• Tidak ada hasil yang ditemukan

Turan Dursun - Kutsal Kitaplarin Kaynaklari-I.pdf

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Membagikan "Turan Dursun - Kutsal Kitaplarin Kaynaklari-I.pdf"

Copied!
199
0
0

Teks penuh

(1)

TURAN DURSUN

Kutsal Kitapların

Kaynakları 1

lA

iıs

va

(2)

Bu k itabın yay ın hakları

A naliz B asım Y ayın T asarım U ygulam a Ltd. Şti.nindir.

B irinci B asım : K asım 1995 İkinci B asım : Ş ubat 1996 Ü çüncü B asım : Eylül 1996 D izgi: K aynak D izgi Servisi

B askı: K u şak O fset K apak: R ubens'ten detay (1613-1614)

ISB N: 975-343-103-1 (Tk. N o.) 975-343-104-X (1. C ilt)

K A Y N A K Y A Y IN L A R I: 172

A N A L İZ B A S IM Y A Y IN T A S A R IM U Y G U L A M A LTD . ŞTİ. İstiklal Cad. 184/4 80070 B eyoğlu/İstanbul

(3)

TURAN DURSUN

Kutsal Kitapların

Kaynakları 1

(4)

İÇ İN D E K İL E R Ö N S Ö Z 7 "K U T SA L K O R U "D A K İ O RTAM : G Ü Ç S Ü Z L Ü K -B İL G İS İZ L İK 15 K O R K U 16 Ö L Ü M K O R K U S U 18 1. Ö lüm K orkulası B ir Şey m i? 18 2. "Ö lüm A cısı" 20 3. "Ö lüm ü A nm ak" 22 4. "Ö lüm ve G ünah" 24 5. Ö lüm ve İnsan 27 A C I Ç E K M E K O R K U S U 31

"C eza O larak" V erilen A cılar 32 "Bu D ünya"ya Y önelik "Tanrı T ehditleri" 42 "D enem e" (Sınav) İçin Ç ektirilen A cılar 46

"U M U T" 60

K o rku-U m ut K aynağı T anrı 61

"B aba T anrı" 65

"B aba T anrı N erelidir?" 69

E F E N D İ B A B A T A N R I V E G Ü N EŞ, A Y K Ü L T L E R İ

"G üneş K ültü" 77

"Ay K ültü" 85

E F E N D İ B A B A T A N R I D İN L E R İ V E S A B İÎL İK 87

S abiîlikte T anrı İnancı 88

S abiîlikte "G ezegenler"= T anrı A racı

(5)

S abiîlikte Y asa="N am us" ve A hlak ilkeleri S abitlikteki Ö teki K urallar

EFEN D İ BA B A TA NRIN IN KRALLIĞI, S A R A Y E R K Â N I V E Ç E V R E Sİ

K ral T a n n 'n ın "T aht"ı-"Saray"ı,

H em "M elek"lerle Çevrili H em de "M elek"lerin "S ırtında "T anrının T ahtının B ize U zaklığı"

"K ral T a n n , B irinci K at G öğe İniyor" "G ök", "G ök K atlan " ve Eski İnançlar K R A L T A N R I N IN Y Ö N ETİM İ

"T ek tan rıcılık "tak i "Ç oktanrıcılık"

"En Y üce K urul" ya da "En Y ü celer K urulu" ("El M eleu'l-A 'lâ")

"K ral T a n n 'n ın O rduları Savaşta" K ral T a n n 'n ın O rdularıyla K ral Ş eytan'ın O rduları S av aşıy o r K R A L TA N R I, K R A L ŞEY T A N İB L İS V E

SAV A ŞA N O R D U LA R IN IN Ç O K Ö N EM Lİ K AYN A Ğ I: Z E R D Ü Ş T Ç Ü L Ü K

"T anrı-Ş eytan K rallıklarında İyilerin ve K ötülerin R uhları N erelere G iderler?" T A N R I Ş E Y T A N K R A L L IK L A R I İÇ İN

A N L A T IL A N L A R , A D LA R IN V E S Ö Z C Ü K L E R İN D İL İ K ur'an'daki A d ve S özcüklerden B ir Dizi

K R A L T A N R I N IN K O R U SU "T an n 'n ın K orusundaki A hlak" "H ıristiy an lık A hlakı"

(6)

Ö N SÖ Z

Turan D ursun'un başyapıtı Kutsal Kitapların K aynaklan sonunda gün ışığına çıktı: K aynak Yayınları, Türkiye A ydınlanm asının bu büyük eserini üç kitap olarak okura sunuyor.

T u ran D ursun Ü niversitesi'nd en M ezu n O lm ak

Turan Dursun, ölüm ünden beş yıl sonra Türkiye toplum unu dönüş­ türmeye, aydınlatmaya devam ediyor. Fikirleri toplum un hücrelerine kadar işliyor. Kolay bir uğraş değildir bu. Turan D ursun, sıradan insanı dönüş­ türmeyi başarıyor. Kafası, çoğu aydına basit gelen hurafelerle dolu olan sıradan insanı...

N elerle uğraşm aktadır Turan D ursun? Cinler, periler, m elekler, şey­ tanlar, peygamberler, kitaplar, ayetler, hadisler... Bilum um hurafe, binler­ ce yıl öncesinde kalm ış dogm alar... B asit şeyler!.. Fazla uzağa gitm eye gerek yok. Eğer kapılarım ızı açar, odam ızdan dışarı çıkar, m ahallem iz­ deki, okulum uzdaki, işyerim izdeki arkadaşım ızın, hatta anne babam ızın kafasını m eşgul eden sorunlarla haşır neşir olursak, onlann bu "basit şeylerle" uğraştığını göreceğiz. Toplum u dönüştürm ek mi istiyoruz? O halde insanları meşgul eden bu "basit şeyler" konusunda cihazlanm ak zorundayız. Cinlerle, perilerle, şeytanla, ahretle, dünyayı boynuzunda tu­ tan öküzle boğuşm alıyız. Kur'an ı okum ak, Kur'an da yazılanları ger­ çeğin mihengine vurmak ve sonuçlannı toplum a yaym ak, dem okratik bir kültür yaratmanın en önem li görevlerindendir.

İşte Turan Dursun, binlerce yıllık kökleri olan metafiziği m ihenk taşı­ na vurmamız için zengin bir malzeme veriyor bizlere. Turan Dursun'un Türkiye devrimine ve Anadolu aydınlanmasına katkıları olağanüstüdür. S ayın D oğu P erinçek'in B ilim ve Ütopya d ergisinin Eylül 1995 tarihli

(7)

15. sayısındaki sö y leşid e ifade e ttiğ i gibi, "T uran D ursun, bir üniver­ sitedir." T ü rk iy e halkını aydınlatm ak, T ürkiye em ekçisini dönüştür­ mek isteyen, o üniversitenin sıralarında em ek verecek, okuyacak, araş­ tıracak ve inceleyecektir.

T ü rk iye A yd ın lan m asın ın K en d in e Ö zgü R engi

Batı A ydınlanm ası kendine özgü bir çizgi izler. İdeolojik düzlemde Batı Aydınlanm ası olarak ifade ettiğim iz hareketin ekonom ik temeline inersek, kapitalist üretim ilişkilerini görürüz. A vrupa'da kapitalizmin gelişimi, toplum sal düzlem de feodalizm e karşı burjuva devrim ine, po­ litik düzlem de burjuva dem okrasisine ve ideolojik düzlem de Aydınlanma denen bilim sel-düşünsel dönüşüm e yol açtı.

Batılı buıjuva ideologlar tarafından, bu gelişim çizgisinin evrensel olduğu, insanlığın genel ilerleyişini tem sil ettiği söylenegelir: Geri kalmış toplum lann izleyebilecekleri tek yol, lokomotifini Avrupa'nın oluşturduğu bu uygarlık trenine bir şekilde atlam aya çalışmaktır. B u Avrupa-merkezli ideolojinin, ırkçılığa ve faşizm e/Nazizm e varan aşırı sağ görünümleri olduğu gibi, "üretici güçler teorisi" adı altında sosyalist düşünceye sızmış sol markalısı da bulunur. Bu teoriye göre, kapitalizm sonuna kadar yaşan­ malıdır ki, sosyalizme sıra gelebilsin. O halde bizim gibi geri ülkeler, sos­ yalizme ulaşabilmek için kapitalizmi geliştirmek zorundadırlar. Böylece "geri" denilen halklara devrim ve sosyalizm kapısı kapanm ak istenir. Da­ hası, Ezilen Dünya'nın gelişmiş kapitalizm e evrilme yolu da, daha 19. yüzyılın sonlarından beri em peryalist haramilerce kesilmiştir.

Baü uygarlık çizgisinin elbette evrensel bir yönü vardır. Elbette, 500 yıldır dünyaya hâkim olabilmiş bu uygarlığın bilim, kültür, düşün ve sanat alanında insanlık hâzinesine yaptığı katkıları özüm sem ek gerekir. Turan Dursun'u basit bulan, bu tür bir din eleştirisini zaten aştığını söyleyen aydınımız, büyük olasılıkla Rousseau'dan, Kant'tan, Hegel'den ve Marx'tan haberlidir. Shakespeare'i, Goethe'yi, Balzac'ı, Hugo'yu sık sık anar. Ga- lileo'nun, Kepler'in, Kopemik'in, Nevvton'un bilimde devrim yaratan görüşleriyle tem asa gelmiştir. B u topraklarda geliştirilecek bir aydınlanma hareketi için bunlar gereklidir, am a yeterli midir?

(8)

Bizler M akyavel'in P re n sini yere göğe koym ayız, ancak Nizam ül- m ülk'ün ondan 300 yıl önce yazdığı Siyasetname’sinin adını bile duy- m am ışızdır. İbni H aldun'un M ukaddim e'sini inceliyor ve tartışıyor m u­ yuz? İbni Sina'nın, Farabi'nin, Takiyûddin'in, Razi'nin, belki adlarını duy­ duk ama, fikirlerini ve verdikleri mücadeleyi biliyor m uyuz? O rta A sya efsanelerinin sınıfsal analizi kaçım ızın ilgisini çekti? Bırakalım eskileri, M ustafa Kemal'in ve genç Cum huriyet aydınlarının fikirlerini, yaşadıkla­ rı dönem in koşullarını ciddi olarak inceledik mi?

Türkiye'nin ilerici aydınlan ne yazık ki, bu isim leri ve konulan yıllar­ dır Türkçü-tslam cı ideologlann tekeline bırakm ışlar. O ysa tarihim izin ileri kültür birikim inin mirasçısı, Türkçü-İslam cı akım değildir. Dahası onlar, o kültür mirasını inceleyip değerlendirecek bilimsel birikim den ve araçlardan da yoksundur.

Ezilen D ünya'nın aydınlanm ası (Türkiye aydınlanm ası da), evrensel m irası özüm sem ekle birlikte, kendi ülkesinin tarihsel gelişm esine otur­ m ak zorundadır. Hem kendi toprağının tarihinden güç alm ak ve köklen­ m ek, hem de kendine has gerilikleriyle hesaplaşm ak ve onları aşm ak du­ rum undadır. Türkiye insanına mal olacak bir A ydınlanm a hareketi geliş­ tirm ek istiyorsak, kendi toplum um uzun tarihindeki aydınlanm acı kökleri bulm ak, tahlil etm ek ve tarihi bir miras olarak dağarcığım ıza katm ak zo­ rundayız. A nadolu tarihi, gericilere, zorbalara, padişahlara karşı halk is­ yanları bakımından son derece zengin bir miras sunmaktadır. Bu zen­ ginlik, tarih içinde süzülerek gelmiş ve Anadolu em ekçisinin deyim ye­ rindeyse genlerine işlemiştir. A ydınlanm a hareketi, bu birikim i deşm ek, onu açığa çıkarmak durum undadır. Evrensel miras ile yerli mirasın di­ yalektik bir sentezini oluşturm ak zorundayız.

Tarih; milletler ve devletler arasındaki m ücadelenin değil, sınıf m üca­ delesinin tarihidir. Sınıflar ve sınıf m ücadelesi evrenseldir. Bu anlamda; Osm anlı padişahlarıyla A vrupa kralları, feodal üretim ilişkilerinin hâkim sınıflan olarak aynı kültürel kum aştan dokunm uşlardır. A ynen, bu fe­ odallerin zulm üne karşı ayaklanm ış A vrupa ve A nadolu köylülerinin- em ekçilerinin aynı kum aştan dokunm uş olduklan gibi. Kültürün m al­ zemesi aynıdır, am a rengi farklılıklar gösterir. B ir toplum un aydınlan- macıları, o toplumun kendine özgü rengini de bilm ek ve hesaba katm ak zorundadır.

(9)

İşte Turan Dursun, A nadolu toprağının bağrından fışkırmış bir A y­ dınlanma kahramanıdır. İnsanının ve toprağının rengini bilir ve ona uygun bir m ücadele verir. Bu anlam da bize izlenecek bir çizgi bırakmıştır. Jean M eslier gibi o da dinsel kurumlarda yetişmiş; dini, önce dinin içinden öğ­ renmiş ve o kabuğa sığamamıştır. Jean Meslier, Fransa'nın Turan Dur- sun'udur. Turan Dursun da Anadolu'nun Jean Meslier'si.

"G eri" n in "İleri"yi A şm ası

İnsanlığın ilerleyişi, uzun bir m erdivenin basam aklarını teker teker çıkmak biçiminde olmuyor. Tarih; asıl dinamiğini devrimci atılanlardan alıyor, am a zaman zaman yorgunluk belirtileri gösteriyor, durgunluk dönemlerinden, hatta geri savrulmalardan geçiyor. D aha önemlisi, tek bir dünya uygarlığından söz etm ek de m üm kün değil, insan türü henüz o aşam aya gelemedi. Yüzyıllar öncesinin, birbirinden habersiz yaşayan top­ lum lardan oluşan dünyası çok değişti, iletişim ve ulaşım düzeyi binlerce kilom etrenin saniyeler içinde aşılabilmesi olanağını yarattı, am a tüm top­ lumsal yapılar bir toplum sal sistem de küreselleştirilemedi. Bunu şimdi son bir ham leyle emperyalist-kapitalist sistem deniyor am a başarması m üm kün değil. İnsanlığın dünyalılaşm asının önündeki engel, sınıflı top­ lum, söm ürü ve zorbalık. Bu duvar yerle bir edilmediği sürece, tek bir dünya uygarlığından söz etmek, dünya ülkelerini bu uygarlığın öncüleri ve artçıları olarak nitelemek, olsa olsa hâkim ideolojik hegemonyanın bir al­ datmacası olarak değerlendirilebilir.

Tarihte her zaman sınırlı coğrafyalarda yaşayan bazı insan toplu­ lukları, o an için diğer topluluklardan daha ileri konum lara geçmişler, iler­ lemenin öncülüğü misyonunu yüklenmişler, büyük uygarlıklar yarat­ mışlar. A ncak o misyon, o coğrafya için hiçbir zam an kalıcı olmamış. Bir dönem in en ilerisi, zam anla çöküntünün de başını çekmiş, kendi ardın- dakilerin ileri atılından sonucu çok gerilere de düşmüş, hatta yok olmuş. Eşitsiz gelişim , en evrensel kural: İleri çöküntüyü, geri ise atılımı içinde banndınr ve her birikim gibi bu da eninde sonunda harekete geçer.

ile rle m e n in başını yeni bir üretim ilişkisi çeker. A ncak o yeni üretim ilişkisini, eskinin zincirinden k u rtaracak olan da, devrim dir.

(10)

Sıçram alarla ilerleme, insanın da bir parçası olduğu doğanın yasasıdır. İnsan türü de, sıçramanın ürünüdür. İnsan türü, iki ayak üzerine dikilmekle, ellerin üretim yapmasıyla, yani maymundan insana geçişle yaşanan büyük bir devrim le ortaya çıkıyor. D aha ileri avcılık teknikleri geliştirenler, hay­ vanlan evcilleştirenler, tanm devrimini yaratanlar şeklinde devam ediyor. Eskisinden daha büyük bir toplumsal birikim yaratabilen bir üretim tarzına geçen toplumlar ileri atılıyorlar, eski üretim tarzında kalanlar ise geri nok­ talara düşüyorlar. İleri olan, zam anla kendi iç çelişmeleri sonucu ve kendi sınırlılığı içinde çözem eyeceği sorunlarla karşılaştıkça duralamaya, çürü­ meye, yozlaşm aya başlıyor ve çöküyor. D aha geride olanlar içinden ise zam anla ileri olanın karşılaştığı sorunları da çözebilecek daha ileri bir üretim tarzı ve bu tarza uygun yeni değerler ve sistemler bütünü yeşeriyor. Bu kez eskinin gerisi ileri oluyor, eskinin ilerisi gerilere düşüyor.

Y eni ilerinin, m evcut ilerinin bağrından çık tığ ı hiç görülm üyor. T arihin en büyük feodal im paratorlukları, en büyük köleci devletlerin bağrından doğm adı. En ileri kapitalist uyg arlık lar d a en büyük feodal im paratorlukların b ağrında yeşerm edi. İlk sosyalizm p ratikleri de (M arx'ın düşündüğünün de tersine) en ileri k apitalist ülkelerde değil, R u sy a ve Çin gibi çevre ülkelerde görüldü.

Bir sistemi tam anlam ıyla uygulamak, artık uygulanamaz olduğu nok­ taya kadar götürmek demektir. Uygulanamazlık noktası, ilerlemeye öncü­ lüğün çıkm aza girdiği yerdir. Öncü, bu kez başka bir toplumsal sürecin içinde doğmuştur. En genelde ilerleme mevcuttur, fakat bu ilerlemenin ön­ cülük merkezi oynaktır. Toplumlar tarihinin böylesi bir dinamizmi var. Bunun nedeni, ilerlemenin itici gücünün geriliği alt etm ek olmasıdır. A m a ileriye yetişmeye çalışm a anlam ında değil; ilerinin sonu uçurum olan kul­ varından çıkarak, başka bir kulvardan gidip, sonuçta ileriyi aşm a anlamında. D em ek ki, tarihin dinamizmi, aynı kulvarda birbirine yetişm e­ ye ve geçm eye çalışan atletlerin yarışması gibi tekdüze değil.

Ö zetlersek; a) dah a ileri, var olan ilerinin bağrından değil, gerinin bağrından çıkıyor; b) en ileri geriye düşm eye m ahkum dur; c) geri ile­ riye değil, dah a ileriye ulaşır (veya atlar).

Ç o k yönlü bir bilim adam ı ve aynı zam an d a B atı uygarlığının da hayranı olan Jakop Bronovvski, İnsa n lığ ın Y ükselişi adlı eserinin son sayfasında, ilerlem enin bu karm aşık d iyalektiğini, b iraz da üzüntüyle, ne güzel dile getirm iş:

(11)

"İnsanlığın yükselişi sürecektir. A m a, bunu sürdürecek olanın, bil­ diğim iz Batı uygarlığı olacağını sanm ayın, Şu anda kararsızlık içindeyiz. Eğer vazgeçersek, diğer adım yine atılacaktır, am a bizim tarafımızdan değil. Asur'a, M ısır'a, R om a'ya verilm em iş olan güvence bize verilmiş değildir. B iz de birilerinin geçm işi olm ayı bekliyoruz, zorunlu olarak kendi geleceğim iz olmayı değil.”

T u ran D u rsu n 'u n G eld iği E şik

Ezilen dünya aydınlanmacılığı, kendi tarihindeki Jean Meslier'leri, Ga- lileo'lan, Bruno'lan bulacaktır, bunlardan güç alacaktır. A m a bu noktada kalamaz. K endi ortaçağına karşı m ücadele verirken, Batı uygarlığının yaşadığım ız son yüzyılda kendini iyice hissettiren tıkanm a noktalarını, sınırlılıklarını da tahlil etm ek zorundadır. Biri başarılm adan diğeri de başarılam ayacak ikili bir görevle karşı karşıyayız. K endi geriliklerim izle mücadele ederken, örnek alacağım ız "ileri" Batı uygarlığı olamaz. Çünkü, Batı artık "ileri" değildir; geriliğin ekseni haline gelmiştir. Durgunlaş­ maya, tıkanmaya, çürümeye, hatta kendi geçmişindeki devrimci atılımlan da inkâr etm eye başlamıştır. O halde, Ezilen D ünya'da devrim ci bir atılım gerçekleştirm eye çalışanlar, Batı uygarlığını da aşan yepyeni bir dünya uygarlığı yaratm ak zorundadır. Aydınlanm am ızın, Batı Aydınlanma çizgisinden temel farklılığı buradadır. Batı uygarlığı, aydınlanm asını ka­ pitalizm ile gerçekleştirdi. İnsanlık hâzinesine yapabileceği katkıları yaptı, büyük bir aydınlanm a mirası bıraktı. Fakat kapitalizm devrimci barutunu 19. yüzyılda tüketti ve kendi devrim ci geçm işine de yabancılaşü. Ezilen Dünya'nın ve ezilenlerin ön cephesindeki Türkiye emekçisinin aydınlan­ ması, ancak sosyalizmle gerçekleşebilir. Aydınlanm a seferberliği, bir ma­ nivelaya, dayanacağı bir toplumsal güce, kısacası devrimci bir sınıfa ih­ tiyaç duyar. Baü aydınlanmasının devrim ci sınıfı, feodallerin zulmü altın­ da inleyen köylü kitlelerini önderliği altında toplayan buıjuvaziydi. Çürü­ m üş olana karşı, yeniyi ve atılımı buıjuvazi temsil etmekteydi. Ezilen Dünya aydınlanm asının önderi ise işçi sınıfıdır. İşçi sınıfı, burjuvaziden farklı olarak, ancak dünya üzerinden bütün sınıf farkları ve eşitsizlikler si­ lindiği zaman kurtulabilir. Bu nedenle tarihte ilk kez bir dünya uygarlığı kurma potansiyeline de sahiptir.

(12)

T uran D ursun'un katledilm eden önce geldiği eşik buydu. A ydın- la n m ac ılık ta kararlı tavır, T uran D ursun'u B ilim sel S osyalizm in e ş i­ ğ in e getirm işti.

T u ran D u rsu n 'u n S ın ırları

"Eşik" sözcüğünü b ilinçli o larak kullanıyoruz. B ir büyük insandan söz ederken, onun katkıları k adar sınırlarını d a b elirlem ek doğru olur. D oğu P erinçek, B ilim ve Ü topya derg isin d ek i söyleşide, T uran D u r­ sun'u iki n oktada eleştirir:

B irincisi, D ursun'un, d inlerin d ayandığı sınıflı toplum olgusundan çok, bu sınıflı toplum un ü styapısı olan dinlerin rolü üzerinde durm ası ve bu rolü ab artm asıdır. S ınıflı toplum m u d in leri yaratm ıştır, y o k sa d in le r m i sınıflı toplum u? T uran D ursun sanki İkincisine dah a fazla ağ ırlık verir gibidir. En azından bu konuda net değildir.

Turan Dursun'un şim diye kadar yayım lanm ış m akaleleri ve eserleri göz önüne alındığında Perinçek'in eleştirisi haklılık kazanıyor. Ancak yeni gün ışığına çıkan Kutsal Kitapların Kaynaklan adlı eserinin bazı bölüm ­ lerinde, Turan Dursun, kutsal kitapların Tann'sının köleci toplum yapısın­ da yaratıldığına vurgu yapar. "Tann'nın efendi (Rab) niteliğini alması bun­ dandır" diye yazar. U zun uzun, kutsal kitaplann Tannsının, tahtı, saray erkânı, ordusu ve yüce kurullanyla bir kral olduğundan söz eder. Üç ciltlik kitabın tam am ında bu bölümler ikinci planda kalır ve zaman zaman bu­ lanır ama, Turan Dursun'un sınıflılık vurgusunun düşündüğüm üzden fazla olduğunu da gösterir bu saptamalar. Kaldı ki, Turan Dursun'un yoğunlaş­ tığı alan, dinlerin toplumsal temelinden çok, ideolojik kaynaklan ve süreç­ leridir. A m a her ideoloji, en sonunda toplumla açıklanır.

D oğu Perinçek'in ikinci eleştirisi ise; Turan D ursun'un dinlerin, ilk çıkışlannda, özel m ülkiyetin, m eta üretiminin, ticaretin, dolayısıyla uy­ garlığın gelişm esine katkısını pek görem ediği üzerinedir. Turan D ur- sun'a göre dinler, tarihin her dönem inde bir ayakbağıdır. O ysa dinler, in­ sanlığın büyük bir sıçram asının, yağm adan söm ürüye (uygarlığa) geçiş aşam asının ideolojisidir. B u nedenle dinler ve İslam iyet geçm işe göre daha ileri bir aşamayı ifade etmektedir.

(13)

K utsal K itaplann K aynaklan adlı eserin Kur'an'ı, M uhammed'i,

İslam iyet'i ele aldığı bölümlerini okuduğum uzda, Perinçek'in eleştirisinin haklı olduğunu görüyoruz. Turan Dursun, saçmaya, hurafeye ve Kur'an ile hadislerin içerdiği çelişkilere son derece keskin bir eleştiri getiriyor ve elimize, gericiliğe karşı bulunm az bir ideolojik m ücadele malzemesi ve­ riyor. A ncak bu zengin m alzem enin sosyolojik bir bakışla tamamlanması gerekiyor.

* * *

K utsal K itaplann K aynaklan, üç ciltten oluşm akta. Turan Dursun, bi­

rinci ciltte "Korku"yu ve "Tann'nın Yönetimi"ni inceliyor. İkinci cildin konusu, "Peygamberlik". Üçüncü ciltte ise "M ucize" inceleniyor.

Kutsal K itaplann Kaynakları'nın elimizdeki kopyasında dipnotlar bu­

lunmuyor. Üç ciltteki dipnotlann toplamı 1500'den fazla. Bu kadar dip­ notun eksikliğini, "Yazar sonradan yazacaktı" şeklinde açıklamak akla uy­ gun değil; en azından kısa notlan olmalı. B u dipnot açıklam alannm da, eserin orijinaliyle ve Turan Dursun'un "kayıp" olan öteki çalışm alanyla birlikte; öldürüldükten sonra güvenlik güçlerince evinden alınan ve "po­ şetlere doldurulup" götürülen belgeler arasında olduğu kesindir.

Turan Dursun, kitabı yazarken, dipnot numarası koyduğu yerler dı­ şında, bazı yerlere de num arasını sonra koym ak üzere dipnot yeri açmış ve buraları parantez içinde boşluk olarak işaretlem iş. B unları' 0 ş e k ­ linde göreceksiniz.

K itaba hiçbir bilim sel katkısı olm ayan, hukuki bakım dan tartışmalı ya da m üstehcen bazı sözcükler çıkarılm ıştır. [...] işaretiyle gösterilen yerlerde bir sözcük çıkarılm ıştır. Birden fazla sözcüğün çıkarıldığı yer­ lere ise not düşülm üştür.

(14)

"K U T S A L K O R U "D A K İ O R TA M : G Ü Ç S Ü Z L Ü K -B İL G İS İZ L İK

G ez eg e n im iz d ek i yaşam koşullarını b ilm ey e n im iz var m ı? İnsanoğlu, kolay bir yaşam ortam ı bulam am ıştır dünyam ızda. H ep

sertlikler ve te rslik le rle karşılaşm ıştır. A ç kalm ış; acı çekm iştir. Y a ­

ralanm ış; acı çekm iştir. D ayanılm az hastalıklara yakalanm ış; acı çek­ m iştir. H aksızlığa uğram ış, hırpalanm ış, ezilm iş; acı çekm iştir.

"H ep boyun eğip kalm ış" da değil elbette. Savaşm ış da. D oğanın acım asız koşullarıyla savaşm ış, d ü şm anlarıyla savaşm ış, türlü c a ­ navarlarla savaşmış, tepesindeki güçlülerle, "efendi"lerle, "ezen'ierle sa­ vaşm ış. N e var ki, her zam an başaram am ış. "G üçsüz" kaldığı zam anlar da olm uş. "Çaresiz" bile kalm ış kim i kez. Ö ylesine ki, çırpınm ış am a "çözüm " bulam am ış. N e gücü yetm iş çözm eye; ne de bilgisi...

İşte bu da "inanç"lar doğurm uş. "T ann", "aracı" yaratm ış. "Tan- rı"lara ve "aracı"lara, d o ku n u lm a z ve " g iz 'le ri bilinm ez "kutsal ko- r a ’la r; bu korularda yeşeren "ahlak"\ax oluşturup geliştirm iş. B irbirin­ den kopya "din"ler üretm iş; birbirinin benzeri "aracı"lar, "Peygamber"ler, "Tanrı gölgeleri" türetmiş.

Y aşam böyle sü rü p gelm iş.

Ö zeti şu: "Din"ler, her türüyle; sonradan yaratılm ışlardır. "İnsan"lar, am a "güçlü"ler eliyle. "Güçsüzlük"ten, "bilgisizlikken ortam bularak...

İncelemeleriyle ilgi çeken bir yazanm ız: "Arkeolojik araştırmalar, din­ sel tasanm lann, ancak elli bin yıldan beri var olduklannı tanıtlamıştır. D em ek ki, insan, yirmi milyon yıl, din düşüncesinden uzak yaşam ıştır"1 dedikten sonra, şöyle sürdürür: "İlk tasanm lar, insanın doğa karşısında duyduğu güçsüzlük duygusundan doğmuştur. Dinler, bu tem el nedeni her zam an taşımışlar, zam anla daha da derinleşm esini gerçekleştirm işlerdir."

"G üçsüzlük"te neler var?

"D in"lerin "y a ra tılm ası"n d a ve "y aşatılm ası"n d a te m e l olan "kor­

(15)

K O R K U

"D inler tarih i"n d e hep işlenen b ir durum , bir yazarın kalem iyle de şöyle d ile gelir:

"Evvel zam an içinde, ortalıkta, yalnız korku hüküm sürüyordu. K orku ve yalnız korku, insan kalbinde yer etm işti. A dım başında rasüanan bir hadise, insanın korkularını m ahm uzluyor ve ona, bir an, am an vermiyordu. Rüzgârın sert sert esm esi, insanların kor­ kularını dalga dalga kabartır, göklerin gürlem esi, yahut vahşi hay­ vanın kükrem esi, onun korkularını coştururdu. O nun her günü, bu korku yüzünden kapkaranlıktı."2

Ünlü İngiliz filozofu Bertrand Russell (1872-1970); "İnsanoğlunun yüzyıllar boyu, dine duyduğu gereksinme (ihtiyaç) nereden geliyor?" biçi­ minde yöneltilen bir soruya şu karşılığı verir: "Öyle gibim e geliyor ki, her

şeyden önce korku dan... İnsanoğlu kendini, özellikle güçsüz hissediyor.

Onu korkutan üç şey var: Birincisi, doğanın kendisine yapabileceği şeyler. Onu yıldırımlarla çarpabilir. Y a d a bir depremle yıkıp yok edebilir. İkin­ cisi, başka insanların kendisine yapabilecekleri şeylerdir: Onu savaşta öl­ dürmek örneğin. Üçüncüsünde dine değiniyoruz.. ,"3

Filozof, üçüncü olarak da, "pişm anlık sonucu üzüntüye düşülebile­ ceği kaygısı" diye özetlenebilecek ve "dinin yardım ıyla", insanların belki "daha az etkilenebilecekleri" varsayılan korkudan söz eder.

R ussell, b ir b aşk a yerde, g ö rü şü n ü şöyle b elirtir: "D inin, her şey ­ den önce ve genellikle korku ü stü n e k u rulm uş o ld u ğ u n u sanıyorum . B u, kısm en, bilinm eyenin k o rkusudur. B aşın ıza g eleb ilecek g üçlük­ lerde ve itişm e lerin iz d e, yanı b aşın ız d a du racak (y ard ım cı) b ir ağ a­ beyin olm asını size isteten korkudur. B ütün din in kökü korkudur: B ilinm eyenin, ölüm ün saldığı k o r k u ..." 4

(16)

"Evet!" diyenler var bu soruya.5 Uzun boylu tartışm alara burada gerek yok. Bu kitapta işlenenler, bölüm bölüm, durum u aydınlatacaktır. Toplum bilim ciler, insanbilimciler, din etnologları; "dinin neden doğdu- ğu"nu çeşitli biçim lerde tartışırlar. O nlar tartışadursunlar; burada şu, ra­ hatlıkla söylenebilir: "Din duygusu"nda, dinlerde ve dinlerin birer "mik­ rop taşıyıcı" gibi, en ilkel dönem lerden sürükleyip getirdiklerinde; "kor-

ku"nun payı ço k büyüktür. "Korku"; tüm dinlerin, inançların ve bunlara

dayalı kurumların, hiç mi hiç vazgeçem eyecekleri "A esin"leridir. K orku, dinlerle el ele vererek "m utsuz" etm ekte insanlığı.

Eski Y unan düşünürlerinden E pikür (İÖ 342-271), "T an n "y ı tü m ­ den y ad sım ay an b ir d ü şü n ü r say ılab ilse bile; şu g ö rü şte o ld uğunu b e­ lirtm e gereğini duyduğunu görürüz:

"İnsanın bu âlem deki m utluluğunu azaltan ve bozan üç korku vardır:

"Ö lüm korkusu, "C eh e n n em korkusu, "T a n rı k o rk u su ..."6

D üşünürün burada sözünü ettiği üç korkudan ikisinin, "dinin tem el ilkeleri arasında" y er alışı ne denli ilginç ve düşü n d ü rü cü değil m i? Ö bür korku, yani "ölüm korkusu" da, dinlerin en başta söm üregel- dikleri b ir korkudur.

(17)

Ö L Ü M K O R K U SU

1. Ö lü m K ork u lası B ir Şey m i?

Ö lüm korkusu, en berbat korkulardan. Epikür de bu görüşte. A m a şu görüş de onun: "Kimileri, eski mitolojilerde olduğu gibi, sonsuza dek ta­ lihsiz ve felaketli geçecek bir gelecekten korkarlar. Y a da hiç olmazsa, ölüm ün m eydana getirdiği her çeşit duygudan yoksunluğu, insan için büyük bir acı gibi alırlar. V e ruhun, bu hissizlik içinde bile acı du­ yacağını sanırlar. O ysa bizim yaşadığım ız, bulunduğum uz yerde ölüm yoktur. Ö lüm ün bulunduğu yerde de biz yokuz."7 Bunu böylece ve her­ kesin anlam ası gereken biçim de bitirdikten sonra, ölüm den korkulması gerektiğini düşünenlere, korkanlara; çağından seslenip soruyor gibi:

Ö yleyse: insan ölüm den niye korkmalı?" Ü nlü düşünür, "felsefenin

başlıca işinin, insana m utluluk verm ek olduğunu" belirtirken şunu da ekler: "Felsefe de bu işi, her şeyden önce insanı, tanrılar ile ölüm karşısında duyulan korkudan ve nesnelerin yapısı üzerindeki yanlış düşüncelere bağlı budalaca ürküntülerden kurtarm akla yapabilir."8 Bunun nasıl başarılabileceğini de şöyle açıklar: "Bunu d a başarabilm ek için, doğaya dayanan, doğal olan bir dünya görüşü gereklidir. Böyle bir dünya görüşü; masalı, efsaneyi, m ucizeyi, özellikle de tanrıların bu dünyanın gidişine karıştıkları anlayışını ve bir de ölüm süzlük düşüncesini or­ tadan kaldıracak."

Evet, E pikür'ün dediği gibi, "niye korkm alı insan ölüm den?" A m a ko rk u lu y o r işte. İnsanlar, ölüm den k orkagelm işler. "Din "ler, in a n çla r d a bunu k ö rü k lem işler ve her "fırsatta" söm ürm üşler:

(18)

"D ikkat: 'Can boğaza gelip köprücük kem iklerine dayandığı' zam an; kurtaracak bir üfürükçü-'efsuncu' yok m u (yok mu bir çare b u lan )? denir. O y sa o kişi artık a n lam ıştır ki, zam an; a y rı­ lık zam anı. B acağı b ac ağ ın a d o la şır o sırada. O gün gidiş, artık T an rı'y a doğru."

"C anın b oğaza gelip köprücük kem iklerine dayanm ası" diy e bir şey d ü şü n ü le b ilir m i?

Akıl ve bilim ölçüleri içinde düşünülem ez elbette. Ancak ilkel m an­ tığa göre düşünülür. İlkel düşünceye göre "can", ölecek kimsenin göv­ desinin her yanından toplanıp, "boğazına dek" gelir; sonra "ağız"dan bir "soluk" gibi, ya da kalıbını "terk eden" bir cisim li varlık benzeri uçup gider. İşte "ilkel düşünce"lerle dolu olan "Kur'an'ım ız"da da "ölüm" olayı bu düşünceye uygun biçim de anlatılır.

B ir başka bölüm : V âk ıa S uresi, ayet 83-87:

'"Can gelip boğaza dayanınca' ve siz o sırada bakıp dururken, -k i;

o (canı çıkacak olan) kişiye sizden daha yakınız, am a siz gör­ m e zsin iz- din, kural dışındaysanız, haydi o (boğaza dayanm ış olan) canı geri döndürün de görelim! Eğer haklıysanız..!"

A ynı ilkel düşünce. T anrı (!) nasıl m eydan o k u y o r görüyorsunuz. B u ilkel dü şü n ced e "can çekişm e" de var:

İlkel inançlardan halk kesim ine yansıyan ve çağım ıza dek gelen "can çekişm e"den söz eden bir Sağlık Ansiklopedisi'nde şunları okuyoruz:

"Halk dilinde, insanların ya da başka canlıların ölüm den önce gösterdikleri belirtilere verilen ad. Bu can çekişm e deyimi, bir taraftan canlıların canını alm ak isteyen bir gücün varlığını, bir taraftan da, o canı verm em ek isteyen can sahibinin direndiğini belirten bir deyim dir.. ,"9

İslam inancına göre "can çekişm e" adam ına göre değişir. E ğer kişi günahkâr ve tövbesiz yakalanm ışsa, İslam 'ın büyük şarlatanı İm am Ga- zali'nin (1058-1111) M ücâhid'den aktardığı bir "ayet yorumu"ndaki an­ latımla: "Sorma o zamanki ölüm acısını!"10 Yer verilen yorumun tümü şöyle: "O (günahkâr ve tövbesiz yakalanm ış olan) kişi, can çekişirken melekleri gördüğünde, 'şu anda tövbe ettim!' der. Ne var ki, o sırada, m e­ leklerin arasında ölüm meleğinin yüzü tüm korkunçluğuyla karşısında belirir. İşte sorma, o zam anki ölüm acısını ve can çekişm e sırasındaki sıkıntılı durum u!"

(19)

"Can", ölm ekte olan kişiyle "melekler" arasında "çekişilir". Özellikle de "ölüm m elekleri kurulu"nun başı olan "Azrail" işe karışır. "Can"ı, bir yandan "ölüm meleği" çeker, alm ak için. B ir yandan da verm em ek için "can sahibi" çeker. Ve bir "çekişm e"dir gider. Tabii "can sahibi" yenilir sonunda!

K ur'a n 'dan: E n'âm Suresi, ayet 93:

A yet'te ön ce "peygam berlik" savında olanlara, yani M uham m ed'in "rakip"lerine çatılır:

" T a n n 'y a karşı bile bile yalan uydurandan, y a da kendisine , (T a n n 'd a n ) hiçb ir şey 'v ahyedilm em işken'; 'bana vahyedildi!' diyenden ve 'T ann'nın indirdiği gibi ben de (ayet) indirebilirim ! İndireceğim !' diyenden d ah a zalim kim olabilir?"

D aha sonra aynı ayette M uham m ed'in "rakip"leri "korkutuluyor- larm ış gibi" se slen ilerek şöyle denir:

"Zalimleri can çekişirlerken ölüm korkunçluklan içinde bir görsen! M elekler onlara elleri uzatm ışlardır o sırada. 'Haydi çıkarın, verin canlarınızı! T a n n ’ya karşı haksız konuşm alarınızdan ve O'nun u yanlarına inanm ayıp büyüklük gösterisinde oluşunuzdan dolayı bugün alçaltıcı bir cezayla cezalandırılacaksınız!' derler."

"İnanm ayan"lan, "günahkâr"lan ne tür bir ölüm beklediği anlatılmak isteniyor burada. Yoksa M uham m ed'in karşısında kendisi gibi "peygam­ berlik" savında olanlann bu tür korkutmalardan etkileneceklerinin umul­ duğu düşünülemez. Onlar, M uhammed'in de kendileri gibi boş inançlarla insanlan korkutup aldattığını çok iyi bilirler.

2. "Ö lüm A cısı"

"Ö lüm acısı" üstüne ço k "dehşetli" sözler y er alır din kitaplarında. M uham m ed'den de birçok "hadis" aktarılır. B ü y ü k şarlatan İm am G a­ zali de bunlardan birçoğunu k ita b ın a alm ış:

(20)

P ey g am b er böyle dem iş. İki acıyı tam ı ta m ın a ölçm ü ş gibi. N e var ki, G azali'nin kitab ın d a aynı sayfada, bu hadisin y anında "H azreti A li"den aktardığı b ir açıklam a dah a değişik:

"A li, herkesi sa v aşa k ışk ırtırd ı. V e derd i ki: 'S avaştan kaçıp ölm esen iz evinizde ö le ce k sin iz nasıl olsa. Y aşam ım elinde olan T a n n ’ya ant içerek söylerim ki; bin kılıç d arbesinin verdiği acı, kişinin y atağında ölm esinden dah a hafiftir.'"

"Ö lüm acısı" kaç "kılıç darb esin in verdiği acı" kadar? Sayı üç yüz m ü, bin m i olm alı? P ey g am b er m i doğru söylem iş, A li m i? H angisi doğru ölçm üş?!!

Belki de ne Peygam ber onu söylemiş, ne de Ali berikini... Önemli olan, onlann sözleri olarak "hadis" kitaplarına, "ahlak" kitaplanna geçi­ rilmiş olmasıdır. Ve İmam Gazali gibi büyük bir İslam savunucusunun kitabında böylece yer verm e gereğim duymuş olduğunu görm em izdir.12

"Ö lüm acısı"nın " k o rk u n ç lu ğ u 'n a ilişkin P ey gam ber'in sözü diye "hadis" ve "ahlak" kitaplarında y er alan, bu arada "B üyük İm am " G a ­ zali'nin de k itabında yer alan b aşka hadisler de var. O nları buraya ak ­ tarm ay a gerek yok. A y rıca k o n u y a ilişkin P eygam b er'in dışındaki ulu kişilerin sözlerine de tanık oluyoruz.

Peygam ber ya da onun dışındaki "ulu kişiler", "ölüm acısı"na ilişkin "korku"yu yüreklere salm ak için bunca yalanı niye uydurm uşlar? "İb­ r e n e düşünm ek gerek. Bir am acı olm alı elbet! "Amaç" belli. A nlatm aya gerek var m ı?

Söz konusu "acı" neden korkunçm uş?

İm am G azali, "derin bilgi "ye sahip bir kişi havasıyla an latm aya koyuluyor. G azali'ye göre, insanın (ya d a b aşka canlının) bir y erine bir şey b attığında, b ir yeri yand ığ ın d a, y aralandığında, gövdesinden bir yerin kılı, siniri çekildiğinde; acı duyduğuna tan ık oluruz. O ysa bu tür d u rum larda "acı", "ruh"a y ay ılırsa da "ruh"un "tüm "ünü kaplam az. Y alnızca, "ruh"u, yara bere alan y a da herhangi bir biçim de acıtılan vücut bölüm ündeki parçası etkilenm iş olur. "Ö lüm " o layındaysa d u ­ rum böyle değil. "Ruh" bütünüyle etkilenir. H er bir "parça"sından ayrı ayrı ve üst üste eklenm iş o larak alır acıları. Ç ünkü "ölüm "de, "ruh"un

(21)

"çekilm esi" ("nez"') vardır. "Ç ekilen bir sinir olduğunda, ne denli bü­ yük acı duyulduğu ortada. B ir de; çekilenin, ruhun kendisi olduğunu düşünün. O zam an nasıl bir acı olacağını hesap edin. A cı alan, ruhun kendisidir artık. Y alnızca bir sinirden değil; tüm sinirlerden gelm iştir. Ö lm ekte olan kişinin her organı, sırayla ölür. Ö nce ayaklar soğum aya başlar. S onra bacağın topuktan diz kapağına dek olan bölüm ü. Sonra oradan kalçaya dek olan b ö lü m ü ... H er bir organın bir ölüm acısı söz konusudur. A cı üstüne acı, sıkıntı üstüne sıkıntı eklenerek can gelir; boğaza day an ır."13 V e korkunç acılar içinde ölüp gider kişi. İslam dünyasında büyük etkinliği süregelen "din ulusu" G azali'ye göre "ölüm acısı"nı b ö y le düşünm ek gerek ir işte.

"Ö lüm acısı" acı acı an latıla g e lm iştir hep.

B u n u n la birlikte "T a n n 'n ın sevgili kulları"nın "can"larının "m üj­ deci m elek "ler eliyle "m üjdeler" v erilerek ve coşkular, sevinçler için­ de alın d ığ ı d a açıklanır:

Kur'an'da, V âkıa Suresi'nin 88 ve 89. ayetlerinde bakın ne deniyor:

"Ama, ölm ekte olan kişi, T ann'nın gözdelerindense ona rahatlık serbestlik, güzel 'rızık' ve m utluluk kaynağı cennet var demekür." D em ek ki, "ölünT'ün "korkunç" acısını tatm am ak, "m utluluk içinde ölmek" için Ulu Tann'nın "gözdelerinden" olm ak gerekiyor!

Peki nasıl "gözde" olunur?

D inin tüm kuralların a göre yaşam akla!

3. "Ö lüm ü Anm ak"

Ölüm ü çok, pek çok anmak, "dinsel bir görev" olarak yüklenmiştir. Bu öğüde, "yükümlülüğe" uyan d a yoksul kitleler. "Ölmeden önce ölün!" denm iş bu kitlelere.14 Ö lüm ü çokça anarlarsa bunun daha iyi başanlacağı anlatılmış. Zaten pek yaşıyor oldukları söylenem eyecek durum da olan bu kitleler, bir de bu tür öğütlerle uyuşturulm ak istenmiştir.

K ur'an ayetlerinde, örn eğ in N ahl S uresi'nin 61. ayetinde şöyle d e­

(22)

" ...Ö lü m le ri için belirlenm iş süreleri d o lu n c a ("ecel"leri ge­ lince); bir saat bile geciktirem ezler. Ö ne de alam azlar."

M ü'm inûn S uresi’nin 99 ve 100. ay etlerinde uyarı d a şöyle: "Onlardan birine ölüm gelince: 'Tanrım! (Y aşam ım a) geri döndür beni. O zaman eksik bıraktıklarım ı bitirm ek için iyi işler (daha iyi kulluk) yapabilirim!' der. Değil öyle! Bu, sadece onun söylediği bir laftır. Arkalarında da, dirilecekleri güne dek sürecek bir geçit var." Ü nlü hadisçi B uharî'nin (Ö.870) en sağlam hadis kitabı sayılan E's-

S a h ih ’inde de yer alan b ir "hadis"e göre M u h am m ed şöyle der:

"Dünyada bir yabancı ya da hemen gelip geçen bir yolcu gibi ol!"15 En sağlam sayılan "altı hadis kitabı"ndan birinin sahibi T irm izî'nin (Ö.892) k itabında da y er alan bir başka had ise g ö re P ey g am b er şu buyruğu verm ekte:

"A ğız tatlarını bozan olayı, yani ölüm ü ço k çok a n ın !"16 G azali'nin de y azd ık ların a bakılırsa "İslam inanırları", ölüm ü an ­ m ak, hiç unutm am ak için ilginç çabalara ve d u ru m lara girm işler:

"R ebi' bin H aysem , evinde kendisi için bir m ezar yapm ıştı. Bu m ezarda günde birkaç kez uyurdu. B öylece ölüm ü anm ayı ak­ satm adan sürdürürdü. V e derdi ki: 'B ir saat bile ölüm ü anm a- sam , kalbim bozu lu y o r!"'17

"H asan'a: 'Ey Ebu Saîd giysini yıkam az m ısın?' dediler. O: 'İş (ölüm e h azırlanm a işi), göm leği yıkam aktan daha ivedi' diye k arşılık v e rd i."18

"B ;ri şöyle dem işti: 'B en o kişiye ben zerim ki, k endisine vu­ rulm ak üzere te p esin e b ir kılıç uzanm ış. K işiy se kılıcın ne z a ­ man tepesine ineceğini bekler d urum da."19

"Ka'ka' bin Hakim: 'Otuz yıldan bu yana ölüm e hazırlanıyorum' d em işti... İmam Sevri, ’Kûfe'nin m escidinde bir yaşlı kişi gördüm, otuz yıldan beri burada ölüm ü beklemekte olduğunu söylüyordu' diye anlattı."20

(23)

Ö rnekler böyle sürüp g id iy o r G azali'nin kitabında.21 B u örnekler uy d u rm a bile o lsa ilgi çekicidir. N e am açla uydurulm uş oldukları yö­ nünden ilgi çekicidirler.

G örüldüğü gibi, "ölüm ü anm a" konusu öylesine bir önem de ele alın ıp işle n m e y e ç a lış ılm ış ki, in a n ırların "y aşam d a m a rla n " n ı k e­ secek n o k ta y a getirilm iş.

G azali'n in k itabında b ir de şu hadis ilginç:

"A işe, P eygam ber'e: 'Ş ehidlerle birlikte dirilecek olan var m ı?' d iy e so rm u ş ve şu k a rş ılığ ı alm ıştı:

"Evet var: G ünde yirm i kez ölüm ü anan k im se."22 G az ali şunu d a yazıyor:

"B ir gün P ey g am b er M e scid 'e gitm işti. O ra d a birtakım k işiler k o n u şu y o r ve gülüşü y o rlard ı. P eygam ber bunun üzerine uyardı onları: 'Ö lüm ü anın! Y aşam ım elinde olan T a n n ’ya ant içerek söylerim ki, benim bild iğ im i siz de bilm iş olay d ın ız az güler, am a ço k çok ağ lard ın ız!'"23

G erek G azali'nin, gerekse başkalarının "ahlak" ve "hadis" kitap­ larında d ah a neler neler var.

B u n c a öğütleri veren ve "ölüm ü anm a"yı "ağız tadını bozucu" diye nitelerken M üslüm an'a vazgeçilm em esi gereken bir görev olarak yükleyen P eygam ber'in kendisi d e "çok çok anar m ıydı ölüm ü"?

S orunun k arşılığ ın ı b u lm a k için onun y aşam ın a şö y le ço k az b ir göz atm ak bile yeter:

52-53 yaşın d ay k en k ü çü k b ir çocukla, 9 yaşın d ak i A işe 'y le "ger­ değ e g irm işti".24 H em en ardından d a bir sürü k ad ın la evlenm işti. Y a ­ şam ının so n u n a dek b irçok kadın, kim ileri çocuk yaşta, seçm e güzel d işi to p la m ış tı.25 Y aşının ile rlem işliğ in e bakm adan b u n larla "gece- gündüz" (kim i hadislere göre 9-11 kadından her b iriyle sabah-akşam ik işer k ez)26 cinsel b irleşim de bulunduğunu, "30-40 erk ek gücünde" m ucizevi bir erkeklik gücüne sahip olduğunu k an ıtlam a çabasını g ö s­ term ekteydi.27 "Ö lüm d ö şeği"ndeyken bile: "Ey P eygam ber! G üzellik­ te ve so y lu lu k ta E sm a'dan geri kalm ayan bir kadın var, kız kardeşim Kuteyle. istersen onu sana getireyim !" diyen Eş'as'a: "Tamam , onunla

(24)

da evlendim öyleyse. G it getir!" demişti, am a "Kuteyle" gelinceye dek ö lm ü ştü 2* "Açgözlülük"le topladığı kadınlan, bir de bencilliği uğruna "hiçbir erkekle evlenm em eye mahkûm" etmişti acımasızca. O ysa o dişilerin kimileri daha çocuk yaşta bulunuyorlardı. B unlan, "Birinci Bölüm "de Ç Kur'an in T anrısı ve M uham m ed'in Özel Yaşam ı" başlığı altında) daha genişçe okuyacak ve şaşacaksınız.*

Bu "Ulu Peygam ber", peygamberlik dönem inde ve peygamberliğini "şehvet"ine araç yaparak "aşk" dalgaları arasında öm ür geçirirken "ölü­ m ü anıyor olabilir miydi?" "Ölümü anın, çok çok anın. A ğızlann tadını bozucudur o" diyerek, ille de herkesin "ağzının tadım bozm a" yoluna gi­ derken, herkesin neredeyse "yaşam dam arlarTnı keserken, "kendi ağzı­ nın tadı"nı niye "bozm uyordu"?

Dinlerin can dam an "ölüm acısı" ve "ölümü anm a" üstüne oluştu­ rulan öğütlerin "şiirler" yoluyla da kitlelere aşılandığını görüyoruz. İşte bir örnek:

^ G ü nahını anm ayı sakın aksatm a. V e ağla! S ağanak ve iri taneli yağm uru andırır biçim deki g ö zy aşlarıy la ağla. Ö lüm ü, o k o r­ kunç o layı, o n u n la nasıl k arşılaşa ca ğ ın ı ve onun acısını g ö z le ­ rin önüne iyice getirip anarak korku içinde ağla!"29

B u sözler, A rapça bir şiirin T ürkçesidir; "H arîrî" diye ünlü E bu A b d illahi'l-K âsım (1054-1121) adında, M akam at adlı y apıtın y az arı olan b ir ozanın...

İslam öncesi Arap ozanlarının şiirlerinde de "ölüm" ve "ölümü anm a" konulan üzerinde durulduğu görülür. Özellikle eski kutsal kitap inanırlarının şiirlerinde. Ö rneğin ünlü Hıristiyan şair A diyy' İbn Zeyd El İbâdî (ö.587’ye doğru), şiirlerinde "ölüm" üstüne geliştirilm iş öğütlere önem li ölçüde yer vermekte. Kur'an in üslubunun, bu ozanın şiirlerindeki üsluba son derece benzediği göze çarpar. Aynı konular, kimi zaman aynı sözlerle ve aynı havada işlenm ekte.30 Bu nedenle de şiirlerinin K ur'an'ın kaynaklarından birini oluşturduğu söylenebilir. M uham m ed'in, ken­ disinden çok şey öğrendiği belli olan ünlü A rap ozanı ve söylevcisi Ü m eyye'tü'b-nü E bî Salt (Ö.630 civarında) d a "ölüm"ü çok işler ve "ölümün bir an bile gözden uzak tutulmam ası gerektiğini" anlatır.31 Yine M uham m ed'in kendisinden çok, pek çok şey öğrendiğine kuşku

(25)

mayan, bir söylevi İslam yazarlarının kitaplarında da yer alan ozan Kuss İbn Sâide (Ö.600 çevresinde), ölüm ü de genişçe işlediği öğütleri ve özde­ yişleriyle ünlüdür.32 İmriü'l-Kays (Ö.540?), Tarafa (Ö.564?), Nâbiğatü'z- Zübyanî (Ö.604?) gibi ünlü "askı"lann ("muallaka") sahiplerini de burada anabiliriz.33 İkinci ciltte ("Kur'an'ın K aynakları" adıyla) yayım lanacak belgeler-bilgiler arasında. Kur'an'a önem li ölçüde kaynaklık eden "İslam öncesi A rap şiirleri"ne ilişkin bolca örnekler yer alacak. Bu, ilgiyle oku­ yacağınıza kuşkum olm ayan örneklerden kimileri de "ölüm" üstünedir.*

"Ölüm", Tevrat ve Incillerde de önem li bir "öğüt kaynağı"dır. Bu "kutsal kitaplar"da "ölüm", A dem ve Havva'nın işledikleri anlatılan "ilk günah"a bağlanır en başta.

4. "Ö lüm ve G ünah"

7 e v ra fin ilk bölüm ü olan T ekvin'in 2. babının 16 ve 17. ayet­ lerinde şöyle denir:

"Ve Rab Allah, adama (Adem'e) emredip dedi: Bahçenin her ağacın­ dan istediğin gibi ye. Fakat, iyilik ve kötülüğü bilme ağacından ye­ meyeceksin. Çünkü, ondan yediğin günde mutlaka ölürsün."

Tevrat'ın Tesniye bölüm ünün 30. babının 15. ayetinde, Yahudi Tan­

rısı (daha sonra d a Kur'an'm Tanrısı), Y ahudi toplum una şöyle seslenir: "B ak b u g ü n senin ö n ü n e, h a y a tla iy iliğ i ve ö lü m le k ö tü lü ğ ü k o y d u m ."

Bunu izleyen ayetlerde de, "Tann'yı sevip O'nun yolundan yürümenin ve O'nun koyduğu kurallara uym anın, olabildiğince yaşam aya, tersine davranm anınsa ölüme" yol açacağı anlatılır. D em ek ki, "günah", Adem'den sonra da, "Kutsal K itap"a göre "ölüm nedeni". Bu, Tevrat'ın başka bölüm lerinden de anlaşılıyor. Örneğin H ezekiel (Hazkiyal) bölümünün 18. babının 30, 31 ve 32. ayetlerinde şöyle dendiği görülür:

"B undan dolayı ey İsrail E vi, size, herkese kendi yolların a göre hükm edeceğim . R ab Y ehova'nın sözü. D önün ve kendinizi bütün günahlardan döndürün de kötülük size 'helak' (ölüm )

(26)

ge-tirm esin. İşlem iş old u ğ u n u z g ünahların hepsini üzerin izd en atın. Ve kendinize yeni yürek, yeni ruh sağlayın. N için ölesiniz ey İsrail E vi? Ç ü n k ü ölenin ölüm ünden ben hoşnutluk d u y ­ m uyorum . Ö yleyse (günahtan) dönün de ya şa yın ."

B u babın 23. ayetinde de; "R ab Y ehova'nın sözü: Ben kötü kişinin (kötülüğü nedeniyle) ö lüm ünden zevk mi alıyorum ? H oşnutluğum , onun kötü yolundan dönüp y aşam asında değil m idir?" denm ekte.

Bu bölüm ün, 33. babının 11. ayetinde de b ir kez daha an latılır bu. Yani, "Tann" (Yehova), insanlann, özellikle de İsrailoğullannın ölm e­ lerine "razı" değil. A m a ne yapsın ki, insanlar, "günah" işleyerek, kendi ölümlerini kendileri hazırlıyorlar! K ur'an'da da bu böyle işlenir: "...B im â kesebet eydîhim ..." sözcükleriyle. Anlamı: "...E lleriyle kazandıklan gü­ nahlar yüzünden..." M ülk Suresi'nin 2. ayetinde de "O T ann ki, hanginizin daha iyi işler yaptığını denem ek için ölümü ve yaşam ı yarattı" biçim inde bir açıklama var. T ann'ya bakın siz: Hem "güçlü", hem de "aciz". V e de "deneyim" yapıyor!

B ir de İn c ille re göz atalım :

"Yeni A hit''te {Incil'de), P avlus’un R om alılara M e k tu b u n u n 5. b a ­ b ın ın 12. ayetin d e şu aç ık la m a yapılır:

"B unun için günah, bir adam (A dem ) aracılığ ıy la ve ölüm de günah aracılığıyla nasıl d ünyaya girdiyse; böylece ölüm d e b ü ­

tün insanlara geçti. Ç ünkü hepsi, günah işlediler. "

A ynı bölüm ün 6. b abının 23. ay etinde de aç ık ç a şu bildirilir: "Ç ünkü günahın karşılığ ın d ak i 'ücret', 'ölü m 'd ü r."

İşte "günah"la "ölüm" arasındaki bağ ve bağlantı böyle işlenir İn ­

cillerde d e ...34 "Yuhanna'nın V ahyi''nde de bir gün "ölümün yok edi­

leceği" anlatılır.35

5. Ö lüm -İnsan

Prof. Dr. Fehm i Yavuz, "ölüm duyurulan"ndan ve "ölüm sömürü- leri"nden söz ederken, "insanoğlunun ölüm e bir türlü aklını yatıram a- m ası" üstüne şunları yazar:

(27)

"İnsanoğlu, ölüm le h er şeyin biteceğine bir türlü aklını yatıra­ m am ıştır. D aha doğrusu bir hayvan, bir bitki gibi yok olup g it­ m ek, o n a ço k ağır gelm iştir. B elki bunun bir nedeni, yavrusu­ nun, m em eli hayvanlar arasın d a en zavallı, en beceriksiz olarak d ünyaya gelm esi ve uzun y ıllar ana babanın, toplum un d esteği­ ne, bak ım ın a g ereksinm e d u y m a sıd ır."36

"Ö lüm "ün doğallığı in sanlarca hiç kabul edilm em iş değil. N e var ki, insanlar onun doğallığını düşünm e eğilim i gösterirken "din"ler ve "din adına o rtay a atılanlar", kısacası insanlığın aldatıcıları kim i duy­ gulardan ve bilgisizliklerden de y ararlanarak düşünceleri saptırm aya yö n elm işlerd ir. B aşarm ışlard ır d a ço k büyük ö lç ü d e ... K ur'an'da ilginç "ipuçları" buluyoruz:

C âsiye Suresi, ayet 24-29:

'"Y alnızca bu d ünya yaşam ı var. (Y aşam ım ız bitince) ölürüz, (bitene dek) yaşarız. Z am andan (zam an içinde yıpranm adan) başka d a bizi tüketip öldüren yok' dediler. O nların bu konuya ilişkin bir bilgileri olduğundan değil. Y alnızca öyle olduğunu sanıyorlar. A yetlerim iz açık açık o n lara okunduğunda tersine bir kanıtları olm uyor. Y alnızca: 'gerçeği söylüyorsanız haydi b a­ balarım ızı (m ezardan diriltip) getirin de görelim !' derler. Belki, sizi T anrı yaşatır, so n ra öldürür. D ah a sonra d a kuşkusuz kıy a­ m ette hepinizi toplar. N e var ki, insanların çoğu bunu bilm ezler. G öklerin ve yerin m ülkü (hüküm ranlığı) T anrı'nındır. K ıyam et koptuğunda, o gün, şim di bizim söylediklerim izi boş inanç sa­ yan lar zararlı çıkacaklardır. O gün, her topluluğu diz çökm üş olarak görürsün. H er topluluk, (kendisi için daha önceden m e- leklerce) tutulm uş olan notların a ('ila kitabiha') çağrılacaktır. 'B ugün size, yaptık ların ızın k arşılıkları ek sik siz o larak v erile­ cektir' denecek. 'Bu notlarım ız, gerçeği dile getirm iş olarak si­ zin aleyhinize şeyler söylüyor. (Siz dü n y ad a yaşarken) biz, yaptıklarınızı bir bir yazıy o rd u k !' denecek."

G örüyorsunuz: Burada insan aklına karşı, duygulara sesleniş var. B u­ rada düşünce saptırm a yöntem i var. B urada "ya doğruysa" biçimindeki kuşkulan kötüye kullanma, "zarar-çıkar hesaplan"ndan yararlanm a var.

(28)

Tabii bütün bunlar, "din" için, daha doğrusu çıkarlarını "din"e dayam ış olanlar için. Bu amaçla, insanlar "ölüm ve yaşam" konusunda "gerçekler" üstüne kafa yorm aktan uzaklaştırılıyorlar; korkulara, boş inançlara sürükleniyorlar.

Ö lünce yaşamın artık sona ermeyeceği, "kabir"de (mezara göm ül­ dükten sonra) ya da "öbür dünya"da "yeniden dirilme" olacağı gibi savlar karşısında: "Gerçeği söylüyorsanız haydi babalarım ızı diriltip getirin de görelim!" diyenler bulunduğu Duhân Suresi'nin 36. ayetinde de açıklanır. Bunlar haklı değiller mi? E n azından bunlar kınanabilirler mi?

Ö lüm e böyle doğal ve akıl-m antık d o ğ ru ltu su n d a bakanlar k arşı­ sında İslam 'ın "kutsal kitab ı"n m bakışı nedir?

B akın ne denli ilkel: Z üm er Suresi, ayet 42:

"Tanrı canlan alır. Ö lüm anında alır. Ö lm em işlerinkini de uykuları sırasında kalır. Ölümlerine hükmettiklerininkini tutar, (yeniden di­ rilişe dek bir daha bırakm az), öbürlerinkini (canlan uykulannda alınıp ölüm lerine hükm edilmeyenlerinkini) bir süreye dek salıverir. Kuşkusuz, bunda, düşünenler için alınacak dersler vardır."

B u denli ilkel görüş sunulurken "düşünenlerin düşüncesine" se s­ leniş görüntüsü verilir. G erçekten bir "düşünce" var am a, ilkel ça ğ la ­ ra, ilkellere özgü bir düşünce.

B u düşünce bir d e şu ay ette "Tanrı katından" sunulur: E n'âm Suresi, ayet 60:

"O Tanrı ki, sizi geceleri (uyutarak) öldürür. G ündüzleri de yaptıklarınızı bilir. (G ece öldürm elerinden) sonra gündüzleri di­ riltir sizi. B elirli bir süre d olana dek. S o n ra O 'na dönüşünüz gerçekleşir. S onra O h ab e r verir size y aptıklarınızı."

K ısacası: B u ilkel düşünceye göre, "Tanrı", "can"ları önce "geçi­ ci" olarak alır insanlardan. "Uyku" sırasında o lu r bu. S onra d a tüm ­ d e n ... U yku sırasında aldığı "can"ları "geri gönderdiği" halde, "tüm ­ den ölüm e hükm edildiği" zam an aldığı canları bir dah a salıverm ez. T a "yeniden dirilene d e k ...!"

(29)

H em en sonraki ayet de şöyle:

"Kulları üzerinde ezici olan O'dur. Ü zerinize koruyucular gönderir. Herhangi birinize ölüm geldiğinde elçilerimiz (melekler), onun işini bitirir. O nlar can alırken eksik bir şey yapm azlar."

Bütün bu anlatılanlar için, "ölüm olayı"na doğal ve sağlıklı bakan­ ların söyledikleri şu sözler de çok ilginç: "Bunlar, eskilerin masallarını oluşturan boş inançlardır!" O nların böyle söylediklerini de yine Kur'an haber veriyor! Örneğin En'âm Suresi'nin 25. ayetinden 33. ayetine kadar olan bölüm ünde, "bu dünyadakinden başka bir yaşam olm adığını" söyle­ yenlerin, Kur'an'm anlattıklarına "Bunlar, eskilerin uydurdukları m a­ sallardan başka bir şey değil" dedikleri açıklanıyor; bu arada "öyle di­ yenlerin ileride zararlı çıkacakları" bildiriliyor. Yani böyle diyenler "kor­ ku" ve korkuya dayalı hesap alanına çekiliyorlar. Furkan Suresi'nin 5. ayetinde anlatılan ve gerçeği görüp sağlıklı düşünenlerin dile getirdikleri de düşündürücü. A yet aynen şöyledir:

"V e dediler ki: 'B unlar, eskilerin m asallarıdır. B unları M uham - m ed başk aların a y azdırıyor. Ve bunlar, sabah akşam kendisine okunuyor."’

M u h am m ed ’in, "Tanrı kalındandır" deyip sunduklarının gerçekte eski çağlardaki uydurm alardan, m asallardan ak tarılagelen şeyler o ld u ­ ğunu, bu gerçeği biliyordu sağlıklı düşünenler. G özlem lerini ve d ü ­ şündüklerini de açıkça söylüyorlardı. T abii susturulm adan ö n c e ... O nların görüp dile getirdikleri gerçek ve d ah a nice gerçekler, bu cildin de içinde y er alacağı dizide bejgelerle gözler ö nüne serilecektir.

(30)

A C I Ç E K M E K O R K U SU

E pikür'ün dediği gibi yaşayan insan, "ölüm le buluşam az". A m a acılarla iç içedir.

Türlü acılar olduğunu çok iyi bilir insanlar. Baş, diş ağrıları gibi ağrılar, acılar. Yara, çıban, kırık, çıkık, çatlak gibi durum lardan, çeşitli hastalıklardan duyulan ağrılar, acılar. Hele bunların dayanılm az olanları. Y oksulların her zaman yaşadıkları türden, açlıktan, çıplaklıktan, çaresiz­ likten, arkasızlıktan kaynaklanan acılar. Sevilen şeylerin yitirilmesinden; dayanakların, desteklerin elden gitmesinden; insanların, özellikle de ya­ kınların ölümünden kaynaklanan acılar. D aha başka türlü "maddi- manevi" acılar.

V e işkence acıları. "İnsan hakları" bildirileri yasaklar işkenceyi. A m a yine de yapılır. Bu bildirilerin altına im za koyanların ülkelerinde bile. Bu "en korkunç insanlık suçu"nu, insanlığın düşm anı durum undaki düzen­ lerin bekçileri, koruyucuları çok iyi bilirler. H er türlüsünü bilirler işken­ celerin. Bilinenler yetm iyorsa daha korkunçlarını, en korkunçlarını ya­ ratmada, uygulamada ustadırlar. Düzenlerini bu yolla ayakta tutarlar.

Bu acıların bir kendileri vardır; bir de korkulan vardır. K orkulan da kendileri gibi berbattır. Örneğin yoksulluğa düşm e korkusu, işkence kor­ kusu. .. Bu korkular, insana onurunu bile yitirtebilir. Yitirttiğine tanık da olunur zaman zaman. İnsanı olm adık şeylere sürükleyebilir. Yapm adık- lan, en ağır suçlar türünden bile olsa "Yaptım!" diye konuşturabilir, insa­ nı, ömrü boyunca kul-köle yapabilir.

İşte bütün bunlardan; dinler, özellikle de "S am î dinler" (Y ahudi­ lik, H ıristiyanlık, M üslüm anlık), kutsal kitaplarındaki bildirileriyle, din aracılarıyla; bu acıları iki türlü sunm uşlardır:

(31)

"Ceza O larak" V erilen A cılar

K ur'an'da sık ça geçen bir deyim var: "A zabun elîm ". "A cıtıcı,

dayanılm az acı verici ceza" anlam ında.

Bu "acı verici ceza", "Tanrı b u y ru k la rın a , din kurallarına karşı ge­ lenlere verilir. Ve bir "bu dünyada", bir de "öbür dünyada" verildiği bil­ dirilir. Dahası, "aynı" günahtan ya d a günahlardan dolayı hem "bu dün­ yada", hem de "öbür dünyada" verilebilir. "Küçük, çok küçük günah"ın karşılığında bile "ceza"nın verilebildiği, özellikle İslam "akaid" kitap­ larında açıklanır.37

"Her Ş ey Tanrı'rıın E linde"

İslam inanırlarından kendilerine "sünnet ehli" ("ehlü's-sünne"=Pey- gamber ve arkadaşlarının yolunu izleyenler) adını verenlere göre "iyiliği de kötülüğü de yaratan, Tann'dır".38 Dahası, "Tann, kötülüğü diler" d e .. ,39 Ancak, kimi insanlann "kâfirlik"lerini de "dilediği halde, bunlann "kâfir olm alan"ndan "hoşnut olmaz".40 Şaşılası bir şey ama, Kur'an ayetlerinden çıkan da b u 41

İslam 'a göre olduğu gibi, Yahudiliğe ve Hıristiyanlığa göre de her şeyi "yaratan" T ann'dır.42 Ancak, İslam 'da olduğu gibi bu dinlerde de ki­ milerinin "elverişli yorum "larla durumu kurtarm a çabalanna rastlanır. Örneğin Yahudi "ulu"lanndan M usa İbn M eym un (1135-1204), "Tann, kötülüğün de yaratıcısıdır!" denebileceğini, ancak "Tanrı, kötülüğün fa­ ilidir" denemeyeceğini _,azar. B una da Tevrat'm İşaya bölüm ünün 45. babının 7. ayetini kanıt gösterir.43 B u ayet şöyledir:

"Işığı, karanlığı yaratan, banşı yayan, kötülüğü de yaratan benim." N e var ki, elim izdeki T evrat nüshalarına göre, ayet, bu kadarla bit m iyor. Ş öyle bitiyor: "B unların tüm ünü yapan R abb benim ."44

Tevrat'ın Çıkış bölümünün 20. babının 5. ayetine, 34. babının 7. aye­

tine göre ve daha birçok Tevrat ayetlerine bakılırsa.45 "babaların, dedelerin günahlarını" bile Tann, "daha sonraki kuşaklara" yükleyebilmekte.

İn c ille rd e n R esullerin İşleri'n in 17. babının 28. ayeti şöyledir:

"Ç ünkü biz O 'nunla yaşarız, O 'nunla (O 'nun g ücüyle) hareket ederiz. V e O 'nunla varız."

(32)

Ö teki İn cille rd e de bu böyle anlatılır.46

Kur'an ayetlerine gelince: Kur'an'a göre de, her şey T ann'nın elinde.

A yetlerde "insanlan hidayete erdiren"in de, "saptıran"ın da "Tanrı oldu­ ğu" bildirilir. Örneğin En'âm Suresi'nin 39. ayetinde, "Allah kimi dilerse

onu saptırır ve kim i dilerse onu doğru yola koyar" denir. Züm er Sure­

si'nin 37. ayetinde, "Allah'ın doğru yola eriştirdiğini, saptırabilecek kim se y o k tu r..." açıklaması yer alır. Bu açıklam a başka surelerde de görülür. Aynı surenin 36. ayetinde de; "Allah'ın saptırdığını doğru yola koyacak

kimse yoktur" açıklamasını okuyoruz. Bu açıklam a, aynı surenin 23. ve

M ü'm in Suresi'nin 33. ayetlerinde, "kelimesi kelimesine" aynen görül­ mekte. Ayrıca başka surelerde de bu böyle anlatılır.

Kısacası, üç dinin kutsal kitaplanna göre de "ipler", tümüyle "Tann'nın elinde". "Cüz'î irade" yok mu insanlarda? "Kutsal kitaplar"ın anlatımlan ortada ve açık. İnsanı "doğru yola koyan da, saptıran da O" olduktan sonra, "insan"da "var" gösterilen "cüz'î irade", işin kandırmacası.

"O 'nun doğru yola koyduğunu kim se saptırm az, saptırdığını da kim se doğru yola koyam az." A nlatılan bu. Ö yleyken, üç dinin kutsal k itaplarının "Tanrı"sı da insan lara ağır ve acıtıcı "ceza"lar vereceğini bildirir. Yani "ceza"nın karşılığı olarak g ö sterilen "günah"ı, "kötü­ lük" denen şeyi işleten de kendisi olduğu halde. D ahası "T anrı", ö f­ kelendiklerine "ceza" verm ek için "hile" ve "tuzak" yollarına bile başvurabilm ekte:

N isâ S uresi'nin 76. ayetinde ve başka surelerde "şeytanın hilesinin çok z a y ıf olduğu" açıklanır. B una karşılık birço k ayette, "T anrı h i­

le sin in " çok güçlü ve en güçlü olduğu bildirilir. Ö rneğin, A 'râ f S u­

resi'nin 183. ve Nun Suresi'nin 45. ayetleri, aynı sözcükler ve aynı söz dizim iyle, T an rı’nın şöyle dediğini bildirir: "O nlara öyle süre-m eydan

veriyorum. A m a kuşku duyulm asın ki benim h ile m -tu za ğ ım çok sağlam dır."

işte bu yam an tuzakçı-hileci "Tanrı", son derece "kinci ve "öç alıcıdır" da:

7evrar'ın M ezm urlar bölüm ünde, 94. M ezm ur'un 1. ayetinde şöyle denir:

(33)

N ahum bölüm ünün 1. b abının 2. ayeti şöyledir:

"R ab, kıskanç ve öç alıcı bir A llah'tır. Rab öç alır ve öfkelidir. Rab, düşm an ların d an öç alır ve d ü şm an ların a kin tutar."

"T anrı"nm bu k inciliği, "öç alıcılığı", "Y eni A hit"te, yani Incil fe r­ de açıklanır. Ö rneğin, P avlus'un R om alılara M ektubu'nun 12. babının 19., tb ra n iler'e M ektubu'nun 10. babının 30. ay etlerinde var T an n 'n ın bu niteliği.

K ur'an'a da aktarılm ış: Ö rneğin A li İm rân S uresi'nin 4. ayeti

şöyle biter:

" ...A lla h , güçlü öç alıcıdır!"

Z üm er Suresi'nin 37. ayeti de şöyle sona erer: "...A lla h , güçlü öç alıcı değil m idir?"

"Hileci, tuzakçı", "kinci" ve "öç alıcı" Tanrı, düşünülem eyecek ölçü­ de "tehditçi" ve acım asızdır da.

"Ö bür D ünya"ya Yönelik Tanrı T ehditleri Tevrat'tan:

Ç ıkış bö lü m ü (Şom ron T o ra 'sı),47 bab 15, ayet 18:

"B ir gün yeniden dirilm e o lacaktır. O gün, d indar kişi ayrılacak, sahte p eygam berlerle o nların ardından g itm iş olanların hepsi,

a te şe a tıla ra k y akılacaklardır."

D anyal bölüm ü, bap 12, ayet 2:

"Ve yerin toprağından uyananlardan birçoğu (belirince) kim i so n su z yaşam a, kim i de so n su z 'rezalet'e uy an m ış olacaklardır." T esniye bölüm ü, bap 32, ayet 32-35:

"Ç ünkü onların asm ası S odom asm asındandır. Ve G om orra tar­ lasından. O nların üzüm ü, öd üzüm leridir. (Z ehirli.) Salkım ları acıd ır. O nların şarabı, yıla n la rın ze h iri ve engereklerin ö ld ü rü ­

cü ağısıdır. O nların ayağı kaydığı zam an, öç ve cezalandırm a benim dir. Ç ünkü o nların 'helak günü' yakındır. V e b aşların a g e ­

Referensi

Dokumen terkait

Düşüncenin getirdiği bu aynştırrna zorunlu olarak aynı zaman­ da yeni bir ilkenin doğuşudur. Düşünce genel bir şey olduğu ölçü­ de aynştıncıdır: bu aynştırmada

Yeni din, yeni dil, yeni sanat, yeni medeniyet, yeni mamureler doğa— cak, Bütün insanların eşit, bütün milletlerin hür ve be— raber yaşayacakları harpsiz,

2) Denklemlerde kaynaklara ilişkin hacımsal yoğunluklar yer alır. Bu demektir ki;sadece Maxwell denklemlerine dayanarak bir olaya açıklayabilmek ancak alan

ve başka tanrılara taptıkları için öteki Arya boyları tarafından sevilmiyorlar. Indian Myth and Legend, s. Bhişma onu sevgilisine geri yolladı. Ancak yabancı bir erkek

Sayfadan girilen ismi 20 defa alt alta yazdıran fonksiyon hazırlamak için;  Editör programını açarak yeni bir html sayfası oluĢturunuz..  Fonksiyonumuzun ismi

Günde üç yüz on beşer kerre beş gün zikreylese dünyevi haceti reva olur... Havf ve haşiyyeti hakka münhasır

Dalam kegiatan ini pengawasan dilakukan oleh Asisten panen dan mandor panen dengan memeriksa ancak panen yang telah dipanen pada hari tersebut yaitu dengan melihat buah

Aan blll j;ebnuw \'au hel Pro\'În_ eill8l Ue1lluur te Arnhom, worden Aaobeatood: \ret heutellOIl "an winluncll/lod" onl!tann nan Ilut lijopsd laugs den 1.luel.. eo IlOn oeui,aa