• Tidak ada hasil yang ditemukan

islamin Gercekleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Membagikan "islamin Gercekleri"

Copied!
224
0
0

Teks penuh

(1)
(2)

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ 5

İSLAM ve ÜLKEMİZDE DİN ANLAYIŞI

1-Islamı Ortaya Çıkaran Koşullar 6

2-İslam Arap Putperesliği mi? 9

3-Sözde Cahiliye Devri 17

4-Gerçek Din Nedir 20

5-Ülkemizde Din Savunmaları 22

6-Ahlak'in Kaynagi Din mi Biyoloji mi? 23

7-Aramızdaki Fark 25

8-Bizler Neden İnanmıyoruz 26

9-Semavi Dinlerin Kökeni ve Dinsiz Yaşam 29

HZ.MUHAMMED'İN HAYATI

1-Çocukluk ve Gençlik Dönemi 31

2-Hz.Muhammed ve Hatice 32

3-Hz.Muhammed 40 Yaşından Önce putperest miydi? 33 4-Hz.Muhammed ve peygamberlik kariyerinin baslangici 34

5-Hz.Mumhammed'in Peygamberlik Ücreti 36

6-Hz.Muhammed'in Asıl Amacı 37

7-Medine'ye Hicret 40

8-Hz.Muhammed'in Böl ve Elegeçir Taktiği 42

9-Hz.Muhammed'den Mucize İsterlerse 43

10-Hz.Muhammedin Cennet Vaadleri ve İnsanlari Şiddete Tesviki 45

11-Muhaliflerin Hile ve Tuzakla Öldürülmesi 48

12-Hz.Muhammed Dönemi Baskınlar ve Yağmalamalar 55

13-Hz.Muhammed Dönemi Tecavuz, İşkence ve Şantaj Örnekleri 57

14-Hz.Muhammed'in Eşleri 59

15-Hz.Muhammed'in Muhtemel Hastalığı (Akromegali Hastalığı) 66

16-Hz.Muhammed'e Suikast Girişimi 69

17-Hz.Muhammed'in Ölüm Korkusu 71

18-Hz.Muhammed'in Hazin Cenaze Töreni 72

HADİSLER ve KAYNAKLARI

1-İslamda ki Yeri 75

2-Kuranda ki Yeri 76

3-Hadis Kaynakları 77

(3)

ARAP TANRISI ALLAH

1-Allah Kelimesinin Kökeni 81

2-Arap Mitolojisinde Allah 85

3-Kuran'da Tanrı Allah İnsan Şeklinde Tasvir Edilir. 86

4-Tanrı Allah Zamandan ve Mekandan Münezzeh mi? 89

5-Tanrı Allah'ın Ahirette Bacak Açması 90

6-Arşta Tuvalet Yok mu? 92

7-Tanrı Allah'ın Hür İrade Anlayışı 93

8-Tanrı Allah Herşeyi Bilebilir mi? 96

9-Merhamet sahibi! Tanrı Allah 99

10-Tanrı Allah'ın İnsan Psikolojisinden Haberi var mı? 102 İSLAM VE KURAN EVRENSEL Mİ?

1-İnsan Hakları, Eşitlik ve Kuran 104

2-İslam Hoşgörü ve Barış Dini midir? 110

3-Araplar İcin Yazılan Kuran 114

4-Kuran Korundu mu? Veya Değişmedi mi? 117

5-Kuran Allah Kelamı mı? 119

6-Kuran'ı Hz.Muhammed mi Yazdı? 122

7-Kuran neden Hz.Muhammedin sağlığında kitaplaşmadı? 128

8-Kurana Göre Tevrat ve İncil Değişmiş mi? 130

9-Musa Gerçekte Mısırda Yaşadımı? 133

10-Zülkarneyn (Çift boynuzlu) Hikayesi 135

11-Adem ve Havva Gerçek mi? 137

12-İslâm'da ve Kuran'da Kölelik 139

İSLAMİYET DE KADINA BAKIŞ VE KURAN

1-İslamiyet Öncesi Arap Kadını 142

2-Kuran'da Kadına Bakış 144

3-Kuran'da Çok Eşlilik ve Müslüman Savunmalarına Cevaplar 148

4-Kuran'da Kadına Getirilen Sınırlamalar 149

5-İslama Göre Kadının Çalışması Caiz midir? 151

6-Kuran'da Muta Nikahı 153

7-Cariyelik 157

8-Kuran'da Yetim Kızlar ve Kaynakları 162

9-Pedofilinin (sübyancılığın) Kuran’daki Yeri 165

10-Eski Türklerde Kadına Verilen Değer ve Müslümanlık 170 İSLAM'DA GANİMET HÜKÜMLERİ

1-İslam Hukukun'da Ganimet: 172

2-Ganimet Hükümleri ve Cenevre Sözleşmesi 174

3-Ganimet Hükümlerine İslami Bakış 176

4-Ganimet Savaşları İle İslamın Yayılması 178

(4)

KURAN'DA DÜNYA VE EVREN

1-Arşın Su Üstünde Olması: 184

2-Kuran'da Dünya ve Evrenin Yaratılış Aşamaları 185

3-Kuran'daki “6 gün” kavramı 189

4-Kuran'ın Düz Dünyası 192

BİLİM VE İSLAMİYET

1-Bilimsel Kanıtlara Göre Evren, Dünya ve Canlılar 197

2-Müslüman Mantığı ve Bilimsel Düşünce 198

3-Belli Başlı Bilim Dışı Ayetler 199

4-Deniz Sulari Karismaz mı? 203

5-Sözde İslam Alimlerine Bir Örnek 206

6-Ruh Bilimsel Yönden Gerçek Dışdır 209

KURANDA Kİ ÇELİŞKİLER

1-Kuran'da ki Çelişkilerin Kaynağı 210

2-Hangisi Doğru? 212

3-Hükümsüz Ayetler 219

(5)

ÖNSÖZ

Malesef İslam ülkelerinde Müslümanlar inançlarının son ve mükemmel din olduğuna inanıyor, Kitaplarını Allah kelamı görüyor ve dinlerininde tartışmasız gerçek olduğunu kabul ediyorlar. Bu eleştiriye kapalı ve tahammülsüz mantıkla da inanmayanlara bu inanclarını dayatıyorlar.

İslami kurallarla yönetilen ülkelerde eğer bir kişi araştırıp öğrendikten sonra İslama inanmamayı seçerse Müslümanlarda ki bu saplantılı mantık nedeniyle dinden çıkmanın bedelini canıyla ödüyor, veya ömrünü hapislerde tamamlıyor. Üstelik Müslümanların tartşmasız doğru kabul ettikleri İslami öğretilerin gerçek dışı olduğu çağımızda rahatlıkla kanıtlanabilir durumda. Müslüman toplumlar maalesef bu açık gerçekle yüzleşmekten sürekli kaçıyorlar. Oysa İslamın gerçek dışı olduğunu ortaya koyan kitaplara ve ciltler dolusu bilgiye internette ve piyasa da ulaşmak mümkün.

Örneğin islami öğretide geçen; Adem ve Havvanın sadece bir masal olduğunu Evrim Teorisi, arkeoloji ve genetik bilimi ispatlamış durumda, 6 günde yaradılış hikayesinin gerçek dışı olduğunu Astronomi bilmi ispatlayalı nerdeyse 300 yıl oldu, Savaşlarda ganimet adında yağmanın helal oluşu çağımız yasalarına göre insanlık suçu, Kadınların sadece anne ve eş görülerek toplumsal hayattan soyutlanması, kölelik, cariyelik ve çocuk istismarı gibi çağ dışı uygulamaların kuran'da kendine yer bulabilmesi hem düşündürücü hemde ilahi kaynaklı bir kitap olmadığının da kanıtıdır.

Din kitaplarında anlatılan; Mısırdan çıkış, Zulkarnyn, Nuh Tufanı, Süleyman ve Saba Melikesi gibi hikayelerde ki tarihi kayıtlarla uyumsuzluk, akla ve bilime aykırılıklar dinlerin sadece masal olduğunuda ortaya koymaktadır. Ayrıca Kuranda yazan ve günümüzde uygulanamaz durumda olan hükümlerde Kuran'nın ilahi bir kaynaktan gelmediğinin, kişisel çıkar için yazıldığını ve ancak ogünün şartlarına uygun olduğunun kesin kanıtlarıdır.

Örneğin; Kuran'da ilahi bir hak görülen köle, cariye, savaşta ganimet, cizye, vb. uygulamalar artık çağdışı kalmış ve geçerliliğini yitirmiş hükümlerdir. Bu hükümleri içeren ayetler uluslararası hukuk kurallarına göre İnsanlığa karşı işlenmiş ağır suçlar kapsamına girer. Bu suçu işleyenlerin de uluslar arası mahkemelerde yargılanması gerekir.

Kendini Müslüman olarak gören herkez; Kuran'da çağımızda uygulanamaz ve suç teşkileden bu hükümler neden var diye sorması gerekmez mi?

Görmek istemeyene elbette gerçekleri gösteremeyiz ama aklını kullanan ve kanıtları görebilen kimseler için din büyüklere masallardan başka bişey değildir ama malesef kanlı masallardır.

Bu masallar nesilden nesile günümüze kadar geldiler ama artık böyle devam etmemeli. İçinde yaşadığımız bilgi çağında İnsanlığın bu kanlı masallardan kurtulması, daha aydınlık bir gelecek için zorunludur. Amacım İslami inanç sistemini oluşturan belli başlı konuları inceleyerek bu açık gerçekleri ortaya koymak ve böylece okuyucuların doğru bildikleri yanlışlarla yüzleşmesini sağlamaktır. Umarım sizlerin gerçeklerle yüzleşip dini sorgulamanıza yardımcı olabilirim.

(6)

İSLAM ve ÜLKEMİZDE DİN ANLAYIŞI

1-İslam'ı Ortaya Çıkaran Koşullar

İslam ve Hz.Muhammed nasıl ortaya çıktı? Hz.Muhammed bir mağarada hayal gördü ve şimdi 1,5 milyardan fazla insan ona inanıyor. Bu mudur? Elbette hayır. İslam’ı ve Hz.Muhammed’i ortaya çıkaran bazı koşullar ve olaylar var. O zamanki Arap toplumundaki bu değişiklikler bazı peygamberler ortaya çıkardı. Bazı şairler çıkıp peygamberlik iddiasında bulundular. İçlerinden Hz.Muhammed değil de bir başkası da galip gelebilirdi ama durum çok da farklı olmazdı o halde sorun Hz.Muhammed değil. Sorun Arap yarımadasında o çağda yeni bir dinin doğup güçlenip gelişmesine yol açan koşullardır. Bu insanlar nasıl ve neden din etrafında bir araya gelmiş?

Eski zamanlarda siyasi otorite ve dini otorite toplum yönetiminde söz sahibiydiler. Bu yalnız Araplarda böyle değil herkeste her millette böyleydi. O çağlarda insanlar gaddardı. Uyguladıkları vahşet kimi zaman azalır kimi zaman artardı. Peki madem bu o donemler icin normal olarak kabul ediliyorsa, neden islam tarihindeki; yağma, tecavüz olaylarını ve savaşlardaki vahşeti eleştirelim? Asırlar önce ki toplumsal düzende bu normaldi demeyip de eleştiriler yöneltelim? Bu bir çifte standart olmaz mı?

Hayır, olmaz. Çünkü İslam’ın Allah katından indiği iddia ediliyor. Eğer bu din her şeye kadir her şeyin üstünde zamandan ve mekandan münezzeh tek gerçek tanrı tarafından indirildi ise bu dinin insanlara yaptırdıklarının sadece asırlar önce değil günümüzde de normal karşılanması gerekirdi. Oysa bu kitap okunduğunda görülecektir ki Kuran'da ve islam tarihinde öyle olaylar vardır ki açıkca soykırım ve insanlık suçu içermektedir. Bu yapılanları Tanrının emrettiğini düşünmek ve haklı görmek Tanrı kavramına hakaret olur.

Arabistan’da İslam’ın doğduğu kuzey taraflarında toprak verimsiz tarımsal üretimin çok düşük olması kabileler tarzında bir örgütlenmeyi meydana getirmişti. Elbette bu tarz bir ekonomik yapı adetleri gelenek ve görenekleri etkiliyordu. Mülkiyet nasıl klanın ortak malıysa suç ve cezada ortaktı. Şöyle ki bir kabileden biri bir başka kabileden birini öldürürse iki kabile arasında savaş çıkabiliyordu ya da kan bedeli ödeniyordu ama bu diyeti ödeyen katilin bizzat kendisi değil kabilenin tümü oluyor mesela kabilenin ortak malı olan keçilerden elli tane verilmesi gibi. Bu şekilde suçun telafisine (diyet ödeme) ya da intikam girişimine (savaş, kan davası) suçu işleyen birey değil klanın tamamı muhattap oluyordu. Kabileler arası kavgalar kaçınılmaz olarak çok fazlaydı su meselesi vb. en ufak şeyde bir kişinin şiddete baş vurması sonucu bir cinayet gerçekleşirse iki kabile hemen vuruşurdu. Arabistan gibi kaynakların yeterince iyi işlenmediği ve üretimin çok ilkel olduğu bir coğrafya da kaynaklar yüzünden çarpışmalar çıkmakta, hele bu kurak verimsiz coğrafyada çarpışmalar daha çok ve daha şiddetli olmaktaydı.

Akrabalık çok önemliydi. Kabilenin içinde katı bir hiyerarşi vardı. Ama ilginçtir tam bir demokrasi vardı. Kabilenin ortak kararıyla kabile reisi seçilirdi sonra da bu reislerin biri hepsinin başı olurdu. Kabileler genelde savaş durumunda bir araya gelirlerdi. Medine nispeten tarıma elverişliydi. Mekke’de böyle bir durumun söz konusu olmaması onları tarım ve hayvancılıktan çok ticarete itmişti. Kervanlar vardı ve bu kervanları zaman zaman yağmalayanlar oluyordu. Kervanların ve ticaretin güvenliğinin sağlanması Mekkeliler için hayati bir önem taşıyordu. Eğer ticaret yollarının güvenliği sağlanacaksa bu ancak Arapları bir çatı altında toplamak ve bir devlet kurmakla mümkündü. Arapları bir araya getirecek tek güçte eski çağlarda olduğu gibi dindi, Tanrının seçilmiş kulu olmak idi.

(7)

Biraz siyasi yapıdan da bahsedelim: Kabileler halinde yaşamda kabile liderliği babadan oğula geçmezdi. Kabile lideri olacak kişi; dürüst, cesur, iyi savaşçı olmalıydı ama tabii ki kabile liderliği görevini bir ömür boyu yürütürdü kabile lideri.

Darü’n Nedve denilen bir yer vardı Mekke’de. Kabe’nin yakınına kurulmuş ve kapısı Kabe’ye bakan bir binaydı. İşte Mekke’nin ileri gelenleri burda toplanır aralarında karar alır önemli konuları ticaret, savaş vb. karara bağlarlardı. Dar’ün Nedve bir bakıma meclis işlevi görmekteydi Şu halde henüz başlangıç aşamasında da olsa devlet yapılanması vardı. Nüfus artışı ticaretin ve işbölümünün gelişmesi insanları bir devlet örgütlenmesinde bir araya gelmeye zorluyordu.

Bu Dar’ün Nedve’ye gelip görüş bildirmek için 40 yaşına gelmiş bir Mekke'li erkek olmak yeterliydi işte böyle hem kabile tarzı bir ilkel yaşam hem de çağına göre oldukça ilerici bir örgütlenme tarzı söz konusuydu. Yalnız bir şey dikkatinizi çekti mi? Mekke ileri gelenlerinin toplandığı Dar’ün Nedve’ye gelmek için 40 yaş şartı var. İşte bu bize Hz.Muhammed’in peygamberlik iddiasının neden kırk yaşında olduğu hakkında bir fikir verebilir. Hz.Muhammed Dar’ün Nedve’ye girip çıkacak ve Mekke’nin saygın, zengin önemli kişileriyle ittifak yapacaktı. Bu da gösteriyor ki Hz.Muhammed’in yanında toplananlar tıpkı diğer peygamberler Museylime ve Tuleyha’nın yanındakiler gibi çıkar ilişkileri içinde bir araya gelmekteydi. Hatta Ömer ve Ebubekir gibi ileri gelenlerden iki kişi kızlarını Hz.Muhammed’e vererek bu ilişkiyi daha da perçinlemiş. Hz.Muhammed ise bir kızını Osman’a vermiş o kızı ölünce diğer bir kızını daha zenginliği dillere destan Osman’la evlendirmişti. Hatice ile evlenmesi Hz.Muhammed’e olağanüstü bir prestij ve zenginlik de kazandırmıştı. Dahası Muhammed’in akrabalarından Talha da zengindi. İşte bu zengin ve önemli kişiler İslam’ın asıl kurucularıydı. Hz.Muhammed’in yanında ve diğerlerinin yanında da samimi bir inançla toplanan elbette vardı ama çoğunluk çıkar amacı güdüyordu. Uhud’da peygamberin kesin emrine rağmen okçuların yerlerini terkederek yağmaya katılması, Huneyn dönüşü ganimet paylaşımı yüzünden Hz.Muhammed’i semure ağacının altında sıkıştırıp nerde ise dayak atmaya kalkmaları dahası ona “yalancı” ve “cimri” demeleri, yanı sıra Kuran’da önce ganimetlerin tamamının sonra ise beşte birinin Hz.Muhammed’e ait olması bu çıkar ilişkisinin kanıtıdır.

Gelin bir de İslam’ın en değerli kitabı Kuran’a bakalım:

Bakara -79 “Artık vay hallerine; kitabı kendi elleriyle yazıp, sonra az bir değer karşılığında satmak için "Bu Allah katındandır" diyenlere. Artık vay, elleriyle yazdıklarından dolayı onlara; vay kazanmakta olduklarına.”

Demek ki bu durumdan koşulların uygunluğundan istifade etmek ve çıkar sağlamak amacıyla peygamberlik iddiasında bulunan sadece Muhammed değildi. Onlar Muhammed’e göre yalancı peygamberlerdi ama onlara göre de Muhammed yalancı bir peygamber di. Hakikatte hepsi bir birinden farksızdı.

İslam’dan önce de Hac ve Kabe vardı. Bu Kabe’ye Arap yarımadasının uzak yerlerinden gelenler vardı. Amma bir usul vardı ki şu yanında yiyecek getirmek yasaktı. Yiyecekle gelmek Allah’a güvenmemek oluyordu. Günlük elbiseyle tavaf edilmezdi dışardan da elbise getirilmezdi. Peki ne yapılırdı ihram bu işe bakan aileden satın alınırdı. Neden? İslam öncesi de Allah’ın mekanı olan Kabe’ye tertemiz elbiseyle girmek gerekti. Üzerinizdeki elbiseler belki de haram işlerken de üstünüzdeydi Allah’ın evini bunlarla kirletmemeli. Peki yoksul olanlar da var mıydı tavafa gelenler arasında? Evet vardı. İhram alacak parası olmayanlar Kabe’yi çırılçıplak tavaf ederdi kadın ya da erkek fark etmez.

(8)

"Peygamberin izniyle ihramdan çıkıp Mina'da bulunan kadınlarımıza yöneldik. Zekerlerimizden meni damlıyordu" (Buhari Hac/81; Müslim Hac/141)

Bu hadis hem Buhari’de hem Müslim’de var. Yani sahihliği tartışılmaz demek ki Mekke’nin fethinden sonra örtünme ayetleri inmeden evvel Müslümanlar da çıplak tavaf etmişler. Ayrıca Mekke Kureyş’in kontrolünde iken Hudeybiye barışında anlaşma yapılmıştı, Müslümanlara bir yıl sonra Hac için izin verilmişti. O sırada Kabe Kureyş’in kontrolünde olduğundan tavaf onların istediği gibi ihramı satın alarak ya da çıplak yapılmıştı. Ve erkekler bir sürü çırılçıplak kadını görünce de doğal olarak zekerlerinden meni damlıyordu.

Kabe ziyareti bugün nasıl büyük bir kazanç kaynağı ise o zamanlar da durum böyle idi. Kabe’de bazı hizmetler vardı ve bu hizmetlerin her birini yönetici konumunda olan aileler tedarik ederdi: Hicabe: kabe perdeciliği ve anahtarlarının korunması Sedanet: Hicabe’nin yardımcılığı Kabe kapıcılığı. Rifade: Hacılara yemek verme Sikaye: Hacılara su verme. Bu görevlerden Sikaye vazifesini Hz.Muhammed’in dedesi Abdulmuttalib, Abdulmuttalib ölünce de oğlu Ebu Talib yerine getiriyordu. Yani Hz.Muhammed’in ailesi de bu Hac işinin kaymağını yiyenlerdendi.

Mekke Medine dolayları inanç olarak nasıldı? Aslında buralar inanç olarak bayağı renkli ve çeşitli idi. Medine’de önemli sayıda Musevi vardı, Mekke ekseri putperestti, putları reddeden Hanifler de vardı. Yabana atılmayacak kadar Hıristiyan Arap da vardı; bunlar Roma etkisiyle Hıristiyanlaşmıştı. Hıristiyan ve Hanif inancının bir sentezi olan Rukus inancı da vardı.

Peki Arap yarımadasında ki Hz.Muhammed de dahil bütün bu peygamberlerin amacı neydi? Bunlar Arapları kendi etraflarında bir arada toplamak ve tüm Arap yarımadasına hakim olmak istiyorlardı. Onların da aynı Hz.Muhammede inananlar gibi müritleri vardı. Alın bir örnek tamamen İslami kaynaklardan:

"İlk dinden dönme hareketi Peygamber (s.a.s)'in sagliginda Yemen'de ortaya çikmisti. Kendisinin peygamber oldugunu iddia eden Esved el-Ansî, topladigi kuvvetlerle önce Necran bölgesini, pesinden de San'ayi, Vali Sehr ile yirmi bes gün savasarak ele geçirdi. Hz. Peygamber'in Amil ve muallimi olarak bölgeye gönderdigi Mu'az b. Cebel, Ma'rib'de bulunan Ebu Musa el-Esari'ye iltihak etmis daha sonra Ikisi birlikte Hadramevt'e gitmislerdi (Taberi, III, 229-230).

Ibnül-Esir'in ifadesiyle, "Esved'in çikarmis oldugu fitne bir alev gibi, Hadramevt'ten Taif, Bahreyn ve Ahsa'dan Aden'e kadar her yeri kaplamisti" (Ibnül-Esir, II, 338).

Hadramevt'te toplanan müslümanlar endiseli bir sekilde beklerken, durumu haber alan Rasûlüllah (s.a.s)'in, Yemen bölgesinde bulunan müslümanlarin tamamina yönelik, Esved'e karsi savasilmasi emri bölgeye ulasti. Veber b. Yuhannis vasitasiyla gönderilen mektubta; dinin korunmasi, mürtedlere karsi savasilmasi, Esved el-Ansî'nin açikça savasilarak veya gizli bir tertiple ortadan kaldirılmasi ve bu emrin Islâm'da sebat eden bölgedeki bütün müslümanlara ulastirılmasi gibi talimatlar yer almaktaydi" (Taberi, III, 231; Ibnül-Esîr, II, 338).

"Rasûlüllah (s.a.s)'in emri San'a'daki müslümanlara ulastigi zaman, planlanan bir suikast ile Esved el-Ansî, Firûz adindaki biri tarafindan öldürülmüs ve Kenan bölgesi tekrar Islâm'in hâkimiyetine girmisti. Onun öldürüldügü haberi Medine'ye Rasûlüllah (s.a.s)'in vefat ettigi günün sabahinda ulasmisti" (Taberi, III, 227 ).

(9)

2-İslam Arap Putperesliği mi?

A-Putperesliğin Tanımı

"Putperestlik, genel anlamda bir nesne, görüntü veya fikre tapım içeren bir dini uygulama, anlayış veya inançtır." (http://tr.wikipedia.org/wiki/Putperestlik)

Peki İslam öncesi Arap yarımadasında hakim din olan Putperestlik nasıl bir inanç? Gelin bunu Kuran’a bakarak görelim:

Lokman-25 “Andolsun, eğer onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, mutlaka “Allah” derler. De ki: “Hamd, Allah’a mahsustur.” Fakat onların çoğu bilmezler.”

Yunus-18 “Allah’ı bırakıp, kendilerine ne zarar, ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve “İşte bunlar Allah katında bizim şefaatçılarımızdır” diyorlar. De ki: “Siz, Allah’a göklerde ve yerde O’nun bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? O, onların ortak koştukları şeylerden uzaktır, yücedir.”

Zumer-3 “İyi bilin ki, halis din yalnız Allah’ındır. O’nu bırakıp da başka dostlar edinenler, “Biz onlara sadece, bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” diyorlar. Şüphesiz Allah, ayrılığa düştükleri şeyler konusunda aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve nankör olanları doğru yola iletmez.”

Zuhruf-19 “Onlar, Rahmân’ın kulları olan melekleri de dişi saydılar. Onların yaratılışına şahit mi oldular? Onların (yalan) şahitlikleri yazılacak ve sorgulanacaklardır.”

Yani İslamiyet öncesi dönemde putperestler de Allah’a inanıyordu. Ama putları kendilerini Allah’a yakınlaştırıcı olarak görüyorlardı.

B-Putperest Örf ve İbadetleri

Putperestlik, Farsça kökenli bir sözcük olan put sözcüğünden türemiştir. Pupereslik inanç sisteminde görülen örf ve ibadetleri ve islamda ki uygulamaları inceleyelim;

1-Ayinler. 2-Namaz. 3-Oruç. 4-Hac. 5-kurban. 6-Sünnet 7-Takı,tütsü ve büyüler 8-Telbiyeler İlahiler şiirler 9-Sembol ve dövmeler

(10)

1-Ayinler

Kutsal ve özel günlerde genellikle mabetlerde toplanan putperestler geleneklerine göre çeşitli gösterilerde bulunur, ilahiler söyler, toplu ritüeller yaparlar. Ateş üzerinden atlama ya da ateş üzerinde yürüme, vücutlarına şiş batırma bu gösteri örneklerindendir. Kutsal bir puta, geçmişteki kutsal saydıkları kişiden kaldığına inandıkları bir nesneye saygı gösterisinde bulunur, etrafında döner ya da koklayıp öperler.

Yıllık ayinlerin dışında mevsim başlarında, özellikle ilkbahar ve sonbaharda yapılan ayinler de vardır. Belirli günlerde güneş ve ay festivalleri yapılır.Türlerine göre ayinlerde kutsal saydıkları sudan içer, kutsal saydıkları yiyecekten yerler. Dualar eder, dileklerde bulunurlar. Putperestlerin bu ayin adetlerinin İbrahimi dinlere de geçtiği görülmektedir. Noel kutlamaları Mitra paganlarından geçmedir.

Putperest Arapların yevmül Arabu dedikleri cuma toplantıları, kandil geceleri, aşure günleri, cem ayinleri pagan kökenlidir.

2-Namaz

Putperest ibadetlerinden biri namazdır. Namaz, güneş kültünün ritüellerinden biridir ve Hint kökenli bir ibadettir. İslam öncesi Araplar da namaz kılarlardı. Günümüzde Hindular da namaz ritüellerini devam ettirirler. Sansktitçe ''Surya'' Güneş, ''Namaskara'' ise Selamlama veya Bağlantı demektir. Böylece "Surya Namaskara" ''Güneşle Bağlantı'' anlamına gelmektedir. Surya Namaskara, bedende akan güneş enerjisinin canlandırma tekniğidir. Arap putperestlerinin namaz kıldığı Kur'an'da yazılıdır.

Enfal-35 “Onların Kabedeki namazları, ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir. Küfrünüzden dolayı azabı tadın.”

Bilindiği üzere Arapça'da “salat” namaz demektir. Genelde meallerde dua olarak çevrilmektedir. Bu ayette putperestlerin kıldığı namazın şekli eleştirilmektedir.

Putperestler de günde 5 vakit namaz kılarlardı. Şaharit namazı - Sabah namazı

Musaf namazı - Öğle namazı Minha namazı - İkindi namazı

Neilat Şerarim namazı - Akşamüstü namazı Maarib namazı - Akşam namazı

Kaynak; Hayrullah örs, Musa Ve Yahudilik, s.399-405; Doç.Dr. Ali Osman Ateş, Asr-ı Saadette İslam; Şaban Kuzgun, Hz. İbrahim Ve Hanifilik, s.117; Epstein, Judaism.

Kuran'da geçen namaz vakit sayısı 3 olmasına rağmen 5 vakit kılınıyor olması zamanla putperest döneme dönüldüğü şüphesi taşımaktadır. Aynı şekilde abdest de putperestlerde vardı. Cünup olunca boy abdesti alırlardı. (İbn-i habib, Muhabber)

(11)

3-Oruç

Güneş kültüne sahip putperestlerin ibadetlerinden biri de oruçtur. Namaz vakitlerini güneş zamanlı ayarladıkları gibi oruçlarını da güneşin doğuş ve batışına göre ayarlarlardı. Orucun başlangıcı bile İslamiyet'teki gibi ay'a göre tespit ediliyordu. Tıpkı, bugünkü Müslümanlar gibi, ay'ı görmek için gözetleme heyetleri bile kuruluyordu. (Hayrullah Örs, Musa Ve Yahudilik)

İslamiyet öncesi arap paganlarının ilginç gelenekleri vardı.: Bunlar Ramazan dedikleri ayda bir ay oruç tutarlar, Mekke'ye Hacca gidip Kabenin etrafında 7 kez dönerler, Kara Taşı (Hacerül Esved) kutsal sayar Kara Taşı'ı öpeler ve günde dört veya 5 vakit namaz (salat) kılarlar, şeytan taşlarlardı. ( Is Allah the Same God as The God of Bible?, M. J. Afshari, p 6, 8-9, İslam, Beliefs And Observances, Caesar E. Farah)

Aişe anlatıyor: Islam öncesinde Kureyş, Aşure gününde oruç tutardı. (Buhari, e’s-Sahih, Kitabu’s Savm/1.) Sabiilik, yıldız kültüne sahip bilinen en eski pagan dinidir. İlginçtir ki Sabiiler de 3 vakit namaz kılar ve 1 ay oruç tutarlardı. Farz orucun dışında nafile oruçlara da sahiptiler. (İbn Nedim, El Fihrist, s. 442-445)

Kuran'da önceki toplumlarda da orucun olduğu yazılıdır:

Bakara-183. “Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç, size de yazıldı (farz kılındı). Umulur ki sakınırsınız.”

Eski Çağ dinlerinde, oruç özellikle, rahiplerin Tanrılara yakınlaşmaya hazır olmalarını sağlamaya yarayan bir yoldu. Helenistik Dönemin inançlarına göre, Tanrılar bir takım kutsal öğretileri ancak oruç tutan kişilere vahiy yoluyla gönderirlerdi. Bazı eski kültürlerde ise oruç, öfkelenen Tanrıları teskin etme gibi amaçlara yönelikti. Sibirya Tungu şamanları ise, ruhlarla ilişki kurabilmek için oruç tutarlardı.

Bütün dinlerde, belirli zamanlarda oruç tutma geleneği vardır. Budha rahipleri, gene belirlenmiş günlerde oruç tutarak günahlarını itiraf ederek, arınacaklarına inanırlar. Hindistan’da Sadhular gene günahlarından arınmak için oruç tutarlar. Çin’de göksel Yang ilkesinin başlamasından önce belirli bir süre oruç tutulur.

4-Hac

İslam öncesi Araplar'da Kabe putperestlerin en kutsal mabediydi ve bölge halklarının hac mekanıydı. Putperestler tıpkı günümüz müslümanları gibi Kabe etrafında 7 kez tavaf yaparlardı. Kureyş dışından gelen Bedevi putperestler tavafı çıplak olarak yaparlardı. Putları ziyaret, Hacerül Esved taşına el sürme ve öpme, Safa ve Merve tepeleri arasında gidip gelme, şeytan taşlama hac ibadetinin en önemli ritüellerindendi. Putperestlerin hac sırasında hep bir ağızdan yaptıkları telbiye de aynen şöyleydi:

Lebbeyk allahümme lebbeyk. La şerike leke illa şerikun huve lek. Temlikuhu ve ma-melek

(12)

Eğer Mekke'ye bir gün yolunuz düşerse insanlar kisve denilen bir örtüye bürünmüş bir küpün etrafında toplanmış göreceksiniz. Bu taşın odak noktası da Hacıların “siyah taş” dediği taştır. Bu taş, küpün güneydoğu ucundadır ve kış güneşinin doğduğu yere bakar. Gene Kabe'de bu taşı öpen insanlar göreceksiniz. Neden diye soracak olursanız taşı öptüğünüzde günahlarınızdan arınıp YENİDEN DOĞMUŞ gibi olacağınızı söylenecektir. Biraz daha etrafta dolaştığınızda insanların bu küpü 7 kere tavaf ettiğini göreceksiniz. Bunların hepsi putperest Arap geleneklerinin kalıntılarıdır. Ayrıca Kabe hiçbir zaman yahudiler ve hristiyanlar tarafından kutsal sayılmamıştır. Tevrat ve İncilde Kabe ile ilgili tek bir ayet dahi olmaması bunu kanıtlamaktadır.

5-Kurban

Eski çağlarda insan kurban edilmesi, bir nevi temizlenme ve sihir vasıtasıydı. Ailenin ilk çocuğu Tanrı'ya ait kabul edilir ve kurban edilmesi gerekirdi. Mısırlılar ise köpek başlı olarak tasvir ettikleri insanlara Ani" diyorlar ve onları "Ay Tanrısına kurban olarak sunuyorlardı. M. Eliade, Anadolu'da özellikle ilk çağlarda hasat mevsimi dolayısıyla yapılan insan kurbanı ve kafa kesme ayinlerine örnek olarak Frigyalılar'ı ele alır. Frigyalıların yüzyıllar önce hasat zamanında insanları, başlarını kesmek suretiyle kurban ettiklerini, hatta elde mevcut delillere göre, o zamanlar bu âdetin Doğu Akdeniz'in her tarafında yaygın olduğunu kaydetmektedir.

İslam öncesi Arapların da eski dönemlerde Sabah Yıldızı'na daha doğmadan büyük bir acele ile insan ve beyaz deve kurban ettikleri, yine önemli putlardan Uzza'ya oğlanlarla, kızların ve esirlerin de kurban edildikleri ileri sürülmektedir. Yakın dönemde ise insandan vazgeçilmiş, hayvan kurbanına geçilmişti. Putlara özel kurban kestikleri gibi genelde Safa ve Merve tepelerine dikilmiş kayadan putlara kurban keserlerdi. Bu kayaların bir İsaf diğeri Naile adlı puttu. İsaf ve Naile iki sevgiliydi ve Kabe’nin kutsallığını kirlettikleri için öldürülmüş, daha sonra efsaneleşerek kutsallaştırılmışlardı. Araplar, putlara adak da adarlardı. Dilekleri gerçekleştiğinde, önemli işlerinde ve uzun seyahatlerinde adak keserlerdi. Adaklarının çoğu da ilk çocuklarının erkek olması içindi.

6-Sünnet:

Antropologlar sünnetin başlangıcı hakkında görüş birliğine varamamıştır. 6.000 yıl önce antik Mısır’da sünnetin varolduğu eski Mısır piramitlerinde bulanan bazı mumyaların sünnetli oldukları görülmesi ile kesinleşmiştir. Tarih boyunca mısırlılar, Yahudiler ve Babillilerin sünnet adetine sahip oldukları tespit edilmiştir.

Sünnet pagan geleneğinin tek tanrılı dinlere uzantısıdır. İslam öncesi putperestler de sünnet adetine sahiptiler. Putperest Araplarda hem kadın hem de erkekler sünnet edilirdi. Hadislerde Muhammedin, halifelerin ve ashabın sünnetinden bahsedilmemesi, onların zaten putperest adeti gereğince sünnetli olduklarını gösterir. Kadın sünneti sadece putperest Araplarda değil, eski Mısırlılarda da mevcuttu. Mısır’da yapılan arkeolojik kazılarda bulunan bazı kadın mumyalarının sünnetli olduğu belirlenmiş, kadın sünnetinin nasıl yapıldığı M.Ö 1600’lü yıllardan kalan duvar resimlerinde detaylı bir şekilde tasvir edilmiştir.

Bu, kadın sünneti geleneğinin kökeninin çok eski çağlara dayandığının göstergesidir ve sünnet geleneğinin tarihinin tek tanrılı dinlerden daha eski olduğunu, asıl olarak bir pagan geleneği olduğunu, tek tanrılı dinlere pagan toplumlardan geçtiğini gösterir. Tıpta erkek sünnetinin az da olsa bir yararına değinilse dahi kadın sünnetinin hiçbir yararı olmadığı, kadının cinsel isteğini öldürdüğü, ölüm ve yaralanmalara neden olduğu biliniyor.

(13)

7-Takı, Tütsü ve Büyüler

Putperest toplumlarda şans, uğur ve hayır getirmesi için birtakım taş ve takılar kullanmak adettendi. Kendilerini kötü ruhlardan, cinlerden, nazardan koruması için çeşitli nesneleri vücutlarına, boyunlarına takar ya da üzerlerinde taşırlardı. Büyü günümüzde de süregelen ilk çağ pagan ritüellerinden biridir. Sıradan insanlarda bulunmayan gizli bir gücün sahibi olmak, düşmanlarını, rakiplerini altetmek, aşk ve cinsellikle ilgili isteklerine kavuşmak amacıyla çok çeşitli büyü yöntemleri uygulanırdı.

Tütsü ise arınma, temizlenme, kötü ruhları ve cinleri kovma amacıyla paganların okült seremonilerinde, Antik Yunan'da, Hitit Uygarlığı'nda, Babil'de, Firavunlar dönemi Mısır'ında, Roma İmparatorluğu'nda, Hindistan, Tibet ve Japonya'da çok eski zamanlardan beri kullanılmaktadır. Tek tanrılı dinlerde bunlar yasaklanmış ve günah sayılmışsa da değişik versiyonlarla sürdürüldüğü bir gerçektir. Örneğin muskalar, ayet yazılı kağıtların evlere, arabalara asılması, hastalığa ve nazara karşı okuyup üfleme, nazar boncukları, mum yakma vb.

8-Telbiyeler, İlahiler, Şiirler

Putperest toplumlar ayinlerinde telbiyeler, ilahiler söylenirdi. Cenaze törenlerinde ağıtlar yakılır, naatlar okunurdu. Örneğin eski Mısır’da ölü evinden kadınlar sokaklara çıkar dövünerek ölüye ağıtlar söylerlerdi. İslam öncesi Araplar da telbiyeler, ilahiler, şiirler çok önemliydi. En beğenilenleri Kabe’ye asarlar, (Muallakat-ı Seba Şiirleri) putları için okurlardı. İslam öncesine ait ne varsa yakılıp yokedildiği için ne yazık ki bu kültürden elde çok az bilgi kalmıştır. Bunlardan biri de 7 Askı denilen şiirlerdir.

9-Sembol ve Dövmeler

Pagan inançlarda dilin sembollerle kullanılmasına yoğun olarak rastlanılır. Hemen hemen her pagan toplumda çeşitli semboller mevcuttur. Pentagram denilen beş köşeli ters yıldız en ünlüleridir. Dövme de pagan toplumlarda sıkça kullanılan bir sembol yöntemidir. Hintliler, Japonlar, Amerika Yerlileri ve Afrika'daki bazı kabileler dövmeyi bir süs olarak yaparlarsa da pek çok toplumda dövmenin hastalıklara ve kötü ruhlara karşı koruyucu bir tılsım olarak uygulandığı, bireyin toplumdaki konumunu (köle, efendi, ergen, işçi, asker) vurgulamak için kullanıldığı bilinmektedir. Dövme yapma geleneği hayli eskidir. İ.Ö 2000'lerde Eski Mısır toplumunda dövmenin yapıldığı mumyalardan anlaşılmıştır. Mısırlıların dışında Britonların, Galyalıların ve Trakların da dövmeleri vardı. Eski Yunanlılar ve Romalılar, barbarlara özgü bir uğraş saydıkları dövmeyi suçlular ile kölelere yaparlardı.

Hun kurganlarında çıkan cesetlerde son derece kıvrak çizgilerle ve dekoratif bir anlayışla yapılmış düşsel yaratıklar ve koç figürlerinden olusan dövmeler görülmektedir. Dinsel-büyüsel kaynaklı bu dövmelerin is olduğu ihtimali ve deriye şırınga edilmesi ile oluştuğu düşünülmektedir. Hunlara ait Pazırık kurganında bulunan bir başkana ait cesetten anlaşıldığı üzere Hunlarda asil ve kahraman kişilerin dövme yaptırabildiği, daha sonraları Kazak ve Kırgızlarda da devam eden bu geleneğin yine kahramanlık niteliği taşıyan bireylere uygulandığı bilinmektedir. İlkel topluluklarda dövme yapılırken törenler düzenlenir. Dövmeyi yapan kişi birtakım dinsel ve büyüsel kuralları yerine getirmek zorundadır.

(14)

Sonuç

Buraya kadar anlattığımız putperest adet ve ibadetleri konusunda sanırım herkes hemfikirdir. Müslümanlar da putperestlerin bu ibadetlere sahip olduğunu reddetmez. Bilmeyenler de inceleyip araştırdıklarında doğruluğunu göreceklerdir.

Bunlar din derslerinde, din kitaplarında pek anlatılmadığı için sanılır ki Kur'an'da yazılı olanların tümü Hz.Muhammed tarafından getirildi. Görüyoruz ki İslam'ın ve Kur'an'ın getirdiği yeni birşey yok. Zekat ve sadakaya varana kadar hepsi putperestlerde mevcut. Putperestlerde olmayanlar da Yahudilerde var. Peygamberlik, melekler, kıyamet, ahiret, cennet, cehennem gibi. Bu durumda putperestlikle tek tanrı dinlerindeki ortak ibadetleri nasıl açıklayacağız?

İslam dininin ibadetleri ile İslam öncesi Arap putperestlerinin hemen hemen aynı ibadetlere sahip olmasının sebebi nedir?

Dinlere inanmayan biri bu durumu dinlerin evrimine bağlar. İslam'ın yeni hiçbirşey getirmediği, Kur'an'da yazılı olanların tümünün putperestlerden ve Yahudilerden derleme, toplama olduğu gerçeği karşısında İslamcı savunmaya geçer; Dinlerin evriminin doğru olmadığı, İslamın Adem'den itibaren varolduğu, değişik adlarla da olsa peygamberlerin daima İslam'a çağrı yaptıkları, namaz, oruç, hac, zekat, kurban, sünnet vb. ibadetlerin başından beri olduğu ancak toplumların zamanla İslam'dan saparak putlar ve ilahlar edindikleri, İslam'dan miras aldıkları ibadetleri bu putlara ve ilahlara yaptıkları şeklindedir.

Örneğin büyük çoğunluğu müslüman olan Türkler zamanla İslam'dan saptığını, putlar edindiğini ve Allah'a ilaveten ay tanrısı, güneş tanrısı vb. ilahlara taptığını ama namaz kılmaya, oruç tutmaya, hacca gitmeye, zekat vermeye, sünnet olmaya devam ettiğini düşünelim. Türklerde bunlar var mı? Yok! Bu ibadetlerin Türklerde olmayıp Arap putperestlerince korunması nasıl izah edilebilir?

Kabul etmesi zor olsada sonuçta tüm müslümanlar Arabistanda inanılan bir dişi tanrıya inanmaya devam ediyor.

Kuran esas itibariyle Arap putperesliğine ve geleneklerine yer verdiği için Yahudiler, Hiristiyanlar ve "Hanifler müslüman olmaktan kaçınmışlardir, Abû Amr olayi bunun tipik örneklerinden biridir.

Medîne'de Evs'lerin liderlerinden biri olan Abû Amr b.Seyfi b. al-Numan, Muhammed'in bütün israrlarina ragmen Islâmiyeti kabul etmez. O kadar ki sirf Islâm'a karsi oldugunu anlatmak için kendi toplumunu terkedip Mekke'ye göç eder. Fakat az zaman sonra Medine'ye döner ve Muhammed'in yanina giderek sorar: "Nedir senin getirdigin din?". Bu soruya Muhammed: "Benim getirdigim din Haniffiya'dir, yani Ibrahim'in dini'dir" diye cevap verir. Bunun üzerine Abû Amr söyle der:"Eger getirdigin din Ibrahim'in dini ise, benim de izledigim zaten o'dur". Fakat Muhammed ona :"Hayir senin izledigin din, Ibrahim'in dini degildir" deyince Abû Amr kizar ve söyle karsilik verir: "Evet o'dur, fakat sen, Ey Muhammed, Haniffiya dinine ait olmiyan seyleri (Ibrahim'in dinine) ekledin". Bucevaba karsi Muhammed: "Hayir ben onu en saf sekliyle getirdim" deyince Abû Amr dayanamaz ve Muhammed'i yalancilikla suçlayarak söyle der: "Tanri yalanciyi evsiz barksiz ve yapa yalniz biraksin ve gurbette öldürsün" .

Daha baska bir deyimle Abû Amr sunu anlatmak ister ki Hz.Muhammed, Kur'ân'i Arap geleneklerine yer veren hükümlerle doldurmaktadir.

(15)

C-Fİl Olayı

Birde kuranda Fil Suresi vardır ki bu süreyi ve surede anlatılan olayın islam tarihindeki iniş nedenini okuyan biri bu işteki garipliği anlayabilir.

İslami Kaynaklarda Fil Olayı:

Habeşistan Krallığına bağlı Hristiyan Ebrehe Yemen valiliğini sürdürdüğü sırada San’â şehrinde “Kulleys” denilen ve yer yüzünün hiçbir yerinde benzeri görülmeyen bir kilise yaptırdı. Sonra kral Necâşî’ye bir mektup yazarak : “Ben senin için eşi ve benzeri görülmemiş bir kilise yaptırdım, Arap hacıları bu kiliseye çevirinceye kadar bu işin peşini bırakmayacağım.” dedi.

Araplar arasında bu kiliseden bahsedilince, Fukaymoğullarından birisi öfkelenerek çıkıp bu kiliseye geldi ve def-i hacetini yapıp burasını kirlettikten sonra ailesinin yanma geri döndü. Bu durum Ebrehe’ye bildirildiği gibi ayrıca ona bunu yapan kimsenin Arapların hac maksadıyla Mekke’de ziyaret ettikleri Ka’ be taraftarı birisi olduğunu ve hacıların Ka’be’den buraya çevrileceğini duyduğu için öfkelenerek bunu yaptığını, söylediler. Bunun üzerine Ebrehe Öfkelendi ve Mekke’ye gidip Ka’be’yi yıkacağına dair yemin etti. Böylece Ebrehe yanında bulunan Mahmûd adındaki fil ile beraber yola çıktı. Bir rivayete göre, Mahmûd adlı filin peşinden giden on üç fil daha vardı. (Kur’an’da fil kelimesi tekil geçer) Mekke yakınlarında kendileriyle çatışan Nüfey’lin ordusunu yenip kendisini esir aldılar ve onu rehber olarak kullandılar.

Kureyşliler Ebrehe’nin ordusunu haber alınca “Bu orduyla savaşa bizim gücümüz yetmez” diyerek şehirden kaçıp dağ eteklerine sığınırlar. Ebrehe Ka’be’yi yıkıp tekrar Yemen’e dönmeğe kararlıydı. Nihayet Mekke’ye vardıkları bir sırada Nüfeyl gelip filin kulağından tuttu ve ona : “Ey Mahmûd! Çök, sonra sağ salim geldiğin yere geri dön; çünkü Allah’ın beldesi Haram’da bulunuyorsun.” dedi ve filin kulağını bıraktı, bunun üzerine fil kendisini yere bırakıverdi. Nüfeyl ise bütün gücüyle koşup dağın tepesine çıktı. Habeşli askerler, çöken fili kaldırmak için bir hayli dövdüler, fakat fil yine de yerinden kalkmadı. Bu defa fili Yemen tarafına doğru çevirdiler ve fil koşmağa başladı. Aynı şekilde fil Suriye tarafına çevrilince yine koşmasını sürdürdü. Bu defa filin yönü doğuya çevrildi ve fil yine koştu. Fakat Mekke tarafına çevrilince tekrar yere çöktü ve yerinden kıpırdamadı.

Bu sırada Allah, onların üzerine deniz tarafından kırlangıç kuşuna benzeyen sürüler hâlinde kuşlar gönderdi; bu kuşların her birinin gagasında bir, ayaklarında ikişer taş bulunuyordu. Mercimek ve nohut tanesi büyüklüğünde olan bu taşları kuşlar getirip üzerlerine bıraktılar. Bu taşlar kime isabet ettiyse öldürdü, fakat atılan taşlar hepsine isabet etmemişti. Bu defa Allah, bir sel gönderip onları denize sürükledi. Bu sırada Ebrehe ile birlikte kurtulanlar geldikleri yola doğru koşuşmaya ve Yemen’e giden yolu göstermesi için Nüfeyl’i aramaya başladılar.

Nüfeyl Allah’ın onların üzerine indirdiği bu felâketi görünce şu mealdeki mısraları söyledi: “Allah, peşini bırakmadıktan sonra nereye kaçıp kurtulacaksın. Artık Ebrehe galip değil, mağlûp durumdadır.” Ebrehe’nin cesedi öyle bir hâle geldi ki, “bütün uzuvları tek tek döküldü; öyle ki San’â’ya getirdiklerinde kuş kadar kalmıştı. Ölmezden önce göğsü yarılıp kalbi dışarı çıktı ve bundan sonra öldü. Bu olaydan sonra Arapların katında Kureyşlilerin itibarı arttı. Bu yüzden Araplar Kureyşliler için: «Onlar ehlullahtır (Allah’ın yakınlarıdır), bu yüzden Allah Habeşlileri helak edip onların başından uzaklaştırdı.» dediler.

(16)

Fil olayında inanç yönünden tutarsızlıklar ve gariplikler vardır. Bunları görelim:

1-Habeşistan ve Yemen Hristiyan hakimiyetindedir. Habeşistan kralı Necaşi ve Yemen valisi Ebrehe Hristiyandır. Yani, İslam’a göre kitap ehlidir ve müşrik değildir. Kureyşliler ise müşriktir.

2-Ebrehe'nin büyük bir kilise inşa ettirdiğini, insanları kiliseye yönlendirmek istediğini tarihi kaynaklar yazar ve bu mabette tek bir put yoktur. Ama Kabe putlarla doludur ve bir müşrik Arap, Yemen’deki bu kiliseyi pisletmiştir. Peki Kuran'a göre kiliselerin bir değeri var mıdır?

HAC-40 “Onlar, başka değil, sırf "Rabbimiz Allah’tır" dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah, bir kısım insanları (kötülüklerini) diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah’ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılır giderdi. Allah, kendisine (kendi dinine) yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir.”

3-Filin her yöne gidip Mekke’ye gitmemesi ve Kuşların gagalarında ateş taşları taşıyıp orduya atmaları ve bu taşlarla ordunun telef olması bilimdışıdır.

4-Böylesi mucizeleri gören ve duyan herkezin putperest olması gerekirdi. Müşrikler bu olaydan sonra putlara tapmaya devam etmiştir. Allah müşriklerin putperestliğe devam etmelerine olanak sağlamıştır. Allah’ın müşriklerden yana olup, kendisine en yakın inananları helak etmesi mantıklı değildir. Kaldı ki belki Ebrehe'nin ordusunun içinde ''putperest'' bir kavimle savaşmaya gittiğini düşünen, bölgeyi putlardan temizle amacıyla orduda bulunan Hristiyanlar da olabilir.

5-Eğer Allah Kabe’yi korudu müşrikleri değil dersek, daha sonraki olaylarda Allahın Kabeyi neden korumadığını açıklayamayız. Kabe İslam tarihi boyunca birkaç kez saldırıya uğradı, yakıldı-yıkıldı. Hacerülesved parçalandı, hacılar katledildi. Sel baskınlarına uğradı.

6-Bu olayın doğru olduğuna delil olarak, putperestlerin Fil suresine itiraz etmedikleri gösterilir. Putperestlerin itirazlarının olup olmadığı bilinemez. Çünkü Kur’an’dan başka hiçbir kayıt-kanıt bırakılmamış yok edilmiştir. Ayrıca Fil Vakası bir putperest efsanesi olabilir. Önemli olan putperestlerin değil, Hristiyanların itirazıdır ki, Kur’an’da böyle bir itirazdan söz edilmemişdir. 7-İslam kaynakları Ebrehe'nin maddi çıkarları için bu seferi düzenlediğini yazar. Öyle olsa bile Ebrehe'nin amaçlarının arasında putları temizlemek ve insanları kiliseye yönlendirmek olduğunu söylemek sanırım çok yanlış olmayacaktır. İçinde yüzlerce put bulunan Kabe'nin tevhid merkezi olarak nitelendirilmesi ise tamamen saçmadır.

Fil Olayı ne zaman meydana geldi?

Bu olay Peygamber'in doğduğu yıl olmuş ve orduda bulunan fil/fillerden dolayı Araplar arasında "Fil Vak'ası", geçtiği yıl ise "Fil Yılı" olarak meşhur olmuştur. Ebrehe tarafından yazdırılan, Miladi 543 tarihli bir kitabe vardır “Himyeri Kitabesi”. Fil Olayı'nın bu tarihten sonra olduğu kesindir. Muhammed Hamidullah, Fil Olayı'nın peygamberin doğumundan 3 ay önce, 569 yılında meydana geldiğini yazmaktadır. Nitekim Arapça tarihi kaynaklarda, Peygamber'in "Fil Senesi"nda dünyaya geldiği bilgisi verilir. (İbn Hişam, Siyer, İbnü'l-Esîr, el-Kâmil fi't-Târih)

Sonuç olarak; Fil Suresi ve İslam Tarihinde anlatılan yazılış nedeni bu olayın bir Putperes efsanesi ve Kuran'ın da Putperes bakış açısı ile yazıldığını net olarak ortaya koymaktadır.

(17)

3-Sözde Cahiliye Devri

Arap yarımadası, İslam öncesi dönemlerde şehir devletleri ve bağımsız kabilelerden oluşan toplum ve idari yapıya sahipti. İlk defa Hicaz bölgesinde İslamiyet’le birlikte bir devlet kurulmuştur. Arabistan köklü geçmişe ve kültüre sahip olan İran ve Bizans devletlerine komşu olduğundan bu iki kültürden büyük oranda etkilenmiştir Yarımadanın içindeki göçler sebebiyle hemen hemen her tarafında çeşitli din ve fikir cereyanlar Arabistan'da tanınmış ve yerleşmiştir. Bu cereyanlar yarımadada az yada çok taraftara sahip olduğu gibi belirli bölgelerde de ortaya çıkmıştır. İşte bu canlı kültürel yapı sonuçta islamı doğuran Arap kültürünü oluşturmuştur. Araplar arasında İslamiyet’ten önce Sabiilik, Mecusilik, Putperestlik, Haniflik, Yahudilik ve Hristiyanlık gibi dinler yayılmış ve Araplar üzerinde birçok tesirler meydana getirmiştir.

İslam’dan önce Araplar, Güneyli-Kuzeyli veya Adnani-Kahtani olmak üzere iki gruba ayrılmış olarak karşımıza çıkmaktadır. İklim ve coğrafyanın gereği olarak bedevi bir hayat yaşayan Araplar, din olarak da totemizm, animizm ve fetişizm gibi aşamalardan sonra gelen putperestliği benimsemiştir. (Şemseddin Günaltay, İslam Öncesi Araplar ve Dinleri, Ankara 1997, s. 63) Arap yarımadası, gerek kuzey-güney ve gerekse doğu-batı arasında ticaret yolları üzerinde bulunmaları sebebiyle çok eski devirlerden beri birçok medeniyet ve dinlere beşiklik etmiştir. Ancak çevrelerindeki milletlerden etkilenerek bünyelerinde birçok değişiklikler meydana gelmiştir. Tarihte bu devir Araplarından bahsedilirken “Cahiliye çağı” deyimi kullanılmaktadır.

(Neşet Çağatay, İslam Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, A.Ü.İ.F. Ankara)

İslam öncesi “Cahiliye Devri” ifadesinden Arapların bütün medeniyetlerden mahrum oldukları sonucu çıkarılmamalıdır. Hatta bazı kaynaklar, ilmin zıddı anlamındaki cehaleti İslam öncesi Araplar için kullanmaktan kaçınmış, bu ifadenin İslam öncesi dönemi belirtme için kullanıldığını kaydetmişlerdir. Gerçekte İslamiyet Öncesi Arap Yarımadasında canlı siyasi ve kültürel hayat sözkonusudur. (Kaynak: Risalet Öncesinde Arap Yarımadasında Dinler ve Bir Peygamber Beklentisi – İ.F.D. 6 (2001) S.87-102)

A-Siyasi ve Sosyal Yapı

Siyasi anlamda kabileler halinde yaşayan Arapların her kabilesi ayrı bir cemaat hüviyeti taşımakta, bağımsızlıklarını ve özgürlüklerini kendi ellerinde bulundurmaktaydı. Ancak tehlikeli durumlarda savunma yapmak amacıyla kabileler birlikte hareket ederlerdi. Sosyal yapı bakımından Arap toplumunda hür, esir ve mevali (özgürlüğü almış esirler veya Arap olmayanlar) şeklinde üç çeşit sınıf vardı. Özgür insanlar ortak bir yaşam sürdürmelerine rağmen bunlar arasında birtakım

ayrıcalıkları olanlar mevcuttu. Sözde Cahiliye devrinde Arap Yarımadası canlı bir kültürel yapıya ve çok çeşitli dinlere evsahipliği yapmaktaydı.

B-Panayırlar

Arap toplumunda iktisadi ve kültürel hayatın önemli bir parçasını panayırlar oluşturmaktaydı. Bu panayırlar senede bir ve belirli günlerde tesis edilirdi. Buraya her taraftan ve her kesimden insanlar gelirdi. Siyasi faaliyetlerin yanı sıra adli ve kültürel faaliyetlerin de yürütüldüğü ve yıl boyunca muhtelif yerlerde kurulan bu panayırlar tüccarlar için de önemli bir müesseseydi. Bu panayırların en meşhurları; ‘Ukâz, Mecenne ve Zül-mecaz’dır. Bunlardan Ukaz; Taif ile Necd arasında bir yerde Mekke’ye üç merhale ilerde idi. Mecenne ise Mekke’nin batısında yer alan bir kasabanın veya dağın ismidir. Zül-Mecaz ise Arafat yakınındadır.

(18)

C-Ticaret

Araplarda ticaret bir hayli gelişmiş, ticaret merkezleri kurulmuş ve ticari anlaşmalar yapılmıştır. Belli başlı kervan yollarının da bulunduğu bir bölge olan Arabistan’da sadece erkekler değil, kadınlar da ticaretle meşgul olmuşlardır. Arapların ticarette ileri gitmelerinin başlıca sebebi, bu bölgenin orta noktada yer alması ve komşularıyla dil yakınlığının bulunmasıdır. Kara ticaretinin yanında deniz ticareti de gelişmiş ve böylece Araplar ticarette bir hayli ilerleme kaydetmişlerdir.

D-Sanat

Arap bölgesi, aynı zamanda edebi bir merkezdir. Az önce kendisinden söz edilen panayırlar sadece ticaret için değil, bilimsel faaliyetler için de bir merkez durumundadır. Çeşitli yazı türleri, astroloji, ilkel yöntemlerle meteoroloji ve bunlara dayalı olarak mitoloji gelişmiştir. Kahinlik de bir hayli gelişmiş ve güçlü şairlerin yetişmesine sebep olmuştur. Öyle ki Araplar, “sonrakilere kalır da dilden dile yayılır” diye şairlerin hicivlerinden korkar hale gelmişlerdir.

E-Din Hürriyeti

İslamiyet öncesi Arap Yarımadasında Putpereslik, Sabilik, Musevilik, Hıristiyanlık, Mecusilik ve Haniflik, vb... Dinleri barış ve hoşgörü içerisinde yüzyıllarca birarada yaşamışlardır. Bu hoşgörü ve barış ortamı İslamın ortaya çıkmasıyla bozulmuş, müslümanlıktaki katı hoşgörüsüzlük neticesi birdizi savaşlar, sürgünler ve katliamlar sonucu bu dinlerin kökü kazınmış vede Arap yarımadasında din özgürlüğü sona ermiştir.

F-Cahiliye Devri Yalanları

Cahiliye devrine ait, gerçek olmayan veya çok abartılarak verilen, insanları islamın ne kadar mükemmel bir din olduğunu anlatmak için uydurulan yalanlardır.

1-Cahiliye döneminden önce kız çocuklar doğar doğmaz gömülüyordu denir.

Soruyorum madem kızlar gömülüyordu bu insanlar nasıl ürüyordu? Hz.Muhammed'in annesi aslında erkek miydi? cahiliye döneminde kızların diri diri gömüldüğünü iddia edenler; islamdan sonra ne değişti? Artık kadınlar diri diri beline kadar gömülüp taşlanarak öldürülmüyor mu?

2-Cahiliye devrinde insanlar cahildi. o yüzden adı cahiliye.

Yukarıda kısa ve öz anlatıldığı gibi islam öncesi Arap yarımadasında ki kültürel yapı günümüzle kıyaslanamayacak kadar çeşitli ve canlıydı. İslam öncesinde farklı dinler ve uluslar barış içinde aynı şehri ve coğrafyayı paylaşıyor, günümüzde Arabistanda hayal bile edilemeyecek bir hoş görü ortamında yaşıyorlardı. Bu sözü söyleyenlere; İslam öncesi Arap yarımadasındaki canlı ticaret, panayırlar, değişik dinlerin bir arada barış ve huzur içinde yaşaması, Şairler, şiir yarışmaları nedir peki? Diye sormak gerekir.

3-İslamdan önce herkes putlara tapardı. kabede putlar vardı. şimdi putlara tapmıyoruz.

kabenin etrafında 7 defa dönmek, şeytan taşlamak, günde 5 kere kabeye karşı namaz kılmak ve hacerül esvet taşını öpmek ve şefaat dilemek nedir söyler misiniz?

(19)

G-Cahiliye Devri Gerçekleri

İslam öncesi Cahiliye döneminin önemini küçümsememeliyiz. Unutmayalım ki Cahiliye devri İslamın doğduğu ve geliştiği bir dönemdir, kısacası İslamı Cahiliye devri yarattı diyebiliriz. Aslına bakarsanız günümüz İslam ülkelerinde Cahiliye Dönemi kanlı canlı devam da etmektedir.

Cahiliye döneminin kriteri İslam dini ise ve bu dönem İslam'ı yaratmışsa, cahiliye dönemi İslam yaşadıkca var olmaya devam edecek demektir. Çünkü günümüzde İslam inancını oluşturan bütün dini öğretiler cahiliye devri denen bu dönemde ki Putperes Arap geleneklerinin biraz değiştirilip Musevilik ile harmanlanması sonucu meydana gelmiştir. İslam kültürünün ana kaynağı Cahiliye devri Arap kültürüdür.

Gerçekten de günümüzde şeriatle yönetilen bütün Müslüman ülkelerde bu dönem kanlı canlı yaşanmaktadır. İslamın Cahiliye devrinden ithal ettiği ve daha da katı hale getirdiği bütün öğretiler bu ülkelerde günümüzde uygulanmaktadır örneğin İran'da Müslüman'lar Tahran üniversitesinde zorunlu toplu cuma namazları kılmakta, şeriat ülkede terör estirmekte ve kadınları acımasız idama götürmektedir. İslami öğretide ki kadını aşalayıcı hükümler nedeniyle İslam ülkelerinde ve özellikle şeriat hükümlerinin katı uygulandığı Afganistan ve Suudi Arabistan gibi ülkelerde kadınların can ve mal güvenliği yoktur. Bu ülkelerde kadınlar alenen dövülmekte ve yüzleri, gözleri kezzapla yakılmaktadır. Suudi Arabistanda kadınların araba kullanmasına bile izin verilmemektedir. Sudan'da ve Nijerya'da, ırzlarına geçilen yani tecavüze uğrayan kadınlar recm ile cezalandırılmaktadırlar. Bütün bu gerçeklere rağmen gene aynı islam çoğrafyasında din propagandası yapanlar tarafından İslam'ın kadınların haklarını verdiği ve İslamın kadını yücelttiği yalanı etrafa yayılmıştır. bu çoğrafyanın en büyük talihsizliği İslamın İlahi bir öğretiye çevirdiği için kalıcı hale gelmiş Ortacağ Arap kültürünü yaşamak zorunda kalmasıdır. Bütün bu uygulamlar aşağıda değineceğim diğerleri de cahiliye denen dönemden kalmışlardır.

Cahiliye dönemine ve o dönemin ürünü olan İslam'a ait batıl inançlar Ülkemizde özellikle Anadolu'nun küçük köy ve kasabalarında değişmeden devam etmektedir. Destursuz işememek, karanlık bir yolda yürürken cinleri kaçırmak için iple bir teneke kutuyu çekmek, doğum yapan kadınları şeytanın etkisinden korumak için plasentayı evin uzağında bir yere gömmek, cin çıkarmak, şeytan taşlamak, kaybolan bir malı bulmak için 40 kere Yasin okumak, eşiği önce sağ ayakla geçmek, göbeğe yazı yazdırmak, muska taşımak ve daha aklıma gelmeyen yüzlerce batıl inanç günümüz İslam ülkelerinde sağdır ve sıhhattedir.

Evet. Cahiliye dönemi diye bir dönem varsa, Müslüman'ların o dönemi henüz aşmadıklarını söyleyebiliriz. Çünkü İslam'ın tanımını yaptığı bir cahiliye dönemi hiç bir zaman olmamıştır. Yukarda değindiğim cahiliye dönemi, İslam'ın neden olduğu cahiliye dönemidir.

İslam'dan önceki dönemi, cahiliye dönemi olarak nitelendirmekte israr edenler için şu kadarını hatırlatmakta yarar var:

İslam, kendisinden önceki dönem için cahiliye dönemi terimini kullanmıştır ama, o dönemdeki bütün gelenek ve görenekleri, batıl olsun olmasın bütün inançları, bünyesine almış ve günümüze kadar taşımıştır. İslam'la kaynaşan o gelenekler yasallaşmış ve daha kabul edilir hale gelmişlerdir. Onları teker teker saymaya gerek bile yoktur.

(20)

4-Gerçek Din Nedir?

Ülkemizde hertürlü tartışma ortamında islami öğretide bulunan ve çağa uymayan ayet, hadis, tarihi bilgi ve belgelerle ilgili Müslümanların savunma argümanlarını şöyle sıralayabiliriz;

-Ayetlerde çeviri hatası var. -Hadisler uydurma.

-Tarih kaynakları uydurma. Peki gerçek nedir?

Gerçek, sizin kendi keyfinize göre yorumladığınız "din" midir? Gerçek Din, bunca alimin yanlış anladığı, ömrünü Kuran okumaya adamış ve Arapçayı çok iyi derecede bilen alimlerin yüzlerce yıldır yanlış yorumladığı, ama sizin doğru anladığınız şey midir?

Apaçık kitabın hali bu mu?

"Son din"in bile "tek çatı"sı yok. Kuran korundu mu yoksa ayetler çıkarıldı mı? Şii mi olacağız, Sünni mi? Hepiniz birbirinizi kafir ilan ediyorsunuz.

Hadisleri kabul edenler ve kabul etmeyenler, birbirini kafir ilan ediyor.

Hadisleri kabul mu edeceğiz? Yoksa çöpe mi atacağız? Hadi diyelim ki bu ayetleri sadece sizler (yenilikci müslümanlar) doğru anladı. O zaman diğer tüm ilahiyatçılar cahil midir? Ya da Kafir midir? Yoksa sizler mi kafirsiniz?

Buhari, Müslim, Tirmizi vs. bir ömür boşuna mı uğraşmıştır?

1400 yıl boyunca kabul edilen tarih kaynakları uydurma mıdır? Yoksa bu tarih kaynakları, yine sizin işinize geldiği gibi kabul ettiğiniz ya da "çöpe attığınız" şeyler midir?

-Taş atan çocuklara dua eden Muhammed: Kabul edildi. -Beni Kureyza katliamı: Reddedildi.

Bu mudur objektif bakış açınız? Ayetlerde neden çeviri hatası vardır? Hatalı çevrilecek kitabı "Allah" neden yollamıştır? Hatasız çevrilecek kitap yollayamamış mıdır? Yoksa bu da mı imtihan? Nisa 34'te kadına dayak var mı? Yoksa "kadına dayak" uydurma mı? Kime inanacağız? Yazı-tura mı atacağız? Alimler bu işi biliyor mu, bilmiyor mu?

"Miras-feraiz" tartışmasına gelince "Ben anlamam, alimler bilir." Nebe 33, Nisa 34, Maide 51 vs. bunlara gelince "Alimler ayetleri çarpıtıyor, doğrusu başka türlüdür."

Maide 38'de "el kesme" var mı? Yoksa bu da mı "çeviri hatası"? Neden bu ayetlerin doğru çevirisini sadece siz anlıyorsunuz?

Neden bu ilahiyatçılar, hemen hemen her konuda birbiriyle çelişiyor? Böyle bir "hak din" düşünülebilir mi?

(21)

Kendinize bunları sormanız gerekmez mi? Allah, bu kadar ortalığı karıştıracak bir din'i neden göndermiştir? neden 1 ayetin 3-5 çeşit farklı yorumu vardır? birinin "elma" dediğine öbürü "armut" diyor. bu mudur insanlara rahmet olan şey? daha Aişe'nin evlilik yaşı hakkında bile bir karar veremiyorsunuz, 6 mı 18 mi? her kafadan bir ses çıkıyor. 6 olduğunu iddia edenler sadece "dinsizler" mi? Buhari'nin hadisi ne olacak? Buhari "dinsiz" midir? Buhari "peygamber'e iftira atan kafir" midir? Araplar neden 6 diyorken, başkaları 18 diyor?

Şimdilerde "Mealden, tefsirden din öğrenilmez" sözü çok moda. Meal dediği, tefsir dediği Kuran'ın ta kendisi.

Siyer: İşine geleni al gelmeyeni yoksay. İbn-i İsak zaten güvenilmez. nede olsa siyer ilminin kurucusu yazdıklarının bir kısmı sevgili peygamberlerine yakışmayan hakaret içeren davranışlar, hiç peygamber yaparmı öyle şeyler.

Meal ve Tefsir: Kafana göre kelimelerin anlamlarıyla oyna, ayetlere olmayan anlamlar yükle en çağ dışı ayeti bile bir numaralı bilimsel ayet haline getir.

Meal çarpıtmalarına güzel bir örnek Süleymaniye Vakfı sitesinden:

Kehf 18/89-91 "Sonra (Zülkarneyn) bir yola girdi ve sonunda güneşin batmadığı yere vardı. Baktı ki güneş, bir toplumun üzerinde dolaşıyor ama onunla toplum arasına bir örtü koymamışız. İşte böyle; o toplumun her şeyini elbette biliyorduk.”

Diyanet İşleri Meali:

KEHF 18/89. "Sonra yine bir yol tuttu. Sonunda güneşin doğduğu yere ulaşınca, güneşi, kendilerini elbise, bina gibi şeylerle örtmediğimiz bir millet üzerine doğuyor buldu. İşte bunun gibi, onun yaptıklarının hepsini baştanbaşa biliyorduk."

Ayete attıranın taklanın boyutunu görüyormusunuz?

Dünyayı düz tasvir eden bir ayet attırılan taklanın etkisiyle olmuş bir numaralı bilimsel ayet. Çok değil 5 veya 10 sene sonra diyanetin kuran mealinde bu ayetler aynen bu şekilde meal edilirse şaşırmayın.

Tüm bu tartışmaların içinden çıkabilecek misiniz? Trafik kurallarını düşünün. birinin "yeşil" dediğine öbürü "kırmızı" derse, ne olur bunun sonucu işte ne yazık ki "son din" denilen islam'ın da hali bu. sonuçları da ortada. apaçık kitabı daha tam doğru anlayabilen, çevirebilen ve yorumlayabilen yok.

Bütün konulara yapılan savunmalar bundan ibaret. çeviri hatası, meal hatası, uydurma hadis. başka bir savunma argümanı yok.

(22)

5-Ülkemizde Din Savunmaları

Ülkemizde dini konularda ki savunmalara ve çarpıtmalara 3 örnek verelim. 1 - Maide 38'de "EL KESMEK" yoktur derler... (bkz. Yaşar Nuri)

2 - Nisa 34'te "KADINA DAYAK" yoktur derler... (bkz. Yaşar Nuri, Edip Yüksel vs.) 3 - Kuran'da sadece "SAVUNMA SAVAŞI" vardır derler... (bkz. Yaşar Nuri vs.) Bunların haricinde, şu tip savunmalar sık görülür:

1- Gerçek İslam bu değil, siz İslam'ı yanlış anlıyorsunuz.

2- İslam'ı kafirlerden (Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Taberi, Suyuti... gibi kafirler!) öğreniyorsunuz.

3- Kuran'a önyargılı yaklaşıyorsunuz.

4- Araplar gerçek İslam'ı anlamıyor! (yanlış meal okuyorlar çünkü) 5- O ayet öyle değil, çeviri hatası var.

6- O ayetin meali yanlış çevrilmiş.

7- O ayeti anlaman için TEFSİR okuman lazım.

8- İlk 7 madde işe yaramazsa: "O ayetin hikmetini Allah bilir, biz bilmeyiz." Hadisler?

1-Vardır, ama sadece GÜZEL olanlar gerçektir, diğerleri UYDURMA'dır.

2-Hadisler yoktur. (Buhari, Müslim, Tirmizi vs. bir ömür BOŞU BOŞUNA uğraşmış) İslam tarihi?

1-Vardır ama sadece GÜZEL olanlar gerçektir, diğerleri UYDURMA'dır. 2-Hepsi uydurmadır.

Muhammed'in eşleri? - Korumak için evlenmiştir. Cinsel bir alakası yoktur. (Enes bin Malik'in meşhur hadisi yalan oldu.)

Aişe'nin yaşı? - Evlilik yaşı 18'dir... (gitti sahih hadisler ve koskoca islam tarihi)

Safiyye, Cüveyriyye falan, zorla alınmışlar? - Uydurmadır. (gitti koskoca İslam tarihi.) Kuran'daki çelişkiler? - Çelişki beyninizde.

Lütfen bu savunmalarla kendinizi kandırmak yerine gerçeklerle yüzleşin ve çocuklarınıza gerçekleri miras bırakın. Bu kitabı baştan sona okuduğunuzda bildiğiniz İslamın gerçek din olmadğını, dini öğretilerin yalanlar üstüne bina edildiğini, İslamda hoş görü ve barışın dini olmadığını göreceksiniz. Örneğin; Kuran'da ki iyilik emirleri sadece müslümanlara yöneliktir. Başka din mensuplarına bunları yapamazsınız. Kurana göre; Onları gördüğün yerde öldürürsün. Aşağılayarak cizyeye bağlamalısın. Onları dost, yardımcı, sırdaş, vs edinemezsin. Kuranda bunlar yazar. Böyle bir inanç sisteminde insani değerlere yer olur mu?

Acı gerçek tatlı bir yalandan daha faydalıdır. Hayat İslamın doğmatik ve ilkel inanç sistemi ile heba edilmeyecek kadar değerlidir.

(23)

6-Ahlak'in Kaynagi Din mi Biyoloji mi?

Pek çokları için ahlaklı yaşam dindarca yaşamın eş anlamlısı olarak görülür. Matematik öğrencileri için 1=1, kimya öğrencileri için Su=H2O neyse, dini eğitim alan insanlar için de, Ahlak=Din'dir. Bu denklem basitmiş gibi görünüyor ama konuyla ilgili üç değişik çıkarım yapılabilir.

Birinci ihtimal, eğer din ahlağın tek kaynağıysa o zaman din eğitimi almayanlar ahlak yoksunu biçimde günah denizinde başıboş dolanıyorlar demektir. Dinibütün olanların elinde ise çok özel bir ahlaki pusula vardır. İkinci ihtimal, aslında herkesin içinde neyin ahlaki açıdan doğru veya yanlış olduğunu gösteren bir mekanizma vardır, ama dini eğitimi olanlar bu mekanizmayı daha verimli kullanırlar ve kendilerini korurlar.

Üçüncü ihtimal ise, dinler bazı ahlaki değerlere yer vermiş olabilirler, ama bu tüm dini öğütlerin doğru olduğu anlamına gelmez. Bazı dinlerde bulunan merhamet, bağışlama ve empatiyi benimserken, bir yandan da aynı dinlede bulunan ayrımcılığı, nefreti, öfkeyi, din için başkalarını öldürmeyi ahlaksızca bulabiliriz.

Bu yorumlarımla dinlere ya da dinlere inanan topluluklara karşı bir tavrım yok. Ancak "dinler ahlağın tek ve en mükemmel kaynağıdır" tezine karşı duruyorum. Peki ahlaki değerlerimizin kaynağı din değilse, diğer etmenler neler olabilir? Bu soruya verilebilecek yanıtlardan biri, zihin üzerine yapılan çalışmalardan gelebilir. Yapılan son araştırmalarda, tüm insanların, genç ve yaşlı, kadın ve erkek, tutucu ya da liberal, budist ya da yahudi, ilkokul mezunu ya da profesör, dünyanın neresinde yaşıyor olursa olsun ahlakla ilgili aynı biyolojik koda sahip olduğunu gösteriyor.

Bu evrensel kodumuz, bilinçaltında kararlarımızı etkileyen ilkeler ve prensipler sağlıyor. Tarafsız, rasyonel ve duygulardan bağımsız ilkeler. Kime yardım edeceğimizi ya da kime zarar vereceğimizi bize doğrudan söylemiyor. Bunun yerine, karşılaştığımız olayları kavramamızı sağlayan soyut kurallar vasıtasıyla neyin kabul edilebilir, neyin kabul edilemez olduğunu sezgilerimizle anlamamızı sağlıyor. Üstelik bunu adil biçimde yapıyor.

Peki bunun bir kanıtı var mı?

Çoğu senaryo ahlaki ikilemler içeriyor. Önyargılı karar vermemeniz için daha önce karşınıza çıkmayan örnekler veriliyor. 'Ötenazi' ya da 'çocuk aldırmak' gibi tartışmalı, kanunların ya da dinlerin bir şekilde yol gösterdiği veya karara bağladığı sorular sorulmuyor.

Örneğin; bir hastanede ölüm-kalım durumundaki beş farklı hasta, beş farklı organ nakli için beklerken, o sırada tesadüfen hastanede bulunan sağlıklı bir kişinin organlarının alınıp, doktorların diğer beş hastayı kurtarmasına izin verilebilir mi?

Veya bir fabrikada, bir kaçaktan dolayı zehirli gazın sızacağı odadaki kişilerin ölmemesi için, bir başka kişinin bacadan içeri itilerek gaz salınımının durdurulması, böylece 7 kişi yerine 1 kişinin ölmesine izin verilebilir mi? Bunlar gerçekten sezgilerimizi zorlayan ahlaki ikilemlerdir. Bizi ‘hayat kurtarmak iyidir’ ile ‘öldürmek kötüdür’ arasında senaryo gereği bir çatışmaya iter. Araştırmalarda, bunlar gibi yüzün üzerinde ikileme verilen binlerce cevaba baktığımız zaman insanlar arasında kadın-erkek, inançlı-inançsız, tutucu-liberal, genç-yaşlı hiçbir fark olmadığını görüyoruz. İlk defa karşınıza çıkan olaylarda verdiğiniz ahlaki kararlarda, kültürel geçmişiniz hiçbir rol oynamıyor.

(24)

Bu durumlarda sizi bilinçaltından gelen ses, biyolojik kodunuz yönlendiriyor. Eğilimlerimiz, müdahale etmenin kendi haline bırakmaktan daha kötü olduğu yönünde. Birine müdahale ettiğimiz zaman eğer onu mevcut durumundan daha kötü bir duruma getiriyorsak, amacımız çok daha büyük ve önemli de olsa yaptığımızın yanlış olduğunu düşünürüz. Bu, engellenebilen zarar ile engellenemeyen zarar arasındaki farktır. Hastanedeki sağlıklı olan kişiyi öldürmektense, diğer beş kişiyi ölüme terkederiz... Bu seçim duygusal değildir, taraflı değildir ve genel geçerdir.

Peki bu biyolojik kod evrenselse ve herkesin içinde varsa neden insanlar arasında buna uymayan pek çok yanlış ve ahlaksız davranış var? Bunun cevabını anlamak için duyguları, hisleri ve grup psikolojisini düşünmek gerekiyor.

Sinema sektörünün de favorilerinden olan soğuk kanlı bir psikopatı ele alalım. Onları; pişmanlık duymayan, suçluluk hissetmeyen, utanmaz, doğruyla yanlışı ayrırt edemeyen kontrolsüz canavarlar olarak düşünürüz. Ancak yapılan araştırmalarda aslında onların da neyin doğru ya da yanlış olduğunun farkında olduğunu ancak umursamadıklarını gösteriyor. Yani aslında ahlaki algıları bütün, ancak duyguları hasarlı ve davranışları da bu sebeple anormal.

Burada yetiştirmenin ve eğitimin önemi ve tehlikesi ortaya çıkıyor. Bir grupta sürekli grup üyelerini över, kendi kendilerini yüceltirseniz, isteyerek ya da istemeyerek o grubun dışında kalanları ötekileştirir ve nefret tohumları ekersiniz. Bu da gruba dahil olmayanların değersizleşmesine, insan sayılmamasına ve hatta parazit olarak görülmesine sebep olur. Bu nefret ve iğrenme yerleştikten sonra ise grup dışındakiler, gruptakiler tarafından ‘temizlenmek’ istenecektir.

İnsanlar da dahil tüm hayvanlar grupiçi-grupdışı ayrımını yapabilecek kapasiteye sahiplerdir. Ama grubun seçimi genlerden ziyade yaşam deneyimine bağlıdır. Örneğin, çocuklar üzerinde yapılan araştırmalardan biliyoruz ki bir yaşındaki bebekler kendi ırklarından insanların yüzüne bakmaya, kendi anadillerinde konuşan insanları dinlemeye, hatta aynı dilin kendi lehçelerini konuşanlara karşı dikkat kesilmeye eğilimliler.

Bu sosyal kategoriler tecrübeyle ve zamanla kurulur. Ancak önemli olan bunların soyut olduğudur. Örneğin yukardaki ırksal önyargı, anne ve babası farklı ırklardan olan çocuklarda ortadan kalkmaktadır. Çevresinde farklı ırklardan insanlar olanlar, olmayanlara oranla çok daha az önyargılıdır. Bu nedenle ayrımcılığa ve grupsal önyargılara karşı en etkili yöntem farklı dini, ırksal, dilsel, sosyal gruplara açık olmaktır. Yanlış anlaşılmamak için söylediklerimi biraz daha netleştireyim, evrimsel açıdan ahlaki bir yaşam sürmek için tamamen donanımlı biçimde evrimleştiğimizi iddia etmiyorum. Bu iki önemli sebepten dolayı pek olası değil.

Birincisi, evrim sürecinin uzunluğu ele alınırsa insanın ahlak değerleri bugün yaşadığımız zamanla karşılaştırılmayacak aşamalardan geçti. Eskiden hiçbir kuralın olmadığı küçük kabileler halinde yaşıyorduk. Şimdiyse kalabalık ve dağınık biçimde, karmaşık kurallar ve kanun uygulayıcılarla beraber yaşıyoruz. Ayrıca bilimdeki büyük gelişim sebebiyle evrim geçiren zihnimizin hiç karşılaşmadığı durumlarla karşı karşıyayız.

İkincisi ise, mevcut ahlaki değerlerimizi anlamaya çalışmak ve mümkünse ilerletmek, ahlaklı bir yaşam sürmenin gereğidir. Bir ahlak eğitimine gerçekten ihtiyacımız var, çünkü kendi ahlak sistemini dayatanlara karşı insanlığın evrensel değerlerini savunan, ayrımcılığa karşı duran ve çoğulculuğu savunan insanlara ihtiyacımız var.

Gambar

Tabi  Tanrı  Allahın   yıldızların   ölümünden   ve  evrendeki   sürekli   değişimden   haberi   yok,   evrenin  yukarıda duran kat kat kubbeler olmadığı konusunda da bilgisi yok

Referensi

Dokumen terkait

KONSEP ASAS • Mewujudkan generasi PEMIMPIN PKBM (L) yang mempunyai kemahiran dalam pelbagai bidang dan dapat mengendalikan pelbagai aktiviti ke

Nilai 9, apabila siswa aktif dan kreatif, dapat bergerak sesuai dengan unsur-unsur tari (tenaga, ruang, dan waktu), dapat bereksplorasi gerak secara bervariasi, iringan musik

Jawa dapat dilihat bahwa pola curah hujan pada Desember 2005 (Peta 3A) semakin ke arah bagian utara Jawa bagian tengah curah hujan yang diperoleh semakin meningkat, sedangkan

Perencanaan kinerja ini merupakan proses penyusunan rencana kinerja Kecamatan Cibeunying Kaler Kota Bandung sebagai penjabaran dari sasaran dan program yang telah

Adanya kondisi tersebut pada koperasi karyawan “emas putih” telah memberikan suatu alasan yang cukup mendasar untuk mengetahui bagaimana hasil dari penyusunan laporan

99 Amir.. perempuan menarik garis keturunannya keatas hanya melalui penghubung- penghubung yang perempuan saja sebagai saluran darah, yaitu setiap orang itu menarik garis

Jika hasil pemeriksaan dan pengujian tidak sesuai dengan jenis dan mutu Barang yang ditetapkan dalam Kontrak, PPK dan / atau Pejabat / Panitia Penerima Hasil Pekerjaan

LAPORAN PRAKTIKUM KIMIA ANORGANIK 1 ...1.