• Tidak ada hasil yang ditemukan

Rodin - Rilke, Rainer Maria.pdf

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Membagikan "Rodin - Rilke, Rainer Maria.pdf"

Copied!
139
0
0

Teks penuh

(1)

R A İ N E R M A R İ A R İ L K E

R O D İ N

(2)
(3)
(4)

RAINER MARÍA RİLKE

R O D l N

Türkçesi ESAT NERMİ

(5)
(6)

RAINER MARIA RİLKE

R O D l N

Türkçesi ESAT NERMİ

(7)

Dizgi B a sk ı: Yaylacık Matbaası

(8)

B İ R İ N C İ B Ö L Ü M

Rodin, ün kazanm azdan önce yapayal­ nızdı. U laştığı ün ise onu belki d aha da yal­ nızlaştırdı. Çünkü ün dedikleri de a lt ta ra fı yeni bir ad etrafın da toplanan bütün yanlış anlaşılm aların toplam ıdır.

Rodin’le ilgili bu tü rlü yanlış anlaşılm a­ lar pek çoktur. Bunları açıklam ağa kalkışm ak uzun ve yorucu bir iş olur. Hem _ bunu ille de yapm ak gerekmez. Çünkü sadece adının e tra ­ fında toplanm ışlardır, eserinin etra fın d a değil. Onun eseri ise adının yayıldığı ve duyulduğu alanın sınırlarını çok aşmış, artık anonimleş- m iştir. Tıpkı adsız bir vadi, ya da sadece h a ­ ritada, kitaplarda ve insanlar için b ir adı bu­ lunan, am a gerçekte yalnızca enginlik, h are­ ket ve derinlik olan bir deniz gibi.

(9)

B urada sözünü ettiğim iz eser, yıllarca sü­ ren bir evrim gösterm iş ve b ir tek saati boş geçirmeksizin bir orm an gibi gelişm iştir. İn­ san, onun binbir eseri arasında dolaşırken, d ö rt bir yanı k u şatan y aratış ve buluş bere­ ketinin önünde eğilmek ihtiyacını duyar. H er yanda da, bütün bu dünyanın kendisinden doğ­ duğu o bir çift eli a rar. Bunların nasıl kü­ çük insan elleri olduğunu, nasıl kolayca yorul­ duğunu ve hareket etmek için onlara ne k adar az zam an verilmiş olduğunu düşünür. O zaman bu elleri görm ek arzusu uy an ır .çinde. Bu eller yüzlerce el gibi yaşam ıştır. Bu eserin uzak ufuklarına doğru yola koyulmak için, ta n a ğ a r­ m adan kalkan bir ordu gibidir. O zam an da bu ellere hükmedeni sorar. Kim bu adam ?

O bir ihtiyardır. H ayatı ise anlatılır cins­ ten değildir. Bu h ay at başladı, yürüyor ve g it­ tikçe büyük b ir yaşlılığın içinde gömülüyor. Bu da bizler için sanki yüzlerce yıl önceden olup bitm iş gibidir. H ayatıyla ilgili hiç b ir şey bilmiyoruz. Besbelli onun da bir çocukluğu ol­ m uştur. H er hangi bir çocukluk. Yoksulluk içinde, karanlık içinde, arayışlarla dolu ve be­ lirsiz bir çocukluk. Belki de bu çocukluğu h â ­ lâ yaşam akta. Çünkü, Azifc A ugustinus’un bir zam anlar dediği gibi, bu çocukluk nereye g it­ miş olabilirdi? Belki de geçmişin bütün sa a t­ lerini, bekleyiş ve terkediliş saatlerini, ta sala­ rın uzun saatlerini hâlâ içinde taşıyordur. Onunki hiç bir şeyin kaybolmadığı ve unutul- madığı bir h a y a ttır. Geçip gittikçe içinde

(10)

bi-Tiken bir hayat. Gerçi bunlarla ilgili hiç bir şey bilmiyoruz. A ncak böylesine b ir h ay attan , bu çapta bir etkinin, bolluk ve bereketin doğ­ muş olabileceğine inanıyoruz. A ncak böyle bir hayat, içinde h er şeyin aynı zam anda olup b it­

tiği, hiç bir şeyin geçip gitmediği canlı b ir ha­ y a t genç ve güçlü kalabilir, kendini te k ra r te k ra r ulu eserlere doğru yükseltebilir. Belki bir gün gelecek bu hayata, onun evrimine, dö­ nem lerine ve ayrıntıların a uygun bip ta rih ­ çe yazılacaktır. A ncak bunlar uydurulm uş şey­ ler olacaktır. Bir çocuğu anlatacaklardır, kötü bir bıçakla kaba odunlardan şekiller yontm ak d aha önemli göründüğü için, ikide b ir yemeği u n utan b ir çocuğu. Genç adam olarak da bazı günlerine bazı ra stla n tıla r yakıştırılacaktır. Ge­ lecekteki büyüklüğünü önceden h aber veren, sonradan yapılan popüler ve heyecan verici ke­ hanetleri içinde saklıyan rastlan tılar. Bunlar, örneğin beş yüz yıl önce h er hangi bir keşişin genç Michel Colombe’a söyleyebileceği cinsten çok iyi sözler olabilir: «Travaille, petit, regarde to u t ton saoul et le clocher â jo u r de Saint Pol, e t les belles oeuvres des compaignons, regarde, aime le bon Dieu, e t tu au ras la grace des grandes choses».* «Vie sen büyük şey­ lerin lütfuna erişeceksin.» Belki de böyle bir

* «Çalış, küçük, yetercesine bak, Sen Pol gününde çalan çanlara da, yoldaşlarının güzel eserlerine de bak; sev iyi Tanrıyı ve büyük şeylerin lütfuna eri­ şeceksin.»

(11)

iç duygusu vardı. Ama bu duygu, ilk başladığı günlerde bir k avşakta duraklıyan bu genç in­ sanla, keşişkinden çok daha yum uşak bir ses­ le konuşm uştu. Çünkü onun da aradığı buydu: büyük şeylerin lütfü! îş te burası Louvre... eski çağın güney göklerini ve deniz kıyılarını h a tırla ta n bir yığın ışıklı şe­ yiyle karşım ızdadır. Bunların arkasından da başkaları yükselir. T aştan yapılmış ağ ır şeyler, geçmişin derinliklerindeki kültürlerden henüz gelmemiş çağlara uzanan şeyler. îş te ta ş la r da oradadır. U yuyan ve kim bilir hangi kıyam et günü uyanacak olan taşlar. Hiç bir yanı ölüm­ lü olm ayan ta şlar. Sonra içlerinde bir hareket, bir je st taşıy an ötekiler. Öylesine tap taze kal­ mış ve sanki buraya sadece saklanm ak için k o ­ nulmuş, günün birinde de önünden geçecek h er hangi bir çocuğa verilecekmiş gibi d u ran je st­ leri içlerinde saklıyanlar. Bu canlı olabilme ni­ teliği yalnız ünlü eserlere, göze çarpan eserle­ re özgü değildir. Küçümsenen, adsız, küçük, h e­ saba katılm ayanlar da bu derin, bu içten gelen heyecan haline, canlılığın bu zengin ve hay ret uyandırıcı hareketliliğine en az ötekiler kadar sahiptir. Sükûnet bile - sükûnet olduğu yerde - kendini dengede tu ta n yüzlerce ve yüzlerce h a ­ rek et anından oluşm uştur. O rada küçük figür­ ler de vardır. Özellikle h arek e t halinde hayvan­ la r; uzanan ya da büzülen hayvanlar. Ve bir kuş oturuyorsa, o zam an anlaşılır ki, bu bir ku ştu r. Bu kuşlardan b ir gökyüzü doğar, çev­ resini k u şatır ve öylece kalır. Tüylerinin h er bi­

(12)

rinin üstüne bir enginlik katlanıp konm uştur ve bu enginliği yeniden gerip, yeniden büyütebil­ m ektedir. ö te k i hay vanlarda da durum tıpkı böyledir. K atedrallerin üstünde d ururlar, o tu ­ ru rlar, ya da balkonların altına sinm işlerdir. Solmuş, bükülm üş ve taşıdıkları yükten yor­ gundurlar. O rda köpekler, sincaplar, kertenke­ leler, kaplum bağalar, ağaçkakanlar, fareler, yı­ lanlar vardır. Hiç değilse h e r tü rd en b ir tane. Bu hayvanlar orm anlarda, yollarda yakalanm ış da, bu taşlaşm ış filizler, çiçekler, y ap rak lar a ra ­ sında yaşam a zorunda bırakılarak şimdi bulun­ dukları ve hep böyle kalacakları durum a yavaş yavaş kendiliklerinden gelmiş gibi görünürler. Ama bu taşlaşm ış ortam da doğmuş ve başka bir varlığa a it hiç bir h atırası bulunm ayan h a y ­ vanlar da vardır. O nlar a rtık bu dikine duran, yukarıya yükselen, tırm an an dünyanın sakinle­ ri olm uşlardır. Yobazca zayıflıklarının altında sivri kem er şeklinde iskeletler duruyordur. Ağız­ ları alabildiğine açılmış ve güvercinlerde oldu­ ğu gibi çığlık çığlığadır. Çanların yakında olu­ şu, onların işitme duyularını yoketm iş gibidir. Üzerlerinde hiç bir şey taşım azlar, sadece uza­ nırlar, böylece taşların yükselmesine yardım etmiş olurlar. Kuş cinsinden olanlar yukarda parm aklıkların üstüne tünem işlerdir. Aslında yola çıkmış da, burada sadece şöyle birkaç yüz yıl dinlenmek istercesine, aşağıda gelişen şehre bakıp d urm aktadırlar. Ötekiler, köpek soyun­ dan gelenler ise, olukların kenarında y atay du­ rum da yerlerini dirençle korum akta, yağm ur

(13)

sularım tükürüklü ağızlarından dışarı fırla tm a­ ğa hazır beklemektedirler. Hepsi zam anla de­ ğişmiş ve yerlerine daha çok oturm uşlardır. Ama yaşantılarından hiç bir şey kaybetm em iş­ lerdir. Aksine daha güçlü, daha canlı y aşa­ m akta, öldükten son ra dirilecekleri o dönemin ateşli ve coşkun hayatının özlemiyle sonsuza uzanan bir yaşam ayı sürdürm ektedirler.

Bu görüntüye kim bakarsa, bir hevesten, yeni, duyulm amış b ir biçim bulm ak için yapıl­ mış bir oyun denemesinden doğmamış olduğunu hisseder. Bunu y a ra ta n ihtiyaçtır. Zorba bir inancın görünm eyen m a h k e m e s i n d e n korkan insan işte bu apaçık olarak gö- rünebilende kurtuluşu aram ıştı; belirsiz­ den kaçarken bu gerçekleştirilm işe sığın­ mıştı. Bunu d aha Tanrıda aram ak ta idi; am a uzakta, çok uzakta olanı tasav v u r etm ek için ona resim ler uydurm akla değil, önemsiz olan ların bütün kaygı ve yoksulluğunu, bütün k o rk m uşluğunu ve jestlerini onun evine taşım akla, eline bırakm akla, kalbi üzerine yerleştirm ekle dindar oluyordu insan. Böyleşi, resim yapm ak­ ta n daha iyiydi. Zira resim san atı da bir ku­ runtu, güzel ve ustaca bir yanıltm aydı. İn san­ oğlu ise d aha gerçek olanın, daha saf olanın özlemini duyuyordu. Böylece katedrallerin eşi bulunmaz heykelt/aşlığı, bu aşırı yüklü ve hay­ vanlı haçlı seferi doğdu.

Ve eğer O rtaçağın plâstik sanatından A n­ tik çağa ve te k ra r A n tik’ten de konuşm ayan

(14)

geçmişin başlangıcına bakılırsa, bu tarih in ay ­ dınlık veya korkulu bütün dönüm n oktaların­ da, insan ruhu, söz ve resimden, benzeyiş ve görünüşten d aha çok şeyler veren bu sanatı, özlemleri veya kaygılarının bu som utlaşm ası­ nı te k ra r te k ra r arzuluyor gibi görünmez mi? E n son Rönesans ta büyük bir plâstik sa n at vardı. Bu çağda h a y a t kendisini yenilemiş, yüzlerin esrarı ile oluşum halindeki bütün jestler bulunm uştu.

Ya şimdi? Böyle bir anlatım a, içinde an- latılam ıyan, karışık, bilmeceli şeyler bulunan güçlü ve etkili b ir yorum lam ağa zorlıyan bir çağ te k ra r gelmemiş miydi? S an atlar b ir yolu­ nu bulup kendilerini yenilemişler, hız ve ümitle dolup taşm ışlardı. Ama özellikle plâstiğin, hâlâ büyük bir geçmişin korkusu içinde duraksıyan bu sanatın, öteki san atların hırsla aradığı ve orasını burasını yokladığı nesnelere içten bir eğilim duym ası gerekm ez miydi ? P lâstik sanat, bir çağa yardım etmekle yüküm lüydü; hemen hemen bütün çatışm aları görünm eyen bir alan­ da bulunduğundan ıstırap çeken b ir çağa. Bu san atın dili vücuttu, insanoğlu ise bu vücudu en son ne zam an görm üştü? K at k a t elbiseleri durm adan tazelenen boyalar gibi üzerine geçir­ miş, am a bu s e rt kabuğun altında gelişen ruh, soluk almaksızın yüzler üzerinde çalışırken yi­ ne de bu vücudu değiştirm işti. V ücut başkalaş- mıştı. Şimdi üstündekiler sıyrılıp atılırsa, belki de bu arad a oluşmuş bütün yeniliklerin ve nice a d konulm ayan şeylerin binbir ifadesini bağ­

(15)

rında saklam akta olduğu görülecekti. Bilinç al­ tından yükselen o eski sırla r da, yabancı ır­ m ak ta n rıları gibi kanın içindeki coşkunluktan kayn ayarak bereketli yüzlerini o rtay a çıkara­ caktı. Ve bu vücut, A ntik çağınkinden daha az güzel olamazdı. D aha da büyük bir güzelli­ ğe sahip olmak zorundaydı, ik i bin yıl boyunca h a y a t onu ellerinde tutm uş, üzerinde çalışmış, ona kulak kabartm ış, gece gündüz yontup dur­ m uştu. Resim san atı bu vücudun hayalini k u r­ m uştu. Onu ışıklarla süslemiş, derinliklerine alaca karanlıklarla nüfuz etm ek istemiş, d ö rt bir yanm ı bütün şefkati, bütün hayranlığıyla kuşatm ış, onu bir çiçek yaprağıym ış gibi elle­ miş ve bir köpük dalgasıymış gibi taşım ıştı. F a k a t bu vücudun sahibi olan plâstik san at onu daha tanım ıyordu.

B urada yapılacak iş dünyalar k ad ar büyük­ tü. Bu işin önünde durm uş ona bakan ise bir yabancıydı, elleri karan lık ta ekmek aray a n bir yabancı. Yapayalnızdı. E ğ er gerçekten bir ha- yalsever olmuş olsaydı, derin ve güzel bir ha yal kurabilirdi. Kimsenin anlam adığı bir ha­ yali, öm rün bir gün gibi geçebildiği o uzun, uzun hayallerden birini. F a k a t Sèvres m ağaza­ sında hizmet gören bu genç adam hayallerim elleriyle ku ran bir hayalseverdi. Ve bu hayali hemen gerçekleştirm eğe koyuldu. N ereden b aş­ lam ası gerektiğini seziyordu, içindeki bir sü­ kûnet ona yolunu gösterm ekteydi, iş te bu nok­ ta d a Rodin’in tab iatla olan derin uyuşm ası o r­ ta y a çıkar. Bu uyuşmayı, Rodin’e doğrudan

(16)

doğruya «tab iat gücü» diyen şair Georges Ro­ denbach* çok güzel sözlerle anlatm ıştır. Ve as­ lında Rodin’de, onun hemen hemen adını u n u t­ tu ra n karanlık b ir sabır, susan, düşünceli b ir sebat v a r; hiçten başlayıp berekete giden uzun yolu susarak, ciddî ciddî yürüyen tabiatm o büyük sabrından ve iyiliğinden v a r onda. Ro- din, hemen ağ açlar yapm ağa kalkışmadı. O, toprağın altından, tohum dan başladı. Bu to ­ hum aşağıya doğru gelişti. Kök kök diplere doğ­ ru daldı. Y ukarıya doğru b ir kıpırdanış yapm a­ ğ a başlam adan önce de kendini dem ir atm ışça­ sına dibe bağladı. Bu işin zam ana, çok zama­ n a ihtiyacı vardı. E trafın d ak i birkaç dostu ken­ disini bir şeyler yapm ağa zorlayınca, Rodin «acele etmemeli» diyordu.

Bu sırad a savaş gelip çattı.** Ve Rodin B rüksel’e gitti. Günün gerektirdiği şekilde ça­ lıştı. Bazı kim selerin evlerine birkaç fig ü r yap­ tı. Borsa binalarına da birkaç grup. Belediye B aşkanı Loos’un A nvers parkındaki anıtı için d ö rt büyük köşe figürü y arattı. B unlar geliş­ m ekte olan kişiliğinden hiç bir şey katm aksı­ zın dikkatle gerçekleştirdiği siparişlerdi. Asıl gelişmesi ise, bu işlerin yanı sıra yürüyor, ara verdiği zam anlara, akşam saatlerine sıkışıyor, gecenin kimsesiz sessizliğinde yayılıyordu. E ner jisinin bu bölünüşüne yıllar boyu katlanm ak

* Belçikalı şair ve romancı (1855-1898).

(17)

zorunda kaldı. Onları büyük eserlerin bekledi­ ği insanların gücüne sahipti, gerekli insanların susan dayanıklılığına.

Brüksel B orsasında çalıştığı sırada, geç­ miş b ir çağın plâstiğinin o büyük m ıknatıslan olan katedraller gibi, heykel sanatının eserleri­ ni çevresinde toplayabilen hiç b ir binanın bu­ lunmadığını fark etti. Heykel tek başınaydı. Resmin, tuval üstüne yapılan resmin tek b a­ şına oluşu gibi. Ama onun resim gibi b ir du­ v ara ihtiyacı yoktu. Hiç bir zam an bir çatıya da ihtiyaç duymamıştı. Kendiliğinden yalnız ba­ şına v ar olabilen bir şeydi. Ve böyle olduğun­ dan, ona etrafınd a dolaşabilen ve h er yanından bakılabilen bir şeyin yapısını tam olarak vere­ bilmek iyi olurdu. Yine de diğer şeylerden, h er­ kesin kavrıyabileceği alışılmış şeylerden her hangi bir şekilde a y ırt edilmesi gerekirdi. Ne şekilde olursa olsun elle dokunulmaz, el sü rü l­ mez olmalı, rastlan tılard an ve zam andan ay ­ rılmış bulunmalıydı. Zam anın içinde gelecekten h aber veren bir kâhinin yüzü gibi yapayalnız ve mucizeli bir biçimde belirmeliydi. Kendine özgü ve sağlam bir yeri olmalıydı. Bu y er ge­ lişi güzel belirlenmemeli, mekânın sessiz sü ­ rekliliğine ve onun yüce yasalarına katılm a­ lıydı. Çevresini k uşatan havaya bir oyuğa yer- leşiyorm uşcasına yerleşmeli ve ona anlam ından değil, saf varlığından gelen bir güven, bir sağ ­ lamlık, b ir ululuk verilmeliydi.

Rodin h er şeyden önce insan vücudunun ek­ siksiz bir bilgisine erişmesi gerektiğini biliyor­

(18)

du. Y avaş yavaş, a ra ş tıra ra k vücudun en ü s t tab ak asına ulaştı. Şimdi de dışardan elini uza­ tıyo r ve bu ü st tab ak ay ı içten olduğu gibi öbür ta ra fta n da aynı tam lıkla belirliyor ve sın ır­ landırıyordu. Bu ıssız yolda ne k ad ar ilerler­ se, ra stla n tıla r da o derece geride kalıyor ve bir yasa onu b aşka şeylere doğru gö tü rü y o r­ du. Sonunda bütün araştırm aların ı yönelttiği alan bu ü s t ta b a k a oldu. Bu tabaka, ışığın ob­ jeyle binbir çeşit karşılaşm asından meydana geliyordu. Bu karşılaşm aların h er birinin ayrı başkalıkta ve h e r birinin ay rı ilginçlikte ken­ disini gösterdiğini farkediyordu. B urada birbi­ rinin içine girdiklerini, birbirlerini çekinerek selâm ladıklarını, başka bir yerde de yabancıla­ şarak yanıbaşlarından geçip gittiğini görüyor­ du. Bu yerlerin sonu gelmiyordu. Ama ü stü n ­ de h er hangi bir şeyin oluşmadığı y er yoktu. Boşluk yoktu.

Bu sırada Rodin, sanatm ın tem el elem anı­ nı keşfetti, aynı şekilde kendi dünyasım n alanı­ nı da. Bu alan yüzeydi. Çeşitli büyüklükte, çe­ şitli yoğunlukta, kendisinden her şey yapılabi­ len, tam anlam ıyla belirli bulunan yüzeydi. Bu andan itibaren sanatm ın malzemesi bu oldu. Bunun için yorulacak, bekleyecek ve ıstırap çe­ kecekti. S anatı öyle büyük b ir düşüncenin üze­ rine kurulm uyordu. Aksine küçük, özenli g er­ çekleştirm eler üzerine, ulaşılabilen üzerine ku­ rulm aktaydı. içinde kibir yoktu. Bu belirsiz ve zor güzelliğe, şimdilik görebildiği, seslenebildi­ ği ve hakkında k a ra r verebildiği güzelliğe yak­

(19)

laştı. ötekisi, büyük olanı h er şey tam am lanın­ ca gelecekti. Tıpkı gece inince, orm anda artık yabancı hiç b ir şey kalmadığı zaman hay­ vanların su başına koşması gibi gelecekti.

Bu keşfiyle Rodin kendine özgü çalışmasına başladı. Şimdi plâstik sanatın o güne kadarki bütün kavram ları değerlerini yitirm iş bulunu­ yordu. A rtık ne poz vardı, ne grup, ne de kom­ pozisyon. Sadece canlı yüzeyler, sayılam ıyacak k a d a r çok yüzeyler vardı. Sadece h a y a t vardı. Onun bulduğu ifade araçları doğruca bu h aya­ ta yöneliyordu. Şimdi artık söz konusu olan h a ­ y a ttı ve onun bereketinde güçlü olabilmek. Ro­ din ne yana baksa gördüğü h ay atı kavrıyor, gözlem yapıyor ve ardı sıra gidiyordu. D urak ­ sadığı geçit yerlerinde onu bekliyor, o koşar­ sa ardından koşup yetişiyor ve onu h er yerde aynı büyüklükte, aynı güçte ve sürükleyicilik- te buluyordu. A rtık vücudun hiç bir yanı an­ lamsız, ya da önemsiz değildi: o yaşıyordu. Yüzlerce şifre kâğıdı üzerinde gibi d u ran h a ­ y a t kolayca çözülüp okunabilir, zam anla da bir yığm ilişkileri vardır. V ücutlarda ise bu hal d aha dağınık, d aha büyük, d ah a esrarlı ve son­ suzdu. O rada yapm acık ta v ırla r takınm ıyordu. K ayıtsız olduğu yerde kayıtsız, guru rlu olduğu yerde de gururluydu. Yüzlerin sahnesinden geri çekilmiş, maskesini çıkarm ıştı. N asılsa o bi­ çimde, elbiselerin kulisinin arkasında du ruyor­ du. B urada Rodin kendi çağının dünyasını bul­ m uştu, aynı şeyi O rtaçağın katedrallerinde keş­ fettiğ i gibi. B a y a t orada da esrarlı bir loşluğun

(20)

etrafın d a toplanm ış, b ir organizm ada birleş­ mişti. Ve bu organizm aya kendini uydurm uş, ona hizmet ediyordu, in sa n kilise olm uştu ora­ da. Kiliseler ise binlerce ve binlerceydi. Biri ötekine benzemiyordu ve h er biri canlıydı. Me sele, onların hepsinin b ir Tanrının kiliseleri ol­ duğunu gösterm ekti.

Y ıllar yılı Rodin bu hayatın yolunda yürü­ dü. Öğrenen biri olarak, kendini bu işe yeni başlam ış biri gibi duyan bir alçak gönüllü ola­ ra k yürüdü. Kimsenin onun denemelerinden h a ­ beri yoktu. Kimseye de güvenmiyordu. Çok az dostu vardı. Geçimini sağlıyan çalışmasının arkasında erginleşm ekte olan eserini saklıyor ve zam anını bekliyordu. Çok okuyordu. B rük­ sel sokaklarında onu hep elinde b ir kitap ­ la görmek, alışılagelmiş m anzaralardandı. Ama çoğu zam an belki de bu kitaplar, içine daldığı derin düşünceleri ve önünde b ir dev gibi diki­ len büyük görevlerini saklam ak için b ir kaça­ m ak yoluydu. B ütün eylem insanları gibi onda da, karşısında gözle görülmez bir iş bulundu­ ğu duygusu gücünü a rtıra n ve toplayan itici bir etken olm uştur. A rada bir kuşkular çıkı­ yordu karşısına; kendine güvenememek duy­ gusu çıkıyordu; oluşumun büyük sabırsızlığı çıkıyordu; erken bir ölüm korkusu, ya da gün­ lük geçim zorluklarının tehdidi çıkıyordu. O za­ man bütün bunlar karşılarında, sessizce ayağa kalkan bir direnme, bir kendine güven bir mey­ dan okuyuş, b ir ruh gücü buluyorlardı. Bu duy­ guların hepsi bir zaferin henüz çekilmemiş bay­

(21)

rak la rı gibiydiler. Böyle anlarında ondan yana çıkan bir de geçmiş çağlar vardı, gittikçe da­ h a derinden duym ağa başladığı katedrallerin sesi vardı. K itaplardan da kendisini doğrulayan b ir çok şeyler çıkıyordu, ö nce D ante’nin İlâhî K omedya’smı okudu. Bu bir vahiydi, önünde- b aşka bir neslin ıstırap çeken vücutlarını gö­ rüyor, elbiselerini yırtıp atm ış bir yüzyılı, bir şairin kendi çağını yargılam ak için kurduğu bü­ yük ve unutulm az m ahkemeyi görüyordu. Or­ da da kendisine hak veren tab lo lar vardı. Üçün­ cü N ikolaus’un ağlayan ayaklarını okuyunca, ağlayan ayakların da v a r olabileceğini, b ir ağla­ manın, h er yanı kapsıyan, b ir insanı tüm içine alan bir ağlam anın v a r olabileceğini ve bütün gözeneklerden dökülebilen gözyaşlarının var olabileceğini öğrenmiş bulunuyordu. Ve D ante’- den Baudelaire’e geçti. B urada mahkem e yoktu. B ir gölgenin elini tu ta ra k göklere çıkan şair yoktu. B ir insan, ıstırap çekenlerden biri, se­ sini yükseltiyor ve bu sesi, onları b ir yıkılış­ ta n k u rtarm ak istiyorm uşcasm a öteki insanla­ rın başları üstünde tutuyordu. Bu m ısralarda yazılm aktan çok bir biçim kazanm ış gibi görü­ nen yerler vardı, satırlard an dışarı fırlayan ses­ ler vardı. Sözler ve söz g ru p lan şairin ellerin­ de eriyordu. Taş k ab artm alar izlenimini veren s a tırla r ve ürkek bir düşüncenin yükünü k ın k başlıklı sü tu n lar gibi taşıy an soneler vardı. Bu sanatın birdenbire kesildiği yerde, kendi cin­ sinden bir başkasının başlangıcına çarptığını ve bu başkanın özlemini çektiğini sezmişti.

(22)

Baude-laire de kendinden önce aynı yoldan yürüm üş, yüzler karşısm da bildiğinden şaşm am ış biriydi; h ayatın onlarda d ah a büyük, daha gamlı, daha huzursuz olduğu vücutları aram ıştı.

O günlerden sonra bu iki şair hep ona ya­ kın kaldılar. O nlar üzerinde düşüncelere dalı­ yor ve sonunda hep onlara dönüyordu. S anatı­ nın biçimlendiği ve hazırlandığı, öğrenm ekte olduğu hay atın adsız ve anlamsız olduğu bu dö­ nemde, Rodin’in düşünceleri şairlerin kitapları içinde dolaşıyor ve oradan kendine bir geçmiş çıkarıyordu. D aha sonraları, bu sefer yaratıcı olarak bu malzeme alanına yeniden el attığ ın ­ da, bu kitapların kişileri kendi yaşantısının anılarıym ış gibi bütün acılıkları, bütün gerçek­ likleriyle o rtay a çıkmış ve vatan larına döner­ cesine eserlerinin içine girm işlerdir.

*

* *

N ihayet, bu sessiz çalışma yıllarından son­ ra bir eserle o rtay a çıkma denemesi yaptı. Kamu oyuna b ir soruydu bu. Kamu oyunun karşılığı ise «Hayır!» oldu. Ve Rodin bu kez tam onüç yıl süreyle içine kapandı. Bu yıllar hep hâlâ bilinmeyen biri kalm akla birlikte, ol­ gunlaşıp usta olduğu yıllardır. Hiç durm adan çalışarak, düşünerek, deneyerek ve katılmadığı bir çağm etkisinin dışında k alarak kendi im­ kânlarına salt egemen olduğu yıllardır. Belki de rah atsız edilmeksizin böyle bir sükûn için­ de bütün gelişmesini yürütm üş olması, daha sonraları onun için tartışıldığı, eserlerine k a r­ şı konulduğu zam an kendisinde görülen o kud­

(23)

retli güvenini sağlam ıştır. Ondan kuşkulanm a­ ğa başladıkları zaman, a rtık onun kendisinden hiç bir kuşkusu kalmamış bulunuyordu. A rtık kütlenin yargısı ve arkasm dan söyleyeceği, kaderini bağlamıyordu. Alayla ve g arazkârlık­ la mahvedileceği düşünülürken, o çoktan yolu­ nu seçmiş durumdaydı. O ltay a atıldığı zam an ona yönelen hiç bir yaban ses çıkmadı. Ne onu yanlış yollara düşürebilecek b ir övgü y a ­ pıldı, ne de şaşırtabilecek b ir yergi. Onun ese­ ri Partizifal* gibi büyüyüp tam bir saflık için­ de, kendi kendine ve sonsuz büyük bir ta b iatla birlikte gelişmişti. Kendisiyle konuşan yalnız kendi çalışmasıydı. Sabahları uyanınca onunla konuşur, akşam ları ise ellerinde gizlenmiş bir âlet haline gelir, uzun uzadıya ses verirdi. Bu bakım dan eseri yenilmez nitelikteydi. Çünkü erginliğe erm iş bir durum da dünyaya gelmişti. Eksiğini tam am lam ak isteyen bir oluşum hali göze çarpm ıyordu. Aksine nasıl olması gere­ kiyorsa o biçimde ve kendini kabul ettiren bir gerçeklik olarak ortaya çıkmıştı. Ülkesinde yeni bir şehrin kurulm ası gerektiğini duyan bir kral, buna izin vermesinin iyi olup olm ayaca­ ğını düşünür, kararsızdır, sonunda şehrin ku­ rulacağı yeri bir kere göreyim diyerek oraya gider. K arşısına sonsuzluktan fışkırm ışcası- na surlarıyla, kuleleriyle, koca kapılarıyla t a ­ mamlanm ış heybetli bir şehir çıkar. Rodin’in

(24)

bitmiş olan eseri o rtay a çıktığında halk da ay- şeyi duym uştur.

Bu olgunlaşma dönemi iki eserle sınırlanır. Başlangıcında «Kırık Burunlu Adam» başı v a r­ dır, sonunda da genç adam heykeli, Rodin’in tak tığı adla «İlkçağ Adamı». «Homme au nez cassé» 1864 yılında Salon** tarafından reddedildi. Bunun nedeni kolayca anlaşılır. Çün kü insan bu eserde Rodin’in tarzının tam am en olgunlaştığını, büsbütün tam am landığını ve ken dine güvenle dolu olduğunu hisseder. Çünkü bü­ yük bir itirafın saygısızlığıyla, daha h e r şeye tek başına hükm etm ekte olan akadem ik güzel­ liğin isteklerine karşı çıkıyordu. Rude, L ’Etoile meydanında Z afer Kapısının üstündeki B aşkal­ dırm a Tanrıçasına vahşî jestlerini boşuna ver­ mişti. Barye, o yum uşak tavırlı hayvanlarını boşuna yaratm ıştı. C arpeaux’nun «Dansı», so­ nunda kendisine iyice alışılıp artık fark ın a va­ rılmaz oluncaya dek boşuna acı alaylara u ğ ra ­ mıştı. H erşey eskisi gibiydi. Günün plâstik sa­ natı, hâlâ hep pozlar, modeller ve allegoriler sa ­ natıydı. Öteden beri alışılagelmiş birkaç jestin az veya çok ustaca bir şekilde te k ra r edildiği kolay, ucuz ve miskin bir meslekti. Böyle bir ortam da kırık burnuyla adam başı, Rodin’in asıl daha sonraki eserlerine yükselen cinsten bir öfke uyandırm ış olmalıydı. A ncak bu eseri, tanınm am ış birisinin işi diye pek incelemeden geri çevirmiş olm aları da m üm kündür.

* Kırık burunlu adam ** .Sanat Galerisi

(25)

Bu başı, k ırık b u rn u yüzündeki ıstırap lı ifadenin d a h a da güç k azan m asın a yard ım eden bu yaşlı, çirk in adam başını biçim lendir­ m ek için R odin’i iten şey hem en hissedilir.

(26)

Başın çizgilerinde toplanm ış olan hay atın be­ reketidir b u ; yüzde sim etrik hiç b ir yüze­ yin, hiç bir tek rarın, hiç bir boş yerin, hiç bir susan ya dâ ilgisiz kalan yerin olmamasıdır. Bu yüze h a y a t yalnız değmemiş, h er yanm a ta derinlerine k a d ar işlemişti; merhametsiz) bir el, onu kaderin içine, köpürüp aşındıran bir suyun girdabı içine batırıp tutm uşcasına. Bu m aske elde tutu lu p döndürülürse, profilin sürekli değişimi karşısında insan h ay retler için­ de kalır. Hiç b ir yanı rastgele, gelişi güzel ve belirsiz değildir. Bu b aşta Rodin’in istemediği ve görmediği hiç bir çizgi, hiç b ir kesişme, hiç bir yan çizgi yoktur. Yüzdeki bu çizgilerin bir kısmının daha önce, b ir kısmının ise daha son­ ra m eydana geldiği hissedilir. Sanki çizgiler bo­ yunca uzanan şu yarıkla öteki y arık arasında yıllar, kaygı yıllan y atm ak tadır. Bu yüzün be­ lirtilerinden birkaçım n yavaş yavaş, adeta du­ rak sam alarla kazılmış olduğu, ötekilerin ise ön­ ce hafifçe çizilip b ir alışkanlık, ya da hep tekrarlan an bir düşünceyle sonradan üstünden gidildiği kanısı uyanır. Kuş gagasıyla uykusuz bir insanın alnına kakılmış gibi görünen o kes­ kin kertiklerin bir gece içinde m eydana gelmiş olması gerektiği akla gelir. Bütün bunların sa ­ dece bir yüzün kapladığı b ir alanda bulunduğu düşünülecek olursa, bu eserden nasıl güç, nasıl adı olm ayan bir hayatın fışkırdığı anlaşılır. M aske önümüzde yere konulursa, insan bir ku­ lenin tepesinde durduğunu ve üzerinden nice kavimlerin gelip geçtiği b ir sürü çapraşık

(27)

yol-la n n uzandığı uçsuz bucaksız bir ülkeye bak­ tığını sanır. Ve te k ra r yukarı kaldırıldığında a rtık kusursuzluğundan dolayı güzel demek zo­ runda kalınan bir şey elde tu tulm aktadır. Ama bu güzellik sadece eşi bulunmaz bir inceden in­ ceye hazırlanışm sonucu değildir. Bu güzellik dengeyi duym aktan, h arek e t eden bütün yü­ zeylerin birbiriyle denkleştiğini duym aktan, bütün bu harekete getiren öğelerin objenin ken­ dinde titreşip durduğunu bilmekten ileri gelir, in san bu yüzdeki çok ta ra flı ıstırap tan daha yeni yeni duygulanırken, aynı anda halinde hiç de bir suçlam a bulunmadığını farkeder. Bu yüz dünyaya dönük değildir. Dünyanın adaletini, bütün anlaşm azlıkların uylaşımını ve bütün güçlüklere yetecek k ad ar büyük bir sabrı için­ de taşıdığı görülm ektedir.

Rodin, bu maskeyi yaratırk en, karşısında sakin sakin o turan bir adam ve sak in bir yüz vardı. Ama bu yaşayan birinin yüzüydü. Bu yüzü gözden geçirince hareketle, huzursuzluk­ la ve çırpm an dalgalarla dolu olduğunu gördü. Çizgilerin uzanışında h arek e t vardı. Yüzeyle­ rin eğiliminde h arek et vardı. Gölgeler uykuday­ mışçasına kıpırdanm akta ve alındaki ışığın ha­ fifçe geçip gitm ekte olduğu görünm ekteydi. O halde sükûn yoktu. Ölümde bile yoktu. Zira aslında b ir h arek et olan çürümeyle ölümün ken­ disi bile h a y a ta ta b i olm aktaydı. T ab iatta sa­ dece h arek et vardı. H ayatın dikkatli ve inanı­ lır bir yorum unu verm ek isteyen b ir sanat, hiç b ir yerde v a r olm ayan sükûn halini kendisine

(28)

ideal yapam az. Gerçekten A ntik san atın da böyle bir idealden haberi olmamıştı. B urada sadece b ir «Nike»* yi hatırlayalım . Bu heykel bize sadece sevgilisini karşılayan güzel bir kı­ zın hareketini gösterm ekle kalmaz, aynı zam an­ da Grek rüzgârının ebedî b ir tablosunu, onun genişlik ve ihtişam ını da çizer. Aynı şekilde daha eski kültürlerin ta şları da sükûnet halin­ de değildir. E n eski dinlerin rahiplerinin je st­ lerinde canlı yüzeylerin hareketliliği vardır, tıp ­ kı suyun bir fıçısının cidarlarından sızışı gibi. B unlar o tu rm ak ta ve susup du rm ak ta olan ta n ­ rılardaki kıpırdanışlardır. A y akta duranlarda ise, ta şta n fışkırıp onu dalgalarla yıkadıktan sonra te k ra r yerine dökülen bir pınarın hareke­ ti vardır. H eykeltraşlığm anlam ına (yani kısaca objenin özüne) zıt b ir h arek e t değildir bu. Sa­ dece sona eremiyen, başkalarıyla dengede tu- tulam ıyan ve objenin sınırlarının ötesine çıkan bir h arek ettir. P lâstik obje, eski çağın surları içine kapanm ış olarak yaşayan kentlerine ben­ zer. K ent halkı bu yüzden ne soluk alm asını ke­ ser, ne de hayatının biçimini değiştirirdi. D ört bir yanını ku şatan çemberin sınırlarını zor­ layan da olmazdı. Ne öte yandan bir şey gelir, ne de kent kapısından dışarı b ir şey çıkardı. Dışırdan bekledikleri de yoktu. B ir heykeldeki h arek et ne derece büyük olursa olsun, is te r ¡sonsuz ufuklardan, iste r gökyüzünün derin­ liklerinden gelsin, bu h arek et yine o heykele

(29)

'dönmelidir; büyük çember, içinde sa n a t objesi­ nin yaşadığı yapayalnızlığın çemberi tam am ­ lanmalıdır. Bu yazılmamış b ir yasadır. Geçmiş çağların heykellerinde yaşıyordu. Ve Rodin bu­

nu anlam ıştı. Objelerin özelliği olan bu tam kendi kendine dalış, işte plâstik sa n ata sükûnetini veren buydu. Bu sa n a t dışardan hiç bir şey isteyemez y a da bekleyemezdi. Dışın­ da bulunan hiç b ir şeyle de ilişki kuramazdı. İçinde bulunm ayan hiç bir şeye de bakamazdı. Onun çevresi de yine kendi içinde olmalıydı. «Gioconda» ya yanına yaklaşılmazlığım, bu hep içe dönük hareketi, gözgöze gelinemiyecek bu bakışı veren heykeltraş Leonardo’ydu. Onun F ’-ancesco Sforza’sı da öyle olmalı ; görevini b a ­ şardıktan sonra kendisini göndermiş olan ülke­ sine dönen gururlu bir elçiye benzeyen bir jesti vardır.

«Hamme au nez cassé» ile «İlk Çağların A da­ mı» figürü arasında geçen uzun yıllarda Rodin’- in içinde pekçok sessiz gelişmeler oldu. Yeni iliş kiler onu sanatının geçmişiyle d aha sıkı bağ­ ladı. B ir çoklarının ağ ır b ir yük gibi taşıdığı bu geçmiş ve onun büyüklüğü Rodin için ken­ disini taşıy an k an atlar oldu. Bu dönemde o, ne zam an cesaret aldıysa, ne zam an aradığı ve is­ tediği şeyin doğruluğu onaylandıysa, bütün bun­ lar A ntik çağın eserlerinden, katedrallerin k a t k a t karanlıklarından geliyordu. Onunla konu­ şa n insanlar değildi. T aşlar konuşuyordu.

* * *

(30)

«Homme au nez cassé», Rodin’in bir yüzün üstündeki yollardan yürüm esini nasıl bildiğini gösterm işti, ilk Çağların Adamı ise vücut üze­

rindeki sınırsız egemenliğinin ispatı oldu «Sou­ verain tailleur d ’ymaiges»*: O rta Çağ u sta­ larının kıskanm adan, ciddî b ir değer anlayışı içinde birbirlerine verdikleri bu ünvan böylece ona geldi. B urada tabiî büyüklükte çıplak bir fig ü r vardı. H er ta ra fın d a h a y a t sadece aynı heybette değildi, h e r ta ra fta bu heybet en yüksek ifadesiyle veriliyordu. Yüzde bulunan şeyler, ağır b ir uykudan kalkışın acı veren h a ­ li ve aynı zam anda bu m ahm urluğun özlemi bu vücudun en küçük parçalarının üstüne yazılmış, h er n okta kendi tarzında bu durum u anlatan bir ağız olmuştu. Keskin b ir göz bile bu fig ü r­ de daha az canlı, d ah a az belirgin ve daha az n et olan bir y er bulamaz. Sanki toprağın derinlik­ lerinden gelen bir kudret bu adam ın dam arla­ rına girm iştir. Sanki önünde daha m a rt fırtı­ naları bulunan bir ağacın, yaz mevsimi mey- valarıyla bereketi a rtık köklerde olmayıp, a k ­ sine yavaş yavaş yükselerek çevresinde büyük rü zg ârların dörtnala koşacağı gövdesine çık­ mış bulunduğundan çekingen davranan bir ağa­ cın süuetidir.

Bu görüntünün başka b ir anlamı daha v ar­ dır. Rodin’in sanatında jestin doğuşunu göste­ rir. J e s t burda doğar, ağ ır ağ ır bir büyüklük ve

(31)

İL K Ç A Ğ L A R IN A D A M I

(32)

kudrete doğru kendini geliştirir, bir kaynak gibi fışk ırır ve gövdeden aşağıya hafifçe akar, ilk Çağların karanlığında uyanm ıştı, büyümesin­ de ise binlerce yılın içinden geçmişçesine bu ese­ rin enginliğinden süzülüp bizden çok öte uzak­ lıklara, gelecek çağlara uzanmış gibi görünür. Heykelin y u k a n kalkm ış kollarıyla bu je st k at k a t açılır. Bu kollar henüz öylesine ağırdır ki, b ir eli başın yüksekliğinde dinlenmeğe koyul­ m u ştu r bile. Ama bu el uyuyor da değildir, sa­ dece kendini toplam akta, yukarılarda yapayal­ nız du ran alnın doruğunda kendini çalışmağa, henüz sonu bilinmez yüzyılların çalışmasına h a ­ zırlam aktadır. Ve atacağ ı ilk adım, beklerce- sine sağ ayağında durm aktadır.

Bu jestin s e rt bir koncanın içine kapanm ış gibi dinlenmekte olduğu da söylenebilir. K or ateş halinde bir düşünce ve iradede kopan bir fırtınad ır. Konca açıhr ve konuşan, inşam bü­ yüleyen kollarıyla, arkasından bir başkasım n geldiği hissini veren yürüyüşüyle «Johannes» o rtay a çıkar. Bu adam ın vücudu a rtık denenme­ miş bir vücut değildir. Çöller onu yakıp k avur­ muş, açlık acılar çektirm iş ve bütün susuzluk­ lar onu yoklam ıştır. O bunlarm hepsine dayan­ mış ve çelikleşmiştir.

mış ve çelikleşmiştir. K uru keşiş vücudu, için­ de adım larının geniş çatalları saklı duran ta h ­ ta bir kabza gibidir. Y ürüyordur. D ünyanın bü­ tün uzaklıkları içindeymiş gibi, gidişiyle bu u zak lik lan bölüyorm uş gibi yürüyordur. O

(33)
(34)

yürüm ektedir. K ollan bu yürüyüşü anlatm akta, ve parm akları açılmış, adım larının resmini ha-, v aya çiziyormuş gibi görünm ektedir.

Bu «Johannes», Rodin’in eserleri içinde ilk yürüyendir. A rdından d ah a b a ş k a la n geldi. A ğır yürüyüşlerine başlıyan «Calais Burju- valan» geldi. B ütün yürüyüşlerin «Balzac»m o büyük, m eydan okuyan adımı için hazırlandığı görülüyor.

Ama duranların da jestleri gelişmelerine devam ettiler. Birleştiler, yanan k âğ ıtlar gibi kıvrıldılar; daha güçlü, d aha kapalı, daha u y a­ rıcı oldular. îlk yapıldığında, «Cehennem K a­ pısı» nın üzerinde durm ası kararlaştırılm ış olan «Havva» figürü de böyledir. Baş, üşüyormuşca- sm a göğüs üzerinde kavuşturulm uş bulunan kolların karanlığı içine göm ülm üştür. S ırt yu­ varlaklaşm ış, ense nerdeyse y ata y bir hale gel­ m iştir. İçinde bilinmez geleceklerin kıpırdan­ m ağa başladığı kendi vücudunu dinlercesine öne eğilmiş b ir duruşu vardır. Ve bu geleceğin çe­ kim gücü, dişilik düşüncesini etkileyerek onu karm akarışık b ir h a y a tta n anneliğin boynu eğik, zorlu köle hizmetine doğru aşağıya çeki­ yor gibidir.

Rodin vücutlarında bu kendi içine kıvrılış, bu kendi derinliğini büyük bir çabayla dinleyiş hallerine te k ra r ve te k ra r dönüşler yapm ıştır. «La Méditation»* adım verdiği o eşsiz vü- nin sesi altında sinmiş gibi d u ran ve şairin

(35)

H

A

V

V

(36)

e u t böyledir. V ictor Hugo anıtında, öfke- türkülerindeki en yum uşak sesi olan, o u nutul­ maz «Voix intérieure»** de böyledir. Şimdi­ ye k ad ar hiç bir zam an bir insan vücudu böy- lesine kendi içinin etrafın d a toplanmam ış, ken­ di ru h u ta rafın d an böylesine bükülüp, yine de kendi kanının elâstiki gücüyle böylesine yerin­ de kalm am ıştır. Y ana doğru derinlemesine çökmüş vücudun üzerinde boyun, nasıl bir parça yukarı doğru çevrilmiş, uzan­ mış ve hay atın uzak fısıltılarını dinle­ yen başı nasıl tu tm ak tad ır. H ay at böyle­ sine içe işleyen ve heybetli bir duyarlılıktadır ki, insan daha dokunaklı, ruh a daha dönük bir jestin bulunabileceğini düşünemez. B urada kol­ ların eksikliği göze çarpar. Rodin bu durum da kolları, yapm ak istediği için fazla kolay bir çözüm yolu olarak görmüş, yabancı yardım ol­ maksızın kendi kendisini doldurm ak iisteyen vücutla ilgisi bulunm ayan bir şey olarak his­ setm iştir. B urada D usse’nin” * D’Anunzio- nunS:,!S bir dram ındaki, kol olmaksızın ku­ caklam ayı ve eller olmaksızın tu tm ayı denediği ıstıraplı ayrılış sahnesini hatırlıyabiliriz. Vücu­ dunun bir okşayışı öğrendiği ve im kânlarının çok ötesine ulaşabildiği bu sahne, onun

tiyat-Derin düşüncelere dalma. İç ses.

Ünlü bir İtalyan aktrisi.

(37)

ro sanatçılığının unutulm az anlarından biridir. Oyununda kolların bir fazlalık, bir süs, tü m yok­ sul olabilmek için fırlatıp atılacak birşey, aşı­ rı mala sahip olanlarla zenginlerin b ir alâmeti olduğu izlenimini y aratm ak istiyordu. Bu anda hiç de önemli b ir şeyini yitirm iş b ir insana ben- ızemiyordu; daha çok, çeşmenin kendisinden su içmek için kâsesini hediye etm iş birisi gibi, çıplak olan ve bu m utlak üryanlığında biraz çaresiz du ran bir insan gibiydi. Rodin’in kolsuz heykellerinde de aynen durum böyledir. Zorunlu olan hiç b ir şey eksik değildir. Onların önünde a rtık tam am lana­ cak hiç eksiği bulunm ayan bir bütünün, bir bitmişin karşısındaym ış gibi dururuz. Tamam­ lanm am ış hissi basit görüntülerden gelmez, a k ­ sine ayrıntılı düşüncelerden, bir v ücutta kollar bulunm alıdır ve kolsuz vücut asla bütün değil­ d ir diyen d a r görüşlü kılı kırk y arıştan gelir. Aynı şekilde em presyonistlerin resmin çerçe­ vesiyle kesilmiş ağaçlarına isyan edileli çok bir zam an geçmiş değildir. Ama bu izlenime çok çabuk alışılmış, hiç değilse ressam lar için san atk ârca bir bütünün, alelâde eşya bütünüy­ le aynı durum da bulunmasının zorunlu olma­ dığı, resm in içinde bundan ayrı yeni birlikler, yeni birleşmeler, ilişkiler, dengeler doğduğu an ­ laşılmış, öğrenilmişti. P lâstik sa n a t için du­ rum başka tü rlü değildir. Yığınla şeyi bir yap­ m ak ve bir şeyin en küçük parçasından bir dün­ ya y aratm ak sanatçının hakkıdır. Rodin’in eser­ leri arasında eller, bağımsız küçük eller v a r­

(38)

dır. H erhangi bir vücuda bağlı olmaksızın y a­ şayan eller; baş kaldıran, öfkelenen, darılan el­ ler; gerilmiş beş parm ağı, beş kafalı bir cehen­ nem köpeği gibi havbyorm uş sanılan eller; yü­ rüyen, uyuklayan ve uyanan eller; soya çeki­ min yükünü taşıy an katil elleri. Yorgun, a rtık hiç bir dileği olm ayan ve kendisine kimsenin yardım edemiyeceğini bilen h a sta hayvanlar gibi bir köşeye kıvrılıp yatm ak isteyen eller. F a k a t el hayli çapraşık bir organizma, eylemin büyük ırm ağına dökülebilmek için çok uzak­ lardan gelen h a y a t sularının birleşerek aktığı bir deltadır. Ellerin de bir ta rih i vardır. G er­ çekten kendilerine özgü bir kültüre ve bir gü­ zelliğe sahiptir. Yine kendisine özgü bir geliş­ me, kendi isteklerine, duygularına, he­ yecan ve kaprislerine ve heveslerine sa­ hip olma hakkı v ard ır onlarda. Rodin kendine verdiği terbiye sayesinde vücudun, h a ­ yatın gösterilebileceği bir sürü sahnelerden meydana geldiğini, bu hayatın vücudun h er noktasında kişisel ve büyük olabüeciğini bili­ yor; sürekli hareket halindeki bu yüzeyin h er hangi bir kısmına özerkliği ve bir bütünün tam ­ lığını verm ek gücüne de sahip bulunuyordu. Rodin’de nasıl insan vücudu ancak bütün or­ ganları ve güçleri iç ya da dış bir harekete uyunca bir bütün oluyorsa, öte yandan aynı şe­ kilde içten gelen bir zorunlulukla birbirine ya­ pışmış ayrı ay rı vücutların kısım ları da bir organizm a içindeymişlercesine yerli yerine ko­ nur. Kendini başka bir omuzun ya da kalçanın

(39)

üstüne koyan bir el, a rtık çıkmış olduğu vücu­ da a it değildir. Bu elden ve onun dokunduğu ya da kavradığı cisimden yepyeni bir varlık, adı olmayan, kimseye de bağlı bulunm ayan bir v a r­ lık m eydana gelmektedir. Belirli sınırları olan bu v arlık tır a rtık bütün dikkatim izin konusu olan. Bu anlayış Rodin’de şekillerin gruplaş­ m ası için temel prensip olm uştur. Figürlerin o görülmemişcesine birbirine bağlı oluşları, bi­ çimlerin o birbirine bağlanışları, o h er ne pa­ hasına olursa olsun kendilerini koyverip bırak- m ayışları bu anlayıştan ileri gelir. Birbirini ku­ caklayan figürlerden h arek et etmez, düzenledi­ ği ve toparladığı b ir modeli yoktur. E n güçlü şekilde elleyebileceği yerleri eserin en yüksek noktası say arak işe başlardı. Yeni bir şeylerin oluştuğunu sezdiği yer neresiyse orada duru r ve ustalığının bütün hünerini, yeni b ir varlığın doğuşuna eşlik eden bu esrarlı görüntülerin üzerinde yoğunlaştırırdı. Bu yerde şimşek gibi birden doğan belirtiler üzerinde çalışır ve bü­ tü n vücudun sadece kendisini gösteren bu bölü­ müne bakardı. «Öpüş» adı verilen, kızlı erkekli o büyük grubundaki büyü, hayatın bu bilgece ve âdil bölüştürm esinde bulunm aktadır. B urada sanki bütün dokunma yüzeylerinden vü­ cudun içine dalgalar giriyorm uşcasına bir his uyanır. İnsan bu hisle de bu öpüş­ teki yüce mutluluğun, gru p tak i vücutla­ rın üzerinde her yana yayıldığına kuvvetle inanası gelir. Doğan b ir güneş gibidir, ışığı her yana uzanm aktadır. Ama d ah a da harikuladesi

(40)

o öteki öpüş, b ir b ahçeyi k u ş a ta n d u v a r gibi yükselen « E tern elle idole»* adlı eserdeki

ÖPÜŞ

(41)

öp ü ştü r. Bu m erm erin k o p y aların d an biri E u ­ gène C a rriè re s’in m alıdır. E vindeki sessiz güneş b a tışla rın d a bu b e rra k ta ş la r, içinde sürekli

(42)

olarak aynı hareketin, büyülü bir kudretin aynı fışkırış ve düşüşünün bulunduğu bir kaynak gibi yaşam aktadır. Bir genç kız diz çökm üştür. Güzel vücudu yum uşak bir edayla ark ay a y as­ lanm ıştır. Sağ elini geriye doğru uzatm ış ve el yordam ıyla ayağım bulm uştur. Dış dünyaya hiç b ir yolun uzanm adığı bu üç çizgide kız, h a ­ yatını esrarıyla birlikte saklam aktadır. Bu şe­ kilde diz çökmüş kızı, altındaki ta ş yukarıya doğru kaydırır. Ve birden insan, genç kızın um ursam azlıklardan, hülyalardan, inzivalar­ dan içine düştüğü bu duruşunda, uzak, gaddar tapınm aların tanrıçasının daldığı çok eski, k u t­ sal bir duruşu g ö rü r gibi olur. Kadınm başı bir parçacık öne eğiktir. Anlayışlılık, yücelik ve sabır gösteren bir tavırla, yüzünü b ir çiçek de­ metiym iş gibi göğsüne gömmüş olan erkeği, sa­ kin bir gecenin yükseklerinden bakarcasına sey retm ektedir. E rk ek de diz çökm üştür. Ama da­ ha derine, taşın derinliklerine doğru bir diz çö­ k ü ştü r bu. Elleri arkasında değersiz, bomboş şeyler gibidir. Sağ eli açıktır, içine bakılabilir. Bu g ru p tan e sra r dolu bir büyüklük e tra fa ya­ yılm aktadır. Buna, Rodin’in eserlerinde pek sık yapıldığı gibi, bir anlam vermeğe kimse cüret edemez. Çünkü binlerce anlamı vardır. D üşün­ celer, gölgeler gibi onun üzerine gitm ekte, her birinin arkasında berraklığı ve anlatılamazlı- ğıyla b ir yenisi çıkm aktadır. Bu eserde A ra f’ ın havasından bir şeyler yaşar. Bu cennet ya­ kındadır, am a henüz erişilmezdir. B ir cehen­ nem de yakındadır, am a henüz unutulm am ıştır.

(43)

B urada da değmelerden doğan bütiin ih tişam ,. iki vücudun birbirine değmesinin ve kadının kendi kendisine değmesinin ihtişam ı parılda­ m aktadır.

*

* *

Rodin’in yirm i yıldan beri yapayalnız ça­ lışıp döküme hazır ettiği o heybetli «Porte de l’Enfer»*, canlı ve hareketli yüzeylerin bir­ birine değmesi konusunun yeniden biçimlenme­ sinden başka bir şey değildir. Yüzeylerin h a re ­ ketlerini araştırm asının yanı sıra, yüzeylerin b ir aray a geliş durum larım da izleyerek Rodin, birbirine birçok noktada değen vücutları, değ­ meleri daha zorlu, daha güçlü ve şiddetli olan vücutları incelemeğe koyuldu. Değme noktaları iki vücudu ne k ad ar çok birbirine yaklaştırıyor, bu n o k talar ak rab a kim yasal m addeler gibi birbirlerinin üzerine ne k ad ar sağlam ve orga­ nik bir birlik olarak o rtad a durm aktadır. Dan- te ile ilgili h a tıra la r su yüzüne çıkıyordu. Ugo- lino ve Gezginlerin kendileri; D ante ile Virgil itişiyor, yüzlerinden kavruk b ir ağaç gibi h ır­ sın kapm ak isteyen ifadesi fışkıran beden zevk­ lerine düşkünlerin kalabalığı itişiyordu. Yarı insan, y arı a t y aratıklar, devler, canavarlar, de­ niz kızları, keçi ayaklı orm an ta n rıları ve bun­ ların dişileri hristiyanlık öncesi orm anların bü­ tü n vahşi ve yırtıcı hayvan - tan rıları

(44)
(45)
(46)

geliyordu. Ve o yaratıyordu. D ante’nin h a y a ­ linin bütün yaratıklarını ve şekillerini gerçek­ leştiriyor, kendi hafızasının kaynayan derin- liklerindelermiş gibi yukarı çıkarıp onlara bir­ biri ardından madde olmanın ra h a t kurtuluşunu veriyordu. F igürlerin ve grupların yüzlercesi bu ta rz d a ortay a çıktılar. Ama şairin m ısrala­ rında keşfedilmiş olduğu hareketlere başka bir zam an sıra gelecekti. Binlerce başka jest, bu arad a oluşan yakalam anın, kaybetmenin, acı çekmenin, bırakılm anın jestleri onları ayağa kal­ dıran yaratıcıda uyanm ağa başladılar ve elle­ ri, yorgunluk tanım ayan elleri Floransalının dünyasında da durm aksızın hep yeni jestlere, yeni şekillere doğru yoluna devam etti.

Kendi içine dönük bu ciddî işçi, konu a r a ­ mıyor, h er an biraz daha olgunluğa erişen sa­ n atkârlığına ulaşabilenden başka gerçekleştir­ me istemiyordu. Bu yolda h ayatın bütün d ram ­ larından geçti. Şimdi ona aşk gecelerinin de­ rinliği, hâlâ eski kahram anlıklar dünyasınday­ mışçasına elbiselerden sıyrılmış, yüzlerin sönükleştiği ve vücutların değer kazandığı neşe dolu, ta sa dolu karanlık enginler açılmıştı. Kor ateş halinde duyularla hay atı aray an biri ola­ rak, bu büyük savaşın kargaşalığı içine girdi ve orada gördüğü şey H ayattı. Bu h a y a t onun çevresinde dar, küçük ve sıkıcı olmadı. Ala­ bildiğine genişti. B uradaki daracık b ir kam ara­ nın havası değildi. H ay at vardı burada, h er sa­ niyesinde bin defa vardı, özlemde ve ıstırap ta vardı; çılgınlıkta ve korkuda, kaybetm ede ve

(47)

kazanm ada vardı. B urada bütün ölçülerin ü s­ tünde bir istek ve içinde dünyanın bütün sula­ rının bir damlacıkmış gibi kuruduğu büyük bir susuzluk vardı. B urada yalan ve in k â r yoktu, vermenin ve almanın je stleri burada sahiciydi, büyüktü. B urada kötü tu tk u larla küfür, lanetle m utluluk vardı. Ve insan bütün bunları sanki hiç yokmuş gibi saklıyan ve gömen b ir dünyanın fa k ir olması gerektiğini hemen anlıyordu. İn­ sanlığın bütün tarihinin yanı sıra bir başka ta rih daha yoluna devam etm işti. Bu öteki ta ­ rih kılık değiştirm eler tanım ıyordu, uzlaşm ala­ rı, fa rk ve seviyeyi de tanım ıyordu. Bildiği tek şey kavgaydı. Onun da kendisine özgü bir ge­ lişimi vardı. B ir içgüdüden bir özlem, erkekle kadın arasındaki arzudan insanın insanı özle­ mesi o rta y a çıkmıştı. Ve Rodin’in eserlerinde de bu hep böyle görünür. Henüz bu, a y n cins­ ten olanların sonsuz savaşıdır, am a kadın a r­ tık boyun eğdirilen ya da kovalanan hayvan ol­ m aktan çıkm ıştır. O da erkek gibi özlem dolu ve uyanıktır. H er ikisi de kendi ruhunu a ra ­ m ak için birleşmiş gibidir. Geceleyin sessizce ayağa kalkıp ötekinin yanm a giden insan, nes­ lin kutsal seferinde ş a rt olan büyük m utluluğu kazarak çıkarm ak isteyen bir define arayıcısı gibidir. Tabiata aykırı bütün kötü tu tk ularda, şehvetlerde, varlığa sınırsız bir anlam bulmak için yapılan bütün bu ümitsiz ve boş deneme­ lerde büyük şairleri büyük şair yapan o öz­ lemden b ir şeyler vardır. B urada insanlığın aç­ lığı kendi dışına çıkar. B urada eller sonsuzluğa

(48)

uzanır. B urada gözler açılır, ölüme b ak ar ve on­ dan korkmaz. B urada um utsuz kahram anlıklar o rtay a çıkar, ünü bir gülmüseyiş gibi gelip ge­ çen ve bir gül gibi açılıp solan kahram anlıklar. A rzunun fırtın ası ile bekleyişin rüzgârsız h a ­ vası buradadır. Eylem olan hayaller ile h ay al­ lerle sönüp giden eylemler buradadır. Bir dev kum arhanedeym iş gibi burada bir enerji serveti kazanılır y a da kaybedebilir eser­ lerin içinde. B ütün bunlar Rodin’in eser­ lerinde vardır. H ay at yolunda hayli ilerle­ miş olan sanatçı burada yaşam anın bolluk ve bereketini bulm uştur. H er köşesi istem e olan vücutlar, toprağın derinliklerinden çıkmış gibi görünen çığlıkların biçimlendiği ağızlar.. En eski T anrıların jestlerini de buldu, hay van lan n güzellik ve uysallığını da, eski dansiarın esrik­ liğini ve unutulm uş âyinlerin hareketlerini de. Bunlar, sanatın yönünü değiştirdiği ve bütün bu görünüşlere k arşı kör olduğu uzun bir sü ­ re içinde gelişmiş yeni jestlerle garip şekilde bağlantılıydı. Bu yeni je stler ise onun için özel­ likle ilgi çekiciydi. Sabırsızdılar. Uzun süreden beri bir şey aray an birisi nasıl hep daha şaşkın, d ah a dağınık, daha aceleci oluyor ve h er şeyi a ltü st edip, etra fın a karm akarışık bir şeyler -kendisiyle birlikte aram ağa onları zorlamak istercesine- topluyorsa, aynı şekilde insanın he­ nüz anlamı bulunamamış jestleri daha sabırsız, d ah a sinirli, daha çabuk ve telâşlı olmuşlardı. Ve varlığın bütün didik didik edilmiş soruları ise bu jestlerin etrafın d a yatıyordu. Ama h a re ­

(49)

ketler de aynı anda te k ra r kararsız olmuşlardı. B unlarda a rtık eski insanın her şeye onunla el attığ ı o atletik ve kararlı güç yoktu. B unlar eski sa n a t eserlerinde saklanm akta olan o h a ­ reketlere, sadece çıkış ve bitiş noktaları önem­ li olan jestlere benzemiyorlardı. Sayısız geçiş noktaları bu iki basit an arasına sokulm uştu; bugünkü insanın hayatı, davranışları ve dav- ranam ayışları işte tam bu ara durum ların için­ de geçip gitm ekteydi. K avrayışlar başka türlü olm uştur, işaretler, bırakışlar ve tu tu şla r da. Hepsinde daha çok tecrübe vardır, aynı zaman­ da da daha çok bilgisizlik; daha çok cesaretsiz­ lik ve engeller karşısında sürekli bir karşıgel- me vardır. Kaybedilen için daha derin tutulan yas, daha ince hesap, yargı, düşünüp taşınm a ve daha az keyfilik vardır. Rodin bu jestleri y arattı. Bunları bir veya birçok şekilden mey­ dana getirdi, kendi tarzında obje yaptı. Kendi elinden birazcık daha büyük yüzlerce ve yüz­ lerce figüre, bütün tu tk u ların yaşantısını, bütün şehvetlerin çiçeklenişini ve bütün ku­ surların ağırlığını yükledi. H er yere değen vücutlar, derinliklere yuvarlanıyorm uşcasına birbirine sarılm ış hayvanlar gibi kenetlenmiş v ücutlar y arattı. İnsan yüzleri gibi dinleyen ve kollar gibi kalkan vücutlar; dizi dizi vücut­ lar, dizi dizi filizler ve çiçekler; ıstırabın kök­ lerinden günahın tatlılığının çıktığı şekiller­ den ağır salkım lar y arattı. Aynı ku d ret ve ay­ nı ince düşünüşle ancak Leonardo, o akıllara durgunluk veren K ıyam et Günü tasvirinde

(50)

insanları böyle bir a ra y a getirebilm iştir. O rada olduğu gibi burada da, o büyük acıyı unutabil­ mek için aynı şekilde kendilerini uçurum a ata n la r ve yine o büyük acıya yetişmesinler diye kendi çocuklarının başlarını ezenler v ar­ dır. Bu figürler ordusu, «Cehennem Kapısı»nın k an atlarına ve çerçevesine yerleşemiyecek k a­ d ar kalabalık olmuştu. Rodin bunlar arasında birkaç defa seçmeler yaptı. Büyük kütle­ ye bağlı olmak bakım ından fazla yalnız bu­ lunan şeylerle, bu bağlantıda tam anlamıyla zorunlu bulunm ayan h er şeyi ayırdı. Şekillere ve gru p lara kendi yerlerini buldurdu. Y arat­ tığı bu kalabalığın hayatını inceliyor, kulak verip dinliyor ve h e r şeyi onların isteğine gö­ re yapıyordu. Bu kapının dünyası böyle ağır ağır büyüyüp serpildi. P lâstik biçimlerin üzer­ lerine eklendiği yüzeyler canlanm ağa başladı­ lar. Gittikçe yum uşayan k ab artm alar yüzeyin içinde figürlerin etkisini hafifletiyordu. Çer­ çevede h er iki yandan gelen b ir yukarı kalkış, bir kendini yukarı çekiş, yükseklere kaldırış vardır. Kapının k an atlarında ise bir düşüş, k a­ yış ve çöküş bulunm aktadır. K an atlar b ir parça geri çekilmiş ve ü st kenarı yan çerçeve­ nin öne sıçram ış kenarından oldukça büyük b ir yüzeyle ayrılm ıştır. Bunun önüne, sükû­ n et içinde kalmış bulunan yere «Düşünen İn ­ san» heykeli konm uştur, düşündüğü için bu büyük görüntünün bütün heybetini ve bütün dehşetini gören adam ın heykeli. O rada dal­ gın ve dilsiz oturm aktadır. Düşüncelerin ve

(51)

1 I « ¡ a S k m W ^ " ’» V % i I m |® 3fv W » '% ■"V v:'>>-; V H p f i J ’c l S s - . i 5 » 'MKMSgb>' S5 ! S İ ' ~ . ' K M » ;v'.r./ V# • "Î;İX:Üü;|: , ' A Ü J A

&

D Ü ŞÜ N EN İN SA N

(52)

tasvirlerin ağırlığı altındadır. B ütün gücüyle — ki bu oyuna katılm ış b ir ak törün gücü­ d ü r — düşünm ektedir. B ütün gövdesi bir şa­ kak olm uştur ve dam arlarındaki bütün kan da beyin. H er ne k ad ar üzerindeki çerçevenin tepesinde üç adam daha duruyorsa da kapının ağırlık merkezi odur. Derinlik yukardaki adam ları etkiliyor ve uzakta gösteriyor. Baş­ larını hep birlikte eğmişlerdir. Üçü de birer kolunu öne uzatmış, birlikte koşm akta ve a şa ­ ğıda aynı noktayı, heybetiyle onları da aşa­ ğıya çeken aynı uçurum u gösterm ektedirler. «Düşünen İnsan» ise bütün bunları içinde ta şı­ mak zorundadır.

* * *

Bu kapı vesilesiyle o rtay a çıkmış gru p lar ve heykeller arasında büyük güzellikte birçok eser vardır. Onları ta sv ir etm ek imkânsız ol­ duğu gibi, hepsini saym ak da imkânsızdır. Rodin bir defasında, eserlerini tek er tek er sa ­ yabilmek için hiç durm aksızın bir yıl konuş­ mak gerektiğini söylemişti. Alçı, bronz ve ta ş ­ ta n yapılmış bu küçük heykellerin, A ntik ça­ ğın küçük hayvan figürlerinden bazılarında olduğu gibi, çok büyük şeylermişçesine etki yaptıklarını söyleyebiliriz. Rodin’in atölyesin­ de ancak el büyüklüğünde olan Grek işi bir p anter kalıbı vardır. (Orijinali P aris Millî K ütüphanesinde m adalyonlar salonundadır.) P anterin gövdesinin altına, kıvrak ve güçlü

(53)

d ö rt pençenin m eydana getirdiği alana ön ta ­ ra fta n bakılacak olursa, insan bir H int m ağa­ ra tapm ağının içini gördüğünü sanır. E ser böylesine gelişmiş ve kendini ölçülerinin çok ötesinde bir büyüklüğe ulaştırm ıştır. Rodin’in küçük plâstikleri de buna benzer b ir nitelik gösterir. Rodin onlara çok, sayılam ıyacak ka­ d a r çok kusursuz ve belirgin yüzeyler verm ek­ le, onların büyük görünm esini sağlar. E tra f­ larında, kayalıkların etrafındaki gibi b ir hava vardır. O nlarda bir yükselme oldu mu, gökyü­ zünü de yukarı kaldınyorlarm ış gibi g örünür­ ler ve düşüşlerinin hızı ile yıldızları koparır­ lar.

«Danais»*, diz çökmüş bir duruştan kendini aşağıya dökülen saçlarının arasına gömmüş olan D anais belki de bu sıralarda doğm uştur. Bu merm erin etrafın da ağır ağır dolanmak, sırtın alabildiğine yayılmış yuvar­ lağından geçerek, taşın içinde büyük bir a ğ ­ layışta gibi kaybolan yüze ve ta ş blokun son­ suzluğa dek donmuş kütlesinin derinliklerinde son bir çiçek gibi h afif sesle b ir kez daha y aşa­ m aktan söz eden ele götüren uzun, çok uzun yolu dolaşm ak eşsiz bir şeydir. Ya o «İllu- sion» «îkaros’un*** kızı», çaresiz uzun bir

* Yunan mitolojisi kahramanı Danaos’un elli kı­ zından biri.

* * Hülya, hayal.

*** Uçmak isteyen ilk insan, tanrıları kızdırdığından yere düşürülmüştür.

(54)
(55)
(56)

düşüşün göz kam aştırıcı biçimde maddeleş­ mesi! Ya o «L’Homme et sa pensée* adı verilmiş grup! Diz çöken erkeğin tasviridir. Alnınır. dokunuşuyla önündeki ta ş ta bir kadı­ nın belli belirsiz ve ta şa bağlı kalan hayalini uyandırır. B urada bir yorum lam a yaparsak, düşüncenin erkeğin alnından ayrılmazlığının bu ifadesi bizi sevindirmelidir. Çünkü yaşayan ve hep gözleri önünde duran kendi düşüncesi­ dir. Hemen arkasında ta ş vardır. Bu esere ak ­ rab a diyebileceğimiz b ir de baş vardır. Çene­ sine k ad ar olan kısmı dalgın ve sessiz bir edayla büyük bir ta şta n kopmak istiyorm uş gibi görünen, «Düşünce» adlı bir heykel, derin­ lerden gelen sonsuzluğun ağır uykusundan y a­ vaşça uyanıp ayağa kalkan bir yüz, b ir v ar­ oluş, bir berraklık parçasıdır. Ve sonra «Kar- yatis»** vardır. Bu artık h afif ya da ağ ır bir taşın yükünü kaldırm ak için, bu ta ş yerine konduktan sor ra altına yerleştirilm iş dikine duran bir fig ü r değildir; diz çökmüş, eğilmiş, kendi içine büzülmüş ve bütün biçimini, ağır­ lığı sürekli bir düşüş gibi organlarının tüm ü­ nün üstüne çökmüş olan bu yükten alan çıp­ lak bir kadındır. Bu vücudun en küçük parça­ sının üzerinde dahi ta ş kütlesi ondan daha büyük, daha eski ve daha kudretli b ir irade gibi d u ru r; am a bu vücut kendi kaderi olan

* İnsan ve düşüncesi.

(57)
(58)

~bu taşım ak tan vazgeçmez. Onu rüyalardaki gibi, bir im kânsız nesneyi taşıyorm uşcasına taşım ak ta ve b ir k u rtulu ş yolu da bulam am ak­ tadır. B ütün çökmek ve reddetm ek arzuları hep bu taşıyışın içindedir. Günün birinde y or­ gunluk gelip ç a ta r ve vücudu büsbütün y a t­ m ağa zorlarsa, o zam an da bu y atış b ir taşı­ ma, sonu bulunm ayan b ir taşım a olacaktır. İşte K arv atis böyledir.

İstenirse Rodin’in eserlerinin çoğu düşün­ celerle anlatılabilir, açıklanabilir ve kuşatıla- bilir. Güzelliği sadece seyretm eğe alışmamış olanlar için, güzelliğe giden başka yollar da v ard ır; yorum lam alardan geçen soylu, büyük ve biçim dolu dolambaçlı yollar. Heykellerinin iyi ve doğru oluşu, bütün hareketlerindeki ku­ sursuz denge, aralarındaki bağlantıların eş­ siz iç adaleti, h ay atla dolu dolu olmaları, onları güzel yapan bütün bu şeyler, bu eser­ lerin ad landırarak yaklaştığı konuların aşıl­ maz gerçekleştirm eleri olma gücünü sağladı onlara. Rodin’de konu hiç b ir zam an ağaca bağlanmış hayvan gibi bir sa n a t objesine bağ­ lanm am ıştır. Konu objenin yanında b ir yerde yaşar, tıpkı bir kolleksiyon bekçisi gibi. Ona b aşvurulursa bazı şeyler öğrenilebilir. Ama insan onsuz yürüm esini bilirse daha kendi ken­ dine kalır, rahatsız edilmez ve dah a çok şey

öğrenir.

* * +

(59)

Konu olmağa elverişli şeyin ilk ilhamı be­ lirip bir E skiçağ efsanesi, bir şiir, ta rih î bir sahne veya gerçek bir kişi y a ratm a vesile­ si olunca Rodin işe koyulur. Çalışma sırasında bu konu gittikçe daha çok nesnel ve adsız ol­ m ağa başlar. A rtık ellerin dili konuşm akta­ dır. Ellerin diliyle anlatılınca o rtay a çıkan meselelerin hepsi yeni, tüm plâstik y aratm ay ­ la ilgili bir anlam taşırlar.

Rodin’in desenlerinde konudan gelen il­ ham ın bu değişmesi ve unutulm ası hazırlanır. Bu işte de kendi anlatım araçlarını terbiye et­ m iştir. Bu kâğıtlard a da — bunlar yüzlerce- dir — kişiliğinin bağımsız ve orijinal ifadesi o rtay a çıkm aktadır.

E ski yıllardan kalm a çini mürekkeple ya­ pılmış resim ler vardır. B unlardaki ışık ve göl­ ge etkileri insanı şaşırtacak güçtedir, söz ge­ lişi R em brandt’ı h atırla tan ünlü «Homme au Taureau»*, genç Saint Jean-B aptiste’in ba­ şı, ya da Savaş Perisinin h ay kıran maskesi, A yrıca sanatçıya yüzeylerin hayatını ve on­ ların havayla olan ilişkilerini tanım ada y ar­ dımcı olmuş n o tlar ve etüdler vardır. Sonra çıplak vücu tlar gelir. Güven dolu b ir elle çi­ zilm iştir bunlar. Bütün ko ntu rları doldurulmuş şekiller, hızlı kalem darbeleriyle yapılm ıştır. Ve sonra, içinden unutulm az saflığıyla bir harek etin yükseldiği, tek titreşim li b ir ta sla ­ ğın melodisiyle kuşatılm ış ötekiler. înce zevki

* Adam ve boğa.

Referensi

Dokumen terkait

Sebelum Anda memulai bisnis, Anda harus tahu jika orang akan membeli produk Anda, dan mereka membelinya dengan harga yang pantas.. Banyak pengusaha yang membuat kesalahan

01 Persentase pemangku kepentingan yang menerima bimbingan/pelayanan penyusunan laporan dana kampanye, audit dana kampanye, pendaftaran Partai Politik dan Anggota DPD sesuai

Kebijakan Umum UIN Walisongo Semarang 2015-2038 Bidang Penelitian Tahap Pemantapan Universitas (2015- 2019) Tahap Konsolidasi menuju universitas riset (2020-2024) Tahap

Berdasarkan dari sifat-sifat yang dimiliki kulit pisang raja, gliserol dan kitosan maka pada penelitian ini peneliti telah meneliti bagaimana mensintesis plastik biodegradable

perulangan sebelumnya sebagai seed set. Seed set dari awal perulangan diambil dari daftar item yang.. ada dalam basis data sekuens. Kandidat berpanjang k dibangkitkan dengan

Dalam paper ini, diusulkan sebuah metode identifikasi tutupan lahan untuk data pengideraan jauh menggunakan gabungan sistem neuro-fuzzy dan sistem pakar (expert system)

Hasil plot kecepatan pergeseran poseismik Dari plot diatas, arah kecepatan pergeseran pada fase poseismik stasiun SuGAr rata-rata berarah ke barat dengan kecepatan

Dengan ini saya menyatakan laporan akhir berjudul Pembenihan dan Pembesaran Ikan Mas Strain Mantap Cyprinus carpio di Balai Besar Perikanan Budidaya Air Tawar