• Tidak ada hasil yang ditemukan

Alfred Adler GCE

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Membagikan "Alfred Adler GCE"

Copied!
195
0
0

Teks penuh

(1)

alfred adier

wa V

guc çocuğun

<k*®^ w ■ K B

eğitimi

(2)

Bilgi Dizisi : 7 V arlık Yayınlan, S a y ı: 105

Üçüncü basım : Şubat 1984

Varlık Y ay ın lan A Ş Gağaloğlu Yokıuşu 40/2, İstanbul

Kapak d ü ze n i: S. Maden

(3)

Dr. ALFRED ADLER

GÜÇ ÇOCUĞUN

EĞİTİMİ

Çeviren :

NİHAL

ö n o l

■ Varlık Vyayınlan

(4)

Dr. HERBERT SCHAFFERİN ÖNSÖZÜ

Çocuk ruhunun ve karakter güçlüklerinin incelenmesi gü­ nümüzün modası haline gelmiştir. Geniş bir psikopedagojik edebiyat, suçlu çocuklarla ilgili kanun mevzuatı, gazete ve der­ gilerin mutsuz çocuklar üzerine sık sık yayınladıkları anketler, öğretici radyo yayınlan bu konuya duyulan ilgiyi dile getirir­ ler. Güç çocuklarla ilgilenen çok sayıda yol gösterici ‘Child Guidance’ Klinikleri de bu konuda yardımcı olmaya çalışıyorlar. Ölsöenberi, edinilmiş deneyimler bir eğitimde somutlaştı­ rılm ak istenmiş ve her çağın kendine özgü bir pedagojik sis­ temi olagelmiştir. Fakat olgun insanın yarın hayatta tutacağı yolun, çocukluğunun ilk yıllarında aldığı terbiyeye bağlı olaca­ ğının anlaşılması yeni bir kavram, psikopedağojinin bir bulu­ şudur. Çocukla nasıl konuşmalı, çocuğu nasıl anlamalı, nasıl yol göstermeli, ne şekilde yetiştirmeli, işte bu konuyla ilgile­ nenlerin zihinlerini sürekli olarak kurcalayan sorulardan bir­ kaçı.

Oysaki bu edebiyatın genişliği ve çocuk psikolojisi hareke-1 tinin önemi, bize sorunun nasıl ortaya atıldığını gösteriyor, ama aynı zamanda çözümden de ne kadar uzak olduğunu meydana çıkartmış bulunuyor.

Güç çocukların psikolojik muayenelerinde küçük hasta öl çttlür, tartılır, iyiden iyiye incelenir, dinlenir, teste tâbi tutulur ve etiketlenir Çocuğun fizik durumunu tanımak, güçlüklerinin niteliğini gösterebilmekte faydalı olacaktır. Bedensel bakımdan zayıf kalmış çocuklarda —bu gibi vakalar azınlıktadır s hipoti-roidizm nedeniyle tembel kalmış çocuklar, fazla çalışma v.b. gibi— tıp ve özellikle andokrinoloji bize sinirleri tembih edici, yatıştırıcı veya opoterapik ilaçlarla mütevazi bir yardımda bu­ 5

(5)

lunuyor. Fakat çok zaman huy aksaklıkları beden sağlığı bakı­ mından kusursuz çocuklarda görülüyor.

Ortam teorisi çocuğu elverişli bir hava İçine sokmak sure­ tiyle olumlu yoldan etkilemeye çalışır. Şüphesiz çocuğu dengeli ve anlayışlı bir ortamda büyütmek, ve her türlü zararlı etki­ lerden uzak tutmak tercih edilmelidir. Ne yazık ki bunlar, çok zaman gerçekleştirilmesi mümkün olmayan koşullardır. Zaten bütün psikologlar uyumlu çevrelerden yetişmiş güç çocuklarla karşılaşmışlardır Dış koşulların değişmesi her zaman umulan sonucu vermez, çünkü çocuk, çevresini önceden tesbit edilmiş bir şemaya, yaşantısının ilk yıllarında şekillenmiş bir hayat tarzına göre ele alır, ve anlayışında, eğilimleri hakim olur.

Huyların kalıtımla geçtiği doktrini yalnız soydan gelmiş ye­ tenekleri tanır. Bu bakımdan her türlü pedagojik denemeden uzak kalmak, vazgeçmek zorundadır.

Bazı düşünürler de huy aksaklıklarını çocuktaki cinsel bo­ zukluklara bağlamak isterler.

Çeşitli araştırmaların sonuçları nöropsikiyatri kongrelerin­ de, psikopedagoglarla eğitimcilerin zaman zaman yaptıkları top­ lantılarda birbiriyle karşılaşır ve çatışır. Bu tartışm alarda en sert disipline dayanan eğitim sistemiyle en mutlak bir «kanal haline bırakma» sistemi birbiriyle boy ölçüşür.

Psikolog Alfred Adier bu tartışm alara büyük bir hekimin ve büyük bir eğitimcinin yetkili fikirlerini getirmektedir. Me­ todu psikojen nitelikteki bozukluklara psikopedagojik bir yol­ dan çare bulmak için girişilen ilk sistematik denemeyi temsil eder. Tedavi, çocuğun kendine özel psişik yapışma hitabeder, bu aksaklıkların gizli anlamını öznel nedenlerinin gizli amacını gün ışığına çıkartarak araştırır, inceler

Kitabın giriş bölümü okuyucuyu Adler öğretim sisteminin temel verileriyle tanıştırmış oluyor. Zaten bu konuya ayrıntılı bir şekilde dönmek gereksizdir, çünkü başka teorik eserlerinde •—Sinirli Mizaç, Karakteroloji, Hayatın Anlamı— karşılaştırmak birey psikolojisinin kurucusu görüşlerini ve doktrinini bir bü­ tün olarak açıklamakta, ortaya koymaktadır. Fakat psikopeda-goji ihmal edilmemesi gereken teknik yöne sahip bir sanattır. Louvre Müzesinde la Joconde’un anlam dolu bakışını hayran­ lıkla seyreden bir resim meraklısı, Chantilly Müzesinde bulu­ nan, basit bir desende, sonuca götüren sayısız denemelerin bir delilini bulacaktır. Bu desende büyük ressam gözbebeğini

(6)

çi-serken İki daireyi birbirinin üzerine getirmek suretiyle modeli­ nin Ifadaelndekl bütün canlılığı somutlaştırmak istemiştir. Şu

voya

bu «ıılınmırln kaynağı olan bu alelacele çizilmiş krokileri Inuelnınnk bize nasıl pek çok şey öğretiyorsa, okuyucu da ve Azolllltlo podugog ve eğitimle ilgilenen herkes— Alfred Adler gibi üıılü bir pedagogun hareket tarzını öğrenmekte ve güç ço-ctıklarla yaptığı konuşmalarda hazır bulunmakta pek büyük fayda görecektir.

Öğretmenler tarafından kaleme alınmış raporların yorum-lanışı, okurken açıklanmış özetler, stenografi ile tesbit edilmiş görüşmeler bu kitaba kaynak olmuşlardır. Konuşmaların ba­ sitliği karşısında bazen insan psikopedagoga düşen görevin bü­ yüklüğünü unutacak gibi olabilir. Fakat çocuğu anlamak için her şeyden önce onun dilini konuşmak ve onu rahatlatmak son­ ra da onun anlayacağı alana girebilmek önemlidir. Şu halde bu kitabm konulan içinde ■—hiç olmazsa pratik konuşmaların yer aldığı kısımlarda— felsefi teoriler veya güç çocuğun «derdine hemen çare bulmak» için hazırlanmış formüller aranmamalıdır. Buna karşılık, günlük yaşantılarında eğitim sorunlannın güç­ lükleriyle karşılaşanlar, öğretmenler, anaokulu eğitimcileri, ço-cuklannın geleceğinden endişe eden ana - babalar, psikopeda-goglar ve psikoterapötler, çocuk doktorlan ve genellikle dok­ torlar bu kitapta zengin bir bilgi kaynağı bulacaklardır. Mesle­ ki faaliyetleri sırasında rastladıklan vakalara benzer problem­ ler, fizik yapı benzerlikleri, aile durum ve topluluklarında ben­ zerlikler, kendilerine faydalı olacak konuşmalarda işe yaraya­ cak kelimelerle karşılaşacaklardır. Fakat bu mizaç görüntüleri ve bu kısa öğretici oturumlar herkesten çok öğrencilere —he­ pimiz öğrenci değil miyiz?— fayda sağlayacak ve onlar kulla­ nılan sözden, cümleden ve formülden her vakanın yapısının nedenini ve derinliklerini anlayacaklardır. Zira, gene örnek ola­ rak resim sanatım alırsak, yaratılan eserin niteliği fırçanın şu çizgisine veya şu boyanın kullanılışına bağlı değildir, bütünün göze güzel gelen bir şekilde düzenlenişine ve bütün nüanslar­ la bütün şekillerin uyumlu bir şekilde birbirini tutmasma da­ yanır. Bunu başarmak için de, ele alman konunun gizli anla­ mını bilmek gerekir.

İşte önümüzden şımarık çocuk, yalancı, hırsız, nefret edi­ len çocuk, haris çocuk, idrar kaçıran çocuk ve daha birçokları geçit resmi yapıyorlar. Her vaka kendine özel nedenleri, belir­ 7

(7)

tileri ve dinamizmi ile ortaya çıkıyor. Hepsi de temel özelliği toplum duygusunun yetersiz gelişmesi olan kişiliklerinin gözle görülmeyen yapısının görünen kusurlarını ortaya koyuyorlar.

İşte —davranışları bazen çocuğun huyundaki bozuklukların kaynağı olan— an a-b ab ay ı kırmadan öğretilecek birkaç terbi­ ye kavramı; ve kitabın sonunda anaokulunun önemi konusunda birkaç sayfa ki, doğmakta olan kişiliğin edindiği ilk izlenimle­ rin gelecekteki kaderi üzerinde oynayacağı rolün değeri göz-önünde tutulacak olursa bunun hiç de küçümsenmeyecek bir önemi vardır.

(8)

YAZARIN ÖNSÖZÜ

«Çocuk, insanın babasıdır.» Birey psikolojisinde bu söz, büyük önem kazanmaktadır. Çocuk hayatının ilk dört, beş yılı onun, izlenimleri bakımından özel ve keyfi eğitimini tamamlamasına yetiyor. Bu izlenimler sadece çocuğun organik değerinden değil, aynı zamanda dışa­ rıdan gelen kışkırtmalardan da doğmaktadır. Bu devreden iti­ baren geçirilen tecrübelerin artık keyfi bir tarzda değil, hele sözde illiyet kanunları uyarınca hiç değil de hayat tarzı uyarın­ ca sindirilmesi ve bunlardan faydalanılması başlıyor. Bireyin kaderi, onun hayat tarzı yapısına bağlıdır. Bundan sonra ve bütün yaşantı süresince duygular, düşünceler ve hareketler ha­ yat tarzı kurallarına boyun eğecektir. Hayat tarzının yaratıcı faaliyeti, eserini meydana getirmeye başlıyor. Bu faaliyeti ko­ laylaştırmak için kurallar, ilkeler, mizaç özellikleri ve bir dün­ ya anlayışı hazırlanıyor. İyice belirli bir idrak şeması yerleşiyor ve kararlar, hareketler, ulaşılmaya çalışılan bu nihai ideal şe­ kille tam bir uzlaşma halinde yönetiliyor. Bilinçte karışıklık yaratm az ve ideale uygun davranır görünen şeyler, olduğu gibi muhafaza ediliyor. Geri kalanlar unutuluyor, kısıtlanıyor veya bilinçsiz, tenkit ve anlayıştan genellikle uzak bir örnek olarak etki yaratm aya devam ediyor. Bu şemanın nihai sonucu, ister bilinçli dinamik çizgileri kuvvetlendirsin, ister onları bir tep­ kiyle felce uğratmak veya yoketmek suretiyle ve yasaklama yoluyla anlaşmazlıklara sürüklesin, daima hayat tarzı tarafın­ dan önceden tayin edilmiştir.

H ayat tarzı örnekleri, bu ' arada mizaç özelliklerinin ana &

(9)

hatları her zaman uzun bir eğitim devresi sonucunda meydana getiriliyor, bu eğitimde, bilinçaltında olduğu gibi bilinçte de, genellikle anlaşılmamış anıların kalıntılarına rastlanıyor. Te­ mel faktörleri yaratan ne anılar, ne de geçirilmiş tecrübeler ol­ mayıp bu anı ve tecrübelere bir şekil vermiş, onları istediği yola sokmuş ve o yolda yararlanmış bulunan hayat tarzıdır. Yeteri kadar anlayış göstermek, bilincin etken gücüyle bilinç­ altının gücü arasındaki bu tam uzlaşmayı kavram aya imkân verecektir. İkisinin de anlaşılması ise ancak, hayat tarzının fa­ aliyet alanı kısıtlanmadığı sürece tam anlamıyla mümkün ola­ bilir.

Elde ruh hayatının birkaç görüntüsünden başka bir şey bulunmadığı hallerde ise, uzun bir tecrübe sonucu bulunmuş ihtimallere dayanmak caiz görülür ki bu ihtimaller sayesinde bazı sonuçlara varmak mümkün olabilecektir. Fakat varılan bu sonuçların bireyin ruh hayatının tüm sistemine uyup uymadı­ ğının .daima kontrolü gerekir. Çok defa başka türlü davranmak mümkün olmaz. Bu, tıbbi teşhisin gereklerine de tam anlamıy­ la uyan bir usuldür; gerçekten tıbbi teşhiste de ikinci, üçüncü bir belirti tamamiyle doğru bir teşhis koymamıza yardımcı oluncaya kadar kısmi bir belirtiden sonuçlar çıkartılarak tah­ min edilen hastalığın çevresini sınırlandırmak zorunluğu duyu­ labilir.

Bu incelememde «karşılaştırmalı birey psikolojisi tekniği»ni uygularken bir taraftan da güç çocukların hayat tarzını belirt­ meye çalıştım.

Bu iş, karşılaştırmalı birey psikolojisinin ve denenmiş kay­ naklarının da tam anlamıyla bilinmesini gerektiren bir iş tir : aynı zamanda yorum sanatının gerektiği kadar bilinip bilinme­ diğini de pek belirli bir şekilde ortaya koyar. Bunu başarmak için de tıpkı tıbbi teşhiste olduğu gibi, tahmin yeteneğinden vazgeçmek imkânsızdır. Bu tahmin ise ancak kısmi belirtilerin hepsinin biıtün ile tam bir uyuşma halinde olduğu ve aynı di­ namizmi gösterdiği ispat edilebilirse doğru çıkmış demektir. Bütün ayrıntıları bakımından birbirine benzeyen bu belirtile­ rin en önemlileri şunlardır:

1. İşbirliği derecesi (toplumsal duygu ve topluma karşı gös­ terilen ilgi arasında).

2. Bireyin üstünlük aram akta kendisine özel tarzı (güven­ lik, iktidar, mükemmellik, başkalarının değersiz görülmesi).

(10)

Hiç değişmeyen bu ifade şekilleri, başvurdukları usuller ba­ kımından birbirinden farklı olabilirse de sonuçlan bakımmdan hep aynıdırlar (karşılaştırmalı birey psikolojisinin finalizmi). Gösterilen cesaret ve ortak duygu derecesi, bireyin dünya an­ layışının temeli, topluma faydalı olmak veya zararlı bir mizaca sahip bulunmak, bireyin toplumsal temasa elverişlilik derecesini yansıtan ölçülerdir. Bellibaşh üç hayat sorununun (topluluk içinde yaşama, meslek, aşk) çağımız düşüncesi uyarınca az veya çok başarıya ulaşabilmiş çözüm tarzı veya bu çözümün hazır­ lanış derecesi, daima varolan aşağılık duygusunu ve onun ba­ şarısızlığına uğramış karşılığı olan üstünlük kompleksini mey­ dana çıkarır.

Hayat tarzının tek olduğunu kabul etmeyen veya anlama­ mış bulunan bir kimse birey psikolojisinin değişmez ilkeleriyle bile, belirtilerin nasıl meydana geldiğini kavrayam ayacaktır. Bunu kavramayı başarmış kimse ise bilmelidir ki hayat tarzı­ nı değiştirmek elindedir ama belirtileri değiştirmek elinde de­ ğildir.

Karşılaştırmalı birey psikolojisinin genel teşhisinden, ken­ disine başvurulacak psikologun uygulayacağı teknikten ve va­ kayı ele alış tarzından ileride söz edeceğim.

Dr. Alfred ADLER

(11)

G İ R İ Ş

İNSAN VE HEMCİNSİ

Bu konuyu güzel kelim eler ve şatafatlı cümlelerle süsle­ mek gerçi son derece çekici b ir şey gibi görünüyor. Uygarlığın kaynaklarına kadar çıkarak b ir kabilenin, b ir ulusun, b ir dev­ letin, b ir dinsel topluluğun ibağnnda b ir insanlık birim i yerleş­ tirmek uğrunda harcanm ış çab alan da anlatm am mümkündü. Bu hareketin insanda az çok yer etmiş b ir fikir, politik ve din­ sel bakımdan insanlığın birliği fik ri tarafından nasıl daima temsil edilegeidiğini gösterebilirdim. Ama bütün bunlardan söz etmek istemiyorum. însan toplumu içinde bir birlik yaratma, am acını güden eğilimlerin sadece ahlaksal, politik veya dinsel açıdan değil, her şeyden evvel bilimsel gerçek açısından, değer­ lendirilmesi gerektiğini göstermek istiyorum.

İnsan ruhu hayatının «olmak» fiiliyle değil de «o hale gel­ mek» fiiliyle belirtilebileceğini meydana çıkartm ak istiyorum. Bu ruh hayatı içindeki kompleksleri, onun çeşitli görüşlerini açıklam akta ısrar etmiş olanların hepsi ruhu b ir çeşit makine saydıklarından, pek fazla ilerleyememişlerdir bu yolda. İdeal bir şekle yönelmiş h er canlı organizmada psişik hayatın, ken­ disine, güçlükleri, şu dünya üzerinde toplum alanında ve k a ­ dın - erkek arasındaki ilişkiler alanında karşılaştığı güçlükleri yenmeye götürecek yolu bulm aya çalıştığını görüyoruz. Bu güç­ lüklerin doğru olarak çözülebileceğini bildiğim gibi, hatalı yol­ dan çözülmelerinin de mümkün olduğunu biliyorum. Burada, amacı dikkatinizi m utlak doğru b ir çözüm yolu beklememizin imkânsızlığına çekmek olan bir işarette bulunmak isterim. Bu, her birey ve herkes için, insan türü birliğinin korunmuş gibi

(12)

göründüğü bir hedefe varm ak yolunda harcanm ış b ir çabadan ileri gitm eyebilir. «İyi» dediğimiz şeyler insanların tümü için yararlı olan şeylerdir, «güzel» adım verdiğimiz şeyler de an ­ cak bu y arar açısından güzeldir; toplum kavram ı dile ve fikir­ lere bu derece yerleşmiş, kök salm ıştır. Bireyin ve kütlenin bü­ tün ifade şekillerinde daima bunların toplum sorunu karşısın­ da nasıl bdr yer aldıklarını buluruz. Hiç kimse bu çerçevenin dışına çıkamaz. Herkesin bu çerçeve içindeki davranış tarzı ken­ di bulduğu çözüm yoludur. Doğru çözüm yollan ancak toplum ile ilişkiler açısından gerçekleştiğine göre, insan ilişkileri çer­ çevesi içinde birisi yanlış b ir çözüm yolu bulduğu zaman çe­ şitli tepkiler meydana gelmesinin nedeni de kolayca anlaşılabi­ lir. Topluluğa sıkı sıkıya bağlı olmayan, kendisini asla toplulu­ ğun b ir parçası hissetmeyen, insanlık içinde kendisini rahat, yerleşmiş bulmayan bireye karşı bu tepkiler daima olagelmiş­ tir. İnsan yalnız kendisine uygarlık tarafından bahşedilen men­ faatleri değil, aynı zamanda sakıncaları da hesaba katm alı, on­ ların kendisini ilgilendirdiğini düşünüp hepsini olduğu gibi k a­ bul etmelidir. Genel olarak toplum y aran adım verdiğimiz şey, bireyin hemcinsleriyle olan sıkı ilişkilerinin b ir yönünden baş­ ka b ir şey değildir ve cesaret dediğimiz şey de bireyin ken­ disinde taşıdığı ve ona bütünün b ir unsuru olduğu duygusunu veren o uyumdur. Bugünkü evrim ortalam asını gözönünde tu t­ tuğumuz ve henüz varolan eksikleri gördüğümüz zaman, hata işlediğimiz kanısına sapmamalıyız. Bu hal bize, geleceğimiz için yeni görevleri yükler. Varlığım ızı b ir esas olarak almamalıyız, statik, hareketsiz b ir şeymiş gibi davranmamalı, ve ilerlem e h e­ vesine karşı düşman tav n takınmamalıyız; güçlükleri, çözümü bizden beklenen, bizi faal iyimserliğe kışkırtan sorunlar ola­ rak görmemiz gerekir. İnsanlık tarihinde yalnız ve yalnız, faal bdr iyimserlikle hareket edenlerin söz hakkı olmuştur, onlar ev­ rim in temsilcileriydi ve öyle olacaklardır; bütün ötekiler ger­ çekte tam yerlerini bulmuş değillerdir, ilerlem eyi geciktirm iş­ ledir. Onlar, zamanın gidişine isteyerek ayak uyduranların duy­ duğu mutluluğu duyamazlar. Değer duygusu hem bütün ile sıkı b ir birlikten, hem de zam anın faaliyetine katılm aktan doğar. Bu sonuçlar bireysel psikolojinin gözlemlerinden çıkartılm ıştır ve uzun b ir çalışm anın meyvalarıdır. İnsan olm ak yalnız rast- gele söylenmiş bir söz değildir, bütünün bdr kısmı olmak, ken­ disini bütünün b ir parçası hissetm ek demektir. Günümüzde bile, hâlâ, birçok kimsenin, bu yola giremeyişi, bunların kişiliklerin­ 14

(13)

deki yanılmadan ileorl gelmektedir. Toplumsal gerçeklerin a ra ­ larındaki bağlantıyı kavrayabilmiş olan insan bundan sonra, toplumun iyiliğine doğru yol alan akıntıya -dalmaktan asla geri durmayacaktır.

insanın doğa içinde ne kadar az yer tuttuğunu düşünürsek bir şeyi açıkça görmüş o lu ru z: bu canlı yaratık kendi haline bırakılmış olsaydı muhakkak ki yaşantısını sürdüremezdi. İnsan­ lık tarihinin gidebildiğimiz kadar gerilerinde hiçbir yerde tek başına yaşayan bireyin izine rastlamıyoruz. Topluma duyulan inanç daima varolagelmiştir. insanın doğa karşısında ne kadar zayıf olduğunu düşünürsek bunun da nedenini kolayca anlarız, insan, öteki canlı yaratıkların sahip oldukları silahlardan yok­ sundur, etçillerin keskin dişleri, boynuzlan, onlardaki hız, in­ sanda yoktur, tırmanam az, uçamaz, görme, işitme, koku alm a gibi duyulan keskin değildir; oysaki bütün bunlar öteki canJı yaratıklara saldırma, kendisini koruma, şu zavallı yer kabuğu üzerinde b ir yer tutabilme im kânlanm sağlayan üstünlüklerdir, insanın, sahip olduğu zayıf organlann sağlığı uğruna —bire­ yin hayatının devamı kadar bütünün de hayatını devam etti­ rebilmek amacıyla— başkalanyla birleşm ek daima gerekmiştir. İşte insan, -bu birlikten yeni b ir güç bulmuştur, insan kültürü­ nün yaygınlığı düşünülecek olursa, onu yaratanların ve on­ dan yararlanm ak im kânını bulanların doğa karşısında gerek­ tiği kadar güçlü olmadıkları anlaşılır, insan, yoksun olduğu şeyleri tamamlamak, eksiklerin yerine başka şeyler koymak zo­ rundaydı. Doğadan yararlanm ak için önce onu yenmesini öğ­ renmeye mecburdu. Birlik, insan türünün en büyük ve en önem­ li icadı olmuştur. Bu konuda sadece insandan örnek göstermek doğru olmaz, hayvanlar âleminde de daha zayıf olan canlı y a­ ratıkların, birlikte avlanm ak veya kendilerini korum ak için sü­ rüler halinde birleştiklerini görüyoruz. Gücüne hayran olduğu­ muz gorilin, bütün hayvanlan dehşetten titreten kaplanın, top­ luluk içinde yaşam aya ihtiyacı yoktur, insanı kültürün bütün yardımlarından uzak, zekâsının verdiği bütün olanaklardan yoksun kalm ış olarak düşünürsek m utlaka şu sonuca v a n n z ki, balta girmemiş orm anda tek başın a kaldığı gün m ahvolur gi­ derdi. Gözlemimiz bizi daha da uzaklara götürüyor. Evrim sı­ rasında insanın edindiği en değerli kazançlar onun zaafından doğmuştur, insan hayatım, insan türünün devamını gözönünde tutarsak, ancak topluluğun ona sağladığı büyük yardım saye­

(14)

sinde bu hayatı devam ettirebildiğini de anlarız. M uhakkak ki psişik bünyesinde ve fizik bünyesinde h u birliğe elverişli ola­ cak bütün im kânlar ona sağlanmıştır. Duyu organlarının çalış­ masını düşünelim, bu ilişkiye n e derece yararlı olduklarını daha kolay anlanz. Herkesin başkasına bakış tarzında hemcins­ leriyle ilişki hazırlığı ve ilişki ifadesi vardır. Dinleyiş tarzı bize, diğerleriyle birleşme olanaklarım gösterir, konuşma tarzı ise in ­ sanın kendisiyle benzeri arasında kurmuş olduğu bağı dile ge­ tirir. Şimdi nasıl olup da pek çok sayıda insanın doğru bak­ madığının, doğru dinleyip doğru konuşmadığının nedenini daha iyi anlam ıyor muyuz? Önemli olan, organlar değil, içgüdüsel hayattır, çünkü bütün psişik hayat bireyin hemcinsleri karşı­ sında ve yanında yerini bulduğu bu alanlara doğıu akm akta­ dır. Bu birleşmeye zorlayan da gene çocuk organizmasındaki zayıflıktır. Süt çocuğunun annesiyle olan ilişkisi, ilk toplumsal eğitimdir. Süt çocuğunun «ben»inin annesinin «senlini anladığı bu toplumsal ilişkide bütün im kânlar ve bütün yetenekler ge­ lişir. Bu noktadan, anne için önemli b ir görev doğduğunu an­ lıyoruz : çocuğun gelişmesini, daha sonra toplumsal hayatın ih­ tiyaçlarına doğru olarak karşılık verebileceği b ir yola sokmak. Bu yol çizildikten sonra çocuk, annesine uyarak konuşacak, dinleyecek ve bakacaktır. îşte annenin ilk görevi burada başlı­ yor. Anneler toplumsal duygunun kaynağıdırlar ve bunu kutsal saym aları gerekir. Bu mekanizm a her an işler ve neticede ço­ cuğun hayatına şekil veren psişik b ir otomatizm halini alır. Son derece önemli b ir toplumsal fonksiyon olan konuşmanın gelişme tarzını gözönüne getirecek olursak topluluğun, gücünü nerde kullanm aya başladığını görürüz. «Herkesin anlayabilmesi için herkesin konuşması gerektiğini tahm in ettiğim şekilde k o­ nuşmalıyım.» Çok zaman, annenin ilk görevinde başarısızlığa uğradığı yerlerde ikinci görevini de başaramadığını görüyoruz : bu, çocuğun toplum duygusunu genişletmek, onu hemcinsleri­ nin karşısına gerektiği gibi çıkacak şekilde hazırlam aktır. Bu halde çocukta başkalarına karşı duyulan yetersiz b ir ilgi bulu­ ruz ki buv bizi çok uğraştıracaktır. Çocuk hayatının ilk yılla­ rında toplumsal ilişki kurulmamışsa toplum duyusunu geliştir­ me im kânını nereden bulabiliriz? Bu yetersiz ilgi şekillenmiş ve kendisini göstermiştir b ir kere; b ir amaç, çocuğun kafasında yer etmiştir; hayat yolunda hemcinsleriyle ilgilenmeksizin ilerlemek; daima almak, asla vermemek. Değer duygusu, etkili olmaya

(15)

başlam ıştır bile. Ancak kendisini tam yerine oturmuş hisseden­ dir İti ona sahip olabilecektir. Kendisini bütünün b ir parçası İmline getirmemiş olan ise bu duyguyu tanım ayacaktır. İnsanın on büyük melekesi olan zekâyı düşünerek şöyle d iyebiliriz: özel zekâ, birey zekâsı yoktur, «zekâ, genel b ir değere sahip­ tir.» Ancak başkalarını anlam akla gelişebilir ki bu da başka­ larına yaklaşmak, kendisini o n la ra ,benzetmek, başkalarının gö­ züyle görmek, başkalarının kulaklarıyla işitm ek, başkalarının kalpleriyle hissetmek demektir. Anlamak, b ir insanı, bir olayı, herkesin tasavvur etmesini beklediğimiz şekilde tasavvur etmek, ele alm ak demektir. Burada da toplumun kontrolü ve yargısı bizim üzerimizdedir. Ahlâktan, etikten söz açm ak istem iyorum ,. bünlar sadece toplum duygusundan doğmuş oyunun kuralları­ dır. Ancak topluluğa y ararlı olan şeye ahlaksal veya etik adını verebiliriz. Estetik için de aynı şeyi söylemek gerekir. Güzel dediğimiz şeyin topluluk için sonsuzluğa giden b ir değeri ol­ ması gerekir. H atalara düşmemiz bizi şaşırtmamalıdır. H atala­ rımızı kabule ve onları düzeltmeye daima hazır olmuşuzdur. Güzellik idealinde bir değişme kendisini açıkça gösterse bile, ancak ebediyen güzel olacak ve bizim güzellik kavram larım ız­ la ilişkisi bulunan şeylerin güzel olarak adlandırılm aya devam edeceği kesindir. Toplumsal duygunun birey üzerindeki o son­ suz kudretine, az veya çok önemde birlikler, ulusal, siyasal, politik veya dinsel akım lar yaratm ak gücüne sahip olan o bü­ yük etkiye de dikkati çekmek istiyorum. Topluma faydalı k a­ lıplar koymak için de aynı ölçüleri kullanacağız. Ancak, genel menfaat alanına girenler dışındaki k alıp lan geçerli olarak ta ­ nıyanlayız. Bu konuda uzun uzun tartışılabilir, gene de h er za­ man kesin b ir cevap verebilmek mümkün olmaz. İnsan hayatı devamlı gelişme halindedir. Bugün hissettiklerimiz, mükemmel şekil hedefine yönelmiş ebedi b ir hareket içinde b ir kesinti noktasından başka bir şey değildir. Toplum yolunda hareket et­ meyenlerin başına neler gelir? Toplum duygusunun yer etme­ diği insanlara ne olur? Burada şu noktaya işaret etmek iste­ rim : bireyin kendi hakkında söylediklerinin veya düşündükleri­ nin hiçbir önemi yoktur, bunları h içbir şekilde gözönünde tu­ tamayız. Ancak yapılan hareketleri değerlendirebiliriz. Bu se­ bepten, b ir kimsenin kendisini bencil sayması, oysaki bizim onu işbirliği yapabilecek ve başkalarına karşı sevgi gösteren b ir in­ san olarak görmemiz mümkündür. Buna karşılık birçok kimse

(16)

de başkalarıyla işbirliği yaptığım sanır ama daha dikkatli bir incelem e bize gerçeğin m aalesef böyle olmadığını gösterir. Bun­ ların m utlaka yalan olması gerekmez; psişik hayatta h atalar bilinçli yalanlardan çok daha önemli bir rol oynarlar. Bu h a ­ talar psişik hayata nasıl giriyor? Nasıl oluyor da topluluğa karşı gösterdiğimiz sabırsız çaba bu kadar ağ ır b ir şekilde ge­ lişiyor? Bu soruların birçok cevabı olabilir, insanların büyük bir kısmında şu fikir y erleşm iştir: bu, insaiı gücünü aşan bir iş. Bu gibi insanlar karam sardırlar, evrime hiçbir şekilde k atıl­ mayan insanlardır, o evrim ki bize, hayatın başlıca am acı ola­ rak görünür ve güçlüklerin yenilmesini gerektirir. Ö ğrencileri­ mizin karşısına sık sık şu varsayımı koyarım : «Pek uzak atala­ rımızın, belki de henüz kuyrukları bile varken, b ir ağacm dar İma tünemiş, bu hayatla gerçekten pek fakir olduğunu, yaşa­ m ak için ne gibi çarelere başvurmak gerektiğini düşündükler rini tasavvur ediyorum.» B ir ta n e si: «Boşuna üzüntüye kapıl­ mayalım, diyor, insan gücü bu koşullarla başedebdlecek dere-, cede değil, en iyisi burada, yukarıda kalmak.» Eğer onun fikri kabul edilmiş olsaydı sonuç nasıl olacaktı? İhtimal bugün hâlâ b ir ağaç dalı üzerindeydik ve kuyruğumuzu m uhafaza ediyor­ duk. Gerçekten de, ya ağacın üzerindekiler ne oldular? Hepsi yokedildl- Bu yoketme işlemi hiç durmadan sürer, gider, kor­ kunç derecede vahşi, acımasızdır, olayların mantığı da acım a­ sızdır. Sürülerle insanın, ağaçtan inmedikleri için kurban git­ tiklerine hiç şüphe yoktur. Bazı uluslar, hayatm gereklerine kötü cevap verdikleri için yokedilmiş, gene.böyle davranan aile­ ler mahvolmuş, ortadan k alk m ıştır; Bu işlem, gizli yürütül­ düğü için pek iz bırakmaz; üçüncü veya dördüncü kuşakta ulusun veya ailenin sonu gelir de hiç kimse nedenini bilmez. Bu sorun daha yakından incelendiğinde şu sonuca v arıla b ilir: Toplumun mantığının gereklerine hatah cevaplar verilirse, bu h atalar mutlaka ödenir; bu ödeme ister hastalıklar, ister ciddi soy bozukluğu belirtileri, herhangi b ir şekildeki psişik zayıflık­ la r olabilir. Bunların, hataların sonuçlan olduğu açıkça belli, aşağı yukarı, Emerson’un hatalardan değil sonuçlarından ka­ çınm ak istediğimizi söylerken suçladığı şeydir. Bu yöntemin ne­ rede başladığını belirtm iştim . Herkes hayat karşısında bir mev­ k i alır. Dünya anlayışının her birimizi değil de sadece felse­ feyi ilgilendirdiğini söylemek, boş laftır. Nereye baksanız her bireyin dünya anlayışını ay n a y n ve açıkça görebilirsiniz. Bu,

(17)

anlayışı gerçekleştirmemiş olan için, daha iyi bir dünya anla­ yışına ulaşamamış bireye yandım imkânsızlığı açıktır. Sorun şu­ dur; bize hatalı görünen anlayışın yerine koymak için hangi dünya anlayışını benimsemeliyiz? Karm akarışık yükselen sesler lirasında şunları duyabilirsiniz-, ulusal, dinsel, Avrupalı, Asyalı bir dünya anlayışı. Bunların hiçbirine karşı hazırlıklı değiliz, İnlediğimiz, bu anlayışın, toplumsal duygu anlayışıyla son bu­ larak bir şekil almasıdır; bu da ibirey psikolojisinin felsefi an ­ layışıdır. Bunu temel taşı yapmaya uğraşıyoruz, çünkü kitleler­ de olduğu gibi, bireyde de hataların nerede işlenmiş olduğunu öğrenmiş durumdayız. Kolaylık isteyenlerle, güçlükler yokedil- diği takdirde her şeyin kurtulacağına inananlarla aynı fikirde olamayız. Çözüm yolu ancak, kaynağını bireyin yaratıcı gücün­ den alan toplumsal duyguda bulunabilir. Anne, hayat için elzem olan aracıdır, toplumsal duyguyu bulup çıkartm ak, ona yol gös­ termek ve başkalarına doğru yöneltmek zorundadır. Fakat ge­ lişmenin başarısızlığa uğrayacağı tehlikeli geçitler vardır; ör­ neğin annenin gerçek bir yardımcı olmadığı ve bu nedenle toplumsal duyguyu hiç geliştiremediği zamanlar. Y a da ancak çocuk için yardımcıdır da başkaları için değildir. Çocuğu ken­ disine öyle kuvvetle bağlar ki, onun daha sonraki gelişmesini, açılmasını tehlikeye düşürür. Bunlar, tem el hatalardır; bununla beraber, çocuğun gelişmesinde daha başka tehlikeli evreler de vardir.

Hastalıklı çocuklar bu dünyayı bir gözyaşı ve keder beldesi olarak kabul ederler ve genellikle çocuklarda pek beğendiği­ miz o gelişme sevincini hiç göstermezler. Fazlasıyla dolu olan, vücutlarını b ir yük hisseden ve hayatı ağır bulan bu çocukla­ rın başkalarından çok kendi kişilikleriyle ilgili oluşlarının ne­ denini kolayca anlarız. Bunun sonucu ise paniğe kapılmış bir ruh h alid ir: herkes kendi canım kurtarsın. Toplum duygusu­ nun gelişmesini engelleyen bencil çizgiler buluruz. Bu zayıf or- ganlı çocuklar grubu önemlidir ve insan organizmasının hay­ van organizmasına oranla zayıf olduğu gözönünde tutulunca bunda şaşılacak hiçbir yön yoktur. Bundan sonra ikinci b ir grup çocuk g elir: Bu çocuklar daha hayatlarının başlangıcın­ da fazlasıyla doldurulmuşlar, yüklenmişlerdir; b ir kişiden baş­ ka hiç kimseyle ilgilenmeyen şımarık çocuklar, onun daima kendilerine yardım etmesini isterler. Hayat tarzı, tam am lanır tamamlanmaz, yani yaşamın dördüncü veya beşinci yılında, ar­

(18)

tık köklü değişikliklere uğram az olur. Çocuklar artık ne his­ sederlerse kendi hayat tarzlarına uydururlar : dünyaya kendi gözleriyle bakarlar, bayat üzerinde kendi görüşleri vardır ki bu. görüş, başkaları tarafından yardım görmektir; bunlar der­ hal başarıya ulaşmak isterler, b ir çaba harcam ak zorunda k a­ lınca yenilgiye uğrarlar. Bu gibi çocukların yeni b ir durumla karşılaştıkları zaman başarısızlığa uğradıklarına ve her türlü durum değişikliğinin onlar için güçlüklere yol açacağına işa­ ret etmeye lüzum görmüyorum. Şım arık çocuklar h ayatta pek geniş b ir yer tutarlar, bütün çocukların % 50 - 60’mm b aşk a­ larına muhtaç ve teşebbüs yeteneğinden 'yoksun hale getirildik­ lerini söylemekle m übalâğaya kaçmış olmuyorum. Bu, bağım ­ sızlık yokluğu onların bütün hayatı süresince kendisini belh eder, bu insanlara h er şey çok zor gelir. Kendilerine hiç gü­ venleri yoktur. Amerikan tarihinde bu gibi insanlara ilgi çe­ kici b ir örnek gösterebiliriz. Ispanyol - Amerikan savaşında Ame­ rikalılar General G arcia’nın müttefikiydiler. Ona m utlaka b ir mesaj göndermeleri gerekiyordu am a gönderecek adam bula­ mıyorlardı bir türlü. Mesaj önemliydi; Amerikan generalinin, G arcia’ya m utlaka verilecek b ir mesaj bulunduğunu ilan et­ mekten ve bunu götürecek b ir gönüllü çıkmasını istemekten başka çaresi kalmamıştı. Ussun b ir sessizlikten sonra biri or­ taya çıktı, mektubu alıp gitti. Amerikan öğrencilerine şöyle bir ödev verilm işti: «Sizce modem çağların e n " büyük kahram anı kimdir?» Bir öğrenci de şöyle y azd ı: «Garcia’ya m esajı götüren asker,» Ve gerekçesini şöyle açık lad ı: «Çoğunluk şöyle derdi; kim götürecek bu mektubu? Veya, başkası bu işi benden daha iyi yapamaz mı? Fakat o, hiçbir şey demeden m esajı alıp gitti. Bağımsızdı, ötekiler ise kendilerini aciz hissediyorlardı.» işte ruhumuzdaki bütün fenalıkların kaynağı, fazla büyük b ir zaaf duygusu, kendi gücüne güven yokluğu. Daha hareket nokta­ sında fazla yüklenmiş olan ve hemcinsleriyle ilgilenmeyenler ise üçüncü gruba g irerler: bunlar, nefret edilen çocuklardır. B ir hemcinsin, bir başkasının varolduğunu hiçbir zaman öğren­ memişlerdir. Kültürümüzün gerekli hayat koşullarını yaratm a­ mış olduğu bu gayrim eşru çocuklardan, istenmeyen çocuklar­ dan, öksüz ve yetimlerden hayatta çok sayıda vardır. Çok geç- meden kendilerine karşı olumlu davranılmadığmı öğrenen çir­ kin çocuklar da bu gruptandır. Caniler, ayyaşlar arasında çir­ kin adam lara niçin daha fazla rastlandığını böylelikle anlarız.

(19)

İçlerinde güzel olanlar ıda vardır ki, bunlar, şım arık çocuklar­ dır. Karşılarına çeşitli sorunlar çıkanlar ve davranışlarıyla baş­ kalarına hiç ilgi duymadıklarını gösterenler, bireylerin büyük bir yüzdesin! meydana getirirler. Bunlar, hayat anlayışları «be­ nim istediğim yerine getirilsin» olan güç çocuklardır. Hırsızlık yaparlar, kaçam aklar yaparlar, çalışm azlar. Hepsi acınm aya la­ yıktır, çünkü her biri başkalarıyla beraber olmadığını hisseder. Daha önemli görevler karşısında kaldıkları vakit ne olacaktır? Başkalarının oyununa katılam adıkları ortaya çıkacaktır. Sinir hastaları ve deliler toplum çerçevesi dışma çıkmaya çabalar­ lar, çünkü görevler onlara yerine getirilmesi im kânsız gibi gö­ rünür. Burada da dünya anlayışı kendisini gösteriyor: bana iş verilmeyecek, canım ın istediği h er şeyi bulabileceğim b ir ge­ zegen lazımdı. Suçlular, hemcinslerine karşı ilgiden yoksun ve başkalannıa aldırış etmeksizin çabuk ve kolayca başarıya u la­ şılması gerektiği fikriyle hareket eden bireylerdir. Bütün bu gruplarda, hayatın getirdiği görevleri yüklenmek konusunda bir cesaret yokluğu görüyoruz. Kaçaklardır bunlar, h er şeyin on­ lara daha kolay, farklı gelmesini isterler, hayat sorunlarını çöz­ mek için gerekli koşullan yaratm aya çabalam azlar. Bundan son­ ra da, işbirliğine ne kadar az ilgi duyduklarını, hayatın gerek­ tirdiği işleri başarm ak için ne kadar az cesarete sahip olduk- lan n ı bize ispat edıen intihar heveslileri gelir. Bu hastalığın tü­ münün basit istatistiklerle kavranabileceğine inanm ak yanlış­ tır. Buğday fiyatının yükselmesine göz yumun daha çok sayıda intiharla karşılaşırsınız; olumsuz b a n n a k koşullan yaratın ha­ yatın toplumsal yönünün aksine eğilmiş muazzam bir insan kitlesi bulursunuz karşınızda. Y ararlı yönden kaçm aya herkes hazırdır. Toplumsal duyguda ideal gelişme yoktur, onu hedef olarak normal, toplumsal, iyiliksever sebeplerden değil de bi­ limsel sebeplerden göz önünde bulundurmamız gereklidir. İş­ lenen hataların m utlaka ödendiğini görüyoruz. Uluslar da, sa­ vaşlara karşı ayaklanm a cesaretini bulam ayınca başkalarına yeteri kadar ilgi göstermeyince hatalarını öderler. Dünya ta­ rihi bu gibi felaketler zinciridir. Tatm in olunmamışlar konu­ sunda daha fazla durmak istemiyorum ancak bu bahse son ver­ meden önce, toplumsal gelişmenin öneminde ısrar edeceğim.

Hayatımızın hiçbir yanı toplumsal duygudan vazgeçemez. Yukarda duyu organlarının işleyişinden bahsetmiştim. Burada çocuğun duygusu, ailesi ile, kardeşleriyle olan ilişkilerde

(20)

dişini gösterir. Çocuk okula gitm eye başlayınca toplum duy­ gusunun derecesi bakımından denemeye tâbi tutuluyor demek­ tir. Arkadaşlık sorununun belirdiği sırada şu soru ortaya çıkı- v e r ir : «Başkalarına duyduğun ilgi derecesini nereye kadar ge­ liştirdin?»; böylece toplum duygusunun, eksik olduğu zaman ni­ çin öc aldığını anlarız çünkü bu eksiklik yüzünden birey bir türlü borcunu ödeyecek duruma gelememektedir.

Fakat bireyin burada sorumlu olmadığını da görüyoruz. Bu­ güne kadar başvurulmuş olanlardan başka b ir çare düşünme­ miz gerekiyor. M eslek sorunu da eklenince ortaya şu soru çı­ kıyor : «Bir işte nasıl faydalı olabilirim?» Başkalarına yararlı olmayan mesleki faaliyet yoktur. Aşk ve evlilik sorunları da başkalarına karşı duyulan derin b ir ilgiye ihtiyaç gösteren so­ runlardır. Birey, kendisini b ir topluluğa bağlı hissetmediği za­ man, yokolma olayının nasıl geliştiğini yenide müşahade ede­ riz. Bu, eş seçiminde seçenin hakim olmak istemesine veya eşiyle sıkı b ir ilişki kurm ayı tercih etmesine göre belirir. Top­ lum duygusuna ihtiyaç gösteren daha birçok sorun vardır. Ulus­ ların hayatını ilgilendiren sorunlarda d a tam amiyle aynı şeye rastlanır. B ir ulus ancak topluluğa karşı ilgi gösteriyorsa iler­ leyebilir. Merkezi kendisi olan m enfaatleri birinci plana aldığı takdirde öteki ulus da aynı şeyi yapacaktır. B ir kural koymak zorunludur. Bugünün insanları kuralları seviyorlar. Öyle san ı­ yorum ki birey psikolojisi gözlemlerinin sonucu şudur: görevi­ miz, toplumsal ilerlemeye yardımcı olm ak amacıyla, çocukları­ mızı olduğu gibi kendi kendimizi de geliştirmektir.

KENDİNE FAZLASIYLA >|

ÖNEM VERMEK JL

(AŞIRI ÖVÜNMEK)

B ir birey psikologunun sırlarını açıklam ak am acıyla giriş­ miş bulunduğum işe devamla size birkaç konuda, b ir güç ço­ cuk, b ir suçlu veya b ir sinir hastası vakasıyla karşılaştığım hallerde işi nasıl ele aldığım ı kısaca göstermek istiyorum. Bu gibi çocukların hatalı davranışlarının temellerini bulm aya ve gerçek nedenlerini tesbite çalışırım daima. Bu araştırm alar so­ nucunda da bütün olanların m utlaka olması gerekmediğini fa­ k a t o koşullar içinde olmasının mümkün olduğu izlenimine va­

(21)

rırım. Nitekim eğer çocukla birlikte hissetmeyi, onunla bera­ ber düşünmeyi, onun gibi davranmayı başarırsak çocuğun oy­ nadığı role de girebilir ve kendi kendim ize: aynı koşullar al­ tında, aynı hatalı kişisel üstünlük anlayışıyla biz de olsak aşağı yukarı aynı şekilde davranırdık, deriz. Böylelikle cezayı ge­ rektiren nedenlerin büyük bir kısmı ortadan k alkar k i bu da, fena olmaktan uzak b ir şeydir. Esas olan, çocuk veya büyüğün hayat tarzıyla bütün mahrem gösterileri ve davranışları a ra ­ sında bağlantı kurm ak bulunduğuna göre bilgimiz, anlayışımız artar.

İşe nasıl giriştiğimiz konusunda doğru b ir fik ir verebilmek için bilmediğim veya hatırandan çıkmış b ir vakayı size anla­ tacak ve onu sizin önünüzde tartışacağım . B ana anlatılan olay­ lar konusunda hiçbir fikrim yok; doktorluk faaliyetimde daima izlediğim yolu izlemeye çalışacağım. H ataya da düşebilirim ve bu hatalarım teşhisim sonucunda kendiliğinden ortaya çıkabi­ lir. Bu hal, benim cesaretim i kırm ayacaktır. İşimin başlangıçta, yeteneğine göre şu veya bu şekilde hareket etmek zorunda olan, daha sonra ise doğru görüntüyü elde etm ek için çizgileri güç­ lendiren, kontrol eden, tatlılaştıran, değiştiren b ir ressamın, hey- keltraşın gördüğü işe benzediğine inanıyorum. Bu noktada he­ men hemen m atem atik hesaplara başvurm ak isteyen ve bu he­ saplan doğru çıkm ayınca başarısızlıklarına sebep olarak soya- çekimi gösteren ve ondan daha az karanlık olmayan organik yöntem alanını veya kontrolü-pek güç olan diğer alanları sorumlu tutan psikologlardan çok farklı davrandığımı göreceksiniz. O rga­ nik yöntemi hakkıyla kavram ak mümkün değildir ve psikoloji ona k ısa b ir süre içinde son verdirir ki bu d a lehinedir. Biz ise bu gibi kavram lardan vazgeçiyoruz. Böylesine bilgi edinme çarelerine başvurm aktansa, hatalarım ızı itirafı tercih ediyoruz. Buna karşılık da özel mizaç çizgilerinin bütün ile olan bağlan­ tısını biz daha iyi tanıyoruz; şu halde bu noktada daha iyi si­ lahlanmış durumdayız. Ufak ayrıntıları yokediyoruz. T abiat b il­ gisinde, küçücük b ir kemikten o türün bütünü üzerinde bilgi edinildiği veya küçük bir pencere köşesinden b ir yapının m i­ mari tarzının bulunup çıkartıldığı gibi bizim de bir unsurdan, bütün üzerinde bir kanıya varmamız mümkün olabilir. Bunun­ la beraber biz ötekilerden, b ir hayatın anlaşılmasını ve anlatı­ mını kendi önyargılarına göre gerçekleştirm ek isteyenlerden çok d aha ihtiyatlıyız. Tetikte, m eraklı, mantığımız daima uyar

(22)

nık, ¡birbiri ardından yürüttüğümüz tahm inler ve yaptığımız düzeltmelerle b ir sonuca varm aya çalışıyoruz.

(Şimdi, benim için esası tamamen meçhul olan b ir hayat h i­ kâyesini anlatm aya hazırlanırken ihtim al bazı yönlerini on beş gün sonra çok daha belirli şekilde görebileceğimi sanıyorum. Fakat okulumuzdan yetişmiş bütün psikologlarla aynı sonuçla­ ra varacağım a da inanıyorum. Başka kelim eler kullanmamıza, başka örnekler seçmemize, bazan da başka başka noktaların üzerinde durmamıza rağm en hepimizin bu inanca sahip olm a­ mız çok anlamlıdır. Fakat kişiliğin birliği düşüncesi bizler için daima en güçlü kaynak olarak kalm aktadır. Her çocuğun bir aşağılık duygusuyla doğduğunu ve onu yenmeye çalıştığını, üs­ tünlüğe, bütünlüğe yöneldiğini, kendisini bütün güçlükleri ye­ necek durumda hissedebilmek için bütün gücüyle çabaladığını biliyoruz. Hayatın y ararlı yönünde m i yoksa yararsız yönünde m i yaşadığım değerlendiriyoruz. Y ararlı yön herkese faydası olan ve sağduyunun en yüksek derecesine tekabül eden yöndür ki burada gelişme ve ilerlem e herkes için çok değerlidir. Yol­ dan çıkm aya sebep olan engeli bulmaya, tesbite çalışırız; fazla büyük güçlükler çıkartm ış olan problemi keşfetm eye uğraşırız. Bu güçlükler, olgunluk çağm a erişmiş insanın davranışında da kendisini göstermeye devam ©derse, şöyle d iy ebiliriz: burada hayat yolu bir karışıklığa uğradı, o yolda yürüyen kişi o sı­ rada karşısına çıkan güçlükleri yenecek seviyede olamadığın­ dan yeni b ir ruh hali ortaya çıktı. Dikkatimiz, onun çözmek­ ten kaçındığı bu sorunlar üzerinde toplanır. Şu halde o kişiyi fazla cesaret sahibi b ir insan olarak görmediğimiz açıktır. Bir diğer sorun daha çıkar karşım ıza: nasıl oluyor d a b ir gün geli­ yor ve insan kendisini hayat sorunlarını çözebilecek düzeyde hissetmiyor? Nasıl oluyor d a o an geünce hazırlıksız durumu­ nu açığa vuruyor? Tecrübelerimiz bize gösterm iştir ki bu tip çocuklar toplum duygusunun yetersiz olarak geliştiği ve bu se­ bepten tam yerlerini bulamamış ve bu toplum duygusu ile bağ­ lanmamış çocuklardır. Bunun içindir ki, karşılarına çıkan so­ run karşısında duraklamak, kaçınmak, kısır b ir çözüm ile ye­ tinmek gibi, başkaları hakkında verdiği önyargıları açığa vur­ mak daha kolay gelm iştir ona.

Bu gibi vakalardan birinin yorumunda tekniğimizi nasıl kullandığımızı, ondan nasıl yararlandığımızı göstermeye çalışa­ cağım. Bu olayın on, on iki yıl önce geçtiğini biliyorum. Söz

(23)

konusu çocuğu gördüm; kendisi bana verilen raporda şöyle ta ­ nıtılıyordu : «İzninizle size bu çocuğu gönderiyor ve derdine oğitim yoluyla bir çare bulmanızı rica ediyorum. On b ir yaşın­ da, iyi gelişmiş, evde de okulda da uysal halen ortaokulun b i­ rinci sınıfına devam eden pek uslu b ir kızdır.»

Eğitimin faydası sorunu şu poblemi ortaya çık artıy o r: b a ­ şarısızlıklar söz konusu olduğunda eğitim ne yapabilir? Eği­ tim bu gibi vakalar karşısında n e şekilde davranmalıdır? Şüp­ hesiz her zaman yaptığımız gibi konuşmak, örnekler vermek, cezalandırmaktan kaçınm ak gerekir. Ceza vermenin hiçbir fay ­ dası yoktur, hayat tarzı yaşamın dördüncü veya beşinci yılında tesbit edilmiştir ve ancak kişinin hata ve kusurlarının kendi tarafından kabul edilmesiyle değiştirilebilir. Sözlerle değiştiri­ lebilen nedir? A ncak ve ancak hatalar.

Eğer elimizdeki şu vakada söz konusu olan, hayat tarzının hatalı şekillenmesiyle ve biz de bu hatayı anlayabilecek du­ rumdaysak, belki de bilgimiz ¡bize, çocuğu bu bakımdan bir hata işlediğine ve bu hatanın başkalarına zararlı olacağına inaıı- dırabilmek im kânını verecektir. Bir h ata işlenirse bu, ergeç meydana çıkar ve cezası çekilir, aksi mümkün değildir. Zira bir hayat yönteminin böylesine hatalı şekillenmesinde, hatanın m ut­ laka ödeneceğine değilse bile, hiç olmazsa ondan zarar görül­ düğüne inanmak, bunu kabul etmek gerekir. Biz, hatayı kabui edenler arasında yer almak istiyoruz-, ilişkiyi kurmak, onu ha­ tayı işleyenin anlayacağı hale getirm ek ve onu inandırmaya çalışmak istiyoruz, öyle 'ki, buna inanmaksızm bir adım daha atamasın. Çok zaman da şu itirazla k a rşıla şırız : «Eğer hatayı kabul eder, fakat düzeltmezse ne yaparsınız?» Eğer hatasını gerçekten kabul eder, ilişkiyi an lar ve sebep olduğu zararlara rağmen yanlış davranışında ısrar ederse o zaman her şeyi ge­ rektiği gibi anlamam ış olduğunu söylemek zorunda kalırız. Ben bugüne kadar böyle b ir olayla karşılaşmadım. Bir hatayı ger­ çekten kabul etmek fakat onu düzeltmeye çalışmamak, insan mizacına aykırı, hayatın devam ettirilm esi ilkesine karşı gelen bir şeydir. Yukarıdaki itiraz, hatanın üstünkörü tanınm ası h al­ lerinde öne sürülebilir, böylesine hatanın kabul edilip de dü- zeltilmeyişi gerçek b ir kabulleniş, sosyal ilişkinin gerçekten sağ­ landığı tam b ir kabulleniş olamaz.

Eğer elimizdeki çocuk vakasında söz konusu olan, gerçek­ ten hatalar ise buna eğitim yoluyla çare bulabiliriz. Çocuk on

(24)

b ir yaşında, iyi gelişmiş, evde de, okıulda da uslu b ir ortaokul öğrencisi kızdır. Yaşının gerektirdiği sınıfa devam etmektedir. İkinci hayati sorun olan çalışm a ile ilgili konularda bu kızın tam yerine oturmuş olduğu sonucuna varabiliriz. H ayattaki yeri konusunda ileri sürecek hiçbir itirazım ız olamaz ve onu geri zekâlı çocuklar sınıfına da sokmamız imkânsızdır. Bu geri ze­ kâlı çocuklardan sık sık bahsedilmektedir, sanki bunlara her yerde ve h er zaman rastlanıyormuş gibi.

«Bu çocuk sabahlan okula gideceği sırada O derece si­ nirli oluyor ki, bütün ev halkını son derece üzüyor.»

Bu hal, sık sık gördüğümüz b ir haldir. Okul sorunu ölçü­ süz b ir öneme büründürülüyor. Böylelikle ilişkiyi anlayabiliyo­ ruz : çocuk ıbir yanıyla iyi öğrencidir, diğer yanıyla ise okul sorununu olağanüstü b ir gerginlikle karşılam aktadır. Fakat bu kızcağızın bu gerginlik içinde bulunm akla beraber ev halkını üzmemesinin de mümkün olduğunu düşünebiliriz. Demek olu­ yor ki, çevrenin duyduğu üzüntünün üzerinde durmamız bek­ lenmektedir. Sinirsel gerginliğin nedeni, yalnız kızın görüş tar­ zıyla değil, aynı zamanda problemin görünürdeki korkutucu ni­ teliğini başkalarına da açıkça göstermek arzusuyla açıklam ak­ tır. Burada kendi sorununun korkunçluğunu başkalarına da is­ patlam ak istediğini görüyoruz. Oysaki kız karşılaştığı pek bü­ yük güçlüklere rağmen, sınıfın en iyi öğrencileri arasındadır. Her şeye rağmen engelleri aşabilmektedir. Olağanüstü b ir ge­ lişme yeteneğine sahip bulunan bu tip için başka sonuçlara da varıp varamayacağımızı ileride göreceğiz.

... «Çocuk, daha uyanır uyanmaz ağlam aya haşlıyor ve çok geç uyandırıldığmdan yakmıyor.»

Şu halde herkesin kendisiyle birlikte kalkm asını istemek­ tedir.

... «Bir türlü hazırlanamıyor. Giyinecek yerde, oturup ağ­ lıyor.»

Gerçekten bu, bizi hayrete düşüren b ir nokta. Oysaki, omun okula büyük güçlüklerle, am a tam vaktinde gittiğini tahmin ederdik biz. Belki de mesele ortaya gerektiği gibi konmamıştır. Kızın iyi b ir öğrenci olduğunu, öğrendik. Bu gecikme konusu­ nun, durumunu daha açıkça belirtm ek için kaydedildiğini de düşünebiliriz. Bu noktaya, izninizle, b ir soru işareti koymak is­ tiyorum. Fakat üzerinde duracağım ve kızın okula sık sık geç kalıp kalmadığını öğreneceğim. Çocuğun iyi b ir öğrenci olup

(25)

olmadığı ancak bundan, sonra anlaşılacaktır. Zira günümüzde, ortaokula davam edan b ir çocuğun sık sik geç kalm asına rağ ­ men gene de iyi b ir öğrenci olması asla mümkün değildir.

... «Özellikle saçı taranırken, şikâyetlerin ardı arkası ke­ silmiyor; hiçbir saç tuvaletini beğenmiyor, genellikle en çok hoşuna gideni bile.»

Bunu ancak saç taram a töreninden faydalanarak sinirsel gerginliği daha d a arttırana isteği olarak açıklayabiliriz. Çev­ resini adamakıllı sarsm ak istiyor ve saç taram a sorununu, ba­ hane buluyor. Şimdi b ir soru geliyor a k lım ız a : bu küçük kız, çevresini üzmek için böyle b ir kurnazlığı nasıl akıl edebilir? Bunun cevabı olarak «saç fetişizm in den bahsetm ek hiç de doğ­ ru olmaz; bunu yapmak, kurallar koyan, kurallara göre dav­ ranan, zaten bizce bilinen şeylere yeni hiçbir şey katm ayan ya­ bancı kelim eleri sırf cinsel b ir şem a içinde kullanan ve gizli gizli b ir cinsel anlam vermek isteyen aksak b ir psikolojiyi uy­ gulamak olurdu. Bizim psikolojimiz ise hayat gibi sıcak ve can­ lıd ır: kurala ihtiyaç göstermez, yaratıcı b ir faaliyet, canlı b ir varlığın yeniden yaratılmasıdır. B aşkaca b ir yorumdan kaçına­ rak bu kızın büyük bir incelikle, çevresini üzecek ve güçlük- lar çıkartacak b ir zayıf noktayı yakaladığım söylemekle yeti­ neceğiz.

«Vakit geçiyor, nihayet çocuk kahvaltı etmeden, ağlaya­ rak ve yakınarak, koşa koşa okula gidiyor.»

Bu da görülmemiş b ir şey değildir, sık sık rastlarız. Yuka­ rıda, okula geç kalm a konusunda küçük bir tereddüt göster- dimse, bunun, belki de çevrenin duyduğu üzüntüyü daha iyi belirtmek için konmuş m übalağalı b ir ek olduğunu sandımsa işte bu «vakit geçiyor» sözü tereddüdümde yanılmadığımı ispat ediyor. Çocuk m utlaka okula vaktinde yetişiyordur. Çocuğun sızlanmalarının saat beşte başladığı kabul edilemez, ihtim al, en erken yedide başlıyordun

.... «Bu son meseleye (saç taranm ası) saçını kesm ek yoluy­ la çare bulmayı denedik.»

Eğer düşüncelerimizde haklıysak bu çarenin hiçbir fay­ dası olmamıştır. Aslında çocuk için saç taranm ası pek önemli değildir, önemli olan çevresinde b ir gergin hava yaratabilm ek­ tir. Saç meselesi, başvurulması mümkün olan çeşitli bahaneler­ den sadece b ir tanesidir. Eğer çocuğun zekâsı konusunda en ufak b ir şüphemiz varsa o da burada tamamiyle siliniyor. İşte

(26)

bu yaptığımız, her zaman öğütlediğim, zekâ geriliği ve zayıf­ lığı konusunda birey psikolojisi denemesidir. Eğer çocuk ak ıl­ lıysa bu denemeyle anlaşılacaktır. O rtaya çıkan bu yeni du­ rumda da, akıllı çocuklarda varolduğunu kabul ettiğimiz h a­ yat tarzına sahip olup olmadığını, yani aynı am aca varabilm ek için başka b ir yol bulup bulam ayacağını göreceğiz,

... «Fakat bunun pek faydası olmadı, zira ortaya bu sefer de hemen b ir file meselesi çıktı. Ve aynı şikâyetler bu sefer filenin takılm a şekli konusunda başladı.»

Şu halde çocuğun akıllı b ir çocuk olduğu yargısına vara­ biliriz.

... «Çocuğun okula kahvaltı etmeden gidişi m uhakkak ders­ lerini de etkileyecektir, zira o yaştaki b ir kızın, saat on bire kadar sınıfta aç karnına dikkati dağılmaksızm oturabileceğine ihtim al veremiyorum.»

Böylece çocuğun saat on bire kadar kahvaltı etmeksizin d a­ yanabileceği konusunda da şüphe gösterilmiş oluyor. Oysaki, eğer gerçek hedefi karın doyurmak olsaydı on bire kadar bek­ lemesinin imkânsızlığını kabul etmemiz gerekirdi. Am a çocu­ ğun am acı başkadır, çevresini okul sorunuyla üzmek istemek­ tedir. Bundan, başka sonuçlar da çıkartm ak gerekip gerekm e­ diğini bilmiyorum. Yine de şöyle diyebiliriz: bu çocukta büyüle bir hırs var, evde olduğu gibi okulda da bütün dikkatleri üze­ rine toplamak istiyor, herkese toplum y a ra n yolunda yürüyor. Ayrıca evde pek uysal ve söz dinler olduğunu da biliyoruz; bir tek kusuru var, durmadan kendisiyle meşgul olunsun isti­ yor. Yersiz bir alanda, kendisine hak verilmesini bekliyor. S a ­ bah lan , okula gideceği sırada başlıca ve tek düşüncesi, aileme karşılaştığım muazzam güçlüğü n e şekilde gösterebilirim olu­ yor. Buna da «övünmek» adım verebiliriz.

Şimdi, bu çocuğun cesaret derecesini ölçmek istiyorsak şöyle d iyebiliriz: Sorunun çözümünü parlak bir iş olarak gös­ termeye çalışıyor. Fakat bu, aşırı b ir cesaret değildir, zira kendi isteğiyle kandm lm aksızın, hattâ kendisi bile anlamaksızm bun­ dan kendi hesabına b ir dereceye kadar güvenlik doğacaktır. Gerçekten, b ir gün artık iyi b ir öğrenci olmak niteliğini kay­ bedecek olursa bundan ailesini sorumlu tutacaktır. însan haya­ tının bu yönteminin bugünkünden çok daha iyi anlaşılm ası ge­ rekmektedir. Bu yöntemi «bilinçsiz» olarak nitelem ek yanlış­ tır. Düşünce yoluyla kavram aya çalıştığımız işleyişi, hayat ile

(27)

«iki bağlantı halindedir. Hepimiz izleriz am a açık ça belirtenle­ yiz. Ancak bağlantıyı kurabildiğimiz takdirde gereğince kav- rayabilmemiz mümkün olur. Bu sebepten, şimdi, bu kız çocu­ ğu fazla cesaret sahibi değil, diyebiliyoruz. Toplum duygusu­ nun şekillenişinden de söz edebiliriz: bu kızın ailesine verdiği üzüntünün kendisini pek etkilemediğinden hiç kim se şüphe ede­ mez. Onun için önemi olan tek şeyin, kendisini kurban gibi göstermek, m artir tacı giymek olduğuna hükmedebiliriz. Bütün güçlükleri daha da arttırm ak ve saat on bire kadar aç kalm ak yoluyla durumu bütün bütün zorlaştırmaktadır. Kişisel başa­ rısına olağanüstü bir önem vermektedir, 'diyebiliriz ki, başkala­ rının kişiliğiyle ilgilenmez bile. Belki de o zaman değişik so­ nuçlar çıkartmam ız mümkün olabilecektir. Bu sonuçlan be- lirtemediğim için üzgünüm, am a elimizde b aşk a veri yok... Ö r­ neğin, bu kızın hayat tarzı nasıl şekillenm iştir? diye sorabili­ riz. Onu etkilemiş bulunan ilk izlenimler nelerdir? Hayat ta r­ zının meydana gelişinde ne gibi koşullar rol oynamıştır? Haris, daima en başta olm ak isteyen b ir kızdır bu. Eğer benden mut­ laka bir sonuca varmam istenmiş olsaydı şöyle d erdim : mut­ laka tek çocuktur. Diğer yandan, annenin beslenmeye verdiği büyük önemi gözönünde tutarak bu yardımı genelleştirir ve bu ailede beslenmenin olağanüstü bir rol oynadığım da söylerdim. Hatta bu çocuğun narin yapılı, solgun yüzlü bir kız olduğunu da ekleyebilirdim. Çünkü eğer sağlam ve tombul b ir çocuk ol­ saydı annesi beslenmesi konusunda böylesine kaygılanmazdı. Fakat bütün bu tahm inler bu çocuğun tipini tam olarak can­ landırmamıza yetmiyor, çünkü onları sadece deneme olarak öne sürüyor ve doğru olup olmadıklarını kesinlikle tesbit edemi­ yoruz.

Bu tip çocuklara nasıl davranılacağı konusunda birkaç söz : Bu kız, aile üzerinde kurmuş bulunduğu hakimiyetten fayda­ lanıyor. Fakat bundan kendisi de habersiz. Sadece çevresinin üzüldüğünü, gergin b ir hava içinde yaşadığını farkediyor. Bu, bizi yanlışlığa sevketmemeli. B ir mültimilyonerin, servetinin tu­ tarım hiç aklından çıkarmadığını hep onu düşündüğünü iddia edebilir misiniz? Ancak her şey istediği gibi olmaymcadır ki bu adamın sık sık hiddete kapıldığını görürsünüz. Bu kız da aynı ruh hali içindedir. Hakimiyete sahip olduğu için ondan devamlı olarak yararlanm ak ihtiyacını dıuymaz. Sadece sahip olması ona yeter. Böylece, sonunu hiç gözönüne getirmeksizin niçin bu yoldan gittiğini ve niçin sadece karşılaştığı güçlük­

(28)

lerle ilgilendiğini anlayabiliyoruz. Fakat bütün ibunlan bilseydi, sırf övünmek için bu olağan okul problemine ne derece m ü­ balağalı b ir önem verdiği kendisine anlatılabilseydi, bu, büyük b ir başarı olurdu.

Yine de, buna rağmen, kendi kendisini İslah etmemesi müm­ kündür : O vakit belki de daha uzağa gitmek ve kıza, övün­ m enin ne demek olduğunu iyice belirtm ek gerekecektir. Ona, ancak kendi kendisine gereği kadar yeterli olduğuna

van insanın övündüğü inancı aşılanabilir. Ancak kendi davra­ nışlarıyla önemini yeteri kadar is p a tla v a m a m ış^ a n^-ddşinin pâsRalanür~dnr~Ina n d îm avar çabalayacağı anlatılabiîin Bunlar- d anrayri ölarakT ?u görüş' tarzı “ ela benims eritebiliri «bana ka­ lırsa sen her şeyi çok iyi yapıyorsun. Fakat ihtim al daha da iyi yapabilirsin. Bütün bu hareketlerin senin sadece çok akıllı, çevresini şaşırtm ak için en iyi çareyi bulmasını bilen b ir kız olduğunu gösteriyor.» Bu ikizi doğru yola sokmak için başka olay ve başka an ılar da anlatılabilir ve ona hu gibi kaçınıl­ ması imkânsız hatalara sürükleyen bütün bu eğilimlerin onun gibi tek çocuk durumunda olanlarda sık sık görüldüğü açık ­ lanabilir. K ıza: «BütÜXL_bunlar t e k ç o c u k l a r ın sı

tıklan^şeylerdiFr» demeli. Bu söz, ibaşlıbaşma,

'terrtnS.karışıklığmı giderebilecek niteliktedir. Hareketlerinin top­ lumsal duygu ile açıkça çelişikliğe düştüğünü böylelikle anla­ yacaktır. Kendi kendisini kontrol edecek ve muhtemelen şu du­ rum la karşılaşacaktır: ilk günler, ailesinde h er zamanki gibi sinirli ve gergin b ir hava yaratırken kendi kendisine d e : «Dok­ tor Adler oLsaydı, bu n lan sadece ilgiyi üzerine çekmek icTn ¥gpSğmn~~söylerdi.» İrivecek tlrT B elki de b ir sûre bu oyuna de- ''vam 'edecektir. Eğer böyle olmazsa ona yardım edebilirim. Böy- leoe b ir an gelecektir ki tam sinir buhranı geçirirken davranı­ şını yorumlayış şeklimi hatırlayacak ve o sırada yaptıklarının birçoğundan vazgeçecektir. Kasa bir sü re sonra ise, uyanır uyan­ maz şunun farkına v a ra c a k tır: «Şimdi çevremi karıştırm ak, üzmek isteyeceğim.» İşte, en basit tedavi yöntemi budur. Baş­ k a usullere de başvurmak mürnkündfiür. Ben de çeşitli usuller denemeyi—severim. Örneğin, şöyle demeyi de düşünebilirdim : «Okul, b ir insanın—bayatında en önemli sevdir. Bu yüzden, olr5lgr~giderken daha fazla patırdı çıkartmalısın.» Mübalağa yo- luvia^—bu gibi hareketlere VnrğT~çrAfitÂrdiği ÂğTTTrni baltalardan.: «Hareketlerine ve kişisellm enüPoYlnTm a.rbn^ için patırtı çıkartm alısın; zira öyle anlaşılıyor~ki Başkalarının dik-30

(29)

katini yararlı hareketlerle üzerine çekm ek sana yetmiyor.» Ka- us’un dediği gibi, kötü davranışlarda bulunulduğu bilincini bozmanın binibir çeşit usulü vardır. «Yatağının başucuna asa­ cağın b ir kâğıt üzerine kocaman kocam an h a rfle rle : «Her sa­ bah ailemde en şiddetli gerginlik ve sinirlilik havasını y arat­ malıyım» diye yaz. Böylelikle evvelce farkına varmaksızın fa ­ kat vicdan huzuruyla yaptığı şeyi bundan sonra bile bile, far k at vicdan huzursuzluğuyla yapmak zorunda kalacaktır ki has­ talarım içinde bugüne kadar, bu yolu seçen bir kişiye bile rastlamış değilim.

BİR ÖĞRENCİ SINIFTA KALIYOR

B ir güç çocuk konusunda bize gönderilmiş bir raporu yo­ rumlarken önem verdiğimiz, yalnız o çocuğun karakterini açık ­ layabilmek değildir. Bu kısa ve anlamsız anlatım ları tipik ola­ rak ele alıp genel normdan ne derece ayrıldığım bulm ak için üzerinde tecrübelerimizi uygularız; veya daha iyisi ruhun c giz­ li kıvrımlarında yaptığımız araştırm alarla, b ir eğitimcinin, b i­ rey psikologunun görüşüne uyduğu zaman göstereceği tutumun nasıl olacağını bulmak isteriz. Bu anlatım ları okurken am acı­ mızın sadece şu veya bu çocuğu incelemek olmadığını lütfen hatırdan çıkartmayın. Bizler için önemli olan, bazı genel kav­ ram ların aydınlatılması, belirtilmesidir. Bunları ele alm ak v e bu gibi güçlüklerin hangi hayat şekillerinde ortaya çıktığını göstermek isteriz biz.

«Dokuz yaşındaki bir kız çocuğu için fikrimizi soruyorlar. İkinci sınıfta kalmış.»

Bu verilerle aklımıza ilk gelen şey, çocuğun zekâ bakım ın­ dan geri olup olmadığı sorusudur. Onun hakkında, ikinci sı­ nıfta kaldığından başka hiçbir şey bilmiyoruz henüz. Birinci sınıfta da kalıp kalmadığını, okuldaki davranışlarının nasıl ol­ duğunu, nihayet ikinci sınıfa özel bir hoşgörü sonucu geçirilip geçirilmediğini öğrenmiş değiliz. Eğer çocuk birinci sınıftan iki­ ye normal olarak geçmişse, o halde geri zekâlı olmadığını ke­ sinlikle söyleyebiliriz.

(30)

bizim çevremizde, yani birey psikolojisi alanında b ir çocuğa geri zekâlı damgası pek ender vurulur, o kadar ki foazan bu konuda yam lanlar, aksi yönden hataya bile düşenler olur; geri zekâlı bir çocuğu sadece eğitilmesi güç b ir çocuk olarak tanı­ tırlar. Normal b ir çocuğa geri zekâlı demek, büyük hatadır. Bu konuyu kısa kesm ek için kolaylıkla uygulanabilecek b ir dene­ me söyleyeyim size. Eğer çocuğun zekâsı, kendisinden iki yaş küçük bir çocuğunkinden daha zayıf ise, onun geri zekâlı ol­ duğundan korkabiliriz. Aynı zamanda bu çocuğun beyin geliş­ mesinde b ir gecikm e olup olmadığını, iç salgı gelişmesinde ak­ sam alar ve değişmeler bulunup bulunmadığını, iç salgı bezleri işleyişinin anormal olup olmadığım ve bu yüzden zekâ geliş­ mesini engelleyip engellemediğini anlam ak için de çocuk ciddi b ir fizik muayeneden geçirilmelidir. Bu muayeneyi tecrübeli b ir hekim yapmalıdır. Beyin gelişmesinde aksama, çocukta hid­ rosefal, m ikrosefal, mongoloid gibi aksaklıklar bulunup bulun­ madığı bu hekim tarafından tesbit edilmelidir. A yrıntılar üze­ rinde duramayacağım, fakat şu kadarını belirteyim : ancak böy­ le b ir muayeneden sonradır ki b ir çocuk hakkında geri zekâlı­ dır, yargısına varabilmemiz mümkün olur. Bu iki yöntem ile hafif zekâ geriliği vakalarında işin içinden çıkılamaz, onun içindir ki ben, çocuğu üçüncü b ir muayeneye sevkederim dai­ ma; bu muayene, tecrübeli bir birey psikologu tarafından ve doğru metodla yapıldığı takdirde kesin sonuç verecektir. Söz konusu olan, o çocukta b ir hayat tarzının bulunup bulunmadı­ ğının tasbitidir: çünkü eğer bu çocuğun, normale yakın bir ço­ cuğun hedefine uymayan bir hedefi varsa fakat bu hedefini gözönünde tutarak, normalden pek farklı olm akla beraber, akıl­ lıca davranıyorsa, o vakit çocuk zekidir deriz. Anormal bir hayat tarzı vardır am a bu hayat tarzına uygun b ir zekâ ile hareket etmektedir. İşte «güç çocuklar» adını verdiklerimiz, hu tip çocuklardır. Şimdi, konumuz olan, sınıfta kalmış çocuğu hu kategorilerden birine sokmayı deneyeceğiz. Tıbbi kontrol ve zekâ kontrolü yapmamız mümkün değildir. Zekâ tesbiti işi ge­ nel olarak pek benimsenmediğinden ve .çekim serlik uyandırdı­ ğından, hiç kim se bu usule tam kesinlikle güvenmiyor; şu hal­ de, üçüncü usulle yetinmek ve çocukta b ir hayat tarzı bulunup bulunmadığını tesbit etmek zorunda kalıyoruz.

«Çocuğun özellikle hesapta pek güçlük çektiği söyleniyor.» Tecrübelerimiz bize böyle çocukların çok defa, kendi baş­ larına hareket etmek istemeyen şım arık çocuklar olduğunu

Referensi

Dokumen terkait