1
Kitap İnceleme/
Book Review
Kitabın Adı : ÜÇÜNCÜ KUŞAK İNSAN HAKLARI OLARAK KOLEKTİF HAKLAR
Türü : Araştırma
Prof. Dr. Berdal Aral, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünden 1985 yılında mezun oldu. Ardından, yüksek lisansını “Freedom of Movement for Workers between Turkey and the EEC” (Türkiye ile AET arasında İşçilerin
Serbest Dolaşımı) başlıklı tez çalışmasıyla 1990 yılında Kent Üniversitesinde (İngiltere)
tamamlamıştır. 1994 yılında “Turkey and International Society from a Critical Legal Perspective” (Eleştirel Hukuk Açısından Türkiye ve Uluslararası Toplum) başlıklı çalışmasıyla Glasgow Üniversitesinde (İskoçya) doktorasını tamamlayan Prof. Dr. Berdal Aral’ın, hem verdiği dersler, hem de yaptığı çalışmalar özellikle uluslararası hukuk ve insan hakları alanında yoğunlaşmıştır.
Kendisinin Türkçe olarak kaleme aldığı iki kitap çalışması vardır: “Uluslararası Hukukta Meşru Müdafaa Hakkı” (1999) ve “Üçüncü Kuşak İnsan Hakları Olarak Kolektif Haklar” (2010). Ayrıca, Türkçe ve İngilizce olarak hem yukarıda sözü edilen konularda, hem de Türkiye’nin dış politikası alanında yayınlanmış makaleleri vardır.
Erkan TOSUN
Celal Bayar Üniversitesi, Kamu Yönetimi
2 Giriş
Yerel hakların gelişiminde ayrı bir yeri olan insanı, bırakınız sosyal bilimleri maddi ve manevi bilimlerinde merkezinde olan, ikamesi olmayan bir evren harikası olarak tanımlamak
nasıl ki yersiz değilse; globalleşmekten çok glokalleşen 21. yüzyılın dünyasında da
filizlenmeye başlayan insan haklarını, üçüncü sınıf haklar olmadan büyüteceğimizi de iddia
etmek yersiz olmasa erek. Yeni bin yılla beraber üçüncü kuşak hakların tanımlanmasında,
halen üzerine oluşmuş ortak bir konsensus olmasa da bireyden çok birey merkezli toplumu
zenginleştirici vizyonu zaten birinci ve ikinci kuşak hakların da sürekli sancı çektiği
sorununun kaynağı değil midir?
Durum onu gösteriyor ki, 21. yüzyılla beraber artan yerelleşme eğilimlerinin de etkisiyle, üçüncü kuşak haklar şu an gölgesinde bulunduğu insan haklarını hayli meşgul
edecektir. Yazar da farklı açılardan yedi bölümde konuyu şekillendirmeye çalışmıştır.
Birinci Bölüm
Yazar girişte insan hakları içinde yer alan, birinci ve ikinci kuşak insan haklarından bahsetmiş, birey merkezli olmadığı için üçüncü kuşak insan haklarının (kolektif haklar) yerleşik bir insan hakkı kategorisinde görülmeyişinin gereksiz bir husus olduğu üzerinde durmuştur. Ona göre bunun sebebi kolektif haklar olarak kabul edilen; halkların kendi geleceklerini belirleme hakkı, barış hakkı, kalkınma hakkı, temiz ve sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı, demokratik yönetim hakkı, ve insanlığın ortak mirasını paylaşma hakkı gibi hak ilke ve kavramların yeterince açık ve belirgin olmadığı hususunda oldukça yaygın bir kanaat vardır. Klasik insan hakları doktrinine göre, bir hakkın varlığından söz edebilmek için hak sahibinin olması, bunun karşılığında diğer bir tarafın somut ve denetlenebilir yükümlülüğünün olması gerekirken, belli bir insan topluluğunu ilgilendiren ve uluslar ötesi bir işbirliğinin zorunlu kılan kolektif haklarda, hukuksal yükümlülük atfedilen muhatabın
kimliği konusunda bir belirginlik yoktur. Yazara göre neo-klasik haklarda da muhatabın
3
Yazara göre yoksulluk, savaşlar ve aşırı silahlanma, çevre sorunları, baskıcı rejimler
ve insan hakları ihlalleri; kolektif hakların varlığını zorunlu kılan başlıca ulus ötesi temel sorunlardır. Bu sorunların, yakın çevremizde de yaşanıyor olması yazarın savını desteklemektedir. Sorunun çözümü ulus-ötesi birleşmeyle mümkündür. Global bazda halen bu hakların bazı ülkelerce tanınmaması 21. yüzyılın ayıbıdır. Bununla beraber yapılan yeni düzenlemeler, bildirgeler ve son dönemlerde de bazı yargı kararlarının konusu olmaya başlaması, bu hakların varlığının yok sayılabilir haklar olmaktan çıkıp, yerleşik haklar olma yolunda ilerlemesi, tüm olumsuzluklara rağmen oluşan olumlu yönüdür.
İkinci Bölüm
Self-Determinasyon
Yazar bu bölümde, self-determinasyon kavramına atıfta bulunarak, o yerelde yaşayan
toplumun kendi geleceğini tayin ederken yine katılımcı bir anlayışla, tüm oluşumların yine
yerelin elinde şekillenmesinden yana olduğunu belirtmiştir. Yazar self-determinasyon
kavramının, sömürge altında, sistematik ırkçılığı baz almış yönetimlerin altında ve işgal
altında yaşayan halkların mutlak edinimleri olarak görmüş ve geleceklerini tayin etmenin ‘sine qua non’ luğuna dikkat çekerek bunun onlar için özgür hakları olduğunu belirtmiştir. Yazar self-determinasyon kavramının arka bahçelerini de gözlemleyerek, çok anlamlı bir yapıya dönüştüğünü, belirtilen üç durumun dışında da farklı eğilimlerin ortaya çıktığının, ulus
ve devletlerin parçalanacağını, bununla beraber yeni oluşumlarında ayrı bir sorun
oluşturacağına değinmiştir. Sonuç olarak, tüm edinimler kime ve neye göre şekilleneceği
sorusu boy göstermektedir. Bu da ulus-devlet temasının her durumda gerçekleşmesinin kolay
olmadığını ve olamayacağını vurgulamaktadır.
Üçüncü Bölüm
Demokratik Yönetim Hakkı
Kolektif hakların atar damarı konumunda olan demokrasi kavramını ele alan yazar,
ulus-devlet olmada ve egemenliğin kalıcılığında ana etken olarak gördüğü bu kavramı
irdeleyerek ve glokalleşme ve küreselleşme aşamasındaki en büyük basamak olarak
4
özgürlüğüne de dikkat çekmektedir. Demokrasinin başta gelen unsurları çoğulculuk, özgürlük ve eşitliktir.
Dördüncü Bölüm
Barış Hakkı
Barış hakkı insan haklarının, halkların halkalarının ve devletlerin haklarının kesişim
noktasında yer alan bir haktır. Üzerinde yapılan yoğun görüşmeler sonrasında, son olarak
Nobel Barış ödülü alan örgütler arasında 1978 yılında Cenevre’de yapılan bir toplantı sırasında barış kavramı üzerinde bir konsensus oluşarak sahip olduğu önem bir kez daha ortaya çıkmıştır.
Barış, uluslararasında ve ulusların içinde, birlikte var olma ve işbirliği ilişkilerinin itici gücüdür. Bu durum bazen silahlar altında bazen de ulusal normlar dahilinde olmaktadır. Yazar kolektif haklarda demokrasi olgusunu hayli vurgularken, aynı etkiye sahip barış kavramının bu haklarda en az belirginliğe sahip olduğunu vurgulayarak, amaç güvenlik ve refahsa neden bu eksiklik dercesine bir yaklaşımda kalmıştır. Ayrıca globalleşmeyi ve glokalleşmeyi savunan, çoğu zamanda öncülüğünü yapan batılıların, barış kavramının getirdiği yükümlülüklerden uzak durmasına çokta anlam verememiştir.
Beşinci Bölüm
Kalkınma Hakkı
Bir milenyumun geride kaldığı, yeni bir bin yılın da başlangıcında olduğumuz şu
yıllarda “Kalkınma” kavramını irdeleyen yazar, kolektif olmakla beraber belki daha da çok bireysel bir hak olduğu üzerinde durmuş, fakat tüm bu iyimserliğe rağmen barış kavramında olduğu gibi bu kavramada yabancı kalmak isteyen Batı’yı da görmezden gelememiştir. Oysaki sanayinin can suyu bulduğu o yerler, bilakis daha da destekleyici olmalıydı. Bunda da bencil büyüme kavramına dikkat çekmiş desek çokta yalan olmaz. Çünkü o asıl desteğin,
ekonomi devi olan toplumlardan gelebileceğine dikkat çekmiştir. Zengin ülkelerin bu tür
yaklaşımlarını ahlaki bulmamaktadır. Kolektif hakların dayanışma, katılım ve paylaşımın ışığında glokalleşmeyi sağlamlaştıracağına önem duymuştur.
5 Altıncı Bölüm
Kültürel Haklar
Yazar kültürü, hem insanlığın biriktirdiği maddi miras, hem sanata ve bilime ilişkin ürünler, hem de bir toplumsal kültürü oluşturan değer ve semboller olarak ele almıştır.
Kültürün kolektif hak niteliğinin en önemli dayanağı, toplumsal kültürü oluşturan değer ve
semboller olmasıdır. Klasik insan hakları belgeleri genellikle bireysel anlamdaki kültürel hakları düzenlemektedir. Oysa bunun oluşumunda o yerelde yaşamış veya halen yaşayan zümrenin katkısı daha çoktur. Bireyin değil de kolektif yapının bunun sağlayıcısı olması tartışılmazdır. Toplum içerisinde yer alan azınlıkların bile buna olan katkısı yadsınamaz. Örnek olarak Türkiye bunu çok iyi sergilemektedir.
Yedinci Bölüm
Çevre Hakkı
Çevrenin maruz kaldığı tahribatın ve çevre kirliliğinin küresel bir sorun olduğu ve bunun insanlık için en büyük felaket olduğu herkesçe kabul edilen bir gerçektir. Sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı, toplumsal taleplerin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu da hukuk kurallarının oluşum koşullarından biridir. Bu talepler devletleri çevreyle ilgili belirli düzenlemeler yapmaya zorlamıştır. Çevre hakkı kendisine, insanın ihtiyaçlarını temel almak yerine çevreyi korumayı insandan bağımsız bir amaç olarak benimsemiş olursa, bu durumda çevre hakkının çevrenin korunmasına dair mevcut uluslararası mevzuata herhangi bir katkı sunmayacağı açıktır. Yazara tüm bunları öngörmekle beraber, çevre hakkının ödev yüklediği
birimler iktisadi ve asgari faaliyetleri çevre bakımından tehlike teşkil edebilecek devletler,
bireyler, birey toplulukları, şirketler ve uluslararası örgütlerdir. Bu tahribatın temelinde
Zenginliğe bağlı aşırı tüketim ve yoksulluk yatmaktadır.
Bizde de Yapılacak sanayi ağırlıklı girişimler de ÇED sürecinin çalıştırılması bundandır.
SONUÇ
Üçüncü kuşak haklar global manada eşitsizliklerin olduğu mantaliteyi reddeden, birey
6
düzeydeki insani sorunların çözümü yolundaki gerekliliği, mevcut birey-eksenli kümelerinin
bu husustaki yetersizliğinin tabii bir sonucudur. Bazı çevrelerin kolektif hakların topluluksal
niteliğini onun insan hakkı olarak kabulünü imkânsız kılan bir unsur gibi görmektedir. Topluluksal nitelik bir hakkı ille de insan hakkı olmaktan çıkarmaz. Diğer bir itiraz ise bu
hakların bir yandan sorumluluk yüklediği bir yandan da hak sahibi kıldığı özneler konusunda
belirsizlik olduğu iddiasıdır. Hakların daha işler kullanır hale gelmesi için yerelden merkeze, özelden genele Global birleşim şarttır.
Zaten şu haliyle de İnsan hakları adı altında gelişen yeni bir insanlık hakkıdır.. Hatta üçüncü bin yılla beraber, dünyada küreselleşme hareketleri devam etmeye dursun glokalleşme eğilimlerinin beklenenden daha hızlı gelişimi, insan haklarının gölgesinde kalan bu hakların insan haklarını sarmalayarak genelini meşgul edeceği de aşikârdır
.