• Tidak ada hasil yang ditemukan

Marifetullah Ve Muhabbetullah

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Membagikan "Marifetullah Ve Muhabbetullah"

Copied!
10
0
0

Teks penuh

(1)

ميمححررلا انحمنححررلا اهحللا ام

ح س

ح بح

ننينععِمنججأن

هعِبعِحجصنون

هعِلعِآلون

ددٍ ممحنمم

اننادعِينيسن

ىنلىعن

مملنسملالون

ةملنصملالون

ننينمعِلناعنلجال

بيرن

لعِ

عِ

دممجحنلجالن

YÜCE ALLAH’I (C.C) TANIMA: MARİFETULLAH ve MUHABBETULLAH

“Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” 1

Hz. İbn-i Abbas, ilk âyette geçen: “kulluk etsinler” ifadesini, “beni tanısınlar” şeklinde tefsir etmiştir.2

Bir hadis-i kudside "Ben, gizli bir hazine idim; dolayısıyla bilinmek, tanınmak istedim.’’ 3 dediği

rivayet edilmiştir. 4

İman Allahu Teâlâ’nın hidayetiyle elde edilir. İrfana da O’nun inayet ve yardımıyla ulaşılır. İlahi yardımla insan iman dairesine ilk adımını atmış olur. İmanın evveli Allahu Teâlâ’nın varlığını ve birliğini bilmektir. Sonra emirlerini bilmek gelir. Devamı ihlâs ile amel etmektir. İhlâsla amelin sonu yakin ve marifetullahtır. Onun neticesi ise muhabbetullahtır. Kul Yüce Rabbinden, Rabbi de kuldan razı olunca, her iki dünyanın izzeti, şerefi, tadı ve saadeti elde edilmiş olur.

Biz, Allahu Teâlâ’ya ait olan bütün isim ve sıfatlara O’nun emrettiği ve öğrettiği şekilde iman ederiz. Şunu da belirtelim ki O’nun Yüce Zatının varlığına ve birliğine en büyük delil, yine kendisidir. O kendisini tanıtmazsa kimse O’nu tanıyamaz; O gel demezse kimse O’na gidemez. Buna hidayet ve inayet delili denir. Onun için bir arife: “Rabbini nasıl tanıdın?” diye sorulunca: “Ben Rabbimi Rabbimle tanıdım” cevabını vermiştir.

İnsanlara Kur’an ve kâinat ayetlerini okumak, onlardaki sonsuz hikmetleri öğretmek; Allah’tan aldığı edeb ile insanları eğitmek, onlara sünneti ve sünnetullahı öğreterek kendilerini kemale erdirmek. Bütün bunların sonucu dünyada marifetullah cennetine girmektir ve muhabbetullah şerbetinden içmektir. Devamı ise, ölüm kapısından selametle geçip ebedi saadet yurdu Cennet’e girmektir ve Cemalullah’ı seyirle şereflenmektir.5

Takvâ ve edebin kaynağı mârifetullahtır. Mârifetullah, bütün ilimlerin yerine geçer. Ona sahip olan kimse, her ilmin özünü ve hedefini elde etmiş olur. Diğer ilimler ise mârifetullahın yerine geçemez. Zengin-fakir, erkek-kadın, âmir-memur, evli-bekâr bütün mükellefler mârifetullah ilmine muhtaçtır. Çünkü Rabbini tanımayan kimse O’nu sevemez, Sevemeyen temiz kulluk edemez. Mârifeti az olanın imanı zayıf olur. İmanı zayıf olanın, ibadeti gevşek olur.

Hz. Lokman’ı (A.S.) dinleyelim: 1 Zâriyât/56

2 Marifetullah ve İhlas, Nurullah Toprak, Semerkand Dergisi Şubat 1999

3 Buhari, Ezan, 148.

4 Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 20/398.

(2)

“Yavrum! Güzel bir amel yapmak ancak yakinî iman ile mümkündür. İnsan, ancak yakîni ölçüsünde hayır amel yapabilir. Kişi, yakîni noksanlaşmadıkça amelinde noksanlık yapmaz. Bazen insanın yakîn ile yaptığı az amel, yakîni zayıfken yaptığı çok amelden daha faziletlidir. Kimin yakîni zayıflarsa, önemsiz gördüğü günahlar kendisine hâkim ve galip olur.”6

Hiç şüphesiz, yakîn ehli ariflerin kalbi, sıradan bir müslümanın kalbinden bin kat daha hayırlıdır. Çünkü onun imanı normal müminin imanından yüzlerce derece yüksekte ve marifetullah ilmi, sıradan bir müslümanın ilminin yüzlerce derece üstündedir. 7

Ebu Muhammed demiştir ki: “Allahu Teâlâ, bazı müminlere Uhud dağı ağırlığınca, bazılarına da zerre kadar iman verir.”

Cebrail A.S., Hz. Peygamber A.S. Efendimiz’e “ihsan nedir ey Allah’ın resulü?” diye sorar. Efendimiz de, “Allah’ı görüyormuş gibi kulluk yapmandır. Her ne kadar sen onu görmüyorsan da, o seni görüyor.” diye cevaplar. İşte bu halin adıdır marifetullah.

Evet, kâinatta her ne varsa kendi dilince kendisini yaratanı zikreder, Allah’ı işaret eder. Yani haddini bilir, gaflete düşmez. İnsanın da gördüğü her şeyde işte bu işareti fark etmesine marifet ilmi denmektedir. Eşyaya bakıp haddini bilmesi ve bütün bir kâinatla birlikte Rabbi’ni görüyormuşçasına kulluk yapma şuuruna ermesidir marifet ilmi.

Her gün defalarca secdeye vardığı halde bir adam, “Ya Rab, toprak idim; işte bütün benliğimi huzurunda yere seriyorum, bir hiç olduğumu ikrar ediyorum, yüceler yücesi olarak seni tespih ediyorum” diye bir huşu taşımıyorsa o secde ne ifade edebilir? O secdeye varan, allâme-i cihan olsa ne fayda olur? Bilmek ayrı şey, yapmak ayrı, Yaptığının farkında olmak ise apayrıdır.

Kıssa

Ebu Ali Dekkak hazretlerinin (k.s.) vefatından sonra bir kimse onu rüyasında ağlar vaziyette görüp sorar;

- Ne oldu üstat? Yoksa dünyaya mı dönmek istiyorsun? O şöyle cevap verir:

- Evet, geri dönmek istiyorum. Ama orada gezip tozmak için değil. Şunun için istiyorum; İyice giyinip kuşandıktan sonra asam elimde kapı kapı dolaşayım. Asamla kapıları vurup diyeyim ki; ‘’Etmeyin, eylemeyin kimden mahrum kaldığınızı bilmiyorsunuz.’’8

Mârifetullahın sonu muhabbetullahtır. Herkesin bu ilimdeki nasibi farklıdır. Kulun kalbindeki imanı ve Allah sevgisi mârifetullahtan nasibi kadardır. Kul, Yüce Rabbini ne kadar tanırsa o nispette sever ve o derece imanı kuvvetli olur.

Rasûlullah Efendimiz (A.S.):

6 El-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb

7 Geniş bilgi için bkz: el-Mekki, Kutu’l-Kulub, I, 116-117

(3)

“İçinizde Allah’ı en iyi tanıyanınız benim ve O’ndan en çok korkanınız da benim.’’9 hadisiyle,

takvanın ve edebin Allahu Teâlâ’yı tanımaktan kaynaklandığını bildirmiştir. Elbette âlemlerin Rabbini tanıyan sever, seven itaat eder, takva dairesine girer. Takva, Allah’tan korkmak diye tarif edilir. Ancak bu korku sevgiliyi üzme korkusudur. Allah’tan en çok korkanlar, O’nu en fazla seven ve O’nun tarafından sevilen kimselerdir.

“Tek bir âlim, şeytana karşı, bin abitten daha şiddetlidir” 10 buyrulmuştur.

Yine: “Bir âlimin ölümü, şeytan için bin abidin ölümünden daha sevimlidir.” denilmiştir.

Büyükler, amelden daha faziletli olan ilimle, ancak marifetullah ilmini kastetmektedirler. Çünkü Allahu Teâlâ’yı bilmek (marifetullah) imana ait bir vasıftır ve yakininin bir parçasıdır. Yakînî iman öyle bir şeydir ki, gökten ondan daha şerefli bir şey inmemiştir. Artık ona hiç bir şey denk olmaz.

Kıssa

Hz. Ömer vefat edince İbnu Mesud (r.a.) :

“İlmin onda dokuzunun gittiğini düşünüyorum” demiştir. Kendisine:

“Sen böyle diyorsun, hâlbuki aramızda pek çok sahabe vardır!” denildiğinde:

“Ben sizin kastettiğiniz zahir ilmi kastetmiyorum. Ben marifetullah’ı kastediyorum.” diye karşılık vermiştir.

Görüldüğü gibi, İbnu Mesud (r.a), birtakım malumatı hakiki ilim kabul etmemiş, Allahu Teâlâ’yı bilmeyi ilmin onda dokuzu nispetinde faziletli saymıştır. Hem zahir ilmi, amellerin daha ziyade değerlenmesini temin etmez. Çünkü o, dilde cereyan eden bir sıfattır ve zahir ameller içine girmektedir. Hem zahir ilim her müslümanın elde edebileceği bir ilim çeşididir. Bu ilmin en yüksek seviyesi ihlâstır. Eğer zahir ilimde ihlâs bulunmayacak olsa o da diğer nefsanî şeyler gibi dünyevî bir şey olur. Hâlbuki ihlâs, batın ilminde marifetullah için kalpte bulunması gereken ilk şeydir. Buna sahip olanların, ariflerin makamlarına ve sıddıkların derecelerine ulaşıncaya kadar kastedecekleri makamların bir sonu yoktur. 11

Yusuf b. Ahmed el-Bağdâdî, Ahmed b. Ebi'l-Havârî'den, o da Kasım b. Osman el-Cûî el-Kebîr'den naklediyor:

"Allah dostları açlığı sevgi ile doyarak bastırdılar. Böylece yemeğin lezzetini, dünyanın lezzetini ve arzu uyandıran her şeyi unuttular, kaybettiler. Çünkü onlar, üzerinde daha güzel bir lezzetin olmadığı şeyi his-settiler. Yaşadıkları bu hal, onları her türlü hevesten kopardı.

İlâhi sevginin temeli marifetullahdır. İbadetin aslı Rab Teâlâ'yı tam anlamıyla tasdik etmektir. Allah korkusu, Allah Teâlâ'nın nazarı altında olduğunu fark etmendir. Günahlara dalmanın sebebi, boş kuruntular ve bitmeyen ihtiraslardır. Baş olma sevdası her büyük tehlikenin sebebidir. Allah'ı hakkıyla bilmeye çalışarak (marifetullah ile) yapılan az amel, bu çaba olmaksızın yapılan çok amelden hayırlıdır. Amellerin başı, Allah'dan razı olmak, O'nun rızasını kazanma aşkı içinde olmaktır. Verâ, dinin direğidir.12-13

9 Buharî

10 Tirmizî, İlim. 19; İbn Mace, Mukaddime, 17.

(4)

Hukemadan birisi, yukarıda zikrettiklerimizin manasında, şöyle demiştir: “Allahu Teâlâ’yı tanıyan neyin cahili olur? O’nun cahili olan da neyi tanımış olur ki?”

Zâhir âlimleri yeryüzünün ve mülk âleminin süsüdürler. Bâtın âlimleri ise, semanın ve melekût âleminin süsleridir. Zâhiri ilimlere sahip olan âlimler, haber ve lisan ehli, bâtın âlimleri ise, kalp ve müşahede erbabı kimselerdir.

Âlimlerden birisi demiştir ki: “Allahu Teâlâ dili yaratınca: “Bu, benim haberimi anlatan (ve akla izah eden) bir azadır. Eğer bana sadık kalır (yalan söylemezse) onu (azaptan) kurtarırım.” dedi. Kalbi yaratınca da: “Bu, benim nazar mahâllimdir, eğer benim için saf ve temiz olursa, onu (nurum ile temizleyip) sâfi yaparım.” dedi.

Önceleri, zâhir âlimleri delillerin ihtilafı sebebiyle bir meselede müşkülata düştüklerinde, meseleyi marifetullah sahibi ariflere sorarlardı. Çünkü onlara göre ehlullah, ilâhî yardıma en yakın olup heva ve masiyetten en uzak kimselerdi. Bu âlimlerden birisi de İmam Şafi’dir.

O, bir meselede âlimlerin ihtilafı ve istidlalde aynı seviyede olmalarından dolayı müşkilatla karşılaştığı (ve sonuca varamadığı) zaman marifet ehline müracaat eder, meseleyi onlara sorardı.

Kıssa

İmam Ahmed b. Hanbel (rah.) sık sık Bişr-i Hafi’nin (k.s.) yanına gider, meclisinde otururdu. Tam manası ile ona bağlanmıştı. Bir defasında talebeleri kendisine:

-Sen hadis ve fıkıh âlimi bir müctehitsin, muhtelif ilimlerde bir benzerin daha yok. Buna rağmen, niçin böyle hali ahvali basit bir insanın yanına gidip geliyorsun, bu sana yakışır mı? dediklerinde, İmam:

-Evet, şu saymış olduğunuz ilimlerin hepsini ben ondan daha iyi bilirim, ama o da yücelerden yüce Allah’ı benden daha iyi tanımaktadır, dedi. Sonra Bişr’in yanına giderek: Haddisnî an Rabbî: (Bana izzet ve celal sahibi Rabbimden bahset) dedi.14

Başka bir defasında da benzeri bir soruya:

“İşin başı olan Allah korkusu ve marifetullah onun yanındadır”15demiştir.

Nasrâbâdî (rah) der ki: "Sünnete uyarak marifete, farzları eda ederek Allah'a yakınlığa, nafileleri yerine getirerek de Allah'ın muhabbetine ulaşılır." 16

Hz. Ali (r.a.) şöyle demiştir: “Allahu Teâlâ’nın beni, küçükken öldürüp cennetin en yüksek derecelerine ulaştırması beni (fazla) sevindirmez.” Kendisine “Niçin?” diye sorulunca: “Çünkü ben Allah’ın beni kendisini tanıyıncaya kadar yaşatmasını isterim” demiştir.

12 Verâ; Haramlara düşmek korkusuyla şüpheli olan şeylerin tümünden sakınmak demektir. Bazıları; 'Verâ, devamlı en güzel en sağlam

amelleri yapmaktır' diyor. (Bkz; Cürcânî, Kitabü't-Ta'rîfât, s.252). (Çev.)

13 Ebu Nuaym el-İsfehani- Hilyetü’l-Evliya

14 Dr. Dilaver Selvi, Kaynaklarıyla Tasavvuf, 444, Feridüddin Attar, Tezkiretü’l-Evliya, 167.

15 Dr. Dilaver Selvi, Kaynaklarıyla Tasavvuf,444, Feridüddin Attar, Tezkiretü’l-Evliya, 289.

(5)

Malik b. Dinar da: “İnsanların çoğu dünyada göçüp gitti, fakat ondan hiçbir koku tadamadı. Kendisine: “O nedir?” diye sorulunca, “Marifetullah/Yüce Allah’ı tanımaktır” dedi.

Zerreden kürreye bütün kâinât “Lâ ilâhe illallah” hakikatini ispat için var edilmiştir. Bütün insanlar ve cinler bunu anlamak için yaratılmıştır. “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”17

ayeti, kulluktan önce imanı ve tevhidi istemektedir. Çünkü kulluğun temeli Allahu Teâlâ’yı tanımaktır. Bütün Peygamberler tevhidi yani Allahu Teâlâ’nın varlığını, birliğini ve ibadet edilmeye layık tek ilah olduğunu öğretmek için gönderilmiştir. Bütün ilimlerin hedefi, âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah’ı tanımaktır. Buna “mârifetullah” denir. Bu ilmin ve marifetin meyvesi Allahu Teâlâ’yı sevmektir. Buna da “muhabettullah” denir. İnsana verilen kalbin vazifesi Yüce Yaratıcıyı tanımak ve sevmektir. Göz, kulak, dil, akıl, vicdan gibi latifeler ve manevi cevherler de insanı bu hedefe ulaştırması için verilmiştir.18

Denilebilir ki, muhabbet hayatın özüdür, ruhudur. Rabbimizin bütün emirleri, hakikatte muhabbet yoluyla vuslata bir çağrıdır. Her emir vuslata çeken manevi bir ip hükmündedir. Her yasak ise Hakk'a uzanan muhabbet ipini koparacak engelleri ortadan kaldırmak içindir.

İnsanın hamuru da muhabbetle yoğrulmuştur. İman, Hakk'ı tasdikin aşk haline gelmiş mertebesidir. Dinimiz İslâm ise, bu aşkla kâinata, hayata ve olaylara izah getiren, şekil veren, disiplin altına alan mükemmel yoldur. Amele gelince; o da insan azalarını, disiplin altında yaradılış istikametine sevk etme durumudur ve sevginin, muhabbetin fiilî ispatıdır. Ölüm de, vuslata götüren en önemli vasıta olduğundan muhabbetin kemal noktasıdır.

Yüce dinimiz nazarında muhabbet o kadar önemlidir ki, adeta dinin temeli, imanın harcı, ibadetin enerjisi ve tefekkürün muharrik gücü haline gelmiştir. İman ve teslimiyetin, Allah yolunda fedakârlığın zirvesi olan cihad da ancak muhabbetullah ile izah edilebilir. 19

Kıssa

Gavs-ı Sânî (k.s) Hz.lerine soruldu:

"Efendim, uzun zamandır ziyaretinize gelip gidiyoruz. Yanınızdayken hâlimizde bir düzelme oluyor. Sizden ayrıldıktan sonra, memlekete döndüğümüzde bu hâl bir süre daha devam ediyor. Daha sonra hâlimiz muhafaza edemiyoruz. Bize ne buyurursunuz?"

Gavs-ı Sânî (k.s) Hz.leri, elini yumruk hâline getirerek şöyle buyurdular.

"İnsanın kalbi bu yumruk kadardır. Bunun içinde muhabbetullah olması lazımdır." Sonra orada yanan ışığı göstererek:

"Şu anda ışık yanıyor, etraf aydınlık. Bu ışık sönerse etraf karanlık olacak. Aynı anda hem ışık hem karanlık olmaz. Işık yanarsa aydınlık olur; sönerse karanlık olur. Kalbin durumu da böyledir. Onun içinde muhabbetullah/Allah sevgisi olması lazımdır. Muhabbetullah yoksa başka şeyler vardır. Başka şeyler olunca kalbe Allah muhabbeti girmez. Allah muhabbetini elde etmek için sofi şu dört şeye devam etmesi gerekir:

1-Mürşid ziyareti. 2-Mürşid sohbeti. 3-Rabıta.

17 Zariyat,56

18 Marifetullah ve İhlas, Nurullah Toprak, Semerkand Dergisi Şubat 1999

(6)

4-Vird.

Marifetullahı ve muhabbetullahı tahsil etmenin en kolay, en kısa ve en güzel yolu da bu reçetedir. Bu dört şey Mevlayı tanıtan en etkili yollardandır. O’nu tanıyan sever ve itaat erder. İşte marifetullah da budur.

Muhabbeti, fani, kifayetsiz, manasız şeylere yöneltmek, zillet ve perişanlıktır. Bu nedenle dinimiz, dünyaya Cenab-ı Hakk'ı unutturacak şekilde bağlanmayı, ülfet etmeyi yasaklar.

Sahip olduğumuz maddi ve manevi imkânlar ve dünya nimetleri; ana-baba, evlat, eş sevgileri Cenab-ı Hakk'ın kullarına lütfudur. Ancak bütün bu sevgiler, Hak için ve Hak yolunda vasıta olmalıdırlar. Bunlara gönlümüz esir olmamalıdır. Çünkü bütüne âşık olanlar, parçalara âşık olmazlar. Bunun tersini yapanlar ise bütünden mahrum kalırlar.

İnsana gereken, nimete değil onu verene muhabbet etmektir. Rasulullah Efendimizin (s.a.v), uyardığı gibi;

“Kendisine hizmet için yaratılan dünyaya, altına, gümüşe, kumaşa gönül verip köle olanlar helak olmuşlardır.“ 20-21

Misal olarak, kandile konan yakıt ne kadar temiz ve katkısız olursa, o nispette yanışı güzel ve ışığı fazla olur. Akıl da böyledir. Onu karıştıracak şeylerden temiz, bir takım hâl ve mal sıkıntısından uzak olduğu zaman, dengesi güzel, huzuru yerinde olur. Bütün bunları içinde toplayan da, kandil mesabesindeki kalptir. Kalbin inceliği, cevherinin letafeti, kendisini karıştıracak şeylerden ve çeşitli etkilerden temizliği ne kadar ileri derecede olursa, o nispette kalpte manevî ilimler ve nurlar oluşur.

Kandilin maddesinin güzel ve temiz olması, içindeki yakıta bağlı olduğu gibi; yakıtın temiz ve güzel kalması da, lambanın cevherine (asli maddesinin temizliğine) bağlıdır. Kalp ve akıl da, birbirlerine nispetle böyledirler. Lambanın ışığının yanması, fitilinin kuvvetine ve yakacak maddesinin desteğine muhtaçtır. Kalpteki ilmin kuvveti ve desteği nispetinde, orada Allah bilgisi/marifetullah ve yakîn meydana gelir. Bu, her şeye hükmü geçen ve her şeyi bilen Allah’ın takdiri ile olmaktadır. 22

Allah Rasûlü (s.a.v) koyduğu hükümlerde Allah sevgisini emretmiş ve şöyle buyurmuştur: “Size verdiği nimetlerden dolayı Allah’ı sevin. Allah’ı sevdiğiniz için de beni sevin.” 23

Bu emir, Allah sevgisinin farz olduğunu göstermektedir. Müminler, bu sevginin sonsuz dereceleri içinde farklı derecelere sahiptirler. Allahu Teâlâ’nın bize ihsan ettiği nimetlerin en büyüğü Yüce Zatını tanıma ilmidir ki buna marifetullah denir. Allah sevgisinin en üstünü ise, müşahededen doğan sevgidir.

Allahu Teâlâ’yı sevenler muhabbetin farklı mertebelerine sahiptirler. Bu mertebelerden bazıları, diğerlerinden üsttedir. Müminler içinde Allahu Teâlâ’yı en çok sevenler, ilim, hilim, af, kulların kusurlarını örtmek gibi güzel ahlaklarla en fazla ahlaklanan kimselerdir.

20 Buhârî, Rikak, 10; Cihad, 70; İbnu Mâce, Zühd, 8

21 Allah Yolunda Yardım ve Cömetlik, Dilaver Selvi

22 Kalplerin Azığı, Ebû Talip el-Mekkî 2. Cilt/15

23 Buhari, et-Tarihu’l-Kebir, I, 183; Tirmizi, Menakıb, 31; Hâkim, Müstedrek, III, 150; Ebu Nuaym, Hilye, III, 244; Tabarani, el-Kebir, X, 342; Beyhaki, Şuabu’l-İman, No: 408.

(7)

O’nun sıfatlarının mana ve tecellilerini en iyi bilenler ise; kibir/ululuk hamd/övülme, zenginlik, şeref ve halk içinde zikredilme arzusu gibi Yüce Allah’a layık sıfatlarda kendisine ortak koşmamak için bu tür ahlaklardan en çok kaçınan kimsedir..

Sonra, Allah Rasûlünü (s.a.v) en çok sevenler, ona en güzel şekilde tabi olanlar ve onun hâline en fazla benzeyenler gelir. Çünkü O, Allahu Teâlâ’nın sevgilisidir.

Kıssa

Rivayet edildiğine göre bir adam Hz. Rasûlullah’a (s.a.v) gelerek: “Ey Allah Rasûlü, seni seviyorum.” dedi.

Allah Rasûlü (s.a.v): “Öyleyse fakirliğe hazır ol!” buyurdu. Adam: “Ben Allahu Teâlâ’yı da seviyorum.” deyince;

Efendimiz (s.a.v): “Öyleyse bela ve imtihana hazır ol” buyurdu.”24

Bu ikisi arasındaki fark şudur: Musibetlerle imtihan etmek, Allahu Teâlâ’nın ahlakındandır. O, kullarını imtihan eder. Dolayısıyla adam Allahu Teâlâ’yı sevdiğini söyleyince, Efendimiz (s.a.v) kulun ilahi tecelli karşısında sabırlı olması için O’nun kendisini imtihan edeceğini haber vermiştir. Nitekim Allahu Teâlâ da şöyle buyurmuştur: “Rabbin için sabret.”25 Yani O’nun hükümlerine ve imtihan için verdiği musibetlere sabret.

Fakirlik ise Allah Rasûlünün (s.a.v) sıfatlarındandır. Dolayısıyla adam, Allah Resûlü’nü (s.a.v) sevdiğini söylediği zaman, Efendimiz (s.a.v) adama, kendi sıfatlarına uymasını ve peşinden gitmesini tavsiye etmiştir. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v), bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: “Allahım, beni fakir olarak yaşat, fakir olarak canımı al ve beni fakirlerin arasında haşret.”26-27

Ariflerin peşine düştüğü bu fakirlik, yakinî iman ve ileri derecede ilâhî aşk ile elde edilmektedir. Hz. Ebu Bekir Sıddîk’ın (r.a) ve Sahabenin büyüklerinin yaptığı fedakârlıklar, bu şerefli fakirliğin örnekleridir. Böyle fakirlik hâlini elde etmek için bu zamana kadar nice canlar ve mallar feda edilmiştir. Çünkü onda tam bir huzur hâli vardır ve kesin bir hürriyet mevcuttur.

Onun şerefini bilenler başka bütün şereflerden vazgeçmişlerdir. Allah sevgisi ve marifetullah ilmiyle zengin olan kalplerin bulduğu huzuru ve aldığı tadı eğer dünya ehli zenginler bilselerdi, onların elinden onu almak için kendilerine savaş açarlardı. Ancak ne ehlullah o ilâhî tadı kimseye hissettirir, ne de ehl-i dünya onun peşine düşebilir.

Velilerden İbrâhim b. Edhem’in (k.s), içinde bulunduğu serveti ve devleti terk ederek, iki lokma bir hırkaya rıza gösterip peşine düştüğü fakirlik işte budur. O, dünyayı isteyenlere bırakıp Allahu Teâlâ’nın sevgisiyle öyle bir zengin olmuştur ki, kendisinin ilk hâline sahip olan nice padişah ve sultanlar unutulup gittiği halde, Hazret, müminlerin gönlünde ve gündeminde devamlı hayırla anılmıştır.

İmam Gazâlî Hazretlerinin, Nizâmiye Medresesindeki ilmî ve maddî saltanatı bir kenara bırakıp vatanını terk ederek on sene bin bir çile içinde ele geçirmeye çalıştığı fakirlik ve hürriyet de budur. Onun eşya ve 24 Bezzar, Müsned, No: 3595; Heysemi, ez-Zevaid, X, 274.

25 Müddessir 74/7.

26 İbnu Mace, Zühd, 6; Hakim, Müstedrek, IV, 322; Beyhaki, Şuabu’l-İman, No: 1453.

(8)

maddî saltanattan yana hürriyete kavuşan gönlü, eşyanın asıl mâliki ile tanışıp huzur bulunca, hikmet ve hakikat menbaı oldu. Allah kendisine rahmet etsin, bizden önce İslam âlemi onun eserleri ile ihya olup istikamet bulmuştur. O eserler Kur’an ve sünnet deryasından çıkarılan incilerdir. Eğer bugün o eserler ile amel edilse, insan maddenin esaretinden kurtulup iman ve irfan zengini olur.

Gavs-ı Bilvânisî Seyyid Abdülhakim el Hüseynî (k.s), ilmini ve seyyidliğini bir kenara koydu; gönül gözünü mürşidi Ahmedü'l-Haznevî (k.s) Hz.lerinin kalbinde zuhur eden ilahî aşka ve nura dikti. Çünkü Yüce Ceddi Muhammed Mustafa’nın (s.a.v) irşad emaneti ondaydı. Onun için Türkiye'den Suriye'ye yaya gitti. Dikenli teller geçti. Ayakları kanadı. Elbiseleri paralandı. Başı yaralandı. Onca çileden sonra, mürşidinin köyüne yaklaşınca oturdu ağladı: "Ben bu büyüklere layık değilim, onların yüzüne nasıl bakarım" diye gözyaşı akıttı.

Yol arkadaşları koluna girip zorla mürşidin huzuruna çıkarttılar. Bu edep, saygı ve çileye sabır ona rahmet kapılarını açtı; Cenab-ı Hakk, onu zamanın irşad kutbu ve gavsı yaptı.

Bursa’daki kadılığı ve onun debdebesini terk ederek zamanının irşad kutbu Üftâde (k.s) Hz.lerinin dergâhında tuvalet temizliğine bile razı olan Aziz Mahmûd Hüdâyî (k.s) Hz.lerinin aradığı ve bulduğu fakirlik de bu tür fakirliktir. O da her şeyi ile teslim olduğu mürşidinin talim ve terbiyesiyle kalbini masivâdan, elini mevki ve maldan çekip tamamen Yüce Rabbine yönelince, karşısında padişahların hürmet gösterdiği bir izzete ulaştı.

Bunu sevgi ve iradesiyle yaptı. Mal ile değil, Yüce Mevlâ ile zengin oldu. Onun ilk hâlini hedef seçen diğer bütün kadılar ve paşalar ölümle unutulup gitti. O ise, her müminin gönlünde Allah için onun dostlarına ayrılan yere oturdu. Kendisine her gün binlerce fâtiha okundu, okunmaya da devam etmektedir. (Rahmetullahi aleyh). 28

Ariflerin kalbine emanet edilen bu ilahî aşk kitaplarda bulunmuyor. O aşk, içine akacak boş ve hoş kalp arıyor; kibirle kirlenmiş, gaflet ve dünya muhabbetiyle perdelenmiş kalbe girmiyor.

Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir: “Yeryüzünde Allahu Teâlâ’nın bir takım nurani kapları vardır. Onlar kalplerdir. Kalplerin Allahu Teâlâ’ya en sevimli olanları; en ince, en temiz ve en kuvvetli olanlarıdır.” Sonra bunları şöyle açıklamıştır: “Bunlar, dinde en kuvvetli, yakînde en temiz ve din kardeşlerine karşı en ince ve hassas olan kalplerdir.”

Rasulullah (s.a.v) Efendimiz’den sonra, kalpleri ilâhî nur, sevgi ve manevi tasarrufla temizleme görevi, onun gerçek vârislerine verilmiştir. Hz. Peygamber’le insanlığa sunulan ilâhî ilme, marifete, edep ve sevgiye vâris olmak, Yüce Allah’ın bir lütfudur. Allahu Teâlâ o nimeti dilediklerine verir. Bu nimet, ilâhî sevgidir, nurdur, feyizdir, edeptir, güzel ahlâktır. Bütün bunlar kalplerin ilacıdır. Kalbinin huzurunu düşünen bir insan, ona midesi kadar önem vermezse, kalbi dertten, nefsi inlemekten kurtulmaz.

Kalp temizliğini ve nefis terbiyesini hedefleyen ilme ahlâk ilmi denir. Tarih boyunca bu ilmin gerçek hakkını “sufi” ismiyle anılan kâmil veliler vermiştir. Onlar bu ilmi sadece açıklamakla kalmamış, aynı zamanda kendi nefislerinde tatbik etmişlerdir. Ayrıca bir terbiye sistemi içinde insanlara da öğretmişlerdir. Bu terbiye sistemine kısaca tasavvuf denir.

Tasavvuf her şeyi ile dinin hizmetindedir. Hedefi, takvâya ulaşmış kâmil insan yetiştirmektir. Ölçüsü Kur’an ve Sünnettir. Sermayesi ilâhî muhabbettir. Meyvesi aşk, edeb ve muhabbet-i İlâhiyyedir.

Kıssa

(9)

Mâverâünnehir’in büyük imamlarından biri, Şah-ı Nakşibend Hazretlerine, seyr-i sülûk’tan maksadın ne olduğunu sordu. Şah-ı Nakşibend Hazretleri, ‘Maksat, tafsili marifettir.’ deyince, âlim zat bunu anlayamadı, dedi ki:

— Tafsili marifet nedir? Hace Hazretleri:

— Bu bir ilim dalıdır. ‘Haber-i Sadık’29 ile bildirilmiştir. Bu ilim, tafsil yoluyla öğrenilir. Yani bu ilim,

tasavvuf yoluna girip bir mürşidin gözetiminde amel edenleri, delil arama mertebesinden keşf ve müşâhede mertebesine yükseltir, dedi. 30

Kur’an ve Sünnet’in hizmetçisi olan tasavvufun hedef aldığı ilim budur. Gerçek sufi, Allah sevgisi ile safi olmuş, huzur bulmuş kimsedir. Sufiliğin iç yüzü ilâhî aşk, dış yüzü güzel ahlâktır. Arifler sufiliği kısaca böyle tarif etmişlerdir. Bunlardan başkası boştur. Hakiki sufi Allah (c.c) ve Rasulü’nün (s.a.v) dostudur, Onun görevi isteyenlere bu dostluğu öğretmektir. Sufi kimdir, sufilik nedir diye merak edenlere, işin başındaki arifler şöyle derler: “Gel, gir, gör, tat ve anla!”

Bu yola ilâhî sevgi ile gelip, kendi isteği ile girenlere mürid denir. Onun güzelliğini görenlere, tadını alanlara, hedefine ulaşıp ne olduğunu anlayanlara sufi denir. Sufi, Kur’an’da veli, muttaki, muhsin, sıddık, sadık, sıfatları ile tanıtılan kâmil insandır. Kâmil insan herkese ait bir kıymet, insanlığın istifadesine sunulmuş bir cevherdir.

Ebü’d-Derdâ radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Dâvûd aleyhisselâm şöyle dua ederdi: Allâhümme innî es’elüke hubbeke ve hubbe men yuhibbüke, ve’l-amele’llezî yübelliğunî hubbeke. Allâhümmec‘al hubbeke ehabbe ileyye min nefsî ve ehlî ve mine’l-mâi’l-bârid:

Allahım! Senden seni sevmeyi, seni sevenleri sevmeyi ve senin sevgine ulaştıracak amelleri sevmeyi dilerim. Allahım! Senin sevgini bana canımdan, ailemden ve soğuk sudan daha ileri kıl!” ا31

Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Resûl-i Ekrem Efendimiz Dâvûd

aleyhisselâm

’ın bu duasını sevdiği için onu bize de öğretmiştir.

2. Hedefimiz Allah (c.c) sevgisine ulaşmak olmalıdır. Bu hedefe bizi götürecek iki önemli vesile vardır: Biri, Allah Teâlâ’yı sevenleri sevmek, diğeri de Allah sevgisine götürecek amel ve ibadetleri

benimseyerek yapmaktır.32

29 “Haber-i Sadık” ikiye ayrılır. Bunlardan ilki mütevatir haber, diğeri de mucize ile desteklenmiş rasulün ilettiği haberdir. Bkz: el- Akaid, Ömer b.Muhammed en-Nesefi, Mühimmatü’l mütûn, s.4 ( Haz.)

30 Şah-ı Nakşibend, 132

31 Tirmizî, Daavât 73

(10)

ییللإإ إءإاءيلششللا إبیحلأل إكلبیحح إلشعلجشاول إكلببحح إ إیلإ إ إي‌نإغحلببليح إ إيذي‌لیا إللملعللاول إكلببحإيح إنشمل إبیححول إكلبیحح إ إي‌نإقشزحرشا إمیهحلللا

"Ey Allah'ım! Bana kendi sevgini, seni sevenlerin sevgisini ve beni sana yaklaştıracak olan amellerin

Referensi

Dokumen terkait

Leukimia adalah keganasan pada organ pembuat sel darah, berupa proliferasi patologis sel hemapoetik muda yang ditandai oleh adanya kegagalan sum-sum tulang dalam

Untuk keterampilan membaca Pondok Pesantren Darul Hikmah dan Pondok Pesantren Al Kamal menggunakan metode qiro’ah atau membaca teks Arab langsung untuk melatih

Karakteristik data spasial adalah heterogenitas spasial yang menyebabkan pengaruh variabel prediktor terhadap respon pada setiap lokasi berbeda-beda, sehingga

Dibandingkan bulan Mei 2017, jumlah curah hujan di bulan Juni 2017 mengalami kenaikan drastis menjadi sebesar 195 mm walaupun jumlah hari hujan yang lebih kecil pada bulan

Serangkaian penelitian yang telah dilakukan mulai berlangsung selama 24 bulan dimulai pada bulan Juli 2007 sampai Juli 2009. Penelitian ini dilakukan dalam dua tahap. Tahap

Sedangkan (Suparyadi, 2015) menyatakan bahwa Kinerja dapat didefinfisikan sebagai hasil kerja secara kualitas dan kuantitas yang dapat dicapai oleh seseorang

Kelelahan dari sisi persepsi menunjukkan adanya peningkatan untuk kriteria selang interval waktu berkendara sementara kelelahan dari sisi fisiologis tidak menunjukkan