• Tidak ada hasil yang ditemukan

Özlem Çelik - Kendi Hayatını Yaşa.pdf

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Membagikan "Özlem Çelik - Kendi Hayatını Yaşa.pdf"

Copied!
239
0
0

Teks penuh

(1)mmıt m MkAJk İa ti.

(2) H A S R E T K A R PEŞ e s - f c L f a f r t u ^. Keyifle okuyacağınız bir romantik komediye hazır mısınız? Şimdi dürüst ofma zam anı . .. Hangi kadın, “Muhteşem geri dönüşün" hayalini kurmadı? Ya da gerçek aşkı ararken komik durumlara düşmedi? Artılar ve eksiler listesi yapmadığınıza inanmıyorum. En az bir hayaliniz oldu gizlice kurduğunuz. Bir adam a âşık oldunuz. Size âşık oldular : Bir yolculuk planladınız, gidemeyeceğiniz... Geleceğinizi okumak y a d a geçmişinizi hatırlamak istemez misiniz?.

(3) (Vivi la tua vita) ~(oe/iÂ. ROMAN.

(4) Puslu Yayıncılık Eser Adı: Kendi Hayatını Yaşa! Yazarı: Özlem Çelik. «T Bu eserin tiim yayın hakları PUSLU YAYINCÎLIK'a aittir. Tanıtım yapılacak kısa alıntılar dışında, yayıncının yazılı izini alınmadan hiçbir şekilde kaynak gösterilmeden kopyalanamaz , elektronik ve mekanik yolla çoğaltılamaz, yayımlanamaz ve dağıtılamaz. Yayıncı Sertifika No: 20831 Temmuz 2013 ISBN : 978-605-5099-02-2 Editör Erdoğan M ert. Sayfa Düzeni Adem Şenel Kapak Tasarımı Organik Tasarım. Kapak ve İç Baskı İnkılap Kitabevi Baskı Tesisleri Matbaa Sertifika No: 10614 Çobançeşme Mah. Altay Sk. No: 8 Yenibosna i Bahçelievler/İstanbul T : +90 212 496 11 11. Puslu Yayıncılık P ın a r M ah. Ç am lıbel C ad. No: 86 Sarıyer / İstan b u l T : +90 212 224 42 22 www.pushiyayincilik.com.tr.

(5) Ç^Cemcli Ö ¥ 6zya/A /n ı. < ğ/a4a /. (Vivi la tua vita). ^x/em '(oe/i/c H A SR E T K ARPEŞ. ROMAN.

(6) Yazar H akkında 1987 İstanbul doğumlu olan Özlem Çelik, Adnan Menderes Üniversitesi Tarımsal İşletmecilik bölümü mezunudur. İlkokul yılların d a yazmaya başlayan yazarımız, yazılarını ilk kez Kasım 2009 yılında oluşturduğu bloğu ile okuyucularının beğenisine sunmuştur. Kasım 2012 yılında Bloğum Dergisi’nde konuk ya­ zar olarak yazmaya başlayan yazarımız halen dergide yazmakta aynı zamanda derginin yazı işleri sorumlusu olarak görevine de­ vam etmektedir. Yazmanın nefes almak kadar önemli olduğuna inanan ya­ zarımızın “Kendi Hayatını Yaşa (Vivi la tua vita)” isimli romanı yayınlanan ilk romanıdır..

(7) Yazıklarımın yayınlanmasını benden çok isteyen Anneme ve her zaman beni destekleyen biricik kuzenim Seda’ya ithafen....

(8) Yazmak zorundayım. Bir iz kalmalı benden... Gökkuşağının bittiği yeri görmeliyim.. Tanıdık gelmeliyim binlerine. Yaralarını sarmalıyım. Yalnız olmadıklarını hissettirmeliyim. Yazmalıyım. Değişene dek dünya, lyileşene dek insanlığım... Özlem Çelik.

(9) BOLÜM 1: BAŞLANGIÇ. y (Bebek adımlarıyla başla!).

(10) H ASRET KARDEŞ z ^ l c U v ^ o ^. 0 2 / ab ah ın ilk ışıkları yüzüne vuruyordu. Şapkasının siper­ liğinden yüzüne v u ran gölge sıcak kahverengi gözlerini saklı­ yordu. K oluna taktığı ip o d ’dan uzanan kulaklığı her adım ında göğsüne çarpıp geri dönüyordu. A ltına giydiği gri bol eşofmanı o n u n kaslarını gizliyordu. O n u parkın etrafında koşarken gör­ dü ğ ü m d e sıradan biri gibi gelmişti. A m a üçüncü ve dördüncü görüşüm de o n u n sıradanlığının arkasına saklanm ış m ükem ­ mel gülüm sem esini fark ettim . Birisi kom ik bir şey anlatıyorm uşçasına gülüm süyordu koşarken. N efesinin sıcaklığım m et­ relerce öteden alabiliyordum . Giydiği spor ayakkabıların sert zem ine çarpışındaki h afif tok sesi iliklerim de hissedebiliyor­ dum . O n u n için sabah koşusu sıradan bir an tren m an d ı anla­ dığım kadarıyla. Ben ise kilo vermeye çalışan boyu ve kilosu orantısız bir şişm andım . Aslında şişm an dem ek kendim e hak­ sızlık olurdu. Evet, zayıf değildim ancak ben de güzeldim . Ela gözlerim kestane rengi kısa saçlarım ve güzel bir gülüm sem em u.

(11) vardı. T üm bunların ötesinde ben bir yetişkindim ve kilo ver­ meye çalışıyordum. D aha sağlıklı bir yaşam için her gün ko­ şuyor ve yıllarca yediğim fast food yiyeceklerin bana arm ağanı göbeğim ve kalın bacaklarım ı eritmeye çalışıyordum. İlkokul yıllarını saymazsam eğer, hayatım boyunca hiç çok zayıf ol­ m am ıştım . İstediğim elbiselerin vücudum a göre bedenleri ol­ m am asına artık dayanam ıyordum . H ep m uhteşem geri dönü­ şün hayalini kurm uştum . Bir gün kapı açılacak ve 36 beden halim le saçlarımı savura savura farkım ı insanların yüzüne vu­ racaktım . A m a geçen yıllar bana bun u n sadece hayal etm ekle olmayacağını, eğer bunun olm asını istiyorsam savaşmam ge­ rektiğini öğretti. Bunu anladığım da 25 yaşında, istediği hayatı yaşamayan, başarısız biriydim. K endim i o çok sevdiğim ro ­ m antik komedilerden biri olan Bridget Jones a benzetiyordum . A m a karşım a bir türlü o yakışıklı adam çıkm ıyordu. Bu bir kara m izah olmalıydı. H ayatım ı bu şekilde hayal etm em iştim . Ailem in yanında; salonda ki kanepede yaşlanacağım d ü şü n ­ cesi benim içimdeki o dürtü yü ateşledi ve koşmaya başladım . O n u da koşmaya karar verdiğim ilk gün fark ettim . G ittiğim diyetisyen bana sporun önem inden uzun uzun bahsetm iş ben de ona bahane olarak yoğun iş tem pom u anlatm ıştım . Ta ki o bana ona neden para ödediğim i hatırlatana kadar. Sonrasında kendim e güzel bir koşu ayakkabısı, eşofm an altı ve güzel bir atlet aldım ve koşmaya başladım. Başlarda koşm ak denemezdi. Kısa adım larla yürüyerek geri dönüşü hayal etmeye başladım . Bacaklarımın her kası ayrı bir ağrı içinde günlerce y ü rü d ü m , sonrasında kısa adım larla yavaşça koşmaya başladım . K endim i.

(12) “Sahil G üvenlik” dizisindeki gibi hissediyordum. Verdiğim 2 kilo kendime olan özgüvenimi yerine getirmişti. O nun arka­ sında koşacak kıvama gelmek için kendimi paralıyordum. Ada­ m ın o düzenli nefes alışverişinin arasına burnum dan hırıltılı nefesler verip, terden sırılsıklam olmuş kırmızı yanaklarımla girmek istemiyordum. Doğru zamanı beklemek ve beklerken onunla hayal dünyamı süslemek benim için gayet keyifliydi. Adını, yaşadığı yeri veya ne iş yaptığını bilmeden, onu tanı­ m adan, beyaz atın üstüne oturtmuş, yel değirmenlerine karşı dörtnala gittiğine dair bir fikre kapılmıştım. Yel değirmenleri benim fazla kilolarımdı. İlk ayın sonunda daha normal ne­ fes almaya ve kalp ritmimi normal tutmaya başlamış ve top­ lam da 5 kilo vermiştim. İstediğim kiloya ulaşmama yalnızca 25 kilo kalm ıştı Bu hızla gidersem 5 veya 6 ay sonunda ha­ yalimdeki gibi olabilecektim. Âşık olacak, bir adam tarafın­ dan sevilecek, sigarayı bırakacak, göz ameliyatı olarak lensle­ rim den kurtulacak ve 36 beden kıyafet alabilecektim. H atta belki Tanrı bu koşuşturma içinde bana milli piyangodan bir­ kaç milyon çıkmasını sağlardı ve ben tüm hayallerimi gerçek­ leştirmiş olurdum. R u tin olarak her Pazar koşuyordum. Sabahları yatak­ tan kendim i neşeyle atıyor ve eşofmanlarımı üzerime geçir­ dikten sonra doğruca parka gidiyordum. Park, evime 20 da­ kika yürüm e mesafesindeydi. Kimse evinden uzak bir yerde koşm az düşüncesiyle O n u n da benimle aynı çevrede o tu r­ duğu düşüncesine kapılmıştım. Bakkala giderken bile güzel giyinip makyaj yapıyordum artık. D oğduğum dan beri avnı.

(13) mahallede yaşadığım dan onun yeni biri olduğu hissine kapıl­ mıştım. Yaz geliyordu artık ve ben M a rt ayında başladığım diyet ve koşu program ının sonucu olarak H aziran başında 14 kilo verm iştim . Yeni koşu eşofm anları alm ış, yeni bir benliğe kavuşm uştum . Yeniden kilo alm am ak için m ak arn a ve h am ­ burgerden kendim i uzak tutm aya başlam ıştım . Yazın gelm e­ siyle gri eşofman yerini gri şorta bırakm ıştı. Ben de kendine gelen egomla şort giymeye başlam ıştım . O n u n kadar düzgün bacaklarım olm adığı için genlerim i suçlayarak koşuyordum . Nefesim ayların verdiği rahatlıkla artık ru tin bir hal alm ıştı. Sıra, onunla tanışm ak için kurd u ğ u m -bana göre h ain - pla­ nım a gelmişti. D aha önce hiç kim senin b u n u d ü şünm ediği gibi saçma bir fikre kapılm ıştım . Koşarken aniden önüne çı­ kacak, bana çarparak beni düşürm esini sağlayacaktım . Evet, biraz mazoşistçe olabilirdi am a eski T ü rk film lerinde bu işe yarıyordu. Benim hayatım da “Balıkçı Azize” kıvam ında ol­ duğ u ndan bende de işe yaram alıydı. Takip eden Pazar günü en sevdiğim yeşil şo rtu m u giy­ dim . B acaklarım ı tertem iz olduğuna ikna olana dek incele­ dim . Ü zerim e beyaz bir atlet ve ayağım a koşu ayakkabıla­ rımı giyerek parka doğru sakin adım larla gittim . O n u n her seferinde kullandığı yolun k uy tu bir kısm ında bir ağaç arka­ sına saklanarak bekledim . Yaklaşık bir saattir orada olm am a rağm en henüz gelm emişti. A klım a hasta olduğuna, daha da kötüsü koşuyu bıraktığına dair tu h a f bir fikir yerleşti. Son­ rasında köşeden döndüğü nü gördüm . D o ğ ru yer, doğru za­ man kuralını hatırladım . N e erken olm alıydı ne de geç. Sık.

(14) sık nefes alarak nefesimi birkaç km. koşmuşum gibi hızlı hale getirdim. Sonrasında geriye doğru birkaç adım attım . Ağa­ cın önüne doğru koşmam gerekirken kendimi ayağıma takı­ lan dal parçası yüzünden yerde yuvarlanırken buldum. Şor­ tum ve beyaz tişörtüm çamur içindeydi. H aziranın ortasında varlığına hayret ettiğim bu çamur da neyin nesiydi ve o ağa­ cın kökü neden o kadar dışarıdaydı? Ben bunları düşünürken birden onun bana yaklaşmakta olduğunu fark ettim. Yavaşla­ mıştı. Ne doğru yer, ne doğru zaman, ne de doğru kıyafetti. Kendim i güçlükle ayağa kalkmaya çalışırken buldum. Dizle­ rim acıyordu ve biraz da kanamıştı. Yavaş yavaş nefesimi dü­ zene sokmaya ve gözlerime batan yaşları itelemeye çalıştım. İşte! Yeniden koşuyordum. Eğer yol ayrımına kadar sabredebilirsem o beni durdurmadan ortalıktan kaybolabilirdim. Dizle­ rimdeki acı yavaş yavaş baldırlarıma doğru çıkıyor ve mideme baskı yapıyordu. Gözümden bir damla yaşın, değdiği yeri ıs­ latarak geçtiğini ve boynumdan aşağı süzüldüğünü hissettim. Şimdi olmazdı. Şu an, buraca sinirlerim boşalamazdı. Diyetin verdiği vitamin eksikliği ve harap olmuş sinirlerim beni şu an ele geçirmemeliydi. Sakince nefes alıp vermeye çalışarak adım­ larımı hızlandırdım ve yol ayrımından döndüm, sonunda yal­ nızdım. Arkamdan gelen kimse olmadığından emin olduğum an yolun kenarındaki kaldırıma oturup dizime bakmaya başla­ dım . Kan biraz önceki hale nispeten kurumuş ve çirkin siyah bir leke oluşturmuştu. Kollarımda ki sıyrıklar fena görünm ü­ yordu ama dizlerim beni öldürüyordu. Kendime geldiğimi san­ dığım bir an yavaşça ayağa kalktım ve O nu gördüm. Ensesini.

(15) ö rten siyah gür saçları şapkasının altından hınzırca çıkmış, ter­ den ıslanm ıştı. G özlerini örten güneş gözlüklerini b u rn u nu n u c u n a indirerek bana baktı. Hayır, bu olm uyordu. Bu büyük geri dönüş değildi. Beyaz tişörtüm çam ur içindeydi ve bisik­ letten düşm üş bir çocuk gibi yara kaplıydı her yanım . O ise terden ıslanan tişörtün ün ucunu eline almış, terden sırılsıklam olan alnını kuruluyordu. Bana doğru birkaç uzun adım attık­ ta n sonra kulaklıklarını çıkardı. Boynundan aşağı sarkan k u ­ laklıkları göğsünün iniş ve çıkışlarıyla senkronize bir şekilde sallanıyordu. Gözlerim i göğsünden yukarı kaldırdığım an o m uhteşem gülümsemesiyle bana baktığını gördüm. “İyi misin? Ç ok kötü bir düşüş oldu ve ben seni m erak et­ tim .’' Beni m erak etmişti! Tanrım , düştüğüm için teşekkürler, sonunda beni fark etti! Kısa süreli bir şok dalgası tü m benli­ ğim i sardıktan sonra; “Aaa, şey o kadar da m ühim değil. K üçük birkaç sıyrık. H erkesin başına gelebilir” diyebildim. Hayır, aslında herkesin başına bu kadar aptalca bir şey gelmezdi. Bu ancak benim ta­ lihsizliğimin öngördüğü bir saçmalık olabilirdi. “H aklısın galiba. Yürüyebilecek misin?” “Yürüyebilirim.” Şimdi ismini söyleyecek ve ben ismimi söyleyeceğim sonra kahve içmek isteyecek. Tanrım , oldu bu iş! Yaşasın... “Biraz daha iyi görünüyorsun. Senin için yapabileceğim bir şey var mı?”.

(16) “Hayır, teşekkür ederim. Her şey için...” Eee ismini söyle­ mesi gerekmiyor muydu? Niye böyle oldu ki. “Peki, İyi pazarlar...” A dım larını hızlandırarak benden uzaklaşırken; “Sana d a ...” diyebildim sadece. Böyle olmamalıydı. Bu cümle beynimi yiyip bitirecekti. Bir daha aynı numarayı deneyemeyecek olmama ne demeli? Dizimdeki acı kendini hatır­ latınca tem kinli adımlarla parktan anayola çıkarak taksi ara­ maya başladım. Bir taksi beni ve utancımı eve götürmeliydi. Eve nasıl ulaştığım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Ce­ bim den çıkardığım buruşmuş paraları şoförün eline sıkıştırıp koşarcasına taksiden indim. Eve girdiğimde annem önce yü­ züme ve sonra dizlerime baktı. “N e oldu sana böyle?” “Ö nem li değil. D üştüm .” Aslında önemliydi. Anneme anlatmak için içimde derin bir istek duyuyordum ama bu kez olmazdı. Başarısız tanışma ey­ lemlerim ve platonik hallere bürünen aşklarım onun duymak istediği şeyler değildi. O benim evlenmek istediğimi ve ona to­ run vereceğimi duymak istiyordu bu kolaymış gibi. Bu devirde evlenebilecek kadar düzgün bir erkek bulmak ne kadar zordu bilmiyordu, anlatamıyordum. İçimden geçenleri duymuşçasına bana uzun uzun baktıktan sonra “Yeni biri mi yoksa?” dedi. Bu, her seferinde annemin torun isteğinin artmasına, bana yal­ varan gözlerle bakmasına ve sonunda gözlerini uzaklara dike­ rek içlenmesine sebep oluyordu. Belki onu düşündüğüm den.

(17) belki de kendim e olan güvensizliğim den ona sadece “H ayır” diyebildim. D evam ında gelecek ikinci tü r önem li soruları sa­ vuşturm ak için kendim i banyoya attım . Suyu açıp üzerimdekileri çıkardım aynaya baktım . G ö rü n tü m ü beğenm edim . H âlâ istediğim şekilde değildi ölçülerim. K endim e sabretm em ge­ rektiğiyle ilgili küçük bir brifing verdikten sonra duşa girdim . Suyu ılık hale getirdim . Su dizim e çarptıkça iğneler batıyormuşçasına canım yanıyordu. D erin bir nefes alıp sabunladı­ ğım lifi dizlerime sürdüm . T ü m banyo fram buaz k o km uştu bir anda. Sonrasında saçımı şam puanlayıp kendim i akan su­ yun dinginliğine bıraktım . C an ım ın acısı ince bir sızıya d ö n ­ m üştü. Nasılsa geçer diyerek kendim i avuttum ve d u rulanarak banyodan çıktım . Ayağım yere değdikçe bileğimde baskı hisse­ diyordum . Sendeleyerek bornozum u giydim ve odam a geçtim. Yeni evim izde ilk günlerim izdi. Babam benim duygu sö­ m ürülerime dayanamayarak benimle birlikte annem i ikna etm e yolunda önemli adım lar atmıştı. Ve doğduğum evi, sahip oldu­ ğum uz tek malvarlığını kiraya vererek mahallem ize yeni yapı­ lan üç odalı dairelerden birini tutm uştuk. Benim kendim e ait bir odam ve mobilyalarım vardı artık. Ev büyük ve ferahtı. Tek kötü yanı abim in odasının küçük olması ve aydınlığa bakm asıydı. A m a tabi ki bu benim heyecanla mobilyalar alm am ı en­ gelleyemedi. Hep hayalini kurduğum çift kişilik battal boy ya­ tağım ı alıp odam ı gönlüme göre düzenledim. Ve şimdi pem be pelüş halım ın üzerinden geçip kendim i H ülya Koçyiğit gibi yatağımın üzerine bırakm a zam anıydı. Yaşadıklarımı gözü­ m ün önüne getirip kritiğini yaptım yetm edi, kuzenim (aynı.

(18) zam anda en yakın arkadaşım) Sedayı aradım. Uzun zaman­ dır beraberce paylaştığımız ortak heyecan, O nunla tanışmaktı. H er zam anki neşeli ses tonuyla telefonu açtı. “O zzzz... Ç abuk anlat!” “U tanç köşesinde çömelmiş cezamın bitişini bekliyorum!” Bu bizim yıllar önce Ankara’da başımıza gelen saçma sapan bir olaydan sonra utandığım ızda kullandığım ız bir deyim ha­ line gelmişti. Bundan seneler seneler önceydi. Seda A nkara’da yaşadığı için ben de yıl içindeki rutin ziyaretlerimden birini O cak ayma denk getirmiş ve Ankara’nın eksi 14 derece soğu­ ğuyla yüz yüze gelmiştim. Olayın geçtiği gün ekmek alm ak için dışarı çıkm ıştık. Ben daha önce A nkara soğuğu görme­ diğim den converselerimle gitmiştim. Yerler diz boyu kar, her yer buz. K arşıdan gelen iki yakışıklı çocuğun bana bakm a­ sını sağlamak için kendimce seksi seksi yürümeye çalışırken biricik lastik ayakkabılarım buz üzerinde patinaj çekerek yere yapışm am a sebep oldu. Ağlamakla gülmek arasındaki o ince çizgide şaşkın şaşkın bakakaldım. Çocuklar yanım ızdan ge­ çip gitti ve ben Sedanın yardımıyla yerden zorla kalktım . Eve gittiğim izde Seda sadece; “şu köşeye git ve utan dedi. Ben de hak vererek kapının arkasına geçtim ve utandım . O olaydan sonra ne zam an utanç verici bir olay yaşasak bu deyimi kul­ lanmaya başladık ve ben şuan kapımın arkasında utanıyorum! “O kadar mı kötü?” D aha kötü ne olabilir diye düşündüm . rtO kadar kötü" diyebildim ve her şeyi sırasıyla anlattım . Scssizce dinleyip ı<».

(19) d ü ştü ğ ü m kısım da yarıla yarıla güldü önce. H er kelim enin üzerine basa basa: “S-e-n ağacın d a lm a ... (K ahkahalar). “Sonra O n u n ö -n -ü -n -e...” (K ahkahalar) “D ü ştü n !” K ahkahaları sakinleştikten sonra sakin olm am ve önüm de ki maçlara bakm am la ilgili olağan telkinlerde bulundu ve yeni­ den güldü. Beraberce güldük. Telefonu kapattığım da ben hâlâ gülüyordum . Biraz olsun rahatlam ıştım ama. Sedayla konuş­ m ak beni her zam an rahatlatırdı. Sakinlik tü m v ü cudum a ya­ yıldıktan sonra üzerim i değiştirip rahat bir şort ve tişört giy­ dim . D izlerim e yara bandı yapıştırıp kendim i hayal dünyam a bıraktım . O rası en güvenli yerimdi. K im senin dokunm adığı, benden başka kim senin görmediği bakire bir ütopyaydı. O rada kim se beni üzemez, reddedem ezdi. Sabah uyandığım da her yanım ayrı ağrıyordu. İşe gitm ek içim den gelm iyordu. Şefimi arayarak hasta olduğum u söyle­ dim , yalan değildi, hastaydım . Ayaklarım şişmiş, dizlerim par­ çalanm ıştı. Şefime bilgi verdikten ve annem lerin işe gitm e gü­ rültüsü bittikten sonra kendim i yeniden uykuya teslim ettim . U yandığım da öğlen olm uştu ve ben berbat haldeydim . Ö nce duş aldım , yara bantlarım ı değiştirdim . Sonra kahve yapm ak için mutfağa gittim . Kahve m akinem in içine önce filtremi son­ rasında kahve ve suyu koyarak dem lenen kahve kokusunda sa­ bah sigaramı içtim. K arnım çok açtı. Bu da diyetin yan etkile­ rinden biriydi. N orm alde sabahları sadece kahve içerdim am a m.

(20) şimdi canım delice şeyler çekiyordu. Donmuş pizza, hambur­ ger, sosisli sandviç, krep vb. Oysa yemem gereken 2 dilim ke­ pek ekmeği, 3 zeytin, bir yumurta, kibrit kutusu beyaz peynir ve sınırsız salataydı. Kahvemi içtikten sonra kahvaltımı hazır­ lamaya başladım. Ekmekliğe uzandığımda ekmek kalmadığını gördüm. Bu harikaydı işte. Ekmek yemem gerekiyordu. Doktor ne yazdıysa hepsini yemeliydim. Doktorum gözlerimin içine baka baka öyle demişti. Korkmuştum kadından. Sanki hepsini yemesem beni oracıkta boğacak gibiydi. El mahkûm ekmek almaya çıktım. Üstümde salaş bir şort, eski bir tişört ve gö­ zümde de gözlüklerim vardı. Kendimi lenslerimi takamayacak kadar uyuşuk hissediyordum. Ayağıma da şıpıdık terliklerimi giyip bakkala indim. Bakkal hemen evin altındaydı. Böyle du­ rum larda kapıcımızın olmasını ne kadar çok istiyordum. Bak­ kaldan kepek ekmeğimi alıp apartmanın girişine geldim. Kapı şifreyle açılıyordu. Ben de bu konuda oldukça inatçıydım. Şif­ reyi birkaç kez denedim ve sonunda pes edip cebimden anah­ tarım ı çıkarmaya karar verdiğimde arkamdan bir ses “ister­ sen bir kez de ben deneyeyim” dedi. Arkama bakm adan yana çekildim ve ilk girişiyle kapı açıldı. Bana kapıyı tu ttu ve içeri girdim, içeride bir cam kapı daha vardı. Yere bakarak yürü­ yordum ve kapıyı açmak için elimi uzattığımda O n u gördüm. O ydu, içimde ki ses “yok artık!” diye bağırdı. Beni fark etm e­ miş olmasını dileyerek hızlıca kapıyı açıp apartm ana girdim. Evimiz birinci katta olduğundan asansör kullanm ıyordum . Ama merdivenleri çıkışım düz yolda yürüm em den daha vavaş ve ağrılıydı. Asansöre binmesini um ut ederek merdivenlere.

(21) d o ğru y ü rü d ü m . Ü zerinde beyaz bir polo tişört ve lacivert bir kot pantolon vardı. Ç ok yakışıklı görünüyordu. M erdivenin tırabzanın a tu tu n a ra k ilk ad ım ım ı attım . Sonraki adım ların d aha kolay olacağını düşünerek. Toplam da 16 basam ak vardı, ne k adar zor olabilirdi ki. Son basam ağa geldiğimde; “Aynı ap artm an d a o tu rd u ğ u m u zu bilm iyordum .” D edi. B aşım ı önce y ukarı kaldırdım . B unun bir şaka olm ası için T a n rıy a dua ediyordum . Bu kötü bir şaka olm alıydı. Ve hiç kom ik değildi. Kapıyı açm ak için elimi uzatsam değebilecektim . Bu kad ar yakınken olm ak zorunda değildi. A rtık cevap verm eliydim . “A aa m erhaba” diyebildim. N e alakasız bir tepki T a n rım . Saçm alam anın doruklarındayım . “Merhaba. Dizin nasıl oldu? D ün oldukça kötü görünüyordu.” “İyiyim teşekkür ederim .” B enim le konuşm aya m ı çalı­ şıyor yoksa bu korkunç halim in keyfini mi çıkarıyor acaba? “N eyse ben seni tutm ayayım . İyi günler.” “Teşekkürler, iyi günler.” G aliba onunla konuşm ak istem ediğim i düşünm eye baş­ ladı. K ahretsin! H er şey bu kadar trajikom ik o lm ak zo ru n d a m ı san k i... Kapıyı açıp eve girdiğim de hâlâ titriyordum . Be­ denim de enteresan bir adrenalin dolaşıyordu. Y aşadıklarım ız geçti gözüm ün önünden ve ona seksi bir hava veren tıraş los­ yo n un un m arkasını düşünm eye başladım . Ç am gibi ko k u ­ yordu. Ilık, ferah, erkeksi... İnsanda do k u n m a hissi uyandıran, U.

(22) her santimini tanımak isteyeceğiniz türden. Onu her gördü­ ğümde havada derin bir testosteron dalgası oluşuyordu. Etki­ sinden kurtulmak için uzun zaman kendime gelmeye çalışmam gerekiyordu. Yine aynı şey olmuştu. Midemde minik kramplar oluşuyordu. Babamın söylediklerini hatırlamaya çalışıyordum. Babam yeni taşındığımız apartmanın yöneticisi olmuştu, dola­ yısıyla herkesi tanıyordu. Bizim katta iki ayrı aile vardı ve hiç birinin erkek çocuğu yoktu. Üst katımızda bir çift yaşıyordu ve yeni evlilerdi. En üst katta ise (dubleks evlerde) doktor bir karı koca ve küçük çocukları vardı. Babamı aramalıydım. Eğer hiç kimsenin çocuğu yoksa yeni evli çiftin eşi olabilir miydi? Apartmanda kimseyi tanımıyordum ve onu daha önce hiç gör­ memiştim. Elime hızla telefonumu aldım. Babam mahallenin muhtarı gibiydi, her şeyden mutlaka haberi olurdu, ikinci ça­ lışında telefon açıldı. Babamın yumuşak ve aceleci sesini duy­ dum. Hızlı konuşmalı ve bir an önce sadede gelmeliydim zira babam telefonda konuşmaktan hiç haz etmezdi. “Efendim kızım.” “Merhaba Babacık nasılsın?” “İyiyim kızım, hayırdır?” “Baba sana bir şey soracağım.” “Sor kızım.” “Bizim apartmana yeni biri taşındı mı?” “Yeni biri mi? Benim haberim yok canım. Hayırdır?”.

(23) “M erak ettim de. Bugün kapı girişinde biri kapının şifre­ sini açtı benim için. Ben de onu daha önce görm emiştim, so­ rayım dedim .” “H ım . Muhtemelen yeni evli çifttir kızım onlar. Aman kimse kim , senin bacağın nasıl? Gelip doktora götüreyim mi seni?” “G erek yok babacım iyiyim ben.” “Tam am , kızım hadi öptüm .” “Bende babacım.” Babam telefonu kapattığında içimde yıkılan binlerce bi­ n an ın altında göçükte kalmıştım. Evli adamları çeken bir ya­ pım olduğunu biliyordum çünkü bende bir çeşit kötü enerji vardı. N efret ettiğim her şey başıma geliyordu. Evli adam ­ lar, yalancılar, ikiyüzlüler, aldatmaya meyilliler, aldatm aktan haz alanlar... Yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Bu kadar çok ironi yaşamak kim in başına gelebilirdi ki? N e m utlu bana. N e mutlu! Gözkapaklarımı zorlayan gözyaşlarımı ötelemeye çalı­ şarak derin bir nefes aldım ve Sedayı aradım, olan biteni ne­ fes alm adan anlattım. Bu kadar çabuk hayallere kapılm am la ilgili derin ve sıkça duyduğum yorum dışında söylenecek bir şey yoktu. Alıştığım sözcükler, ağlam amam gerektiğine dair telkinler eşliğinde telefonu kapattım . Yeni bir sigara yaktım. Kahvaltımı hazırladım. Bir şeyler yemek zorundaydım. K ah­ valtı ettikten sonra sofrayı topladım. Bulaşık makinesine yerleş­ tirdim. Her şeyi oldukça yavaş yapıyordum. Eğer yavaş hareket edersem hayat da benimle yavaşlar gibi geliyordu. Adımlarımı, hareketlerimi yavaşlatırsam acım da yavaşlar diye düşündüm ..

(24) Sonrasında yatağıma uzandım. Uykum yoktu ben de bilgi­ sayarımı açıp internet üzerinden takip ettiğim yabancı dizi­ lerimden birini açtım. “House M.D.” kafamı dağıtmak için iyi bir seçimdi. İçinde aşk olmayan herhangi bir şey, ihtiya­ cım olan buydu. Peş peşe birkaç bölüm izledim. Öğle yeme­ ğimi yedim. Daha doğrusu öğle yemeği adı altında ki haşlan­ mış tavuğumu ve buharda yarı pişmiş sebzemi yedim. Canım içmek istiyordu ama kendimi bırakmamalıydım. Birkaç bö­ lüm daha izledikten sonra yemek yapmaya karar verdim. Ak­ şam yemeğini hazırladım. Annemlerin gelmesine yakın anne­ min vazgeçilmezi olan çayını demledim, sofrayı hazırladım. Yaptığım her şey ağır çekimdi. Bulaşıkları makineye dizmek­ ten vazgeçip elimde yıkadım . Bulaşık yıkam ak beni rahat­ latıyordu. Yapacak daha iyi bir işim de yoktu. Ayağımdaki ağrı da yavaşça geçiyor, aldığım ağrı kesiciler etkilerini göste­ riyordu. Bitmiyordu gün, saatler geçmiyordu ve ben gittikçe öfkeleniyordum. Ayağımdaki ağrı olmasa koşmaya gidecek­ tim ama koşmak bir yana yürümek bile bir işkenceydi. İş­ ten 2 gün izin aldığım için kendime ölesiye kızıyordum. En azından günün büyük kısmı işyerinde geçerse gün daha ça­ buk bitebilirdi. Bir anda iyileştiğimi söyleyemeyeceğime göre bu işkenceye bir gün daha dayanmam gerekecekti. Ben bun­ ları düşünürken annemler geldi. Onlar yemek yerken ben de salatamı kemirdim. Annem bende bir haller olduğunu anlı­ yordu ama ne olduğunu çözemiyordu. Sonra babam öğlenki konuşmamız hakkında birkaç merak sorusu sordu. Kısa ce­ vaplarla geçiştirip odama gittim. Yeni evimizde en çok bunu.

(25) seviyordum. C anım sıkıldığında tüm sorulardan kaçm ak için kendimi odama kapatabiliyordum. Kendimi önce odam a, oda da dar gelince balkonuma attım. Kahvemi alıp ayaklarım ı bal­ konun korkuluklarına uzatarak sigara içmeye başladım . Siga­ ramı içerken başka bir balkonda sigara korunun yanıp söndü­ ğünü fark ettim gayri ihtiyari balkona baktım . K aranlıktan bir şey göremiyordum. Sonra bir hareket fark ettim . Biri sanki el sallıyordu. Göz yanılsaması olduğunu düşünüp başımı öne eğ­ dim . Sonra balkon ışığının yandığını fark ettim . K afam ı kal­ dırdığım da onu gördüm. O rada durm uş bana el sallıyordu. A m a bildiğim kadarıyla yeni çiftin oturduğu ev o daire de­ ğildi. D aha önce oranın ışığının yandığını hiç görm em iştim . Bu içimde bir um ut ışığı yaktı. Bana el sallayarak gülüm seyen adam a baktım sonra ben de el salladım neden yaptığım ı bil­ meden. İçimde yeniden bir şeyler kıpırdamaya başladı, “u m u t” gibi bir şeyler... Yerimden yavaşça kalktım . B ardağım ı ve kül­ lüğüm ü alıp içeri girdim. M asamın üzerine bırakır bırakm az koşarak salona gittim. O kısacık mesafe bana bir öm ür gel­ mişti. Babam üçlü koltukta televizyon izlerken uyuyakalm ıştı yine. Biraz dürtm ek zorunda kalm ıştım . U yanıp kırm ızı göz­ lerle bana bakarken onu uyandırm anın ne kadar saçma oldu­ ğunu fark ettim . A rtık yapacak bir şey yoktu, olan olm uştu. “Baba sana bahsettiğim adam bizim üst kattaki boş dai­ reye taşınm ış dedim ” usulca. Babam bana şaşkın şaşkın baktıktan sonra “Eee?” dedi..

(26) Şimdi ne cevap verecektim? “Şey baba ben bu adamın pe­ şinden koşup duruyorum. Evli olmadığını bilmem gerekiyor” mu demeliyim? “Sadece hırsız olmasından korktum” diyebildim. Babam “yok hırsız değildir yat uyu artık” dediğinde çare­ sizce odam a gittim. Sabahı beklemekten başka çarem yoktu. Uyandığım da her şey daha berraktı. Hemen duş alıp üze­ rimi değiştirdim. Güzel bir şort ve tişört giyip kapı deliğine gözümü yapıştırdım. Geçerken onu görecek ve ben de kapı­ nın önüne çıkacaktım. Bekleyişim uzadıkça ümidim de aza­ lıyordu. Bir kez de benim istediğim gibi olsa ne olurdu sanki? Baktım olacak gibi değil ben de kahve yapmaya gittim. Kula­ ğım kapıda. Sonra kepekli bir sandviç yapıp gözüm kapı deli­ ğinde yemeye çalıştım. Sonunda kaçınılmaz an gelmişti, tuva­ lete gitmeliydim. Biraz daha beklemeyi düşünmüştüm ancak gün içinde içtiğim litrelerce su buna müsaade etmiyordu. Ben de çaresizce tuvalete gittim. Dönüp yeniden gözümü kapıya di­ kecektim ki bir ses duydum. Hemen kapıyı açtım ve eve yeni giriyormuş gibi yaptım. Ancak gelen giden yoktu, bu bekle­ yişin bugün sonlanmayacağı belliydi. Biraz daha bekledikten sonra kapıdan istemsizce ayrıldım. Bilgisayarımı açıp dizi iz­ lemeye başladım. Kendimi bu ümitsizlikten kurtarmalıydım. O nu ne zamana kadar bekleyebilirdim ki? “Bunun sonu yoktu” diye kendim i avuttum . Sonra kapının çaldığını duydum. Ka­ pıyı açtım, O karşım daydı.... H ASRET KARDEŞ.

(27) BÖLÜM 2: TANIŞMA (Sürprizlerden korkma!).

(28) CÇ linde boş bir fincanla kapım ın önünde ne aradığını merak ediyordum . Şeker m i istem ek için gelmişti acaba? Eğer öyle ise fin can altlığını ne yapıyordu? Yüzünde daha önce çalışıl­ m ış bir gülüm sem e vardı ve beni görüyorm uş gibi kapı deli­ ğine bakıyordu. D erin bir nefes alıp kapıyı açtım . Şaşkın bir yüz ifadesiyle “m erh ab a” ded im . B enim m erhabam a karşı­ lık sıcak ve iç ısıtan bir gülüm sem eyle elindeki fincana baktı. H âlâ şaşkın dım . F incanın neden altlığı var diye düşünüp d u ­ ruyordum . B unu d ü şü n d ü ğ ü m ü anlam ış gibi; “Ben yeni taşın­ d ım ap a rtm a n a ve henüz ocağım k urulm adı, eğer m utfağınız m üsaitse kendim e bir kahve yapm ak istiyorum ” dedi. D aha önce su, şeker, tuz, ekm ek, salça, yağ vb. isteyen kom şularım olm uştu am a kim se m utfağ ım d a kahve yapm ak istem em işti, ilk şaşkınlığı üzerim d en atıp “tabi b u y u ru n lütfen” diyebil­ dim . A yakkabılarını k ap ın ın ön ü n d e çıkarıp verdiğim terlik­ leri giydi. B enim ayağım da terlik yoktu, bandajlı bileğim ve.

(29) kırm ızı ojelerimle çıplak ayak dolaşıyordum . M u tfa k hem en kapının karşısındaydı. O n a m utfağa k ad ar eşlik ettim . İsterse filtre kahve olduğunu söyledim ancak O , T ü rk kahvesi sev­ diğini söyledi. Üzerinde yeşil polo bir tişört, altın d a h a fif bol düşük bel bir pantolon vardı. Saçları nemliydi. B anyodan yeni çıkm ış gibi sabun ve tıraş losyonu karışım ı m istik bir kokusu vardı. M utfağa girdiğinde önce etrafı kolaçan etti. Sonrasında ona oturabilmesi için gösterdiğim, m utfağın köşesinde b ulunan m asadan bir sandalye çekip bana doğru d ö n d ü rd ü ve otu rd u . Bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Beni baştan ayağı sü­ züyordu. Bunu fark etmemişim gibi ona seçeneklerini sundum ; “İstersen A dana dan yeni gelmiş özel T ü rk kahvesinden yapabilirim veya M ehm et Efendi kahvesi de var. H an g isini tercih edersin?” “A nlaşılan sen de benim gibi kahve severlerdensin. A dana kahvesini daha önce denemedim. M ahsuru yoksa tercihim o olabilir.” “Peki. Kahveni nasıl içersin?” “Az şekerli. Sen?” “Ben de.” Kahveyi buzdolabından, şekeri ve cezveyi m utfak dolabın­ dan çıkarıp kahveyi yapmaya başladım. Ben, önce suyu koyup üzerine kahveyi ve şekerini karıştırm adan tepeleme koyuyor­ dum ve ağır ateşte pişmesini bekliyordum . K ahvenin sabırla pişmesi gerektiğini öğrenm iştim . Beklerken ben de sigaramı ve küllüğüm ü m utfak taşından alıp y an ın d ak i sandalyeye.

(30) oturdum . Bana sevgiyle baktığını hissediyordum. Biliyorum bu fazlaydı ama şu an hissetmeye en çok ihtiyaç duyduğum his buydu. Ben bu düşüncelerle boğuşurken onun “ben Arda” dediğini duydum. “Ben de Özlem.” “M em nun oldum.” “Ben de. Sanırım senden kahve istemeden önce bunu söy­ lemeliydim.” (M üthiş can yakıcı gülümsemesi). “Ö nem li değil.” Saçmalamamalıyım. Düzgün cümleler kurmalıyım. Hatta kalkıp kahveye bakayım ki aklım dağılsın. Önce cezveyi elime alıp üzerindeki köpüğü fincanlara eşit olarak dağıttım. Sonra bir taşım daha kaynayınca, kalan kahveyi fincanlara bölüş­ türdüm , dolaptan soğuk su çıkarıp uzun su bardaklarına dol­ durdum . Cezveyi lavabonun içine koydum. Sonra tepsiye yer­ leştirdiğim fincanlarla yanma gittim. Kahvesinden küçük bir yudum aldı. Sonra bana bakarak ellerine sağlık dedi. Bir an gözümde 60 yaş halimiz canlandı. Birbirimize sevgiyle baktı­ ğımız, evliliğimizin 30. Yılını kutladığımız zamanlar. İçimdeki ses bile bu saçmalamaya dayanamamış bana abartma diyordu. Bir an düşünce bulutlarını savuşturup derin bir nefes aldım. “Teşekkür ederim.” “Eee Özlem, kendinden bahsetsene biraz?” “Peki. İki senedir özel bir şirkette çalışıyorum. Adnan M en­ deres Üniversitesi Tarımsal İşletmecilik bölümünden mezunum..

(31) A çık öğretim den lisans tam am lam aya çalışıyorum . Pek başarılı o lduğum söylenemez am a (kibar bir gülüm sem e). Bu kadar.” “Ben bu kadar kısa olduğunu d ü şü n m ü y o ru m . Sen son iki seneden bahsediyorsun. Ben seni ta n ım a k istiyorum . Bana kendini anlatsana?” “Ü ç kelimeyle kendimi tanım lam am ı m ı istiyorsun? Issız bir adaya düşsem yanım a alacaklarım ı m ı öğrenm ek istiyorsun?” “A slında 3 kelimeden uzun olm asını iste rim ... Sakıncası yoksa.” “Peki, o zam an. H ayatım boyunca avukat o lm ak istedim . Ç enem düşük olduğundan benim b u n u n altın d an kolaylıkla kalkabileceğimi söylediler, ben de inandım . Üniversite sınavına 4 kez girdim. A m a matem atiğim zayıf olduğundan kazanam a­ dım . Tabi bu süre zarfında tezgâhtarlık, pazarlam a gibi deği­ şik işlerde çalıştım. Sonra son girişimde bu bölüm ü kazandım . 23. Tercihimdi. Diğer tü m tercihlerim yakın yerlerdi am a ben A ydını kazandım . İlk sene özel bir y u rtta kaldım . E n yakın arkadaşım la da orada tanıştım . Sonra beraber eve çıktık. Ü n i­ versite bitince birkaç iş başvurusu yaptım . Sonra şuan çalıştı­ ğım şirkette Agent* olarak işe başladım. İlk senem dolduktan sonra bir üst bölüme, müşteri işlemlerinin yapıldığı evraklı iş­ lemler bölüm üne geçtim. B unlar dışında farklı bir yaşantım yok. Yeterli olm uştur herhalde...” T an rım , O bana öyle içime işleye işleye bakarken kendim i nasıl anlatabilirim ki? Agent: Sözlük anlamının dışında müşteri temsilcisi olarak çalışan kişiye verilen kısa addır..

(32) “Evet, yeter bence. En azından başlangıç için.” Başlangıç? Yani devamı olacak. Sen aklımı koru Allah’ım. Aşık oluyorum galiba.. .“Peki sen kendinden bahsetsen biraz.” “Aslında kendimi pek ifade edemem ama senin için dene­ yeceğim. İstanbul Üniversitesi H ukuk bölümü mezunuyum. İhtisasımı kam u davaları üzerine yaptım. Şu an kendime ait küçük bir bürom var. Hayatım boyunca hep tiyatrocu olmak istedim am a ailem avukat olmam konusunda oldukça baskı­ cıydı. Sonunda ben de avukat oldum. Yalnız yaşıyorum. Apart­ m ana yeni taşındım ve İzmir’den geldiğim için burada senden başka arkadaşım yok.” “K endine yeni arkadaşlar bulana kadar kahve yapmana yardım edebilirim.” “Buna çok sevinirim. Ama sadece kahve yapmasak, mesela bana boş vaktin olduğunda İstanbul’u gezdirsen nasıl olur?” Beraber gezmek? T anrım şu an pembe büyük bir bulutun üzerindeyim ve yanım da arp çalan minik melekler var. Teşekkür ederim. Teşekkür ederim. Teşekkür ederim ... “Tabii neden olmasın?” İç sesimle konuşmaya devam eder­ sem çocuk beni geri zekâlı zannedecek... “Peki, ne zam an müsait olursun? İşe gitmediğini görüyo­ rum . Bugün boş musun?” Evet, bugün izinliyim. Eğer sen de boşsan bugün bir yer­ lere gidebiliriz.”.

(33) “Evet boşum . H adi hazırlan ben de kahve fincanlarını yı­ kayayım .” a^r. lam am .. 7). Eee, ne giyeceğim şimdi? Giyecek hiçbir şeyim de yok! Kot giysem, hava çok sıcak. Şort ta olmaz. Elbise giysem rüzgâr eserse rezil olurum . D olabın kapağını açıp uzun uzun baktık­ tan sonra camel rengi kumaş kaprimi, beyaz bir atlet ile bir­ likte giydim. Topuklu ayakkabı giyebilecek kadar iyileşmem iştim ben de beyaz converselerimi giydim. B oynum a ince boncuklu, kahve tonlarında bir fular taktım . H a fif bir m ak­ yaj yaptım . Göz kalemi, rimel ve pembe bir ruj kullandım . Büyük camel çantam ı aldım. Parfüm üm ü üzerime sıktıktan sonra hazırdım. Mutfağa gittiğimde fincanları kuruluyordu. “Baya hızlı hazırlandın. Ben alışık değilim böyle şeylere. Beni sürekli şaşırtıyorsun.” “Alışkanlık. Her zaman hızlı hazırlanırım.” “H adi o zaman çıkalım.” Evden çıktık. Ben kapıyı kilitlerken o ayakkabılarını bağ­ lıyordu. Merdivenleri inip kapının önüne çıktıktan sonra iki­ miz de araba anahtarlarımızı elimize aldık. Bunu konuşmamıştık. İkimizde birbirimize bakıp gülmeye başladık. Benim Kia Picanto’m vardı, O ’nunsa son model bir B M W ’si. “İstersen benim arabamla gidelim” deyiverdim. Ü stü n ­ lük taslamak değildi amacım. O nun arabası büyük, pahalı ve uzundu. Benim arabam ise küçük ve park sorunu olmayan.

(34) bir arabaydı. Birkaç saniye kadar düşündükten sonra düşün­ celerimi okurcasına; Senin arabanın park sorunu olmaz” dedi. Benim arabama yöneldik.. Kullanabilecek misin?” dedi. Ben de kendimden. emin değildim ama arabamı kimselere veremezdim. “Kullanabilirim” dedim. Ç antam ı arka koltuğa koyduktan sonra şöför koltuğuna geçtim. Sanki bütün mahalle bizi izliyordu. Elim ayağıma do­ laşmıştı. A nahtarı kontağa taktım, emniyet kemerimi bağla­ dım, aynalarımı kontrol ettim. O nun emniyet kemerini tak­ masını bekledim. Sonra kontağı çevirip vitesi değiştirdim ve evet, gidiyorduk. “A klım da birkaç yer var. Eğer daha önce görmediysen O rtaköy’de kum pir yer, Gülhane parkında semaverde çay içe­ riz, oradan Bebek sahiline gider biraz yürürüz, sonra da Piyer Loti ye gidebiliriz.” “Ç ok keyifli görünüyor.” Onayı da aldıktan sonra arabamı 1. Köprü trafiğine doğru sürdüm. O rtaköy’e vardığımızda ara sokaklardan birine park ettim, beraber indik. Sonra; “keşke fotoğraf makinemi alsay­ dım ” dedi. Beklediğim an buydu. Yüzümde hınzır bir gülüm ­ seme ile devasa çantam dan yarı profesyonel fotoğraf m aki­ nemi çıkardım. Benim hınzır gülümsememe karşılık O bana sanki D ünyanın sırrını bulmuşum, mutluluğun resmini çiz­ mişim gibi bakıyordu. Bir şey söylemedi. Zaten söylemesine gerek yoktu, bakışları kendim i o kadar iyi hissettiriyordu ki....

(35) Bu, tarifi im kânsız, uzun za m a n d ır hissetm ediğim b ir şeydi. O n u O rtaköy Leyla K u m pir e g ö tü rd ü m . B ildiğim en güzel yer orasıydı. İki kum p ir sipariş ettik . Ben diyette o ld u ğ u m ­ dan ne kadar istesem de k ü çü k yağsız, tuzsuz ve az m alzem eli kum pir sipariş edip sade soda isterken O , bol m alzem eli k o­ cam an bir ku m pir istedi. G ö zü m o n u n k u m pirindeydi. K en­ dim i bildim bileli yan ım d a yem ek yiyen k işinin tab ağ ın d an bir lokm a olsun yem eden doym uyordum am a yeni tan ıştığ ım ve uzun zam an tanışm ış kalm ak isteyeceğim bir ad am a b u n u yapam azdım . Sessizce kum pirlerim izi yedikten sonra hesabı ödeyip çıktık. Bende hep hesap kompleksi olm uştu. Sevgili­ lerime hesap ödetm ezdim . K im senin parasını ödeyem ezdim . A m a her yerde de hesabı benim ödem em , kullan ıld ığ ım ı dü ­ şünm em e sebep olurdu. B unun orta yolunu bir tü rlü bulam a­ mıştım. A m a A rda daha ilk dışarı çıkm am ızda b unu çözmüştü. “K um pirleri ben ödeyeyim, sen de çayı ısm arlarsın” dem işti. İçim den geçenleri okuduğuna dair tu h a f bir hisse kapılm ış­ tım . Ya “kadınlar ne ister?” film indeki gibi bir anda böyle bir yeteneğe kavuştuysa? A m an saçmalıyorum yine. K um pirciden çık tık tan sonra küçük bir O rtaköy tu ru yaptık, birkaç fotoğ­ rafını çektim . Sonra arabayı park ettiğim iz sokağa gittik. Ara­ b am ın kapısını açtı! Ben binene dek bekledi. Bu paha biçil­ mezdi. Sonrasında kendisi bindi ve yola çıktık. Ben arabayı kullanırken o çektiğim fotoğraflara baktı. Sonra benim bir fotoğrafım ı çekti. Em inim korkunç çıkm ıştım am a O , çek­ tiği fotoğrafa bakıp gülümsüyordu. Alay eder gibi değil, güzel bir şey keşfetmiş gibi. Sonrasında Sirkeci ye gittik. Arabayı bu m.

(36) kez otoparka bıraktım. Sirkeci’den yukarı yürüyüp Gülhaııe parkına vardık. Parka girince bulunduğumuz yerin Osmanlı İm paratorluğu zamanında Topkapı sarayının dış bahçesi oldu­ ğunu anlattım . İlgiyle beni dinliyordu. Ben de bunları başka bir arkadaşım dan duymuştum. Fotoğrafı çekilecek bir sürü yer vardı. Ben de O n u n bir sürü fotoğrafını çektim. Sonra par­ k ın yukarısında bulunan çay bahçesine gittik. Küçük bir se­ maver sipariş verdik, iki kişilik! Sohbet zam anı gelmişti. Yokuş aşağı giden bir araba gibi hızla konuşuyordum . Ellerimle anlattıklarımı destekleyici ha­ reketler yapıyor, arada küçük taklitlerle anlattıklarımı komik hale getiriyordum. O da büyük bir dikkatle beni dinliyor, ne zam an çayım bitse bardağımı dolduruyor ve sigaramı yakı­ yordu. A kşam olm uştu ama bizim konuşacaklarımız bitme­ mişti. O rada kaç saat oturduk. Birbirimizi ne kadar tanıdık bilm iyorum am a hayatım boyunca geçirdiğim en keyifli za­ m anlardan biriydi. O n u n için de öyle olduğunu düşünmek beni m utlu ediyordu. Arada O da konuşuyor, bana ailesin­ den, özellikle annesinden uzun uzun bahsediyordu. Tek ço­ cuk olduğunu anlatıyor ve tek olmanın zorluklarından bahse­ diyordu. Ben ona göre şanslıydım. Kardeş keyifli bir kavramdı, öyle söylüyordu. O na hak vermemek o kadar zordu ki... Be­ yaz, inci gibi dişleri, pembe dudakları ve hafif kirli sakalıyla testosteron salgılıyordu etrafına. Bizi beraber görenler muhte­ melen benim ne kadar şanslı olduğuma dair tuhaf yorumlar yapıyorlardı. Böyle düşündüklerinden emindim, bunu hisse­ diyordum. O ise kocam an gülümsemesiyle, benimle anılarını.

(37) paylaşıyordu. H avanın karard ığ ın ın farkına v arm am ız için babam ın beni araması gerekmişti. Beni m erak ettiğini ve ne zam an döneceğim i soruyordu. Yemeğin ocağın üzerinde ol­ d u ğ un u ve geç kalm ayacağım ı söylememin üzerine kısa gö­ rüşm em iz son buldu. “U m arım senin için sorun yaratm ıyorum dur.” “Yoo, lütfen böyle düşünm e. Benim sevgili çekirdek ailem haber verm ediğimde hep arar beni. A m a bir sorun olm az.” “O lsun, yine de kalkalım . Diğer yerlere sonra da gitsek olur. Bir günde İstanbul’u bitiremeyiz zaten.” “Senin dediğin gibi olsun” diyerek boyun eğm ek zorunda kaldım . Aslında hiçbir yere gitmek istem iyordum . Bu tahta sandalye üzerinde günlerce onunla konuşarak vakit geçirebi­ lirdim. Yerimizden kalktık ve ben çayın parasını ödem ek için kasaya gittim . Bu onun hoşuna gitm em işti am a b en im ka­ rarlarım a saygı duym ak için verdiği mücadele b eni gerçek­ ten çok mutlu etmişti. Beraberce arabanın olduğu otoparka gittik ve yeniden Anadolu yakasının yolunu tu ttu k . Eve var­ dığımızda saat 11.00’i geçiyordu. A partm andan içeri girdiği­ mizde beni öpeceğine dair tu h af bir hisse kapıldım . N asıl bir tepki vereceğimi bilmiyordum . U zun zam andır kim se tara­ fından öpülm em iştim ve bunu düşünm ek bile benim utan ­ mam a neden oluyordu. İlk katı çıkıp kapının önüne geldiği­ mizde elimi avuçlarının arasına aldı ve geçirdiğimiz gün için bana teşekkür etti. Sonra bana doğru uzandı. Ben de panik halde ona bakakaldım . O ise yapacağı şeyden em in bir halde.

(38) yanağıma küçük, ıslak ve ateşli bir öpücük kondurdu. Tüm hücrelerimin yerinden oynadığını hissettim. Dizlerimin bağı çözülm üştü adeta. O ise dudaklarını yanağımdan çekip bana uzun ve anlam lı bir bakış atıp bir adım geriye gitti. Ellerim hâlâ ellerinin içindeydi ve yeni yetme bir çocuk gibi titriyor­ dum . Titrediğim i göreceğinden de ölesiye korkuyordum. Ken­ dim i kontrol altına aldığımı düşünerek, “iyi geceler” dedim. 0 da “iyi geceler” dedi ve uzaklaştı. Ama her kelimenin üze­ rine basa basa söylemişti. Sanki aslında erken biten bir gece olmuş, yarım kalmış gibi... Sanki titrediğimi anlamış gibi... Kapıyı açıp içeri girdikten sonra bile titremem geçmemişti. Bir an önce duş alıp uyumalıydım. Yoksa sabah kalkamaya­ caktım . Aceleyle odam a giderken annemin sesini duydum. Elinde A rda’nın kahve fincanını tutuyordu. Fincanı göstere­ rek kim in olduğunu sordu. İşte buna hazırlıksız yakalanmış­ tım . “Yeni aldım ” desem herhangi bir özelliği yoktu ve benim zevkime uymuyordu. Zaten tek bir fincanı ben bile almazdım. “Diğerleri kırıldı” desem, sakar olduğumu biliyordu inanabi­ lirdi ama kırık parçalar çöpte yoktu. Aklıma saniyeler içinde üşüşen tüm yalanları bertaraf edip anneme olanları en başın­ dan itibaren anlattım . Ailem hiçbir zaman baskıcı olmamıştı. Zorlayan, yıldıran veya kısıtlamalar getiren bir aile değildi. Babamla rakı keyfi yapabiliyor, anneme tüm sırlarımı anlata­ biliyordum. Am a bu sefer neden bilmem doğruyu söylemeyi geciktirmek istemiştim. Annem her zaman ki gibi; ‘‘D ikkatli 01 kızım, kendini çabuk kaptırma” gibi beni korumaya çalı­ şan cümleler kurdu. Ben de içimde kelebekler uçuşurken onu.

(39) dinledim. Aslında tam da dinledim sayılmaz. S onrasında duş aldım, çok sevdiğim çizgili pijam alarım ı giydim ve y atm adan bir sigara içmek için balkona çıktım . H âlâ içimde bir sürü şey kıpırdanıyordu. T üm günü beraber geçirdiğimiz düşüncesi bile ayaklarımı yerden kesmeye yetiyordu. E n iyisi y atm ak tı artık. Yatağıma sevinçle girdim ve uyudum . Sabah alarm ın çalm a­ sıyla yerimden fırladım. Sanki günlerdir uyuyor gibiydim. Saat henüz 06.00’ydı. D uş aldım , lacivert topuklu ayakkabılarım la çok sevdiğim pem be elbisemi giydim. Saçlarım ı k u ru tu p düz­ leştirdim, kahvem i içtim , saat 07.00 gibi evden çık tım . Bu sabah Merve yi ben alacaktım . M erve’yle işyerinde aynı eği­ tim grubunda başlamıştık. Sonrasında aynı tak ım d a çalıştık. Ben bölüm değiştirdikten 1 ay sonra o da aynı bölüm e trans­ fer oldu. Bu duyduğum en güzel haberdi. M olalara beraber çıkıyor, yemeğimizi beraber yiyor, iş çıkışı içmeye beraber gi­ diyorduk. Birbirimizin hayatları h ak k ın d a her detayı biliyor ve birbirimize her konuda rahatça açılıyorduk. Ç o k güzel bir kadındı Merve. A m a kimseyle sevgili olam ıyordu. Sürekli bu halimize gülüyorduk. Bana sebebini anlatana dek beraber gül­ dük, sonra bir daha gülem edim yalnızlığına. Birini sevmişti; A liyi. Kim A liy i sevmezdi ki. G ençlik yıllarım da ben de bir Ali sevmiştim. Seda da sevmişti. Tanım adığım milyonlarca ka­ dının da bir A li’si olm uştur mutlaka. Ç ok sevdiği, uğruna her şeyden vazgeçtiği, yarı yolda bırakıldığı, aldatıldığı, kaybet­ tiği bir Ali si olm uştur herkesin... Terk eden, acıtan, kanatan, um utsuzlaştıran, yer yer vurdum duym azlaştıran... Merve nin Ali si ona farklı bir acı bırakm ıştı. “İçime çöktü acısı" derdi.

(40) her sözü açıldığında, “Unutamayacağım onu...” A li’sinin onu aldattığı kadınla evlenmesi daha da yaraladı onu. Hiç iyileş­ meyecek bir yarası vardı benim can dostumun, gün be gün k an ayan ... Benim komikliklerime gülmesi de, sabahlara ka­ dar dans etmesi de, her gün ona yapılan çıkma teklifleri de iyileştiremeyecekti ruhunu. Ayağının önüne serili dünya da... O hep bir Ağaç gibi büyüttüğü Ali sinin gölgesinde kalacaktı. O benim mutlu olmamı, ben onun mutluluğu bulmasını uma­ rak atılm ıştık bu oyuna. Biri mutlu olmalıydı artık ... Başın­ dan beri Ardayla yaşadıklarım ı (daha doğrusu yaşayamadık­ larımı) biliyordu ve bir gün önce yaşananlar hakkındaki her ayrıntıyı duym ak istiyordu. Evinin önüne gittiğimde beni bek­ lediğini gördüm. Sabah dedikodusu için işyerimizin yanında ki kafeye gidip kahvaltı edecektik. Ama arabaya biner bin­ mez dayanamayıp heyecanla anlatmaya başladım. Heyecanım ona da yansım ıştı. Benim mutlu olmamı isteyecek sayılı ki­ şilerden biriydi Merve. Kafeye vardığımızda kahvaltımızı si­ pariş edip yeniden konuşmaya başladık, işyerinde konuşmaya pek vaktim iz olmuyordu. Biz de tüm konuşulacakları sırayla bitirdikten sonra işyerine girdik. Mesai başladıktan sonra gö­ züm telefonda çalışmaya başladım. Her an beni arayabileceği düşüncesiyle öğlene dek çalıştım. Saatler geçmiyordu. Ken­ dimi yine kaptırıvermiştim, bu kadar aceleci olmaktan nefret ediyordum. Zamana bırakmak, beklemek bana göre değildi. Bir şey olacak ise hemen olmalıydı, adı konmalıydı. Sevgili isek sevgili, arkadaş isek arkadaş olmalıydık, ama ne olduğu­ muzu bilmeliydik..

(41) İş yo ğun değildi. Bu yüzden sürekli aklım a takılıyordu. M erve yan ım a gelip “yemeğe çıkalım ” diyene dek onu düşün­ düm , yaşadıklarım ızı, yaşam ak istediklerim i... Sonra beraberce yem ekhaneye çıktık. Yemek yediğim iz bölüm çok büyük ve ferahtı. Ev yem ekleri, fast food ve salad bar şeklinde üç ayrı bölüm vardı. Ben salad bar a gidip ton b alıklı büyük bir salata aldım . M erve de bana eşlik etti. Yemeğimizi yerken de gözüm telefondaydı. Merve halime bakıp gülümsüyordu, kom ik oldu­ ğum un farkındaydım . “Arasam mı acaba?” deyiverdim. Her zam anki cesur haliyle “ara tabi” dedi. Telefonu elime aldım . A ram ak bana göre değildi. Erkendi. Belki işi vardı. “Aram a­ yacağım ” diyerek telefonu yerine koydum. Merve “sen bilirsin” dedi. O ysa ısrar etse arayacaktım, ama ısrar etmek Merve ye göre değildi. Yemeğimiz bittikten sonra sigara içmek için te­ rasa çıktık ve güneşten korunmak için büyük şemsiyenin al­ tında ki banklardan birine oturduk. H ayatlarım ızdan konu­ şuyorduk, ama benim aklım telefondaydı. Sigaramız bittikten sonra operasyona geri döndük. İşler bir anda yığılm ıştı, ben de çalışmaya daldım . Yaklaşık iki saat sonra Merve “telefo­ nun neden kapalı?” diye mail attı. O ana dek telefonumun varlığını bile unutmuştum, çalışırken telefonumu sessize alı­ yordum. Telefonuma baktığımda kapalı olduğunu fark ettim, hemen prize taktım . Blackberry kullanıyordum ve açılması 10 dakika sürüyordu. Saniyeler geçtikten ve telefon açıldık­ tan sonra telefonumda bir sürü mail ve mesaj olduğunu gör­ düm. Önce maillere göz gezdirdim. Sonra kim aramış servi­ sinden gelen mesajı gördüm, O aramıştı. Hemen sigaramı ve.

(42) telefonumu kapıp molaya çıktım ve onu aradım. İkinci çalı­ şında telefonu açtı; “Merhaba”. Sadece bu kelime içimi erit­ meye yetmişti. “Beni aramışsın?” diyebildim. “Evet, şey ne yapıyorsun demek için aradım.” “Çalışıyordum. Telefonum kapanmış fark etmedim. Sen neler yapıyorsun?” “Hiç. Büroya gittim, ama yapacak bir iş bulamadım. Ben de dışarıda dolaşıyordum. Mobilya bakacağım ama nerede ne satılır bilmiyorum.” İşte aradığım fırsat, ben daha yeni mobilya aldım, isterse ona yardımcı olabilirdim. Beraber yatak seçebilirdik mesela. H em arkadaşça bir teklif olabilirdi bu. “İstersen sana yardımcı olabilirim.” “Ç ok sevinirim. Kaçta bitiyor işin?” “5’te. Nerede buluşalım?” “Eğer rahatsız olmazsan seni alabilirim.” “Yoo, ben sana adresi mesaj atarım. Bulabilirsin değil mi?” “Bulamazsam ararım. Merak etme. 5 te görüşürüz o zaman ” “Görüşürüz." Beni almaya gelecek! Herkesin içinde nasıl bineceğim ki arabasına? Keşke başka bir yerde buluşsaydık... Neyse artık. Yaşasın! Beni almaya gelecek.... H ASRET KARDEŞ.

(43) Akşam saat tam 5.00’te kapının önüne çıktım . Telefonum hiç çalmamıştı. Bulamasa arardı diye düşünüyordum . T am o sıra telefonum çaldı, arayan A rda’ydı, “tam karşındayım ” dedi. Arabasından çıkmış, ön kapıya yaslanmıştı, bir eli cebindeydi. Üzerinde buz mavisi bir gömlekle gri kanvas bir pantolon vardı. Yanına doğru yavaş adım larla geçtim. A rabam şirketin otoparkındaydı ama ona arabam dan bahsetm edim . A çtığı kapı­ dan arabaya bindim, emniyet kemerim i bağladım . A rabanın içi de onun gibi kokuyordu. Başımı döndüren doğal, y um u ­ şak bir kokusu vardı. Arabaya binip kem erini tak tık tan sonra kee nereye gidiyoruz?” dedi. îşyerime yakın büyük bir mobilya mağazası vardı, oraya gittik. Nelere ihtiyacı olduğunu yazdığı uzun bir listesi vardı. Listeye göz attığım da yatağı gördüm . Ya­ tak seçmek benim işimdi, bayılırdım büyük yataklara. Ö nce erkeksi, modern bir karyola beğendi. Sonra benim bayıldığım ortopedik, hafif sert yatakta karar kıldı. Etiketlere bakm am ası zengin olduğunu düşündürtüyordu ve ben zengin insanlardan hiç haz etmezdim. Sonra gardırop, oturm a grubu, yem ek m a­ sası, sandalye, sallanan koltuk ve bir sürü şey daha aldı. Çabuk beğenen biri olması işleri kolaylaştırdı. Kendi çizgisinde olan mobilyaları beğeniyordu, kendi gibi rahat, konforlu ve sade. Alışveriş bittiğinde listenin neredeyse yarısını tam am lam ıştık. “Bunlar yerleştikten sonra bakar, eksiklerimizi tam am larız” dedi. “E ksiklerim iz...” Sanki kendi evimizmiş gibi, beraber oturacakmışız gibi. Gülüm sem em e neden olm uştu söyledik­ leri. O na bunları söylemedim, sadece “tabi, neden olmasın?” dedim. Mağazadan çıktığımızda saat 9.00 u geçiyordu. İkimiz.

(44) de kurt gibi açtık. Eve yakın çok güzel bir yer bildiğimi söy­ ledim. Müthiş körili tavuk yapıyorlardı ve içine küçük ana­ nas dilimleriyle beraber kuru üzüm koyuyorlardı. Çok güzel ev limonatası yapıyorlardı. Benim verdiğim detaylardan sonra soluğu Bağ Pastanesinin yeni açılan, bahçe içindeki serin ma­ salarında aldık. Siparişleri vermemi izledi. Sonra benimle bera­ ber sigara yaktı. Benim kadar çok içmese de sigara içmesi be­ nim için çok güzeldi. Bencilce biliyordum ama sigara içmeyen biri sürekli ne kadar çok sigara içtiğinizden yakınır ve bu bir süre sonra bunaltıcı bir hal alır. Her gün onun boğazına yapış­ mamak, duymamazlıktan gelmek için iyi bir bahane bulmak zorunda kalırsınız. Ardayla bunu yaşamıyorduk. Onunlayken ben de az içiyordum. Bana iyi geliyordu ve bundan haberi bile yoktu. Yemeklerimiz geldiğinde onun ilk lokmayı ağzına götü­ rüşünü izledim. Gözlerini kapatıp yediği sosun lezzetini ayrış­ tırdığından emindim. Gözlerini açtığında gülümsüyordu. Bu hayatım boyunca yediğim en güzel körili tavuk dedi. Bu iki­ mizin de keyif aldığı birçoı şeyden biri olarak aklımın kena­ rına yazıldı hemen. Yemeğimiz bittikten sonra kahve söyledik. Beraber kahve içmek, havadan sudan konuşmak bizi bir çift gibi hissettiriyordu. Arda hesabı ödedikten sonra eve gittik be­ raber. Aynı apartmanda oturmak bazen tuhaf gelse de değişik bir deneyimdi benim için. Dairemin önünde vedalaştık, ben eve girdiğimde annem beni bekliyordu. Anneme gün içinde yaşananları anlattığım da kendimi iyice yorgun hissediyordum. Duş alıp yatağım a uzandığımda aklımda yalnızca Arda vardı. Acaba ne yapıyor diye düşünmekten uyuyamıyordum. Sonra.

(45) ışığ ın ın y an d ığ ın ı fark ettim , ben de ışığım ı açıp o d ad a yü­ rüm ey e başladım . E lim de sigaram , volta atıyordum odada. O sıra telefonum çaldı, A rda arıyordu. “U y u y am ad ın galiba sen de.” “Evet uy uyam adım .” “Yarın işe gideceksin am a u yum an lazım farkındasın de­ ğil m i?” “Evet. F arkındayım am a uyku tu tm ad ı.” “M asal anlatm am ı ister misin?” T a n rım bu kadarı fazla, hayatım boyunca hep bunu istedim ve şim di gerçek m i olu­ yor? İnanam ıyorum . “Evet isterim ...” “Peki, o halde. Işığını kapat, yatağına yat. G özlerini yum telefonu hoparlöre al.” “T am am .” H em en ışığımı kapattım . Yatağıma yattım . Te­ lefonu hoparlöre alarak sesini yalnızca benim duyabileceğim şekilde ayarladım ve gözlerimi yum dum . “H azırım .” “Bir zamanlar; çok uzak diyarların birinde, bir fram buaz çalılığı varmış. Bu çalılık meyvelerini kimseye göstermez, al­ m ak isteyenleri dikenleriyle korkutup kaçırırmış. Meyveleri ol­ madığı zaman kimsenin onu ziyaret etmeyeceğini düşünürmüş. Meyveleri çürüyüp toprağa düştüğünde ise içine kapanırm ış. Yeniden meyve vereceği güne dek sessizce beklermiş. G ünler­ den bir gün çok güzel bir kız fram buaz çalılığının önünden.

(46) geçerken yerdeki çürümüş frambuazları görmüş. Elini dikkat­ lice çalılığa uzatmış ve yerdeki frambuazları toplamaya başla­ mış. Heybesinden çıkardığı havanda dövdüğü frambuazları 11 içine birkaç ot daha katmış ve sonra küçük bir şişeye doldur­ muş. Ç alılık kızın ne yaptığına anlam verememiş. ‘Çürümüş meyvelerimi de ne yapacak bu kız?’ diye düşünüp duruyormuş. Kız şişeyi yeniden heybesine koyup yola devam etmiş. Frambuaz çalılığı kızın yolunu gözlemeye başlamış. Gel zaman git zaman çalılık yeniden çürümüş meyvelerini döktüğünde kız yeniden gelmiş. Frambuaz çalılığı, çok tanıdık bir koku yayan kıza bir anlam veremiyormuş, kız kendisi gibi kokuyormuş, meyve gibi. Kız yine çalılıkların arasındaki çürümüş meyve­ leri alm aya eğildiğinde çalılık dile gelmiş; ‘Ey insanoğlu ne yaparsın benim çürümüş meyvelerimi ve nasıl benim mey­ vemmiş gibi kokarsın böyle. İn misin cin misin? Yoksa gök­ ten inmiş melek misin?’ (Buralarda sesini kalınlaştırıp, hey­ betli bir hale getirdi) ‘Hayır. Ben insanım, sayın çalılık. Çok fakirim ben, güzel kokular alamıyorum kendime... Senin gü­ zel meyvelerin dalındayken kıyamıyorum onları senden söküp almaya. Ben de dallarından dökülmelerini bekleyip onları top­ luyorum. Sonra da kendime koku yapıyorum. Onu sürüyo­ rum. Özür dilerim sizin üzüleceğinizi bilemezdim’ dedikten sonra aldığı meyveleri toprağa geri dökm üş... Ç alılık meyve­ lerinin toprakta çürüyeceğini fark edince seslenivermiş kızın ardından: ‘Hey dur insanoğlu. Sen de gitm e...’ Kız çalılığın yalnızlığını ilk kez o zaman fark etmiş. Geri dönüp ham buazları attığı yerden almış. Dallarının arasında sakladığı taze.

(47) yem işlerinden de vermiş köylü kızına çalılık. H av an d a mey­ velerini ezen kızı izlerken birden bir y ab an cın ın onlara doğru geldiğini fark etm iş. Ç alılık, aynı sessizliğe m a h k û m etm iş kendisini yeniden. Kız arkasını d ö n d ü ğ ü n d e ü lk en in prensi­ n in onu izlediğini görmüş. A niden u tan arak h av an ın ı toparla­ m aya ko yulduğunda prens ona seslenmiş; ‘N ereye gidiyorsun ay yüzlüm , fram buaz kokulum . Nereye?’ Kız prensin kendi­ sine söylediklerini duyunca geriye dönm üş. Prens atın d a n inip prensese doğru yürüm eye başlamış. V e ...” U yandığım da telefon kapalıydı. En son kızın yeniden ça­ lılığa d ön d ü ğ ü n ü hatırlıyordum , hislerim hayalle gerçek ara­ sında bir yerdeydi. H er hangi bir kalıba koyam ıyordum . Hepsi rüya mıydı? Son arayanları kontrol ettiğim de herşey zihnim de berraklaştı. Evet, dün gece A rda ben uyuyana dek m asal an­ latm ıştı. A caba sonunda ne oluyordu? D ah a önce d uym am ış­ tım b u masalı. O ysa kitap o k u d u ğ u m k ad ar çok m asal da o k u m u ştu m , bir ara buna bir bakm alıyım . Saat 6.30 olm uştu. H e m en duş alıp giyindim . Saçlarım ı sade bir şekilde topuz yaptım . Siyah, düz bir elbise giyip sarı, topuklu ayakkabıla­ rım la sarı m adalyonum u taktım . Eye liner, h a fif bir allık ve kırm ızı rujum la h afif bir makyaj yaptım . Ç an tam ı alıp evden çıktım . A rabam şirkette olduğundan servis durağına yürüm ek zorunda kaldım . İş yerine gidip rutin işlere koyuldum . Merve’ye o lan lard an sadece ü stü n körü bahsedebilm iştim . Bu arada dövm e yaptırm aya karar verdiğim izden iş çıkışında K adıköy’e gidecektik. O rada uzun uzun anlatırım diye düşünerek günü g e ç ird im . A k şam iş ç ık ışın a d o ğ ru A rd a a ra d ı. M ü sait %.

(48) olm adığım ı söylemek zorunda kaldım. Ona böyle şeyler söy­ lerken içim eziliyordu ama mecburdum. Arabamı otoparktan çıkarıp heyecanla yola çıktık. İkimiz de ilk defa dövme yap­ tıracaktık. Merve A tatürk’ün imzasını yaptıracaktı. Ben de sol kolum a “Vivi la tua vita” (İtalyanca, kendi hayatını yaşa demek) yazdıracaktım. Neden bilmem bu cümle beni hep çok etkilem işti. K adıköy’e vardığımızda arabayı rıhtımdaki oto­ parka park ederek kararlı bir şekilde ara sokaklardan yürü­ meye başladık. Hava nemliydi, her zamanki İstanbul havası işte. Barlar sokağına ulaşınca iyice heyecanlandım. Benim için Barlar Sokağı, sokaklara taşan küçük bir şehir efsanesi gibiydi. H ayatım boyunca kendim i hiçbir yerde orada olduğum kadar evimde hissetm edim . Sokaklara taşan eğlenceler, köşe başla­ rını tutm uş çakır keyif sevgililer, midyecilerin sesleri, birbirine karışan farklı türdeki bir sürü müzik, bir yerlere yetişme te­ laşı, çapkınlık yapmaya çalışan toy delikanlılar, motorların üzerinde biralarını içen yaşlı eski topraklar... Barlar, dövmeciler, incik boncuk satanlar, kavga edenler, kavgaları ayıran­ lar, diskoya benzeyen büfeler. Neden bilmem ama beni komik bir şekilde güvende hissettiriyordu. Merve yle birlikte insanla­ rın arasında yavaşça ilerlemeye çalışarak sokağının sonundaki dövmeciye gittik. K ocam an camekânıyla insanlara içeriyi iz­ leme şansı veriyordu. İsmi biraz ürkütücüydü ama sert görün­ mek dövmecilerin en bilinen özellikleriydi. Merhaba M atkap... içeriye girdiğim izde herşev çok hızlı olmaya başladı. Merve koltuğa oturup bana dövmenin acısını tarif ediyordu. Kolu hiç kanam am ıştı. Ben de bun d an güç alarak koltuğa oturdum . sı.

Referensi

Dokumen terkait

Bu sessiz süre içinde dikkatlice teknik aletlerimi toparlarken Beni, daha önce yaptığı gibi Zabi'ye yöneldi:.. Beni: Zabi, ormana en

Lale Film in elinde olan ve yıllar boyu, elverişsiz hac­ mine karşın (alabildiğine dar ve uzun bir mekan), bu şirketin salon filmlerini başa­ rıyla gösteren

Öğrenciler bir ikizkenar üçgenin taban açılarının ölçülerinin birbirine eşit olduğunu ve bu durumun şekil içerisinde açık bir biçimde görüldüğünü

Görev,bir davaya o yerdeki hukuk mahkemelerinin hangisi tarafından bakılaca ğ ını belirtir. Görev tespit edilirken önce,o davanın genel mahkemelerin mi,yoksa özel

Ama bu fırsattan istifade şunu söylemek gerekir i, daha önce de defalarca görüldüğü gibi ve bundan sonra da görüleceği gibi, Anadolu ne aman nefes alabilecek bir 4 – 5

Bu amaçla önce örnek veri tabanı Access programında tasarlanacak ve Acces ile form ve rapor hazırlanması, daha sonra Oracle Form ile örnek bir form hazırlanması ve en son

Bunlar kendi dar mıntakalarından (yani kendilerinden önce bir fikir sergüzeştçisi tarafından keşfe­ dilmiş bir ülkenin bir köşeciğinden) dışarı çıkmağa

* Ben sizin yerinizde olsam önce hüpletir, sonra gümletirdim.. Tersini hiç denemeyin etraf