• Tidak ada hasil yang ditemukan

Niçin_İngilizce_öğrenemiyoruz

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Membagikan "Niçin_İngilizce_öğrenemiyoruz"

Copied!
208
0
0

Teks penuh

(1)

Niçin İngilizce öğrenemiyoruz?

3. Dünya Ülkelerinde bile ortaöğretimden mezun bir öğrenci ikinci bir dili çok rahat konuşurken bizim insanımız neden yıllarca uğraşmasına rağmen bir sonuç alamıyor?

İngilizce; Osmanlıdan bu yana sonucunu alamadığımız bir konu. Yaklaşık iki asırdır devam eden bir kaos....

Ülkemizde öğrencilerin %95’e yakını İngilizce dersi alıyor. Gerek Milli Eğitimde gerekse dershanelerde en çok para harcanıp karşılığının alınamadığı tek branş...

Ülkemizde dil öğretme ve öğrenme isteği Tanzimat fermanı ile hız kazandı. Yabancı dil öğrenme ihtiyacını karşılamak için ilk açılan okullar yabancılar tarafından açıldı. Tanzimattan sonra başlayan bugüne kadar devam eden süreçte sonuç pek parlak değil.

Kolejler, dil okulları her geçen gün artıyor. Her geçen gün İngilizce daha da önem kazanıyor. Artık dijital teknolojiyi daha iyi kullanabilmek için, iyi bir medya okuryazarı olabilmek için, küreselleşen dünyada kendi dilimizi konuşanlar dışındaki insanlarla daha iyi iletişim kurabilmek için, bilim dili İngilizce olduğu için bu dili öğrenmek şart.

Fakat yanlış giden bir şeyler var.

Etrafınıza baktığınızda bunu sizde rahatlıkla görebilirsiniz. Her caddede her köşe başında dil eğitimi veren bir dershane, bir kolej görmek mümkün. Buralara giden birçok da tanıdığımız vardır elbet. Fakat bunlardan memnun olan, bunlardan tam anlamı ile istifade etmiş, bir turistle karşılaştığında 5

dakikadan fazla muhabbet edebilen, “ımmm,hımmm” diyerek 2 saat düşünüp konuşan, yıllarca gittiği kurslarda kafalarına yerleştirilen kalıplaşmış ifadeler dışında cümle kurabilen bir tanıdığınız var mı? İNGİLİZCE KURSLARI NE İŞE YARIYOR?

Her caddede köşe başında bulunan bu kurslar ne işe yarıyor? Bu kadar emek bu kadar para nereye, kime gidiyor? En önemlisi bu kadar zaman neden boşa geçiyor yada geçirtiliyor?

Bunu araştırdınız mı? 3. Dünya Ülkelerinde bile ortaöğretimden mezun bir öğrenci ikinci bir dili çok rahat konuşurken bizim insanımız neden yıllarca uğraşmasına rağmen bir sonuç alamıyor?

Bu konuyla ilgilenen herkes oturup düşünmeli..Sadece ilköğretimde İngilizce öğrenimi gören öğrenci sayısı 6 milyon 300 bin kişi civarında, liselerde 2 milyon 786 bin.. 75 milyonluk Türkiyemizde eğitim seviyesi bazında 2 dil bilenlerin oranı ilkokulda 0.8 lisede 5.2 üniversitede 10.4.

Asıl sorun nedir?

Bunca emeğe rağmen sonuç neden yok?

Çocuklarımız yıllarca bu dersi gördüğü halde İngilizce bizim için neden ütopya? Hindistan'da aksansız, iyi İngilizce konuşanların sayısı 180 milyon. Yani ingilterenin 3 katı..

SORUN TÜRKÇE'YE UYUMLU MÜFREDAT OLMAMASI

Sorun biz Türklerin düşünme sistemine uygun bir müfredatın oluşturulamamasıdır. Ana dili İngilizce olan ülkelerde ilkokula başlayan çocuklar için hazırlanmış kitaplar setler önümüze koyuluyor. Boşluk doldurma ile dil öğretilmeye çalışılıyor.

(2)

Kalıplaşmış ifadeler beynimize kazınıyor. Pavlonun şartlanma deneyi gibi; "What is your

name?", "Where are you from?", "How old are you?", Denildiğinde hemen kafamıza kazıdığımız cevaplar ağzımızdan farketmeden çıkıyor. Bunlar dışında bir cümle geldiğinde eller havada verilecek bir cevap yok..

İşte Türkiye’de İngilizce biliyorum diyenlerin bildiği İngilizce bu: Sadece 5 dakika. “İstanbul’a gitmiştim.” diyebilmek için 1 sene kursa gidiyoruz.

Çünkü anca 1 senede renk ezberleme sayı ezberleme alfabe ezberleme bitiyor. Aslında burada kendimize sormalıyız; kendi ana dilimizi ne kadar biliyoruz?

Zarf, sıfat, zamir, edat, bağlaç ne demek? Etken, edilgen cümle ne demek? Dolaylı tümleç, zarf tümleci ne demek? Kendi anadilimizde bunları bilmezsek yabancı bir dilde bunları nasıl bilebiliriz? Kendi anadilimizde uzun bir cümle kuramıyorsak yabancı bir dilde nasıl kurabiliriz? Anadiliniz ne kadar iyi ise o kadar iyi başka bir dili öğrenirsiniz. İngilizcenin en büyük özelliği sadece belli bir çoğrafi bölge ile sınırlı kalmaması, dünyanın her köşesine yayılmış olmasıdır. Bu globalleşen dünyada artık bu dili öğrenmek şart.

İNGİLİZCE DÜNYANIN EN BASİT DİLİDİR

İngilizce dünyanın en basit dilidir. Öyle kurslarda anlatıldığı gibi karmaşık yıllarca uğraşılması gereken bir dil değildir. Sistemli bir müfredat ve iyi bir eğitimci ile 100-120 saatte bu dil halledilebilir.

Yaklaşık 25 yıllık İngilizce öğretim hayatımda bu dili neden öğrenemediğimizi açık bir şekilde ortaya koyan bazı olaylardan bahsedeceğim size.

1-ingilizce düşünmek: Gittiğiniz her İngilizce eğitimi veren kuruluşta bu saçma cümle sınıfın kapısından giren hoca tarafından kurulur. Türkçe düşünme, Türkçe düşündüğünü ingilizceleştirme.. Ama kimse buna mantıklı bir açıklama getiremez, mantıklı bir açıklaması da yoktur.

Bizim kafamız Türkçe iken kafamıza her obje her nesne her varlık Türkçe girmiş iken bunu nasıl yapacağız?

Bu sadece bizim ülkemize özgü olan bir durum. Fransızca öğrenen hiçbir alman Fransızca düşünmez. Rusça öğrenen hiçbir İtalyan rusça düşünmez.

Herkes kendi anadilinde düşünür. Kuracağı cümledeki kelimeleri kafasındaki Türkçe kelime havuzundan çeker cümlenin önce Türkçesini kurar daha sonra onu İngilizceye çevirerek yazma ve konuşma düzeyinde karşıya aktarır. Biz ne kadar düşünürsek düşünelim aklımıza hiç bir şey İngilizce gelmez.

2- Çalışmadan öğreneceğini düşünmek:Herkes kolay yol, pratik yöntem,5 günde öğrenme,hipnoz ile öğrenme gibi saçmalıkların peşinde koşuyor.

Bir dili öğrenmenin bu kadar kolay olduğunu düşünüyor. Matematikte olur kolay yol pratik yöntem ama dilde olmaz. Bazı dil sınavlarında şunu görürsen bunu işaretle şundan sonra şu gelir gibi bir takım hayaller görmüş bazı insanlar bunu satıyorlar. İnsanlarımızda kısa yoldan bu işi bitirmek için bu saçmalıklara inanıp rağbet gösteriyorlar.

(3)

Sonuç hüsran. Bir dil sınavında bir soruyu çözmek için yapılması gereken ilk önce paragrafı anlamak soru cümlesini anlamak şıkları anlamak ve çözmek. Bu işlemin hiçbir safhasında bir şeyi görüp bir şey arama gibi bir saçmalık yoktur.

Bir dili öğrenmek için emek sarfetmek gerekir. Dersten derse kitap açmak, programı öyle yada böyle bitirmek dili öğretmez. İnsanda bir kısa süreli hafıza birde uzun süreli hafıza vardır. Bilgiyi önce kısa süreli hafızanıza atarsınız. Eğer onu tekrar edip uzun süreli hafızanıza almazsanız unutulur gider. 3- Konuşa konuşa öğreneceğini düşünmek: Dil konuşa konuşa değil okuya okuya öğrenilir. Hiçbir doktor konuşa konuşa doktor olmamıştır. Hiçbir avukat konuşa konuşa hukula ilgili bilgilere sahip olmamıştır.

Dil okuyarak gelişir. Bilmediğiniz bir şey hakkında nasıl konuşacaksınız? Bir konuda konuşmak için 3 şeyi bilmelisiniz:

- İngilizce'yi bilmelisiniz. Çünkü İngilizce konuşacaksınız. - Konuşacağınız konuda İngilizce literatürü bilmelisiniz. - Konuşacağınız konuda Türkçe literatürü bilmelisiniz.

Bu üçü olmadan İngilizce bir konu hakkında kouşmak imkansızdır.

Sadece İngilizcede değil kendi anadilimizde de bir konu hakkında konuşmak için o konuyla ilgili uzman gibi olmasa da bir şeyler okumak gereklidir.

Dil üzerine yazılarım devam edecektir.

Öncelik verilmesi gereken dil hangisi olmalı?

Binlerce yıl öncesinde yaşamışların dilsel ürünleri hâlâ bizi sarıyor, inancımızı oluşturan sistemleri yine dil oluşturuyor ise öncelik verilmesi gereken dil hangisi olmalı?

Allahu Teala (c.c) dilleri yaratıken ne düşünmüş olabilir?

Zamanın ve mekânın yaratıcısı Allah (c.c); yalnızlığı tahmine zorlanmasın diye, tüm yaratılmışların ötesinde insanı tasarlarken ve göndermeden önce dünyaya tüm eksiklikleri ve fazlalıklarını kendi aklının keşfiyle elde etsin, hatalar yaptığında artık bunun yaratılmışlığının kusuru değil fakat aklına hakim olamamasının her zaman telafi edilebilir unsuru görsün diye, tamamlayıcı unsurlar olan zeka, duygu, hisler manzumeleriyle süsleyip göndermiştir insanı sonsuza kadar yaşayacağı kainat zerresi dünyaya...

Ama akıl ve havsalanın alamayacağı, kavrama noktalarının en uçlarda zorlanacağı ve akıl makinesinin eseri olan bazı olaylar ve yine insan elinden olguların tecellisi asla yaratanın kusuru değildir...

Tüm bunları topladığımızda elde olan ise birçok kavramlar silsilesinden devlet ve yönetim alanlarında, uzmanlık alanlarında en azından mürekkep yalamışlığı olmadan temsil hakkının alelade verilmesi sonucunun, seçenlerin asal sorunlarını göz ardı ederek kendi saçma problemlerine odaklananların az önce kendilerini seçenlerin problemlerinden ne kadar uzak olduklarının yüzde yüz odaklı sonucu olduğu açıkça görülmektedir.

(4)

Dil Allah’ın insanlara anlaşmaları için gönderdiği enstrümanlardan yani araçlardandır. Dili kullanmak asla susmak veya fazla konuşmak veya sis perdesi oluşturmak anlamında değil peygamberine bile tüm insanlığa hitaben söylettiği “Çin’de de olsa ilmi arayınız” söylemini söyleten araçtır.

Varlığı var olmadan bilememek gibi sadece görünene takılan ve moda tabir veya ifadesiyle ambalaja kıymet biçen zamanın bilgisiz bilen yorum yapıcıları; güya eleştirmen koca halk, acaba bilgiyi

öğrenmenin, “bilmeyenin değil bilenin görevi” olduğunu bilseydi, daha fazla kitaplara sarılmak gereğini duymaz mıydı?

Herhalde duymazdı…

Medeni dünyada günde en az 10 sayfa okumamak ayıp iken bizde kitap okumak “tu kaka” olduysa bilgisiz yorum yapmanın sadece çizginin altında olanların değil güya üstünde olanların da sorunu olduğunu görüyoruz.

Dilsel örüntü mekanizmasına, toplumu düzenleyen araçlarından olan yasaları ve hukuku anlamak bağlamında bakıldığında ise mademki anlaşmak üzerine kurulu bilgiyi anlamak söz konusu... O zaman neden sorun oluşturmak üzerine söylemler üretmek bazılarına daha uygun gelmektedir? Dil, gelişen insanın uygarlığı meydana getirme çabası içinde tüm yapılanmaları ve organize etme erkini oluşturan, fetihleri sağlayan, bilimi yapan, anlayışı kavratan unsur ise ona verilen önem sadece onu körü körüne savunma davası haline gelmemeli demek daha doğru olmaz mı?

İçinde yaşadığımız dünyada ve çağda binlerce yıl öncesinde yaşamışların dilsel ürünleri hâlâ bizi sarıyor, inancımızı oluşturan sistemler bütününü yine dil oluşturuyor ise öncelik verilmesi gereken dil; dünyada sadece Amazonların göbeğinde bir kabilede 15 kişinin konuştuğu dil mi yoksa bir buçuk milyarın konuştuğu üç alfabeden oluşan kendi halkının bile öğrenmesi 29 yıl süren Çince mi veya tüm dünyada resmi dil olmuş ilmin sanatın dili olan İngilizce mi veya en az bin yıla damga vuran Arapça, Osmanlıca, Farsçanın beraber oldukları dil mi yoksa ülkenin bir köşesinde sadece kişisel diyalogları oluşturmaya yarayan çemberin alan hesabını anlatmaktan aciz dil veya diller mi, binlerce yıllara damgasını vurmuş halihazırda yeni bir çağda bu mührü ele almaya namzet liderini de bulmuş bir milletin dili mi olmalıdır?

Bunu düşünmek gerekir?

İngilizce düşünenler ülkesi Türkiye

Yaşını başını almış adı dil öğretmeni, 'İngilizce düşünün' diyor ama 2 sayıyı birbiriyle İngilizce düşünüp çarpamıyor peki bunu yapamayan hangi hokkabazlıkla İngilizce düşünüyor?

Milli Eğitim Bakanlığının bir araştırmasına göre lise öğrencilerinin %25’i okuduğunu anlamıyormuş. Kalanın büyük çoğunluğu da okumuyor zaten. Bir dili öğrenmek için yaşamak lazımmış dünyada herkes İngiltere’ye taşınsın o zaman..

Kişi dil bilimci yaftasını almış ve İngilizce düşündüğünü iddia eder. Sorarsınız; domates görünce ne düşünürsün veya domates görünce aklına getirdiği sözcük nedir? “tomato” der, Peki anneni görünce hemen “my mother” der. Peki pırasa deyince” hmm pırasa” der. Peki patlıcan lahana karnabahar hepsine Türkçe karşılıklarını verir. Peki nasıl İngilizce düşünme bu. Peki herhangi bir dilde düşünen ve ilkokul 3. sınıfı bitiren bir insan 4 işlemi yapabilir değil mi? Peki bir ülke düşünün beyefendi veya

(5)

hanımefendi yaşını başını almış adı dil öğretmeni ve üniversitede okumuş ve İngilizce düşünün diyor ama 2 sayıyı birbiriyle İngilizce düşünüp çarpamıyor peki bunları yapamayan hangi hokkabazlıkla İngilizce düşünüyor...

Temel, İngiltere de inşaat ustası aşağıda çalışırken çekiç lazım oluyor sağa sola bakıyor yok. Yukarıda bir İngiliz çekiçle çalışıyor. Adama “çekici at çekici” diyor.. Adam anlamıyor tabii temel birkaç defa çekici at dedikten ve adam da İngilizce anlamıyorum dedikten sonra adama ” Do you speak english?” diyor adam “yes” deyince “eee atsana be çekici kardeşim” diyor....

Türkler yurtdışında uçaktan iner inmez neden bir Türke yapışıp aylarca Amerika’da kalıp tek kelime konuşmadan gelirler ve sırf hava olsun diye “abi 2 sene Amerika’da kaldım” derler.

Dört dil bilen bir İtalyan dilbilimci neden “İngilizce düşünemem” derken bu ülkede bu, olması gereken bir şeymiş gibi empoze edilir..

Öncelikle bir dilde düşünmek ne demektir ona bakalım ve lütfen ortadan bilimsel bakalım....

Bilimsel olarak bir dilde düşünmek demek; İnsanın anne karnından başlamak üzere doğduğu andan itibaren hayatının sonuna kadar konuşma, okuma, anlama ve yazma düzeylerinde a dan z ye her konuda soyutu somutu, formal, informal öznel nesnel herşeyin kafamızdaki bilişsel süreçte, dil merkezinde o dilde sembolikleşip yerleşmesidir. Dünyanın her ülkesinde bir insan doğduğu andan itibaren formal eğitim düzeyine kadar öncelikle konuşma ve anlama yani dinleme düzeyinde herşeyi belli bir dilde kodlar. Örneğin anne kelimesi annesini görerek ve yanındakilerin ve annesinin ona kendisinin anne olduğunu defalarca söyleyip kafasında kodlamasıyla başlar ve çocuk o varlığı görünce anne der...Bu her şey de bu şekilde. Kelime, kelime grubu ve cümle düzeyinde bu şekilde gelişir ve çocuk okula başlayınca bu sefer yazma ve okuma düzeylerinde kodlamaya devam ederek somut şeylerin bir kısmını soyut şeylerin de tamamına yakınını yazma ve okuma düzeylerinde kodlayarak o dilde bunları yerleştirmeye başlar.

Yıllar geçip tüm kodlamalar belli bir dilde yapılıp yani dilsel düşünme süreci belli bir dilde oluştuktan sonra birileri gelip annenizi görünce “Artık annem yok”, “my mother” var veya “artık masa yok”,” table var” veya “ağaç yok”, “tree” var deyince herkes şok olmaktadır.

Ülkemizdeki İngilizce sisteminin hatası kafamızda hiç dil yokmuş gibi sanki yeni doğmuşuz gibi referans dil yokmuş gibi sanki herkes küçük İngiliz bebeleriymiş gibi kodlamayı sıfırlayıp yeni kodlama başlatmak isteme çabasıdır. Birisi çıkıp “Çocuğum hiç okula gitmediği halde türkçe konuşuyor.” Diyor. Evet tabiidir duyanda sanki çocuğum okula gitmediği halde İngilizce konuşuyor dedi sanacak.... Temel bir gün İngiltere ye gidip annesi doğumda ölmüş babası da olmayan bir bebeği evlat edinip Türkiye ye getirdiğinde kendisine “ne yapıyorsun” diyenlere “siz ne diyorsunuz arkadaşlar büyüyünce bana İngilizce öğretecek ne haber” der.

Bir İngiliz İngilizce bir yazıyı okuyup anlar. Çünkü kafası İngilizce yazı İngilizcedir bir Alman Almanca bir yazıyı okuyup anlar yazı Almanca kafası Almancadır.

Bir Türk Türkçe yazılı bir şeyi okur anlar. Yazı Türkçe kafası Türkçedir. Peki bir Türk İngilizce bir yazıyı okuyup anlıyorsa kafası Türkçe olmasına rağmen acaba ne yapılıyor sanılıyor.

(6)

Hangi Türk annesini gördüğünde “my mother” diye annesine sarılır? Hangi Türk masa görünce aklına “table” gelir veya hangi Türk güzel bir araba görünce kendi kendine “ooo what a nice car” der? İngilizce cümle kurmakla İngilizce düşünmek tamamen farklı konulardır. Dünyada en iyi dil konuşanlar çevirmenlerdir.Her dil hocası her konuda konuşamaz ama bir çevirmen her konuda konuşur. Çünkü yapısal olarak dile hakim ve literatür birikimi vardır. Yaratıcının ilk ayeti 3 kere “oku” sözüyle başlar konuş, dinle demekle başlamaz. Gerçek gerçektir gerçeğin reklamı olmaz “İlim Çin de olsa arayınız” diyen peygamberimize kimse çıkıp ta “Sen Çinin reklamını mı veya İslam’ın reklamını mı yapıyorsun” diyemezse.. ”Her söylediğin doğru olsun ama her doğruyu söyleme” diyen zata “Sen Aristonun, Sokratesin reklamını mı yapıyorsun?” diyemezse dil konusuna yıllarını verenlere ve “İngilizce dünyanın en basit fakat sistematik dilidir.”diyenlere de “Sen reklam mı yapıyorsun?” diyemezsiniz. Biri bize konuşurken ki anlama ve okurken ki anlamada bize hazır olarak geleni anlarız. Ama biz konuşur veya yazarken hazır olan yoktur. Önce hazır olmayanı oluşturup sonra konuşma ve yazma düzeylerinde aktarmamız gerekir. Peki bu 2 düzeyde yani konuşma ve yazmada hazır olamayanı oluştururken kafamızda yapılan işlemlerde dilsel süreçte fikrin oluşturulma aşamasında kelime havuzundan kelimeler alınırken hangi dilde alınmaktadır.

Gittiği pazarda anlamını bildiği nesneleri İngilizce söyleyip bilemediklerini Türkçe söyleyen, 2 tane iki basamaklı sayıyı alt alta koyup 9 yaşında birinin yaptığı hesabı yapamayan maaşını aldığında “Şu kadarını su, şu kadarını elektrik, şu kadarını kredi kartı için ayırayım. Ayrıca kahvaltılık kalmamış alsam iyi olur” diye İngilizce düşünüp cümle kuramayan kahvede tavla oynarken “şu zar gelse böyle olur şöyle gelse böyle olur” diye adım hesabını İngilizce yapamayan doktorsa İngilizce hasta tedavi edemeyen hastaysa derdini İngilizce düşünüp anlatamayan mühendisse bir inşaat projesini İngilizce düşünüp çizemeyen daha nice sonsuz örneğini verebileceğimiz ve hayatın içinden şeyleri İngilizce düşün yap dediğinizde apışıp kalan bir güruh nasıl “İngilizce düşün” enjeksiyonunu hala utanmadan sürdürür. İşte bu acı gerçektir.

Ben İngilizce düşünemem fakat bir yabancıyla her konuda konuşabilirim. Ben İngilizce düşünemem ama integral sorusu çözmekten fizikte eğik atış konusu anlatmaya kadar her türlü hesabı İngilizce yaparım.

Ben İngilizce düşünemem ama malazgirt savaşını İngilizce anlatırım. Ben İngilizce düşünemem ama sahilde otururken kpds sınavından en az 90 alırım ben İngilizce düşünemem ama Türkçeden

İngilizceye her konuda makale yazarım ben İngilizce düşünemem ama Türkçe çok iyi düşünür İngilizce terimlerle satranç briç oynarım İngilizce düşünemem ama Türkçe düşünüp 1000lik bir yarış motorunu İngilizce terimlerle kullanabilirim...

Bir yabancıyla beş dakika konuşmak dil bilmek değildir. Önemli olan o beş dakika bittikten sonra ne olacak sürekli tanışmak mı isteyeceğiz yanımızdaki kaçıncaya kadar.

Önemli olan bir dilde cümle kurmaktır. Karşıdaki sizin yabancı olduğunuzu zaten biliyor. Önemli olan, iletişim cümle kurmakla olduğundan cümle kurarak derdimizi anlatmaktır.

Bazıları diyor ki; “Hızlı konuşmazsanız karşıdaki sizi dinlemez.” Asıl hızlı konuşmaya çalışırsanız ne dediğiniz anlaşılamayacağı için sizin yanınızdan uzaklaşırlar.

Telaffuz dilde önemli değildir. Önemli olsaydı dünyada iletişim dururdu. Dünyada İngilizceyi en zor telaffuz eden ırk sarı ırktır. Bizim ki gibi ülkelerde bazen “İngiliz gibi telaffuz edemeyen konuşmasın”

(7)

gibi söylemler geçmişte sürekli çıkmıştır. Arap Arap gibi, Fransız Fransız gibi, İtalyan İtalyan gibi, Rus Rus gibi, Türk Türk gibi İngilizceyi telaffuz eder. Asla İngiliz gibi telaffuz edemeyiz. Zaten bazı

kelimelerin ingilizce telaffuzu örneğin california gibi, modal gibi, arthur gibi yapsam da asla telaffuz etmeyeceğim kelimelerdendir. Neden olduğunu bir sözlük açıp deneyebilirsiniz.

Amerika’da şu an bizim bildiğimiz İngilizce halk arasında kullanılmamaktadır. Kullanılan ise birbirine karışan halkların ortak kullandığı ne olduğu sadece kullananlar tarafından anlaşılan İngilizcedir. Meşhur bir dil kursunun iki bayan öğrencisi ders arasında ayaküstü İngiliz gibi telaffuz etme çabalarıyla şöyle cümleler kurup anlaşıyorlar telaffuzları İngiliz gibi ama kurulan cümleler şöyle biri diğerine; “after why we are difficult” diyor. Öbürü de “yeeaahh ok” diye cevap veriyor. Bu iki cümleyi anlayıp analiz eden varsa yeni akvaryuma giriş bileti hediye edilecektir.

Yani kelimeleri yan yana koy ağzını burnunu ayarla gevrek ve yamultarak tabii vücudun da buna uyarak söyle salla gitsin yeter ki dışarıdan İngilizce bir şey dediğin anlaşılsın.

30 saat İngilizce ile bu cümleler kurulur mu?

İngilizce eğitimini 100 rakamını baz alacağımız bir dil birikimi platformunda inceleyemeye gayret edelim.

Geçmişten geleceğe uzanan ve insan yaşamının teknolojik olarak en ilkelinden en gelişmişine kadar her türlü aşamasında yer alan dil faktörü; birkaç kelimelik olanından, insanın genetik atlasını

çıkarmaya, önüne gelen her şeyi anlamlandırmaya fakat saçmalamadan kendi mantığı çerçevesinde ortaya koymaya çalışanına kadar, belli eğitim ve süreçler silsilesi sonucunda ortaya çıkmıştır. Yabancı dil olgusu ise yine aynı dönemleri atlatıp, farklı kişiler ve kültürler arası ilişkiyi kurmak bağlamında aranan unsurlardan biri olarak ve Yaratıcının, “sizi, birbirinizle kaynaşasınız, diye farklı dillerde yarattım” sözünü teyit edercesine aynı amaçla aynı süreçlerde ortaya çıkmıştır.

Bütün toplumlar en az ikinci veya üçüncü dil veya dilleri bir şekilde bu karşılıklı kaynaşma durumunu oluşturmak için kullanmış ve kullanacaktır.

Bu bağlamda Türkçe ve İngilizceyi 100 rakamını baz alacağımız bir dil birikimi platformunda inceleyemeye gayret edelim.

Öncelikle ülkemizi üst düzeyde temsil edecek kişilerin 100 saatlik müfredattan sadece 30 saatiyle uluslararası platformda neler yapabileceklerini güncel örneklerle vermeye çalışarak görelim. İngilizceye sıfırdan başlayıp sadece Türkçeyi lise son sınıf düzeyinde bilmekle;

ilk 10 saatinizde; “İki ülke arasındaki ekonomik ve sosyal ilişkiler bölgedeki ve bölgeler arasındaki dengeler için çok önemlidir. Ülkedeki ekonominin yapısal faktörlerinin analizleri tüm sektörler için hayati önemdeydi”,

İlk 16 saatinizde; “Muhtemel bir devalüasyon olasılığı ihracatlarda bir artış ve dış açıkta azalmaya sebep olabilir. Seçim sonuçlarıyla ilgili muhtemel problemler ülkemizdeki demokrasinin ve anlayış ortamının gelişmesine katkıda bulunabilir”,

İlk 30 saatinizde, “Bölgede herhangi bir uluslararası çaba olmaksızın hiçbir ülke, bir ilerleme gösteremez, biz bu bölgedeki halkların problemlerini yıllardır biliyor ve çözüm için öneriler geliştiriyoruz. Biz yıllardır Filistin halkının sorunlarını ve çözüm yollarını ve bu halkın acılarını iyi

(8)

anlıyoruz. Orta doğudaki bölgesel ve ülke bazlı değişim sorunları gelecek yıllarda bazı ülkelerin öncülük misyonlarını belirleyecek”

cümlelerini kurabilir miyiz?

Örnekleri artırmak ve yüzlerce örneğe dönüştürmek sorun değil ama fikir vermek açısından yeterli sanırım…

Ben sayın temsilcilerimizin misyon sahibi ve medeni cesareti de olan ve yüksek dozda olan kişiler olduğuna inanıyorum.

Yıllar önce uluslararası bir toplantıda olanları izlediğimde, “acaba büyüklerimiz sadece bizim ele aldığımız 30 saatlik İngilizceyi görmüş olsaydı ve her söylediğinde yukarıdaki cümleler gibi cümleleri ifade etme amacı ve niyetinde olsaydı neler yapabilirdi?” diye düşündüm!

O toplantılara katılan temsilcilerimiz eğer İngilizceye hakim olabilseydi; yanındaki şahsa rahatlıkla “Biz Filistinlilerin sorunlarını, onların din kardeşi olarak çok daha iyi anlayabiliriz” veya “Ülkeniz bu

bölgedeki barış çabalarına daha fazla katkı verebilir veya aramızdaki hiçbir farklılık bölgede daha iyi bir ilişkiler zincirinin oluşumunu etkilememeli” diyebilirdi.

Veya temsilcilerimizin katıldığı diğer toplantılarda da örneğin;

“Ülkemizdeki yıllık büyüme oranları tüm dünyada bir gelişme örneği olarak bulunmaktadır” cümlesini veya “Türk lirasındaki değerlenme bizim için bir onur ve gelişme göstergesidir” cümlesini

veya “Muhtemel devalüasyon politikaları şu an için programlarımızda önemli bir konumda değildir” cümlesini

veya “Avrupa’daki ekonomik ve birlik gelişimlerine göre para politikalarımızı belirleyebiliriz” cümlesini veya “Devlet başkanlarıyla olan toplantılarımızda dünyadaki ve bölgesel düzeylerdeki politikaların uygulama sorunlarını ele aldık” cümlelerini sadece 30 saatlik bir dil kursuyla kurabilmesini

sağlayabilseydik ne iyi olur…

Eğer o büyüğümüz bu denli rahat cümle kurabilseydi, hayran kaldığım o medeni cesaretiyle kesinlikle bizi uluslar arası platformlarda gururlandıracak daha dikkat çekici cümleler kullanabilirdi.

Şimdi sorulması gereken sorular şunlar:

Yıllarca süren İngilizce eğitim müfredatları sonucunda güya İngilizceyi anadil gibi öğreten (ancak pratikte tanışmaktan öteye geçilemeyen, sadece yazmaya okumaya ve güya dinlediğini anlamaya yönelik fakat bireyleri güya bu 3 düzeyi sanki yapıyormuş gibi İngilizce düşünemedikleri için

konuşamamakla suçlayan… Sanki diğer üçünü yaparlarken İngilizce düşünüyorlarmış da konuşmaya gelince düşünemiyorlarmış gibi gösteren) bazı kurum veya kişiler yukarıda verilen örnek cümleleri sıfırdan başlayan insanlara 4 düzeyde kurdurabilirler mi acaba?

Veya bu kursların en iyi öğrencileri kaç saat veya kaç yıl dil dersinden sonra bu cümleleri kurabilir? Hep söylediğimiz gibi dünyanın her ülkesinde tanışmak sadece 5 dakika sürer!

Örneğin bir yabancıyla tanıştınız veya tanıştırıldınız. Gereken cümleleri kurdunuz ve o 5 dakika geçti. Sonra belki biraz daha konuştunuz ve örneğin belki samimi bile olup; “you are kidding” yani “şaka yapıyorsun” veya “that blows my mind” yani “aklım almıyor” veya “you are taking it out of

(9)

context” yani “lafı başka yere getiriyorsun” veya “oh, my goodness” yani “aman yarabbi” veya

“hosanna!” “şükürler olsun” veya “thanks be to god” yani “hamdolsun” veya “let go of that” yani “bırak gitsin” veya you “look like a million” yani “çok şıksın” vesaire… demeyi ihmal etmediniz. Hatta “you are all dolled up” yani “iki dirhem bir çekirdeksin” gibi birkaç argo deyim de biliyorsunuz diyelim… En fazla 5-6 kelimelik bilemedin yardımcı fiillerle 8 kelimelik en fazla cümleler… Peki, sonra ne olacak? Örneğin Türkçede tanıştığınız birine ne kadar zaman sonra “iki dirhem bir çekirdeksin” dersiniz? Örneğin ben tanıştığım insanlara kolay kolay “sen” diye hitap edemem oysa ülkemizde insanlar karşısındakiyle çok kolay “sen” diye hitap ederek konuşabiliyorlar. Bu samimiyet mi yoksa görgüsüzlük mü veya görgü mü?

Benim yıllardır tanıdığım halde hâlâ siz diye konuştuğum ve bana da öyle hitap eden insanlar vardır. Acaba ben ve onlar çok mu utangaç da birbirimize “sen” demiyoruz.

Evet, şimdi tekrar sormak gerekiyor: Karşınıza biri geldi 5 dakika içinde tanıştınız ve gördünüz ki karşımızdaki bazılarının alışık olduğu gibi geyik muhabbeti meraklısı biri değil yani sizinle konuştuğu zaman tanışma faslından sonra yukarıda değindiğimiz gibi samimi olmadan önce bilgi edinmeye ihtiyacı olan biri, o zaman ne olacak?

Konuştuğunuz yabancı ile her türlü geyik muhabbetini yapabiliyor olsanız dahi 8 kelimeyi geçen cümleler kurmak zorunda kalacağınız veya daha az kelime olsa da kurallı şekilde bilgi verici veya içinde açıklama, tanımlama, betimleme örnekleme olan cümleler kurmanız gereken normalde normal yaşamın unsuru olan cümleler kurmanız gerekeceği zamanlar geldiğinde ne yapacaksınız?

Bütün o boşluk doldurmaların, kalıpmış gibi görünen aslında öyle olmayan ve hemen cevabının ağzınızda olduğu alışıldık cümlelerin sorulmadığı, gelmediği anlar yaklaşıp kapınızı çalınca ne olacak? Ben bazen öğrencilerime “İngilizceye sıfırdan başlayıp 10 saat sonra 15-20 kelimelik cümleler

kuracağınıza inanır mısınız?” dediğimde “Hocam biz Türkçede bile o kadar uzun cümle kuramıyoruz” diyorlar.

Peki, ne olacak şimdi? 6 veya 8 aylık dil programları size iyi tanışmayı veya renkleri veya sayıları belki öğretir ama renk öğrenmek için sayı öğrenmek için 8 ay kursa gitmek mantıklı mı?

Birisi bana “where are you from” desin diye ağzım açık beklerken, aylarca gittiğim kursların güya konuşma kulüplerinde en fazla 5 dakika tanışıp biraz da günlük konuşma ezberleyeceğim diye gidip gelmek dil öğrenmek midir?

Fono’nun konuşma kılavuzundan en fazla 20 lira verip edineceğiniz bilgiler için 10 ay senet ödemek mantıklı mıdır?

Bir Fransız’a, “Birçok gayrimenkulü olsa bile hangi amaçlar için bekar bir Türk’e sadece bekar olduğu için vize vermiyorsunuz oysa sizin vatandaşlarınız ülkenizde işsiz olduğu halde, cebinde ondan bundan borç aldığı parayla buraya gelebiliyor, bu sizin insan hakları anlayışınızla paralel mi?” cümlesini hangi kurum kaç saatte katılımcısına kurdurup, sordurabilir?

Veya bir Amerikalıya, “İnsan hakları evrensel beyannamesinin yapıldığı yılları düşündüğümde kızıl derili kabilelerinin bu konu hakkındaki yorumlarını tabii kaldıysa bilmek isterdim ne dersiniz?” cümlesini kaç saate kurdurabilir?

(10)

Veya “Irak’a gelen insan hakları, inanın tüm dünyanın ibretle izlediği medeniyet görüntülerine sahne oluyor” cümlesini kaç saatte kurdurabilirler?

Veya bir Alman’a “Bir zaman makinesi yapıp 1936 ya gitseydik elimizde imkan da olsa hitlerle bir an için yalnız kalsaydık 50 milyon ölen insan için ne yapmak isterdiniz?” cümlesini kaç saatte

kurdurabilirler?

Veya bir İsrailliye, “Filistin sorunu sizin için insani bağlamda mı dini etik bağlamında mı ele alınması gereken bir sorun?” cümlesini kaç saatte kurdurabilirler?

Veya bir Rus’a, “Soğuk savaş döneminde Sibirya’da insan çiftlikleri kurulduğu doğru mu?” cümlesini sormak istemez misiniz?

Ben karşılaştığım yabancılarla, onların da bizi görünce tırsarak yaklaşmalarına sebep olan yıllarca kendilerini etten canlılar gibi görenler gibi değil de normal biriasi, medeni bir insan gibi yaklaşıp bu şekilde sohbetler ederim. Onlar da ister inanın ister inanmayın cevap verirler çünkü sizde hata diye gördükleri şeyleri sorduklarında buna cevap verip üstüne bu bahsettiğim cümleleri kurduğunuzda cümleye biraz ortaç biraz cümlecik eklediğinizde sohbet doyumsuz oluyor… Deneyin…

Şimdi bu yanlış mı? Kim böyle sohbet etmek istemez? Peki, bu cümleleri kurmak için ne kadar beklemek gerekir?

Sizin İngilizce bildiğinizi gören bir yabancı; bazılarının sandığı gibi sizinle hemen yemek yemek veya otele kapanmak veya gezip tozmak istemiyor. Onların sorduğu sorular; “Doğuya gidip gitmediğiniz” veya “Ermeni Sorunu hakkında ne düşündüğünüz” veya “bu kadar işsizlik varken neden herkesin son model telefonlar kullandığı” gibi hayatın içinden sosyal gerçekler… Yani adamlar yaz tatilini,

bazılarının yaptığı gibi sahilde malak gibi kızarana kadar yanmak olarak görmüyor. Buraya geliyorlar gözlemlerini ve tatillerini yapıp gidiyorlar.

Onlar sizden yukarıdaki sorulara cevap beklerken, siz onlara “Hava ne kadar güzel değil mi, evli misiniz bekar mı veya buraya yakın manzaralı bir yer var gidelim mi?” dediğinizde sizce ne tepki verebilirler?

Dilde ezber ve advanced kelime olur mu?

“Dilde ezber yoktur” söylemi her dil için geçerlidir. Türkçede kimse anne, baba, masa, sandalye kelimesini ezberlememiştir. İngilizcede de bu böyledir.

İngilizcede ilk 60 saat

Dilde hatalardan bahsetmeden önce pazar günkü yazımızda yer alan ve hassas bazı yorumcuların ifade ettikleri gibi “muhtemel bir devalüasyon olgusu” olması gereken kısım yanlışlıkla “olasılığı” olarak ifade edilmiştir. Bunun kesinlikle bir hata olduğunu kabul ediyorum ve orijinal metnimde bu yokken yazı ikinci defa yazılırken bir aktarma yanlışı olarak yer almıştır. Fakat söz konusu yorumcu arkadaşlar, mal bulmuş mağribi tavrıyla, avami söylem ve üslupla ve sitenin editörünü tenkit eden bir ağızla değil, daha medeni olarak ve “evvelden beri” yazacağına “evvelden biri” yazıp bazılarına “Önce Türkçe öğren” tavırlarından önce kendi hatalarını aynaya bakıp düzeltme tavrına girseler daha iyi olacaktır...

(11)

Eleştirmek kolaydır ama insan bir hatasını görüp yerden yere vurmaya kalktığı insanın özgül ağırlığını da araştırmalıdır…

Ayrıca editöre çıkışan insanlar, “bu gibilerden hazzetmem” söylemleri kurabilme medeniyetsizliğine, editörün inisiyatif gösterip izin vererek yayınlaması tarafsızlığına, saygı duymalıdır...

İngilizce öğretmenlerine, mütercim tercümanlık mezunlarına ve filologlara danışmanlık yapan birisi olarak 81 ilin valisinin hazır bulunduğu bir ortamda Sayın Hüseyin Çelik beyefendinin dediklerini haklı bulup katkıda bulunmak isteyen naçizane bir zat olarak bu tarz ucuz söylemlerle karalamalara gülüp geçiyor ve muhteva açısından söylediklerimin tersini ispatlayacak varsa onlara hodri meydan diyorum…

***

Evet, pazar günü İngilizceye sıfırdan başlayıp 30 saatte hangi cümlelerin kurulabileceğine bakmıştık. Şimdi ilk 60 saate bakalım.

İlk 40 saatte

“İktisadi doktrinler tarihi konusuyla ilgili bu araştırmaların özetlerinde konuyla ilgili uzmanların yorumları da vardı”

“Geleneksel yaklaşımların özetleriyle ilgili yorumların yanında yazarların katkılarıyla ilgili bilgiler olacak. İlk 50 saatte Krizden sonra muhtemel bir dini veya etnik çatışma olgusu tüm taraflarca etkin şekilde tartışılacak. Bu ülkelerin tavırlarından dolayı savaş silahlarının satışlarıyla ilgili yaptırım kararları ele alınamadı”

İlk 60 saatte

“Davayı ele alan yargıçların kararlarını eleştiren avukatlar boykot kararı alan müvekkillerine katıldı”

“Enflasyon ve değer düşürme politikalarını eleştiren yazarlara karşı açıklama yapan uzmanlar kararları objektif olarak ele alan politikaları uygun buldu”

Örnekleri artırabiliriz….

Yazının başında iğneyi kendimize batırdıktan sonra şimdi daha küçük iğneleri kendimiz dışında batırmaya çalışalım.

“Dilde ezber yoktur” söylemi her dil için geçerlidir. Nasıl kendi dilimizde kelime ezberlememişsek İngilizce için de doğru budur.

Kelime, kullana kullana, kullanıldığı yerde öğrenilir. Dilin hiçbir safhasında ezber yoktur. Türkçede kimse anne, baba, masa, sandalye kelimesini ezberlememiştir. İngilizcede de bu böyledir.

İLERİ DÜZEY KELİME OLMAZ!

Advanced yani ileri düzey kelime olmaz. Advanced yapı veya alt yapısal özellikler vardır.

Yani o zaman avukata göre doktor advanced, doktora göre muhasebeci advanced, simitçiye göre ayakkabıcı advanced yani hayatımda duymadığım bir kelime duysam kendi kendime “vay be ne kadar advanced” yani ileri düzey falan mı demem gerekiyor?

(12)

Sayısal loto gibi “bilmem ne sınavında en çok çıkan kelimeler” diye kitaplar peynir ekmek gibi satılıyor. Bu kadar saçma bir şey olabilir mi? İnsan ne kadar literatür tararsa o kadar çok kelime öğrenir.

“Mali yaptırımların gerekçeleri” gibi bir ifade neden branş tipi bir cümlenin parçası gibi düşünülür ki ? Oysa lise okumuş herkes biraz doğru dürüst gazete okuyorsa bunu her dilde anlar.

Şu anda güneyde bir seminer için bulunuyorum ve akşam 5 yabancı ile oturup her konudan aktüel düzeyde literatür tarayan birinin yapacağı şekilde saatlerce konuştuk ve inanır mısınız benim söylediğim bazı İngilizce kelimeleri aralarında birbirlerine soruyorlardı.

Bir Türk ne kadar ekonomi biliyorsa, bir İngiliz de o kadar bilir. Bir Türk ne kadar politika, biliyorsa bir İngiliz de o kadar bilir. Bir dilin ana dil olması o dilde her konuda konuşmak demek değildir.

Ben 40000 (kırk bin) sayfa tıpla ilgili İngilizce literatür taradım. Kimse buna mecbur değildir ama aktüel düzeyde de olsa okumak her konuda literatür taramak gerekir. Dili başka şekilde ilerletemezsiniz. TELAFFUZU FAZLA ÖNEMSEMEYİN, LİTERATÜRE BAKIN

Ben bazı kelimeleri bilerek, olması gerektiği gibi telaffuz etmem, bunların örneklerini önceki yazılarımda vermiştim. Karşınızdaki kişi sizin cümle kurup kuramadığınıza bakar. Asla telaffuza bakmaz. Ben saatlerce İngilizce konuştuğum hiçbir yabancıdan aksan ve telaffuzla ilgili bir şey duymadım. Fıkra da anlattım politik tartışma da yaptım. Asla İngiliz gibi Amerikalı gibi telaffuz edemezsiniz. Belki bazı kelimelere artükilasyon olarak hakim olabilirsiniz. Ama aynı gırtlak veya artükilasyon grubuna dahil olmadığımız için maalesef boşa kürek sallarsınız.

Ben günde 250 (ikiyüzelli) sayfa çeviri yapabilirim. Şimdiye kadar 200’den fazla konuda 200000 (ikiyüzbin) sayfadan fazla çeviri yaptım. (Bununla ilgili editöre yazı yazacak olanlara; sayın editörün canlı yayında beher sayfa için Türkiye çevirmenler derneğinin belirlediği fiyattan hodri meydanı kabul etmesini ve meydan okuyacak kişinin steno bilen bir arkadaşla gelip 24 saat noter huzurunda canlı yayında parasını da getirip hazır bulunmasını tavsiye ederim.)

Elbette ki bu kadar sayfanın bir günde yapılmasının nasıl bir emek ürünü olduğunu yıllar önce Ankara zafer çarşısında gördüğüm bir olayın hayatımdaki birebir karşılığıdır diyerek anlatmak isterim. Bir arkadaşımla gittiğim çarşıda 15 dakikada portre tarzında Karakalem çalışan birini hayranlıkla izlerken biri çıkıp “ağam nasıl 15 dakikada yapıyorsun bana da anlat” deyince adam dönüp “35 sene artı 15 dakika” dedi.

Yıllar önce bir tercüme bürosunun beni denemek için verdikleri 1 sayfayı 1 günde o kağıdı belki 10 kere yere fırlatıp tekrar aldıktan sonra bitirebildim. Sonra azmedip tercüme bürolarında çalışarak hem de okula katkı yaparak ve sonra da şimdiye kadar yıllardır uğraşıyorum. Ama şu anda müfredatımı bitiren bir katılımcı günde en az 10 sayfayı her konuda yapabiliyor. Keşke 25 sene önce bana da böyle öğretselerdi.

Oysa günde 10 sayfayı bırakın İngilizce Türkçe okumak bazılarına zul geldiği için havsalaları almıyor medeni dünyanın alt limitinin bu olduğunu..

İngilizce'de doğru bilinen yanlışlar

İngilizce nasıl bir dildir ve ne kadar kolaydır? Boşluk doldurarak İngilizce öğrenilir mi? İngilizce bilmek için kaç kelime bilmek yeterlidir? Türkçe yok sayılabilir mi?

(13)

İngilizce nasıl bir dildir ve ne kadar kolaydır?

Öncelikle, İngilizcede tabiri caizse doğru bilinen yanlışlara bakalım. 1-Öğrenmek için ihtiyaç olmalıdır.

2-Bütün ithal temel seviyede dil kitapları neden soru sorarak başlar 3-Boşluk doldurarak dil öğrenilir mi?

4-Günlük dilde 300-500 kelime bilmek yeter miymiş? 5-Dil yaşayarak öğrenilirmiş.

6-Karşılaştırmalı dil bilimi dil öğretiminin önemli alanlarından olmasına rağmen ve yabancı dilbilimciler bile “ana dil en önemli yardımcı faktördür” derken neden bizde Türkçe yok sayılıp ötelenmek

istenmektedir. Cevap 1:

Türkiye’de İngilizce kullanılmamaktadır. Çünkü resmi olan ve kullanılan dil Türkçedir. O halde bizim kullanamadığımız dile ihtiyacımız yok mudur? Tabii ki var bir kere tüm branşlarda literatür İngilizcedir. Dünyadaki tüm bilimsel yayınların %75’i maalesef İngilizce yapılmaktadır.

Yani konunuzda ordinaryüs olsanız bunu dünyaya tanıtmak için İngilizce yayın yapmıyorsanız ününüz kendi ülkenizde ve ülkenizle sınırlı kalır. (Burada Alman filozoflar veya Hintli yazılımcılar veya Fransız toplumbilimciler veya Türk tıp, matematik dehaları olamaz anlamı çıkarmasınlar lütfen. Bir ülkenin bilim adamı çıkarması ayrı şeydir burada bahsettiğimiz ayrı şeydir). Evet devam edersek yine tabii ki ihtiyaç vardır. Çünkü birçok şirket yazılı ve sözlü görüşmelerini İngilizce yapmaktadır. Birçok bölgede bölgesel konumsal yöresel mevsimsel vs olgulardan dolayı gelen yabancılara hizmet ve hitap İngilizcedir. Sanılıyor mu ki bir zamanların modası Rusça Çince İspanyolca önem kazanmaktadır? Kesinlikle hayır! Kişiler anlaşamadıkları her durumda İngilizceyi kullanmaktadır. Yapılan bilimin İngilizce tanıtılmasıyla İngilizce bilim yapmak karıştırılmamalıdır. Bilim dili anadil veya ülkede kullanılan dil olmalıdır. Bu arada bilim yaparken kullanılacak dilin de bilim yapacak bileşenlere Morfoloji, Semantik, Sentaks vs yapısal ve dilbilimsel niteliklere sahip olan dil olması gerekir.

Retorik oluşturacak derecede zengin başka dillerin katkılarını da artık lütfen kabul edebilen yapıda bir dil olması gerekir. Bu anlamda ülkemizde dil Türkçe iken İngilizce bilim öğrenmeye çalışmak doğru değildir. Üniversite eğitimi Türkçe yapılıp sadece İngilizce öğretmek ve ülkemiz insanına İngilizceyi iyi öğretmek için büyük bir araştırma kampusu olan bir dil üniversitesi veya enstitüsü açılsa iyi olacaktır. Tabii ki ihtiyaç vardır. Çünkü yukarıda saydığımız noktaların alanlarının hiçbirinin kapsamında olmayan birçok insan da vardır göz ardı edilmemesi gereken. Bunlara da İngilizce öğretilip düşünce sistemlerini geliştirmek ve ülkeye ana dilde katkılarını artırmak neden iyi olmasın. Bir yabancı dili öğrenmek özellikle, Türkçe ve İngilizce tamamen zıt yapısal özellikler içerdiğinden düşünme

sistemlerinde uygun tabiriyle şimşekler çaktıracak birinden diğerine geçişte köprü değişiklikleri olan iki dil olduğundan çok önemlidir.

(14)

Yıllardır dikkatimi çeken ve İngilizcede benim de denek olduğum noktaların biri de tüm temel veya başlangıç veya adına ne demeyi uygun görürseniz yeni başlayanlar için en temel düzey diye hep soru sormakla ve soru cümleleriyle başlamalarıdır. Bir insana bir dilde düz cümle kurmayı öğretmeden soru sormayı öğretebilir misiniz? Kişi “İstanbul’a gittim” demeyi bilmiyorsa “İstanbul’a gittim mi?”, “İstanbul’a neden gittim?”, “İstanbul’a neyle gittim?”, İstanbul’da nereye gittim? vs vs sorularını sorabilir mi? Ayrıca burada büyük bir handikap olarak gördüğüm “how are you” gibi bir cümleyle “how do you do” gibi bir cümlenin yani sonuç anlam olarak veya semantik olarak veya anlamsal anlam olarak sırayla “Nasılsınız?” objektif anlamındaki cümleyle anlamının kelime anlamlarıyla ilgisi olmayan ve tamamen sübjektif, kelime anlamları dışında “Memnun oldum” anlamını taşıyan bir cümlenin aynı konuda verilmesidir.

“Where are you from” cümlesinin mantığını kavramaya başlayan bir kişi “How do you do” cümlesini de aynı analiz işlemine sokmaya kalkınca eğitmeni tarafından şoka uğratılmakta komik duruma düşürülmektedir. İnsanlara doğru dürüst dil öğretilmeden subjektif, soyut, deyimsel, ibaresel kullanımlar gösterilmekte bir şekilde başlayan anlama süreci kişiyi de olaydan soğutarak sona erdirilmektedir.

İngilizcede “can a leopard change his spots” veya Türkçede “Ayağını yorganına göre uzat” cümleleri karşılıklı bu dilleri öğrenenler açısından dili objektif öğrendikten sonra bakılması gereken sübjektif yapılardır. Bunları öğrenme aşamasında kelime kelime asla aynı anlamı verecek şekilde kurduramazsınız. Çünkü kalıp anlam içeren ifadelerdir.

Soru sormak bir dilde asla temel düzey olamaz. Düz cümle kuramayan soru soramaz ve soru sormak ağızda sadece fiziksel olarak bir dil ve fiziksel bir ağız olmakla gerçekleşen bir eylem değildir. Her dilde soru sormak çok önemlidir. “what is your name” gibi oyalayıcı saçmalıkları iyi kuruyorum diyen varsa veya ben “İngilizcede çok iyi soru cümlesi kurarım” diyen varsa kendisine vereceğimiz 20 cümlelik bir sınavda her doğru kurduğu 4 soru cümlesi için kendisine istediği bir şehrimizde 1 günlük yaz tatilini hem de bundan sonraki İngilizce çalışmalarına destek olsun diye vermeyi çok isterim. Cevap 3:

Benim ortaokulda lisede okurken yabancı dilim Almancaydı. Hep öyle derler ya 9 ortalamayla bitirmeme rağmen Almanca biliyorum demeye utanırım ve demem zaten. Size İngilizce öğretecek bir yere gittiniz herkese kuşe kağıda basılı hani janjanlı derler ya işte öyle kitaplar verildi. Açtınız ilk sayfalarda diyor ki “what...your name?” altta şıklar var ve siz “is” şıkkını işaretlediniz.

İngiliz hocanız sizi alnınızdan öptü “bravo” dedi. Sonra “Where ... you from?” geldi. Şıklardan bu sefer “are” şıkkını söylediniz.

Ve sınıfta bir alkış tufanı koptu. Kursu böyle bitirdiniz. Sonra şirketinize bir yabancı geldi adama şirkette dolaşırken bir yaka kartı takması söylendi ve size “for what purpose is this card?” dedi. Eveeeet, şimdi alkış tufanı veya öpücükler yok. Peki, ne var hani boşluk olsa da doldursam diye bekleyen siz evet siz!

Çünkü iletişim dilde cümle kurmakla olur, dolacak boşluk beklemekle elinde “upper” “advanced” duvar kağıdı değerindeki belgeyle dolaşmakla değil!

Geçmiş yıllarda bir şehirde bir bayan geldi. O zamanın müfettişlik sınavlarına girmiş dil kısmında kalem oynatamamış. Şimdi lütfen bana İngilizcesiyle ilgili kurduğu cümlelere bakıp irdeleyerek o kalem oynar mı oynamaz mı kısaca bakalım. kapıdan girdi. Önce “hocam ben 12 sene bilmem ne kursuna gittim 'advice' düzeydeyim ama kalem oynatamadım bana özel ders verirmisiniz.” eveeeeettt…

(15)

Birinci nokta: 12 senede (o zaman ilk orta ve 3 yıllık lise vardı) yani 3 okulun bitirilip 4.den de yani üniversiteden de 1. yılını bitirilip kendi anadilinde 2. sınıfa geçildiği bir ülkede nasıl olur da İngilizce öğrenilemez veya öğretilemez.

İkinci nokta: hanımefendinin 'advice' derken aslında demek istediği 'advanced' dir.

Üçüncüsü, ben özel ders asla vermem kardeşime bile özel ders vermedim. Çünkü pedagojik olarak grup çalışması her zaman daha verimlidir. Sonuç olarak hangimiz Türkçeyi boşluk doldurarak öğrendik.

Cevap 4:

Bilimsel bir araştırmaya göre dünyada bazı kedi, köpek, papağan ve maymun türleri 500 ile 1000 arasında kelimeyi öğrenmektedir.

Hayvanlarda ezberlemek olamayacağına göre kodlama yoluyla öğrenme onlarda da vardır. Şimdi medeni bir dünyada birinin çıkıp

“Günlük dilde 300-500 kelime yeter mi?” demesi bu anlamda ne demektir. Asla bir doktor günlük dilde 300-500 kelimenin yettiğini söyleyemez veya bir avukat veya hakim veya mali müşavir veya yayıncı vs vs. Bir doktora göre günlük dil yirmi bin avukata göre otuz bin mali müşavire göre yirmi bin öğretmene göre yine binlercedir.

Günlük dille anlatılan sebze meyve alışveriş selamlaşma mesleksel jargon yani özel terim kelime kullanımları vs. midir? O zaman bile bir alış veriş merkezine girdiğinizde kaç kalem mal var bunların sadece ismini bilmek kaç kelimedir.

Peki, günlük dil kahvehane dilimidir? Bakalım orada neler var. Bir kere kahvehanede buluşan insanların kendi jargonları kendi mesleksel veya işsiz bile olsa her anlamda yöresel kullanımları peki bunlar saymakla biter mi?

Cevap 5:

Hayatımda yurt dışına çıkmamama rağmen karşılaştığım her yabancıyla her konuda nasıl

konuşabiliyorum. Hayatını yurt dışında geçirmesine rağmen cümle kuramaması bir yana marifetmiş gibi yabancılar için Türkçe öğrenmek zorunda kaldılar diyen sevgili vatandaşlarımız ne demek istemektedir?

Temelle İdris yolda giderken bir turistle karşılaşırlar. Adam 6 dilde yol sorar sonra bakar umut yok. Yanlarından ayrılınca Temel İdris’e “Bak adam 6 dil biliyor derdini anlatamıyor” der. 20 yıl Amerika’da kalan bir vatandaş torununun işlemleri için gelince ailecek iyi para kazandıklarını ama konuşup okuyup yazmaya gerek olmadığını söylemektedir.

Cevap 6:

İşte en önemli sorun: En sona bıraktım çünkü en fazla irdelenmesi gereken konudur. Türkçe ve İngilizce yapısal olarak zıt dillerdir.

O yüzden bu zıtlık aynı zıtlıkta oluşmuş düşünme mekanizmalarına da yansıdığından Almanca Fransızca gibi bu 3 dili üst üste koyup sadece yerlerine gelen kelimeleri biraz da artikeliyle oynayarak diğerini oluşturma anlamında basit bir işlem yapamazsınız.

(16)

Türkçe 1- Ahmet bu hastanede bir doktordur. Türkçe 2- Ahmet dün İstanbul’a gitti.

Türkçe 3- Son zamanlarda ihracatlarda bir artış olmuştur. İngilizce 1- Ahmet is a doctor at this hospital.

İngilizce 2- Ahmet went to İstanbul yesterday.

İngilizce 3- There has been an increase in exports recently.

Şimdi İngilizce cümleleri Türkçedeki gibi sadece düz kelime sırasıyla verelim. Cümle 1- Ahmet’dir bir doktor da bu hastane.

Cümle 2- Ahmet gitti a İstanbul dün.

Cümle 3- olmuştur bir artış da ihracatlar son zamanlarda.

Şimdi Türkçe cümleleri İngilizce’de düz kelime sırasına göre kuralım Cümle 1- Ahmet at this hospital a doctor is.

Cümle 2- Ahmet yesterday to istanbul went.

Cümle 3- Recently in exports an increase there has been.

Bu kadar zıtlık varken iki dil arası yapılar tersken ve düşünce sadece birinde gelişirken diğerinde aynı fikri aynı sırada veremezken fikrin oluştuğu dili yadsımak ötelemek nereye kadar devam ettirilecek bir inattır.

Bu ülkede Türkçe düşünen bizler için en iyi dil öğretim yolunun karşılaştırmalı yöntemle kurulacağı gün gibi ortadadır. İngilizce birkaç noktadan Türkçeden daha basit bir dildir. Sonraki yazılarda bu konu üzerinde devam edeceğiz.

Bu arada 100 saatin tamamı bitince ne oluyor ona da sonraki yazılarda devam edeceğiz.

İngilizce: Dünyanın en basit dili

İngilizce dünyanın en basit dilidir. Ve Türkçeyle olan yapısal zıtlığına rağmen içerdiği cümle yapıları da birebir örtüştüğü için kolay öğrenilebilir

Öyle bir dil düşünün ki hayatınızda öğrenemediğiniz herhangi bir konuyu o dilde yazılmış bir kitaptan okuduğunuz zaman tabiri caizse su gibi öğrenebileceksiniz.

Öyle bir dil düşünün ki birisiyle karşılaştığınız zaman bu karşılaştığınız kişi dünyanın neresinden olursa olsun her konuda konuşup anlaşabileceksiniz.

Öyle bir dil düşünün ki yapısal olarak bakıldığında kendi dilinizle birebir örtüşen fakat sadece her şeyin tamamen zıt olduğu bir yapıya sahip olsun.

Öyle bir dil düşünün ki o dilin ana dil olduğu bir ülkeye gittiğinizde hayatın her safhasında o dilde yazılmış uyarı notları ve tabelalarla hayatınız çok kolay hale gelsin.

Öyle bir dil düşünün ki aklınıza gelen bir fikri veya toplamda fikirler silsilesi olacak kısa veya uzun bir kitap veya makaleyi o dilde yazdığınız zaman okuyanınız belki de ülkenizde yazdığınızda sizi okuyacak olanların 1000 katı olsun.

(17)

Şimdi yukarıda sıraladığımız özellikleri tek tek bakıp analiz yapalım.

Ülkemizde birçok bilim kurumunda yıllardır söylenen, başka kurumlarla aralarında, yapılan bilim ve kullanılan bilim dili konusunda birlik olmaması, hatta bazılarının yazdıkları belli konulardaki makaleleri diğerlerinin anlamadığı veya o konuyu meslek olarak seçecek kişilerin daha ilköğrenime başladıkları anda kavram karmaşasından dolayı öğrenememeleridir.

Yani siz bir bilim dalında bir konuda bir makale yazacağınız zaman o konuda ilk defa bir kelime veya terimi ortaya attığınız anda onu açıkça ifade etmeden literatürünüze devam ederseniz hep

söylenegeldiği gibi “şu üniversite hocasının yazdığı makaleyi bu üniversite hocası anlamıyor” veya “kullandığı jargon veya terimleri kabul etmiyor” şeklindeki söylemleri hep duyarsınız ve duymuşuzdur da.

Oysa İngilizcede, dünyada isterse daha dün ortaya atılmış bir tez veya makale konusu da olmuş olsa o makale veya tezin yazarı ilk defa bir terim kullanıyor yani tamamen kendi ürünü olan veya bazılarının diyebileceği gibi uydurma bir kelime bile ortaya atsa ilk geçtiği yerde onu açıklamak zorundadır. Bu da şu demektir: İngilizce bir konuda yazılmış bir yazı okurken örneğin bir kelime veya terime takıldınız eğer bir sözlüğe baktığınızda o sözlük isterse dün piyasaya çıkmış olsun bu kelimeyi bulamadıysanız o kitapta geçtiği ilk yere bakın eğer orada da yoksa demek ki o kitap o kelime veya terimin kullanıldığı literatürün ilk kitabı değildir.

İlk kitabı bulursanız ve orada o terimin ilk geçtiği yere bakarsanız mutlaka yazar onu açıklamak zorunda olduğu için hemen o terimin ne olduğunu okuyup anlarsınız. Bu İngilizce yazılmış her kitap için geçerlidir.

Bir yazar kendi ürünü olan bir terimi ilk ortaya attığı zaman açıklamak zorundadır. Aksi takdirde yayınlayamaz veya yayınlamasına izin vermezler. Elbette ki izin almadan yayınlayabilir ama o zaman da kitap, referans verilmeyen bir deneme niteliğinde bir kitap olmaktan öteye geçemez. İngilizcede 'clue' yapısı adı verilen yani 'ipucu' yapısı adı verilen altyapısal özellikler ve bunların yazıldığı ileri düzey kitaplar vardır.

Bu kitaplarda önsözlerinde “İngilizcede bir cümleyi anlamak için o cümlede geçen her kelimeyi bilmek zorunda değilsiniz” diye yazar. Ve ‘clue’ yani ‘ipucu’ yapılarını anlatır.

İNGİLİZCEYE HER SENE 5 – 10 BİN KELİME KATILMAKTADIR

İngilizceye her sene 5.000-10.000 (beşbin-onbin) arası kelime veya terim katılmaktadır veya eklenmektedir. Örneğin Prenses Diana’nın hayatının ve yaşadıklarının İngilizce’ye 5.000’den (beşbinden) fazla kelime ve terim kattığından bahsedilir.

Türkçe İngilizceden daha sağlam temellere dayalı çok daha öncesinde kullanılan bir dildir. Ayrıca Arapça ve Osmanlıcada dil olarak İngilizceden her anlamda daha sağlam dillerdir. Burada sağlam kelimesi altına sığdırmak istediğim sıfatlar daha karmaşık, daha ayrıntıda gizli, semantik yani anlamsal anlam özellikleri daha yelpazesi açık bir yapıda olan, uzmanlık alanlarına daha fazla hitap eden vs diller olmaları anlamındadır. İngilizcenin doğuş koşullarıyla; diğer 3 dilin yani Türkçe, Arapça ve Osmanlıcanın doğuş koşulları kesinlikle karşılaştırılamaz.

Diğer 3 dil kültürel birikimin harika hasletler bulunduran milletlerin dilleridir. Ama özellikle Türkçe üzerinde fazla uğraşılamayan bir hale getirildiği için avantajlarını yavaş yavaş kaptırmaktadır.

(18)

Hayatınızda hiç öğrenemediğiniz örneğin tıp, sosyal bilimler, fen bilimleriyle veya bunların alt

branşlarıyla ilgili bir konu veya merak ettiğiniz hayatın içinden bir konuyu, o konuyu ele alan İngilizce bir kitaptan çok daha kolay öğrenebilirsiniz.

Örneğin yüksek matematiğin bir konusu veya sadece matematik veya organik kimyanın bir konusu veya sadece kimya vs vs. Amerikan filmlerinde görmüşsünüzdür. Adamın biri film icabı bir aletin kullanım kılavuzunu okur ve hemen kullanmaya başlar.

Evet bu film icabıdır ama gerçek olan kısmı gerçekten bir kullanım kılavuzuyla ve iyi bir alet takımıyla bir kamyon motorunu veya bir skorsky helikopterini söküp tekrar monte edebilirsiniz.

TÜRKÇE HÂLÂ İNGİLİZCE KADAR YAYGIN OLMA EĞİLİMİNDE DEĞİL

İkinci konu yaygın olmakla ilgili bizde de Türkçe olimpiyatlarıyla Türkçe konusunda birtakım çalışmalar, gayretler yapılmasına rağmen hala İngilizce kadar yaygın olma eğiliminde değildir.

Bu anlamda dünyanın neresine giderseniz gidin karşılaşacağınız her insanla elbette ki işaretlerle de anlaşabilirsiniz ama bilin ki mutlaka İngilizce biliyordur ve İngilizce en alt seviyeden de olsa

anlaşabilirsiniz.

Oysa moda tabiriyle yok Çince potansiyel dil olacakmış yok bir aralar Rusça derlerdi veya İspanyolca falan hepsinin yalan olduğunu veya söylendiği yerde kaldığını örneğin bir eski modan veya Afrika’da bir kabile üyesinden “do you speak english” sözünü duyduğunuzda göreceksiniz.

İNGİLİZCE VE TÜRKÇE’NİN YAPISAL ZITLIKLARI

İNGİLİZCE dünyanın en basit dilidir. Ve Türkçeyle olan yapısal zıtlığına rağmen içerdiği cümle yapıları da birebir örtüştüğü için kolay öğrenilebilir. Bu zıtlığı, amiyane tabiriyle zıtlığın birliğini oluşturup, birinden diğerine geçiş de hem insanın zihnini açmakta hem de ana dili bunlardan biri olanın diğer dili çok daha kolay öğrenmesini sağlamaktadır.

(Yeter ki şu İngilizce düşünmek gerek saçmalığından bir an önce vazgeçelim. Pazar günkü yazımda ekran karşısına davet ettiğim İngilizce düşünen Türklerden hala ses çıkmadı. Ya beni kaile almadılar veya İngilizce düşünemedikleri 60 saniyede ortaya çıkacak diye korktular. Ben iğneyi yine kendime batırıp beni önemsemediler diyeceğim. Ama ben İngilizce düşünen bir Türk olsaydım ve birisi yapamazsın deseydi haddini bildirmek için canlı yayına çıkar ve nasıl düşündüğümü aslanlar gibi ispat ederdim.)

Bu yapısal zıtlık ister inanın ister inanmayın kafanızda oluşan her fikri sanki isminizi söyler gibi bir anda İngilizcede ifade edecek hale sizi getirmektedir.

Beynimizde düşünce merkezinde oluşan bir fikir iletişim cümle kurmakla sağlandığı için ve fakat hem kelime hem kelime grubu hem de cümle düzeyinde sadece belli sayıda ama bu sayı Allah’ın (c.c) hakkı şu sayıdadır amiyane tabirinde dediğimiz sayıdadır sadece. Anlamışsınızdır.

Türkçe bu anlamda her şeye gramatik olarak bakarken İngilizce basit bir şekilde sadece yapısal olarak bakmaktadır. Şimdi bir düşünün lütfen size konuşma okuma anlama ve yazma düzeylerinde ne gelirse gelsin veya siz bu düzeylerde karşı tarafa ne kurarsanız kurun sadece bu üç cümle yapısı üzerine kuruludur.

(19)

Bin sayfalık herhangi bir konuda İngilizce bir kitapla bin sayfalık herhangi bir konuda bir Türkçe kitabını yan yana koyup ikisinden de gözümüz kapalı birer sayfayı açıp gözümüz kapalı birer cümleyi

işaretleyelim mutlaka bu üç cümle yapısına plase olduklarını yani girdiklerini göreceksiniz. Türkçe ve İngilizce bu anlamda yani cümle yapılarının öğe olarak kuruluş silsilesi sıralaması anlamında terstir ama bu zıtlık veya ters oluş aynı zamanda kuruluş kolaylığının da adıdır veya rehberidir diyebiliriz.

Bu üç cümle yapısını karşılaştırmalı olarak ele alan bir müfredat tahmin edin size neler yaptırır. En önemli sorun cümle kurmak ve anlayarak konuşmaktır.

Yurt dışında kafede otururken aklına bir yöntem gelen birisi ülkemize gelip şöyle yaptırıyormuş: Hocanın karşısına geçiyormuşsunuz. O size bir cümle kuruyormuş. Siz tekrar ediyormuşsunuz. Sonra aynı cümle sırayla siz ve o en az yarım saat birbirinize söylüyormuşsunuz. Burada amaç anlamak değilmiş önemli olan bir cümle kurulMUŞMUŞ ve anlamak değil söylemek önemliymiş!

NASIL YANİ? Belki karşılıklı iyi sözler söylemiyoruz. Ben ne dediğimi bilmiyor, Bana ne dendiğini anlamıyorsam bunun dil ve iletişimle ne ilgisi var?

Ve daha neler neler ne yöntemler ne taktikler ama hiçbiri ana dili baz almayan reddeden öteleyen saçmalıklar.

Kendinizi soyut bir ortamda düşünün lütfen. Ülkenizde kangren olmuş sanki bir araç değil de, artık öğreneyim öleyim diyecek şekilde insanların nefret etmesinin sağlandığı bir amaçmış gibi güya öğrenme ve bacasız sanayinin sömürü odağı haline getirilmiş bir İngilizce ortamı düşünün.

Ve düşünün ki size kurulacak ve sizin de oluşturacağınız fikri kuracağınız sadece üç tane cümle yapısı var ve ne lengüistik ne de matematiksel olarak dördüncü bir cümle yapısı her iki dilde de asla

olmayacak.

Peki, şimdi konuşamaz mısınız, yazamaz mısınız, okuyamaz mısınız, anlayamaz mısınız? Aksine, hepsini tabiri caizse oynaya oynaya yaparsınız.

Newton’dan öncede yer çekiminin olması ama Newton’un adını koyması gibi her dilde de bu cümle yapıları zaten var ama sadece bu üç cümle yapısıyla sınırlı iki dil var elimizde ve bu iki dil siyah ve beyaz gibi zıtların birliğinin beyin faaliyetlerini coşturan ortaklığının sebebi ve sonucu olan yapılar. Ve devamını düşünün başlangıç ve bitişi de yine kendileri olan yapılar. Şimdi bu yapıları karşılıklı iki dil bağlantısıyla anlatan bir müfredat hem dil bilimcilerin beynin hem sağ hem sol yarı kürelerini aynı anda çalıştırıyor dedikleri bir müfredat.

Hem bittiği anda size her konuda istediğiniz uzunlukta cümleyi konuşma okuma anlama ve yazma düzeylerinde kurduran bir müfredat, hem karşınızdaki bir kişiyi bu 4 düzeyde anlamanızı sağlayacak bir müfredat, hem de Fransızca ve Almancayı da bu müfredat sırasıyla aynı dizgeyi veya sistematiği kullanarak kendi kendinize öğrenmenizi sağlayacak bir müfredat sizce de iyi değil midir?

Dünyada nereye giderseniz gidin İngilizcenizi kullanarak her toplumsal ve ekonomik düzeyde dil anlamında istediğiniz her şeyi yaparsınız.

(20)

Unutmayın biz Türkçe gibi bir dili öğrenmeyi başarabiliyorsak ki Türkçe İngilizceden çok daha zor bir dildir, İngilizce gibi basit sistematik bir dili çok kolay öğrenebiliriz.

Ama bizim düşünce sistemimize paralel olacak bir sistemle öğrenmemiz gerekir.

İngilizce öyle bir dildir ki bu dilde kompozisyon yazmayı başarabiliyorsanız Amerika’da size burs vermektedirler. Bu da İngilizcede kompozisyon yazmak zordur anlamının değil Amerikan halkının bilgi düzeyinin ne olduğunun göstergesidir.

Amerika ve İngiltere’nin dünyaya pazarladıkları İngilizce kendi ülkelerin de bile insanlarına öğretemedikleri İngilizcedir.

Amerika’da bir aralar İngilizcenin miyavlama ve mırıldanma haline gelmesi tehlikesi düşünülerek söylendiği gibi yazılması teklif edilmiş ama bunun çok daha fazla kafa karışıklığına yol açacağı görülüp bundan vazgeçilmiştir.

İlk körfez savaşı sırasında Amerikalı bir general ülkemize gelip kamuoyuna canlı yayında açıklamalar yaptığı gazetecilerin de hazır bulunduğu bir ortamda kendini Öyle bir kaptırdı ki yayın çevirmenleri aktarımı bırakmak zorunda kaldı ve ancak adamlarının uyarısıyla tekrar doğru dürüst konuşmaya başladı yani anlaşılır olarak. Zenci Amerikalıyla beyaz Amerikalının fikir anlaşmazlığı değil ama birbirlerinin konuşmasını anlayamadıkları bir dil haline gelmiş bir dilin hala asıl odak noktası olan cümle kurmak anlamında değil de saçma telaffuz zırvalarıyla güya öğretilmeye çalışılması acaba kimin çıkarlarına hitap etmektedir?

Susayınca akla suyun değil alkolün geldiği, misafire bizimki gibi çay değil de alkolün ikram edildiği bir toplumun, kanlarında sürekli alkol dolaşan dinen bile alkolle vaftiz olan bir halkın, alkolün etkisiyle aynen ülkemizde alkol alanların Türkçeyi konuşması gibi dillerine o gevşekliğin genetik olarak da kodlandığı bir halkın; gerçekten kullanımı her anlamda kolay dillerini, neden onlar gibi telaffuz etmemiz gerekir zorlamalarıyla asıl özden saparcasına öğrenmemiz veya öğrenmememiz gerekiyor?

İngilizceyi öğrenir ve fikir sahibi insanlar olarak fikirlerinizi İngilizce yayınlar yaparak bu dilde yazdığınız kitaplarla dünyaya yayarsanız okur kitleniz tahmin edeceğiniz gibi normalde ulaşacağınız sayının yüzlerce katı olacaktır. İngilizcede bir fikri ifade etmek de basittir.

CÜMLE KURMAKTAN KORKMAYIN

Kuracağınız cümle yapısına fikrinizi yerleştirdikten sonra isterseniz satırlarca uzatabilirsiniz. İngilizcede cümle uzadıkça düşmez aksine cümle uzadıkça açıklama betimleme tanımlama özellikleriyle de desteklendikçe daha anlaşılır hale gelir.

Uzun cümle demek zor cümle demek değildir. 80 kelimelik bir cümle basit bir cümledir 8 kelimelik bir cümle bileşik kompleks bir cümledir.

Türkçede kafamızda oluşan bir fikri, ifade edeceğimiz cümle yapısına “plase ettikten” yani yerleştirdikten sonra İngilizcede de karşılığı olan cümle yapısını belirledikten sonra artık İngilizce cümleniz isminizi söylemek gibi veya su gibi ağzınızdan dökülecektir.

Bu dili öğreten 100 saatlik bir müfredat düşünün ki; bittiği zaman “Ahmet’in dün gelip gelmediğini Ayşe’nin Aliye anlatıp anlatmadığını unutmamıştım.” cümlesini “Sen gelmeden önce Osman geldi” basit cümlesini size rahatlıkla kurdurabilsin.

(21)

O müfredat, “konuyu araştıran uzmanların üzerinde çalıştıkları konuyla ilgili açıklama yapan bakanlar eleştiriye açık olduklarını söyleyen yöneticinin tavırlarını yadırgadıklarını ifade ettiler” cümlesini “Ali topu tuttu. Koş Ali koş” Cümle ve kipini (İngilizcede aslında emir kipi de öznesi olan bir cümledir ama özne daima ikinci tekil veya çoğul kişi olduğu için ihmal edilir) “Arkadaşınız gelmeden önce tarafınızca öne sürülen argümanlar, bizce desteklenen fikirlerle örtüşmüyor mu?” tarzı cümleleri de size

kurduracaktır.

İster günlük hayattan olsun ister literatürden olsun dilde cümle kurmak asıl olgu olduktan sonra cümle kurmaktan korkmayın.

BİR CÜMLE ANALİZİ YAPALIM

Ve unutmayın ki Türkçede aklınıza gelen her fikir oluşumu cümle formatında İngilizcede de aynı cümle yapısına plasedir. Örneğin Türkçede; “O, bana Ahmet’in gelip gelmediğini Ayşe’ye sorup sormadığımı sordu” cümlesi ne kadar zor olabilir?

Bunu, İngilizce hava atmak olarak algılayabilecekler olabileceğinden sadece Türkçe analizle verelim. İlk önce asıl özne “o” dur.

Yani nesne ve tümleçleri boş verirsek cümle aslında “O, bana sordu.” şeklindedir. İngilizcede de aynı cümle yapısındadır.

Sonra nesneyi yani Ayşe’ye sorup sormadığım şeklindeki isim cümleciğini kurmalıyım. “Ben Ayşe’ye sordum.” cümlesine “-mediğini-madığını” eklemesini yaparsanız bu cümle elde edilir.

Burada da “Ahmet’in gelip gelmediği” isim cümleciği “Ayşe’ye sordum.” cümlesinin nesnesi olan cümleciktir. Bu da Türkçede “Ahmet geldi” cümlesine “-mediğini –madığını” söylemi eklenerek elde edilir.

Sonuçta ((( ))) iç ve dış parantezler şeklinde ele alırsak her iki dilde de ister en içteki parantezden en dışa veya ister en dıştaki parantezden en içtekine hareketle cümleyi kurarız.

İçten dışa gidelim.

önce “Ahmet geldi.” Deriz.

Sonra “Ahmet’in gelip gelmediği” deriz.

Sonra “Ahmet’in gelip gelmediğini Ayşe’ye sordum.” Deriz.

Sonra“Ahmet’in gelip gelmediğini Ayşe’ye sorup sormadığım” deriz.

En son da “O, bana Ahmet’in gelip gelmediğini Ayşe’ye sorup sormadığımı sordu.” deriz. Dıştan içe gidelim.Önce “O bana sordu” deriz.

Sonra “o bana Ayşe’ye sorup sormadığımı sordu” deriz.

En son da “O bana Ahmet’in gelip gelmediğini Ayşe’ye sorup sormadığımı sordu” deriz. İngilizcesinde de aynıdır.

(22)

Bunun nesnesi yine fiilli bir cümlenin isimleşmesinden oluşmuş isimleşen buradaki fiille cümlede yani isim cümleciği de asıl fiilli cümle yapısı içinde ikinci bir isim cümleciğini yine fiilli cümleden oluşmuş bir isim cümleciği olarak nesnesi olarak almıştır.

Tabii bu cümleyi ancak tüm müfredatı bitirerek kurabilirsiniz.

İngilizcede her cümle yapısında her cümleyi her unsura nesne tümleç sorusu sorarak kurabilirsiniz. Bu, her düzeyde böyledir.

İngilizcede cümle kurmak çocuk oyunu gibidir her şeye soru sorarak baştan sona kurun gidin hani derler ya akıp gidersiniz. Türkçe, Osmanlıca, Arapça akıl, mantık,İ zeka unsuru ve göstergesi olan diller iken İngilizce sadece pratiğin dilidir. İngilizcede önemli olan hemen işe eyleme kalkışmadır. Bir acelesi vardır İngilizcenin onu ana dil benimseyenler açısından nasıl hemen elde etmek hakim olmak elzemse İngilizce için de önce işi yapmak önemlidir.

Yapılan işten kimin neyin etkilendiği önemli değildir. Biz ise eylemi hep sona bırakırız. Biz de işi yapanın zamir özelliği cümleyi yapısal olarak etkilemez ama İngilizcede 'doer' yani eylemin yapıcısı çok önemlidir.

Yapıcının zamir özelliği tüm yardımcı fiil ve fiil plasmanlarını etkiler.

İngilizcede bir cümleye “ben” diye başladıktan sonra istediğiniz kadar coşarak dakikalarca cümleye noktayı koymadan canınızın istediği kadar uzatabilirsiniz. Aynı şey Türkçede de vardır.

Örneğin “İstanbul’a gittim.” diye başlayıp; “Amcamın oğlunu görmeye İstanbul’a gittim.” “Amcamın oğlunu görmeye Türkiye’nin en büyük şehri olan İstanbul’a gittim.” “Üniversitede okuyan amcamın oğlunu görmek için canımdan çok sevdiğim ülke olan Türkiye’nin en büyük şehri olan İstanbul’a gittim.” “Dünyanın sayılı üniversitelerinden biri olan bu üniversitede okuyan amcamın oğlunu görmek için canımdan çok sevdiğim ülke olan Türkiye’nin en büyük şehri olan İstanbul’a gittim.” vs vs

uzatabileceğimiz şekilde cümlemizi kurabilirsiniz.

İngilizcede de aynı durum geçerlidir. Her iki dilde de bir cümlede ne kadar çok isim geçerse cümleyi o kadar fazla uzatabilirsiniz.

Çünkü ne kadar isim demek o kadar cümlecik ve o kadar cümlecik de içinde geçen her isim için bir o kadar daha cümlecik demektir. Tabiri caizse ne kadar ekmek o kadar köfte misali bir cümlede ne kadar isim varsa oyun sahanız o kadar büyüktür…

İNGİLİZCEYİ MUZ GİBİ SOYDUM

Ayıptır söylemesi; bir gün bir şehirde o şehrin güya en iyi dil kursunun İngiliz hocasıyla bir kafede topluluk içinde konuşuyoruz. Adam; “Bizim amacımız size dil öğretmek değil ki bir Türk sadece tanışıp kendini tanıtsın biraz da ne dendiğini anlasın yeter” deyince ben de; “Ben sizin dilinizi muz gibi

soydum. Merak etmeyin her Türk her İngiliz’den daha iyi İngilizce öğrenecek” dediğim için masadan hışımla kalktı gitti.

Devam edeceğiz. Saygılar…

Referensi

Dokumen terkait

Kacang Kedelai Hasil Sum of Squares Df Mean Square F Sig. Dengan demikian tekstur luar produk brownies substitusi kulit ari kacang kedelai 15% dan terigu adalah yang

Alifia Tifani, Terapkan Ilmu Selama Kuliah di Dunia Kerja UNAIR NEWS – Menjadi bagian dari program studi (prodi) Sastra Jepang Universitas Airlangga merupakan hal yang

Analisis psikologi yang digunakan yaitu dengan mengidentifikasi psikologi melalui tokoh-tokoh yang terdiri dari Gunar Sudigdo, Dirga Swandaru, Nurcahya, Dyah

Adanya kondisi tersebut pada koperasi karyawan “emas putih” telah memberikan suatu alasan yang cukup mendasar untuk mengetahui bagaimana hasil dari penyusunan laporan

Hasil penelitian menunjukkan bahwa pertama, terdapat 68 dimensi soft skills yang diklasifikasi ke dalam lima dimensi utama, yakni jujur dan dapat dipercaya, tanggung jawab, disiplin,

3.6 Menganalisis kebutuhan beban / bandwidth   jaringan 4.6 Menyajikan hasil analisis kebutuhan beban/bandwidth   jaringan 3.6.1 Menjelaskan kebutuhan bandwidth untuk komunikasi

Peserta harus mencantumkan dengan benar Nomor dan Nama Peserta tes pada kolom yang tersedia di lembar jawaban.. Peserta dilarang membawa buku atau bahan/peralatan lain ditempat

Abstrak : Ergonomi adalah ilmu, teknologi, dan seni untuk menyerasikan alat, cara kerja dilakukan pada kemampuan, kebolehan dan keterbatasan manusia sehingga