DÜNYA’NIN
GİZLİ TARİHİ Serisi
ANTİK ÇAĞLARDAN GÜNÜMÜZE Dünya’nın Gizli Tarihi
Önsöz
Tarih ve toplumun ortak bir sırrı vardır; küçük veya bü-yük bütün gizli örgütler yaşadıkları toplumları etkilerler. Klasik tarih, gizli örgütlerin ve sırlarının tarihin
ka-ranlıkları içinde kalmasını tercih eder. Ama bu
görmez-likten gelinen sırlar, tarihin akışı içinde dönüm noktaları
ile ilgili olabilirler. Çoğu zaman klasik tarihçiler belirli maksatlar ve hedefler uğruna, birçok sırrın açığa çıkma-sına mani olurlar.
Gerçekte gizli örgütlerin tarihi bugüne kadar yazıla-mamıştır ve onu yazmak her türlü insan gücünü aşmak-tadır.
Benim bu kitapta yapmayı denediğim şey, tarihin
bazı kesitlerindeki gizli örgütlerle ilgili konulara dikkatli
yorumlarla değinmekle yetinmektir.
İnanılmaz global değişikliklere tanık olduğumuz ve daha da olacağımız şu günlerde, günümüzdeki gizli
ör-gütlerin, geçmişteki gizli örgütlerin mirasçısı olduğu
ger-çeğini unutmamamız gerekir diye düşünüyorum.
Birinci Bölüm
MISIR GİZEMLERİ
Osiris’in müritlerinden olan Hermes, ya da diğer bir adıyla İdris, günümüzden 16.000 yıl önce, beraberindeki
bir güç ile Atlantis’ten Nil deltasına çıktı.
Burada bir Atlantis kolonisi kurdu ve Osiris dinini Mısır’da yaymaya başladı. Sais’de bir tapınak inşa eden
Hermes için, Mısır’ın ünlü “Ölüler Kitabı”ında, “ilahi ke-lamın efendisi ve ilahi sırların sahibi” denilmektedir. Kuzey Mısır, Hermes döneminden, Firavun Menes
dönemine kadar-M.Ö. 5000 Hermetik rahipler
tarafın-dan yönetildi.
Daha sonraları İdris Peygamber olarak tek Tanrılı
dinlerin efsanelerine giren Hermes’e Yunanlılar, aynı
za-manda hem kral, hem büyük rahip, hem de kurucu ol-ması nedeniyle, üç defa büyük anlamına gelen “trimejist”
Hermes ve onun devamı olan başrahiplerin yöneti-mindeki Mısır, ezoterik doktrinin barınağı ve okulu
ola-geldi. Yönetici firavunların aynı Atlantis’te olduğu gibi inisiye edildikleri-ezoterik bir mezhebe dahil oldukları
ve rahipler örgütünün sembolik lideri oldukları Mısır’da Ezoterik sırlar da, bu güçlü örgütlenme sayesinde
rahatlık-la korunabildi. Tüm rahipler, bu sırrahatlık-ların dışarı çıkmaması ve öğretinin yozlaşmaması için ketumiyet yemini ederlerdi.
Yemine titizlikle uyulmasını sağlamak için en küçük sırrı
dahi ifşa edenlerin derhal öldürülmesi cezası konmuştu.
Bu arada, ilk örgütlenmelerinin Atlantis kıtasında
başladıkları sanılan çeşitli mesleki kuruluşlar ve özellikle
de inşaat loncaları, piramitlerin ve diğer mabetlerin
yapı-mında aktif rol oynadılar. Mısır’daki bu loncaların devamı niteliğinde olan Yahudi loncalarının Süleyman Mabedi’nin
inşasında oynadıkları rol yakından bilinmektedir.
1888 yılında Libya çöllerinde yapılan kazılarda bulu-nan papirüs rulolarında M.Ö. 2000 yılında düzenlenen
giz-li bir lonca toplantısından bahsedilmektedir. Bu loncanın
Süleyman Tapınağının yapımında rol aldığı anlaşılmıştır.
Masonluk bugün halen var olan gizli örgütlerin en eskilerinden biridir. Masonların efsaneleri kayıp kıta Atlantis’e ve hatta Mu kıtasına kadar uzanmaktadır.
Durugörü medyumu, okültist, teozofist ve büyük Mason
Üstadı olan C. W. Leadbeaterl, “Freemasonry and Its Ancient Mystic Rites”-Masonluk ve Eski Mistik Ritleri adlı
kitabın-da Atlantis’lilerin Mısır’ı günümüzden 150.000 yıl önce işgal ettiklerinden ve ilk büyük Mısır İmparatorluğunun M.Ö. 75.025 yılına kadar devam ettiğinden bahseder.
Büyük bir felaketten sonra, Atlantis uygarlığını oluş-turan Ruta ve Daitya adaları Okyanusun sularına
gömü-lürken, geriye yalnız Poseidon adası kalmıştı. Leadbeater’e
göre, Mısır’ın görkemli üç büyük piramidi işte bu impara-torluğun egemenliği döneminde, Atlantis’li rahiplerin
ma-tematik ve astronomi bilgilerine dayanılarak yapılmıştı.
M.Ö. 75.025 yılındaki büyük felaket esnasında bütün
Mısır sel suları altında kalmış, eski ihtişamlı günlerden
geriye sadece üç büyük piramit kalmıştı.
Sular çekildikten sonra, ülke yeniden Atlantis’liler
tarafından kolonize edildi. Bu imparatorluk Mısır’ın Aryan’lar tarafından işgaline kadar-M.Ö. 13.500 sürdü.
Yazara göre, Yunanlıların yarı-Tanrı diye
M.Ö. 40.000 yılında “Beyaz Loca”nın gönderdiği
“Dünya Öğretmeni” Mısır’a geldi. Mısırlılar ona “Tehu-ti” veya “Thoth,” Yunanlılar ona “Hermes” diyorlardı. O,
Mısır tanrılar kült’ünü kurdu ve eski “Mısır Gizemleri’ni” yeniden yürürlüğe soktu.
C. W. Leadbeater’e göre, Mısır, Orta Asya’daki “Büyük
Be-yaz Kardeşliğin” dünyadaki yardımcı merkezlerinden biriydi. Büyük Beyaz Kardeşlik:
Dört Gizli Üstat, Teb’in kuruluşundan 25.000 yıl önce, Sahra Uygarlığı’nı yaratan ırkın evrimini gözetliyorlar-dı. Firavun Amosis, onlardan etkilenerek, Mısırlıların çok iyi bildikleri tufan-öncesi bilgeliğinin bekçiliğini ya-pan “Büyük Beyaz Kardeşlik”i kurmuştu. İddialara göre
Karnak Tapınağının bilge kişilerinde, bunların gizli
ar-şivlerine kadar geri giden belgeler vardı.
“Büyük Beyaz Kardeşlik”in simgesi olan “Gül” ve “Haç,” daha sonra Firavun Ahenaton tarafından tasarlanmıştı. “Büyük Beyaz Kardeşlik,” birçok ünlü kişinin
yetiş-tiği bir bilim ocağıydı; Hermes Trismegistos, Homeros,
Solon, Pitagoras, Plotinus, Esenliler, Kral Dagobert, Aziz Thomas, Bacon, Shakespeare, Jakob Böhme v.b. gibi. “Büyük Beyaz Kardeşlik”in bilgeleri, Kral Süleyman
zamanında ilk Mason locasını kuranlardı.
Daha sonra geniş olarak ele alacağımız Gül-Haç’lar, “Büyük Beyaz Kardeşlik”in mirasçılarıydı. “Büyük Beyaz Kardeşlik”in bütün gerçek müritlerinin en belirgin
özelli-ği suskunluk kuralıydı.
Özetlersek, “Büyük Beyaz Kardeşlik”-ki bunlara
Gül-Haç da diyebiliriz- geçici olarak Tapınakçılar’da
ci-simleşen tinsel şövalyeler ve seçkin bilgeler topluluğu idi. Yahudi Gizemleri:
Modern Mason ritleri ve sembollerinin çoğu eski Mısır’dan
alınmış olmakla beraber, üstat C. W. Leadbeater’in “The
Hidden Life in Freemasonry”-Hürmasonluktaki Gizli
Hayat adlı kitabında belirttiği gibi bu ritler ve semboller,
modern Masonluğa Yahudiler tarafından ulaştırılmıştı. Modern Mason geleneğinin en çok etkilendiği unsur-ların başında “Yahudi Gizemleri”-Özellikle Kabala’nın ‘Sefer Yezirah’ ve ‘Sefer ha Zohar’ kitapları gelmektedir.
Bu da birçok Mason seremonisinin Yahudi kökenle-rini açıklamaya yetmektedir.
Teozofist üstat C. W. Leadbeater’e göre, Yahudiler
Atlantis kök ırkının 5’nci Alt ırkından gelen Sami kökenli bir halktı.
M.Ö. 75.025 yılındaki büyük felaketten 4000 yıl önce
Mısır’daki Atlantislilerin İmparatoru Manu, takipçilerini
Atlantis’in geri kalan halkından ayırarak, Arabistan’ın
yukarı kesimlerine doğru götürdü. Manu’nun takipçileri
daha sonra Aryan kök ırkını oluşturdular.
Manu taraftarlarına komşularıyla karışmamaları ve
ırklarının safiyetini korumaları konusunda çok sıkı
tali-matlar verdi.
Bu insanlar kendilerinin “seçkin insanlar”
olduk-larına inanıyorlardı. Büyük felaketten az bir süre önce, bu “seçkin insanlar”dan 700 kişi Manu’nun liderliğinde Orta Asya’ya göç ettiler ve daha sonra bütün dünyaya ya-yılan Aryan ırkının çekirdeğini oluşturdular.
M.Ö. 40.000 yılında yeni kök ırkın 2’nci alt ırkı, Arabistan’ı
yeniden sömürgeleştirdi. Geride kalan Samiler, Atlantisli
halklar arasında bu insanlara en yakın insanlardı. Arabistan büyük bir Aryan Krallığı haline geldi. Yarımadanın güney kısmında oturan belirli bir grup in-san Manu’nun emirlerine uymadı-Yani yalnız kendi ır-kından olan insanlarla evlenme konusunda.
Daha sonra Arabistan’ın güneyi de Aryanlar
tarafın-dan fethedildi. Güneydeki halkın fanatik bir kesimi
yurt-larına dönmek istediler ve bugün “Somali” diye
adlandı-rılan ülkeye göç ettiler. Burada yüzlerce yıl yaşadılar ve oradaki zencilerle karıştılar.
Bunlardan bir grup insan, cemaatlerinden ayrılarak,
birçok göçten sonra, bugün Mısır denilen bölgeye
yer-leştiler. Devrin Mısır Firavunu kendilerine yerleşecek bir bölge gösterdi. İşte bugün kendilerine “seçilmiş halk” di-yen Yahudiler, ilk defa tarih sahnesine burada çıktılar. Yahudiler, Mısır’daki ikametleri sırasında Mısır Gizemlerine belirli bir dereceye kadar inisiye oldular. Üstat yazar, Mısır hikmet ve bilgeliğini öğrenen Musa’nın
‘Yahudi Gizemciliğinin’ gerçek kurucusu olduğunu iddia
Mısır Bilgeliğinin Simgesi Hermesciliğin Dinlere, Felsefeye, Gizemciliğe Etkileri:
1: Başlangıç:
M.S. IV. Yüzyılın sonlarında Ortodoks Kilisesi,
Gnostiz-min kökünü büyük ölçüde kazımıştı. Neo-Platonculuk bir bir müddet daha sürmüş, Mısır’ın 630 yılında Müslümanlar
tarafından fethedilmesinden önce, o da ortadan kalkmıştı.
Bu iki akımın silinip gitmesine rağmen, bilginin simgesi
olarak Hermes Trismegistos, hem Hıristiyanlık hem de Müslümanlık içinde yaşamaya devam etti.
Hıristiyan Kilisesi, bir taraftan eski pagan tanrıların
yeni inanç döneminde de yaşamasına izin veriyor, diğer
taraftan bunların önemini azaltabilmek ve
evcilleştir-mek için, eski tanrıları birer bilgeye dönüştürüyordu.
Örneğin, tanrıça “Neit Athene” Azize Catherine,
“Horus-Perseus” Aziz George ve “Anubis” Aziz Christopher olarak Hıristiyanlığa katılıyorlardı. Ne var ki Thoth-Hermes’in
Mısır bilgeliğinin simgesi Hermes Trismegistos olarak
Kilise dışı kalmış olması oldukça ilginçtir. İslam’da Hermes Trismegistos, İdris Peygamber olarak insanlaştırılmıştır. İdris, Kur’an’da dürüst bir Peygamber olarak yer almaktadır. İslam geleneklerinde
de, Hermes “filozofların babası” ve “kendisine üç kere
hikmet verilmiş kişi” olarak geçmektedir. Bir diğer İslam
geleneğinde, üç ayrı bilge kişi olarak yer almaktadır; bun-lardan biri Tufan öncesi Mısır’da, diğeri Tufan sonra-sında Babil ve Mısır’da yaşamış olarak kabul edilirler. İslam’da da Hermes bir kültür kahramanı olarak ele
alınmış ve tüm sanat ve bilimleri icat ettiğine inanılmıştır. Yahudilik, çok öncelerden beri, hem ezoterik
kült-lere, hem de “Gizemli Tanrı” ve “Demiurgos” kavramlarını çağrıştıran iki katlı bir felsefeye sahipti. Örneğin, Essene’ler kendilerinin, sıradan insanlara ve hatta Kudüs’te yaşayan
rahiplere bile verilmeyen bazı bilgilerin sahibi olduklarını
savunuyorlardı. Essene’ler ile Hıristiyanlık arasındaki kuş-ku götürmez ilişkiler epey tartışılmıştır. Essene’lerin cinsel oruç ve ortak topluluk yaşam konusundaki yaklaşımları ile
Hıristiyanlığın ilk dönemlerindeki manastır keşişliği
ara-sındaki benzerlikler dikkat çekicidir. Hem Essene’ler hem
de ilk dönem Hıristiyanlar popülizm, Mesihçilik ve şiddet
Mısır’da yaşayan ve giderek Helenleşen Yahudiler arasında ise, Eski Ahit bilgeliğinin ezoterik ve gizemci
yorumları sayesinde, Platonculuğu Mısır düşüncesi ile bütünleştirmek yolunda bir eğilim vardı. Bu eğilim, M.S. I’nci ve II’nci Yüzyıllarda “Yahudi Gnostizmi” diye
ad-landırılabilecek bir gizemci ve ezoterik akıma yol açtı. Bu akım Hermesçiliğin anahtar unsurlarının çoğuna yer
vererek, Tevrat metinlerinin içerdiği gizemli ve numero-lojik gizler gibi, tümüyle Yahudilere özgü ilgi alanlarının,
yani Kabala’nın gelişmesini sağladı.
Kabala, Rönesans döneminde Hermesçilik ile iç içedir.
Güney Fransa ve İspanya’da XII. ve XIII. Yüzyılda görülen
Ya-hudi gizemciliğindeki gelişmenin, büyük ölçüde Hermesçilik
ve uzantılarının Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam’da yaşamayı
sürdürmüş olmasıyla açıklanabilir.
Güney Fransa’da yani Languedoc yöresi, Hıristiyanlık
ve İslam arasındaki sınırda bulunmaktadır. Bu bölge
aynı zamanda İslam yönetimi altında yaşayan Sefarad
Yahudileri ile Hıristiyan yönetimi altında yaşayan Aşkenaz Yahudileri için de bir kavşak noktasıdır.
Avrupa Hıristiyanlığı’nın karşısına çıkan en radikal
sapkınlık olan Kathar’cılığın bu bölgede ortaya çıkması bir rastlantı değildir.
Kathar’cılık içersinde, iki ayrı sınıf bulunuyordu; bir yan-dan “Credentes” adı verilen sırayan-dan inananlar, diğer yanyan-dan “Perfecti,” yani yetkinliğe ermiş olanlar vardı. Perfecti’ler,
dü-şünsel evrene ulaşabilmek amacıyla kendilerini maddi evren-den soyutlamaya çalışıyorlardı.
Kathar’cılık temelde bazı Hermetik gelenekleri de
bünyesine alıyordu. Ancak esas olarak İran’a özgü Zerdüşt
ve Mani inançlarından türemiş keskin bir düalizme
sa-hipti. Bu düalist yaklaşım Tanrı-Şeytan, iyilik-kötülük, ruh-beden gibi kozmik güçlerin çekişmesi ve birbirini dengelemesi üzerine oturtulmuş bir felsefe idi.
Kathar’cılığın ve Kabala’nın hemen aynı dönemlerde,
birbirine çok yakın bölgelerde gelişmiş olmaları çarpıcıdır
ve bu bölgenin toplumsal ve kültürel niteliklerinde
olağan-üstü yönler olduğunu ortaya koymaktadır. Doğal olarak
Kathar’cılık ve Kabala’nın birbirlerini etkilemiş olduklarını
düşünmek gerekir. İki akım arasındaki benzerlik toplumsal yapı açısından da ilginçtir. Katharlar’daki “Perfecti” sınıfının
“Credentes” tarafından desteklenip, sadakada korunması gibi, Kabalacı Hahamlar da sağladıkları manevi yararlar sayesinde
Katharlar’ın kökünün Katolikler tarafından
kuru-tulmuş olmasına rağmen, Kabalacı’lar böylesi bir tehli-ke ile karşılaşmadılar. Kabalacı akım, 1492 yılında tüm
Yahudilerin İspanya’dan kovulmasına kadar, Yahudiliğin
ezoterik bir unsuru olarak gelişmesini sürdürdü.
Kabala ezoterik bir sistemdir, zira belirli sınırların
aşılması ve Eski Ahit metinlerinin “derin okunuşu” söz konusudur. Bu da kaçınılmaz olarak, metinlerin yüzeysel
okunuşundaki tarihselliği ve Ortodoks Yahudiliğin akılcı-lığını reddetmeyi gerektirir. Kabala, yoğun sezgi ve
ince-leme ile ulaşılabilen bir gizemin araştırılmasıdır. Kabala
aynı zamanda Hermesçilikte görülen tüm kilit düşünce ve
kavramları içerir. “Üçbirlik,” “Gizli Tanrı,” harekete geçiren
“Logos,” “Sekiz Gök Küresi” ve iyi eğitilmiş gizemcinin bu
kürelerin ötesine geçebilmesi gibi, Kabalacı kavramların
tümü Hermetizm’de de vardır.
2: Rönesans:
Rönesans’ın en belirgin özellikleri, insanın
potansiyel-lerinin sonsuz olduğu inancı ve insanın her şeyin ölçüsü olduğu görüşüdür. İlginç olan Rönesans’ın bu düşünceleri
‘Hermetik Gelenekler’den almış olmasıdır. XV. Yüzyıl başlarında, İtalyan sanat ve bilim adamları, canlandırmaya
çalıştıkları eski bilgelikte Hermetik Metinlerin ne denli ağırlıklı bir yeri olduğunu artık öğrenmişlerdi. Asklepius çoktandır biliniyor ve okunuyordu; Hermetik Metinler
Arapça’dan Latince’ye çevriliyordu.
Rönesans’ta Mısır için beslenen tutku, öncelikle
Mısır’ın gizemler ve kutsal inisiyasyon törenlerinin
kay-nağı olduğuna bağlıydı. Mısır tüm bilimlerin ve sanat-ların kaynağı olarak görülüyordu. Rönesans insanları geçmişe ilgi duyuyorlar ve bu nedenle kaynakların ardı-na düşüyorlardı. Hıristiyanlığın ardında pagan Roma’yı,
Roma’nın ardında Helen düşüncesini arıyorlardı. Giordano Bruno’nun belirttiği gibi Helen’in ardında ise Mısır vardı.
1460 yılında Cosimo de Medicis ünlü filozof, bilim adamı ve çevirmen Marsilio Ficino’dan Yunan filozofla-rının ünlü eserlerinden önce “Corpus Hermeticum”un
çevrilmesini talep etti. Zira Mısır Yunanistan’dan eski,
Hermes Trimegistos Platon’dan önceydi. Ficino’nun Floransa yakınlarındaki villasında oluşturduğu yeni “Akademi”de bu yeni çeviriler inceleniyordu. Aynı ça-lışmalar İtalya’nın önemli kentlerinde ve daha sonra
Avrupa’nın her yanında ortaya çıkan Akademilerde de yapılıyordu. Bu Akademiler, Platon’un modeline göre
oluşturulmuşlardı ama Akademi üyeleri tıpkı Mısır ta-pınaklarındaki kutsal rahipler gibi örgütlenmişlerdi.
Akademilere giriş, Mısır’a dayanan gizemlere ulaşma
ve ölümsüzlük kazanma amaçlı inisiyasyon törenleri ile gerçekleştiriliyordu. Rönesans Akademileri örgütlenme
biçimi olarak Neo-Platonculara benzemekle birlikte, Platon ve Pitagoras felsefelerine, bilim, sanat ve büyüye
hep Mısır açısından bakıyorlardı.
XV. Yüzyılın sonlarında ünlü düşünür ve gizemci Pico della Mirandola, Neo-Platoncu düşünce ve Hermetik
gelenekler ile Kabala’yı birleştirdi. Önceden beri ilişkili
olan Yahudi gelenekleriyle Mısır geleneklerinin yeni-den birleştirilmesi çabasını, XVI. Yüzyılda Campanella
da sürdürdü. Hıristiyanlığın katı kurallarla dolu evreni-ni aşmakta yaratıcı Rönesans düşünürleri için Mısır ve Hermetizm’den başka bir alternatif yoktu.
Yalnızca 1471 ile 1641 yılları arasında Ficino’nun ‘Hermetica’ çevirileri 25, Patritius’un çevirileri 6 baskı
yaptı. “Asklepius” tam 40 kez yayınlandı. 1400 ile 1700
yılları arasında Batılı gezginler tarafından Mısır’ı anlatan
250 kitap yayınlandı.
Bilginin kaynaklarına ulaşmak için Mısır’a seyahat etmiş olmak, dogmalara saldırmayı bir ölçüde meşru kılıyordu. Örneğin Paracelsus, büyük ihtimalle uydurma
olma-sına rağmen, Mısır’a gittiğini ileri sürüyor, kendi eserleri-ni Hermesçi olarak eserleri-nitelendiriyordu. Ne var ki Paracelsus, Newton’a kadar sürecek olan bir geleneğin ilk adımıydı.
Bu gelenek, Yunan ve Roma tarafından korunması
başa-rılamayan eski Mısır bilgeliğini yeniden elde etmek için
deneylere yönelmeyi savunuyordu.
XVI. Yüzyılda Hermesçiliğe ve Mısır’a beslenen
ilgi kuşkusuz Rönesans kültürünün en saygı duyulması
gereken yönüydü. Hermesçiliğin o dönemde verdiği en
büyük ürün, bilimin ve araştırma özgürlüğünün öncüsü
Giordano Bruno kişiliğinde ortaya çıktı. Bruno, kendi-sinden öncekilerden ve çağdaşlarının tümünden daha ileri gitmiş olması bakımından olağanüstüdür. Tüm çabalarına
rağmen, Bruno’dan önceki Hermesçiler, Hıristiyanlık
ta-rafından çizilen sınırlar içinde kalarak, Mısır düşüncesini İncil’de yer alan bilgilerden daha yukarı taşıyamamışlardır.
Oysa Bruno, Mısır bilgeliğine ulaşabilmek uğruna yalnızca
Hıristiyanlığın değil, Yahudiliğin bile ötesine geçmeye cesa-ret etmiş, üstelik bu çabanın hem entelektüel, hem de siya-sal açıdan gerekliliğini vurgulamıştır. Bruno, Hermesçiliği
katıksız Mısırlılığa döndürmeye çabalamıştır; onun için
Hermesçi Mısır inançları aslında dinin ta kendisidir.
Hıristiyanlığın sınırlarını aşan Bruno, inançları yü-zünden Engizisyon tarafından yakılarak öldürülmüştür.
Sonuçta Rönesans düşünürlerin büyük çoğunluğu, özgün ve
yaratıcı kaynağın Mısır olduğuna ve Yunanistan’ın Mısır bilge-liğini aktarmada yalnızca aracılık ettiğine ikna olmuşlardı.
3: On Yedinci Yüzyıl:
Hermesçilik ve Mısır tutkusu tüm XVII. Yüzyıl süresince
gelişmeye devam etti. Giordano Bruno 1600 yılında Roma’da diri diri yakıldı. Onun kurban
edilmesinde-ki amaç, Kilisenin doğrudan meydan okumalardan
korunmasıydı. Zira XVII. Yüzyıl Roma’sında eski Mısır
en etkin entelektüeller arasında saplantı haline gelmişti. Bu kişilerden biri de Athanasius Kirscher idi.
Kirscher astroloji, Kabala ve Pitagoras felsefesi ile
ilgi-lenen bir Hermesçiydi ve Hermes Trimegistos’un çok eskilerde yaşadığına kuşku duymuyordu. Mısır’ı “ilk bil-gelik” ya da “felsefe” için ana yurt olarak kabul ediyordu.
Kirscher hayatını hiyeroglifleri çözmeye adadı; zira bunu yalnızca bir bilgi hazinesi olarak değil, ideal bir simgesel
alfabe olarak görüyordu.
Mısır tutkusu yalnızca Katolik ülkeler ile sınırlı
de-ğildi. Protestanlar da Mısır ve Hermesçilik ile ilgiliydiler. XVII. Yüzyılda Almanya, Fransa ve İngiltere’de ortaya çıkan “Gül-Haç’çılar” bir tür “Gerçek Din” kavramını
ge-liştirirken Hermesçiliği temel aldılar. Gül-Haç’çılar,
top-lumun gerçek bilgeliğe ulaşmış seçkin bir aydınlar
gru-bu tarafından yönetilmesi gerekliliğini savunuyorlardı.
Böylece Mısır rahiplerinden Pitagorasçı kardeşlik
toplu-luklarına, oradan da Platon Akademisine uzanan ezoterik zinciri izlemiş oluyorlardı. Hermesçilik, XVII. Yüzyıldan
beri Gül-Haççılığa, XVIII. Yüzyıldan beri de Masonluğun
simgesel ritüellerini etkilemeye devam etmektedir. 19’uncu
Yüzyıl sonunda ortaya çıkan Martinizm, Teozofi, “Altın
Şafak Hermetik Tarikatı” gibi etkin ezoterik akımların
İkinci Bölüm
BABİL KARDEŞLİĞİ
İngiliz araştırmacı yazar David Icke’ye göre Sümer
toplumu-nun gelişmesi ve en üst seviyeye çıkması, Mars’dan geldiği
iddia edilen Aryan ırkın, Kafkas dağlarından Ortadoğu
böl-gesine doğru ilerlemesi ile mümkün olmuştu. Gerçekten de
Sümer, Mısır ve İndus Vadisinde aniden çok ileri uygarlık
seviyesinde toplumlar ortaya çıkmıştı.
Bugün dünyayı kontrol eden kardeşlik örgütlerinin kökeni Babil’in Aryan rahiplerine kadar uzanmaktadır. Eski yazılara ve efsanelere göre, Babil’in
kurucu-su Nemrud’du. Güçlü Tiran Nemrud, bir dev olarak tas-vir edilir. Arap inançlarına göre, Baalbek-Lübnan’deki
her biri 800 tonluk üç taşı ve ilginç yapıları inşa eden veya
ettiren Nemrud’du. Nemrud ve karısı Kraliçe Semiramis
“Titanlar” diye bilinen bir kan bağından geliyorlardı. Bu devler veya Titanlar ırkı, Nuh’un soyundan geliyordu. Enoş kitabında tasvir edilen bebek, aşırı beyaz teni ile “Gözetleyici
insan melezi” bir yaratıktı.
Nemrud ve Semiramis, biraderlik örgütü için-günü-müze kadar- muhtelif isimler ve sembollerle anılan
anah-tar tanrılar olarak kaldılar.
Nemrud bir balıkla, Semiramis ise bir balık ve
Güver-cinle sembolize ediliyordu. Semiramis aynı zamanda Sümer Tanrıçası Ninkurşag’ı temsil ediyordu. Nemrud Afrika’daki
Dogon kabilesi’nin yarı-insan yarı-balık tanrısıydı. Kraliçe Semiramis bir balıkla sembolize ediliyordu, çünkü Babilliler balığın bir afrodizyak olduğuna
inanı-yorlardı. Bu sebepten Semiramis Babil’de “Aşk Tanrıçası” oldu. İlginçtir ki, Hıristiyan dini sembolizmi ve mima-risinde “balık” önemli bir yer tutmaktadır. “Kutsal Ruh”
olarak Semiramis’in zeytin dalı tutan bir güvercin olarak
resmedildiğini görüyoruz.
Semiramis adı, Hint tanrısı ‘Sami-Ramaisi’ veya
Semi-ra-mis’den türemişti. “Balık ve güvercin” birçok in-sanın gerçek anlamını bilmediği semboller arasındadır.
Örneğin; Kuzey İrlandalı terörist grup IRA’nın-İrlanda Cumhuriyet Ordusu sembolü güvercindir. Ayrıca İngiliz kraliyet sembolleri arasında da güvercin
bulunmakta-dır. IRA ve İngiliz Monarşisi, Babil Kardeşliği’nin cephe örgütlerindendir. “Bilinenin tersine güvercin barış değil, ölüm ve yok olmanın sembolüdür.” Çünkü biraderler her
zaman o sembolü ters anlamıyla değerlendirirler. Kitleler için pozitif olan, “Biraderlik” için negatiftir.
Semiramis’e “Göklerin Kraliçesi”-Rhea, “Tanrıların
Bakire Anası” ve bazen de “Büyük Dünya Ana”-Ninkurşag denirdi. Ona “Astarte”-Kuleleri inşa eden kadın diye tapılırdı. Bunun Nemrud’un yaptırdığı söylenen Babil Kulesi ile de ilişkisi olabilir.
Avrupa kraliyet aileleri doğrudan Babil’in kan
bağın-dan gelmektedirler. Giydikleri taçlar, Nemrud tarafınbağın-dan
giyilen boynuzlu başlıktan esinlenerek geliştirilmiştir.
Roma Kilisesi de “Babil Kardeşliği”nin bir yaratığıdır. Papalar halen Nemrud’u sembolize eden balık şek-linde piskoposluk tacını giymekteler!..
Roma Kilisesi ve “Babil Kardeşliği” tek ve aynı şeydir. New York’taki “Özgürlük Heykeli” Semiramis’i
sem-bolize etmektedir ve Fransız Masonları tarafından
yapıl-mıştır.
Babil rahiplerinin yönetici sınıfına “Papalar Büyük
Konseyi” denirdi. Bu isim daha sonra Roma Kilisesine transfer olmuştur.
Kitleler batıl inançlara doğru yönlendirilip, sembolik
hikayelerin gerçek olduğuna inandırılırken, seçilmiş
ini-siyelere gerçek bilgiler-eğer açıklarlarsa ölecekleri tehdi-di ile- verilirtehdi-di.
İnsan kurbanı, Babil Dini ve Babil Kardeşliği’nin
te-melini oluşturmuştu ve bunlar nereye giderlerse gitsinler,
insan kurbanı töresini de beraberlerinde götürüyorlardı. Babil rahipleri kutsal sunaklardan bazılarını da
yi-yorlardı ki, bu rahipler için kullanılan “Cahna-Bal” de-yiminden “insan eti yiyen” anlamında “Kanibai” kelimesi türemiştir.
Moloch-Uçan Kertenkele Nemrud-Tammuz
-Temmuz’un başka bir adıydı. “Tammuz-Moloch,”
ço-cukları diri diri yakma ritüeline verilen bir isimdi ki, bu
ritüel halen günümüzde de devam etmektedir. Daha sonra Druid’ler tarafından İngiltere’de 1
Mayıs’ta gerçekleştirilen “Beltane” ritüelinde de çocuklar
kurban edilmekteydi. Bu ritüel, biraderlik Avrupa’da
ya-yılmaya başladığı zaman, Babilliler’den miras kalmıştı. İlginçtir ki, 23 Haziran-Temmuz Bayramı bugün
Hıristiyanların St. John Günü olarak kutlanmaktadır.
ço-cuk kurban ettikleri tanrılardan biri de Yunan efsanele-rinde adı geçen Siklopslar Kralı Kronos’tur.
Kronos kule inşa ettirici olarak bilinir ki, bu da bize Babil Kulesini inşa ettiren Nemrud’un başka bir
versiyo-nunu düşündürmektedir.
Babil’de olduğu gibi, bugün de biraderlik hiyerarşi-sinde şeytani ritüeller, çocuk kurbanı ve kan içme
ritüel-leri devam etmektedir.
Babil dininin üç temel unsuru Ateş, Yılan ve Güneş’ti. Burada biraz Güneş üzerinde durmak istiyorum; çünkü Güneş, Babil Kardeşliği ve diğer elit gruplar için
haya-ti bir önem taşıyordu. Onlara göre, Güneş çok boyutlu bilincin-ki bu bilinç, görünmeyen frekans seviyesinde
Güneş sistemimizin ötesine geçebiliyordu sembolü idi. Yazar Maurice Cotterell “The Mayan Prophecies” adlı kitabında Mayalar’ın insanın evrimsel devirlerini Güneş’teki
lekelerin artışına göre hesapladıklarını açıklamıştır.
Meksika Başkanı Miguel de La Madrid bir
ko-nuşmasında Mayalar’ın, “sürüngenimsi ırk”la-İguana ırkı karıştığını iddia etmişti.
Cathy O’Brien, CIA Zihin Kontrolü Kölesi, “Trance-Formation of America” adlı kitabında-bu kitap Türçe’ye “Baykuş İmparatorluğu” adıyla çevrilmiştir. Meksika
Başkanı Miguel de La Madrid hakkında bilgi verirken
şunları söylüyor:
De La Madrid ‘İguana efsanesini’ bana aktarmıştı.
Buna göre kertenkele benzeri uzaylı yaratıklar Maya
uy-garlığına saldırmıştı. Maya piramitleri, ileri astronomik
teknolojileri, hatta bakirelerin kurban edilmesinin bile
kertenkele yaratıklarından kaynaklandığını söylüyordu.
Bana söylediğine göre yaratıklar, Mayalılar ile çiftleşerek
yaşayabilecekleri bir hayat formu bulmaya çalışırken,
bu-kalemun gibi, insan ile İguana arası bir görüntü arasında
gidip gelmişlerdi. “Dünya liderlerine dönüşmek için
mü-kemmel bir araç.” De La Madrid Maya/yaratık soyundan
geldiğini söylüyor ve “istediği zaman bir İguana’ya” dönü-şebileceğini iddia ediyordu.
Güneşin manyetik emisyonlarının etkisinin ne
oldu-ğunu anlamak için enerjinin anlamını genişletmek
gere-kir. Bilinmelidir ki, her şey enerjidir!... Hayat, manyetik
Manyetizmi değiştirirseniz, enerji alanının da doğasını
değiştirmiş olursunuz. Enerji alanını değiştirirseniz, her
biri değişik enerji formları olan, zihinsel, duygusal,
ruh-sal ve fiziksel hayatı değiştirmiş olursunuz. Diğer gezegenler bunu Güneşin etrafında dönerek
yaparlar ve Dünyanın manyetik alanını etkilerler. İşte buna “Astroloji” deniyor.
Yukarıda adı geçen yazar Cotterell, doğum anımızda
bu alanlardan çok etkilendiğimizi belirtmektedir. Bilim
adamları da insanların Güneşle senkronize olan bir “iç
saati” olduğunu keşfetmişlerdir.
Özetle Güneş’in insan hayatı üzerindeki etkisi çok
güçlüdür ve ısı ve ışık etkisinden çok farklıdır.
Babil Kardeşliği ve ona dayanan kan bağları Ortadoğu
ve Yakındoğu’ya doğru, özellikle Mısır’a, daha sonra da Avrupa ve Amerika’ya doğru yayılmıştı. Yazar David
Icke’ye göre ilk Mısır Medeniyeti, Venüs gezegeninde mey-dana gelen büyük değişikliklerden sonra, Mars’dan gelen Aryanlar-Fenikeliler ve sürüngenimsi Anunnaki’ler -veya onlar olmadan tarafından kurulmuştur. Fakat M.Ö. 2000’li yıllarda sürüngenimsi Anun-nakiler’in Mısır’ın yönetimini tamamen ellerine
geçir-dikleri sanılıyor. Muhtemelen Anunnakiler’in etkisi ile, Mısırlı Mendes rahipleri tarafından M.Ö. 2200 yılında
“Ejderha Krallığı” örgütü kuruldu. Bu örgüt, bugün de
varlığını sürdürmektedir-“Imperial and Royal Court of
the Dragon Sovereignty” adı altında.
Kendisi de bir Tapınakçı-mason olan-Knight Templar of St. Anthony İngiliz yazar Laurence Gardner, “Imperial Court of Dragon” örgütünün başkanıdır-Şansölyesi. Gardner’a göre “Dracula,” Dracul’un oğlu anlamına
geliyordu. Dracul=Draco-Ejder.
Nereye giderlerse gitsinler, Babil Kardeşliği
mensup-ları kendi gizem okulmensup-larını kurarak, halkı saçma inançlara
yönlendirdiler ve onların korku ve batıl inançları üzerine kendi egemenliklerini kurdular.
L. G. Bennet, “The Masters Of Wisdom”-Hikmet
Üstatları adlı kitabında belirttiğine göre, ünlü mistik G. Gurdjieff ona “Gizem Okullarının” kuruluş tarihinin
30.000 – 40.000 yıl öncesine kadar geri gittiğini söyle-mişti. Gurdjieff bunu, Kafkas dağlarındaki mağaralarda bulunan resimlerden ve Türkistan’daki araştırmalarından ortaya çıkarmıştı.
Ünlü Mason Üstadı-otuz üç dereceli tarihçi Manly P.
Hall, “The Secret Teachings Of All Ages-Bütün Çağların
Gizli Öğretileri adlı kitabında şunları yazmaktadır: … “Mısırda Atlantisli kara büyücüler, kullandıkları
insanüstü güçleri nedeniyle ilkel gizemlerin ahlaki çö-küntüye uğramasına sebep oldular. Kara büyü devlet dini haline geldi ve bireylerin entelektüel ve ruhsal faaliyetle-rini felce uğrattılar.”
Hall’ın sözkonusu ettiği Atlantisli kara büyücüler “Babil Kardeşliği”ni oluşturan sürüngenimsi-insan
melezleri miydi?
Hintli Aryanlar Güneşe Baba-Tanrı “İndra” diye
taparlardı. Hititliler ve Fenikeliler ise ona “Bel” derler-di. Birçok isim altında anılan Aryanlar, Sümer, Babil Mısır, Önasya ve diğer Ortadoğu ülkelerine yerleştiler.
Buralarda hep aynı mit ve dinlere rastlandı. Bu sebepten bütün büyük dinler bize aynı hikayeleri değişik isimler
al-tında sunmaktalar. Çünkü hepsi aynı kaynaktan geliyor!..
Bu Aryan ırkın kökenleri Mars gezegenine dayanıyordu. İngiliz yazar L. A. Waddell, “The Phoenician Origin Of Britons, Scots And Anglo-Saxons”-Britonlar’ın,
İskoçlar’ın ve Anglo-Saksonlar’ın Fenikeli Kökenleri adlı kitabında, Fenikelilerin Sami bir ırktan olmayıp, beyaz Aryan ırktan geldiğini iddia eder. Gerçekten de
“Royal Antropogical Instıtute”-Kraliyet Antropoloji
Enstitüsü’nün Fenike mezarlarında yaptığı
araştırmalar-da Fenikelilerin Sami’lerden tamamen farklı, dolikosefal -Uzun Kafataslı Aryan ırktan geldikleri anlaşılmıştır. Mısırlılar, Fenikelileri Panag, Panasa ve Fenikha diye
biliyorlardı. Mısırlıların birçok tanrılarını beyaz tenli ve mavi gözlü olarak tanımlamaları, onların Aryan-Fenike kökeninden dolayı idi.
İşte Aryan ırkının bu dünya-dışı kökeni-Yani
Mars Nazilerin ve onları ortaya çıkaran gizli örgütlerin -Tapınakçılar, Vril, Thule v.b. gibi tutku ve saplantısı
hali-ne gelmişti. Naziler, Arilerin dünya-dışı kökeni dolayısıyla
“Üstün tanrısal bir ırk”tan geldiklerine inanıyorlardı. Masonların mitolojik kahramanı Hiram Abif’in
-Süleyman Tapınağı’nın mimarı olduğuna inanılır.
Fenikeli olduğu kabul edilmektedir. Ünlü Firavun
Ahenaton’un büyükbabası-Firavun Tutankamon’un ba-bası Fenikeli bir başrahipti.
Mısır’ın mitolojik kuşu Föniks, gerçekte
Fenikelilerin “Güneş Kuşu” idi. Bu kuş, Güneş Tanrısı “Bil” veya “Bel”i sembolize ediyordu.
Hz İbrahim Firavun Ahenaton muydu?
İki Fransız araştırmacı sadece bilim dünyasını değil, tarihi
değiştirecek, Ortadoğu’da dengeleri altüst edecek bir iddia ortaya attı; İbrahim Peygamber aslında Mısır’ın tek Tanrılı ilk Firavunu Ahenaton’dan başkası değildi!.. Mısır’dan kovulan
ve İsrail’e dönen Yahudi kavmi de, Ahenaton’un tek Tanrılı
dinini benimsemiş Mısırlılardı.
Yahudi kökenli iki Fransız bilim adamı, Roger ve
Messod Sabbah yirmi yıl süren çalışmalarını bir kitapta
topladılar.
Bugün Hz. Musa’nın bir Mısırlı olduğuna kesin
gö-züyle bakılıyor. Yahudi tek tanrıcılığının Aton dininin devamı olduğu da yeni bir iddia değil.
Ancak, Mısır tarihini ve kayıtlarını inceleyen uzman-lar, şimdiye kadar Hz. İbrahim’in, Hz. Yusuf’un veya Hz.
Musa’nın izine rastlamadılar. Daha da anlaşılmaz olanı, Eski Ahit’e göre 430 yıl boyunca Mısır’da yaşayan, 210 yıl köle olarak tutulan on binlerce Yahudi’den Mısır tarihi nasıl olur da hiç bahsetmez? Firavundan kaçan binlerce
Yahudi köle Kenan bölgesine, yani Firavun’un
toprakla-rına nasıl, korkusuzca yerleşebilmiştir? Niçin Mısır’da tek bir Yahudi mezarı, bir mezar taşı, bir duvar yazısı veya bir mektup bulunamamıştır?
Messod Sabbah ve Roger bu “muammaları” çözmeyi
başardılar.
Tevrat’ta anlatıldığı şekliyle, Yahudilerin Mısır’dan
Hz. Musa’nın önderliğinde kaçışının hiçbir kaydı yoktur;
çünkü Yahudi tarihinin “Yahudilerin Göçü” diye verdiği olay, Ahen-Aton kentinde yaşayan tek Tanrılı Mısırlıların
Firavun Ai tarafından sürülüşünden başka bir şey değildir.
Mısır’ın ilk tek Tanrıya inanan Firavunu Ahenaton’un ölümünden sonra, Firavun Ai, Ahenaton’un başkenti
Ahen-Aton-Şimdiki Tel el-Amarna halkını sınırdışı etti.
Böylece tek tanrıcılığı Mısır’dan atmış oldu. Ancak tek tanrıcılık yok olmadı. Ahen-Aton halkı
“Sazlıklar Denizi”ni aşarak Sina Çölü’ne geçti. “Denizin yarılması” efsanesi de Mısır mitolojisinde yer alan
“Anadeniz’in Firavun tarafından ikiye açılması”
efsa-nesinden farklı bir şey değildir. Filistin’in Kenan
böl-gesine yerleşen Mısırlı rahipler ve asillere “Firavun’a -Yani Ahenaton’a tapan” anlamında “Yahud” adı verildi. Yahud’lar burada Yahuda Krallığını-Yuda kurdular. Yani Tevrat’ta adı geçen Hz. İbrahim, Sara, İshak,
Hz. Musa, ilerde Firavun I. Ramses adıyla tahta
ge-çecek olan Mısırlı General Mose-Ra-Messu idi. Yuşa
-Musa’nın halefi ise Musa’nın büyük oğluydu. Ve en önemli bulgu, bugüne kadar çözülememiş sır
da ortaya çıktı:
Hz. İbrahim, Firavun Ahenaton’dan başkası
değil-di!.. Müslüman Mısırlılar bugün bile bu Firavundan
“Ahenaton Aleyhisselam” diye söz ederler.
Bu belgeler doğruysa, sadece 3500 yıl öncesine ait
tarih yeniden yazılmayacak, Yahudilerin anavatanının
Filistin değil, Mısır’ın yukarı Nil kıyıları olduğunun
orta-ya çıkmasıyla, orta-yakın tarihe bakış da gözden geçirilecek.
Vincent DiPietro ve Gregory Molenaar adlı NASA bilim adamlarının, Mars’ın “Cydonia” bölgesinde altı
adet dev piramit keşfetmesi ile, Mars’da çok eski bir medeniyetin varlığı ortaya çıktı. Dünyaya geldikleri
za-man Mars’taki piramitlerin benzerlerini dünyada da inşa
edenler Z. Sitchin’in “12. Gezegen” adlı kitabında
bahset-tiği-Mars’ta üs kurmuş olan “Anunnakiler” miydi? İngiltere’deki Avebury ve Stonehenge’deki megalit -Megalit, Grekçe’de ‘büyük taş’ anlamına gelmektedir.
yapıları inşa edenlerin de Mars’tan gelen ırk olduğu iddia edilmektedir. Avebury’deki yapıların-Avebury 60 tona ula-şan taşların kullanıldığı dünyanın en geniş taş dairesidir.
Stonehenge gibi Avebury de bir takvim elde etmek için
kul-lanılmış olabilir. Mars’taki “Cydonia” kompleksinin dünya-daki yansıması olarak yapıldığına dair deliller vardır.
Eski bir NASA görevlisi olan Richard C. Hoagland, “Monuments On Mars” adlı kitabında “Mars Şehri”nin
dünyadaki benzer yapılarda kullanılan teknikler ile ya-pıldığını iddia etmekteydi. Mars’taki Cydonia
bölgesin-de uygulanan kutsal geometri ve matematiksel
hesapla-rın aynısını Mısır’daki Gize Piramidinde, Mexico’daki
Teotihuacan’da ve Zimbabve’de de görmekteyiz!..
İlginçtir ki, Fenikeli-Aryan elit dünyadaki enerji şebekesi ve bunun insan bilinci üzerindeki etkileri ko-nusunda derin bilgilere sahipti.
Bugünün insanlarının çok azı gezegenimizin
man-yetik alanının farkındadır. Alan değiştiği zaman biz de değişiriz. Kısaca şöyle diyebiliriz, gezegenlerin
hare-keti dünyanın manyetik alanını, o da bizi
etkilemekte-dir. Biraderlik örgütü bu konuda insanların ciddi bil-gilere sahip olmasını engellemektedir. Büyük dinlerin,
Hıristiyanlıkta olduğu gibi, astrolojiyi “şeytan işi” olarak
nitelendirmesi onların çok işine gelmektedir.
İngiltere’de görülen taş daireler ve yapılar, Stonehenge ve Avebury’de olduğu gibi, Fenike-Aryan liderliğini kontrol eden “Babil Kardeşliği” örgütü tarafından yaptırılmıştı.
Bu yapılara ait gizli bilgilerin yanında, bir taş etra-fındaki manyetik alanın, ses dalgaları tekniği kullanılarak
değiştirilmesi ve taş kütlesinin yerçekiminden kurtularak
yükselmesi gibi teknikler de vardı.
Aryan kelimesi de Fenike kökenlidir. Arri=Şerefli
Kişi anlamındadır. Buradan “Sum-Arian”-Sümerliler kelimesi türemiştir.
İngiliz kültürünün temeli ve efsaneleri Fenikelilere
dayanmaktadır. ‘St. George ve Ejderha’ efsanesi Fenike-lilerin merkezi olan Kapadokya’dan-Bugünkü Ürgüp,
Göreme ve çevresi gelmiştir. Kızılhaç, ki alev-haçı da deniyor, Fenike-Aryanları’nın-Daha sonra Naziler tara-fından kullanılan “svastika” gibi Güneş sembolü idi. Fenike Güneş sembolü olan “svastika”-Gamalı Haç” ya İskoçya’da Craig-Narget bölgesinde rastlanmıştır. Fenikeli-Hitit’ler Güneş tanrısına “Bel” veya “Bil” diyorlardı. Klasik İngiliz sembolü olan “Britannia”da Fenikeli tanrıça “Baret”den türemiştir. Bu tanrıçaya Küçük
Asya’daki Kilikya’da “Barati,” “Parathea” ve daha sonra “Diana” adıyla tapıldı. Yani “Diana” ve “Britannia” aynı
kaynaktan gelmektedir.
Fenikeli-Aryanlar yılan’a da tapıyorlardı ve şekil değiştiren sürüngenler olan “Naga”lar Hindular’ın yılan tanrıları idi. “Cours de Literatüre Celtique” adlı kitabın yazarı
Arbois de Juvainville’ye göre Ortaçağlarda İrlandalılara
“Mısırlılar” deniyordu. Mısırla, İrlandalılar arasında
il-ginç bağlantılar vardır. İrlanda’nın sembolü olan “harp” Kuzey Afrika’dan gelmedir. Çapraz duran kollarıyla Mısır
Tanrısı Osiris’i sembolize eden portreler, ilginç bir şekilde
İrlanda el yazmalarında da görülmektedir.
İrlandalıların kullandıkları “pucan” denilen deniz
aracı, Kuzey Afrikalılar tarafından keşfedilmiş ve Nil
Nehri’nde kullanılmıştır.
İrlanda’da görülen “Yuvarlak Kuleler” bazı oryanta-listlere göre Fenike kökenliydi. Profesör Philip Calahan’ın araştırmalarına göre, “Yuvarlak Kuleler” kuzey göklerinde
İrlandalılar ve Fas Berberileri arasındaki
benzerlik-ler de hayli ilgi çekicidir. Fas Berberibenzerlik-leri açık tenli, bazıları
mavi gözlü ve sarışın dağlılardır. Atlas dağlarının eteklerinde
yaşamaktadırlar. Bu dağların adı da Atlantis’in efsanevi
yöne-ticisi Poseidon’un oğlu Atlas’dan gelmektedir. Berberi lisanı
ile Galce arasında da benzerlikler bulunmaktadır. Fransa sahilindeki-Brötonya bölgesinde “Carnac”da
ilginç dikili taşlar bulunmuştur. Bu isim de Mısır’daki
“Karnak”dan gelmektedir. Joachim de Vilieneuve 1833’de yazdığı “Phoenican Ireland”-Fenikeli İrlanda adlı
ki-tabında, İrlandalı Druidler’in aslında Fenikeli denizci-lerin “Yılan Rahipleri”nden geldiğini iddia etmektedir.
Bu da bize “Şeytan Gözü Balor”un Kuzey Afrikalı tanrı “Baal”den geldiğini göstermektedir. Aynı şekilde “Baal” ritüeli, “Beltane” adını almıştır.
“Şeytan gözü” sürüngenlerin hipnotize edici bakışı
ile ilgilidir. Fenikelilerin Güneş tanrısı “Bel” veya “Bil,”
Kenan’lılar ve Babil’liler tarafından “Baal-Nemrud”
ola-rak biliniyordu.
Babil’in “Baal” geleneğinin temsilcileri olan Druidler,
İngiltere, İrlanda ve Fransa gizem okullarının taşıyıcıları oldular. Druid kelimesinin kökeni tam olarak belli
de-ğildir. Druid Galce bir kelimedir ve “bilge adam” veya “büyücü” anlamına gelmektedir. Aslında İrlandaca bir ke-lime olan “Drui”den gelmiş olabilir, “meşe ağacı adamı”
anlamına gelmektedir. “Kutsal Çalı,” Druid’lerin diğer bir kutsal sembollerinden biriydi.
ABD’nin Los Angeles kentindeki bir “Babil Kardeşliği” kuruluşu olan “Hollywood,” Holy-Bush=Kutsal Çalı’dan
türemiştir ve global-Yahudi film endüstrisinin merkezi-dir. Hollywood, “Babil Kardeşliği”nin elinde çok önemli bir “Kitle Zihin Şartlama Ve Kontrol” vasıtası olarak kul-lanılmaktadır.
Modern Masonluğun mavi dereceleri gibi-Çırak, Kalfa,
Usta Druid inisiyeleri de üç gruba ayrılmıştır. Druid gizem
okulunun ilk derecesi “Ovat”-Yumurtamsı da yeşil cüppe
giyilmektedir ki, bu Druidik öğrenme rengiydi. İkincisi,
“Ozan”dı. Hakikati ve armoniyi temsilen mavi bir cüppe
giyi-liyordu. Üçüncü derece yani Druid, güneş ve saflığı temsilen beyaz bir cüppe giyiyordu. Baş-Druid-Yani manevi önder olmak için ise, geçilmesi gereken altı derece daha vardı.
Druidler uzun bir zaman halkın üzerinde çok etkili
ol-dular. Ritüelleri arasında “Babil Kardeşliği”nden alınma derin ve kötü etkili birçok unsur vardır. Druid gizemleri arasında
insan kurbanı da vardı!.. Biraderlik örgütünün “Kara Büyü”
seremonilerinde halen Druid rimelleri kullanılır.
Babil Kardeşliğinin ileri bilgileri ile İngiltere’yi mesken
tutmasının sebebi neydi? Bu doğrudan ülkedeki yoğun enerji alanları ile ilgiliydi. İngiliz adaları “Biraderlik” için kutsal bir yerdi, çünkü dünya enerji şebekesinin merkeziydi.
İngiltere’deki dev taşlar, taştan daireler, höyükler dün-yanın her yerinden fazla burada yoğunlaşmış durumdadır.
Enerjiyi ve bilinci yönlendirmeyi amaçlayan faaliyetlerin merkezi de doğal olarak İngiltere’dir.
Londra, dünya manyetik enerji şebekesi üzerinde büyük
öneme sahip bir şehirdir. Bu sebepten hem Britanya’nın, yani
“Baratland”ın, hem de “Babil Kardeşliği”nin başkenti
olmuş-tur. Kardeşlik örgütü için Londra, “Yeni Truva” veya “Yeni Babil” anlamına gelmektedir. Birçok sürüngenimsi-Aryan
kanbağı Truva-Troy kenti tarihi ile bağlantılıdır. Gizli örgütlerin üst seviyelerine ulaşabilen insanlar için Truva kutsal bir şehirdir. Troy-Truva veya Troia Yunanca ve İbranice “Üç Yer” anlamına gelmektedir ki, bu kavram “Trinite” -Teslis-Üçleme ile bağlantılıdır. Homer’in yazdığı İlyada efsanesinde Troy’un ‘Dardanus’ -Yunan tanrısı Titan-Zeus tarafından kurulduğu
belirti-lir. Zeus sürüngenimsi kan bağının bir sembolüdür ve bir kartal veya bir yılanla sembolize edilmektedir.
Birçok kişi Londra’nın, Truva’nın M.Ö. 1200 yılında
yıkılmasından sonra, “Yeni Troy”-Yeni Truva olarak
kurul-duğunu bilmemektedir. Efsaneye göre kraliyet kan bağından
olan Aeneas, halkından geri kalanlarla beraber İtalya’ya
sı-ğınmıştı. Orada Latin kralı Latinus’un kızıyla evlendi. Birçok
geleneğe göre, Aeneas’ın torunu Brutus M.Ö. 1103 yılında bir
grup Truva’lı ile birlikte Britanya’ya gitmişti. Welsh kayıtları Brutus’un orada birçok Briton kabilesiyle karşılaştığından ve
Britonlar’ın onu kral ilan ettiğinden bahseder. Brutus, “Caer Troia”-Yeni Truva adlı bir şehir
kur-muştu. Romalılar daha sonra bu şehre “Londonium” adını verdiler. Böylece Londra, “Babil Kardeşliğinin ope-rasyonel merkezi oldu. Bugün Londra, Paris ve Vatikanla birlikte biraderlik örgütünün merkezlerinden biridir.
Kolaylıkla anlaşılacağı gibi sürüngenimsi kan bağına-9
dayanan ailelerin merkezi de Londra’dır.
9: Dördüncü boyuttaki sürüngenimsi ırkın negatif beyin yıkayıcılarının
etkisi ve kontrolü altında, tüm insan ırkı piramidal bir yapı içersinde hapsedilmiştir. Sürüngenimsi ırk, piramidin en tepesindeki “Seçkin Sınıf insan komitesini kontrol etmektedir.” Sürüngenimsi ırk, Seçkin Sı-nıfı, Seçkin Sınıf, Illuminati şebekesini, Illuminati şebekesi de
dün-yayı kontrol eder. Her alt seviye, üst seviyenin bildiğini bilmez ve hiçbir
seviye de sürüngenimsi ırkın bildiğini bilmez. Üçüncü Bölüm
GURDJIEFF VE SARMUNG
-SARMAN KARDEŞLİĞİ
Ünlü mistik ve gizemci Gurdjieff 1872’de Aleksandrapol’da
doğdu.
Babası Yunanlı, annesi Ermeni idi. Bu nedenle hem
Yunan ve Ermeni kiliseleri, hem de Rus kilisesi ile doğru-dan bağlantı içindeydi. Bu kiliselerin hepsi de gerek onun doğduğu şehir Aleksandrapol, gerek ilk çocukluk yıllarını geçirdiği Kars şehrinde temsil edilmekteydi.
Gurdjieff, kendisinin sadece çocukluğunda değil, daha sonra da, Ortodoks Kilisesi keşişleriyle-Rus ve
Yunanlı keşişlerle- ilişkilerinden ötürü etkilendiğini
söy-lemiştir.
Gurdjieff, ilk öğretmen ve arkadaşlarından birinin
“Esenliler Kardeşliği” adlı gizemli kardeşliğe dahil
olduğu-nu iddia etmiştir. Dediğine göre bu kardeşliğin baş manastırı hala Lut Gölü yakınlarında varlığını sürdürmekteydi.
Anne tarafından Ermeni olması ve bu sayede
bul-duğu bağlantıların bir diğer yönü de Ermeniler arasında
gizli cemiyetlerin önem taşımasıdır. Gurdjieff, Ermeni
gizli cemiyetleri sayesinde Ortadoğu’da birçok gizemli
yeri gezme fırsatı bulmuştu. Gurdjieff özellikle Musul ve çevresinin esrarını hissetmişti. Sadece ölü geçmişle bir
bağlantı değil, asla ortadan kalkmamış ve artık yok ol-maya yüz tutsa bile, hala varlığını sürdüren bir şey vardır
orada.
Gurdjieff zamanında orada hala bir şeyler kalmış ve en az 3000, belki 4000 yıldır kesintisiz bir gelenek
varlığı-nı sürdürmekteydi.
Gurdjieff’in yazılarını dikkatle inceleyenler, İran’ın doğu-kuzeydoğusundan kuzeybatısına uzanan bir böl-gedeki “Ehl-i Hak”-Hakikat Ehli adlı bir tarikat ya da
kardeşlikle bağlantı kurduğunu anlayabilirler.
Bu tarikat 1316 yılında Sultan Sahak tarafından
kurulmuştu. Tarikatın gelenekleri yalnız
Nasturi-Hıristiyanlığına değil, çok daha eski Babil’in en görkemli
dönemine ait, 4000 yıllık Kaide ve Zerdüşt geleneklerine
kadar uzanıyordu.
Yazar Adrian G. Gilbert’a göre Gurdjieff, eski zaman-larda yaşayan bazı insanların bugün yaşayanzaman-lardan çok
Gurdjieff’in müridi ve öğrencisi olan Bennett’e göre,
Gurdjieff hayatının 1891 – 1907 arasındaki bölümünü,
“Sarmung veya Sarman Kardeşliği” diye bilinen ezoterik
bir örgütün yönettiği bir tapınakta geçirmişti.
Gurdjieff’in “Meetings with Remarkable Men”-İlginç İnsanlarla Karşılaşmalar adlı kitabının birçok bölümü,
Gurdjieff’in M.Ö. 2500 yılında kurulduğuna inandığı bu
esrarengiz kardeşlik örgütüne tahsis edilmişti. Bu kabaca
Mısırlıların “Büyük Piramid”i inşa ettikleri döneme
te-kabül etmektedir.
Bennett’in inancına göre, aynı gizli kardeşliğin
ta-kipçileri, Babil’deki esareti sırasında Yunanlı filozof Pitagoras’ı da inisiye etmişti.
Gurdjieff, Yunan filozofu Pitagoras’ın “Babil Majisi”ne inisiye edilmesi efsanesine çok inanmıştı. Nitekim daha sonra
kuracağı akademisine “Pitagoras Okulu” model teşkil etmiştir.
Gurdjieff kendisi ile aynı görüşleri ve düşünceleri
pay-laşan dostları ile “Hakikati Arayanlar” adlı bir örgüt kurdu. Araştırmaların sonuçları, bu örgütün bilgi havuzunda
top-lanmaya başlandı. Gurdjieff’in bu grup içindeki en yakın
dostlarından biri Pogosyan adlı bir Ermeni idi. Gurdjieff arkadaşı Pogosyan ile birlikte 1890’lı yıl-larda Ani harabelerinde-Bugünkü Kars ilimizin sınırla-rı içinde kazı yaparken bir yer altı geçidine rastladılar. Geçidin sonundaki duvarı deldikleri zaman karşılarına
küçük bir oda çıktı. Burası bir keşişin hücresi olabilirdi.
Yerde kırık kaplar ve kullanılmış eşya parçaları görülü-yordu. Odanın bir köşesinde, duvardaki bir oyuğun
için-de saklanmış eski parşömenler buldular.
Parşömenler II’nci Yüzyıldan veya muhtemelen daha
eski zamanlardan kalma idi. Parşömenlerden bazılarının
daha havayla temas eder etmez toz haline gelmesine rağ-men, çoğu sağlam durumdaydı. İki arkadaş bunları
dikkat-le toplayarak Adikkat-leksandrapol’e geri döndüdikkat-ler. Burada
belge-leri deşifre etmek için çalışmalara başladılar. Belgeler eski
Ermeniceyle yazılmıştı ve iki keşişin arasındaki mektup-laşmadan bahsediyordu. Bu yazışmada Gurdjieff’in daha
önce “Merkharvat” adlı Ermenice bir kitapta gözüne çar-pan “Sarmung Kardeşliğinden” bahsediliyordu. Yazışmadan anlaşıldığına göre, baş manastırın “Nivssi” yakınlarında
olduğu belirtiliyordu. Pogosyan ve Gurdjieff, Nivssi’nin
Kuzey Irak’taki “Musul”un eski adı olduğunu ortaya
çıkar-dılar. Burası eski Ninova harabelerine yakındı ve
Burada Gurdjieff’in maceralı yolculuklarının ta-mamını anlatmam mümkün değil. İlginç olan bir
hu-sus var o da; Gurdjieff’in Ani harabelerinden Nisbis’e
-Nusaybin’e gidip orada Mısır medeniyetine ait çok eski -Mısır’ın kumlara gömülmeden önceki durumunu
göste-rir bir harita bulmasıdır.
Bennett, 1975 yılında yayınladığı “The Masters of
Wisdom”-Hikmet Üstatları adlı kitabında bu
üstat-ların halen var olduğundan ve bunüstat-ların Gurdjieff’in
“Sarmung” veya “Sarman” örgütü ile ilişkileri
olduğun-dan bahsetmektedir.
Sarmung ve Sarman kelimesi eski Farsça ile ilgili
ola-bilir. Zerdüşt doktrinini ihtiva eden eski Pehlevi-İran
metinlerinde bu kelimeye rastlanmaktadır. Bu “arı” için
kullanılan bir kelimeydi. “Arı” geleneksel hikmetin kıy-metli balını toplayıp, gelecek nesillere aktarmak için mu-hafaza eden bir semboldü-“Arı” sembolü Masonik sem-bolizm içinde de önemli bir yer tutmaktadır.
13’ncü Yüzyılda Suriye ve çevrelerinde iyi bilinen
efsanelerin bir derlemesi, Nestori mezhebine mensup
yüksek bir rahip olan, Mar Salamon tarafından
yapıl-mıştı ve kitabın adı “Arılar” adını taşıyordu. Bu kitapta,
Zerdüşte atfedilen ve Hz. İsa zamanında ortaya çıkan
es-rarengiz bir güçten bahsediliyordu.
“Man” Farsça’da soyaçekimle geçen bir karakterle
il-gilidir. Dolayısıyla özel bir aile veya ırkla ilgili olmalıdır.
“Sar” ise “Baş” anlamındadır. Yani ‘Şef veya Başkan’
an-lamında.
“Sarman” kelimesi ise “Perennial Felsefe” denilen
bir geleneğin, inisiyasyona bağlı olarak nesilden nesile geçirilmesi demekti. “Sarman”ın bir diğer muhtemel
an-lamı da “Aydınlanmışlar” idi.
Sarman Kardeşliği Ve Nemrut’un Sırrı:
1920’de Gurdjieff batıya geldi ve Fransa’da kendi adına
bir gizem veya ezoterizm okulu açtı, okulun izlediği
yol çok eski bir ezoterik okulun yoluydu, yani “Sarman
Kardeşliğinin…”
Sarman Kardeşliği temelinde büyük bir ihtimalle, bir
zamanlar Kuzey Mezopotamya’da gelişip, yayılan ama sonra
yok edilen Hıristiyan Gnostik Okulu’ndan geriye kalanlar
bulunuyordu. Gurdjieff’in kurduğu örgütün en uzak geçmi-şinde yer alan kayıp gizem okulu Anadolu’daydı.
Yazar Gilbert sıkı bir arayışın ve gizem
dedektifliği-nin sonucunda Gurdjieff’in izine rastladı. Filistin’de or-taya çıkan iz, Fransa’dan gelen izle Anadolu’da
birleşiyor-du. Ve Gilbert artık sonuçtan emindi; kayıp “Kardeşlik
Okulu”nun liderini ve yerini bulmuştu. Gilbert’e göre ör-gütün kurucusu Commagene Kralı I. Antiochus, yeri ise
Nemrut Dağıydı.
Nemrut Dağı hep gizemli iddialara hedef oldu. Kesin olan tek şey dağda bilinmeyen ve henüz
keşfedilme-miş tünellerin olduğu ve efsanevi Commagene Kralı I.
Antiochus’un kayıp mezarıdır.
Gilbert, Kral I. Antiochus’un yaşadığı çağda
varo-lan “Sarman Kardeşlik Örgütü” ile yakın ilişkisi olduğu
görüşünde, onun Kuzey Fırat bölgesine yayılan küçük
krallığının simgesi aslan’dı veya ‘Commagene Aslanıydı.’ Nemrut Dağı’nda bulunan dev mezar anıtta, astrolojik
ve Hermetik simgeler kullanılarak, gizem vurgulanmış-tı. Nemrut’da bulunan Aslan kabartmasının üzerindeki
Astrolojik simgeler aslında bir horoskop, yani yıldız
ha-ritasıdır ve Gilbert burada işaret edilen iki zaman
döne-miyle, Kralın doğum ve “Sarman Kardeşliğine” inisiye
edildiği tarihleri işaret ettiği düşüncesindedir, bu tarih
6 Ocak’tır yani Hz. İsa’nın Yahya Peygamber tarafından
vaftiz edildiği tarih, yani özgün adıyla “Epiphanes” günü. Gilbert, Kral Antiochus’un krallığının henüz
bu-lunmamış bir yerinde 35 derece eğiminde, 155metre
uzunluğunda, nereye gittiği bilinmeyen bir tünel olduğu-nu iddia ediyor. Aslında bu iddia doğru, çünkü arkeologlar uzun zamandan beri bu bulmacanın peşindeler. Kahta’dan
Nemrut Dağı’na uzanan tünellerin varlığı biliniyor ama nereye gittikleri henüz anlaşılamadı zira o boyutta kazılar
yapılmış değil. Gilbert, Commagene Kralının doğum ta-rihini de hesaplıyor; bu tarih Güneş’in Regulus yıldızıyla Aslan burcunda buluştuğu tarih, yani 29 Haziran.
A. Gilbert, Urfa’nın da-Eski adıyla Edessa “Orion
Bilgeli-ği” ile ilgili bir merkez olduğu görüşünde ve bunun
kanıtları-nın da Eski Ahit’te yani Tevrat’ta bulunduğunu belirtiyor. Hıristiyanlığın ilk yıllarında Urfa, çok önemli bir
eği-tim merkeziydi ve kutsal kalıntılar hala orada görülür. Gilbert, araştırmalarında kayıp Kardeşlik Örgütü’nün
izlerinin Urfa’da da bulunduğunu belirtiyor ve Matta İncil’indeki “Maji Öyküsü”nü hatırlatıyor. Mesih’in yani Hz. İsa’nın doğumu yani “Christmas Günü” aslında 25
festiva-lini simgeler.-Mitralar’ın Doğum Kutlamaları Gerçek
“Christmas” Milattan önceki 7’nci yılın 29 Temmuz’udur yani Hz. İsa milattan yedi yıl önce doğmuştur ve o gün
gök konumu çok özeldir.
Güneş her yıl aynı tarihte, “Kralın Doğumu” konumuna girer. Aslan burcundaki “Küçük Aslan” veya “Aslan Yürek”
de denen Regulus’la buluşur. Bu aynı zamanda da, göğün en
parlak yıldızı olan Sirius’un yükseliş döneminin hemen son-rasıdır. Mısır mitolojisinde Sirius yıldızı Tanrıça İsis’in özel yıldızıdır, görülmediği dönemde Tanrıça hamiledir,
yüksel-diğinde yani parlamaya başladığında oğlu Horus doğar, bu da Güneş-Regulus buluşmasıyla simgelenir.
İlk Hıristiyanlar, bu mitolojik kavramı kullandılar, Sirius’un yükselmesi Meryem’in doğumuydu ama bu kez
doğan Horus değildi. Çünkü Meryem’in oğlu Hz. İsa’ydı,
aynı anda görülen parlak yıldızlar da önemliydiler, örne-ğin Orion İsis’in eşi olan Osiris’ti.
Hıristiyan kültü, Osiris’e Meryem’in eşi Yusuf’un
kimliğini verdi. Procyon yıldızı da, Sirius gibi Orion’dan sonra yükselir ve İsis’in kardeşi Nephthys ile simgelenir. Zodyak-Burçlar Kuşağı genelde hayvanlarla
simge-lenir. Öküz yani Boğa, Koyun yani Koç burçları Hz. İsa’nın
doğduğu ahırda bulunan ve yemlenen yani beslenen iki hay-vandır ve ahır Bethlehem kasabasındadır, kasabanın adının anlamı “Ekmeğin Yeri”dir. Bethlehem kasabası, Judah bölge-sinde yani İsrail’in Aslan Kabilesi’nin yaşadığı yerdedir ve bu kabilenin simgesi Aslan Burcundaki veya takım yıldızındaki
Regulus’tur. Sonuç olarak ezoterik anlamda Güneş-Regulus
buluşması, Hz. İsa’nın ahırdaki doğumunu simgeler.
Gilbert, Hz. İsa’nın doğuşu öyküsünün anlamının farklı olduğu görüşünde, bizlere bu şekilde Hz. İsa’nın
doğum horoskopunun, yani yıldız haritasının anlatılmak
istendiğini düşünüyor, eğer okuma doğru yapılırsa kesin zaman belirlenecektir.
Hz. İsa da Horus gibi bir kral olarak doğmuştur, ge-zegenlere uygun armağanlar onun doğumunu simgelerler. Matta İncil’inde armağanların baştan çıkarıcı oldukları ve
egosal amaçlarla kullanılabilecekleri vurgulanır. Yani üç
gezegenin negatif yönleri vurgulanır, negatif yönler
pra-tik Majinin reddedilmesi-Merkür, ölümsüzlük arzusu
-Satürn ve krallık yani iktidar hırsıdır-Jüpiter. Daha son-raki olaylar da benzer anlamlar içerirler, Yahya Peygamber