• Tidak ada hasil yang ditemukan

Ali Fuad Basgil - Din Ve Laiklik

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Membagikan "Ali Fuad Basgil - Din Ve Laiklik"

Copied!
318
0
0

Teks penuh

(1)
(2)

D I N VE LAIKLIK

(3)

Kurucusu: İSMAİL DAYI

DİN ve LÂİKLİK

O r d . Prof. Dr. Alİ F u a d BAŞGİL

' B u eserin y a y ı n h a k l a n Y a ğ m u r Y a y ı n e v i ' n e aittir. 8. B a s k ı : Haziran 2 0 0 7

Y a y ı n Sıra N o . : 8 I S B N : 9 7 8 - 9 7 5 - 7 7 4 7 - 1 5 - 7 Sertifika N o : 1 2 0 6 - 3 4 - 0 0 4 0 6 2 Yayın Yönelmeni : Nazif GÜNER Yaym Sorumlusu : Süleyman ÖZDEMİR

B a s ı m Y e r i / C İ l t : Kitap Matbaacılık Tel.: ( 0 2 1 2 ) 5 6 7 4 8 8 4

Y A Ğ M U R Y A Y I N E V İ

Cağaloğlu Yokuju, Narlıbahçe Sokak No. 1 Özhekim Işham Kat 2/23 Eminönü / İSTANBUL Tel.: (O 212) 513 51 26 Faks: (O 212) 519 74 53

e-posla: yagmur@yagmuryayİnevi,com.tr www.yagmuryayinevi.com.tr

(4)

Ord. Prof. Dr. ALİ F U A D BAŞGÎL

D I N V E L A I K L I K

H U K U K Î VE İÇTİMAÎ ETÜD

-* DİN NEDİR?

* DÎN HÜRRİYETİ ve LÂİKLİK NE DEMEKTİR?

8 . BASKI İSTANBUL — 2 0 0 7

(5)

Dinen g ü n a h k â r olmak,

dini sevmeye ve d i n d a r m t ü k e n m e z saadetine i m r e n m e y e m a n i değildir.

Ehl-i din ve takva babam Mehmed Şükrü Efendi, Senin ebediyellerdeki ruhunun §âd olması için...

Azız e ş i m N ü v i d e m ! S e n i n gayret v e r i c i teşvil<lerin

v e sıcak h a r i m i n o l m a s a y d ı bu esercik g ü n g ö r m e z d i .

(6)

Azız okuyucu,.

Muhterem hocamız Ord. Prof. Dr. Ali Fuad BAŞGİL'in sağlığında bazı eserlerini birlikte ya­ yınlamak bahtiyarlığına erişmiştik. Vefatların­ dan sonra da vârislerinden bize intikal eden hu­ kuk ve kıymetli eşinin gösterdikleri teveccühle yeniden devam ediyoruz.

Sizlere yeni bir hizmeti bildirmek arzusu ile (hocamın, ruhundan af dileyerek) bu çok değer­ li eserin önüne birkaç satır yazmaya cesaret edi­ yorum.

Bugüne kadar ayrı ayrı yayınlanan eserleri, gazete ve dergilerde çıkan yazıları tasnif edip külliyat halinde sunmak istiyoruz.. Din ve Lâik­ lik kitabı bu dizinin İlk eseri olacaktır. Çalışma­ larımızda bize yardımcı olanlara ve hizmeti ge­ çenlere şimdiden teşekkür eder; yüce Allahtan hocamıza rahmet dileriz.

Tevfik Allahtandır.

İsmail

DAYI

(7)

O r d . Prof. Dr.

Ali Fuad BAŞGJL

(1893 - 1967)

* Fransa'nın Grenoble Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun * Paris Hukuk Fakültesinden Doktor.

* Paris Edebiyat Fakültesi Felsefe Kolundan mezun. * Paris Siyasî İlimler Okulundan mezun.

* İdare İlimleri Milletlerarası Enstitüsü İlmî Komite üyesi. * Lahey Devletler Hukuku Akademisi mensubu.

(8)

O r d . Prof. Dr. ALİ F U A D BAŞGİL

Ali Fuad Başgil 1893 yılında Samsun'un Çarşamba kazasın­ da doğmuştur. Babası Mehmet Şükrü Efendi, annesi Patıma H a -nım'dır. Dedesi Bölükbaşioğullarmdan Hafız İbrahim Efendi'dir. Tanınmış bir ailenin çocuğu olup, İlk Öğrenimini Çarşamba'da, orta öğreniminin bİr kısmını İstanbul'da, son kısmını ise Paris'te görmüştür.

Vatanî hizmetini yedeksubay olarak i. D ü n y a Savaşı'nda Kaf­ kas Cephesinde ve 4,5 yıl cepheden cepheye koşarak tamamla­ mıştır. Öğrenimine askerlik hizmetini bitirdikten sonra da devam etmiştir.

Grenoble Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olmuş, Paris Hukuk Fakültesinde doktora yapmış ve Paris Edebiyat Fa­ kültesi Felsefe Kolu ile Paris Siyasi İlimler Mektebİ'nden diploma almıştır. Lahey Devletler Hukuku Akademisi'nin kurlannı da ta­ mamlayıp mezun olmuştur. 1929 yılında üç fakülte, bir yüksek okuİ diploması v e hukuk doktoru unvanı ile memleketine dön­ müştür.

İlk resmi görevi Milli Eğitim Bakanlığı Yüksek Öğrenim G e ­ nel Müdür Yardımcılığıdır. 1930 yılında Ankara Hukuk Fakülte­ sinde açılan doçentlik imtihanını pekiyi derece ile kazanarak ay­ nı fakülteye doçent olmuştur. Bir sene sonra bu fakültenin profe­ sörlüğüne terfi ettirilerek tayin edilmiştir. 1933 yılı sonlanna ka­ dar fakültede " R o m a Hukuku", G a z i Eğitim Enstitüsünde " M e d e ­ niyet Tarihi" derslerini okutmuştur. Daha sonra İstanbul Üniver­ sitesi Hukuk Fakültesi Esas Teşkilat Hukuku profesörlüğüne tayin edilmiştir. Bu görevinin yanı sıra Siyasal Bilgiler Yüksek O k u l u

(9)

öğretim üyeliğr görevinde de bulunmuştur. 1936 yılında İstanbul Yüksek Ticaret v e İktisat Okulu Müdürlüğüne atanmıştır. Bu okulda ve İstanbul Hukuk Fakültesinde ilk defa "İş Hukuku" kürsüsünü kurup okutmuştur.

1937 - 1942 yılları arası İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakül­ tesi Dekanlığından sonra Ankara Hukuk Fakültesi ve oraya taşı­ nan Siyasal Bilgiler Yüksek Okulu {Mülkiye Mektebi) Esas Teşki­ lat Hukuku Profesörlüğü ile Mülkiye Mektebi Müdürlüğüne tayin edilmiştir. 1943 yılında Mülkiye Mektebi Müdürlüğünden İstifa edip, İstanbul Üniversitesi Esas Teşkilat Hukuku Kürsüsü'nün O r ­ dinaryüs Profesör'ü olarak binlerce öğrenci yetiştirmiştir. 1960'da buradan emekli olmuştur.

1961 yılında Samsun Senatörü seçilmiş, kısa bir zaman son­ ra bu görevinden istifa ettirilerek bir süre İsviçre'de çalışmış ve orada Fransızca olarak yayınlanan, sonradan Türkçeye çevirilen 27 Mayıs İhtilali ile ilgİlİ eseriyle meşgul olmuş, 1965 seçimle­ rinde İstanbul Milletvekili olarak tekrar Büyük Millet Meclisi ç a ­ tısı altına girmiş, vefatlarına kadar bu görevde kalmıştır.

17 Nisan 1967 yılında eşi Fatma Nüvide Hanımefendi ile bidikte oturduğu Kadıköy Feneryolu Eflatun Sokaktaki evinde hayata gözlerini yummuştur. Bugün bu sokak "Alİ Fuad Başgil Sokağı" İsmini taşımaktadır. Kabri, Üsküdar Karacaahmet Mezar­ lığı Çiçekçi Durağı karşısındadır.

M e r h u m Ali Fuad Başgil, bir taraftan ilim v e irfan kürsülerin­ de hizmet edip öğrenci yetiştirirken, pekçok uluslararası kongre­ lerde memleketimizi temsil etmiştir. Türkçe ve fransızca muhte­ lif eserler yayınlamıştır. 1930 yılından 1967 yılına kadar çeşitli gazetelerde yayınlanan birçok yazısı İle Türk halkının aydınlatıl­ masına da çalışmıştır. O n u rahmetle anmayı bİr borç biliriz.

(10)

O N S O Z

B i z d e , din bahsinde, münkiriik bir z a m a n d a n beri m o d a o l d u . Fakat ç o k l a n n a " d i n nedir" d i y e sorarsanız size sadece, bazı politika bezirgânlanndan alıp h a p gibi yuttuklan sözleri tekrar ederler. B u n l a r a göre, din, küflü bir mazinin nesilden nesile devroiup gelen bir mirasıdır v e mazidir, gericiliktir. İle­ ricilik de y i y i p , içip eğlenmektir.

D i n hürriyetine gelince, b u d a Tanzimat'tan yani y ü z k ü ­ sur yıldan beri devlet umdelerimizden biri olduğu halde, ş i m ­ d i y e kadar üzerinde hemen h e m e n hiç durulmamış bir fikir­ dir.'" B u mevzuda bugün e l d e ne bir kitap vardır, ne d e ciddi bir etüd.'^' B u yokluk sebebiyledir k i , b i z d e d i n hürriyeti d e ­ y i n c e , bundan herkes aklına estiği gibi bir m â n a çıkarmakta­ dır.

(V Herkesin inanıp kabul ettiği din ve mezhebin âyin ve ibadetlerine serbest­ çe kabul edilebilmesi ve bu hususla hiç bir müdalıaieye, hakaret ve İşkenceye uğramamas) mânâsına olarak din hürriyeti bizde ilk defa I839'da "Cülhane Hat-tı-ı Hümayunu" ile tesis ve 1856 tarihli meşhur Islahat Fermanı ile teyid ve tav­ zih olunmuştur. (Bakınız, Düstur Birinci Tertip, Cilt I).

(2) Çerçi mevzu üzerinde bazı gazete ve mecmualarda zaman zaman tanın­ mış İmzalı yazılar çıkmıştır; fakat bunlar ciddî ve itmîolmaktan utanılacak kadar uzaktır.

(11)

B a z ı l a r ı n a göre, herhangi bir memlekette c a m i l e r M ü s l ü ­ m a n l a r a , kiliseler Hıristiyaniara, havralar M u s e v i l e r e a ç ı k b u l u n u y o r v e kimse, bir din tutmaya v e y a t u t m a m a y a , m e n ­ sup olduğu m a b e d e gidip g i t m e m e y e z o r l a n m ı y o r s a , o memlekette d i n hürriyeti vardır.

Ç ü n k i j din hürriyeti d e n i l e n serbestlik b u n d a n ibarettir. Fakat, bu gibi mes'eleleri mesleki bir v a z i f e olarak dikkatle takip e d e n hakikatsever insanlara sorarsanız, ö y l e bir m e m ­ lekette,din hürriyeti sırf s ö z d e vardır v e s a d e c e y a b a n c ı m ü ­ şahitleri aldatmak için bazı k a n u n l a n süslemektedir.

Ş u n u bilmelidir ki, d i n hürriyeti sadece m a b e d e girip çık­ m a serbestliği değildir. İsteyen m ü z e y e , bileti o l a n s i n e m a y a da girip çıkıyor. B u g ü n d ü n y a memleketleri arasında d i y a n e ­ tin, rivayete göre, e n ç o k baskı altında tutulduğu M o s k o ­ v a ' d a bile kiliseler ziyaretçilere d a i m a a ç ı k kalmıştır.

D i n hürriyeti, d i n d a r v a t a n d a ş l a r ı n , d i n b a h s i n d e , haiz oldukları haklardan herbirini serbestçe, korkusuz v e endişe­ s i z c e kullanmalarını v e herbirinden serbestçe f a y d a l a n m a l a ­ rını gerektirir. D i n müessesesinin dayandığı h a k l a r ı n , bugün e h e m m i y e t itibariyle başta g e l e n i , h i ç şüphe e d i l e m e z ki, "öğretmek v e okutmak - y a z m a k , telkin e t m e k " hakkıdır. B u ­ gün herhangi bir m e m l e k e t t e din hürriyeti olup o l m a d ı ğ ı n ı a n l a m a k i ç i n , g ö z ö n ü n d e tutulacak ö l ç ü budur. Y a n i eğer "öğretip okutmak-neşir y a n i y a y m a k v e telkin e t m e k " hakkı serbestçe v e d i n i n temel a h k â m ı n a uygun bir surette kullanı­ lıyorsa, o memlekette d i n hürriyeti vardır. K u l l a n ı l m ı y o r da b u hak, resmi v e y a gayri resmi, kanuni v e y a idari bir baskı v e tehdit altında kalıyorsa, d i n hürriyeti yoktur.'" B u g ü n k ü şartlar altında d i n hürriyetinin gerek varlığı v e gerekse yok­ luğunun işaret v e ö l ç ü s ü bu hak olduğu içindir k i ; dikkat edilirse, bugün d i y a n e t e d ü ş m a n o l a n m e m l e k e t l e r d e , her ş e y d e n e v v e l d i n i öğretim v e y a y ı m hakkı v e b u n u n icap et­ tirdiği serbestlik, dehşet v e r i c i bir şekilde tatbik e d i l e n yıldır­ m a k v e sindirmek politikasıyla fiilen yok edilmiş v e b u suret­ le d i n fikri, terbiyesi v e ahlâkıyatı kökünden kurutulmak

(12)

is-— Ö N S Ö Z is-—

(3) Bizde din hürriyetinin ne ağır bir baskı y e tahakküm altında bırakıldığını göstermek için resmi bir vesikayı aynen aşağıya alıyoruz:

Tarihi Vesika:

j Q Hülâsa: "Hazret-i M u h a m m e d ' e dair" Dahiliye Vekâleti Ankara, 17 M a y ı s 1943

Matbuat U . M . Sayı: 653

Muhterem efendim.

Mektubunuzu aldım. Biz her ne şekil ve suretle olursa olsun memleket dahilinde dini neşriyat yapılarak dini bir atmosfer ya­ ratılmasına ve gençlik için dini bİr zihniyet fideliği vücuda geti­ rilmesine taraftar değiliz.

Zat-ı âlilerinin herkesçe de müsellem olan ilim ve faziletini­ ze hürmetkarız. Ancak günün bu kabil neşriyata tahammülü ol­ madığını siz de takdir edersiniz.

Matbuat U m u m M ü d ü r ü

Vedat Nedim (Tör)

(Hazret-i Muhammed'e dair Sebilürreşad tarafından neşrolu­ nan bir eserin Dahiliye Vekâleti tarafından toplattırıldıktan son­ ra, vaki olan müracaatımız üzerine zamanın Matbuat Umum Müdürü Vedat Nedim tarafından verilen resmi cevaptır.)

Sebilürreşad, Cilt XIII - S a y ı : 284

Yukarıdaki cevabi tezkereyi gönderen makamın dİni neşriyata taraftar olmadığı meydandadır. Netice şu oluyor: Türkiye'de din aleyhinde istenildiği gibi yazılabilir ve din adamlarına istenildiği kadar hararet edilebilir. Fakat din lehinde? Hayır.

(13)

lenmiştir.'*" Tekrar e d e l i m ki, bir memlekette din hürriyeti, y a l ­ nız m â b e d kapılarının ardına kadar açık k a l m a s ı n d a n , hattâ ibadet v e ayinlerin serbestçe icra edilebilmesinden ibaret d e ­ ğildir. B u serbestlik, din hürriyetinin ilk basamağı v e e n basit şeklidir. D i n hürriyeti, bugün bilhassa, dinin yüksek ilimlerini

ilahiyat v e kelâmiyatını şerbetçe okutup, öğretmek v e dini neşriyatta b u l u n m a k hakkının şerbetçe kullanılmasıdır.

Lâikliğe g e l i n c e , bu prensip bizde 1 9 2 8 ' d e n beri'^^ A n a y a -sa'mızın hâkim u m d e l e r i , arasına girmiş olmakla beraber v a ­ tandaşlar için ç ö z ü l m e z bir m u a m m a şeklinde kalmıştır. H a l ­ buki, G a r p hukukuyla a z ç o k teması olanlar bilirler ki, bu fik­ ri bize veren G a r b ı n m e d e n i memleketlerinde lâiklik her şey­ den e v v e l , d e v l e t i n , memlekette m e v c u t maruf v e müesses dinlere karşı tarafsızlığı v e herhangi bir din v e y a m e z h e b i n iç nizamına v e ibadet a h k â m v e erkânına hiçbir suretle m ü d a ­ hale etmemesidir.

(4) Bu satırları karaladığım sırada lie Monde) isimli meşhur bir Paris gazetesinde Henry Shapiro tarafından "Stalİn'den Sonra Rusya" başlığı altında neşredilmekte olan ÇOK enteresan bir röportaj serisinin 21.1.1954 sayısındaki yazıyı ibret ve dehşet duyarak okuduk. Bu yazıdan açıkça anlaşılıyor ki, bazı memleketlerde otuz beş seneden beri güdülen din düşmanlığı politikası, Bolşevik Rusya'da takip olunan politikanın pek az bir farkı İle aynıdır.

(5) 1926 senesine kadar. Osmanlı devri kanunu esasileri gibi, 1924 tarihli Anayasamız da dini esasa dayanmakta; yani İslâmiyet resmen devlet dini kabul edilmekte ve şeriat ahkamının yerine getirilmesi, devlet vazifeleri arasında yer almaktaydı.

1928'de İsmet İnönü ve arkadaşlarından mürekkep yüzyirmi mebus imza-sİyİe bir tadil teklifi yapılmış ve Meclisçe teklif kabul edilered, Anayasa'nın bazı maddeleri lâiklik esası dairesinde değiştirilmiştir. Bu cümleden olarak-Anayasa'nın (1924) 2'nci maddesinden "Devletin resmi dini, Din-i İslâmdır" ve 26'ncı maddesinden meclis vazifeleri arasında sayılan "ahkâm-ı şer'İyenİn ten-fizi" İbareleri kaldırılmış; seçimleri müteakip mebusların Meclis'e ilk gelişlerinde yapılması mutad olan yeminin dini şekli terkedilerek "Vallahi" yerine "Namusum üzerine söz veriyorum" lâfı konulmuştur. Bu tadilat İle Türkiye'de devlet diyanete karşı güya bitaraf bir vaziyet almış, yani hukuken "lâiklik" çerçevesine girmiştir.

Daha sonra, 1937'de Anayasa'da yapılan başka bir tadil neticesinde, 2'nci maddeye konulan (Cumhuriyet Halk Partisi'nin altı umdesi arasında "lâiklik" sözünün de bulunduğu malûmdur.) Fakat bu tâdil, yukarıda bahsettiğimiz 1928 tâdiliyie varılan "lâiklik" neticesine yeni bir şey ilâve etmiş değildir, sadece bunu teyid etmiştir.

(14)

B u g ü n R u s y a ' d a n başka daha bazı memleketler v a r ki, b u ­ ralarda politika a d a m l a r ı , kendilerini d i n âlimleri y e r i n e koya­ rak, dinin ibadet diline bile el uzatmakta beis göstermemişler v e bu uğurda aksaçh dindarlan sürgüne göndermekten, hattâ darağacma çekmekten utanmamrşiardır. Y i n e b u memleket­ lerde aynı d i n düşmanı politikacılar, devletin lâikliğini ilân et­ tikleri halde, d i n i , bütün teşkilatı v e personeli ile, kendi poli-tikalanna bağlamışlardır. H ü l â s a , lâiklik bahsinde bugün h a ­ kikaten ciddî v e ilmî bir izah yokluğu karşısındayız/"'

B u yokluğu görerek, z a m a n z a m a n i ç i m d e b u m e v z u l a r üzerinde bir şeyler y a z m a k arzusu v e a k l ı m m erdiği kadar ef­ kârı aydınlatmak gayreti d o ğ d u . A n c a k 1945 yazı başlarında, yani İkinci D ü n y a H a r b i ' n i n G a r p demokrasileri tarafından kazanılmasına kadar g e ç e n devri yaşamış olanlarımız hatır­ larlar ki, o devirde T ü r k i y e ' d e hükümet a d a m l a r ı n ı n icraatmı tenkit etmek, hususiyle d i n hürriyeti v e lâiklik gibi tekkeieş-miş m e v z u l a n e l e almak, âdeta intihar etmek demekti. B u n d a mübalâğa yoktur. Ş ü p h e edenler, o devrin gazete kolleksiyon-lannı karıştırabilirler. V e kanaati uğruna d a r a ğ a c m a çekilen ak sakallı adamların resimlerini görebilirler.

Z a m a n geçti. N i h a y e t bir vesile d o ğ d u : M e r h u m F e v z i Ç a k m a k ' ı n 1950 N i s a n ı n d a yapılan c e n a z e a l a y ı n d a ortaya bazı hâdiseler çıktı. B u arada, kargaşalık v e irtica koparma suçları isnat edilerek, yetmiş-seksen kadar üniversiteli genç d e tevkif edildi. H â d i s e , üniversite muhitinde bir kaynaşma yarattı. Tam bu sırada Üniversite Talebe Birliği İdare H e y e -ti'nin müracaatı karşısmda kaldım.

G e n ç l e r benden d i n hürriyeti v e lâiklik mevzuları etrafın­ da bir konuşma y a p m a m ı v e bu mes'eleler üzerinde kendile­ rini aydınlatmamı istediler. G e n ç l i k muhitinin derinden

deri-(6) Bu eserin ikinci baskısına başladığımız gönlerde Ankara'da çıkan "Türk Yurdu" mecmuasında Prof. Osman Turan tarafından, din ve lâiklik mevzuunda yazılmış üç makale okudum. Her biri derin bir vukuf ve araştırma mahsulü olan bu makaleleri okuyucularıma bilhassa tavsiye ederim.

(15)

ne çalkalandığı bir sırada bu gibi mevzularda konuşmanm v e bu mes'eleleri e l e a l m a n m mevsimsiz o l a c a ğ ı n ı , b i n a e n a l e y h , fırtınanın geçmesini v e ortalığın yatışmasını b e k l e m e k lâzım geldiğini düşünerek muvafakat e t m e d i m .

A r a d a n birkaç gün geçti. Tekrar gelip ısrar ettiler. " B i z , y ü z l e r c e talebe arkadaşlarımızın arzularını yerine getirmeye söz vererek, size geldik. Ş i m d i y e kadar bİze öğretilmeyen bu m e v z u l a r üzerinde bilgi edinmek istiyoruz. Siz hocasınız, biz talebeyiz. H o c a l ı k vazifenizi y a p m a y a sİzİ d a v e t e d i y o r u z " dediler.

B u n a karşı y a p ı l a c a k şey, teklifi h e m e n kabul etmekti. Ö y ­ le y a p t ı m . V e ç a r ç a b u k hazırlanarak, 1950 yılının 28 N i s a n v e 5 M a y ı s günlerinde bir hafta ara ile B a y e z i d ' d e k i talebe lo-k a l i ' n d e İlo-ki uzun lo-konuşma y a p t ı m . B ü y ü lo-k bir gençlilo-k lo-kitlesi beni dikkat v e alâka ile dinledi. B u konuşmalan kaleme ala­ rak, aynı s e n e n i n , 17 M a y ı s ı n d a n İtibaren oniki makale h a l i n ­ de " Y e n i S a b a h " gazetesinde neşrettim.

Yazıların gerek intişarı sırasında v e gerek intişarından son­ ra memleketin muhtelif yerlerinden tasvip, takdir v e tenkid y o l l u mektuplar a l d ı m . M e k t u p sahiplerinden birçoğu, b u y a ­ zıları broşürler halinde topluca neşretmemi istiyorlardı. B u n u ben d e arzu ettim. V e bir e m e k mahsulü olan yazıların gaze­ te sütunlarında p e r a k e n d e v e perişan kalıp, kaybolmamasını istedim. Fakat, b u n u n İçin m e v z u u daha esaslı bir surette iş­ leyip genişletmek lâzım geldi. Vakit buldukça bir çok nokta­ ları y e n i d e n tedkik ederek, eseri genişlettim. Hatalarımı d ü ­ z e l t m e y e çalıştım. D e r k e n , o k u y u c u m , elinizdeki şu eser m e y d a n a geliverdi.

Bir noktaya o k u y u c u n u n dikkatini çekmek isterim. D i y a ­ net bahsinde, amel b a k ı m ı n d a n , çok günahkârım. Fakat, g ü ­ nahkâr olmak, dini s e v m e y e v e dindarın tükenmez saadetine i m r e n m e y e mani midir? D i n hakkında yazılar yazışım v e d i n

(16)

-O N S -O Z

darlığı müdafaa edişim, şahsen din a h k â m î y i e amel ettiğim­ den v e dinin emirlerini yerine getirdiğimden değildir; bilâkis getiremediğim İçin üzüldüğümden v e dindarlığın insana ver­ diği iç huzuruna imrendiğimdendir. N a z a r ı m d a d i n , y a l n ı z ferd için bir fazilet v e feragat kaynağı değil, aynı zamanda v e böyle olduğu için içtimaî hayat temizliğinin d e en kuvvetli bir teminatıdır. Y i n e nazarımda dini sevmek v e M ü s l ü m a n l ı ğ ı müdafaa etmek, hakikatte insanlığı s e v m e k v e insanlık hakkı­ nı müdafaa etmektir. Ç ü n k i M ü s l ü m a n l ı k din kisvesine bürün­ müş insanlıktır. Saf Müslümanlıkla saf h u m a n i z m a arasındaki mesafe uzun değildir. Başka bir deyişle, M ü s l ü m a n l ı k , insan­ lık dediğimiz bütünün bir parçasıdır. P a r ç a y ı sevmek, netice itibariyle bütünü sevmektir.

B u esercik, dört kısım ile bîr ek kısımdan mürekkep ola­ caktır. Birinci kısmı, dinin tarifine v e hayattaki yeri mes'elesî-ne tahsis ediyoruz. İkinci kısımda, din hürriyeti v e bundan doğan vatandaş haklarını, ü ç ü n c ü kısımda, lâiklik prensibini inceleyecek, dördüncü kısımda z a m a n ı m ı z d a k i ilim v e din mücadelesini e l e alacak, nihayet ek kısımda d a bazı dokü­

manlar vereceğiz.

Eser, daha 1953 senesinin yazı başında bitmiş v e basılma­ ğa hazır bir hale gelmişti. 29.7.1953 tarih v e 6187 sayılı " V i c ­ dan v e Toplanma Hürriyetinin K o r u n m a s ı " hakkındaki, kanu­ nun çıkması üzerine talihsiz eserimin basılması geri kalmıştır. Aşağıya ilk maddesini not ettiğim bu kanun'^' karşısında eseri yeni baştan gözden geçirmeye v e birçok yerlerini

degiştirme-(7) Kanun no: 6)87 Kabul Tarihi: 24.7.1953 Neşir Tarihi: 29.7.1953 Madde: /• Siyasi ve şahsi nüfuz veya menfaat temin etmek maksadiyle dini veya dini hisleri, yahut dince mukaddes tanılan şeyleri veya dini kitapları âlet ederek, her ne suretle olursa olsun, propaganda yapan veya telkinde bulunan kimse, bir seneden beş seneye kadar ağır hapis cezası İle cezalandırılır.

Fiil, neşren işlenirse hükmolunacak ceza yan nisbetinde arttırılır.

(17)

y e , ilmi v e tarihi hakikatlere ait satırlar v e sahifeleri çıkarma­ y a , hülâsa, kanunun çizdiği yasak çerçevesi dairesinde eseri âdeta y e n i d e n y a z m a y a mecbur olduk. B u y ü z d e n , eserin hem intişarı gecikti v e bütünlüğü b o z u l d u ; hem de fikir v e ka­ naatlerimizden y a p m a k zorunda kaldığımız hesapsız fedekâr-lıklar sebebiyle orijinal çehresi buruştu. B u n a esef eder v e meşhur Lâtin Mütefekkiri Puplîus Syrus'un""bundan ikibin se­ ne e v v e l İfade ettiği acı bir hakikati, y i r m i n c i asrın ortasında memleketim hesabına üzülerek tekrar eder v e sözü bitiririm.

"Miserius est arbitrio alterius vivere."""

F e n e r y o l u : M a y ı s 1954

Ali Fuad BAŞGİL

(8) P. Syrus Milâddan evvel 1. asırda yaşamış ve yazmış, Romalı bir şair ve mütefekkirdir.

(18)

ikinci Baskı İçin;

Ö N S Ö Z

B u eserin ilk baskısı, 1954 yazı başlarmda ç ı k m ı ş v e o k u ­ yucular nezdinde çok iyi kabul görmüştü. B u n d a n cesaret alarak bugün ikinci baskıyı veriyoruz.

İlk iki baskı arasında geçen z a m a n içinde, o k u y u c u İ a n m ı n da bildiği gibi, din v e maneviyat sahasında, leyhte v e a l e y h ­ te, büyük gelişmeler o l d u . Hususiyle son bir-iki sene içinde dine karşı y a p ı l a n hücumlar v e tecavüzler havsalaya sığmaz bir genişlik a l d ı . T ü r k i y e ' n i n , bütün gayretlere rağmen, bir türlü kaikınamamasının başhca sebebi v e mes'ulü din v e m a ­ neviyattır sanıldı. D i n m e v z u u n a î a m a m i y l e y a b a n c ı oldukla-n, ileri-geri konuşmalarından anlaşılan bazı yüksek mertebe-İi şahsiyetler, sanki yapılacak başka bir iş kalmamış gibi, dini ele aldılar. B u mevzuda bilir-bilmez konuştular. Yuvarlak lâf­ lar e d i p , dinden v e K u r ' a n ' d a n bahsettiler. N i ç i n camilerde dualar, okumalar türkçe yapılmıyor; namazlarda K u r ' a n ne­ den türkçe okunmuyormuş? Türk vatandaşlarının Kur'an-ı ana dilleriyle o k u y u p anlamaları hakları değil miymiş? K u r ' a n m a d e m ki bütün milletlere v e ırklara hitap e d e n bir m u k a d ­ des kitaptır, her millet v e ırkm o n u kendi diliyle o k u y u p anla­ ması lâzım gelmez mi imiş? M i ş , miş, mîş... B u eser bu miş mislere v e bu gibi yersiz sorulara c e v a p vermekte v e maksa­ dın hakikat aramak değil, din v e maneviyatı kökünden sars­ mak v e iman nurunu söndürmek olduğunu göstermeye çalış­ maktadır.

(19)

Eğer bu bahiste hakikat aranırsa, o şudur: H e r dinin kendi bünyesine mahsus bir ibadet v e dua dili vardır. İslâmın bu d i ­ li K u r ' a n dilidir. K u r ' a n ' ı başka bir dile çevirir d e ibadeti bu dil ile y a p m a y a kalkışırsanız, o n u n kudsiyeti gider v e d o l a y ı -siyle din k a l m a z . Ş u h a l d e K u r ' a n dilİnİ ibadet v e d u a dili ola­ rak muhafaza etmek, netice itibariyle, Islâmı muhafaza et­ mektir.

Nedendir, b i l m e y i z ; bu memlekette a y d ı n geçinenlerden bir ç o ğ u kendilerini d i n m e v z u u n d a katolık misyonerleri ka­ dar mütehassıs sanıyor v e d i n d e n , M ü s l ü m a n l ı k t a n bahsedi­ yor, birer ihtisas a d a m ı edasiyle konuşuyor v e yazıyorlar. B u kadarla da kalmıyor, dindar vatandaşlara hakaret savuruyor­ lar, t e c a v ü z d e bulunuyorlar.

B u n l a r d a n , biraz d ü z g ü n c e konuşanlara göre, devrimiz müsbet ilim v e teknik devridir. Bugün yalnız ilim konusunda din denilen efsane v e esatir yığını tarihe gömülmelidir.

Kabul ederim kİ, bugün ilmin sözü, sözlerin şüphe götür­ meyenidir. O k s i j e n m i , yoksa hidrojen mi daha aktiftir d i y e düşünür, tereddüt e d e r s e m , bunu müsbet ilme sorarım. Fizik, k i m y a , b i y o l o j i , astronomi'den öğrenmek istediklerim için, hep ilme b a ş v u r u r u m . A l a c a ğ ı m c e v a b ı da hakikat kabul e d e ­ rim. Fakat A l l a h , âhiret v e ruh hakkında öğrenmek istedikle­ rimi aslâ müsbet ilme s o r m a m . Bunları K u r ' a n v e Hadis'ten v e bu k a y n a k l a n izah edip anlatan "müfessir" v e " m ü ç t e -hid'den öğrenirim.

Ç ü n k ü bilirim ki, A l l a h , âhiret v e ruh hakikatlan müsbet il­ min sahası dışındadır. İlmin bilgi sahası tartıya v e ö l ç ü y e gi­ ren maddi v e mahsûs şeyler sahasıdır. A l l a h v e ruh hakikatla-rı ise m a d d e d e n m ü n e z z e h v e mahsûsun üstünde hakikatlar-dır. B u n a rağmen, biri çıkar da bana müsbet llim adına A l l a h , âhiret v e ruh hakkında konuşur v e bunlar müsbet ilim usulle­ riyle isbat edilip ortaya konulmamıştır, binaenaleyh hakikat değildir, derse b e n bu söze, " h e z e y a n d ı r " d e r i m . Eğer bir müsbet i l i m c i ' " çıkıp da, " b e n bir a d a m ı ö l m e z d e n ö n c e v e

(20)

öldükten sonra dikkatle tarttım. Ağırlığından hiç bir şeyin ek­ silmiş olmadığını gördüm. Ş u halde ruh yoktur. O l s a y d ı iki tartı arasında bİr fark o l u r d u " derse, ben bu y a v e y e sadece gülerim. Ç ü n k ü ruh tartıya giren bir ş e y değildir. O bir (Subs­ tance vitale =) hayat cevheri yahut bir (energie vitale - ) hayat kudretidir. B u türlü iâ-maddî şeyler tartıya girmez; bizim iz'anımızı, varlıklarını kabule cebreder. N i t e k i m bİr elektrik lâmbasını da sönük v e yanar halinde tartarsanız, arada hiç­ bir ağırlık farkı bulamazsınız. B u n u n l a beraber maddeden ç ı ­ kan esrarengiz bir kudret olarak elektrik vardır.

Bir müsbet ilimci bana ba'sübadelmevte v e âhiret akidesi­ ne hiç aklım ermiyor, derse, o n a ; " S e n y o k iken nasıl var o l ­ duğuna v e y a n n ö l ü m l e y e n i d e n yok olacağına aklın eriyor mu? S e n i yok iken var eden mutlak kudretin sahibi, yarın da yok olduktan sonra y e n i d e n var edebileceğini kabul etmek mantıkan m ü m k ü n , hattâ zaruridir. İki mümasil hâdiseden b i ­ rini m ü m k ü n v e diğerini muhal görmek s a d e c e temerrüttür" d e r i m .

Yine bir müsbet İlimci bana, "dinin bildirdikleri müsbet il­ me aykırıdır v e ne ki ilme aykırıdır, hakikat değildir" der v e , misal olarak mukaddes kitapların (Hilkat-i  l e m ) hakkındaki ayetlerini gösterirse, o n u n inatçı bir cahil olduğuna h ü k m e ­ derim. Filhakika Kur'an-ı Kerim'de v e d a h a e v v e l Tevrat'ta beyari olunduğu üzere, mutlak kudretin sahibi olan A l l a h kâ­ inatı (altı günde) yaratmıştır. H a l b u k i , ilmin bildirdiğine göre, kâinat altı g ü n ü n , altmış m i l y o n yılın d e ğ i l , yüz milyonlarca senelik, uzun bir tekâmülün mahsulüdür.

B u n a c e v a p olarak derim ki, bu sırf bir tefsir v e anlayış m e ­ selesidir. K u r ' a n - ı Kerim'deki (gün)den maksat, yirmi dört sa­ atlik bir d e v r e değildir; bir (etape =) merhaledir. A l l a h - u Tealâ kâinatı altı merhalede yaratmış v e altıncı merhalede, (ahsen-i mahlûkât) olarak (ahsen-insan varolmuştur. H e r merhale arasındak(ahsen-i z a m a n ı ise ilmin bilip tayin etmesine i m k â n yoktur. O n u a n ­ cak yaratan bilir. D i n i n ilme v e felsefeye dair bildirdiklerini, ilmin bildirdiklerine göre tefsir v e tevil etmek mümkündür.

(21)

D i n i n yalnız itikada v e bazı a m e l meselelerine dair bildirdik­ leridir k i , b i z i m i l m i m i z i n hudutları dışında kalır. B ö y l e o l d u ­ ğu için d e ilim bu meseleler hakkında bir h ü k ü m v e r m e z v e bir iddiada b u l u n m a z .

Kur'ân-ı K e r i m ' i n buna benzer d a h a bir ç o k âyetleri var v e b u âyetleri az-çok a n l a y a n l a r da var. Eğer ben a n l a m ı y o r s a m , a n l a y a c a k s e v i y e d e değilim demektir. A n l a y a c a k s e v i y e d e o l ­ madığımı da a n l a m ı y o r s a m , ben kör-kütük bir a h m a k insanım demektir. Filozof Spinosa, Kant, Bergson v e B l o n d e l gibi yük­ sek tefekkür sahiplerinin üstün zekâ v e kültüre hitap e d e n gö­ rüşlerini herkes a n l a m a z . Fakat biri çıkar d a anlamadığı için b u filozofları red v e inkâra kalkışırsa b u k i m s e y e a h m a k d e ­ nir. K u r ' â n - ı K e r i m ' d e , her d e v r i n ilmine v e aklının seviyesi­ n e göre mânalandırılması lâzım gelen bir çok esrar var. İs­ l â m ' d a "usûl-i tefsir v e i ç t i h a d " adı verilen ilimler bu lüzuma c e v a p verir.

B u eserde biz, yukarıda birkaçını sıraladığımız m e s ' e l e l e ­ ri hallediyoruz d e ğ i l , s a d e c e kurcahyor v e öğrenmek isteyen okuyucuları uyanık v e dikkatli o l m a y a davet e d i y o r u z . İnatçı münkirleri inandırmaya v e onlara hakikatleri kabul ettirmeye imkân olmadığını biliyoruz. İnatçı münkirler bugün d i n i n y a l ­ nız m u a y y e n noktalan İle kalmamakta, diyaneti kökünden s ö k m e y e çalışmakta, anlamadıkları ilim n a m ı n a , y i n e a n l a ­ madıkları dini hakikatlan inkâra gitmektedirler. B u eserin baş­ lıca hedefi b u bozgunculara c e v a p vermektir.

S o n seneler içinde, biz bu memlekette ne h e z e y a n l a r gö­ rüp işitmedik. Tufeylî "reformcular", sahte Lüther'ler mi tanı­ m a d ı k ; n e d e l i saçması risale v e kitaplar m ı okumadık. İslâ­ mın " Â m e n t ü " sünü bile b i l m e y e n n i c e namertler M ü s l ü m a n ­ lıkta " r e f o r m " dâvasına mı kalkışmadı? Velhasıl, bugün Türki­ y e ' m i z din bahsinde, bir hercü-merç içindedir. B u g ü n bu m e v z u d a konuşan v e bağırtılariyle etrafındakileri susturan a y ­ dın kılıklı v e sefih ruhlu bir cehalet var. B i z bu eserde o n l a n n maskesini indirmeye çalışıyoruz. G e r ç i bu satırların sahibi kendini ehliyetli b i r d i n â l i m i görür olmaktan ç o k uzaktır. F a

(22)

-kat o hiç olmazsa bilmediğini bildiğine v e günahları ile ka­ rarttığı içini çetin bir nefis mücadelesiyle her gün biraz daha temizlediğine kanidir.

İnsanlar her devirde din v e m a n e v i y a t kuvvetine muhtaç olmuşlardır. Fakat bu ihtiyaç z a m a n ı m ı z d a bir zaruret halini almıştır. Eskiden atalanmız gayet basit bir din bilgisi v e göre­ nek halinde, sırıf "taklİdî" bir iman İle rahatça yaşıyorlardı. Ç ü n k ü onlara bütün içtimaî muhit, m a n e v i y a t telkih ediyor­ d u . A i l e hayatı din havası içinde yüzüyor, bütün c e m i y e t din havası teneffüs e d i y o r d u . Bugün durum t a m a m i y l e değişmiş­ tir. Bugün din duygusu zayıflamış, eski dinî hürmet terbiye­ sinin yerini küstahça bİr saygısızlık almıştır. B u g ü n aile daral­ mış v e bağları gevşemiştir. A i l e y ü k ü sırf k a n - k o c a n m o m u z ­ larına ç ö k m ü ş , ana-babalar İktisadi ihtiyaçlar karşısında, ç o ­ cuklarının dinî terbiyesine yetişemez olmuşlardır. Ö b ü r taraf­ tan mektep v e üniversiteler âdeta din aleyhtarı propaganda ocakları halini almıştır. İnatçı münkirlerin tezyif v e

temerrüt-leriyle bir kat daha bulanıklaşan b ö y l e bîr h a v a içinde, bugün artık basit din bilgisi kâfi gelmez olmuştur. D i n nedir? İlim ile münasebeti nicedir? İlim karşısında din bugün ne y a p m a l ı v e nasıl bir vaziyet almalıdır? gibi sorular şimdi her z a m a n d a n çok zihinleri tırmalamaktadır. Hususiyle a y d ı n gençlerin bu soruların cevaplarını b i l m e y e ihtiyaçları vardır. B u eserde biz bu ihtiyacı karşılamaya çalışıyoruz.

. Eserin b u ikinci baskısını bir hayli genişlettik. Birinci bas­ kıya fasıl v e ekler ilâve ettik. Hususiyle ilmin günümüzdeki inkişafı ö n ü n d e dinin alması lâzım gelen vaziyet üzerinde uzun boylu durduk. . '

İtiraf e d e l i m ki, m e v z u bir deryadır. B i z i m b u küçük eseri­ miz bu deryadan yalnız bir katredir. B i z e ümit v e teselli v e ­ ren, bu ikinci baskının son baskı olmayacağıdır. Kısmet olur­ sa, ü ç ü n c ü baskıda yeniden hatalarımızı düzeltir v e ilaveler y a p a n z . Eserlerini her baskıda adeta yeniden yazar gibi d ü

(23)

-zeltip zenginleştiren Fransız edip v e filozofu "Voltaire"e sor­ muşlar: "Eserlerinizin son baskısını ne z a m a n vereceksiniz?" " Ö l d ü ğ ü m g ü n " c e v a b ı n ı vermiş. N e güzel c e v a p ! Beşikten mezara kadar ö ğ r e n m e y e muhtaç o l a n insanın son eseri, ha­ kikaten, öldüğü gün m e v c u t olanıdır.

T ü r k i y e ' m i z i n son senelerinde din aleyhindeki çekişmeler karşısında, lehinde d e ç o k hayırlı gelişmeler olduğunu göre­ rek s e v i n i y o r u m . B u g ü n memleket sathına y a y ı l a n " İ m a m -Hatİp M e k t e p l e r i " n i n sayısı ondokuzu bulmuştur. B u n l a r ı n üstünde, 1959 senesi ilk baharında kabul edilen bir kanun İle İstanbul'da b i r d e " Y ü k s e k İslâm İlahiyat Enstitüsü" kurulmuş­ tur.

B u eserin ilk baskısında ileriye sürdüğüm " Y ü k s e k İslâm İlahiyat Enstitüsü" fikrinin, birkaç sene sonra, tahakkuk saha­ sına girmiş olmasını görmek benim için ayrıca bir bahtiyarlık­ tır. B u sene ü ç ü n c ü sınıfı teşekkül eden bu enstitüden çok ümitliyim. İyİ bir program v e imanlı hocalarla çalışmak şartiy-le, her sene biraz d a h a kemâle ereceğinden e m i n olduğum bu müessese, yüksek ehliyetli din âlimleri yetiştirecek v e Tür­ kiye'miz bugünkü keşmekeşten kurtulacaktır. B a n a belki o günü görmek kısmet o l m a y a c a k , fakat, ümitliyim ki Türki­ y e ' m i z bugünden daha mesut günler görecektir.

S ö z ü bitirmeden birkaç satır daha karalamama müsaade edilmesini o k u y u c u m d a n rica e d e c e ğ i m .

Senelerden beri bu eserdeki hakikatlan yazdığım v e y a y ­ dığım için t a h a m m ü l kırıcı hakaretlere uğradım. H a p s e d i l ­ d i m , İşkenceye s o k u l d u m v e kitle düşmanlığı k a z a n d ı m . B a ­ bıâli'de Türk düşmanı v e cahil kırması bazı yazarlar beni memlekete, hattâ hudut dışı memleketlere'-' " G e r i c i v e

mürte-(21 1961 yılının Şubat ayında. Balmumcu hapishanesinde mevkuf bulundu­ ğum sırada, Paris'le lâikliğe hizmet yolunda çalışan bir cemiyetten (Ligue Franga-ise de l'Enseignemeni • Cofederation Cenerale, des Oeuvres Laiques - Rue Re--*j

(24)

c i " tanıttı. H a k k ı m d a y a l a n v e İftira y a ğ m u r u yağdırdı. Fakat ben b u n d a n h\ç y e r i n m e d i m . Ç ü n k ü İnanıyorum ki, bu m e m ­ lekette b e n i m gibi d a h a beş-on gerİcİ v e mürteci olsaydı; Tür­ k i y e ' m i z b u g ü n k ü perişan h a l e d ü ş m e z , mektep çocukları hocalarını d ö v m e z , hocalar talebesine göz k o y m a z , bazı par­ ti adamları v e gazete sahipleri seçimler v e gazeteleri İçin, fab­ rikadan a i d ı k l a n kâğıtları karaborsaya sürmez v e daha neler, neler o l m a z d ı .

B a n a karşı yaratılan düşmanlıklar b u kadarla k a l m a d ı , her­ kesi imrendiren büyük bir şereften d e beni m a h r u m bıraktı. B u n a da g a m y e m e d i m . Ç ü n k ü b e n :

O ganiyem ki, bu bâzâr-ı cihanda Feleğe Metelik vermek İçin bende bozukluk yoktur.

Ali Fuad BAŞGİL

İstanbul, 1962

camier - Paris VIII eme) başlığını taşıyan bir mektup aldım. Bu mektupla, hülâsa olarak "le Monde"gazetesinin Türkiye muhabirinin bildirdiğine göre, son aylar­ da Türkiye'de ortaya çıkan anOlâik hareketlerin başında siz bulunuyormuşsunuz. Biz buna ihtimal veremedik. Fakat hakikati de bir türlü Öğrenemedik. Bizi bu hu­ susta aydınlatmanızı rica ediyoruz" deniliyordu. Bu mektuba şu cevabı verdim:

"Laiklik aleyhtarı olduğum, benim eserlerimi ve yazılarımı okumayan muar-rızlarımın, bana sırf bîr isnat ve iftİrasıdır. Ben lâiklik aleyhtarı değilim. Allahsız­ lık aleyhtarıyım. Bu iki tabirin mânalan arasındaki farkı siz Fransız dostlarım çok iyi bilirsiniz. Çünkü Fransa, tarihle ve bugün her ikisini de yaşamış ve yaşamak­ ladır. Ben medeni bir memleket İçin lâiklik ne kadar lâzım ise, Allahsızlığın da o kadar zararlı ve tehlikeli bir gidiş olduğuna kaniyim.

Ben tahsilimi Fransa'da yaptım. Allahsız bir cemiyetin huzur ve rahat yüzü görmeyeceğini sizin Alain, Blondel ve Chevalier gibi büyük filozof ve Edgar Qu-İnet gibi devlet adamlarmızdan öğrendim. Memleketimin karşılaştığı bu büyük tehlike İle mücadelem eğer bir suç ise, asıl suçlu ben değilim; bunu bana öğreten

Fransa'dır." • Bu mektubuma verilen cevapta, aydınlatıldığından dolayı, adı geçen

(25)
(26)

BİRİNCİ KISIM

D İ N V E H A Y A T T A K İ Y E R Î

_ I _

İNKARCI GÖRÜŞLER VE YANILDIKLARI NOKTALAR

- Eğer Tanrı var ise. Onu yok etmelidir.

Michel BAKOUNINE

~ Eğer Tanrı yok ise. Onu var etmelidir.

VOLTAIRE

Son devrin inkarcılık modası

ve çeşitli inkarcı kollar:

Din m e v z u u n d a ilmin n e d e d i ğ i n i ve objektif hakilca-tin n e d e n i b a r e t o l d u ğ u n u a n l a t m a y a g i r i ş m e z d e n ev­ vel, i n k â r c ı l a n n n e dediklerini v e n e r e d e yanıldıklarını g ö r e l i m . Ve ş u n u bilelim ki, Ş a r k ' d a ve G a r b ' d a , h e m e n h e r d e v i r d e ve h e r m e m l e k e t t e Allah'ı i n k â r v e dini t e z ­ yif e d e n l e r g ö r ü l m ü ş t ü r . F a k a t b u n l a r b i r b u ç u k - iki a s ı r evveline gelinceye k a d a r ; h e m b u l u n d u k l a r ı c e m i ­ y e t l e r içinde tek t ü k kalmış, h e m d e i n k â r l a r ı n ı teVile v e m a k s a t l a r ı n ı gizlemeye çalışmışlardır. Dine c e p h e ­ d e n h ü c u m ve Allah'ı a ç ı k t a n i n k â r m o d a s ı , G a r b ' d a ,

(27)

o n s e k i z i n c i a s r ı n o r t a l a r ı n d a n b a ş l a r . Bizde ise b u m o ­ da, elli, altmış s e n e e v v e l i n d e n ö t e y e g e ç m e z .

Biz, b u r a d a G a r b ' d a k i h ü c u m v e i n k â r l a r ü z e r i n d e d u r a c a ğ ı z . Bizdekiler belli t a ş l ı b i r tetkik v e t e f e k k ü r m a h s u l ü o l m a k t a n çok ş u u r s u z c a b i r G a r p taklitçiliğin­ d e n ibarettir. Bizde, M e ş r u t i y e t s e n e l e r i n d e "İçtihat" m e c m u a s ı e t r a f ı n d a t o p l a n a n i n k a r c ı kalemler, o n s e k i ­ zinci a s ı r s o n l a r ı n d a k i F r a n s ı z i n k a r c ı l a r ı n ı n s a d e c e t e r c ü m a n ı o l m u ş l a r d ı r .

G a r b ' d a k i i n k a r c ı l a r a d i k k a t e d e r s e k , b u n l a r h e p a y ­ nı y o l d a v e k u v v e t t e değildirler. B u n l a r d a n kimi ilim n a m ı n a k o n u ş t u ğ u n u ileri s ü r m e k t e ; kimi, d i n e v e m a ­ n e v i y a t a h ü c u m etmeyi, d ü n y a y ı ihtilâle v e r m e k için b i r v a s ı t a g ö r m e k t e ; kimi d e i n k a r c ı l ı ğ a d e v r i n b i r m o d a s ı o l a r a k s a p m a k t a d ı r . Biz, b u k ü ç ü k e t ü d ü m ü z d e i n k a r c ı ­ lığın t a m v e etraflı b i r t a r i h i n i y a p a c a k v e b ü t ü n kolları ü z e r i n d e d u r a c a k değiliz, s a d e c e belli başlı iki inkarcı kolu ele alacağız. Bunlar, A n s i k l o p e d i c i l e r v e M a d d e c i -ler'dir. B i r i n c i l e r d e n başlıyalım.

Ansiklopediciler ne diyorlardı?

Din n e d i r ? Sualine o n sekizinci a s r ı n Voltaire ve Di­

derot g i b i akliyeci'" fılîzofları v e ansiklopedicileri'^^^ ş ö y ­

le c e v a p v e r i y o r l a r d ı :

(1) Felsefede akliyecilik veya akliye mezhebi, insan aklınm sonsuz kudretine ve hakikati bulduran yanılmaz bir rehber olduğuna inananlann mesleğidir. Buna göre, akıl realiteleri aydınlatan yegâne ışık venakikatleri bize gösteren aynadır. Akla uygun olan ve akıl ile bilinen her şey hakikattir ve her hakikat akla uygun­ dur ve akıl ile idrâk olunabilir. Akla uygun gelmeyen hİç bir şey de hakikat de­ ğildir.

(2) Ansiklopediciler diye onsekizinci asırda Fransa'da Ansiklopedi (= Encye-lopedie) adında çıkarılan büyük bir ilim, fen, felsefe ve sanat kamusunun mües-sis ve muharrirlerine denir. O asnn devlet, hükümet ve cemiyet telâkki ve mües­ seselerini baştan aşağı tenkide koyulan bu fikir ve felsefe adamlarının başında Diderot (1713-1784) ve D'Alembert = Dalamber (1717- 1783) gelmekledir. Her biri fikir ve felsefe sahasında değerli eserler veren bu adamlar, kiliseye ve bu vası­ ta ile diyanete şiddetle hücum etmişlerdir. Bunlardan, meselâ, Diderot, "Interp- •*j

(28)

"Din, r u h a n i l e r sınıfının hsdkı i s t i s m a r için icat ettiği b i r efsanedir. H e r d e v i r d e r a h i p ve k â h i n diye b i r t a k ı m t e m b e l v e işsiz k i m s e l e r t ü r e m i ş t i r . Bir nevi e s r a r e n g i z ­ liğe b ü r e n e r e k , d i n âyin v e i b a d e t l e r i n i icat e d i p k u r ­ n a z c a t e r t i p l e y e n b u n l a r d ı r . M â b e d ve m a n a s t ı r l a r d a ç a l ı ş m a d a n yiyip, y a ş a y a n v e b i r p a r a z i t sınıf teşkil e d e n b u k i m s e l e r d i r ki, Allah v e d î n efsanesini u y d u r ­ m u ş ; i n s a n l a r ı n c e h l i n d e n v e t o y l u ğ u n d a n f a y d a l a n a ­ rak, b u n u kendileri için b i r e k m e k t e k n e s i v e b i r m e n ­ faat k a z a n ı y a p m ı ş l a r d ı r . F a k a t , d u r m a d a n ilerliyen il­ m i n m e ş ' a l e s i , i n s a n l a r ı a y d ı n l a t ı p , b u s a y e d e t a b i a t m sırları v e tılsımları ç ö z ü l d ü k ç e , o r t a d a Tanrı d i y e b i r va­ h i m e v e d i n diye k a r a n l ı k b i r e f s a n e kalmayacaktır."'^'

retulion de la Nature = Tabiatın Tefsiri" adlı eserini şu satırlarla bitiriyordu: "Ey Tanrı! Var mısın bilmiyorum; fakat ben, sanki içimi görüyormuşsun gibi düşünecek, senin önünde imişim gibi hareket edeceğim... Bu dünyada senden hiçbir şey istemem... Eğer âhiret diye bir şey varsa, orada senden merhamet di­ lerim. Lâkin bu dünyada ne yaparsam, onu kendim için yaparım. Eğer iyilik ar­ kasında isem, bunun için zahmet çekmem. Eğer kötülüğü terkedersem bunu, hiç seni düşünmeden yaparım. İşte ben olduğum gibiyim, ezeli ve zaruri bir madde­ nin zarun bir parçası; yahut, belki dr. senin malvûk'un."

(3) On sekizinci asnn din düşmanları arasında, hattâ başında meşhur edip ve filozof Voltaire (1694-1778) gelir. Bu acı sözlü, hırçın adam, diyanete hücumda, muasırlarının hepsini geride bırakmıştır. Dini, sahtekârlık ve din adamlarını ya­ lancı ve sahtekâr diye vasaflandırmağa kadar giden Voltaire'in din düşmanlığı pek genç yaşında iken başlamıştır. Daha 1718'de yazdığı bir şiir mecmuasında din adamları ve âlimleri hakkında, "Bunlar, aptal halkın düşündüğü gibi adam­ lar değildir, bunların ilmi sermayesi, bizim loyluğumuzdur" diyordu. Voltaire'e göre din, tıpkı kalp para gibidir; onu, ancak bilmeyenler kabul eder. Hazret-i Mu­ hammed'e kadar dil uzatmaya cür'et eden Voltaire, bütün ömrü boyunca en cid­ di eserlerinde bile, rahipleri sahtekârlıkla itham etmiş ve dinleri, milletlerin ha­ yatında acı bir tesadüf eseri göstermiştir. J742'de neşrettiği "Essai sur les moeurs" adlı eserinde kendi kendine "Diyaneti ilk icat eden kimdir?" diye soran Voltaire, buna: "Cünün birinde bir ahmağa rastlayan bir hilekârdır" cevabını veriyordu. (Cilt: 1, sah. 133, Kbl.). Voltaire'e göre dinler, insaniyette çiftçilik, hayvancılık ve sanayi hayatı gibi maddi medeniyet şart ve imkânlan doğduktan sonra, sırf bir lüks ve İstismar vasıtası olarak zuhur etmiştir. Yukarıda zikrettiğimiz eserinin bir başka yerinde Voltaire: "Asırlar geçtikten ve cemiyetler kurulduktan sonra dır ki,bazı dinler zühür etmiş ve bazı kaba âyinler icat edilmiştir" diyordu. (Cilt 1, s. 14).

Hemen ilâve edelim kî, bütün bu noktalarda bugün tarih ve sosyoloji, Volta-ire'i kal'i surette yakalamakta ve bu iddiaları gülünç bulmaktadır. Bugün az çok, felsefe ve tarih kültürüne sahip olanlarca Voltaire'in bu iddia ve isnatları, kindar bir mütefekkirin sırf masa başı kuruntuları olmaktan başka bir kıymet taşımamak­ tadır.

(29)

~ D I N v e L A İ K L İ K —

H i ç b i r İlmî v e t a r i h î e s a s a d a y a n m a y a n v e sırf o n s e ­ kizinci a s n n politika m ü c a d e l e l e r i n d e h e m m u t l a k i y e t rejimini, h e m d e kiliseyi d e v i r m e k için, iki ağızlı b i r b a l ­ t a gibi kullanılmış o l a n b u telâkki v e isnadlar, maalesef, z a m a n ı m ı z ı n b a z ı câhil v e inatçı i n s a n l a r ı m u h i t i n e k a ­ d a r s ü r ü p gelmiştir. B u g ü n bile b a z ı y a r ı bilgin v e y a p ­ m a c a m ü t e f e k k i r l e r t a r a f ı n d a n b u fikirlerin ciddiye alı­ n ı p , m ü d a f a a edildiği g ö r ü l m e k t e d i r .

Ansiklopediciler nerede yanılıyorlardı?

Din, asla r a h i p v e r u h a n i sınıfının u y d u r u p , o r t a y a ç ı k a r d ı ğ ı b i r ş e y değildir. Bilakis, o smifi i n s a n d a k i d i n v i c d a n ı v e Allah d u y g u s u d o ğ u r u p o r t a y a çıkarmıştır. O n d o k u z v e y i r m i n c i a s ı r l a r ı n t a r i h v e sosyoloji a r a ş t ı r ­ m a l a r ı ile a n l a ş ı l m ı ş t ı r ki, din, d e r i n b i r d u y g u v e m a ­ n e v i b i r m e s n e d o l a r a k i n s a n o ğ l u ile b e r a b e r v a r o l m u ş v e ilk m e d e n i y e t e s e r l e r i , m e d e n i d u y g u l a r v e d ü ş ü n c e ­ ler, h e p dinî i n a n ç l a r ı n d a n d o ğ m u ş t u r . H u k u k , a h l â k v e siyaset, h a t t â t e k n i k v e s a n a t bile z u h u r ve inkişafını di­ n î d u y g u v e d ü ş ü n c e l e r e b o r ç l u d u r . B ü t ü n b u m ü e s s e ­ seler, b i d a y e t t e t o p l u m h a l i n d e d i n ile v ü c u t b u l m u ş v e d i n ile o m u z o m u z a ilerlemiş; a n c a k , yakın z a m a n l a r d a ­ d ı r ki, b u n l a r d i n d e n ayrılıp ayrı b i r e r m ü e s s e s e halini almıştır.™

Voltaire'în açtığı yoldan yürüyenler arasında Alman mütefekkir Feuerbach (1804-1872) başla gelir. Bu mütefekkire göre, din; insan icadı ve hayalidir. Allah, insanı değil; insan, Allah'ı yaratmıştır. Dinin ahkâm ve evamiri, İnsanın İdealle-şen kendi fikirleridir. İlmin İlerlemesi sayesinde insan uyanacak ve dinin değil, il­ min sesine kulak verecektir.

4) Türkiye'de bu ayrılışı adım adım takib etmek mümkündür. Bizde Tanzima-tın başlangıcı sayılan 1839 "Cülhane Hatt-ı Hümayunu" na kadar din, hukuk ve ahlâk hep aynı bir "şeriat" kaynağından çıkmakta ve dini bir terbiye esasında bir­ leşmekte idi. Tanzimat devrinde Ceza, Usulü Muhakeme ve Ticaret Kanunları gibi bazı kanunların Avrupa'dan iktibas edilmesi ve devletin İdare usullennde (yenilikler yapılması gibi hareketlerle bu birlik çözülmeye başlamıştır. Fakat din ile hukukun büyük bir kısmı 1926'ya kadar kaynak birliğini muhafaza etmiştir. Filhakika bizim "Mecelle" yani Medeni Kanunumuzun büyük bir parçası ta- A.

(30)

B u g ü n ü n t a r i h ilmi i s b a t e d i y o r ki, ilk d e v i r l e r d e n i t i b a r e n , b i n l e r c e a s ı r b o y u n c a i n s a n l ı ğ ı n y e g â n e y o l göstericisi, felsefe ve s a n a t h o c a s ı , d i n olmuştur/^^ İlim­ lerin inkişafını b i r çok b a k ı m l a r d a n d i n e b o r ç l u y u z . İlk ç a ğ l a r d a din, b ü t ü n fîkri faaliyetlere h â k i m o l m u ş v e h e r ş e y dini b i r f o r m a giymiştir. B u vakıayı delil a l a r a k , h e r ş e y d i n ' d e n çıkmıştır, denilebilir.'^'

Ansiklopedicileri yanıltan sebepler:

Onsekizinci a s ı r filozofları, din b a h s i n d e r u h a n i l e r sınıfının r o l ü n ü , b ü t ü n ölçüleri a ş a c a k şekilde, m ü b a l a ­ ğ a e d i y o r v e b u s u r e t l e , t a r i h ilmi b a k ı m ı n d a n , g ü l ü n ç h a t a l a r a d ü ş ü y o r l a r d ı . " ' Din m e s ' e l e s i n d e o n l a r ı yanıl­ t a n ilk s e b e p , içinde y a ş a d ı k l a r ı d e v r i n m u t l a k i y e t i d a ­ r e l e r i n e k a r ş ı giriştikleri m ü c a d e l e d e , d i n e h ü c u m u , b i r silah o l a r a k k u l l a n m a k i s t e m e l e r i y d i . Ansiklopediciler, c e p h e d e n h ü c u m a c e s a r e t e d e m e d i k l e r i i s t i b d a d ı , d a ­ y a n d ı ğ ı kilise v e din a d a m l a r ı vasıtasiyle v u r m a k iste­ mişlerdir. B u n a , o d e v r i n F r a n s a ' s ı n d a , d i n a d a m l a r ı a r a s ı n d a k a r d i n a l m e r t e b e s i n e k a d a r y ü k s e l m i ş bazı k ü s t a h m ü r a i l e r , g ü n d ü z külahlı, g e c e silâhlı, e ğ l e n c e v e m e n f a a t d ü ş k ü n ü s o y s u z r a h i p l e r m e y d a n v e r m e k t e idiler.'^' B u n d a n b a ş k a , onaltıncı a s ı r d a İ t a l y a ' d a h ü ­ k ü m r a n o l u p , H r i s t i y a n m a b e d i n i b i r z u l ü m v e c i n a y e t

mamiyle İslâm Hukukuna dayanmakla İdi. 1926'da İsviçre Medeni Kanununun alınması ile Türkiye'de Hukuk dinden tamamiyle ayrılmış ve lâikleşmişlir.

(5) Bakınız: Louis Weber, Le rythme du progres (Etude sociologique) Paris, Lib. f. Alcan, p. 152 - Fustel de Coulange.

(6) R. Worms, Conclusions des sciences soctâles Paris, 1920, Lib. Giard, p.

16a.

(7) Salomon Reİnaclı: Orpheus (Histoire Generale des Religions) Paris, Lib. d'Educalion Nalionale, 1930, p. 13-14.

(31)

y u v a s ı h a l i n e l<oymuş o l a n Borgia'^' ailesine m e n s u p p a p a l a r ve k a r d i n a l l e r i n h â t ı r a l a r d a bıraktığı n e f r e t iz­ leri h e n ü z silinmemişti. İşte d i n e h ü c u m d a e m s a l i n i g e ­ r i d e b ı r a k a n Voltaire v e fikir a r k a d a ş l a r ı , ilmî b i r t e z m ü d a f a a e t m e k t e n çok, d i n n a m ı n a irtikâb edilen c i n a ­ y e t l e r d e n v e b i r t a k ı m d e n s i z d i n a d a m l a r ı n d a n d u y ­ d u k l a r ı nefreti ifade e d i y o r l a r d ı .

F a k a t , i n s a f ile d ü ş ü n ü r s e k , b a z ı u ğ u r s u z d i n a d a m ­ l a r ı n a kızıp d a , d i n e h ü c u m e t m e k , b u g ü n bazı âlim kis­ v e s i n e b ü r ü n m ü ş ilim b e z i r g a n l a r ı n a kızıp, ilmi i n k â r e t m e k k a d a r m â n â s ı z v e g ü l ü n ç t ü r . H e r sınıf i n s a n l a r i ç i n d e o l d u ğ u gibi, d i n a d a m l a r ı z ü m r e s i içinde d e m ü -r a i v e m e n f a a t d ü ş k ü n ü s a h t e k â -r l a -r bulunabili-r. N i t e ­ kim, b ü t ü n t a r i h b o y u n c a h e r d e v i r d e v e m e m l e k e t t e b u l u n m u ş t u r . G ü n d ü z ü n m e ş i h a t p o s t u n d a o t u r u p d a , g e c e l e r i n i f a r m a s o n l o c a s ı n d a g e ç i r e n şeyhülislâmlar, d i n v e i m â n ı n ı m e v k i v e m e n f a a t l e d e ğ i ş e n a v u k a t , ş e r ' i y e vekilleri v e k a n a a t l e r i n i , g ö z diktikleri A d l i y e Vekilliğine d e ğ i ş e n , s a h t e softa din âlimleri g ö r ü l m ü ş ­ t ü r . B u n a m u k a b i l , e n k a a h i r v e zalim iktidar a d a m l a r ı k a r ş ı s ı n d a bile b ü k ü l m e y e n , i m a n ı u ğ r u n a varını v e c a ­ nını f e d a y a razı olan sayısız k a h r a m a n din a d a m l a r ı d a g ö r ü l m ü ş t ü r . " " ' O n s e k i z i n c i a s r ı n fikir a d a m l a r ı n ı d i n b a h s i n d e feci b i r ş e k i l d e y a n ı l t a n d i ğ e r b i r s e b e p d e , o a s ı r d a ilmin h e n ü z ç o c u k l u k ç a ğ ı n d a b u l u n m a s ı ; t a r i h i n ise, h e n ü z i ş l e n m e m i ş y o z b i r t a r l a m a n z a r a s ı arzetmesiydi.'"'İIim v e t a r i h s a h a s ı n d a h e n ü z fındık k a b u ğ u d o l d u r m a y a n b i r bilgi h a m u l e s i n e g ü v e n e r e k , din m e s ' e l e s i gibi e s r a r

(9) On allına asır başlarında İtalya'da hükümet süren geniş bir ailenin adı­ dır. Bu ailenin meşhur İsimleri 6'ncı Alexandre (Papa) Sezar Borgia ve iükres Borgia'dır.

W) II. Bayezid, Yavuz Selim ve Kanunî devirlerinde şeyhülislâmlık makamı­ na şeref vermiş olan meşhur Zenbillİ Ali Efendi bu sayısız din adamlarından bi­ ridir.

(n) Bakınız: Prof Daurice Halbwadis, Les origines du sentimetn religieux, Paris, Lib. Stock (La Culture Moderne) p. 7.

(32)

İle dolu b i r b a h s i ele a l m a k , y a r ı bilginlere m a h s u s b i r pervasızlıktı. O n d o k u z u n c u v e y i r m i n c i a s ı r l a r d a ilim­ l e r d e , h u s u s i y l e d i n l e r t a r i h i n d e v ü c u d a g e l e n g e l i ş m e ­ ler v e ilerlemeler d i n i n n a s ı l b i r d e r i n i n s a n v e c e m i y e t i h t i y a c ı n a c e v a p v e r d i ğ i n i v e Allah d u y g u s u n u n n a s ı l b i r i n c e ve saf sezişe d a y a n d ı ğ ı n ı g ö s t e r m i ş v e a y n ı z a ­ m a n d a , a n s i k l o p e d i c i l e r i n d ü ş t ü ğ ü h a t a n ı n k a b a l ı ğ ı n ı d a o r t a y a k o y m u ş t u r .

Din, i n s a n v e cerniyetle b e r a b e r d o ğ m u ş , sayısız a s ı r l a r v e milletler i ç i n d e b i n b i r çeşit inkilâp v e i s t i h a ­ lelerin m u ş t a s ı a l t ı n d a b u g ü n e k a d a r y a ş a m ı ş t ı r . B u - ' g ü n , d ü n y a y ı sevk v e i d a r e e d e n k u v v e t l e r i n d e b a ş ı n ­ d a gelmektedir. Böyle b i r m ü e s s e s e , y a l a n , hile v e m e n ­ faat ü z e r i n e k u r u l m u ş v e b ü t ü n b i r insanlık d ü n y a s ı , b u b a h i s t e a s ı r l a r c a y a n ı l m ı ş o l a m a z . B u n u i d d i a e t m e k için m ü ş t e r e k v e m â ' ş e r i k a n a a t l e r i n e h e m m i y e t i n i v e içtimaî m ü e s s e s e l e r i n m â n a s ı n ı a n l a m a m ı ş o l m a k lâ­ zımdır. Din m ü e s s e s e s i n i n kökleri, i n s a n ı n y a r a d ı l ı ş ı n -dadır. Ve b ü t ü n d i n l e r d e b u y a r a d ı l ı ş a c e v a p v e r m e k ü z e r e , Allah ve â h i r e t akideleri gibi, b a z ı m ü ş t e r e k h a ­ kikatler vardır. Bu h a k i k a t l e r d i r ki, d i n l e r e y a ş a m a k v e t a r i h i fırtınalara k a r ş ı d a y a n m a k k u v v e t v e i m k â n ı n ı sağlamıştır."^'

Din, iflâs etmedi ve etmeyecektir:

Hülâsa, ilerleyen ilmin m e ş ' a l e s i ö n ü n d e d i n l e r i n if­ lâs e d i p t a r i h e k a r ı ş a c a ğ ı n ı z a n n e d e n onsekizinci a s ı r a d a m l a r ı , b u b a h i s t e k i g ö r ü ş l e r i n d e , tıpkı k e n d i h a y a l ­ lerini h a k i k a t s a n a n ç o c u k l a r gibi, yanılmışlardır.- İlim a n a h t a r i y l e h e r m e ç h u l ü n kilidini a ç a c a ğ ı n a i n a n a n z a ­ vallı münkir, g ö r m ü y o r ki, ilmin ç ö z d ü ğ ü h e r m u a m ­ m a n ı n a l t ı n d a n b i n b i r m u a m m a d a h a ç ı k m a k t a v e b i

-(12) Aynı esere bakınız, sah. 8.

(33)

Maddeciler ne düşünüyor ve ne diyorlar?

A n s i k l o p e d i c i l e r d e n s o n r a , g e ç e n a s ı r d a , d i n d ü ş ­ m a n l ı ğ ı b i r nevi ilmiliğe b ü r ü n e r e k , yeni b i r hız ile y e ­ n i d e n o r t a y a çıkmıştır. Y u k a r ı d a d e d i ğ i m i z gibi, Volta­

ire ve fikir a r k a d a ş l a r ı , d i n e h ü c u m u , giriştikleri politi­

k a m ü c a d e l e s i n d e b i r silâh o l a r a k k u l l a n m ı ş l a r v e (kı­ zım s a n a s ö y l ü y o r u m , g e l i n i m s e n işit) k a b i l i n d e n d i n a d a m l a r ı n ı n ş a h s ı n d a , m ü s t e b i t kuralları h ı r p a l a m a k i s t e m i ş l e r d i r . M a d d e c i l i k (= Materlalisme) a d m ı alan y e n i m ü n k i r i i k ise, d i y a n e t i t e m e l l e r i n d e n ç ö k e r t m e ğ e y ü r ü m ü ş v e b u h u s u s t a , h e r g ü n yeni keşifleri ve ilerle-ç a r e ilmimiz, s o n s u z b i r m e ilerle-ç h u l l e r d e r y a s ı i ilerle-ç i n d e b i r s a m a n ç ö p ü gibi k a l m a k t a d ı r . H a y ı r ! Din iflâs e t m e d i , ilim b u g ü n aczini a n l a d ı .

G ö r m e y e n gözlü m ü n k i r ! D ü ş ü n ki, ü s t ü n d e y a ş a d ı ­ ğın ş u y e r y u v a r l a ğ ı , sayısız e c r a m ve s o n s u z b i r k â i n a t i ç i n d e e n k ü ç ü k b i r varlık v e â d e t a b i r n o k t a d ı r . S e n ise, b u n o k t a n ı n i ç i n d e ve s a t h ı n d a k i z e r r e l e r d e n b i r z e r r e ­ sin. Varlığın fâni, ö m r ü n m a h d u t , akim âcizdir. S e n , b u hiçliğini u n u t u y o r s u n d a , h u d u t s u z v e s o n s u z b i r kâi­ n a t ı i d r a k v e i h a t a y a kalkışıyor v e k e n d i hayâlini h a k i ­ k a t s a n a r a k , i n k â r a s a p ı y o r s u n . G ö r m ü y o r s u n ki, ç o k g ü v e n d i ğ i n v e d ü n y a l a r ı n ışığı s a n d ı ğ ı n aklın s a n a k â ­ i n a t m u a m m a s ı k a r ş ı s ı n d a h i ç değilse, insaf e d i p s u s ­ m a y ı o l s u n ö ğ r e t e m e m i ş t i r .

Hayır, o k u y u c u m ! E m i n o l u n u z ki, b u g ü n Voltaire ve emsalinin izinden y ü r ü y e n tek b i r yüksek ilim a d a m ı v e filozof yoktur. O l a m a z , ç ü n k i ilmin h a r e k e t n o k t a s ı şekk'tir. Felsefeninki t e m a ş a ve hayrettir. İnkâr ise, m ü -c e r r e d b i r -cehalettir. A n -c a k -cahillerdir ki, inkâra -c e s a r e t bulur.

(34)

yişleriyle gözleri k a m a ş t ı r a n "ilim"in g ö l g e s i n e s ı ğ ı n ­ mıştır.

Dinlere m e y d a n o k u y a n d ü ş m a n l a r ı n , ö t e d e n b e r i en çetini v e kuvvetlisi sayılan m a d d e c i l i k şeklindeki münkirlik ü z e r i n d e b i r a z fazlaca d u r a l ı m .

Eski zaman maddecileri ne diyorlardı?

M a d d e y i , b ü t ü n varlıkların m e n ş e i , m e b d e i v e y a r a ­ tıcısı g ö r e n , yani Allah y e r i n e m a d d e y e t a p a n m a d d e ­ cilik, flkir t a r i h i n d e yeni b i r ş e y değildir. Bilâkis, b u n u n ç o k g e r i l e r e u z a n a n eski b i r mazisi v a r d ı r . B u k a n a a t i n piri v e ilk k a h r a m a n ı , M i l â d d a n 520 y a h u t d i ğ e r b i r r i ­ v a y e t e g ö r e , 4 6 0 s e n e evvel y a ş a m ı ş o l a n Democrite (=Demokrit) a d ı n d a Yunanlı b i r filozoftur. H a t t â m a d ­ deciliğin tarihi b u filozofu bile aşar.'"' A n c a k m a d d e c i k a n a a t e orijinal ç e h r e s i n i v e r e n v e o n u felsefi b i r d o k t ­ r i n h a l i n e k o y a n o d u r . D e m o c r i t e ' t e n t a k r i b e n b i r asır k a d a r s o n r a g e l e n Epicure (=Epikür) a d ı n d a d i ğ e r b i r Atinalı filozof, m a d d e c i l i ğ i çok ileri g ö t ü r m ü ş v e

'"Epi-curisme" d e n i l e n m e ş h u r b i r felsefe m e k t e b i n i n t e m e l i

y a p m ı ş t ı r . Y u n a n l ı l a r d a n s o n r a , y i n e - e s k i d e v i r l e r d e m a d d e c i l i ğ i R o m a l ı şair-filozof Lucrece (=Lükres, M i ­ l â d d a n evvel 95-51) m ü d a f a a etmiş v e y a ş a t m ı ş t ı r .

B u eski v e ilk m a d d e c i l e r e g ö r e , g ö k k u b b e altında "hiç b i r ş e y y o k t a n v a r olmaz; v a r o l a n b i r ş e y d e asla y o k o l m a z . " S a d e c e r e n k , şekil v e vaziyet d e ğ i ş t i r i r : Y a ğ m u r y a ğ a r , t o p r a k t a n ot, a ğ a ç biter; g ü n e ş i n ziyası v e h a r a r e t i altında b ü y ü r , yaşar, s o n r a k u r u r , d ö k ü l ü r v e y e n i d e n t o p r a k olur. B u n u n gibi h e r şey, b i r a n için v a r olur v e b i r z a m a n varlıkta d e v a m eder, s o n r a k u r u r .

(13) Rivayete göre, nıaddeciliğin ilk hocası Leucippe = Lösip adında Trakya­ lı bir filozoftur. Fakat, bunun ne bir esen ele geçmiş, ne de hayatına dair doğru bir bilgi edinmek mümkün olmuştur.

(35)

ç ü r ü r v e n e t i c e d e asli v e i p t i d a î m a d d e l e r i n e r ü c ü eder. Bu b i r devr-i d a i m ( = D e v e n i r eternel)dir. B u ezeli d e v i r v e t a h a v v ü l i ç i n d e d e ğ i ş m e y e n , d a i m v e e b e d i k a l a n b i r ş e y v a r s a , o d a m a d d e d i r . Ş e y l e r v e cisimler, m a d d e n i n s o n s u z b i r s u r e t t e ş e k i l l e n m e s i n d e n m e y d a n a g e l m e k ­ tedir. B i n â e n a l e y h , k â i n a t m a d d e d e n ibarettir. H e r ş e ­ y i n asli v e ezeli c e v h e r i m a d d e d i r . M a d d e , " a t o m " d e n i l e n v e p a r ç a l a n m a s ı m ü m k ü n o l m a y a n z e r r e c i k l e r d e n t e r e k k ü b eder.""" Ş u h a l d e , b ü ­ t ü n varlıklar, b i r e r a t o m m ü r e k k e b i o l m a k t a n b a ş k a b i r şey değildir. Gökler, b i r a t o m fezası; y e r y ü z ü , ay, g ü n e ş v e d i ğ e r b ü t ü n s e y y a r e l e r b i r e r a t o m k ü m e s i ; h a r a r e t v e ziya d a , b i r e r a t o m h ü z m e s i d i r . R u h bile a t o m m ü ­ r e k k e b i b i r m a d d e d i r . Yalnız r u h u v ü c u d a g e t i r e n a t o m l a r b a ş k a c i n s t e n d i r . Bunlar, g a y e t şeffaf v e sey­ yaldir. F a k a t , m a d d e d e n ayrı v e m a d d î varlık d ı ş ı n d a r u h diye g a y r i m a d d î b i r varlık yoktur.

H e r h a n g i b i r cismi v ü c u d a g e t i r e n atomlar, b i r za­ m a n s o n r a b i r b i r i n i b ı r a k ı r ; t e r k i p ç ö z ü l ü p d a ğ ü a r a k ezeli t a b i a t ı n k u c a ğ ı n a d ü ş e r . F a k a t , b u a t o m l a r y o k ol­ m a z ; d a h a b a ş k a a t o m l a r ile b i r l e ş e r e k yeni b i r k o m b i ­ n e z o n teşkil eder, b i r b a ş k a f f o r m a d a yeni b i r varlık v ü ­ c u d a getirir. Hilkatin sırrı d e n i l e n h a k i k a t b u n d a n i b a ­ rettir. B ü t ü n c a n t a ş ı y a n m e v c u t l a r ı n ölmesi d e m e k , r u ­ h u t e r k i b e d e n a t o m l a r ı n b i r b i r i n i b ı r a k m a s ı v e s o n n e ­ fesle çıkıp, cismi t e r k e t m e s i d e m e k t i r . F a k a t , m u a y y e n b i r cismi t e r k e d i p , d a ğ ı l a n b u a t o m l a r yeni b i r t e r k i p ile y e n i d e n b i r l e ş i r v e y e n i b i r m e v c u t h a l i n d e y e n i d e n h a ­ y a t a d ö n e r . D o ğ m a k , ölmek b u d u r .

D ü n y a v e h a y a t m m e n ş e i v e y a r a t ı c ı s ı (ilâhlar) o l m a ­ dığı gibi, â l e m i n n i z a m ı n d a v e g i d i ş i n d e d e o n l a r ı n h i ç b i r r o l ü v e tesiri yoktur. Mabet, i b â d e t , âhiret... b ü t ü n

(14) Dikkat olunsun ki, eski maddecilerin (Cüz'ü lâ yetecezza) yani parça­ lanmaz en son parça kabul ettikleri "atom" bugün parçalanmış ve bundan hari­ kulade bir kuvvet elde edilmiştir.

(36)

b u n l a r b o ş şeylerdir. Ö b ü r d ü n y a diye, ö l d ü k t e n s o n r a y a ş a n a c a k b a ş k a b i r d ü n y a t a s a v v u r e t m e k , h a y a t m k a y n a ğ m a z e h i r akıtmaktır. Aklı b a ş ı n d a o l a n l a r için h a y a t v e s a a d e t a n c a k b u d ü n y a d a d ı r . B u d ü n y a i s e , h a y a t v e k â i n a t ı n aslı v e m e n ş e i o l a n m a d d e d e n i b a r e t ­ tir."^'

Maddecilik karşısında Eflâtun mâneviyatçılıği:

Eskilerin m a d d e c i l i ğ i , Aristo felsefesi ile k u v v e t l e ­ n e n . Eflâtun,, maneviyatçılığı gibi m ü t h i ş b i r r a k i p ile k a r ş ı l a m ı ş v e b u s e b e p l e b u h a r e k e t yol b u l u p ilerleye-m e d e n sinilerleye-miştir.

Filhakika Eflâtun, fikir t a r i h i n i n b u b ü y ü k d e h â s ı , • m a d d e c i l i ğ e ş i d d e t l e h ü c u m e t m i ş v e b u n a k a r ş ı r u h ç u

-l u ğ u {=spritua-lisme} v e fikirci-liği (=idea-lisme) m ü d a f a a e d e r e k , b i r a z m ü p h e m c e d e olsa, v a h d a n i y e t

(-monot-heisme) v e b i r Vacib-ül V ü c û d (=Etre necessaire) g ö r ü ­

ş ü n e yükselmiştir.

Eflâtunca g ö r e , kâinat, h u s u s i y l e , i n s a n v e h a y a t s a ­

d e m a d d e d e n i b a r e t v e sırf m a d d e y e ircaı kabil varlık­ lar değildir. M a d d e , m e v c u d u n (=etre) b i r nev'idir, a ş a ­ ğı v e e n k ü ç ü k b i r h a d d i d i r . M a d d e n i n k e n d i n e h â s v e kendiyle k a i m b i r varliğı bile yoktur. M a d d e n i n v a r h ğ ı t a m a m i y l e izafidir v e b i z i m o n u h a s s e l e r i m i z v a s ı t a s i y -le d u y u ş u m u z a , aklımızla o n a v e r d i ğ i m i z m â n a y a v e izafe ettiğimiz evsafa t â b i d i r . K â n i a t t a m a d d e d e n b a ş k a lâ m a d d i (immatcriel) b i r c e v h e r v a r ki, asıl v e e b e d i varlık b u d u r v e b u varlık, " r u h " t u r . R u h t a n n e ş ' e t e d i p , m a d d e y e r â c i olan bilgilerimiz, t a m a m i y l e izafî o l d u ğ u için, b u n l a r h e r a n d e ğ i ş m e y e m a h k û m d u r . Hakiki v e

(15) Demokrit - Epikür maddeciliği üzennde daha geniş bilgi edinmek iste­ yen okuyucularıma İslâmın Nuru" Mecmuasında "Din Felsefesi Bahisleri" baş­ lığı altında çıkan iki yazımı tavsiye ederim. (Nisan 1951, sayı 1 ve Haziran 1951, sayı 2).

Referensi

Dokumen terkait

Lepas dari khilaf dan segala kekurangan, penulis merasa sangat bersyukur telah menyelesikan skripsi yang berjudul “Persepsi Pemegang Polis Terhadap Produk Takaful

Individu yang memiliki konsep diri positif akan merancang tujuan-tujuan yang sesuai dengan realitas, yaitu tujuan yang memiliki kemungkinan besar untuk dicapai, mampu

Dalam sebuah jurnal penelitian yang dilakukan oleh (Apriliyani, Muqorobin, &amp; Kusrini, 2019) dengan judul “sistem pendukung keputusan penerimaan beasiswa dengan metode

Hal ini dapat terjadi karena bakteri tidak dapat dijangkau oleh antibodi dalam sirkulasi, sehingga mekanisme respons imun terhadap bakteri intraseluler juga

objek penilaian, (2) bersama-sama siswa merumuskan kriteria penilaian, (3) melakukan penilaian terhadap hasil kerja, kinerja, dan aktivitas yang dilakukan. sisrva secara

18 Ibid.. Nikolai Vasilyevich Smirnov. Recurrence relations for the distribution of the test statistic in finite samples are available. If F is continuous then under the

Berdasarkan hasil penelitian yang telah dilakukan dapat disimpulkan bahwa: penerapan model pembelajaran kooperatif tipe TGT di Bukek Tlanakan dapat meningkatkan prestasi