşkünlerin ve y olcularındır..." (A y et4 1 .)
"G anim et"te neler ele geçirilirdi?
En başta "köle", "cariye". " M ü slü m a n 'ia rın eline düşen "kâfirler", m al nasıl p ay la ştırılıy o rsa öy le p a y laştırılırd ı. K adın ve ço cu k lar da içinde olm ak üzere. "K öle"nin, "cariye"nin az mı önem i vardı?
S onra silah, türlü eşya, m al, davar, d e v e ...
"H uneyn günü", elde edilen "ganim et" içinde şunlar vardı:
Y irm i d ö rt bin deve, k ır k b in davar, d ö rt b in o kiyy e g ü m ü ş J
B unun beşte biri: D ört bin sek iz yüz deve, sekiz bin davar, sekiz yüz okiy y e güm üş.
B unun d a beşte biri, A llah'ın ve P ey gam ber'in payı: 960 deve, 1600 d avar ve 160 okiyye güm üş. B unu ikiye katlayalım . Ç ünkü "P eygam ber'in ailesi"ne de beşte bir pay düşüyor. O zam an "A llah"ı bir yan a bırakırsak, P ey g am b er ve ailesine düşen; bin dokuz yü z yirm i
deve, üç bin iki yü z davar, üç y ü z yirm i okiyye güm üş eder. "Y ol-
cular"ın payı olan beşte biri de P ey gam ber'in kesim in e eklem ek g e rekir. Ç ünkü "yolcular” denirken bun u n la an latılm ak istenen; "yolda kalm ışlar"dır. B ununsa ço k ö nem li bir "gider" g erektirm eyeceği açık. K alan, beşte bir "öksüzlerin p ay ı"y la , yine beşte bir "düşkünlerin p a yı". B unu da "Peygam ber, arada sırada, M ü slü m an lığ a kazanm ak is tediklerine, "Tanrı adına" v erdiği "rüşvet"lerde d eğerlendirir. "Ö rtülü ödenek" niteliğinde!
Bu satırları okuyan okurlar, bu anlatımlarımla, M uham m ed'e haksız yere saldırdığımı sanacaklar. Böyle bir düşüncenin yanlışlığının kanıtı:
Yukarıdaki "ganim et"in elde edildiği savaşı ve "ganim ef'in n a sıl
bölüştü rü ld ü ğ iin ü , " h a d is " ler açıklıyor. Bu "hadis"ler, en sağlam kabul
edilen, İslam dünyasınca itirazsız benimsenen "hadis kitaplarTnda d a var. İşte bu "hadis"lerin, ço k açık seçik an lattık ların a göre: "H uneyn S av aşı"n d a elde edilen "ganim et"ten, "K ureyş'in ze n g in ve ileri g e lenlerine y ü z e r deve v erilm işti." O ysa aynı ganim etten h er b ir sa v aş ç ıy a verilen deve sayısı, y aln ızca "dörttü"!
Bunları anlatan ve Buharî'nin E's-Sahih'mAt de yer alan bir "hadis"i okuyalım :
"T anrı hoşnut o lası A bdu llah İbn M es'ud anlatıyor:
"Huneyn günü olup bitince, Tanrı'nın selam ı üzerine olası P ey
gamber, ganim eti bölüştürm ede k im i insanları kayırdı: Ak'ra' İbn
Hâbis'e yüz deve verdi. Uyeyne'ye de yüz deve verdi. Arab'ın ileri
gelenlerinden ('eşrafın d an ) kişilere böyle yüzer deve verdi. Ve böylece; o gün, onları, g a n im etin paylaştırılm asında kayırdı. B u
nun üzerine bir adam şöyle konuştu: 'Tanrı'ya ant içerek söylerim
ki; bu, adaletin gözetilm ediği bir paylaştırm adır. Ve bu p a yla ş tırmada Tanrı h o şn u tlu ğ u n u n gözetilm iş o ld u ğ u n u sa n m ıy o ru m !' Ben ona dedim ki, 'Tanrı üstüne ant içerim ki, seni, söy
lediklerini Peygam ber'e ihbar edeceğim!' V e gidip Peygam ber'e an lattım. Peygam ber'se şöyle söyledi: 'Allah ve Peygam ber'i adil ol m azsa kim adil olabilir? (Yani Tanrı ve Peygam ber, adaletsizlikle nasıl suçlanabilir?) A m a işte konuşurlar. Tanrı'nın iyiliği üzerine olası M usa (Peygamber), bundan daha çok (daha ağırlarıyla) üzül müştü. A m a katlanm ıştı."8
O layı, P eygam ber'in arkadaşlarından başkaları da, örneğin E bu H ureyre,9 C ab ir,10 Enes İbn M âlik ,11 C ubeyr İbn M u t'im 12 ve M edineli kadınlardan H av le13 de anlatır.
Y ine "hadis"lerde anlatıldığına göre, bu olayda, hom urdanm aları, hoşn u tsu zlu k ları gören P eygam ber, hem en ö n lem e başvurm uş, kim i "M edineli"leri b ir "çadırda" toplam ış ve duygusal bir söylevde bu- lü n m u ş. O nun ü z e rin e o rta lık y a tış m ış .14
İyi am a, "Peygam ber" neden kim i kişileri, " e ş r a f ı kayırır? G e rekçesi ne olabilir bunun?
G erekçeyi, P eygam ber'in kendisi anlatm akta. A ynen şöyle:
"K ureyş'i İslam 'a ısındırayım , k azanayım d iy e g anim etten çok verdim onlara. Ç ünkü İslam öncesine, K ureyş'ten olanlar, daha yakındılar. (Y akında M üslüm an o lm uşlar ve d ö n eb ilirlerd i.)"15 A çık lam a böyle.
Özeti de şu: Kureyş ileri gelenlerine verilen "deve"ler, tüm üyle bir "rü şv e fti. "İslam "da kalsınlar diye verilen bir "rüşvet". "Tann" adına!
B u türden "rüşvet" verm e kurum u, "kutsal k itabım ız" K u r'a n 'a da geçirilm iş bulunm akta.
T evbe S uresi'nin 60. ayetinde, "zekât"ın k im lere verileceği şöyle açıklanır:
"Zekâtlar; yoksullara, düşkünlere, zekât m em urlarına, bir de kalp
leri (İslam'a) ısındırılm ak istenenlere verilir..."
D üşünün, "yoksul" o lm ayanlara, b unlar "zengin" de olsalar, eğer gönülleri İslam 'a ısındırılıp k azan d ırılm ak isteniyorsa, "zekât" ve rilebileceği bildiriliyor. "A yet" o ldukça açık olduğu için, K ur'an y o rum cuları ve İslam "hukuk"çuları d a bu anlam ı v erirle r.16
İşte b ir soru:
"Tann", sınırsız güce sahip. Dilediği her şeyi yapabilir. D ilese tüm insanlan istediği çizgiye çekebilir. Y eryüzünde herkesi M üslüm an ya pabilir. "Kutsal" kitaplann ve bu arada K ur'an'm anlattığı bu. A nlatılan huyken, aynı "Tann", "gönüllerini İslam "a "ısındırmak", bu "din"e çek mek istediklerini kazanm ak için, onlara "maddi çıkar" sağlanm asına ne den gerek görüyor? Bu işi "rüşvetsiz" de çözüm leyem ez m i? "İslam"a "ısındırmak" am acıyla, Kureyş ileri gelenlerine "fazladan" deve verdiğini açıklayan Peygam ber'in bu gerekçesi "mantıksız" değil mi? A yrıca "yok sulların hakkı" olduğu düşünülen "zekâf'tan da aynı am açla bu "sın ıf'a verilebileceğini anlatan Kur'an ayetinde "mantık" görülebilir mi?
"Şarlatan'Mar diledikleri karşılığı versinler, am a gerçek te sorunun k arşılığ ı yok tu r.
" E ş r a f’a bol keseden d ağıtılan "ganim et"te, bir sürü "köle-cariye" de vardı.
Hepsi bu da değildi. B aşka "savaş"lardan da sağlanm ıştı "ganimet"ler. "U lu T anrı", in anırları sürekli kışk ırtm ak tay d ı: "C ihadda b u lu nun!" d em ekteydi.17 M uham m ed "savaş hiledir!" d e y ip 18 türlü "hile lerle" yapardı "cih ad "ı.19 Bu da "ganim et" getirirdi. Kim i zam an g ö türdükleri olsa bile. M u h am m ed 'le işbirliğinde, anlayış birliğ in d e o lan Ö m er de, A rapları "ganim et" eld e e tm ey e k ışkırtm ıştı. "Y o k sa aç kalacaklarını" b ild irm işti.20 İslam "fetih "lerin d e hep bu anlayış egem en olarak sürm üştür.
Ş im di d üşünelim :
B ir "Peygam ber" ki, "İslam 'a ısındırm ak" için kim i insanlara, zen g inlere "hak etm ed ik leri"n i veriyor, b ir çeşit "rüşvet" veriyor; bu
"Peygam ber", "m addi çıkar"ın ne dem ek o ld uğunu bilm ez o lu r m u?
B öyle biri için "m addi çık ar düşünm em iştir!" d en eb ilir m i? H ele "ga nim et 'lerden kendisine küçüm senem eyecek bir "pay" sağladıktan ve bunu "K ur'an hüküm leri"ne bağladıktan sonra.
H aşr S uresi'nin 6. ay e tin d e şöyle denir:
"Onların ('kâfir'lerin) m allarından fe y ' olarak alıp Paygam beri'ne verdikleri için siz ne at, ne de deve sürdünüz. A m a gerçek o ki, Tanrı, Peygam beri'ni dilediği kim selere m usallat' eder. T ann'nın her şeye gücü yeter."
"Ayet"te geçen "fey" sözcüğü, "k â firlerd en alınan "ganimet", "haraç" türünden şeyleri anlatır. A m a özel anlamıyla; "g a n im e tin savaş yoluyla alınmayan türü olduğu ileri sürülür.21 "Dönen", "dönen gölge" anlamını da içerdiği belirtilir.
Y ine " a y e tle geçen "m usallat eder" de "başa dolar, sultasını kurar" anlamındadır. "Peygamberi'ni dilediği kim selere m usallat eder", "Pey gam beri'ni dilediği kim selerin başına dolar, saldırtıp baskın kılar. Sul tasını kurar onun" dem ek oluyor.
A yetle şu d em ek istenir:
"Tann, Peygam beri'ni üstün, düşm anlarına korku verir kılmıştır. Bu yolla düşmanlardan, hiç savaşm adan 'ganim et' elde edildiği olur. B öyle at ve deve koşturmadan elde edilen ganimetler, peygamberindir."
Bu anlam verildiği için, kim ilerince, bu türden "ganim et"in "bö lüştürülm eden" olduğu gibi "P eygam ber"e bırakılm ası gerekir.22
"Fey"' sözcüğünün "dönen" anlam ından yola çıkılarak da şöyle bir düşünce geliştirildiği görülür:
"’K âfır'lerden alm an m allar, 'asıl sahibine d öndüğü için' bu söz cük kullanılıyor. Ç ünkü ’k âfır’ler m alın asıl sahibi olam azlar, asıl sahip say ılam azlar."23
K ısacası "kâfir "lerden alm anlar, "asıl sahiplerine döndürülüyor" dem ektir.
S öz k o nusu "ayet"te anlatılan türden "g anim et"ler de sağlam ış "P eygam ber". T ü rlü "m al"lar. T a şın ırları var, taşın m azları var. "Pey- g am b er"e b ırak ılm ış bunlar.
B u türden "ganim et"lere ö rnek olarak, "B enu N adîr"den (Na- diroğullarından) alınanlar gösterilir. Söz konusu "ayet"in de bununla ilgili olduğu söylenir.24
Benu Nadîr, bir "Yahudi kabilesi"ydi. M edine’ye iki saat ötede "yurt"lan vardı. M uham m ed'le "antlaşma" yapmışlardı. Gerektiğinde M u ham med'e yardım etmeyi üstlenmişlerdi. B ir "adam öldürme" olayından ötürü, M uham m ed "diyet" (öldürm eye karşılık akça) toplam aya yöneldi. Â m iroğullanndan iki kişi öldürülmüştü. Öldürense A m r tbn Ü meyye adında bir M üslümandı. M uhammed, "diyet" için gerekli olanı toplayıp Âmiroğullarma verecekti. Buna, Benu Nadîr'in de katkıda bulunmasını is tedi. Katkılarını sağlam ak için onların yurtlarına gitti. Arkadaşları da yanında vardı. O nlara istemini söyledi. Yahudi kabilesi isteme karşı çık madı. Yalnız, aralarında bir görüşm e yapmaları gerektiğini M uhammed'e bildirdiler. Biraz beklemesini söylediler. M uham m ed bu arada, bir evin duvarının önünde biraz bekledikten sonra, hızla ayrılıp M edine'ye döndü. Ve bu hızla dönüşün nedenini anlattı herkese: "Açıklaması"nda; ciddi ciddi; duvarının önünde beklediği evin üzerinden, öldürmek için kendisine
taş atılmak istendiğini, Benu N adîr Yahudileri tam bunu gerçekleştire
cekleri sırada Tann'nın durumdan haber verdiğini söyledi. M eğer "na- m ussuz"lar "Peygam ber'e "sû-i kast" düzenlemişler.
İşte M u h am m ed bu g ere k çey le kararını bildirm iş: "B enu N adîr kabilesi yurtlarını bırakıp gitm eliler! H em de on gün içinde! Y oksa boyunları v urulacak!"25
Z avallı Benu N adîr, önce biraz direndi, am a sonra çekip gitm ek- zoru n d a kaldı.
Kaynakların, "sahih hadis"lerin verdiği bilgiye göre; Benu N adîr Ya- hudileri yurtlarını bırakıp gitm eden önce, Peygam ber tarafından bir süre kuşatıldılar da. K uşatm a sırasında, M uham m ed bunların "hurm alıkla rındaki ağaçların kesilmesini" buyurdu. Çok etkili oldu bu. Yahudi ka dınları ağlaşm aya başladılar. S onunda "Peygam ber", istediği sonucu elde etti. Y ahudiler boşalttılar yurtlarını.26
B unlardan çokça "ganim et" kalm ıştı. Çeşitli" türden eşyanın dışında çok değerli "hurm alık"lar, topraklar kalmıştı.
Yine kaynakların belirttiğine göre,27 "Peygam ber"den bunların "pay laştırılm ası" istendi. A m a o paylaştırm a yoluna gitm edi. "Ayet"teki ge rekçeyle. Yani bu "ganimet"leri kimse "at koşturarak, deve sürerek" elde etm em işti. "Peygam ber"in "otoritesi"yle, onun kalplere düşürdüğü kor kuyla sağlanm ıştı. B üyük bir savaş olm am ıştı. B iraz "kuşatm a" o l m uştu, o kadar!
K im e, k im lere kalm ıştı bu ganim etler? V erilen bilgi şöyle:
M uham m ed bu "g a n im e f'te n bir bölüm ü, kendisi gibi "M ekke"den g elm iş o lanlara, "m uhacirler" adı verilen "h e m şe h ri"le rin e d a ğ ıtm ış tı. M ed in elilere g elince: B irkaçı dışında, b u n lard an kim seye b ir şey v erm e m işti.28
G eriye çok önem li bir bölüm kalm ıştı "g a n im e f'te n . K im e m i, kim lere m i?
"P eygam ber ve ailesi"ne!
İslam d ü nyasında en sağlam sayılan "hadis" kaynak ların a göre de bu, böyle.29
'P eygam ber ve ailesi"ne çok "verim li" topraklar, çok değerli "hur-
nıa lık"\a ı kalm ıştı.
Y alnızca bu da değil: "F edek"teki "hurm alık" ve topraklar da "sa vaşsız" alınm ıştı. " A y e f'te k i "g erekçe"yle b urası d a "P eygam ber"e k a lm ış tı.30 'M addi çıkar"a önem verm ediği, avukatlarınca ileri sü rülen "Peygam ber"e.
"Sevgili P eygam ber ve ailesi"ne, "H ayber" topraklarından da kalan
"hurm alık" vardı.31
Bu topraklar, "hurm alık"lar varken, bunlara sahipken "yoksul" olur mu insan?
A m a o denli "yalan" u ydurulm uş, örülüp öne sürülm üş ki, onlara bakarsanız, "P eygam ber ve ailesi" yine de çok çok "yoksul" bir du ru m d ay d ı.32 A ğlanacak durum daydı! "Peygam ber" ölürken, bir "beyaz katırı", bir de "arazisi" kalm ıştı. "B unların gelirleri"y se "yolculara, y o k su llara" a y rılm ıştı!33
Oysa "ayet"lerirı açık seçik arılattıklarına göre; "yoksulların, yolda kalm ışların p a y la n " ayrıydı. "Peygam ber ve ailesi"ninkinin d ışın d a ,
"beşte bir" biri, "beşte bir" de öbürü hak sahibiydi "ganimet"te. Bu, bir.
İkincisi; M uham m ed, "yoksullar için ” deyip, ayrıca "sadaka-zekât" toplardı. "Z enginler"in m alından toplayıp "y o k s u lla r'a dağıttığı ya da d ağ ıtılm ak üzere biriktirdiği savındaydı.
Tevbe Suresi'nin 103. ayetinde, "TanrTsı M uham m ed'e şöyle seslenir: "M allarının bir bölüm ünü, onları tem izleyip arıtacak nitelikte 'sadaka' (zekât) olarak a l . .."
B uharî'nin de içinde bulunduğu hadisçilerin bize aktardığına göre, M uham m ed "zorla" toplardı bu "sadaka"yı. M uâz'ı Y em en’e g ö n d e rirken, buy ru k ları ara sın d a şunu d a bildirm işti:
" ...V e hem en o nlara söyle ki, A llah onlara, m allarından 'sadaka' (zekât) verm elerini farz kıldı. Z enginlerinden alınıp, yo k su l larına v erilecek."34
Y ine B uharî'nin de yer verdiği bir "hadis"e göre, M uham m ed şöy le der:
"A llah'tan başka A llah olm adığına, M uham m ed'in O 'nun elçisi o ld u ğ u n a tanıklık edinceye, bunun y an ın d a nam az kılıncaya ve zekât verinceye dek; in sa n la rla savaşm a b u yruğunu aldım . Bu
koşulları ye rin e getirenler, canlarını ve m alla rın ı benden (be
nim elim den) ku rta rm ış olurlar. İslam 'ın öldürm em ve alm am için yetki verdikleri bunun d ış ın d a ..." 35
Hâkim'in Abdurrahm an Zaterî'den aktardığı bir hadis de şunları anlatır: 16
"Eş'ca' k ab ilesinden birinin m alından zekâtı alıp getirsin diye, P ey g am b er bir zekât m em uru gönderm işti.
"M em ur gidip zekâtı istedi. A m a adam vermedi. M em ur durum u gelip Peygam ber'e iletti. Peygam ber, adam dan zekâtı isterken; "Ben Peygam ber'in m emuruyum. Zekâtı alm am için o gönderdi!" de mesini buyurdu memura. M em ur buyruğu, buyrulduğu gibi iletti. N e var ki, adam zekâtı yine vermedi. M em ur gelip anlattı P ey gamber'e. Bu kez Peygam ber buyruğunu şöyle bildirdi:
"'Ü çüncü kez git. B u kez de verm ezse boynunu vur!"'36 B ö y lesin e katı, acım asız d avranıyordu M uham m ed.
V e anlatılır ki, Ebubekir, kendi halifeliği dönem inde, "zekât ver m iyorlar" diye ölüm saçarken, insanların kimini kılıçtan geçirtir, kimini de "yaktırırken"; Peygam ber’in bu tutum undan "fetva" alıyordu.37 "Ze
kât" la n istenenler, E bubekir döneminde, "Devlet B aşkani'nm , "zekât toplam ası"nı "meşru" (yasal) bulmuyorlardı. Şöyle diyorlardı: "Biz, M u
ham m ed'in Peygam berliği'ni kabul ediyoruz. N am az da kılarız. A m a zekât vermeyiz. Zekâtı, D evlet Başkanı'na vermeyiz. Peygam ber'e ve riyorduk, ona olan saygım ızdandı b u ..." Ebubekir ise, "zekâf'ın devletin m emurları eliyle toplanması gerektiğini bildiriyordu. Bunda direniyordu. Karşı çıkanları öldüreceğini, öldürteceğini söylüyordu. Kendisiyle her zam an çıkar birliğinde bulunan Ö m er bile bu tutum u çok sert bulm uştu ve şöyle konuşm uştu. "Ey M üslüm anların halifesi! M uham m ed'in P ey gam berliği'ni kabul eden, nam az kılan kim selere sen nasıl kılıç çeker sin?" E bubekir, şu karşılığı verm işti:
"A llah'a ant içerim ki, nam azla zekât arasın d a bir fark varm ış gibi gösterenlerle savaşacağım ! N am az nasıl bedenle y erine g e tirilm esi gereken bir görevse, zekât da, o ayarda, m ali bir g ö revdir. H er ikisi de İslam hukuku içindedir. Y ine A llah'a ant içerim ki, A llah'ın P e y g a m b e rin e verdikleri b ir d işi oğlağı, b e n
den esirgeyenlerin kafalarını koparırım !"3*
'D evlet de zekât toplar m ı?" diyeceksiniz.
Bu devlet, eğer "M uham m ed'in devleti"yse "toplar"!
M uham m ed'in toplattığı "sadaka", "zekât", "yoksullara" diye to p lanıyordu. A m a tüm ü y o k su llara mı dağıtılıy o rd u ?
O layları izler, onun yaşam ını incelerseniz, bu so ru y a kolaylıkla "evet!" diyem ezsiniz. T oplananlardan, "yoksul"lardan çok, "ileri gelen ashâb" ya d a P eygam ber’in "gönüllerini İslam 'a ısındırm ak istediğini" söylediği k im seler y ararlanm aktaydılar A m a bu noktayı geçelim .
"Hadis"ler, "Peygamber ailesi"nin, "sadaka-zekât malı"ndan yem e diklerini anlatır. P eygam berin bu konuda son derece titizlik gösterdiği aktarılır. Bunun gerekçesini de P eygam berin herkese açıkça anlattığı bil dirilir. Bu açıklamaya göre; Peygam ber, "Sadakanın, zekâtın; zenginlerin her türlü malının kiri olduğunu ve ailesinin böyle bir kiri yiyemeyeceğini" bildirmekte.39
"İyi am a, zekât alan y o ksullara nasıl uygun g ö rülüyor bu kir? Y ok sul k itlelere nasıl y ediriliyor? U lu T anrı, bunu nasıl uygun görm üş?" diye sorulabilir elbet. A m a M uham m ed’e ve "T a n n "sın a sorulm alı. B ir de inanırlarına!.. B unu da geçelim .
M uham m ed'in ailesi için "sadaka", "zekât" mallarından yararlanm a "yasak" olduğuna göre, bu ailenin "geçim kaynağı", sözü edilen "sadaka, zekât gelirleri" değildi. Olam azdı. Çünkü M uham m ed, "kir" sayıp ya sakladığı bu türden gelirleri, bu nitelikte bir kaynak görünüm ünde bu- lunduram azdı. "El altından" yararlanılabilirdi belki. A m a görünüşe ters düşm em ek zorunluydu. Sözü edilen gelirler hem "kir"liydi, hem de "yok sullara dağıtılm ak üzere" toplanan bir "devlet geliri"ydi.
Ö yleyse, M uham m ed ve ailesine, bunun d ışın d a bir geçim k ay nağı olm alıydı. O nitelikte ki, y alnızca "el altından" değil; rah at rahat yararlanabilsin bu aile.
B u y sa ancak; "özel m ülk"ü olursa m üm kündü. A ilenin kendi malı m ülkü o lm alıydı. O zam anki toplum sal yapıyı, ü retim ilişkilerini göz ö nünde tutarsak kolaylıkla g ö rürüz ki, başka bir yol yoktu.
işte "kâfir"lerden elde edilen şu ya da bu türlü "ganim et"lerden "P eygam ber ve ailesi"ne ayrılanlar, çeşitli "nıal'lar, bu arada to p raklar, "hurnıalık”lar bu türdendi. Y ani ailenin kendi m alıydı, kendi
"m ülk"üydü.
Bunlar, M uham m ed'in ve ailesinin "özel mülkiyeti" içine girdiğin- dendir ki, M uham m ed de, ailesinin öteki bireyleri de, "alın teri"yle kaza nılm ış m al ve m ülkleri gibi kullanıyorlardı. "Sadaka", bağış veriyor lardı, "arm ağari'lar veriyorlardı, borçlar veriyorlardı, borçlar k arşılıy o r
lardı. M uham m ed M ekke'den M edine'ye yeni "göç"tüğünde, kendisine verilen borç ya da arm ağanlara daha sonra karşılıkta bulunm a gereğini duyduğunda, hiç değilse bir bölüm ünü karşılam ıştı. N eyle? İşte bu tür den "özel mülkiyet"inde olan m alıyla mülküyle. Örneğin; M üslim 'in ve başkalarının yer verdikleri bir "hadis"e göre; M edine'ye yeni göçtüğü sıralarda, "Allah'ın elçisi"ne arm ağanlar sunanlar arasında bir adam vardı ki, "hurm alıklar" bağışlam ıştı. Peygam ber'in kendisine, özel m ülk olarak arm ağan etmişti. Sonra Peygam ber, Benu K urayza ve Benu N adîr Y a hudilerinin yerlerini ele geçirince, kendisine aynlandan bir bölümünü, o adam dan aldıklarından bir bölüm üne karşılık olarak verm e gereğini duym uş, adam a verm işti.40 B una ne derseniz deyin, ister "borç ödem e" deyin, ister "arm ağana arm ağanla karşılık verme" deyin...
"Ö zel m ü lkiyet"inde bir şeyler vardı ki, M uham m ed "sadaka" ve riyordu. Ü stelik "zekât" niteliğinde verdiğini yansıtan aktarm alar bile var. O nca gelirler göz ö nünde tutulursa, b una şaşm am ak gerekir.
M uham m ed'in işi "ticaret" yapm ak değildi, am a kimsenin küçüm - seyem eyeceği gelir kaynakları vardı. Bu kaynaklardan kimini, "kâ- fir"lerden elde edilen "ganimet"lerden kendisine ve ailesine aynlanlar oluşturuyordu. K im iniyse inanırlarının verdikleri "arm ağari'lar m eydana getiriyordu. M uham m ed, "sadaka", "zekât" adı altındakileri kabul et miyordu, am a "armağan" olarak verilenleri kabul ediyordu.41 Ailesine de, bu türden şeyleri geri çevirm em elerini "tem bih” ediyordu.
"A rm ağan" (hediye= hibe) deyip geçm eyin.
Peygamber'e, ailesine inanırların verdikleri armağanlar, yabana atıla m ayacak bir tutara ulaşıyordu. Tek tek ele alındığında bile, içlerinde, bir aileyi, birkaç kez "zengin" edecek türden olanlar vardı. M uhammed'i çok savunan, göklere çıkaran, çağımızdaki avukatlarından, Haydarabad Üni- versitesi'nin eski Devletler Hukuku Profesörü, Türkiye üniversitelerinde de sözleşm eli profesör olarak çalıştığı için Türkiyelilerin çok iyi tanıdığı ve Türkiye'nin üniversiteli dincilerinin bir çeşit "ışık tutucu"su durum unda bulunan Prof. Dr. M uham m ed Hamidullah'ın İslam Peygamberi adıyla Türkçeye de çevrilen kitabında bakın ne deniyor:
"Hicri 3. yılda, M uhayrık adında bir ’sahâbrsi, M u h a m m e d A.S.S'a (Aleyhissalatu Ve's-Selâm 'a) vasiyet yoluyla yed i h u rm a bahçesi
D üşünün, "yedi hurm a bahçesi" bağışlanm ış bulunuyor M uham med'e. Bu, yalnızca bir kişinin armağanı. Bu "yedi hurm a bahçesi" bile, bir insanın "yedi sülalesi”ni zengin etm eye yetm ez mi?
Bir "dinci", bir "İslam ve M uhammed propagandacısı" Profesör bile, bunu kitabında yazmaktan kendini alamıyorsa üzerinden vurup geçilemez.
G erçek kısaca şu: G erek "ganimet"lerden ayrılan mal ve mülklerle, gerek inanırlarınca sunulan arm ağanlarla M uham m ed ve ailesi, önemli ölçüde "varlıklı" bir durum a gelmişti. Bu mal ve mülklerin kiminin, Ebu bekir ve Ö m er dönem lerinde "kamulaştırılm ası", gerçeği değiştiremez. M uham m ed’in de bunu böyle istediği yolunda "hadis"ler var. Am a bunlar sonradan uydurulmuştur. Ç ünkü M uham m ed'den hiçbir "vasiyet" kal m am ıştır geriye.43 Kaldı ki, M uham m ed öyle isteseydi, o mal ve mülkü, sağlığında "özel m ülkiyeti"ne almazdı. Üstelik, M uham m ed, "ailesi'ne
son derece düşkündü. Sahip olduğu hiçbir "nimet"in, aile ve yakınlar
dışına çıkm asını istem ezdi. Ç ok düşündürücü bir örnek sunayım: B uharî'nin E 's-Sahih'ındc de yer alan bir "hadis"e göre:
"P eygam ber'in karılarından H aris kızı M eym ûne, bir cariyesini azad etm işti. B unun için P eygam ber'den izin alm am ıştı. P ey gam ber, belirli birleşm e günlerinden birinde onun yanına varm ıştı ve a ra ların d a şö y le b ir k o n u şm a g eçm işti:
-B iliyor m usun, ben cariyem i azat ettim! -G erçekten yaptın mı bunu?
-Evet!
-A zat etm eyip d ay ıların a arm ağan olarak verseydin daha çok sevap kazanm ış o lu rd u n !"44
B u rad a üzerine durulup d ü şünülm esi gereken şu:
P eygam ber'in k a n la rın ın b ile "cariye"si (dişi köle) var.
P eygam ber'in karısı, zavallı "cariye"yi insancıl am açla "azat et- m ek"te; a m a "Allah'ın P ey g a m b eri, bunu uygun bulm am akta.
Peygam ber, karısının, "cariye"sini "azat" etm ek yerine, ailesinden bir ya kın ın a "armağan etm e "sini daha uygun bulm akta.
N eden?
Ç ünkü "köle-cariye" çok değerli birer "m al”dı. Peygam ber, bu malın, bu değerli "nimet"in "özel m ülkiyet"inden çıkıp "aile" ve yakınlarının dışına gitm esini istem em işti. "İnsancıl am aç"la da o ls a ...
Böyle bir "Peygamber", ailesinin çıkarlarını nasıl "feda" eder ve nasıl bunlara ait olan "mal" ve "mülk"iin "kam ulaştınlm ası"nı istemiş olabilir?
Dem ek ki, ne M uham m ed ölmeden önce "malı mülkü olmayan" bi riydi, ne de bu malını m ülkünü öldükten sonra "kam uya bırakılm asını vasiyet etmişti". M uham m ed’in avukatları, öncekiler ve sonrakiler, bu iki başlı yalan için durm adan "hadis" de uydurm uşlardır. D ahası, bu ha disleri, "en sağlam" sayılan hadis kitaplarına bile sokmuşlardır. A m a yine de iki yandaki gerçek tüm üyle örtülememiş.
Y alanları b iraz dah a ay d ın lığ a çe k m e y e çalışayım :
S a h ih u 'l-B u h a rînin de yer verdiği bir hadis:
P eygam ber'in karıların d an A işe anlatıyor. A nlattığı kim se kız kardeşinin oğlu U rve:
"B iz P eygam ber karıları b ir 'yeni ay'ı görürdük; o geçerdi. B ir 'yeni ay' dah a görürdük; o da geçerdi; B ir üçüncü 'yeni ay' daha görürdük. B öylece üç 'yeni ay' görm üş olurduk ve (k o sk o cam an) iki ay geçm iş olurdu da, P eygam b er'in odaların d a ateş p arçası yakılm azdı!"
B ununla ne denli "yokluk" içinde y aşadıklarını, ne denli "yoksul" o ld u k ların ı an latm ay a çalışıy o r.
U rve soruyor:
"Peki teyzeciğim, siz ne yiyip içiyordunuz, neyle yaşıyordunuz?" A işe şu k a rşılığ ı v eriy o r:
"İki 'kara' nesneyle: H urm a ve su. B un u n la birlikte; P eygam ber'in, M edineli kom şuları vardı b unların d a sağılan koyunlar] vardı. B unlar, sağdıkları koyunlarının sütünden A llah'ın elçisi ne arm ağan gönderirlerdi. P eygam ber bize de içirirdi."45
B unu okuyan ya da işiten, am a gerçeği bilm eyen inanırlar, "ağ layacak" olurlar. A ğlarlar da kim i zaman.
O ysa bu gerçek olamaz. Yukarıda, Peygam ber'e "kâfır"lerden neler, ne "ganim et"ler kaldığını, bunun dışında nice önem li arm ağanlar (ina nırları tarafından) sunulduğunu, B uharî’nin kitabının da içinde bulunduğu hadis kitaplarından aktardım; gördük. Bu yollardan gelen "servet"ler, bir aileyi değil; bir sürü aileyi zengin etmeye yeter.
A yrıca, aynı hadis k aynaklarında yer alan başka hadisler de bunu, yani A işe'y e anlattırılan ı yalanlıyor:
Peygam ber "Kurban Bayramı" olunca kurban keserdi. H em de bir ye rine, "birkaç tane” keserdi. Arkadaşlarından Enes'in anlattığına göre, bir "Kurban Bayram ı"nda "iki koç" kesmişti.46 Abdullah İbn Ö m er de, Pey gam ber'in bir bayram da "bir sığır, bir de deve" kurban kestiğini an latır47
B ilindiği gibi "kurban' ı "zengin"ler keser. D em ek ki, P eygam ber "zengindi". Ü stelik, bir K urban B ayram ında "bir sığır, bir deve" ke secek kadar.
H ayır, bu k adar değil.
Peygam ber ailesinin "çok yoksul olduğu" anlattırılan aynı Aişe, Pey gamber'in "hac" için de, "kanları adına" kurbanlar kesip gönderdiğini anlatır. Bunu da B uharî gibi sağlam sayılan hadisçiler yazar.48
B ir aile düşünün ki, bay ram ın d a önem li kurbanlar kesiyor, haccın- da önem li kurbanlar kesebiliyor, kestirebiliyor; bu aile "yokluk-yok- sulluk" içinde görülüp gösterilebilir mi?
D aha bitm edi:
B ilindiği gibi, M uham m ed ölüm ünden birkaç ay önce, sonradan "vedâ' haccı" adı verilen bir "hacc"ı yerine getirm işti. (Şubat, 632.)
İşte bu "hac" sırasında, kendi ve ailesi için k esilm ek üzere M u ham m ed'in o rtaya getirdiği "kurbanlık deve"lerinin sa y ısı çok ilgi çekicidir: "Y üz''\
Evet, Buharî'nin de yer verdiği "hadis"te açıkça belirtildiğine göre, Pey
gamber, "Veda Haccı"nda "yüz tane deve" kurban olarak sunmuştu.49 Ve
M üslim gibi önemli hadisçilerin de yazdıkları anlaüm a göre, bu "kur banlık" develerin altmış üç tanesini, M uham m ed kendi eliyle kesmiş, öbürlerini de Ali'ye kestirmişti.50
Bu "kurbanlık deve"ler, "devletin malı"ndan olamazdı. En azından ol maması gerekirdi. Çünkü "hac" ibadeti de, sunulan "kurban"lar da "ki- şi"lerin kendilerine düşen "ödev" anlamını içerir. "Kişisel" ödevlerin gi derlerinin "devlet malı"ndan sağlanam ayacağı da açıktır. Öyleyse, "Pey- gam ber"in sunduğu "yüz kurbanlık deve", özel m ülkiyetindeki develerdi, kendi malıydı bunlar. Yani öyle olm ası gerekiyordu.
B ir adam düşünün ki, "hac" gereklerini karşılam ak için y aln ızca "kurban" olarak, yüz deve çıkarıp sunabiliyor; bu insanın ve ailesinin 22
serveti küçüm senebilir m i? B ir "hac" için çıkarılan bu sayıdaki d e veler bile, birkaç aileyi zengin kılacak ölçüde büyük bir "servet"tir. Ö yle değil mi?
Peygam ber öylesine "cömert" davranmış ki, yine B uhaıfnin de yer verdiği bir hadiste, Ali'nin anlattığına göre; develerin tüylerinin ve de rilerinin de "sadaka olarak" dağıtılmasını buyurmuş.51 "Yokluk" ve "yok sulluk" içindeki kişiler, aileler, bu "cömertliği" gösterebilirler mi? Başka deyişle, böyle "savruk" davranabilirler mi, ya da bunun için "olanak" bu labilirler mi? Gerçekleri göz önüne getirerek düşünüp değerlendirelim.
D ahası var:
En sağlam sayılan hadis kitaplarında bile, "Peygam ber"in, k en disinden ne istenirse, istensin, "yok!" dem ediğini ve "verdiğini" kanıtlam a am acını güden birçok hadis var. B unlardan b irinde şunlar anlatılm akta:
"A dam ın biri P eygam ber'e gelip istekte bulundu. P eygam ber de o k işiy e ik i d ağın a ra sın ı d o ld u ra c a k kadar çok ko y u n verdi. S onra adam kendi toplum una gidip şöyle konuştu: ’Ey toplu- m um ! (Y a K evm î!) M üslüm an olun! Ç ünkü M uham m ed, iste neni veriyor .y o k s u llu k ta n korkm uyor!"'52
"Ö vgü" için anlatılan bu "hadis", M uham m ed'in "alabildiğine z e n
g in " olduğunu d a ortaya koym uyor m u?
V e düşünelim şim di, M uham m ed'in bunca "devesi", koyun sü rü leri varken, "karısı" A işe kalkıyor, "P eygam ber'in odalarında, ay larca ateş y anıp yem ek p işm ediğini, P eygam ber'in gerek kendisinin, gerek aile bireylerinin, kom şulardan getirilen sütle, bir de su ve hurm ayla g eçindiklerini" anlatıyor. Y a da ona böyle anlattırılıyor. O nun ağ zın d an uyduruluyor. İnanılır mı buna?
G örülüyor ki, M uham m ed'in çok önem li "servet"ler edindiği, bunu da çok büyük ölçüde kendisi ve ailesi için edindiği gerçeği tüm üyle ö rtülem iyor. Y alanın "m ızrak"ları "çuvala sığm ıyor". E dindiği se r vetlerden "cöm ert"çe h arcam asına gelince:
"C öm ertçe h arc am a ları"n a şaşm am ak gerekir. "C öm ert görünm e" gereğini duyuyordu. "M addi çıkar"lar y o luyla insanları "kazanm ak" istiyordu. Bu, "itiraf" da ediliyor. "İtira f', hadislerden başka Kur'an'a.
d a g eçm iştir. K u r'a n 'a aç ık ç a bir "kurum " o la ra k yerleştirilm iştir: "G önülleri İslam 'a kazanılm ak istenenler" adıyla. B unun yukarıda sö zü edilm işti.
M uham m ed'in gerçekte kaygısı "İslam"dan çok, kendi çıkarlarıydı. A m a İslam 'la onun çıkarları "özdeş" durum a gelmişti. İç içeydi. İslam ol mazsa, onun çıkarları da elden gidecekti. "Harcama"larının en büyük ne deni buydu.
Bir nedeni de, "servet"lerinin elde ediliş biçimiydi. "Zorbalık"larla, korkutmalarla, çeşitli "hile"lere dayalı "cihad 'larla, çapul yoluyla, yağm a yoluyla elde edilmişti. Ve artık "m aya tutm uş", işler yoluna da girmişti. Gerisi de geliyordu "servetlerin.
B öyle olunca M uham m ed neden "cöm ert" davranm asın? D aha nice " n e d e n le r sıralanabilir onun "hovardaca harcam alan"na. M uham m ed'in onca m alı m ülkü, serveti varken; şu yalan uy- durulabiliyor:
"Peygamber öldüğünde, zırhı, bir Yahudi'de 30 dirhem karşılığında tuttu (rehin) olarak bulunuyormuş."
B unu, en sağlam sayılan hadis kitapları bile y azıyor.53
O denli serveti olan kim se, otuz dirhem (güm üş) bulam ıyor o la bilir m i? Serveti filan olm asaydı bile, bunu inanırları sağlayam az m ıydı kendisine? İnanırlarının tüm ü de o denli yoksul m uydu?
Ölmeden birkaç ay önce, yüz deveyi "hac"da "kurban" kesip sunan bir insanın, otuz dirhemi bulamadığı için bir "Y ahudi'ye başvurm ak zorunda kalması, ona "zırh"ını "rehin" olarak vermesi hiçbir aklın, mantığın kabul edebileceği bir şey değildir. A çık seçik yalandır.
İşte böyle yalanlar da uyduru lab iliy o r P eygam ber'in avukatlarınca. B ir yandan "Peygam ber"in "yokluk-yoksulluk" içinde öldüğü ileri sürülürken, öbür yandan d a bununla hiç bağdaşm ayacak bir sav o r taya atılıyor; "Peygam ber, tüm servetini, sadaka o larak kam uya bırak m ış." Y ani "servet" hem yok gösteriliyor, hem de "sadaka" olarak "k am u y a bırakılm ış" g österiliyor.
M uham m ed'in "servet"ini "kam uya bırakm ış" olam ayacağını yuka rıda anlatm aya çalışmıştım. B una yeniden dönm eyeceğim . Ancak; bu konuda uydurulduğu belli olan "hadis"ler neden uydurulm uş olabilir? Bunun üzerinde kısaca durm akta yarar var:
M uham m ed'den kalan "mal mülk", öyle ailesine bırakılacak kadar az değildi; çoktu, pek çoktu. Hele birkaç yerde, verimli, çok verimli top raklar üzerinde bulunan "hurma bahçeleri"nin değerine paha biçilmezdi.
B unlar ne olacaktı?
Y alnızca bir bölüm ünü almak, kalanını aileye verm ek olamazdı. Ç ünkü bunun form ülünü bulm ak kolay değildi. Y a hep alınırdı, ya da hiç alınmazdı. "Hiç almam ak" ve bunca serveti bir aileye bırakm ak olam a yacağına göre, "tümünü alma" yoluna gidildi. Tüm ü "kam ulaştınldı".
N e var ki, "Allah ve Peygam ber'in buyrukları"nın dayanak alındığı bir yönetimdi. Bu konuda "ayet" olm adığına göre, "hadis" gerekliydi. İşte bu "hadis"ler uyduruldu. D aha darda kalınsaydı, "ayet" bile uyduru- labilirdi. N ice uydurulanlar g ib i...
K onuyla ilgili kavgalardan, tartışm alardan ve hadislerin n ite liğ in den anlaşılan odur ki, bunları uyduran ya d a uydurulm asını sağlayan, d ah a çok; E bubekir ile Ö m er olm uştur.
E bubekir ve Ö m er için "m addi durum " çok önem liydi. H em "dev letin başındaki k işiler olarak" önem liydi, hem de özel çıkarları için. B unlar, onca serveti M uham m ed'in ailesine bırakam azlardı. M u h a m m ed'in karıları içinde kendi kızları o lsa b ile ... G erekirse, kendi k ız larına, M uham m ed'in karıları içinde alabileceklerinden çok d ah a faz lasını sağlayabilirlerdi de.
Aslında, Ebubekir ve Ömer, M uham m ed'in "Peygamberliği"ne inan m ış kişiler değillerdi. "Peygamberliği" değil; kendilerine neler kazan dırabileceği, neler sağlayabileceği ilgilendiriyordu onları. Onunla her şeyden önce "çıkar ortaklığı" yapm ışlardı. İşin ta başından beri bu böyleydi. Nice kanıtları var bunun. Bu kanıtların biri de, M uham m ed'in "vasiyef'ine engel olmalarıdır. Kendi çıkarlarıyla bağdaşm az diye. B u harî'nin de yer verdiği şu hadis, bunu açıkça ortaya koyan kanıtlardan yalnızca biri:
A bdullah İbn A bbas anlatıyor:
"Peygamber'in hastalığı artınca: 'Haydi yazı yazacak bir şey (kalem, şu bu) getirin de bir yazı (vasiyet) yazayım. Öyle bir yazı yazayım ki, size yol göstersin de, benden sonra şaşkınlığa düşm eyesiniz!' dedi. A m a Ö m er hem en şöyle konuştu: 'Peygamber'in hastalığı çok arttı, ağırlaştı. (Bırakın onun dediklerini. Yazı yazacak bir şey ge
tirmeye gerek yok. Çünkü:) Allah'ın kitabı var ve o bize yeter!' Onun bu konuşması üzerine tartışmalar, çekişm eler oldu orada. Bu durumu gören Peygamber, 'Çekip gidin haydi, dağılın! Benim ya nım da tartışm a olam az!"’54
A bdullah İbn A bbas şöyle der: "N e büyük m usibettir ki, P eygam b e r le yazm ak istediği vasiyeti arasın a g eçm iştir."55
Ömer, "Peygamber'in vasiyeti"nin yazılm asına niçin engel olmuştu? K uşkusuz bundan k ay g ılan d ığ ı için. İleriye yö n elik k işisel ta sarı larına ve çıkarlarına engel olur diye. Bu nedenle o dev yapısıy la he men önlem işti vasiyet yazılm asını.
Olay, Ömer'in kişisel "hırs"ını ortaya koyduğu gibi, "Peygamber"e inanm adığını da ortaya koyuyor. "İnanır" bir kişi, "Peygam ber"ine böyle karşı çıkarak saygısızlık gösterebilir mi?
Şaşılası b ir durum dur ki, bir yanda ortada böyle b ir olay var; öbür yanda: "P eygam ber, ailesinden kim senin m irasçı olam ayacağını, tüm m alının sadaka olarak değerlendirilm esini vasiyet etti!" türünden bir sav. Y ani, "vasiyet etm esine engel olunm uş" bir insanın "vasiyet et tiği" ileri sürülebiliyor!
Ali d iren ir gibi g ö rü n m ü ştü .56 A m a A li'de, E bubekir'e, Ö m er'e karşı sonuç alabilecek güç ve [ ...] ne gezer.
M uhammed'in servetine ilişkin sözü uzatmaya gerek yok. Özeti şu ki; "Peygamberliği"nde, gerek kendisine, gerek ailesine, yakınlarına "maddi çıkar sağlama" düşüncesi az etkili değildi. Bir sürü belgesi olan bir ger çektir bu. Yadsınamaz. .
M uham m ed böyle. G eçelim İsa'ya:
"İsa öyle değildi!" diyenler çıkabilir. O ’nun öğütlerine bakarak bu y argıda bulunulabilir. B ak san ıza ne diyor İncil'de:
"G öklerin m e lek u tu n az en g in adam güçlükle girer."
A /alfn'sında (19:23), M a rko s unda. (10:24) ve öteki İn cillerin d e yer alır bu öğüt.
İsa, bununla da kalm az, Incil'lere göre, öğüdünü bir benzetm eyle de dile getirir:
"Y ine size derim ki, D e v e n in iğ n e d eliğ in d en geçm esi, ze n g in in
A lla h 'ın m elekutuna (K rallığ ın a) girm esinden daha kolaydır."51
M uham m ed de bu "benzetme"yi çok beğenm iş olmalı ki, alıp Kur'an 'a koymuş. [...] kimi "yazar"lar gibi "kaynak" göstermeden ve "TanrTsına mal ed erek ... A m a başka biçim verip kullanmakta:
A 'râ f Suresi'nin 40. ay etinde şöyle denir:
"Ayetlerimizi yalan sayıp, büyüklük taslayarak ondan uzaklaşan- lara, gö ğ ü n kapısı açılmaz. Ve onlar, deve, iğne deliğinden geçene
dek cennete girem eyecekler..."
Incil'de,, İsa ’nın bir gençle konuşm asına, gence öğütlerin e ilişkin
kesim de ilgi çekici:
"G enç adam İsa'ya şöyle dedi: B ütün bu öğütleri tuttum . Ş im di eksiğim nedir?
"İsa o n a şu karşılığı verdi: E ğ er ek sik siz liğ e erm iş (kâm il) o l m ak istersen, git; nen varsa sa t ve y o k su lla ra ver. G öklerde h â zinen olacaktır. Ve gel benim ardım ca yürü.
"Fakat genç adam bu sözü işitince üzgün gitti. Ç ünkü çok m alı v ard ı."58
Bu tür öğütler, İsa'nın "m addi çıkar"a ön em verm ediğini ve bunun y anında tüm üyle "yoksullardan yana" olduğunu gösterir mi?
"İsa" diye bir "Peygam ber'in "yaşadığı" ve n a sıl yaşadığı kesin ola rak bilinseydi, "maddi çıkar"a önem verip vermediği bilinebilirdi. Ö ğüt leriyle yaşam ı karşıla ştırıla ra k. Bu olanağınız yok. Çünkü yazarları bile tartışılan59 /nci/lerden başka, önem li sayılabilecek bir kaynak bulun mamakta.60 /nci/lerin birçok yerinden alıp aşırdığını, bu kitapları "kay n ak ların d an biri olarak kullandığını gördüğüm üz M uhammed'in tanıklı ğı, yani İsa'yı "var" göstermesi, "İsa şöyleydi, böyleydi..." dem esi bilim sel bir kanıt olamaz. Onun için, bu konuda yargıya varılamaz. Yani "İsa, nasıl öğüt veriyorduysa öyle yaşıyordu, elinde neyi var, neyi yok yok sullara dağıtıyordu..." gibi bir sav da, bunun tersi de kesin bir yargı olarak ileri sürülemez.
A ncak; b ilebileceğim iz bir şey var:
Elindeki her şeyi dağıtan bir insan, dünyam ızın gerçekleri içinde
yaşayam az. Çünkü yaşam ın neye bağlı olduğu, koşullarına uyulm adan
yaşam ın sürdiirülemeyeceği bellidir. Hiç yem eden, içmeden, hiçbir şey giym eden, hiçbir barınağı olm adan yaşayabilecek insan düşünülebilir mi? "Elindeki her şeyini dağıtan insan", bu durum dadır işte.
"Göklerde hâzinen olacaktır!" sözününse "ciddiye" alınabilecek bir yanı yok. B ir "uyutmaca", bir "yutturmaca" olmaktan öteye gidemez.
In cil'deki şu sözler de öyle:
"N e yiyeceksiniz, ya da ne içeceksiniz diye yaşam ınız için; ne g iy ecek sin iz diye de bed en in iz için kaygı çekm eyin. Yaşam (hayat), yiyecekten; beden, giyecekten daha üstün değil m idir? G öğün kuşlarına bakın: O nlar ne ekerler, ne biçerler, ne de am barlara toplarlar. V e gökteki babanız, onları besler. Siz onlardan daha değerli değil m isiniz?"61
K ur'an'da da var bu tür "uyutm aca"lar: T âhâ S uresi'nin 132. ay e
tindeki şu ö ğüt de bu türdendir:
"A ilene, nam az kılm alarını buyur ve üzerinde diren. B iz senden 'rızık' (yiyecek, içecek) (kaygısı) istem iyoruz. (K aygıya gerek yok.) S ana rızkını verecek olan, biziz. En iyi son, T an rı'y a karşı g elm em en in k arşılığ ıd ır."
"G anim etten ganim ete koşan M uham m ed"in "T a n n "sı veriyor bu ö ğ ü d ü !
İsa'nın "yoksullar"dan y an a olup olm adığı konusuna gelince:
Incil'e göre değerlendirip yargıda bulunm ak gerekirse, şu, rahatlıkla
söylenebilir: İsa, yoksullardan yana değildi. Çünkü In c ildeki öğütleri yoksullar yararına değildir. Yoksul kitleleri uyutucu niteliktedir. Zengin lere, "Allah'ın m elekutuna kolay kolay girem eyeceklerini" bildirmekle ve "malınızı yoksullara dağıtın!" dem ekle yoksul kesim den yana olunmaz. "Zengin"lerin um urunda bile değildir bu "bildiri"ler, bu öğütler. "Allah'ın melekutuna" gireceklerm iş, girm eyeceklerm iş sorun değil onlar için. Öğüde kulak verip mallarını m ülklerini dağıtacak da değiller. Olan, yine yoksul kitlelere oluyor. "Bildiri"leri "TanrTdandır" diye "ciddiye" alan onlar. Öğütlere boyun eğen onlar. Çünkü güçsüzlük batağındalar, bil gisizlik batağındalar.
İsa'nın öğütlerini ciddiye alm ak, herkesten önce "din adam ları"na d ü şm e z m iydi?
"Kilise"yi, "kiliseler'l ve buralardaki din adamlarını göz önüne getirin. B ir zam anların; "para" karşılığında "Tanrı" adına "b a ğ ışla m a ların ı, şu "Endüljans" (Indulgence) rezaletini düşünün. 31 M art 1515'te Roma'daki Saint-Pierre Kilisesi nin yapımının bitmesi için bir papanın, "yardım" ve recek olanların yararına bir özel bağışlam a düzenlem iş olm asını ve son radan ortaya çıkarılan "çıkar oyunları"nı düşünüp göz önüne getirin. "Maddi çıkar "in; çağlar boyu, kiliselerde, ülke yönetimlerinde egemenlik kurm uş olan "din adam ları"nın iniş ve çıkışlarında ne tür etkiler oluş turduğunu anımsayıp değerlendirin.
N eredeydi İsa’nın "öğüt"leri?!
Belli ki, bu öğütlerin "geçerli" olduğu yalnızca bir kesim var, o da; yoksul kesim dir.
V e bu öğütlerden hep, varlıklı kesim yarar görmüştür. Ben kuşku duy m uyorum ki; İsa'yı da, İncillerini de "yaratan" bu kesimdir. Yani o "Al lah'ın melekutuna kolay kolay giremeyecekleri" bildirilen zengin kesim.
İsa diye biri eğer "Peygamber" olarak yaşam ışsa, Peygam berliğinden de, /nci/lnden de önce, "Yahudi"ydi. "Y ahudi'lerin hangisi, ya da hangi "Peygam ber’! "maddi ç ık a r'la ilgilenm em iş ve "çıkar-tapar" olm am ış ki, İsa öyle olm asın? "M usa" mı? Eğer gerçekten yaşam ışsa, Tevrat'ın açıklam asına göre "Tanrf'sının buyruğuyla "soygun" yapan ve yaptıran biri62 için "madde"yle, " ç ık a rla 'ilgilenmedi" nasıl denebilir? Tevrat’ın "Kral"ları mı "çıkar düşkünü" olm adılar, Krallıkla Peygam berliği birlikte yürüten D avud’u mu öyle olmadı, Süleyman'ı mı öyle olm adı?
Tevrat'ın "tanıklığı"na bakalım :
Bir sürü "kan"sı ve "cariye"si olduğu halde kom utanlarından Hitti Uriya'nın karısını da getirtir ve koynuna alıp yatar. Sonra da "cephe"ye gönderdiği bu komutanın öldürülmesi sağlansın diye m ektup yazar ve buyruk yerine getirilir.63 Tevrat bu olayı anlattıktan sonra şöyle der:
"D avud'un yaptığı şey, R abbin gözünde kötüydü."
"İsrail'in A llah'ı R abb", D av u d ’a "sitem "ini bir aracıyla bildirir. A racı gelip bir soru sorar:
"Bir kentte, bir zengin, bir de yoksul kişi yaşardı. Zengin adamın pek çok koyunları ve sığırları vardı. Yoksul adam ınsa, satın alıp beslediği bir küçük dişi kuzudan başka hiçbir şeyi yoktu. ( ...)
"Zengin adam a bir yolcu geldi. Adam, yolcusunu (konuğunu) ağır layıp sevindirm ek için kendi koyunlanndan, sığırlarından birini alıp sunm ak yerine, yoksul adamın kuzusunu alıp sundu (yedirdi ya da verdi). (Zavallı yoksul, elinden alman bir kuzudan da oldu.) "(N e dersin sen bu işe?)"64
D avud, tepkisini şöyle belirtir:
"B unu yapan adam , ölm esi gereken bir adam dır. (Y ani 'o zengin ço k kötü bir insanm ış' d em ek ister.)"65
B unun üzerine "Tanrı" aracısı hem en şöyle söyler: "İşte o adam , sensin!"66
V e ardından Tanrı'nın "sitem "ini iletir. "İsrail'in A llah'ı Rabb", şöyle dem ekte Davud'a:
"Ben seni, İsrail üzerine K ral olarak uygun görüp kutsadım . Seni S aul'un elinden kurtardım . E fendinin evini sana ve onun ka rı
larını senin koynuna verdim . İsrail'le Y ehuda evini sana verdim.
E ğer bu az geldiyse sana daha neler neler verirdim . N için R ab bin g özünde kötü olanı yaptın?"67
K ur'a n 'm da bu öyküyü aldığı görülür. "Sâd" S uresi'nin 22. ve 24.
ayetlerine göre, D avud'un y ap tığ ı şey şuna benzer: K endisinin d o k
san dokuz koyunu olduğu halde, y aln ızca b ir koyunu olan kişinin elin
deki bu bir koyunu d a alıp kendisininkilere katm a yoluna giden kişinin davranışı. D avud da, bu an lam d a bir d av ra n ışta bulunm uştur.
"Tevrat'ın ve K ur'an'm bu anlattıkları gerçektir!" dem ek istem iyo
rum . Ç ünkü ikisindeki de b ir "m asal".
A ncak, anlatılanlar, "T anrı'nın seçtiği adam " ve "Peygam ber" ola rak sunulan kişinin neye, n elere "düşkün" o ld u ğ u n a "tanıklık" yö n ü n den ilgi çekici.
Tevrat'ın, Kral Süleyman (Peygam ber) hakkında da benzer tanıklığa,
benzer anlatım lara yer verdiğini görürüz. Anlatılanlara göre, Süleyman da "maddi varlığa" ve " [...] keyfine” az düşkün değildi!68 Kur'an da bir "kopyacı" olarak bu tanıklığa katılır.69
T evrat'jn Y erem ya bölüm ünde bakın neler okum aktayız:
"H ırsız tutulunca nasıl utanırsa, İsrail evi de, kendileri, K ralları, B a şk a n la rı, kâhinleri ve P eygam berleri öyle utanıyorlar."70 "Ü lkede, şaşkınlık ve dehşet verecek bir iş oldu: Peygamberler,
hileyle peygam berlik ediyorlar. Ve kâhinler (din yöneticileri), onla
rın eliyle yargıda, yürütm ede bulunuyorlar."71
"V e R abb bana dedi: P eygam berler, benim adım la yalan sö y le
yerek peyg a m b erlik ediyorlar. O nları ben gönderm edim . O nlara
ben buyruk verm edim . O n larla konuşm adım . O nlar size yalan vahiyler iletiyorlar. S öyledikleri falcılıktır, birer hiçtir ve y ü rek lerindeki hileye dayalıdır."72
"...A d ım la yalan söyleyerek peygam berlik edenlerin dediklerini işittim. N e zam ana dek bu yalancılık, yalana dayalı peygam berlik edenlerin yüreklerinde olacak?! Onlar, yüreklerinin hilesiyle Pey
gam berlik ederler. ( ...) Rabb, bu yüzden; 'ben peygamberlere
karşıyım. B irbirlerinden çalıyorlar sözlerim i!' diyor. (...) 'İşte ben, yalancı düşlere dayalı peygam berlik edenlerin, bunları anlatarak, yalan ve boş övünm elerle toplum um u aldatanların aleyhindeyim!' diyor. 'Onları ben gönderm edim . O nlar aracılığıyla buyurmadım. O nlar toplum a hiç yarar sağlamazlar!' diyor."73
Tevrat'ın "P eygam berler" hakkındaki "tanıklığı" bu. Y ahudi ileri
gelenleriyle birlikte "peygam berler" böyle "övülüyorlar" işte!
Y erem ya da bir "T evrat P e y g a m b e riy d i. O nun "farklı" olduğunu kim söyleyebilir ve nasıl söyleyebilir?
Tevrat'ın H ezekiel bölüm ünde, H ezekiel "Peygam ber" de şöyle
ta n ık lık eder "m eslektaş"ları hakkında:
"Ve bana Rabbin şu sözü geldi: 'Ey Adem oğlu!' deyip sürdürdü: 'İsrail Peygam berlerine karşı sen Peygam berlik et! Kendi yürek- lerindekine dayalı peygam berlik edenlere söyle: Rabbin sözünü dinleyin de! Rabb şöyle der: O ahm ak peygam berlerin vay halle
dular.' ( ...) Rabb’in sözüdür diyenler, Rabb göndermediği halde
O 'nun gönderdiğini söyleyenler, yalancı falcılık ederler ve sözle rinin yerine geleceğini söylerler, umut verirler. ( ...) Bundan dolayı Rabb Yehova 'Sözleriniz saçma, vahyiniz yalan olduğu için ben size karşıyım !' d iy o r.. ."74
"P eygam berlerin "ahmak" diye nitelenmeleri, öbür yandan birer "til- ki"ye benzetilmeleri ilginç. Bu "tilki" benzetmesi, Tevrat'ın N eşideler N eşidesi adlı bölüm ünde, 2. babın 15. ayetinde şöyle yer alıyor:
"B ize tilkileri tutun!
"B ağları harap eden küçük tilk ile ri... "Ç ünkü bağlarım ız çiçeklendi!"
"P eygam ber’lerin ne tür "tilki"ler olduklarını kendi "kutsal kitap"lan dile getiriyor. B u kitaplarda, bu "eski b e lg e le rd e bunları okumak, in sanlığı uyarm aya yetmeliydi. A m a yetmedi. Bugün de yetm em ekte...
"T ilkiler", tarih boyunca, insanlığın "bağlarını harap ettiler". Bu bağlar "çiçeklenem edi". Ç içeklenir oldu, am a olduğu yerde öldü. E ge m enlerle el ele "giz ticareti" yapan "tilkiler" yüzünden. D ün vardı, bu gün de var bunlar.
"P eygam ber"e neden "tilki" deniyor?
Bilindiği gibi, "tilki", hem en her zaman "kurnazlığı" dile getirir. Buy sa, "kolayca kanm am a" ve "başkasını kandırm a" becerisidir. "Kurnaz kişi", ufak tefek oyunlarla bile, am acına ulaşmayı becerir. "Peygamber" de öyle. "Giz" (sır) der kandırır, "mucize" der kandırır. Çeşitli biçimlerde numaralarını sergiler ve inanırlar toplar. D oğaldır ki, "inanırlar"la bir likte, "çıkarlar" da gelir.
Y alnızca "peygam ber"ler mi böyle? Tüm "din aracıları" da böyle değil m i?
N eşid ele r N eşidesi'ndeki an latım larla konuyu bağlayalım : "B ize tilkileri tutun!
"B ağları harap eden k ü çü k tilkileri!.. "Ç ünkü bağlarım ız çiçeklendi!"