• Tidak ada hasil yang ditemukan

Sanarist Ultimate - 3.0 ("Uncut")

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Membagikan "Sanarist Ultimate - 3.0 ("Uncut")"

Copied!
662
0
0

Teks penuh

(1)

SANARIST

ULTIMATE

v. 3.0

(UNCUT)

gezgin gezer

2004 - 2014

(2)
(3)

Yazarın Notu

Bu kitaptaki yazılar Ağustos 2004 – Nisan 2015

tarihleri arasında http://sanarist.blogspot.com

adresinde, gezgin gezer tarafından yayınlanmıştır. Yazıların bazıları orijinal, bazıları alıntı, bazıları da ikisinin karışımıdır. Bu kitap ücretsiz dağıtılmak üzere

hazırlanmıştır, internet üzerinden ya da başka

yöntemlerle paylaşılmasında hiçbir sakınca yoktur. Kitabın tamamını ya da bir bölümünü satmak, kaynak

göstermeden kullanmak, ya da üzerinde değişiklik yapmak kesinlikle yasaktır. Bu kitapta yazılanlar sadece tavsiye niteliğindedir. Yazar, yazılanların

uygulanmasından kaynaklanabilecek sorunlardan mesul tutulamaz, ama elde edilecek başarılarda kendini küçük de olsa bir pay sahibi addedecektir :). Kitaptaki yazılar, en yeniden en eskiye doğru sıralandığı için, yazıları ilk kez okuyanların sondan başa doğru ilerlemesi tavsiye olunur. Kitabın en sonunda yer alan “İçindekiler” bölümüne bakarak, istediğiniz yazıyı kolayca bulabilirsiniz.

g.g.

(4)
(5)

SANARİST

17 Nisan 2015 Cuma

CHINESE DEMOCRACY - II

Ünlü GNR albümüdür. Hazırlanması on yılı aşmış, müzik tarihine en çok ve en uzun beklenen albüm olarak geçmiştir.

SANARIST "UNCUT" da öyle oldu biraz. İstediğim tarihten çok daha geç, ama istediğime bayağı yakın bir şekilde hazırladım. Eksiği yok mu? Var:

1) Konuların karışık olması: Bu durum eserin sıkıcı olmasını engellemekle beraber birşeyler aradığınızda bulmanızı zorlaştırıyor. Bir ara "index"li bir versiyonunu hazırlayıp piyasaya 3.01 olarak sunmalıyım. 2) Araya giren acayip siyasi yazılar. Toplumsal hayatımız kayarken onlara tepki vermemek olmazdı ama şimdi kayık kayık yaşamaya öyle alıştık ki bazıları o yazıları okurken "ne gerek vardı?!" diyecek. Desinler. Değeri beş senede değil, yirmi beş sene sonra ortaya çıkacak o yazıların.

3) Bir kere internete sunduktan sonra bir daha geri alma ihtimalinin ortadan kalkması. Daha sonra tabii ki ufak eklemeler yapılabilir ama bir kere alınıp basıldıktan sonra geri dönüşü zor.

4) Allah bilir gözümden kaçan tonla yazım hatası vardır. Bütün bunları daha sonra fark etmek beni mahvedecek. Ne yapalım.

5) Okuyun okutun. Anlamaya çalışın. Anlatılanlar ışığında yazdıklarınızı ve izlediklerinizi tartışın. Başka türlü işe yaramaz bu bilgiler.

Hakkınızı da helal edin. Şu ölümlü dünyada bazılarınızın kalbini kırmış olabilirim. Emin olun hiçbirini ben başlatmamışımdır. Yine de haddimi aştığım yerler olduysa, affoluna!

Pools of Light

Yeni nesil yazarların (Holivut'tan bahsediyorum) anlamadığı şeylerin başında, insan ruhunun evrensel özellikleri geliyor. Yani arketipleri bilmiyorlar, mitleri bilmiyorlar, kolektif bilinçaltını bilmiyorlar. Sadece birkaç ilginç dramatik durum yaratıp onun üzerine hızlı hikayeler kurmayı yazarlık zannediyorlar. Sonra da merak ediyorlar: neden benim filmim de tekrar tekrar izlenen filmler arasına girmiyor? Neden kolektif kültürün bir parçası haline gelmiyor? Neden ben de defalarca alıntılanmıyorum?

Bir George Lucas'ın Star Wars'ta, James Cameron'un Terminator 2'de, Spielberg'in Jaws'ta yaptığını yeni nesilden yapan kimse çıkmadı. Ne J. J. Abrams, ne Mc G, ne de başka bir zıpır yönetmen. Çoğu

reklamdan, TV'den ya da kliplerden gelen bu gençler (artık orta yaş'talar), insan ruhunun ebedi ve ezeli arzularını, korkularını, hayallerini işlemek yerine, anlık heyecanların ve duyguların peşine düştüler. Bu yüzden de kalıcı olmadı yaptıkları.

Bunların en başında gelen isim J.J. Abrams'tır. Kendisi önce "Görevimiz Tehlike 3" ile bu "franchise"ı mahvetmiş, sonra "Uzay Yolu"nu uzatılmış bir TV dizisi bölümüne çevirmiştir. Sıra "Star Wars" filmine geldi. Onu mahvedecek. Göreceksiniz. "A New Hope"un yanına bile yaklaşamayacak! Çünkü kendisi "sığ" bir insan. Ne yeni bir Spielberg, ne de yeni bir George Lucas. Sadece iyi TV dizileri başlatan, ama sonunu getiremeyen biri.

*

Arada bazı yerli filmler izlemeye devam ediyorum. İnatla! Ama açık söyleyeyim, her sene dramatik yazarlık bölümüne giren ve bu bölümlerden çıkan yetenekler nereye gidiyor merak ediyorum artık! Yani mezuniyet aşamasında toplu olarak fikir değiştirip pastacılık işine mi giriyorsunuz kardeşim? Ya da okul müfredatlarınız bu kadar mı kötü? Aslına bakarsanız arada bir sınavlarınıza bakıyorum, sorulan sorular manalı şeyler ama, bu soruları yanıtlamakla yazar olunmaz ki? Onlar kuramsal şeyler. Asıl önemli olan sizin kendi hikayeleriniz, kendi ruhunuzdan fışkıran hikayeler, ve bu hikayelere eli yüzü düzgün bir dramatik yapı verebilmeniz. Neredesiniz ey gençler?!

*

TV izlemek eskiden de bir eziyetti ama şimdi başka bir tür eziyete dönüştü. Yerli yabancı bütün dizilerdeki muazzam karamsarlık, her türlü ruhsal ışıltıyı karatacak nitelikte. İyi şeylere kimse inanmıyor artık,

(6)

gençler şaka olsun diye değil, gerçekten "hiçbir iyilik cezasız kalmaz" diye düşünüyor. Topluma rol model olacak kimse, hiçbir kahraman yok. Varsa yoksa kendi bencil çıkarımız ve bizi bu sonuca götürecek her türlü yol. Muazzam bir "hak etme" ("entitlement") duygusu! Dünyanın gittikçe daha loşlaştığını görmek içimi burkmuyor değil. Ama hala ışık göletleri var.

Gönderen gezgin zaman: 05:34 Hiç yorum yok: 16 Nisan 2015 Perşembe

SANARİST 11 YAŞINDA!

Sanırım bu kadar bilgi yeter. David Freeman yazısını da ancak tamamlayabildim. *

İlk yazının üzerinden 10.5 sene geçmiş arkadaşlar. Mevcut iktidar henüz 1.5 yaşındaydı ve Avrupa Birliğine gireceğiz hayalleriyle milleti uyutmaktaydı. Ergenekon'a, Balyoz'a, 4-5 yıl, 17-25 Aralık'a ise yaklaşık 10 yıl vardı.

Bu arada geçirilen onlarca, hatta yüzlerce yasa ile insanların hayatları çalındı, onlar bunun farkına bile varmadan. Hatta öyle ki bizzat hayatları(ndan) çalınanlar, hırsızları canla başla savunur hale geldi?! 2012'de 16 bin olan milyoner sayımız 2015'in başında 77 bin'e çıkmıştı ve sadece bu bile ülkede olan biteni açıklamaya yetiyordu.

Açıklanamayan şey ise, bütün bu çalma, çırpma, adam kayırma, malı götürme faaliyetlerinin, milletimizin çoğunluğunun vicdanında neden bir yansıma bulmadığıydı? Yoksa, onlar da mı bu faaliyetlere razıydı? Ya da düpedüz kandırılmışlar mıydı?

Şu son bir düzine yıl bize hiç yoksa şunu öğretti: medya'yı susturursan ve/veya ele geçirirsen, diğer kurumları da (üniversiteler, STK'lar, sendikalar, vb.) iğdiş edersen, bir süre sonra istediğin herşeyi yapabilirsin ve kimsenin gıkı çıkmaz. Gıkı çıkanları ise bizzat soyulanlar susturur! Dünyanın en acayip deneyini yaşadık bu son bir düzine senede. Başka bir ülkede böyle bir durum görmedim ben. Ne Avrupa, ne Amerika, ne G. Amerika... Bu kadar çok insanın bu kadar uzun süre kandırıldığı ve bu esnada da çılgınlar gibi soyulduğu / yolsuzluk yapıldığı bir ülke.

Dünya tarihine geçtiğimiz için "gurur" duymalıyız. *

Peki bütün bunlar olurken SANARİST nerede duruyor? Yani ne anlama geliyor?

Şahıs olarak benim mavi gözlü sarışın yakışıklı adama derin bir hayranlık beslediğimi biliyorsunuzdur. Eğer bu sizi rahatsız ediyorsa, bundan son derece memnuniyet duyarım. Evet, sinema hakkında bu ülkede yapılmış ya da yapılabilecek en büyük kıyağı yapan adam (tevazuda sınır tanımam!), aynı

zamanda bir Kemalist! (Şimdi kazandığı anlamda değil, kelimenin ilk çıktığı zamanki anlamda). Neden en büyük kıyak?

Ülke sinemasının en büyük sorunu, bu son bir düzine yılda hala SENARYO olmaya devam ediyor. Ve birilerinin yazdığı ve/veya yayınladığı kıçı kırık kitaplara ve verdiği uyduruk senaryo kurslarına / seminerlerine rağmen durum hala bu. Ve SANARİST bu boşluğu dolduruyor. Hiçbirinin yapamadığı bir şekilde. En güncel kuramsal bilgileri, en yeni filmlere, en sağlam açıklamalarla uygulayarak.

Ha, bir işe yarıyor mu? Sanmıyorum! :) (Yani görünürde işe yarıyor gibi durmuyor). Çünkü mevcut ekonomik düzen (sinema ve TV ekonomisi) buna izin vermez. Şu TV'ye yazan arkadaşlara inanın

acıyorum. Sen git bir Şekspir, Tenessee Williams olacağım diye o kadar dramatik yazarlık oku, sonra gel, rating raporlarına göre dramatik yapıyı kuşa (hatta baş aşağı) çevir! Sonra da bunu "ekmek parası" ile açıkla! Eh, o ruhunuzdaki yetenek, neden kendisinin kullanılmadığının hesabını size "bunalım" şeklinde sorduğunda, tabii ki alkole başvuracaksınız, naneli şekere değil!

(Bağımsız sinemamız da bir gelişemedi gitti kardeşim. Ekipmanlar o kadar ucuzladı, programlar o kadar ilerledi. Hala üç beş kişi bir araya gelip uzun metraj film çekmekten korkuyoruz. Öğrenilmiş çaresizliğimiz buraya da sirayet etmiş anlaşılan.)

SANARİST aynı zamanda, herşeyin "ruhanileşme adı altında maddileştiği" bir dönemde, tamamen karşılıksız olmak suretiyle, bir sembol işlevi de gördü sanırım. Yani "herşey parayla değil". Oralarda bir yerlerde "her adımını parayla atmayan" insanlar da var?! Kim olduğu önemli değil. Ama var. (Klişeye

(7)

yaklaştığımın farkındayım, ama durumumuz bu gençler. İnsanların tek kuruş almadan günahını bile vermediği bir dünyada yaşadığımızı görünce, ne demek istediğimi anlayacaksınız).

*

Ama ufak bir bit yeniği de var burada. Bu bilgileri alıp da:

1) Sadece bencil çıkarlarınız için kullanamazsınız. Bir yerden sonra siz de paylaşmalısınız.

2) Bu bilgileri dini sömürü yapan ya da bölücülüğü kışkırtan eserler üretmekte kullanamazsınız. Çarparım! 3) Terbiyesizlik etmezsiniz her halde, buradaki bilgileri kullandığınız eserlerde, dipnot olarak kaynağa atıfta bulunun bir zahmet!

*

Senaryo yazımı konusunda, bu sanat formunun merkezi olan Batı'nın bayağı gerisinde olduğumuz aşikar. Adamlar hemen her gün yeni bir kuram, yeni bir bakış açısı ile ortaya çıkıyorlar. Biz ise var olanları dahi anlamaktan henüz uzağız. Ama SANARİST, bu açığı kapatmak için iyi bir başlangıç yeri sanırım. Bu yüzden faydalanın, faydalatın, insanlara tavsiye edin. Çıktısını alın, çoğaltın, paylaşın.

Bu dipsiz gibi görünen kuyudan çıkmanın tek yolu bu çünkü!

Biz Daha Kötüsünü Hak Ediyoruz!

Şöyle bir kabine hayal ediyorum: Mehmet Metiner başbakan, Jet Fadıl Maliye Bakanı, Adnan Hoca Diyanetten sorumlu devlet bakanı, Kadir Mısıroğlu Savunma Bakanı, Ahmet Maranki Sağlık Bakanı, Cübbeli Ahmet Milli Eğitim Bakanı, Nureddin Yıldız (6 yaşında çocukla evlenilir diyen zat) aileden sorumlu bakan, Hakan Şükür de Gençlik ve Spor Bakanı olsun...

Komik mi? Hiç de değil. Mevcut halimizden bir tık daha kötü olur herşey, o kadar. Ve o tarafa doğru da gidiyoruz. Şu iki fotoğrafa bakınız. Elli yıl sonra bakanlar, detayları bilmeyecekleri için bir anlam veremeyecektir, ama biz verebiliyoruz.

Milli irade böyle kullanılır işte! Bir de şu muhalefet mebusuna bakın:

İktidarı da muhalefeti de acayip bir memleketiz. Daha kötüsünü düşünemiyorum demeyin, genel seçimleri bekleyin.

Gönderen gezgin zaman: 00:41 5 yorum: 16 Ocak 2015 Cuma

BIRDMAN

Dikkat: Aşağıda "Birdman" ("Atmaca") hakkında kısa bilgi var.

Bildiğiniz, çok iyi bir film. Hani böyle filmler on yılda bir filan gelir zira yapılması çok zordur. Onlardan. "Gravity"yi düşünün. Onun tiyatroda geçeni. Aklıma nedense önce "Meeting Venus" geldi. Sonra da "Moulin Rouge" ve "All that Jazz".

Film hakkında hiçbirşey okumamıştım. Bir tek Keaton'ın oynadığını biliyordum. Bir de basındaki bir fotoğrafı: Keaton önde, Kuş Adam arkada. O kadar.

Filmi izlemeye başladıkça sürprizler arka arkaya gelmeye başladı: Plan sekans, tiyatro, Naomi Watts, Edward Norton, Emma Stone! Ve diğerleri.

En ilginç şeylerden biri de, arada azıcık üzerinde durulup da vurgulanmayan detaylar. Edward Norton'un canlandırdığı manyak oyuncu, telekinezi, kişilik bölünmesi, eleştirmenlerin eleştirilmesi... Hepsi çok iyi... Ve meraklıları için bir ders: Plan sekans böyle yapılır.

Gönderen gezgin zaman: 02:00 4 yorum: 10 Ocak 2015 Cumartesi

(8)

David S. Freeman - Hikaye Yazma Teknikleri

Aşağıda David S. Freeman'dan hikaye yazma teknikleri konulu bir yazı var. Ve daha yazının çok az bir bölümünü ekleyebildim. Vaktim oldukta kalanını da koyacağım. Çok beğeneceğinizi tahmin ediyorum. Holywood filmlerinde görüp de beğendiğiniz ama nasıl yapıldığını anlamadığınız birçok şeyi öğrenmenizi sağlayacak.

*

Senaryo yazımı ve hikâye tekniklerini yaratıp damıtırken, herşeyin şu iki eksenden birinde bir noktaya denk geldiğini gördüm.

Yukarıdaki yatay ok, birşeyleri (olayları, karakterleri, diyaloğu, vb.) İLGİNÇ (yani orijinal, benzersiz, hayal gücü yüksek) yapmakla ilgili teknikleri temsil ediyor.

Dikey ok ise birşeyleri (olaylar, karakterler, vb.) derin yapmakta kullanılan teknikleri gösteriyor. Onlara duygusal derinlik hissi veren, ya da onları duygusal açıdan katmanlı, önemli, ruh dolu, duygusal açıdan karmaşık, psikolojik açıdan karmaşık, vb. yapan teknikleri anlatıyor.

Bu iki kategori (yani birşeyleri ilginç ve derin yapmak), yazma eyleminin beş alanı için de geçerlidir: 1) Diyalog

2) Karakterler

3) Karakterler arasındaki ilişkiler 4) Sahneler

5) Olay örgüleri ("plot") *

DERİN (DUYGULU) DEMEK İLLE DE İLGİNÇ DEMEK DEĞİLDİR

Duygusal acı, diyaloglara derinlik katmanın yollarından yalnızca biridir.

(Örnek: 2. Dünya savaşı sırasında Almanların terk ettiği bir kasabaya giren bir Amerikan askeri, kasabanın yerlisi bir kadına kiliseyi sorar. Kadın, bir moloz yığınını işaret eder.

KADIN (Kötü örnek): Burası eskiden bir kiliseydi. 2 yaşında bir oğlum vardı, Michael. Orada vaftiz edilmişti. Almanlar onu öldürdüler. Şimdi ben de çok üzgünüm.

KADIN (İyi örnek): (Askere bakmaz bile) Oğlum Michael, o kilisede vaftiz edilmişti. *

Başroldeki kahramanı umursamak (onun için endişelenmek) neden önemlidir? Çünkü bu hikayeyi daha ilginç kılar. (Birçok yabancı ve yerli filmin yapmadığı ve bu nedenle de gişede başarısız olduğu şeydir bu: Özdeşleşme yöntemlerini kullandırarak baş kahraman için seyircide sempati uyandırmak - gg).

*

KARAKTERİ İLGİNÇ YAPMA TEKNİKLERİ Karakter Elmas'ı

Önemli hikaye karakterleri için bir karakter elmas'ı yaratmak gerekir. Bu elmasın dört (bazen üç, bazen beş) köşesi olduğu gibi, bu karakterlerin de dört farklı (belirgin) özelliği olur.

(9)

Örneğin, hikayenizin kahramanı bir Yunan Savaşçısı olsun. Özellikleri de şunlar olsun:

1) Sinsi (muzip, kurnaz, yaramaz): Bir tüccarın arabasından yiyecek çalar.

2) Kahraman (yiğit): Adil bir dava için her zaman kavgaya girer, tüm olanaksızlıklara karşın.

3) Dalgın (unutkan): Eşyalarını vb. nereye koyduğunu unutur. 4) Estetik duygusu yüksek: Güzel bir manzarayı ya da bir gün doğumunu durup seyreder.

Önemli karakterlerin bu niteliklerine ben "ana özellik" ("trait") diyorum. Ana özellik, karakterin kişiliğinin önemli bir yönüdür, ve onun dünyayı nasıl GÖRDÜĞÜNÜ, nasıl DÜŞÜNDÜĞÜNÜ, nasıl KONUŞTUĞUNU ve HAREKET ETTİĞİNİ belirler.

Karakterin bütün eylem ve konuşmaları o karakterin ELMAS'ı tarafından belirlenir. (Sadece belirli bir duruma özgü olan duygular bunun istisnasıdır).

Eğer karakterin, örneğin, sürekli ayağı takılıyorsa, bu bir "ana özellik" değildir. Bu niteliği onun dünyanı nasıl gördüğünü, nasıl düşündüğünü ve karakterin nasıl konuştuğunu belirlemez. Ama örneğin "gözü karalık" bir ana özellik olabilir.

Karakter elması, bir mimari çizim gibidir. Nasıl binayı yaparken bu mimari plana sadık kalırsanız, hikayenizin bir ana karakterini yaratırken, onun eylem ve konuşmalarını belirlerken de karakter elmasındaki ana niteliklere sadık kalmalısınız.

*

Diyelim ki kahramanınızın karakter elması şöyle birşey olsun: 1) Kahraman (yiğit), 2) Sadık, 3) Dürüst, 4) Ahlaklı

BU bir karakter elması mı? Evet. Ama bu karakterle ilgili olarak söylenebilecek ilk şey SIKICI olduğu olurdu herhalde.

KLİŞE KARAKTER, sinema, TV ve romanlarda sık sık gördüğümüz ana özelliklerin bir kombinasyonuna sahip kişidir. Hatta klişe karakterler 3, 4 veya 5 esas niteliğe değil, sadece bir ya da iki niteliğe sahiptir. Örneğin, "kurnaz ve kötü niyetli" olan bir kötü adam.

Star Wars'taki Han Solo'nun çakması olan bir uzay pilotu düşünelim. Onun karakter elması şöyle birşey olurdu herhalde:

1) Macera dolu ve heyecan verici 2) Cesur 3) Alaycı 4) Biraz kibirli

("Galaksi'nin Koruyucuları"nın başrolündeki Star Lord, çok bariz bir Han Solo çakmasıdır. - gg)

Bir ana karakterin elmasında ille de dört özellik olmak zorunda değildir. Üç ya da ana özellik de olabilir. (Bu aşamada durup biraz alıştırma yapalım. TV ve sinemadan sevdiğiniz karakterlerin karakter elmasını çıkartmaya çalışın. Örneğin Dr. House, vb. - gg).

Bir ana özellik, bir EYLEM ya da DİYALOG ya da her ikisi şeklinde kendini belli eder. Beş kenarlı bir karakter elması örneği:

Kahramanın adı: LUTHER

1) Kendini beğenmiş, ukala, alaycı

(10)

3) Derinlerde bir yerde hüzünlü bir tarafı var, bunun nedeni suçluluk duygusu olabilir 4) İnsanlara karşı son derece anlayışlı / kavrayış gücü yüksek, onlarla kolay empati kuruyor 5) Sinsi ve kaçamak iş yapmaya eğilimli

*

Ana karakterlere "ana özellikler" verirken yapmaya çalıştığımız şey, karakterin çok yönlü (geniş kapsamlı) olmasını sağlamak, bir şekilde özellikleri DENGELEMEK DEĞİL.

Örneğin bir karaktere güçlü bir ana özellik (örneğin Liderlik) verip, sonra bunu yumuşak bir ana özellikle (örn. Hayata ruhani bir bakış açısına sahip olmak) dengelemeye çalışmıyoruz. Hoşa giden (ya da erdemli) özellikleri hoşa gitmeyen özelliklerle (kötülük) dengelemeye çalışmayın.

Burada önemli olan ana karakterin İLGİNÇ olmasıdır. Bu da en az ÜÇ ANA ÖZELLİĞİN renkli bir grup oluşturmasıdır.

Karakterlere verilen bu ana özellikleri ekranda / perdede eylem veya diyalog olarak görmeliyiz. Kullanılmayan ana özellikler (tasarım aşamasında karakter elmasına dâhil edilmiş olsalar bile) yok hükmündedirler.

Burada iki istisna vardır. Birincisi durumsal duygulardır. Yani karakterin elmasında "SİNİRLİ" diye bir özellik olmayabilir ama hikayenin gidişatında durum gerektiriyorsa karakter sinirlenebilir.

İkincisi ise karakter duygusal olarak büyür ve değişiklik geçirirse, ana özelliklerinden biri değişebilir ("Karakter Yayı").

*

Karakter elması nasıl yaratılır?

Önce karakterinizin sahip olmasını istediğiniz bütün özellikleri yazın. Örneğin eğlenceyi seven, onurlu, şiddet düşkünü, komik, kaba , savaşçı, huzurlu, doğayı seven, tutkulu, lider özellikli, ittifaktan nefret eden, otorite karşıtı, cesur, vahşi, umarsız, küfürbaz, saygılı, kontrollü, pragmatik, dürüst, Şamanik, iç güdüselhayatı seven, soğuk, özgürlük, doğa, tutkulu.

Geçici olan bütün kelimeleri listeden atın. karakterinizin zamanla aşacağı bütün nitelikleri çıkartın. Daha sonra benzer kelimeleri bir araya getirin.

1) eğlenceyi seven, komik, umarsız, şakacı, hayatı seven, doğa, tutkulu 2) onurlu, huzurlu, doğaya yönelik, Şamanik, spiritüel, saygılı.

3) kontrollü, pragmatik, dürüst, soğuk

4) kaba, öfkeli, şiddete eğilimli, savaşçı, ittifaktan nefret eden, otorite karşıtı, cesur, vahşi, küfürbaz, içgüdüsel.

*

Daha sonra, bu gruplardan her biri için, o grubu olabildiğince kapsamlı bir şekilde temsil eden TEK BİR NİTELİK belirlemeye çalışın. Örneğin:

1) eğlenceyi seven, komik, umarsız, şakacı, hayatı seven, doğa, tutkulu : UMARSIZ 2) onurlu, huzurlu, doğaya yönelik, Şamanik, spiritüel, saygılı. : SPİRİTÜEL

3) kontrollü, pragmatik, dürüst, soğuk: PRAGMATİK

4) kaba, öfkeli, şiddete eğilimli, savaşçı, ittifaktan nefret eden, otorite karşıtı, cesur, vahşi, küfürbaz, içgüdüsel: ŞİDDETE EĞİLİMLİ

(11)

Bu konuyla ilgili olarak birisi şöyle bir eleştiri getirmişti: Neden bütün bu karakter özelliklerini duvara bir liste olarak asıp, sonra bir "dart" oku fırlatarak o karakteri oluşutrmuyoruz ki? (Yani: rastgele nitelikler seçerek bir karakter oluşturabilir miyiz?)

Bu ana özelliklerin seçilmesi, işin püf noktasını (sanatın zuhur ettiği ânı) teşkil eder.

Hangi özelliklerin seçileceği konusunda bir çok etken devreye girebilir, ama en neticede seçimi yapacak olan kişi, karakterin yaratacak olan yazardır. İşte bu nedenle beğendiğimiz başka yazarların eserlerini incelemek önemlidir: onların hangi seçimleri yaptığını görmek ve bu seçimlerin ardında yatan düşünceyi anlamaya çalışmak gerekir.

Ben şahsen önemli bir karakterin ana özelliklerini yaratırken çok düşünürüm. Bazen binlerce özellikten oluşan listeler kullanırım. Zaman içinde derlediğim bu özellikler listesini, bende fikir uyandırmaları için kullanırım. Yaptığım seçimler üzerinde de uzun süre düşünürüm.

"ANA ÖZELLİK Mİ, İLGİNÇ HUY MU?"

Bir karakterde gördüğümüz her özellik ana özellik değildir. Örneğin bir karakterin sık sık ayağının takılıp düşmesi, bir "ilginç huy" ("quirk") olarak değerlendirilebilir. İlginç huylar, ana özellik kadar önemli olmamakla beraber, bir karakterin diğerlerinden ayırt edilmesini sağlayan niteliklerdir. Bu ilginç huylar da karakterleri İLGİNÇ yapmakta kullanılan bir yöntemdir.

İKİNCİ DERECE KARAKTERLER

Hikayenizin ikinci derecede önemli karakterlerine üç ya da dört ana özellik bulmanıza gerek yoktur. Bunlara iki hatta tek bir ana özellik vermeniz bile yeterli olabilir.

*

MASKELER

Bazen bir karakterin bir ana özelliği, onun bir başka ana özelliğini gizleyen bir maskedir. Örneğin bir karakterde gördüğümüz kibir, onun güvensizliğini gizleyen bir ana özellik olabilir. Bu tür ana özelliklere MASKE denilir.

Bazen bir karakter, kendisinin bir ya da daha fazla ana özelliği ile mücadele ediyor olabilir. Örneğin bir asker korkaktır ama cesur davranmaya çalışıyordur ("Er Ryan'ı Kurtarmak"taki Upham'ı hatırlayın - gg.) Hikayenizdeki kötü adamları, onları iten (harekete geçiren) korkuları veya duygusal yaraları göstererek insancıllaştırabilirsiniz. Yaptıkları kötü işlerin dışında,kendi iç dünyalarından küçük parçalar

gösterebilirsiniz. Bize çok kötü (çirkin, iğrenç, menfur) gibi görünen motivasyonlarının onlara neden anlamlı geldiğine dair ipuçları sunabilirsiniz.

Ama kötü adamı fazla insancıllaştırmayın, aksi takdirde seyirci onunla fazla özdeşleşir, ki bu birçok durumda istenmeyen birşeydir. ("Batman - Kara Şovalye" filmi bu konuda çok güzel bir örnek sunar: Joker. Senaristler, bize Joker'i biraz sevecek, biraz anlayacak kadar bilgi verirler. Ama o kadar. Adamın yaptığı kötülükleri hoşgördürecek kadar değil - gg.)

*

Bununla beraber, eğer kötü adamınız hikayenin bir aşamasında taraf değiştirecekse (ki bazen böyle durumlar gerçekleşebiliyor, özellikle de ortaya "daha kötü" bir kötü adam çıktığında, başlangıçtaki kötü adam ile kahraman bir araya gelebiliyorlar), bu ilk kötü adama biraz insancıllık katmak seyircinin onu daha kolay benimsenmesini sağlayabilir ("Ocean's Twelve" filminde böyle bir durum vardı. Birinci filmin kötü adamı olan Andy Garcia, ikinci filmde kahramanlarla birlikte hareket ediyordu. Eğer Andy Garcia'nın karakteri birinci filmde çok iğrenç ve tiksindirici biri olsaydı, seyirci ikinci filmde bunu kabul edemezdi. Oysa birinci filmin sonunda adama neredeyse acıyorduk: Elinden parası ve sevgilisi alınıyordu - gg.) Ana özellikler ve ilginç huylar birbirini tamamalayabilir de, birbiriyle çatışabilir de. Ama fazla

çatışmamalarına dikkat edin, aksi takdirde karakterin odağı dağılabilir.

Genelde ilginç huylar ana özelliklerden bağımsız olurlar. Karakterinize biraz daha detay katarlar, o kadar: Çok organize bir karakterin (ana özellik), aynı zamanda futboldan hoşlanması (ilginç huy) gibi.

(12)

KARAKTER DERİNLEŞTİRME (DUYGUSAL AÇIDAN DERİNLİK KATMA) TEKNİKLERİ *DUYGUSAL ACI

Acı, ister ifade edilmiş olsun , ister içeride tutulmuş olsun, bir karaktere derinlik katar.

(Teknikleri üstüste yığma. Bu, çeşitli duygu yaratma tekniklerinin eş zamanlı olarak üst üste kullanılması (yığılması), ya da birbirlerine çok yakın zamanlarda kullanılması anlamına gelir. Burada amaç karmaşık duygusal etkiler yaratmaktır.)

Çelişik duygulara sahip olma.Gollum, insani tarafı ile canavar taraflar arasında kalmıştır.

Bir karakterin, olduğundan daha iyi bir insan olmak için çabalaması. Schindler bunu yapmaktadır. Hakkında hiçbir şey bilmediğin birini savunmak, veya bildiğin ve önemsediğin birine karşı

çıkmak/saldırmak duygusal açıdan karmaşık bir durum durum yaratır. Zor seçimler, bir karakterin kendi iç dünyasına dalmasına neden olur.

Duygusal mühendislik sanatlı bir biçimde yapıldığında,duygu teknikleri ve katmanları, tıpkı bir senfonideki enstrümanların ve melodilerin birbirlerinin içine geçmesi gibi üst üste yığılır.

* PİŞMANLIK - BİR SIR SAKLAMA

İkinci Dünya Savaşı hikayesinde, bir müfrezede ilginç bir karakter vardır.

1) Bu karakter duygusal olarak uzaktır. Öyle ki onun ne hissettiğinizi anlayamaktasınızdır. Üzerinde hep bir acı ve mutsuzluk havası vardır. 2) Aşırı cesurdur. Hatta intihara eğilimli gibidir. Her görevde ilk önce o gönüllü olmaktadır. 3) Hem taktik - strateji hem de savaşçılık açısından üstün bir askerdir. Mermiler sanki ona dokunmamaktadır. İçgüdüsel olarak düşmandan hep bir adım ötededir.4) Aşırı ölçüde iyilikseverdir. Her zaman diğer adamlara yardımcı olmaktadır.5) Ekip arkadaşlarının ölümü konusunda takıntılı derecede üzülmektedir. Adamlarından biri öldüğünde büyük duygusal tepki vermektedir.

Bu karakterlerin bize çok mantıklı gelmediğini fark ederiz. Bu karakterin elması çok acayip

görünmektedir. Neden bu kadar mesafeli, bu kadar cesur, arkadaşlarının ölümükonusunda bu kadar takıntılıdır? Çünkü bu adamın bir sırrı vardır. Kendisi eskiden bir müfreze komutanıdır. Ama bir dost ateşi kazasına neden olmuş ve bazı adamlarının ölmesine sebebiyet vermiştir. Bu nedenle rutbesi indirilmiştir. Ama kendisi bu cezanın yeterince sert olmadığına inanmakta, kendisinden nefret etmekte ve büyük bir suçluluk duymaktadır. Bu nedenle zor görevlere talip olmaktadır.

* TAKDİR ETME VE BİLGELİK

Bir arkadaşı takdir etme, doğayı takdir etme, bir grubu takdir etme (değerini bilme/anlama)... Bütün bunlar karaktere derinlik katar.

Matrix filmindeki Kahin: 1) Sırlarla doludur 2) Mistiktir 3) Sakin bir şekilde güçlüdür 4) Neşeli ve eğlenceli bir şekilde anaçtır 5) Asil bir davaya kendini tamamen adamıştır.

Diğer insanlar için sorumluluk almaktadır. Burada tekniklerin üst üste yığılması / istiflenmesi kullanılmaktadır.

* ESTETİK

Bir karakterin birşeye estetik düzeyde tepki verdiğini gördüğümüzde, biz de tepki veririz (Amerikan Güzeli'ndeki RİCKY)

* GERÇEK BİR DUYGUNUN SAHTE BİR DUYGU İLE ÖRTÜLMESİ: MASKELER

Bir karakterin derin korkusunun, utancının, duygusal yarasının veya probleminin örtülmesinde çok çeşitli maskeler kullanılabilir.

Bununla birlikte bir karakter sadece birkaç dakika için bir maske takabilir. Bu geçici bir maskedir. (Örn. Takviye gelmediği halde "takviye geliyor" diyerek askerlerin moralini yükselten komutan): Bu o karaktere derinlik katar.

(13)

Eğer bu duygu, karakterin eylemlerini ve kararlarını etkilemekte kullanılırsa, daha iyidir. (Örn. sizin X karakteri için duyduğunuz bir duygu (öfke, acıma, pişmanlık, vb.) bir eyleme yol açıyorsa).

* BAŞKA İNSANLARIN GÖRMEDİĞİ YERDE BİR BAŞKA KİŞİNİN İNSANLIĞINI FARK ETMEK

Örneğin Frodo, Gollum'daki acıyı görür ve onu Sam'in öfkesinden korur. * * *

KARAKTERLER ARASI İLİŞKİLER

KARAKTERLER ARASINDA KİMYA OLUŞTURMA TEKNİKLERİ

* Karakterler aynı şekilde düşünmektedir.

Burada karakterler, her ikisinin de hoşlandığı birşeyden bahsetmektedir. Bu konuşmaya biraz da tartışma / fikir ayrılığı katarsan daha "katmanlı" olur ("Tezgahtarlar" filmindeki gibi - gg.)

* Karakterlerin ortak noktaları / ritüelleri vardır. "Ortak nokta" tekrar eden bir rutindir. Bu, özel bir el sıkışması gibi fiziksel de olabilir, sözel birşey de olabilir.

Örneğin iki arkadaş hep kendi sorununun daha büyük olduğunu göstermeye çalışır. Ya da arkadaşlar hep karşı tarafın gizli duygularını açığa vurmaktadır.

* Karakterlerin ortak deneyimleri / ortak tarihi vardır.

* A karakteri B karakterinin yokluğunda, onun hakkında olumlu şeyler söyler. * A karakteri B karakterinin gizli duygularını okuyabilmektedir.

* A karakteri B karakterinin ne düşündüğünü bilmektedir. * Kavga

Sevginin zıddı nefret değildir, umarsızlıktır. İki kişi birbiriyle kavga ettiği sürece birbiriyle hala duygusal bir bağlantı içindedir. Bu nedenle romantik bir komedide kadın ve erkek uzun süre kavga ettikten sonra birbirlerine aşık olduklarında şaşırmayız. Aslında neredeyse bunu beklemekteyizdir.

Kimya, iki insanın birbirleriyle kavga etmesinden ya da birbirlerinin arkadaşı olmasından daha karmaşık olabilir. Bu çatışmalı duygular, karakterlerin birbirlerine karşı farklı DUYGU KATMANLARINA sahip

olmasından kaynaklanabilir. Ya da karakterlerden biri diğerine karşı gerçek bir sevgi hissetmesine karşın, bunu ona düşmanca davranarak gizler.

* * *

KARAKTERLER ARASI İLİŞKİLER İLİŞKİ DERİNLEŞTİRME TEKNİKLERİ

İki karakterin birbirlerine karşı DUYGU KATMANLARI (farklı katmanlarda duyguları) olabilir.

ÖRNEK: Bir polis timinde, TECRÜBELİ bir polis ile ÇAYLAK polis arasında şu katmanlar olabilir (Örn. "Point Break"):

Tecrübeli Polisten Çaylak Polise Doğru 1) Koruyucudur

2) Ona imrenmektedir 3) Onu kıskanmaktadır

4) Çaylak Polis Tecrübeli Polisin kendini hüzünlü ve nostaljik hissetmesine yol açmaktadır zira vaktiyle

(14)

kendisi de kibirli ve iyimsermiş.

Tecrübeli polisin çaylağa karşı hissettiği duygu katmanlarından bir ya da ikisinin, diğerlerinden daha baskın olmasına karar verebilirsiniz. Ya da hepsinin aynı ağırlıkta olmasını seçebilirsiniz.

Ben diyalog ile eylem arasından ayırım yapmıyorum. "Cesaret" gibi bir ana özellik, bir karakterin cesur davranışlarıyla da ortaya konulabilir, onun sözleriyle de ortaya konulabilir.

Farklı katmanlar, hikayenin farklı aşamalarında / anlarında ortaya çıkabilir. Ya da çok sayıda katman eş zamanlı olarak ya da çok kısa aralıklarla ortaya çıkabilir.

Tek bir cümle ile birden fazla duygu katmanı ifşa edilebilir.

İki karakterin birbirine olan duygu katmanları ilişkili olmak zorunda değildir. Tecrübeli polisin çaylak polise karşı hissettiği duygu katmanları ile çaylağın tecrübeli polise karşı hissettiği duygu katmanları arasında ille de bir ilişki olması değildir. Bu iki duygu katmanı grubu çoğu zaman ayrı ve ilgizisdir.

Burada bir istisna, her ikisinin de benzer ve tanınabilir bir örüntüye girmeleridir. Örneğin her ikisinin de belirli, yerleşik rolleri oynadığı "baba/oğul" tipi ilişkiye girmeleridir. Hatta bu ilişkiyi "eleştirel baba - asi evlat" ilişkisine dönüştürebilirsiniz.

Karakterlerin benzer ilişkilere sahip olmaları sorun değildir. Ama burada iki tehlike var:

1) Deneyimli poli (baba rolündeki) ve çaylak (oğul rolündeki) birer klişeye dönüşürse bu çok kötü olur. Eğer klişe tuzağına düşerseniz, burada karakter ilginçleştirme ve diyalog ilginçleştirme tekniklerini kullanmamaktasınızdır.

2) Bildik metaforik ilişki kullanmanın da bir tehlikesi şudur: Bir karakterin diğer karaktere karşı tek bir duygu katmanını kullanmak. Bu, çok sığ bir uygulamadır.

İlişkinin derinleşmesini sağlayan şey, bu katmanlardır.

KARAKTER YAYI (KARAKTER DÖNÜŞÜMÜ / DEĞİŞİMİ) TEKNİKLERİ

Filmlerde sıklıkla bir ya da daha fazla karakterin bazı sorunları / bozuklukları olduğunu görürüz. Daha açık söylersek bu karakterler filmin en başında belirli bir Korkuya, Sınırlamaya, Engele ya da Yaraya sahiptir (Fear, limitation, block, wound - FLBW).

Örn. Bir korkak, sorumsuz, ahlaktan yoksun olabilirler, kendilerine zarar verme eğilimleri olabilir, yaptıkları birşeyden dolayı suçluluk duyuyor olabilirler, özgüvenleri düşük olabilir.

Diyelim ki kahramanın FLBW'si şu: bu karakter kendisinin bir insan olarak ne olduğuna dair kim / ne olduğuna dair hiçbir fikri yoktur. Kendisini hayatı boyunca böyle hissetmiş olabilir. Ya da geçen hafta başına gelen korkunç bir olay onu bu hale getirmiş olabilir. Bizim açımızdan bu önemli değildir. Bizim için önemli olan bu karakterin bu FLBW'yi büyüyerek aşması, ve kendisinin benzersiz bir kişi olduğuna dair iyi bir kavrayışa sahip olmasıdır (örn. Star Wars filminden Luke Skywalker)

KARAKTER DÖNÜŞÜMÜ KOLAY GERÇEKLEŞMEZ

Bir karakter dönüşümü, engebeli bir yoldur. Genelde karakter bu yolu istemeyerek (unwillingly) ya da birçok güçlük aşarak yaşar. Bu dönemde karakter, kendisinin ciddi FLBW'lerinin bazılarıyla ya da hepsiyle mücadele eder ve en sonunda da bunları yener.

Kahraman, büyüme konusunda isteksizdir, çünkü FLBW'yi aşacak şekilde büyümek acı vericidir. Filmleri duygusal açıdan çekici kılan anahtar nitelikli etkenlerden biri de karakterlerden birinin ya da birkaçının bu Korku, Sınırlama, Engel ya da Yara ile mücadele etmesini seyretmektir. (Luke Skywalker'ın karakter dönüşümü: Kendinin kim olduğunu bilmemekten bilmeye doğru değişmek).

KARAKTER DÖNÜŞÜMÜNÜN AYRINTILARI TEK BİR DÖNÜŞÜM

Bir karaktere tek bir dönüşüm (yay) verin. Bir karaktere birden fazla dönüşüm vermenin yolları vardır ama bu çok çetrefillidir.

(15)

SIKINTILI BÜYÜME

Bir karakterin büyümesi sıkıntılı olmalıdır. Karakterin büyümeye direnmesi (Eski davranış biçimlerine tutunması) normaldir. Bazen bir karakterin büyümeye başlaması için kafasına birkaç kez vurulması gerekebilir.

MUTLU OLAYLAR DA BÜYÜMEYE YOL AÇAR

Bir karakterin büyümesine yol açan olaylardan bazıları, mutlu olaylardır.

KADEME KADEME (KÜÇÜK ADIMLAR ŞEKLİNDE) BÜYÜME

Genelde Luke ya da Neo gibi bir karakter, hikaye boyunca kendi FLBW'si ile birkaç defa yüzleşmesi gerekebilir. Bu durumların bazılarında karakter hiç büyümeyebilir. Büyüme gerçekleştiğinde bu genelde küçük adımlar / aşamalar şeklinde olur. Genelde hikayenin sonunda karakter kendi dönüşümünün de sonuna gelmiş olur.

BÜYÜMEDEN ÖNCE KARANLIK

Karakterler kendi dönüşümlerinin diğer ucundan çıkmadan önce duygusal olarak son derece karanlık dönemlerden geçebilirler.

SINIRLAMALARI GİZLEMEK İÇİN MASKE KULLANILMASI

Bazı karakterler bu FLBW'lerini gizlemek için bir maskenin arkasına saklanırlar. Eğer bir karaktere bir maske verdiyseniz, bu karakter kendi FLBW'sini aşarak büyüdüğünde artık bu maskeye ihtiyaç duymaz.

BAŞARIYI İMA EDİN, AÇIKÇA SÖYLEMEYİN

Karakterin nasıl büyüdüğünü hikayenin sonunda açık bir şekilde (sözle) ifade edilmesi genelde kötü bir yazarlık belirtisidir. Bunun yerine hikayenin sonuna gelindiğinde bu karakterin büyümeyi başardığını ve FLBW'lerini biz çıkarsamalıyız.

BAŞARISIZ OLAN KARAKTER DÖNÜŞÜMLERİ

Bizim özdeşleştiğimiz ya da desteklediğimiz her karakter ille de kendi dönüşümünü başarıyla tamamlayamayabilir. Eğer başarısız olursa, TRAJİK bir karaktere dönüşür ve bu FLBW'leri tarafıdan yönetilmeye (onların baskısı / etkisi altında yaşamaya) mahkum olurlar. Karakter dönüşümünde başarısız olan karakterler depresif / üzücü bir duygu verirler. Bu nedenle seyircilerin sevmesini istediğiniz

karakterlerden birine bunu yapmadan önce iyice düşünün.

KÖTÜ ADAMLARIN TUTARLILIĞI

Kötü adamların nadiren karakter yayları / dönüşümleri vardır. Eğer bir dönüşüm / değişim yaşarlarsa da bu genelde daha kötüye doğrudur. Daha kötü insanlara dönüşürler.

KARAKTER DÖNÜŞÜM TEKNİKLERİ

Çok sayıda ve geçerli karakter dönüşümleri vardır.

- CESARET KAZANMAK / CESUR BİRİ HALİNE GELMEK

- BAŞKA BİR KİŞİNİN / KİŞİLERİN SORUMLULUĞUNU ÜSTLENMEK - BİR LİDER HALİNE GELMEK

Karakteriniz sıradan biri olarak hikayeye başlayabilir. Hiçkimsenin hesaba katmadığı biridir. Her bir kararlılık eylemi için ödüllendirilir. Bir liderin takipçilere ihtiyacı vardır. Böylece siz karakter dönüşümünüz boyunca ilerlediğiniz zaman takipçiler edinirsiniz.

- KENDİNİZİN SEVİLMEYE DEĞER BİRİ OLDUĞUNU ÖĞRENMEK

Hikayenin başında nefret edilmektesinizdir. Babanız size acımasız davranmıştır, vb. Ama sizin kahramanca hareketleriniz ve iyiliğini, o ortamdaki (ya da ülkedeki) en sevilen kişi haline gelmenizi sağlar.

(16)

- DÜNYA İLE SPİRİTÜEL BİR BAĞLANTI KURMAK

Hikayeye olduğunuz gibi başlarsınız. Bununla beraber aşağıdakilerden birini yaptığınız için ödüllendirilirsiniz:

- Doğadaki çok küçük varyasyonları (değişiklikleri) fark etmek.

- Silahınızı gittikçe estetik bir biçimde kullanmaya başlamak / ustalaşmak - Zor seçimleri bilgece yapmak

- Gittikçe daha katı (rigorous) bir etik sahibi olmak - Spiritüel olarak kabul ettiğimiz diğer şeyleri yapmak - Etik'i öğrenmek

Hikayeye bir korsan vb. olarak başlayabilirsiniz. Sadece kendinizi düşünmektesinizdir. Ama gittikçe artan teşvikler (incentive) alırsınız - bunlar ödüller de olabilir cezalar da. Bu teşvikler sizi seçimlerinizde daha etik (ahlaklı) biri haline getirir. Bu da bir zamanlar birlikte seyahat ettiğiniz ve masum kişileri öldüren korsanların (yasadışı kişilerin) aleyhine dönmenize neden olur.

* * *

HİKAYE AÇILIŞ TEKNİKLERİ

Filmlerde genellikle hikayenin ilk birkaç dakikasında seyirciyi yakalama ("hook") arzusu vardır. Bir seyirciyi hızlı bir biçimde hikayeye dahil etme / sokma (engage) yöntemleri şunlardır:

1) Bir kandırma sahnesi ("fake out" scene) ile başlamak: Bu teknikte bir seyircinin birşey / bir olay olduğunu sanmasını sağlarız. Oysa olan başka birşeydir. Bu sahte sahneler komik bir niteliği vardır. Bu komik nitelik bu sahne bittiğinde ve seyirci kandırmacayı anladığında ortaya çıkar. Bununla beraber bir kandırmaca sahnesinin ille de komik olması gerekmez.

Örneğin "Total Recall" filmi (orijinal film) Mars'ta Ölmesiyle başlar. Ama Arnold uyandığında hem o hem de biz onun rüya gördüğünü fark ederiz.

2) Sunspenseful or funny chaos in progress // Kendimizi gerilim dolu ya da komik bir kaosun içinde buluruz (hikayenin başında).

3) Bir gizem ile başlamak (begin with a mystery) 4) Bize benzersiz bir karekteri tanıtarak hikayeye başla

5) Bizi hikayenin gerilimli bir parçasının içine atarak başla. Yani hikayenin halihazırda devam eden bir eylemiyle başlarız.

6) Benzersiz bir dünyaya girerek başla.

KARAKTER İLE ÖZDEŞLEŞME SAĞLAMA TEKNİKLERİ

(Karaktere ilgi duymayı sağlama teknikleri)

Sanatlı bir biçimde yazılmış filmlerin bizi etkilemesinin / duygulandırmasının en büyük sebebi şudur: bir ya da birkaç karakterle özdeşleşiriz / onlarla empati kurarız.

O karaktere olan şey, sanki bize oluyormuş gibi gelir. Eğer karakter duygusal bir an yaşarsa, onun aynısını biz de yaşarız.

Karakter elmas'ıyla olan ilişki:

Karakter elmas'ı renkli ve taze karakterler yaratmanızı sağlar. Bunları bir iki ilginç huy ile süsleyin. Böylece karakterler daha da biricik / benzersiz hale gelirler.

(17)

Ama burada dikkat etmeniz gereken birşey var: eğer karakterler fazla biricik, ve bizden çok farklı birine dönüşürlerse, onlarla özdeşleşme kuramayız. Onlarla özdeşleşemezsek, filme duygusal olarak dahil olma konusunda büyük bir fırsat kaçırmış oluruz.

KARAKTER ÖZDEŞLEŞME TEKNİKLERİ

1) Karakteri tehlikeye at 2) Kendini feda et

3) Hak edilmemiş talihsizlik. (Örn. Kaçak filminin baş karakteri - Harrison Ford. Bu karakter karısının cinayetini engellemekte başarısız olur, daha sonra tutuklanır ve cinayetle suçlanır. Bu hak edilmemiş talihsizlikten dolayı onunla güçlü bir özdeşleşme kurarız.)

4) Kahramanın acı dolayı geçmişi hakkında birşeyler öğrenme. 5) Karakteri edebiyat ve sanattan hoşlanan biri yapma.

6) KArakterin duygusal olarak acı çekebilmesini sağla, ona acı çekebilme yeteneği ver. 7) Cesaret: Cesuryürek'teki William Wallace, Star Wars'ta Luke Skywalker, vb.

Bazı teknikler iki farklı kategoriye girer. Bazı karakterle özdeleşme teknikleri aynı zamanda karakteri derinleştirme teknikleridir.

Kendisine bir hayat verdiğiniz (invest with life) karakterlerle özdeşleşirsiniz. Sims oyunundaki gibi. 9) Kendilerinden sorumlu olduğumuz karakterler: Kendisinden sorumlu hissettiğimiz karakterlerler özdeşleşiriz.

Biriyle empati kurmanın, onlar için sorumluluk sahibi olmak istememize yol açtığı doğrudur. Tersi de doğrudur: Birilerinden sorumlu olmak, o kişilerden empati duymamıza neden olur. Bir kedi ya da köpeğe bakıyorsanız bir süre sonra onlar için emptal duyarsınız. Hayvan hastalanırsa, bu sizi duygusal olarak etkiler.

Not: Ters yüz edilen bir "özdeşleşme tekniği", karakterin sevilmemesine yol açar ve bizim de o karakterle özdeşleşmek isteMEMEMİZE yol açar.

Örn. Bir karakterin tehlikedeki bir insan için kendini feda etme riskini göze alması, onu sevmemize yol açar. Tersi: kendini feda etmemesi, onu sevmememize yol açar.

Böylece bir karakteri ne kadar seveceğimize dair, onunla ne kadar özdeşleşeceğimize dair bir düğme ("dial") geçmiş gibidir. Bu özdeşleşme yaratma düğmesinin çeşitli kullanımları vardır.

Kusurlu karakterler yaratmak ve kahramanların aşırı mükemmel olmasına engel olmak:

Zaman zaman sevdiğimiz, ya da en azından çelişik duygular hissettiğimiz kötü adamlar yaratmak. Örn. Pulp Fiction ya da Usual Suspects'teki "cool" kötü adamlar.

Normalde sevilmeyecek birinin, bir kahramana dönüşmesini sağlamak. Rocky filmindeki ana karakter son derece sevilebilir birisidir çünkü bütün "özdeşleşme (ilgi doğurma) teknikleri" bu karakter için

kullanılmıştır. Bütün bunlar, Rocky'nin bir tefeci için çalıştığını görmezden gelmemize neden olur. Bir karakterin zaman içerisinde / belirli bir zaman aralığında sevilmez biri olmaktan sevilir birine dönüşmesini sağlamak.

Gönderen gezgin zaman: 11:46 3 yorum: 9 Ocak 2015 Cuma

Kış Uykusu

Dikkat: Aşağıda, "Kış Uykusu" filmi ile ilgili bilgiler vardır. İzlememiş olanların yazıyı okuması, seyir zevklerini azaltabilir.

(18)

Film birkaç yönden kötü. Aklımda kalanları sırasız bir şekilde yazayım:

1) Demet Akbağ'ın karakteri ile Haluk Bilginer'in konuşmaları (ilk konuşmanın 5. dakikası) sinema salonundan dışarı fırladığım an olurdu. Kötü yazılmış diyaloglar kötü sayılmayacak bir performansla sergilenmiş. Ama asıl kötü olan, Demet Akbağ karakterinin iticiliği. Gerçek hayatta "Ha, tamam, tamam" diye susturacağınız bir insanı önce kısa, sonra da çok uzun bir süre için dinlemek zorunda

bırakılıyorsunuz. Katlanılır gibi değildi. Yaşasın DVD'ler!

2) Karakterlerin hepsi köksüzdü. Sanki filmde anlatılan hikaye başlamadan kısa bir süre önce oraya gelmişler ve orada yaşamaya başlamışlar gibiydi. Karakterler arasındaki bağlantıları ve yaşanmışlıkları hissedemiyoruz. Yani aralarında bir miktar kırgınlıklar ve geçmişten kalan bazı izler var ama bana hiçbiri gerçekçi gelmedi. Sanki birbirlerini yeni tanıyorlarmış gibi, yıllar önce konuşulmuş ve halledilmiş olması gereken meseleleri (seyirciye serim olsun diye) yeni yeni gündeme getiriyorlardı.

3) Haluk Bilginer ile Melisa Sözen ilişkisi. Gerçek dışı bir ilişki. Hem de birçok yönden. Bunlar ne zaman birbirlerini sevdiler, birbirlerinin nesini sevdiler, bu sevgi nasıl sona erdi, vb. Hiçbir iz yok. M. Sözen'in Cansu Dere taklidi oyunculuğunun bize ima ettiği (yönetmen bunun ardına sığınmış resmen) bir

yaşanmışlık var, ama ne olduğuna dair hiçbir somut belirti yok. Yani ortada analizine tanık olmaktan zevk aldığımız bir ilişki yok, sadece "bunlar arasında birşeyler yaşanmış yaaa!" dedirten acayip susmalar, gerdan kırmalar, laf sokmalar filan var.

4) Diyalgolara tekrar dönmek zorundayım. Bu kadar kötü yazılmış diyalogları ben bu kadar "övülen" bir filmde görmemiştim. Seksenlerdeki entel filmlere benzemiş. "Diyalog Yazma Sanatı"ndan hiçbir nasibini almamış kitabi cümleler, sanki bir "sesli kitap" seslendiriliyormuş gibi bir tonlamayla "okunuyor" - "söyleniyor" demiyorum bakın! Yine Demet Akbağ bu konuda başı çekiyor, Haluk da onu takip ediyor. Birisi NBC'ye gerçek diyalogların nasıl olduğunu hatırlatsın.

5) Filmin başlarındaki atın yakalanmasından ve sonra salıverilmesinden metaforik anlamlar çıkartanlar var! Haklılar! Ama artık sinema seyircisi o kadar akıllı ki (iyi seyirciden bahsediyorum, bizim ergen taifesinden değil), o atı ilk gördüğü zaman "Aha! Ulan bununla kesin metaforik bir anlam yaratır" diyor zaten. Yani hiçbir şekilde "subtle" değil. Kör kör parmağım gözüne olmuş. Hele Haluk atı serbest bıraktığında "Öfff!" dedim, "Ne bu? İlkokul çocuklarına simgesel anlatım dersi mi?" Arkadaşlar, sanat incelikli olur, Rembrandt ile tabela boyayan adam aynı malzemeleri kullanır ama aralarında "sanat" farkı vardır. NBC bildiğin tembellik yapmış.

6) Haluk'un canlandırdığı Aydın karakterinin (ki son yüzyılın en talihsiz isim seçimi olmuş) hiçbir derdi yok aslında. Derdi olmadığı için de düz ovada akacak yer bulamayan bir su birikintisi gibi. Sadece (sahip olduğu paradan kaynaklanan) ufak otoritesiyle etrafındakilere hafif hafif üstünlük taslıyor. Ki bu gündelik hayatta çoook sık gördüğümüz bir durum. (Siz kendinizin öyle olmadığınızı zannedebilirsiniz ama elinize azıcık yetki / para / avantaj geçince sizin de ayranınız kabarır, emin olun. Hatta kabarıyordur da siz farkında değilsinizdir). Yani Aydın'ın durumu bir filme konu olabilecek bir durum değil. (Bu konuda Üç Maymun'un çok gerisinde kalıyor, orada en azından hikaye gibi bir tarafa akan birşey vardı). Ama NBC zaten klasik hikayeler anlatmaz, durumlar anlatır diyebilirsiniz. İşte bu yüzden bu gibi "anlatacak birşeyi olmayan" adamlar kendilerini birşey zannediyorlar.

7) Filmin yan karakterleri sayılabilecek Serhat (Hoca) ve Nejat (Kardeşi) biraz ilginç olsalar da aslında NBC'nin asıl ilgi alanını teşkil eden şehirli beyaz Türk aydınlara bir fon oluşturmaktan başka bir

fonksiyonları yok. Serhat'ın oyunculuğu iyi, Nejat İşler ise biraz "typecast" olmuş, yani her zamanki "kötü çocuk" karakterine sıkışıp kalmış. Hikayeyi ilerletmek için hiçbir fonksiyonları yok (Hah! Hangi hikaye yahu?! Olmayan hikayeyi ilerletmeyen adamlar. Süper!).

8) Gelelim finale. Herhalde bu tür filmlerde görülebilecek en saçma finallerden biri bu. Kahraman (Haluk) baştan beri kendi küçük otoritesiyle ezmeye ve yön vermeye çalıştığı karısına olan sevgisini/aşkını anlatmaya başlar. Hayırdır? Ne oldu?! Nasıl oldu da bu adam bir anda böyle döndü? Bildiğin "Deus Ex Machina" olmuş. NBC filmi nasıl bitireceğini bilememiş. Ciddiyim. Bir yerde Melisa Sözen silahı çıkarıp kendi ağzına dayayacak diye bekledim. Olmadı! Bir dahaki sefere inşallah!

9) Diyalogların kötülüğü iki katmanlı aslında: Birincisi, diyalogların biçimi. Yazarlık bölümü öğrencileri bile birinci sınıfta bu kadar kötü biçimli diyalog yazmaz. Bunu bir geçelim. İkincisi, diyaloglarda (özellikle de Haluk, Demet ve Melisa arasında geçen diyaloglarda) söylenenler (içerik) o kadar kötü ki, birkaç defa midem bulandı. Yani yarı aydınların boş saçmalıkları. Bunları bir zamanlar Ankara'da "entelektüel" ve "sanatçı" camiada çok duyardım. Ama onlar bile bu kadar sığ değildi. Şimdi burada bir ikilemle karşı karşıyayız. Bu diyaloglar NBC'nin gerçek görüşleri mi (özellikle Haluk - Demet diyalogları), yoksa NBC bu yarı sığ - yarı entel tipleri mi bize göstermeye çalışıyor. Size birşey diyeyim mi: Bence birincisi. Ama NBC sıkışınca "Ben aslında sığ insanları göstermek istedim!" (yani ikincisi) diyerek de yırtabilir. Ne yazık ki.

(19)

NBC'nin neden önceki filmlerinde bu kadar sustuğunu anlamış olduk. İnsanlar onun hikayelerindeki boşlukları kendileri doldurdukları için ona bir derinlik atfediyorlar. Ağzını açtığı an, ne olduğunu anlamış olduk. Eh, ben hep diyordum ama şimdi artık siz de biliyorsunuz.

10) Filmin görüntü yönetmenliği bildiğin vasat. Vasat yani. Bir fotoğrafçının çektiği belli. Kamera hep en tahmin edilen yerde. Çerçeve hep en öngörülen şekilde kurulmuş. Şaşırtmıyor ve heyecan yok.

11) Müziğe gelince: Allah seni bildiği gibi yapsın NBC! Gerçekten de bu kadar yavan, bu kadar 80'ler entel filmi müziğini nereden buldun? Daha da birşey diyemeyeceğim.

12) Kurgu ise normal: ne yaratıcı, ne de kötü. Ama bazı yerlerde düpedüz yanlış. Tam yanlış değil de, yanlış yani! Özellikle diyaloglarda araya öyle planlar koymuş ki hiç gereği yok, daha iyisi olduğunu biliyoruz zaten (çünkü biraz önce gördük), ritmi ve akışı bozmuş. Ama buna da şükür. Filmin en az aksayan yönü kurgusu olmuş neredeyse.

*

Neticede çok da iyi olmayan bir film. Tahminlerimi boş çıkarmadı NBC (bkz. Eski bir yazı).

Bir sonraki filminde de yine şehirli, hayattan çok fazla şey beklemeyen, saçma sapan acılar içinde kıvranıp bunlarla ilgili dişe dokunur birşey yapmayan birilerinin mutsuzluğuna tanık olacağımıza bahse girerim. Heyecansız bir şekilde bekliyoruz...

Gönderen gezgin zaman: 21:00 2 yorum:

İyi Seneler... Yersen!

Herkese İyi Seneler...

... Dilemek isterdim ama Perşembe'nin gelişi Çarşamba'dan belli oluyor. Daha "Bismillah" demeden Fransa'daki terör saldırısını öğrendik. Bunun aslında dinlerle ilgili olmadığını, dünyanın müreffeh kuzey yarı küresi ile yoksul güney yarı küresi arasındaki çatışmanın bir ürünü olduğunu anlatmaya gerek var mı? Müreffeh kuzey yoksul güneyi sömürmeye devam ettiği sürece böyle olaylar görmeye devam edeceğiz. Eh, batı (yani kuzey) bu tür saldırıları "kabul edilebilir" bir bedel olarak görüyor olmalı ki tavrında bir değişikliğe lüzum görmüyor. Olan, ortada duran ve hiçbirşeyi doğru dürüst çözümleyemeyen / çözümlemesine izin (bunun için gerekli bilgiler) verilmeyen ve oradan oraya sürüklenen büyük kitlelere oluyor. Artık haftalarca (hiçbir sonuca varmayacağı belli olan) "İfade özgürlüğü" "Dini inançlara saygı" vb. konulu tartışmalar dinleriz. Başka bir olay gündemi işgal edene kadar tabii...

*

Bir parti genel başkanı, vekili olduğu kişiyle ilgili olarak şöyle demiş: "Türkiye’de soyguncular, katiller, hırsızlar ellerini kollarını sallayarak dolaşırken ülkenin iç barışına katkı sunmak isteyen bir insan 15 yıldır tek kişilik bir odada tutuluyor. Bunun haklı bir tarafı olabilir mi?"

Yani başka parti liderleri saçmaladığında normal karşılıyorum ama aklı başında gibi görünen bu eski cumhurbaşkanı adayı böyle saçmaladığında biraz daha şaşırıyorum. Hepimizi gerizekalı olarak gördüğünü bundan daha iyi bir şekilde söyleyemezdi. Bir sonraki adımda Hitler'i Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterirse şaşmam.

*

Bundan yaklaşık bir sene önce her gün ayrı bir kaset haberiyle uyanıyorduk. Son derece ilginç günlerdi. Normalde asla erişemeyeceğimiz bilgileri medyadan alıyorduk ama bir yandan da şüpheleniyorduk: bunun arkasında kim var? Tam bir sene sonra işler tam tersine döndü: Kasetleri ortaya atanlara bir etiket yapıştırıldı ("Paralel devlet") ve avlanmaya başladılar. Bu arada iki seçim geçirdik: Yerel Seçimler ve CB seçimi. Şimdi önümüzde bir seçim daha var. Ama halk olarak tartışmaktan, kapışmaktan, birbirimizi yemekten yorulduğumuzu görüyorum.

Anlamadığımız şey şu (bunu sadece karşı tarafa değil bizimkilere de söylüyorum): Biz bu dünyaya mutlu olmaya geldik. Ve karşı tarafı yenince bu mutluluğu yaşayacak değiliz! Bunu unutmayın. Mutluluğunuzu bunun üzerine kurmayın. Bir grup insanı alt ettiğinizde mutlu olmayacaksınız. Onları ezdiğinizde, ya da seçimden galip çıktığınızda mutlu olmayacaksınız!

(20)

(Sakın bundan benim "Dünya işleriyle uğraşmaya değmez! Yiyelim, içelim, kâm alalım dünyadan" dediğim zannedilmesin. Eğitime ve çevreye ne kadar önem verdiğimi bilen biliyor. Demek istediğim, kendi

halkımızın bir bölümünü büyük bir mağlubiyete uğrattığımızda mutlu olacak değiliz. Çok insan böyle zannediyor ve sabahtan akşama, haftanın yedi günü mutsuz mutsuz dolanıyor. Yalnış. Hayatta en önemli ân "şimdi"dir, muğlak bir gelecek ânı değil. Dünyanın hayhuyu ile hayatı yaşamanın zevki birbirinin yerine geçmemeli, ya da bir taraf diğerinin zararına kendi alanını genişletmemeli.)

*

TRT'den bildiğiniz iğreniyorum ve benden alınıp orada çalışanlara verilen tek kuruşumu bile helal etmiyorum!

Hadi alın bakalım o maaşları şimdi!

(Onların da çok umrundaydı. Umurlarında olsaydı bu şekilde mevki işgal eder ya da habercilik (!) yaparlar mıydı?)

*

M. Metiner'in bu haftaki bir beyanı, sanırım önümüzdeki yüzyıllarda tarih ve din kitaplarına konulacak (farklı başlıklar altına tabi). Hazret, akrabayı kollamanın Kur'an tarafından emredildiğini ve buna karşı çıkılmaması gerektiğini söylemiş. İsteyen araştırsın, buraya linkini koyarak sayfayı kirletemeyeceğim. İşte böyle insanlar sayesinde dindarlar kendi dertlerini anlatamaz hale geliyorlar. Ve ne yazık ki onun gibi düşünen başka insanlar da var.

Aslında önemli biri ya da önemli bir olay değil. Ama yine de tarihe not düşmek istedim. *

"Kış uykusu"nu seyrediyorum. Sanırım ayrı bir yazıyı hak ediyor, onun için burada yazmayacağım. Ama o diyaloglar ne yahu? Bu filmi bir de beğenenler mi çıktı? A. Dorsay filan? Fesuphanallaaah...

*

Uncut'ın sadece formatlanması kaldı. Bekleyenlere duyurulur! 4 Aralık 2014 Perşembe

Son bir Alev Alatlı yazısı!

Yani insanın aklı, havsalası almıyor. Entellektüel duruş sahibi olmak, bu kadar mı zor? Alev Alatlı'dan bahsediyorum. Kendimi, terk edip giden eski sevgilisi, bu yetmemiş gibi, bir de olabildiğince yanlış, ahlaksız bir adamla evlenmiş ve bu suretle benim de geçmişimi biraz daha kirletmiş biri gibi hissediyorum. Yalan mıydı o okuduklarımız? Dinlediklerimiz?

Aklıma bazı tabirler geliyor. Biri Motaigne'den. "Bir insana mutlu yaşadı demek için, onun ölene kadar mutlu yaşamış olması gerekir. Bir süre mutlu yaşadıktan sonra hayatının son dönemlerinde son derece büyük azaplar çeken insanlar vardır. Biri ölmeden, onun için 'mutlu yaşadı' dememek gerekir" minvalinde bir tespiti vardır.

Bir başka tabir ise Dark Knight filminden (farkındayım, Montaigne'den sonra çok klas olmadı ama tam oturuyor): "You either die a hero, or you live long enough to become the villain!". Bunu Savcı söylüyordu, hikayedeki kendi geleceğini "foreshadow" ederek. Yani "Ya genç bir kahraman olarak ölürsün, ya da kötü adam olacak kadar uzun yaşarsın!".

Şu kahpe dünyada, omurgayı son günlerine kadar dik tutan çok az insan görüyoruz. İnsanlar zamanla (propagandanın etkisiyle, kendi önceliklerinin değişmesiyle, bir zamanlar inandıkları davalara aslında gönülden bağlanmadıklarını fark ettikleri için) inanç ve davranışlarında değişiklik gösterebiliyor. Aslına bakarsanız bu çok da anlaşılır ve çok insani birşey. Şu hayat bazıları için bu tür büyük mücadelelere giremeyecek kadar kısa.

Ama bazıları için, çok az sayıda insan için, insanlığa başkalarının görmediği şeyleri göstermekle görevli insanlar için, böyle bir döneklik lüksü yok. Doğa/Allah tarafından üstün bir zeka, başkalarında görülmeyen bir çalışkanlık, irade, analiz gücü, nüfz-u nazar ile ödüllendirilmiş, sanki geri kalanları aydınlatmak için gen havuzunda özel olarak dizayn edilmiş gibi duran bu insanlar, böyle birşey yapamazlar. Yapmamalılar.

(21)

Zira yaparlarsa, zararları sadece kendilerine olmuyor. Onları takip eden on binler, yüz binler de yolunu, yönünü şaşırıyor, sapıtıyor, karanlıkta kayboluyor.

Mesela Alev Alatlı'nın çok sıkı bir takipçi grubu vardı internette. 2000'lerin başında biraz bakmıştım. Öyle çalışkandılar ki bir iki kitap bile hazırlamışlardı, vb. İnternette görüp görebileceğiniz en seviyeli

tartışmalardan bazıları orada gerçekleşirdi. Ne oldu şimdi onlara? Onlar da Alatlı'nın ödül almasını alkışladılar mı? Eminim orası kaynıyordur şimdi, terk edip gidenler olmuştur. (Eğer olmamışsa, durum daha da vahim).

*

Daha doksanlarda, Alev Alatlı'nın Mesut Yılmaz'a olan ünsiyetinden anlamalıydım olacakları. Heyhat!

"Her Kürtaj Bir Uludere"ydi?!

Yakın zamanlarda yapılan en bariz, en beceriksiz medya ve kamuoyu manipulasyonlarından biriydi bu, hatırlarsanız. Uludere'de onlarca vatandaşımız kendi devletleri tarafından öldürülmüş, hükümet ve ilgili kurumlar da yaylım ateşine tutulmuştu. O tartışmanın nasıl bittiğini hatırlıyor musunuz? Zamanın baş yöneticisi başlıktaki iddiayı ortaya atmış ("Her kürtaj bir Uludere'dir!") ve bütün dikkatleri aniden bu konuya yönlendirmeyi başarmıştı. Bunu takip eden on gün boyunca da bütün gazeteler ve televizyonlar "Benim bedenim benim kararım" minvalinde tartışmalarla dolmuştu. Her ne kadar o konu bir süre sonra çeşitli aralıklarla gündeme getirilse de, ölenlerin ailelerine verilen sus parası ile olay neticelendirilmişti. (Bu para verip susturma yönteminin ne kadar çok işe yaradığını gören hükümet, aynı yola Soma'da da başvurdu. Hatta olayın çok fazla kapitalist görünmesini engellemek için önce "Soma'da ölenler şehittir" diye dini bir perspektif de kattılar. Hem alttan hem üstten olaya yüklendiler ve görünür hiçbir zarara uğramadan olayı atlattılar.)

Şimdi de bizim bütün dünyaya rezil olmamıza neden olan bir Kaçak Saray (ruhsat alınması ile inşaatın bitişi arasında geçen süre "altı" gün!) olayından dikkatleri uzaklaştırmak için yeni bir "Her kürtaj bir Uludere'dir"e ihtiyaç var. (Sanırım bunların elinde böyle bir kitapçık ya da defter var: "Sıkıştığımızda gündemi saptırmak için kullanılacak konular!" başlıklı!) Eh, Dersim olayları, tek parti dönemi uygulamaları her zaman iş görmüştür. Zira o dönemin sorumluları ve yetkilileri artık hesap verebilecek bir durumda değil. Yapılanları açık açık savunabilen de yok (Öymen'in başına gelenler malum). Öyleyse Dersim plağını koyalım ve biraz da onu dinleyelim! dediler.

Dinliyoruz. Ama yemiyoruz! *

Dünün en güzel olaylarından biri NTV'ye verilen cezaydı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde mevcut

cumhurbaşkanına 5 saat, diğer adaylara ise yarım saatten az yer verdiği için RTÜK NTV'ye ceza kesmiş! (NTV'de onların normalde yayınlamayacağı kalitede bir belgesel vardı). Gece rüyalarında gördüler herhalde!

(Bu cezalara da bayılıyorum. Olay olup bittikten sonra gelen her türlü tedbire şaşıyorum daha doğrusu. Bir sürü insan madende ölür, madencilikle ilgili yönetmelik değişir; asansör düşer insanlar ölür, iş güvenliği bilmem nesi değişir; seçim olur, medya tarafgirliğin Allah'ını yapar, atı alan Üsküdar'ı geçer, RTÜK ceza verir. Sanırım millet olarak "ilahi adalet" olayını yanlış yorumluyoruz. Yani "burada cezasını bulmazsa öbür tarafta cezasını bulur" anlayışını gündelik hayatta bu kadar kullanmak doğru değil. Bu dünyanın işini burada halledeceksin! Laiklik bu değil miydi? Neydi laiklik? Emek'ti! ... Şimdi durayım ben...)

*

Birilerinin bizi nasıl güttüğünü artık eni konu sokaktaki çocuk bile fark etmiş durumda. Seçim öncesi kadro vaat et, maaşlara zam yap, abuk subuk projelerle milletin ağzını sulandırıp hayal gücünü ateşle. Seçimden sonra yapılan zamlarla o paraları fazlasıyla geri al. Başka bir kriz çıkarsa da konuyu değiştir ya da hemen karşı saldırıya geç! Bunu yaparken de bütün medyayı kullan, ne de olsa hepsi en fazla bir telefon uzaklıkta! Diğer yandan futbol ve dini programlar sürekli olarak işlevlerini yerine getiriyor zaten. (Cübbeli Jet Ski pilotu, Amerikalı'ların uzay programını eleştirmiş: "O kadar milyon doları harcayıp uzaya uydu yollayacaklarına bana yüz bin dolar versinler, ben oradaki herşeyi anlatayım. Herşey Kur'an'da var!" diyor. Bkz: http://www.youtube.com/watch?v=JYVLAVlv6zo)

(22)

*

Boşuna demiyorum: mevcut medya ve eğitim sistemimiz, insanlarımızın dönen dolapları anlamasını sağlayacak bilgiyi ve muhakeme yeteneğini vermiyor! Asıl değişmesi gereken ekonomi değil, savunma değil, eğitim! Orada ise (nüfus arttıkça) durum daha kötüye gidiyor. Akıllı tahtalar ile bu iş olmuyor. Tahtalar akıllı ama öğrenciler(in çoğu) değil.

*

Bir de diyorlar ki "Öğretmenler gününüz kutlu olsun?". Bize bu insanları, bu nesilleri yetiştiren öğretmenlerin mi?

Güldürmeyin beni!

Biz bundan daha iyisini hak etmiyoruz ki daha iyi bir şekilde yönetilelim?!

Biz bundan daha iyisini hak etmiyoruz ki daha iyi bir şekilde yönetilelim?!

Eğitimli, aydın dediğimiz kesim bildiğin kafayı yemiş gibi davranıyor. Bir taraftan ekonomik düzenleri hiç bozulmasın, istikrar devam etsin istiyorlar, diğer taraftan da bunu muazzam bedeller (bizim ödediğimiz bedeller) karşılığında sağlayan adam ve sistemi gitsin istiyorlar.

Bir yandan kapitalizmin her türlü nimetinden faydalanalım, maaşlarımız artsın ve daha çok şey satın alabilelim istiyorlar, diğer taraftan bunun olabilmesi için gereken acımasız kapitalizm (bkz. özelde maden işçilerinin genelde bütün işçilerin sömürülmesi) ve onun sonuçları (özelde zeytinliklerin ve ormanların, genelde bütün doğanın katledilmesi) olmasın istiyorlar.

Bir yandan kifayetsiz bir lidere emanet edilen kurucu parti neden birşey yapmıyor diye sızlanıyorlar, diğer yandan özellikle iki büyük şehirde belediye başkanlıklarını almak için kıçlarını bile kaldırmıyorlar

(İstanbul'da Sarıgül, Ankara'da Yavaş alsaydı, emin olun mevcut yöneticilerin karizması bayağı çizilmiş olurdu). Twitter üzerinden sandık sonuç tutanağı aramak nedir yahu?!

Hem kuzu gibi davranmakta direniyorlar (Gezi bir başkaldırıysa, sonuç ne?! Değişen ne?! Gitarist başkanlı mikro boyutta bir partinin yaratılması ve beyaz Türklere on yıllarca yetecek bir emzik -"pacifier"-

verilmesi dışında, netice ne?), hem de birileri onlara çobanlık yapmaya kalkınca (kafede sigara içenlere karışılması, 1.5 milyar liralık saray yapılması, vb.) itiraz ediyorlar.

Ülkenin en önemli kurumları yavaş yavaş ele geçirilirken (Askeri okullarda verilmeye başlanan din dersleri, 9 yaşındaki kız çocuklarının artık BAŞINI BAĞLAYACAK OLMASI, vb.) doğru dürüst ses çıkartmıyorlar, sonra kalkıp "Biz ne zaman bu hale geldik?!" diyorlar.

Yahu, bir yürü git!

"INTERSTELLAR" Hakkıda

Dikkat: Bu yazıda "Yıldızlararası" ("Interstellar") hakkında bilgiler vardır. Filmi henüz izlemeyenlerin bu yazıyı okuması, daha sonraki seyir keyiflerini olumsuz etkileyebilir.

*

"Interstellar"ı vizyona girdikten bir hafta sonra izledim. Bu arada da film hakkında herhangi bir yorum ya da eleştiri okumamak için özel bir çaba sarf ettim. (Medya hayatımıza o kadar sirayet etmiş ki, hiç ummadığınız bir yerde karşınıza birşeyler çıkabiliyor).

Filmi izledim. En azından şunu söyleyebilirim. Nolan, film bittikten sonra bile etkisi sizin üzerinizde bir süre daha kalan bir eser üretmiş. Bu süre, Nolan'ın filmde ele aldığı temalar ile daha önce kadar haşır neşir olduğunuza bağlıdır diye tahmin ediyorum. Örneğin Sanarist'in eski yazılarını hatırlayanlar benim çevreye ne kadar önem verdiğimi bilirler ("Yeşil Test" diye bir yazımı okuyun mesela). Burada çok ele almamakla birlikte kuantum fiziği, astronomi, zaman yolculuğu, uzayda seyahat, vb. de ilgilendiğim alanlar arasındadır. Eh bilimkurgu seven biri için bu da normal sayılır. Sinemayla da "ilgilendiğimize" göre, bu film tam bana göre denilebilir... mi?

Pek sanmam. Yani bana ne uzak ne de yakın. Maddeler şeklinde sıralayayım.

1) Nolan kahramanını uzaya yollamak için serim bölümünü bildiğiniz "hızlandırmış". Yani Matthew M.'nin kızıyla birlikte NASA'yı bulmasından sonra uzaya çıkmayı kabul etmesi arasında o kadar az zaman geçiyor

(23)

ki, kendimi bir anda radyo oyunu dinler gibi hissettim. Yani o ilk toplantıda herşey o kadar hızlı gelişti ki?! Zannedersiniz ki adamlar "ya uzaya kimi yollayacağımız konusunda bir toplantı yapalım, belki bir astronot kazara bizi bulur da onu göndeririz" demiş va VOILA! Allah isteklerini yerine getirmiş! Daha filmin başında küçük bir deus-ex machina ile karşı karşıyayız.

2) Matthew'un uzaya gitmesiyle ilgili olarak ortaya konan plan da çok kırılgan. Aniden ortaya çıkan bir solucan deliği ve oradan dikizlenen diğer galaksilere / sistemlere bakarak dünyaya benzer yerler aramak. Daha bu aşamada Nolan bilimin, insan aklının ve olasılıkların sınırlarını zorlamaya başlıyor ki henüz filmin serim aşamasından çıkmadık. Benim solucan delikleri ile ilgili olarak son okuduğum şuydu: Evet, solucan deliği diye birşey olabilir ama bu en fazla bir atomun geçebileceği genişlikte olabilir, öyle devasa uzay gemilerinin geçebileceği büyüklükte değil. Hele bir galaksinin bir ucundan diğerine böyle aşırı bir kestirme şeklinde sürekli açık duran bir yapı hiç olası değil. Ama Nolan bizi başka yerlere çok hızlı yollayacak ya, başka çaresi yok (adam hiper-uzay (Yıldız Savaşları) ya da Warp (Uzay Yolu) gibi fantastik şeyler kullanmak yerine nispeten bilinen bilimin sınırları içinde kalmaya karar vermiş bu yüzden o kapıyı zorlamak zorunda).

3) Uzay gemisinin solucan deliğinden geçmesini de kabul ettik diyelim. Bundan sonra iki gezegene yaptıkları ziyaretler karşımıza çıkıyor. Karadeliğe yakın olan gezegenin üzerinde zamanın çok daha yavaş geçmesiyle ilgili fiziği açıkçası bilmiyorum. Benim bildiğim zaman, ışık hızına yaklaştıkça yavaşlar, bunun başka bir versiyonundan haberdar değilim. Yine de akla pek yakın gelmiyor. (O gezegende olanlar ayrı bir komedi zaten.) Sanki Nolan, "Abi ben şimdi uzaya çıkıyorum ya, uzayla ilgili her bir ilginç konuyu

kullanayım" demiş. Doğal olarak karadelikler, uzay-zaman bütünlüğü, zamanın göreliliği, solucan delikleri, vb.'ye de uğramış.

4) Sulak Gezegende nereden geldiği belli olmayan ("Abyss" tarzı) dalgaları ciddiye almayan şebelek Kedi Kadın yüzünden Matthew'un hayatından 23 sene gittiği gibi, diğer bilimadamı da ölüyor. Sadece bu (önceki) cümle bile buradaki saçmalıkları anlamanıza yardımcı olur sanırım. Ama en komiğini söyleyeyim: Minecraft'tan çıkmışa benzeyen (Evet! Minecraft'ı biliyorum!) bir şekilde ama çok hızlı hareket edip koşan robot'un diğer bütün işleri yapmakta kullanılmaması, bu gezegende olan herşeyin aslında dramatik açıdan "anlamsız" hatta "gereksiz" olduğunu gösteriyor. Yani şebelek Kedi Kadın ve diğer astronot, o suyun içerisinde güçlükle ve yavaş yavaş ilerleyeceklerine Minecraft robotu o işleri yapmaya yollansaydı en başta, o olayların hiçbirisi olmayacaktı! (Yaa, Nolan! Okyanusun bu tarafında senden daha iyi analiz yapanlar var! Hıh! :) )

5) Bourne'un bulunduğu (Matt Damon) diğer gezegende olanlar biraz daha ilginç olmakla beraber, herhangi bir biçimde filmin temasıyla ilgili değil gibiydi. Kafayı yemiş ve hayatta kalmak için herşeyi yapmaya çalışan bir bilimadamı, kahramanlarımızı iyice zor duruma sokmak dışında, uzayda yaşam, dünyanın kurtarılması, vb. konularıyla ilgili hiçbir şey sunmuyordu bence. Yaptığı tek şey, Matthew ve Kedi Kadın'ın uzay aracına, Matthew'u karadeliğe dalmaya zorlayacak kadar zarar vermekti. (Sizi bilmem ama ben bilim kurgu seyrederken bilimle ilgili şeylerin belirli aralıklarla gelmesini severim. Mümkünse de finalde ya da finale doğru zirve yapsın: "Contact" gibi, ya da "2001").

6) Matthew abimiz karadeliğe dalınca, çoook doğal olarak eğer "Contact"ı seyrettiyseniz, Jodie Foster'ın o uzay aracında yaşadıklarına benzer birşeyler hissediyorsunuz, ama o kadar heyecanlanmıyorsunuz. Zira Carl Sagan abimiz, Nolanlar (abi + kardeş) gibi çakma bilim adamı değil, gerçek bilim adamıydı. Görsel efektler 1997'ye göre çok daha iyi olmasına karşın şimdikinin verdiği duygu 10'da biri kadar. Tabii o filmi sinemada dev perdede seyretmeniz lazımdı.

7) Matthew'un bir kere kara deliğe girip canlı kalması imkansız. (Keza, solucan deliğine de). Film burada artık bilim kurgu olmaktan çıkıp Yüzüklerin Efendisi janrına (fantastik) yaklaşıyor. Ama hadi bilete para verdik, filmin ikinci yarısının ortasında çıkılmaz diyorsunuz ve seyre devam ediyorsunuz. Nolan bize karadeliğin ortasında uzay-zaman hakkında (özellikle de boyutlar hk.) bilgi vermeye başlıyor. Eh, fizikle uğraşan herkesin ilk öğrendiği şeylerdir bunlar: boyutlar, uzay-zaman birlikteliği, zaman'ın tek yönlü olması, vb. Ama Nolan burada kendi hikayesinde en başta attığı bir temeli (set up) sonuca (pay-off) dönüştürmek için bilim kurallarını bayağı bir zorluyor. Neymiş: Matthew'ın kızına en başta odasında o bilgileri veren (kitapların düşmesi, tavandan düşen tozlar) vb. aslında kendisiymiş.

E sormazlar mı adama, neden sadece o anda (kitapların düştüğü an) iletişim kurmaya karar verdin. Daha önce ve hatta kendisiyle (kızıyla değil) iletişim kursaymış ya? Ya da kendi yaşamından da öncesine gidip, iklimler bu kadar bozulmadan önce kendisini anlayacak birilerine ulaşsaymış? Sorunu kökten çözseymiş? Nolan(lar) burada kendilerine koydukları sınırlar içinde kalmaya çalışarak güya mantık çerçevesini bozmamaya çalışıyorlar, ama daha en temelde/başta o kadar bozuyorlar ki, aklı başında bir şekilde bu işin içinden çıkmaları mümkün görünmüyor. Tıpkı "Lost"ta olduğu gibi. Bu kadar açık uç ("loose ends") bırakırsan, bunları toplayamazsın.

Referensi

Dokumen terkait

Dalam novel air mata terakhir bunda penulis ingin melakukan penelitian terhadap novel tersebut bagaimana model komunikasi antarpribadi yang dilakukan seorang ibu

Proses pelarutan pada batuan karst berpotensi menghasilkan air tanah, hal ini terjadi karena batuan tersebut memiliki porositas sekunder sehingga hasil pelarutannya

Kartu tanda peserta dibagikan pada saat

Kelembaban tanah permukaan dapat dikorelasikan dengan nilai spektral citra penginderaan jauh, sifat pantulan tersebut dipengaruhi oleh kondisi kelembaban tanah

Jika penghitungan fisik persediaan dilaksanakan pada suatu tanggal selain tanggal laporan keuangan, auditor harus, sebagai tambahan prosedur yang diharuskan oleh paragraf 4,

Kondisi optimum untuk ekstraksi flavonoid total dari daun jati belanda yang diperoleh pada penelitian ini adalah konsentrasi pelarut 70%, nisbah bahan baku- pelarut 1:10, dan

Untuk keterampilan membaca Pondok Pesantren Darul Hikmah dan Pondok Pesantren Al Kamal menggunakan metode qiro’ah atau membaca teks Arab langsung untuk melatih

Hasil gambar citra radiografi terbaik bila dilihat berdasarkan pada nilai standar deviasi yang terendah dan nilai Entrance Surface Dose yang paling rendah adalah